Dolunayın Altında

Por Berceste_sb

1M 68.6K 31K

Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne ya... Más

1. Bölüm
2. bölüm
3. bölüm
4. bölüm
5. bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm -Sezon Finali-
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm |Final Part 1| "Aydınlıkta ve Karanlıkta..."
85. Bölüm |Final Part 2| "Sonda ve Sonsuzlukta..."

82. Bölüm

3.5K 244 407
Por Berceste_sb

Ben geldimm. Çok uzunn bir bölüm oldu o yüzden yavaş yavaş okuyalım bebeklerim 🤍

Önceki bölüme kısa bir göz gezdirerek neler olduğunu daha iyi hatırlarsınız. Şimdiden söyleyeyim.

Başlamadan önce oy vermeyi ve satır aralarına yorum yapmayı unutmayınn.

İyi okumalarr 🦋

Sadece derin bir nefes almam lazım.

Derin derin nefesler...

Ama lanet olsun ki nefes alamıyorum! Bu adam kendine hangi büyüyü yaptıysa ona dokundukça boğuluyormuş gibi hissediyordum. Ellerinin dokunduğu yerler tenimi yakıyordu. Ellerim omuzlarındaydı, takım elbisesine dokunan avuç içlerim yanıyordu.

Nefes alamıyorum.

Dişlerimi sıkıp birkaç dakikadır kapalı olan gözlerimi açtım ve dönen balo salonunu izlemeye başladım. Ateş'in lanet olası gözlerinden başka bir yere bakmak ve bildiğim dans hareketlerini yerine getirmek cehennem hissi veriyordu. Orman ruhu elbisemde olsada öyle güvensiz hissediyordum ki...

Sanki onun karşısında titreyen on yedi yaşımdaki halime geri dönmüştüm.

Kanatlarımın altında duran ve belime yaslı olan eli yavaşça yukarı çıktığında gerildim. Kanatlarıma dokunuyordu!

"Kes şunu yoksa lanet olası kafan yerinde olmayacak." Dediğimde güldü ama elini beyaz kanatlarımdan çekmedi.

Orman ruhu derhal bir şey yapmazsa onuda Ateş'i de öldürecektim!

Beni bu adamla dans ettirdiği yetmiyormuş gibi şirin bir kelebek süsü şeklinde elbisemin askısında duruyordu. Bu kelebeğin bir şey yapması gerekiyordu artık! Yoksa kenarda öfkeyle bizi izleyen şeytan kendini daha fazla tutamayacaktı.

"Kanatlarına dokundu." Dedi şeytan öfkeyle. İç çekerek gözlerimi kapattım. "Kanatlarına sadece ben dokunabilirim. Ya onunla dans etmeyi kesersin ya da oraya gelir seni alır ve planını bozarım. Birini seç. Şimdi."

Ben stresle Ateş'ten olabildiğince uzaklaşmaya çalışırken o beni daha sıkı tutmuştu.

"Benden korkuyor musun yoksa Dolunay?" Dediğinde sanki her şey yolundaymış gibi dans etmeye başlayan konuklarımız bile duraksadı. "Doğa Koruyucusu benden korkuyor mu? Sen bana meydan okuyan koruyucu değil misin? Neden titriyorsun karşımda?"

Siktir. Siktir. Siktir.

Beni müttefiklerimizin karşısında küçük düşürdü. Hafif bir müzik çalan balo salonunda yankılandı sözleri. Herkes duydu.

Beni kendi etrafımda döndürürken, elbisemde benimle birlikte döndü. Tekrar belimi tuttu ve dansa hiçbir şey olmamış gibi devam etti.

Titremiyordum ben. Neden titreyecektim ki?

Kendini kandırma, Dolunay. Ateş'ten hala deli gibi korkuyorsun.

Ne yazık ki iç sesim haklıydı. Kanatlarıma dokunduğu andan beri stresten ellerim titriyordu. Boğazım yanıyordu ve nefes alamıyordum.

Gerçekten korkuyor muydum ben Ateş'ten? Güçlüydüm, Orman Ruhu bile benimleyken, Nyx bana Ateş'i öldürmem için kılıcını vermişken ben hala korkuyor muydum?

Böyle olmamalıydı...

Gözlerimi açıp kapadım ve kendime geldim. Derin bir nefes alıp başımı dikleştirdiğimde titremem azalmıştı. "Orman ruhu bile benimleyken senden korkmuyorum Ateş. Baloma gelecek kadar aklını kaçırmışsın."

"Neden öyle diyorsun Dolunay? Ne güzel dans ediyoruz işte, fena mı?" Kendi dediği şeye gülüp gözlerimin içine bakmaktan vazgeçti ve salonda gezdirdi gözlerini. Bende salona kısa bir bakış attım. Tamda tahmin ettiğim gibi, bütün gözler bizdeydi ama kimse karışmıyordu. Ateş'i benim göndermem gerekiyordu. Eğer karışırlarsa bu beni aciz duruma düşürürdü.

Kimse yanımızda olmak istemezdi ve ben bunu göze alamazdım.

Balo salonunda fısıldaşmalar başladığında oraya kulak kesildim. Kenarda duran arkadaşlarım ve Lena ile Ryan bana endişeyle bakıyordu. Onların geri dönmüş olmasından çok Ateş'in buraya gelmiş olması şaşırtmıştı herkesi.

Elfler, periler, kurtlar, şekil değiştirenler, melekler, şeytanlar, gölgeler, büyücüler, cadılar... Bütün krallıkları temsil eden kral ve kraliçeleri. Prens ve prensesleri. Hepsi buradaydı.

Onları hayal kırıklığına uğratma gibi bir lüksüm yoktu.

"Akira, benim için bunu sen yapar mısın? Bu Ruh koruyucusu kanatlarıma bir daha dokunursa ne olacağını görsün." Diyerek sırıttığımda Ateş bana afallayarak baktı. Balo salonundaki şarkı bile sustuğunda başımı yavaşça yana doğru eğdim.

O sırada ise bir kırılma sesi geldi. Şeytan elinde tuttuğu bardağı sıkarak kırmıştı, sağ elinden kanlar damlıyordu.

Endişeyle önüme döndüm ve Ateş'le göz göze geldim. Hiçbir şey olmadığında güldü.

"Akira kim Dolunay? Yoksa aklını mı kaçırmaya başladı-" O sözünün devamını getiremeden elbisemdeki kelebek havaya yükseldi ve bir yılanın şeklini alıp boynuma, oradan da bütün bedenime dolandı. Büyük ve beyaz yılan başını başımın yanına getirip Ateş'e tısladı.

Ateş korkuyla geriye sendelediğinde, salondaki diğer kişilerde endişeyle geri çekilmişti. Bizden biraz uzakta duran balo salonunun yeşil ve sarmaşıkların dolanmış olduğu kapısı gürültülü bir şekilde açıldığında içeri Driad muhafızları ile altı kişi daha girdi.

Abim ve avcı lideri yan yanaydı. Abim nefes nefese ve saçları dağılmış şekilde bana baktı, sonrada karşımda duran Ateş'e. "Kardeşimden uzak dur seni şerefsiz herif!"

"Bir sen eksiktin." Diyerek güldü Ateş ve bana döndü. "Baloya Avcıları da mı çağırdın Dolunay? Benim yandaşım olan Avcıları?"

Ateş abimi dikkate almadan yanındaki Avcıları kastederek konuştuğunda tekrar o tarafa döndüm. Bellerinde ve sırtlarında asılı duran silahlarıyla beş zırhlı avcı abimin yanında dikiliyordu.

Şeytan yanıma ne zaman gelmişti bilmiyordum ama sırıtıyordu. Ryan diğer tarafıma geçip başını yana doğru eğdi. "Geç kaldın, Emre."

"Evet, biraz öyle oldu sanki..." deyip omuz silkti abim. "Bu yaşlı bunağı ikna etmek tahmin ettiğimden zordu."

Yaşlı bunak diye kastettiği kişi tam yanında yüzündeki pençe iziyle duran Avcı lideriydi.

Kanatlarımı almak isteyen Avcı lideri.

"Burada neler olduğunu açıklayabilecek biri var mı?" Dedim sabırsızca. Arkadaşlarım yanımıza gelerek Ateş'in karşısında durduğunda, Avcı lideri bana bakarak konuşmaya başladı. Orman ruhu beyaz ışıklar saçarak kayboldu.

"Dolunay, sanırım tehtidlerim yüzünden senden özür dilemem gerekiyor. İçten bir özür..." dedi lider ve sırıtarak Ateş'e baktı. "Hatta taraf değiştirdiğimi herkesin önünde sana yemin ederek göstermek isterim." Tekrar bana döndü. Siyah eldivenli ellerini arkasında birleştirdi. "Anlaşılan Ateş'te burada, fazladan haber göndermeme gerek kalmadı."

Umursamazca Ateş'e baktı, ondan sonrada balo salonunun en tenha köşesinde duran siyah kurda. Babama kaşlarını çatarak baktığında konuşmaya devam etti. "Ne kadar babanla iyi bir geçmişimiz olmasada, yanımda duran genç adam iyi ikna yeteneklerine sahip." Dedi abime hitaben.

"Kaybeden tarafta olduğun için çok pişman olacaksın Darre." Dedi Ateş tam karşımızda durmaktan vazgeçip, balo salonundaki varlıkların yanından öfkeyle geçerken. Soğukkanlılığını kaybetmişti, müteffik kaybetmek onu deliye döndürmüştü. "Sana acımayacağım, karşımda durduğun için artık bir ölüsün."

"Tehtidlerin çok şirin, Ateş" dedi Avcı lideri umursamaz bir şekilde. "Oğuz'un kızının yanında savaşacağım. Bilirsin, ben hep kazanan tarafın yanındayımdır."

"Onu buraya abim mi getirdi? Nasıl ikna etmiş olabilir ki? Avcılar benden nefret ediyordu..."

"Nefretleri sana karşı değil, dünyaya karşı meleğim. Herkes kazanan tarafta olup yaşanabilecek bir dünya ister." Şeytanın dedikleri mantıklı geldiğinde, rahatlayarak önüme döndüm. Abimin bir anlaşma yapmaması beni rahatlatmıştı.

"Dolunay şu anda gözüme çok havalı geldin." Dedi Bulut arkamdan kıkırdayarak. Gülüşü sessiz salonda yankılandığında herkes ona döndü. "Ateş ağlıyorsun biraz sanki."

"Bunu cidden söyledi mi yoksa ben hayal mi gördüm?" Diye sordu Savaş'ın abisi Ayaz, yanında duran Orkun sesli bir şekilde güldü. Alp ise göz devirdi.

"Çok kafa dengi çocuk abi." Dedi Orkun Alp'i dürterek. Ela bıkkınlıkla iç çektiği sırada, balo salonundan sesler yükselmeye başladı. Savaş'ın annesi ve babası kaşlarını çatarak yanımda kanayan eliyle elimi tutan şeytana bakıyorlardı. Bir şeyler yap der gibi.

"Fazladan sözleşmeniz varsa imzalayıp baloya geçmek isterim." Dedi Avcı lideri ve Ateş'i görmezden gelip tam yanından geçti. "Daha babanla konuşacaklarımız var, Dolunay."

Ben şaşkın bir şekilde yüzüne bakmayı sürdürürken Savaş benden önce davrandı ve Batu'ya seslendi. "Gidip belgeleri getir, yeni yoldaşımızı daha fazla bekletmeyelim." Dedi şeytan ve elini Lidere uzattı. "Kazanan tarafta olmaya karar verdiğini görmek güzel, Darre."

Lider memnun bir şekilde Savaş'ın elini sıktı ve Batu'nun getirdiği belgeleri aldı. Sihirli kağıt parçaları imzalandıktan sonra ortadan kayboldu ve bir yemin haline geldi. Bu fikri Savaş bulmuştu, yanımızda olan kral ve kraliçelere imzalatmıştık. Belgelerdeki bütün maddeleri Savaş biz kulübedeyken hazırlamıştı. Gittiğimiz krallıklara imzalattıktan sonra her şey tamam oluyordu. Bize ihanet edemezlerdi.

Yiğit'ten sonra böyle bir önlem almak zorunluluk haline gelmişti ne yazık ki...

"Ateş konusunda bir şey yapmak isteyen var mı? Buraya öldürecek gibi bakıyor sanki biraz." Dedi Bulut arkama saklanarak. "Dolunay bir şey yap."

Düşüncelerimden sıyrılarak bakışlarımı Ateş'e yönelttim. Elinde mor bir bitki tutuyordu. Lena sinirle kırmızı elbisesinin uçlarını tutup yanıma geldi ve gözlerini kıstı. "Yanında kurtboğan getirmiş. Sana zarar verdi mi?"

Kaşlarımı çatıp yanan tenimi ve nefes alamayışımı düşündüm. Elim boğazıma gittiğinde Şeytan bakışlarını Liderden çekip hızla bana döndü. Ryan kaşlarını çatarak konuştu. "Sana dokunduğunda canın acıdı mı?"

"E-evet." Dedim kekeleyerek. Tanrım! Adam sırf canım acısın ve karşısında titreyeyim diye yanında kurtboğan getirmişti. Gerçektende titremiştim ama korkudan değil, acıdan.

Savaş birkaç küfür mırıldanıp kolumdan tuttu ve kimseyi umursamadan beni çıkışa yöneltti. "Üzerindekilerden kurtulman ve duş alman gerekiyor. Kurtboğandan arınmalısın." Dedi şeytan ve belimi tutup beni ilerletmeye devam etti. "Daha kötü olmadan odaya gitmeliyiz meleğim."

"Savaş." Dediğimde duraksadı, derin bir nefes alıp belimdeki yaralı elini çektim. Elimi yanağına götürüp yavaşça okşadım. "Halletmem gereken küçük bir iş var, aslında küçük değil..." dedim Ateş'e kısa bir bakış atarak. Bizi izliyordu. "Hemen geleceğim, birkaç dakika dayanabilirim."

Boğazım acımaya ve derim cayır cayır yanmaya başlamıştı ama Ateş'i bir yere göndermeden buradan gidemezdim. Şeytan düşüncelerimi okudu, bunu Ateş'e dönmesinden anlamıştım.

"Nyx'in sana verdiği kılıç yanında mı?" Dediğinde kaşlarım çatılsada başımla onayladım. Kanlı elini bana uzattı. "Onu bana verir misin? O küçük işi ben halledeceğim. Burada bekle." Ben daha ne olduğunu anlamadan Orman ruhu kelebek şeklinde yanımda belirdi ve Savaş'ın omzuna kondu. Siyah Kanatlarına zıt bir şekilde parlayan kelebek omzuna konduğu anda elinde bir kılıç belirmişti. Nyx'in bana verdiği gül kılıcı, Savaş'ın elinde belirmişti. Ben vermemiştim ona, Akira vermişti.

"Orman ruhuyla arkadaş mı oldun yoksa bana mı öyle geliyor şeytan?" Savaş başını sallayıp güldü.

"Sadece erkek dayanışması."

"Ölü bedenleri almaya gelen bir varlıkla mı?"

"Neden olmasın?" Dedi şeytan ve sırıttı. "Öldüğüm zaman ayrıcalıklı olacağım, bundan daha iyi ne olabilir ki?" Dediği şeyle tüylerim diken diken oldu.

"Öyle deme." Dediğimde yanağıma küçük bir öpücük kondurup geri çekildi ve bize doğru kalabalığı yararak gelen abime baktı. "Onun yanında durur musun? Pek sevgili eşim her an ortadan kaybolma ve kendini yaralama potansiyeline sahip."

Abim güldü ve yanıma geldi. "Bilmez miyim?" Deyip bana göz kırptığında homurdandım.

"Senin beni savunman gerekiyordu abi." Abim omuz silkti ve Ateş'in yanına giden şeytanı izlemeye başladı.

"Ne diyebilirim ki? Haklı sonuçta. Ateş seni istiyor, beni ya da onu değil." Dedi. Yerimde huzursuzca kıpırdanıp yanıma gelen Hera, Ela, Sare ve Lena'ya baktım. Diğerleri Savaş'ın yanındaydı.

Sare yanında duran masaya yaslanıp bir içecek aldı ve bana baktı. "Kral ve kraliçelerden olumlu şeyler duydum, onunla dans etmen işe yaramış olmalı." Dedi. "Hala nasıl bir zekan olduğunu çözemedim Dolunay."

"Bunu iltifat olarak kabul edeceğim, Sare." Dedim ama Sare'nin gözleri benim değil, Savaş'ın yanında duran Yiğit'in üzerindeydi. Lena da Ryan'a bakıyordu. Ela ise Orkun'a. Hera'da Batu'ya...

"Pekala, sanırım hepimiz onlar için endişeleniyoruz, neden gidip ne konuştuklarını öğrenmiyoruz?" Dediğimde hepsi bana kaşlarını çatıp baktı.

Lena derin bir nefes aldı. "Bırak onlar halletsin Dolunay. Sen yeterince bu işin içindesin. Ateş'i daha fazla kışkırtarak bir yere varamayız."

"Sen görmedin ama sana öyle bir nefretle bakıyor ki..." dedi Ela bana yorgunlukla bakarak. "Siz dans ederken her hareketini izledim. Seni hem öldürmek hemde öldürmemek istiyor. Bu çok tuhaf. Kendiyle çelişiyor."

"Bunu sadece onu izleyerek mi anladınız?" Dedim kaşlarımı çatarak.

"Bunu normal bir insan bile bakarak anlar, Dolunay." Dedi Hera masaya yaslanıp Ateş'i izlemeye devam ederken. "Sana alıştı, seni o kadar uzun zamandır öldürmek istiyor ki, seni öldürünce kendini boşlukta hissedecek. Bir amacı olduğunu unuttu, sadece seni istiyor artık. Kendinden emin olmak için seninle dans etmek istedi."

Sinirle güldüm. "Dalga mı geçiyorsunuz? Bu söyledikleriniz tamamen saçmalık. O bütün koruyucuları öldürüp intikam almak ve tek koruyucu olmak istiyor. Hepsi bu kadar."

Lena başını olumsuzca sallayıp bana acıyla gülümsedi. "Artık amacı başka..."

"Hayır, değil. Ya biz kazanacağız ya da o. Hepsi bu." Deyip yerimden hızlıca hereketlendim. Bize en yakın olan muhafızdan bir kılıç istediğimde, muhafız bana şaşkınlıkla baktı ama istediğimi yaptı. Kılıcı alıp tam Savaş'ların yanına gidecektim ki abim karşıma çıktı.

Kollarını önünde bağlayıp bana baktı. "Bir yere mi gidiyorsun kardeşim?"

"Evet, o koruyucuya haddini bildireceğim. Madem kötü, amacından şaşmasın. Öldürdüğü onca kurdun canı bir hiç olamaz." Dedim ve abimi ittirdim ama hareket etmedi, beni kolumdan tutup kenara çekti ve derin bir nefes alıp bana baktı.

"Sana bunu yapma demeyeceğim, Dolunay. Hatta desteklerim ama ben yanındayken sana bir şey olmasına izin veremem. Kendi kararlarını alabilecek yaştasın ama abin olarak seni korumak benim görevim ve oraya gidip kendine zarar vereceksen buna izin vermem." Dedi ve başını eğip gözlerimin içine baktı. "Savaş konuşarak hallediyor."

"Ölen o kadar kurdun canı konuşarak mı halledilecek! Bu lanet olası herif evime, ailemin yanına elini kolunu sallayarak giriyor ve ben bakmaktan başka bir şey yapamıyorum!" Deyip kızarmış gözlerle abime baktım. Gözlerim yanıyordu, ağlamak istiyordum. "Çok yoruldum abi. Gitsin artık, amacı ne olursa olsun gitsin. Hep karşıma çıkıyor, asla bitmiyor!"

"Biliyorum, biliyorum güzelim. Yoruldun, hepimiz yorulduk, bitsin istiyoruz. Az kaldı abim. Her şey bitecek. Sadece biraz daha dayanmanı istiyorum senden, onu durduracağız ama şimdi değil. Kimse hazırlıklı değilken olmaz." Abim beni kendine çektiğinde göğsüne yaslandım. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum. "Seni buradan götürelim hadi. Her yerin kurtboğan olmuş. Canın acıyor mu?"

Başımı olumsuzca salladım çünkü fiziksel acı artık bana göre bir hiç olmuştu. Abim saçlarıma küçük bir öpücük kondurup belimden tutup beni çıkışa yönlendirdi. Elimdeki kılıcı alıp muhafıza geri verirken bir gürültü koptu. Ne olduğunu anlamak için arkamı döndüğümde abimde tereddütle döndü.

Savaş, Ateş'e kılıcını doğrultmuştu. "Seninle konuşmaya çalıştık. Bize katılıp amacından vazgeçmek için son şansın. Buradaki bütün kral ve kraliçelerin önünde diz çöküp af dilersen sana merhamet edeceğiz." Dedi gözlerini kısarak.

Ateş güldü ve onca kalabalığın arasından beni bulup gözlerimin içine baktı. Gülümsemesi yavaşça solduğunda Savaş'a dönmüştü. Elinde tuttuğu kurtboğanı bıraktığında, bitki yavaşça yere düştü. "Bu saatten sonra savaş başlamıştır. Ben Ruh koruyucusu, Doğa koruyucusuna karşı başlattığım savaşı resmi olarak ilan ediyorum. Bu bitki solmaya başladığı zaman ordum harekete geçecektir. O zamana kadar vaktiniz var."

"Gösterini yaptın. Driad kralı olarak sana seçenek sundum. Beni dinlemedin, savaş başlattın. İstediğin gibi olsun." Dedi şeytan ve kılıcı geri çekti. "Savaş başlamıştır. İyi olan kazansın." Deyip başını dikleştirdi.

Sarayın dışından bir patlama sesi geldiğinde koşarak bize en yakın pencereye gittim. Abim bana seslensede durmadım. Pencereden dışarı baktığımda, karanlık gökyüzünün birkaç saniyeliğine kızıl olduğunu gördüm. Doğa bile koruyucuların birbirine karşı başlattığı savaşa isyan ediyordu.

"Doğaüstü varlıklar tarafından bir savaş ilan edildiğinde böyle olur. Sanırım evren bile savaşlara karşı..." Yanımda durup pencereye bakan kadın komutanı hemen tanıdım. Alina gökyüzüne bakıyordu. "Abiniz sizi bekliyor efendim, kurtboğandan arınsanız iyi olur. Bir kurt değilim ama ne kadar acıttığını tahmin edebiliyorum." Deyip Ateş'in ortadan kaybolmadan önce durduğu yere kısa bir bakış attı. "Psikopat herif."

"Dolunay!" Nova karşımda belirdiğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Sırtın kıpkırmızı olmuş, sanki yanmış gibi! Nasıl her seferinde başını belaya sokabiliyorsun?" Ateş'in değdiği yerler büyük ihtimalle kurtboğan yüzünden tahriş olmuştu.

"Sanada merhaba, Nova." Deyip gözlerimi devirdim. O sırada ise büyük siyah bir kurt beni sırtımdan ittirip ilerletmeye çalıştı. "Tamam, tamam. Odama gideceğim ve üzerimi değiştireceğim baba. Ayrıca benim diğer yarım melek, o kadarda acıtmıyor." Dediğimde hırladı.

Bakışlarımı salonda gezdirdiğimde herkesin hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladığını gördüm. Buradaki kral ve kraliçeler savaşa alışıktı. Gerçi bazılarının hayatı savaştı zaten. Onları pek etkilemiyordu demek ki. Burada psikolojisi bozulmuş gibi duran tek bendim.

Eh, yirmi yaşında olmanın faydaları. Hayatınızda hiç savaş görmemişsinizdir ve normal bir ülkede okula gidiyorsunuzdur. Benim tek gördüğüm savaş lisedeki bir grubun sevgili kavgası yüzünden birbirine girmesidir muhtemelen.

En azından bir Ruh koruyucusu size kafayı takmamıştır.

Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan abime bakıp dediği şeye güldüm. "Gerçekten! Seni bir yere bağlamak gerekiyor. Ortadan kaybolman bir saniyeni bile almıyor, Savaş sana nasıl delirmeden katlanıyor anlamış değilim..." Diye söylene söylene beni balo salonundan çıkardı. Sessiz koridorda babam arkamda, abim yanımda yürümeye başlamıştık. Şeytan yanıma gelememişti çünkü en azından birimizin orada durması ve her şeyin iyi olduğunu görmesi gerekiyordu. Kral ve kraliçe olmak zordu tabi...

"Annemden haber var mı? Onu buraya getirip getirmemekte kararsızım. Saklanacağını söylemişti ve telefonda konuşmamız beni endişelendirdi."

"Bilmiyorum, Dolunay. Onun için bende endişeleniyorum ama elimden hiçbir şey gelmiyor. Çok ısrar etti senin yanına gelmem için. Sürüyü yardımcı Alfa'ya bıraktım. Avcılara ihtiyacınız olduğunu ve onları ikna etmem gerektiğini söyledi. Annemin bir planı var gibiydi..."

"Onu özledim. Yanında olamadım son zamanlarda..."

Babam sessizce bizi dinliyordu. "Bana Savaş'ın hala seni istemeye gelmediğini ve bunu onaylamadığını söylediğinde ne kadar güldüm bilemezsin. Düşünsene, Savaş seni istemeye geliyor." Abim kahkaha attığında bende güldüm. "Seni vermeyiz, annemle plan yaptık. O iş öyle kolay değil."

"Abi, o evlenmesekte benim eşim, biliyorsunuz değil mi?" Gülerek başımı salladım. "Şu savaş bir bitsin yaparız düğün. Aslında bana kalırsa yapmamıza gerek yok ama..." babam hızla kafasını bana çevirdiğinde sustum. "Tamam baba, düğün yapacağız. Merak etme..."

"Bunu en çok görmek isteyenlerden biri annem, onu kıramayız bence." Abimin kafamı dağıtmaya çalıştığını anladığımda, ona ayak uydurmaya devam ettim. Moralim azda olsa yerine gelmişti. En üst kata çıkmak uzun sürsede, en sonunda şeytanla kaldığımız odaya varmıştık.

"Yarım saate aşağıda olurum. Kral ve kraliçelerin rahat olduklarından emin olmam lazım, ayrıca yarınki toplantının saat kaçta olacağını kararlaştırmamız gereki-"

"Eee ne zaman uyuyorsun ve dinleniyorsun peki?" Dedi abim kollarını göğsünde kavuşturup. "Ne sanıyorsun sen kendini? Dinlenmeden yaşayıp gidebilen bir varlık mı? Duş al sonrada koy kafanı uyu kızım, ne abarttın."

Abime şaşkınlıkla baktım. "Abi, ben farkındaysan artık bir kraliçeyim ve daha Savaş'ın doğum gününü kutlamadım."

"Aynen aynen. Savaş birkaç dakika sonra seni kontrol etmek için burada olur, o sırada çoktan onuncu rüyanı görmeye başlarsın sen."

"Ne? Hayır! Uyumayacağım!" Dedim inatlaşarak. Abimle tartışmak hoşuma gidiyordu. "Görürsün abi, beş dakikaya aşağıdayım."

"Hı hı. Beş dakika. Aynen." Deyip arkasını döndüğünde sinirle soludum.

"Bir şey de şuna baba!" Babam göz devirip arkasını döndü ve abimi takip etti. Oflayarak kapımı kapattım ve odaya kısa bir bakış attım. Yatağımızın üzerinde uyuyan minik kurdumun yelesini pencereden gelen ay ışığı aydınlatıyordu.

Kar'ı uyandırmamaya dikkat ederek tacımı çıkardım ve makyaj masamın üzerine koydum. Daha rahat edeceğim bir elbise alıp duşa girdim. Aynadan kendime bakmak gibi bir hataya düştüğümde, kızarmış sırtımı ve kollarımı görmek beni daha çok sinirlendirdi.

Birkaç dakika sonra duştan çıkmıştım ama öyle yorgun hissediyordum ki... aşağı inecek halim bile kalmamıştı. Üzerimdeki havluyla birlikte Kar'ın yanına uzandım. Kurdumun yelesini okşayarak pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Zihnim yorgundu aslında, bedenim değil. Beyaz kanatlarımı etrafıma sarıp derin bir nefes aldım. Gözlerim çoktan kapanmaya başladığında abim haklı çıkmıştı...

Uykuyla uyanıklık arasındayken saçlarımı okşayan bir el hissettim. İçten içe saçlarımdaki elin kime ait olduğunu bilsemde öyle bir irkildim ki, şeytan beni tutmak zorunda kaldı. "Şşş. Benim meleğim. Sorun yok." Şeytan beni göğsüne doğru çektiğinde nefes nefeseydim.

"Ateş sandım. O buraya gelemez değil mi Savaş?" Dedim endişeyle. "Gelmesin. Onu her gördüğümde bana zarar veriyor. İstemiyorum artık bunu. Artık Doğa koruyucusu olmak beni çok yoruyor. Sadece yirmi yaşındayım. Bunları hak etmiyorum ben." Titreyerek sarfettiğim sözleri çaresizce dinledi. Ağlamam uzun bir süre boyunca dinmedi ve şeytan beni teselli edecek hiçbir şey söylemedi. Ağlamama ve sonunda yorgunluktan tekrar uyumama izin verdi.

Uykuyla uyanıklık arasındayken konuşmaya başladı. Dediklerini duysamda, sabah hatırlayamadım...

"Ruhum yorulmuş gibi meleğim, belkide tanıştığımızdan daha kısa bir süre sonra yanında olmayacağım ya da çok mutlu bir hayatımız olacak... ikiside bir seçenek." Sakince güldü, daha çok acı çekiyor gibiydi.

"Ama şunu bilmelisin, ben her zaman seninleyim. Sonsuzlukta bile birbirimizi bulacağımızı biliyorum, zaten bildiğim ve dayandığım tek şey bu." Yutkundu. "Ne kadar şu anda uyuyor olsanda bil meleğim. Duymuyorsan bile hisset. Ben hep yanında olacağım."

Alnıma küçük bir öpücük kondurduğunu hissettim. "Ben gitsem bile sen bu dünyada mutlu olacaksın, hayallerin ve bitmeyen umudunla yaşamaya devam edeceksin." Derin bir nefes aldı. "Her şey senin için meleğim. Ya birlikte ya da hiç..."

Hayallerimizde ve bitmeyen umudumuzda, ya birlikte ya da hiç sevgilim.

Ya birlikte ya da hiç.

🫀

Gözüme gelen gün ışığıyla ve Nova ile Leo'nun bir alarma gibi bitmeyen bizi uyandırma seanslarıyla uyandığımda, uykumu almıştım. Avcum şeytanın çıplak göğsündeydi, başımda boyun girintisinde. Siyah kanadının bir tanesini bütün bedenime sarmış ve beni sıkıca kendine çekmişti. Eh, burada sonsuza dek uyuyabilirdim sanırım.

Tabi yavru kurdumuz ulumaya ve yüzümüzü yalamaya başlamasaydı...

Savaş homurdanarak "Kar..." dedi. "Sanada günaydın kızım." Gözleri hala kapalıyken bir eliyle Kar'ın ensesindeki yelesinden tuttuğu gibi onu yavaşça yataktan aşağı attı.

"Savaş!" Dedim şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıp ve kanatlarının arasından sıyrılarak yatağın onun olduğu tarafına battaniyeleri ittirerek geçtim. Elbette izin vermedi, onun yerine kucağına oturmamı sağladı. Kar'ı göremesemde çıkan seslerinden iyi olduğunu anlamıştım. "O bir yavru! Aşağı attın kurdumuzu!"

"Gerçekten bir anne gibi davranıyorsun melekcik." Dedi alayla ve belimin iki yanından tutup beni kucağında sabitledi. "Ama biraz daha hareket etmeye devam edersen konuklarımızla kahvaltıya inmeyip bütün günümüzü burada geçireceğiz."

"Ne?" Dediğimde dudağını ısırıp gülmemeye çalışarak üzerimi işaret etti.

Başımı yavaşça eğip üzerime baktım. Sonraki hamlem ise kanatlarımı vücuduma sarmaktı.

Havluyla uyuduğunu unutan bana ne demeli peki?

"Arsız!" Elbette dediğim umrunda olmadı, öyle bir kahkaha attı ki toplantı için sarayda kalan diğer varlıkların duyduğuna emindim.

Gülmeyi kesip dudaklarını büzdü. "Güzel bir doğum günü hediyesi olurdu. Bütün gün..." devam etmesine izin vermeden avcumu dudaklarına yasladım. Bu onu durdurmamış olacak ki, avcuma küçük bir öpücük kondurdu.

"Nova ve Leo'yu sen mi gönderdin?" Şeytan omuz silkti.

"Ne zaman kaybolmaları gerektiğini iyi biliyorlar." Dedi avcumu dudaklarından çekip. Elini enseme götürüp beni kendine çekti ve bu seferde dudaklarıma uzun bir öpücük kondurdu. "Gidip konuklarımıza bakmalıyız. Biraz daha beklersek annemden uzun bir konuşma yiyeceğiz. Bir kral konuklarını bekletmemeli falan filan..."

"Dün sana pek yardım edemedim, uyuya kalmışım-" sözlerimi tamamlamama izin vermedi.

"Yardım etmemeni tercih ederdim zaten, meleğim. İnan bana Avcıların ve kurtların birbirine attıkları ölümcül bakışları izlemek istemezdin. Ayrıca periler ve elflerin anlaşamadıklarını biliyor muydun? Onların kral ve kraliçelerini birbirlerine en uzak odalara yerleştirmek zorunda kaldık." Başını onaylamazca salladı. "Kahvaltı nasıl geçecek bilmiyorum..."

Stresle dudaklarımı dişleyip yataktaki ince battaniyeyi aldım ve üzerime dikkatlice sarıp şeytanın kucağından kalktım. Yataktan indiğimde Kar bacaklarımın etrafında dolanmaya başladı. "Kar'ı aşağı indireceğim. Biraz değişiklik iyi olur. Yorgunsan dinlenebilirsin, ben hallederim diğer işleri. Odamıza kahvaltı getirmelerini söyleyebilirim." Şeytan başını olumsuzca salladı.

"Seni o prens ve prenseslerle tek bırakmasam iyi olur melekcik, aşağıda bir katliam çıkmasını istemiyorum."

"Ne?" Dediğimde sırıtarak yanıma yaklaştı ve yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.

"Benim kadar sabırlı değilsin bebeğim, kendini beğenmiş onlarca prens ve prensesle sadece sen başa çıkamazsın. Kral ve kraliçeler sorun çıkarmıyor, anlayışlılar ama çocukları öyle değil. Bende prensken böyle miydim diye düşünüyorum ama hayır, kesinlikle bu kadar sinir bozucu değildim..." dedi şeytan başını sallayarak.

"Bana sabırlı olmadığımı mı söylemeye çalışıyorsun Savaş?" Gülerek gözlerini kıstı ve ellerini ben suçsuzum der gibi havaya kaldırdı.

"Hayır meleğim, nereden çıktı o? Ben mi demişim öyle? Ne alakası var?" Kar havlar gibi bir ses çıkartıp şeytanın kucağına çıkmak istediğinde eşim onu kucağına aldı ve bana kısa bir bakış attı. "Hazırlansak iyi olur yoksa aşağıda arkadaşlarını ve ablamı sinirden delirmiş bir şekilde bulacağız."

"Ben sabırlı biriyim şeytan, birkaç prenses beni sinir edemez..."

Pekala, bu söylediğim sözü geri almak için geçmişe dönmem gerekiyordu sanırım ama birkaç saat sonra olacakları nasıl tahmin edebilirdim ki?

Uzun kahvaltı masasının en başında, başımdaki tacımla ve üzerimdeki gündelik yeşil elbiseyle, bileklerimdeki dikkat çeken ceza dövmelerimle kucağımdaki kurdumun yumuşak yelesini sakinleşmek amacıyla seviyordum. Kar bile benim huzursuzluğumu anlayıp yerine sinmişti.

"Evet onlar yapamaz İrina dedi ama ben pes etmedim ve karanlık ormana gidip kolyem için safir taşını aldım. Çok zorlu bir yolculuktu ama buna değdi." Dedi sarı saçlı ve her yeri yeşilimsi pullarla kaplı peri prensesi. Kanatları olması gerektiği gibi şeffaftı, üzerindeki elbise yapraklardan yapılmıştı. Peri prensesi olduğunu başındaki ağaçtan yapılma taçtan anlamak zor değildi. Ve bitmek bilmeyen maceralarını anlatmasından...

"Hadi ama İrina. Sadece on yedi yaşındasın, bu kadar çok şeyi yaşadığına inanmamızı bekleme. Bari uydurmasaydın..." dedi tam yanımda oturan elflerin prensi. Elflerin kulakları gerçektende sivriydi ve erkekleri bile uzun saçlarıyla dikkat çekiyordu.

Elf prensin dediği şeye gülmemeye çalışırken dudağımı kanatıyordum. İrina bunu farketmiş olacak ki bana sorarcasına döndü. "Sanırım sizde benden sadece üç yaş büyüksünüz, kraliçe. Neden yaşadıklarınızı anlatıp bizi onurlandırmıyorsunuz?"

"Ben burada yaşadıklarımı anlatırsam bu masadan kalkamayız." Dedim ve arkama yaslandım. Kar homurdandı. "Sadece ölüleri bile dirilttiğimi bilseniz yeterli." Dediğim anda bütün masadaki herkes sustu ve bana baktı.

"Söylemeden geçemeyeceğim, bu çok havalıydı."

"Ya... çok havalı. Aynen." Dedim kral ve kraliçelerin masasında oturan şeytana bakarak. Prens ve prensesler için ayrı, kral ve kraliçeler için ayrı bir masa açılmıştı.

Ve bilin bakalım kim inatlaşarak prens ve prenseslerle başa çıkabileceğini, sabırlı olduğunu söylemişti? Üstüne iddiaya girmişti?

Ayrı bir masada komutanlarla oturan arkadaşlarıma beni kurtarın bakışı atmak işe yaramıyordu. Bulut eğlenen bir vaziyette yemek yiyerek beni izliyordu. Ağzına tıktığı pastırmayı çiğneyerek ve bana başını sallayarak çok iyi gittiğimin mesajını verdiğinde, sinirden deliye döndüm.

Göz devirip tekrar şeytanıma baktığımda beni izlemeye devam ettiğini gördüm. Sırıtarak elinde tuttuğu altın şarap kadehini kaldırdı ve bana selam verdi. İddiayı o kazanmıştı ve ben istediği bir şeyi yapacaktım.

"Eee ne zaman istediğimi yapıyorsun melekcik? Eşinin ilgiye ihtiyacı var." Dediğinde dudaklarımı büzdüm.

"Henüz kaybetmedim şeytan."

"Sana bir dakika daha veriyorum melekcik, bir dakika içinde kalkıp yanıma gelmezsen sen kazanırsın."

"Bir dakika az, kaybetmeye hazır ol şeytan." Deyip sırıtarak önüme döndüm ve prens ile prenseslere baktım. Aralarında kurtların varisleride vardı.

"Size nasıl vahşi kurtlarla savaştığımı anlatmış mıydım? Beni yemek istediler ama ben izin vermedim. Tadım onlara güzel görünmüş olmalı..." dediğinde bütün masa dehşetle İrina'ya baktı.

"Biz peri yemeyiz." Dedi uzun masanın diğer ucundaki genç kurt. Kollarını göğsünde kavuşturup konuşmaya devam etti. "Tadının ilgimizi çekmeyeceğine eminim, peri." Etrafındaki diğer kurtlarda onu onayladığında İrina gülümseyerek bana döndü.

"Sizde onlara katılıyor musunuz kraliçe?" Bu ne saçma bir konuşmaydı? Kafayı yememe son bir dakika kalmıştı.

Başımı hışımla sallayıp sandalyemden aceleyle kalktım. Katılsam bir dert, katılmasam bir dert. Bütün kahvaltı salonu bana döndüğünde şeytan kahkaha atıyordu. Hızla Kar'ı kucağıma aldım ve başımı salladım. "Bir kurt olarak daha önce hiç peri yemedim, prenses. Yiyeceğimi de sanmıyorum. Lütfen böyle şeyler sormayın."

"Ah, anlıyorum." Dedi İrina ve önüne döndü. Masaların ilgisi benden çekilip önlerine döndüğünde rahat bir nefes aldım.

Bir. Daha. Prens ve prenses. Görmek. İstemiyorum.

"Sanırım ben kazandım, meleğim."

Şeytana bakarak gözlerimi kıstığım sırada abimin yanına gidiyordum. Komutanlarla oturduğu masaya geldiğimde abim bana sorarcasına baktı. "Bir şey konuşabilir miyiz?" Dediğimde başını sallayıp ayağa kalktı. Kahvaltı salonundan ayrıldığımızda gürültü azaldı ve rahat bir nefes aldım. Muhafızlar bizim için kapıyı açtı, sonrada kapadılar. Kapının önünde duran muhafızlara selam verip abimi en ıssız köşeye çekiştirdim.

"Ne olduğunu söyleyecek misin Dolunay? Garip davranıyorsun." Dediğinde abim, koridorun sonunda babam belirdi. Yanımıza geliyordu. Derin bir nefes alıp Kar'ı kucağımdan indirdim ve abime döndüm.

"Savaş'a doğum günü hediyesini bir türlü veremedim, hep bir engel çıkıyor karşıma. Bana yardım etmelisin abi." Dedim tek nefeste. "Toplantı birkaç saat sonra başlayacak ve günlerce sürecek, asla dinlenme zamanımız olmayacak. Ben daha özel bir zamanda vermek istiyorum..."

Abim sırıtarak elini omzuma koydu. "Küçük kardeşim büyümüşte şeytanına hediyeler mi alıyormuş?" Homurdanarak omzumdaki elini ittim.

"Dalga geçme abi!" Dedim bozulmuş bir şekilde. Abim güldü.

"Tamam, tamam. Bakalım ne yapabiliriz." Saçlarını karıştırarak düşünmeye başladığında kahvaltı salonunun kapısı muhafızlar tarafından açıldı ve bütün arkadaşlarım dışarı çıktı. Arkalarından gelen Lena ve Ryan dip dibelerdi.

"Kaçak kraliçemiz buradaymış." Dedi Hera duvara yaslanıp kollarını önünde kavuştururken. "Ne için plan yapıyoruz?"

"Aslında..."

"Savaş'a hediye vermek için zaman yaratmaya çalışıyor." Dedi abim tek seferde. Ona kızgınlıkla baktığımda umursamadan omuz silkti. "Gidip Savaş'a söyleyecek halleri yok ya? Bırak yardım etsinler."

"Toplantıyı mı ertelemek istiyorsun?" Dedi Batu kaşlarını çatarak.

"Onu utandırma, Batu. Şu anda toplantıyı ertelemek istediği için zaten kendini suçluyor." Dedi Yiğit sırıtarak bana bakarken. "Sen kraliçe değil misin Dolunay? Yap istediğini, bunun için kimse seni sorgulayamaz."

"Ama dün bir savaş ilan edildi ve Ateş'in saldırması için bir bitkinin solmasını bekliyoruz. Bu haksızlık olmaz mı?"

Cam bir fanusa aldığımız kurtboğanın solmasını izlemek beni öyle korkutuyordu ki...

"Kime göre, neye göre haksızlık?" Dedi Sare umursamazca. Bulut kaşlarını çatarak ona baktı. "Hadi ama, belkide birkaç haftaya herkesi kaybedeceğimiz bir savaşa gireceğiz. Bir şeyleri ertelemenin anlamı artık yok. Annemin asla öleceğini düşünmediğim için yapmadığım o kadar çok şey var ki onunla... ilerde bunun için pişman olmaman her şeyden daha önemli Dolunay. Birileri bunun için sana kızacaksa bırak kızsın. Şu son üç yıldır bir sürü sorumluluk aldın zaten."

"Sare haklı." Dedi Ryan bana bakarak. Lena'nın elini tuttuğunda gülümsedi. "İlerde pişman olmaman daha önemli. Hadi git ve Savaş'a hediyesini ver. Biz toplantının öğleden sonraya ertelendiğini söyleriz, kraliçem." Dedi Ryan.

Rahat bir nefes alıp bütün arkadaşlarımda bakışlarımı gezdirdim. Batu, Bulut, Berk, Sare, Yiğit, Lena ve Ryan. Babam ve abim... "İyi ki varsınız. Teşekkür ederim." Dedim heyecanla gülümseyerek ve şeytanımı almak için onları arkamda bırakarak salona geri döndüm.

Hayat çok kısaydı ve bir tavsiye verecek olursam size, sevdiklerinizle vakit geçirmeyi asla ertelememeniz gerektiğiydi. Onlar bizi biz yapan en değerli parçalarımızdı ve bir gün onları kaybedecek olursak, güzel anılarla kaybetmeliydik. Pişmanlıklarla değil...

Minik kurdum peşimden gelirken, pencereden içeri giren Orman ruhuna bakıp selam verdim. Beyaz ışıklar saçan baykuş boş olan sandalyeme kondu ve bizi izlemeye başladı.

Bugün uzun olacaktı...

🌹

"Burası çok güzel..." dedi şeytan, sırtını yasladığı ağaca başını da yaslayarak. Yüzüne gelen güneş ışığından dolayı gözleri kısılmıştı. Başındaki tacı ve etrafa yaydığı siyah kanatları ile öyle yakışıklı görünüyordu ki...

"Seni seviyorum şeytan." Dediğimde beni daha çok kendine çekti. Kucağına yan bir şekilde oturmuştum ve başım göğsüne yaslıydı. Başıma küçük bir öpücük kondurup kanatlarımın hassas kıvrımlarında parmaklarını gezdirmeye devam etti.

"Bende seni seviyorum meleğim..." dedi ve başını geriye çekip göz göze gelmemizi sağladı. "Ama neden toplantıyı erteleyip beni bu güzel yere getirdiğini anlamış değilim."

Kızararak gözlerimi kaçırdım. Onu getirdiğim yer sarayımızın arkasında kalan ve uzun yeşil çimenlerle, yer yer gökyüzüne uzanan büyük ağaçlarla kaplı bir yerdi. Harika güneş ışığı alıyordu ve uçmak için idealdi.

Her şeyden önce şeytanıma hediyesini vermek için en uygun yerdi. Sonunda baş başa kalabilmiştik. Parmağımdaki yüzüğümle oynarken saçıma taktığı ve doğum günü hediyem olan şeytan özü çiçeği burnuma onun kokusunu dolduruyordu. Her yerimde şeytanın izleri vardı ve bu benim hoşuma gidiyordu.

Onsuz bir hayat artık katlanılmazdı.

Ben onun için vardım, sadece o olursa var olacaktım.

Ruhumun diğer yarısı, hep içimde yaşayacaktı.

Hayattaki amacım, onu yaşatmaktı.

"Benim hayat amacım ise, melekcik..." dedi şeytan düşüncelerimi duyduğunu dile getirerek. "Mutlu bir hayat yaşamanı sağlamak. O yüzden bir daha ağlarsan ve o öpmeyi çok sevdiğim gözlerinden yaşlar akarsa bunun için kendimi affetmeyeceğim." Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı ve burnunu yanağıma sürttü. "Sonsuza dek mutlu..."

Sonsuza dek mutlu.

Çeşit çeşit kuş sesinin geldiği alanda bir geyik dikkatimi çektiğinde o yöne döndüm. Savaş başını boynuma yaslayıp gözlerini kapatmıştı, ben ise beyaz ışıklar saçan geyiğe ve yanında duran ölümcül güzellikteki siyah kurda bakıyordum. Etrafa gölgeler saçan kurdun gözleri mor bir şekilde parlıyordu. Nyx.

Şeytandan acı dolu bir inleme sesi geldiğinde endişeyle ona döndüm. "Savaş? Noldu?" Başını boynuma daha çok yaslayıp acıyla iç çekti.

"Başım ağrıyor." Tedirgin bir şekilde ellerimi saçlarına çıkardım ve yavaşça okşamaya başladım.

"Sana şifacıya gitmemiz gerektiğini söyledim ama her seferinde beni geçiştiriyorsun Savaş." Yavaşça iç çektim. "Başın neden ağrıyor şeytanım?"

"Susmuyorlar çünkü." Dediğinde ne dediğini anlamak için yüzüne baktım. Düşüncelerini okumaya çalışıyordum ama izin vermiyordu. "Ölüler ama beni rahat bırakmıyorlar. Yanlarına geleceğimi söyleyip duruyorlar."

"Ne?" Hızla kucağından kalkıp şeytanın önünde dizlerimin üzerine çöktüm ve yüzünü avuç içlerimin arasına aldım. Bana yorgun bir şekilde bakıyordu. "Kim? Kim sana ne diyor Savaş?"

"Beni uyarıyorlar. Ölü ruhlar her tarafta, Dolunay. Ruhumun yanlarında olması gerektiğini söyleyip duruyorlar. Asla susmuyorlar." Acıyla güldü. "Ruhum bu dünyaya değil, ölü ruhların arasına ait. Burada çok bile kaldım."

"Savaş. Böyle konuşma!" Dedim endişeyle ve arkamı dönüp Orman ruhuna baktım. "Orada durma! Bir şeyler yap!"

Geyik bana başını salladı ama olumsuzca. Ceza dövmelerim sızladığında bana bir şey anlatmak istediğini biliyordum ama asla çözemiyordum.

"Meleğim," dedi şeytan ve yanağımı elinin tersiyle yavaşça okşadı. "Söylediklerimi bilmemen gerektiği için Akira birazdan hafızanı silecek, bu senin iyiliğin için." Dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. "Özür dilerim."

"Bana bunu yapamazsınız!" Diye bağırsamda çok geçti. Etraf bir anda karardı.

Şeytanın göğsüne yaslı başımı yüzümü buruşturarak kaldırdım ve etrafa baktım. Uyuya mı kalmıştım cidden? Şeytanı hediyesini vermek için buraya getirmiştim ve uyuya kalmıştım! Kendime inanamıyordum...

"Günaydın." Dedi Savaş ve yüzümü inceledi. "Beni buraya getirdin ve uyuya kaldın melekcik, uyumadan önce ne hatırlıyorsun?"

"Ne?" Dedim anlamaz bir şekilde suratına bakarak. "Gözlerimi kapatmıştım ama sanırım uykuya dalmışım. Ne hatırlamam gerekiyordu ki?"

Şeytan derin bir nefes alıp rahatlamış bir şekilde arkasına yaslandı. "Hiç. Hiçbir şey meleğim."

"Garip davranıyorsun şeytan, bunu hiç sevmedim." Bana buruk bir gülümsemeyle baktığında kalbim acıdı. Neden böyle bakıyordu ki?

"Sana bir şey vermek istiyorum. Aslında dün gece verecektim ama uyumuşum. Çok uykucu olmaya başladım." Dedim ve başımı sallayıp güldüm. Konuşmaya bir yerden başlamam gerekiyordu. Konuşmaya devam etmem için sustu. Kaşlarını çatmış beni izliyordu. Kucağından kalktığım anda başım dönsede pek önemsememiştim. Nasıl uyuduysam artık...

Bize biraz uzaklıktaki ağacın arkasına sakladığım siyah kutudaki hediyeyi elime alıp şeytanın olduğu ağaca yürüdüm. Gülümsediğimi görünce bana bakarak o da gülümsedi. "Bana hediye mi aldın?" Diye sordu.

Başımı hevesle sallayıp yanına oturdum. Uzun otlar rüzgar yüzünden uçuşuyordu. Bazı otların ayak bileğime dolandığını hissediyordum, bu şaşırtıcı bir şey değildi. Doğa beni tanıyordu ve tepki veriyordu.

Siyah kutuyu şeytana verdiğimde dikkatle açtı. İçindekini gördüğünde ise nefesini tuttu. "Bana fotoğraf makinesi mi aldın?" Dedi şaşkınlıkla.

"Beğenir misin bilmem, sadece sana benim dünyamdan özel bir hediye vermek istedim. Buradaki anılarımızın kaybolmaması için bu yol mantıklı geldi. Aslında bunu yapabilecek büyücüler var ama dediğim gibi, ben bu yolun daha çok hoşuna gideceğini düşündüm." Dedim heyecanla ve gözlerinin içine baktım. "Beğendin mi?"

Bana hayranlıkla bakmayı keserek dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. Şaşkınlıkla ona baktım. "Sana dair her şeyi beğenirim ben." Dedi ve siyah makineyi incelerken güldü. Son model olmasına dikkat ettiğim fotoğraf makinesi güneşte parlıyordu. "Bana nasıl kullanılacağını öğretmen gerekiyor melekcik, henüz insan icatlarında ustalaşmadım."

"E-elbette. Gerçekten beğendin mi?"

"İçindeki fotoğrafların hepsinde sen olacağın için çok değerli bir hediye. Umarım fotoğraf alma kapasitesi çoktur." Gözlerimi kırpıştırıp ona baktığımda, daha fazla kızardım. Kalbim çok hızlı atıyordu. Fotoğraf makinesini kaldırıp bana yöneltti ve düğmesine hafifçe bastı. Beyaz flaş yüzümde patladığında şaşkınlıkla onu izledim. "Sanırım çözdüm. Zor değilmiş." Dedi kendi kendine şeytan.

İltifatı karşısında utanarak bakışlarımı kaçırdığımda beni izleyen eşim yavaşça iç çekti. "Senin hakkında kimsenin fark etmediği bir şeyi fark ettim, melekcik." Dediğinde kızarmış yanaklarımla ona sorarcasına baktım. Neden kızarıyordum hiçbir fikrim yoktu... "Utandığın zaman bulunduğun yer neresiyse, fark etmez, etrafında kırmızı güller açıyor."

Ne dediğini birkaç saniye anlamak için uğraştım, sonra ise hızla etrafımda gezdirdim bakışlarımı. Gerçektende etrafımız ve bütün açıklık kırmızı güllerle dolmuştu!

"Bunu ben mi yapıyorum?" Dedim şaşkınlıkla ve şeytanın beni kolumdan tutup göğsüne çekmesine izin verdim. Başım göğsüne yaslıyken, fotoğraf makinesini incelemeye başladı.

"Hı hı." Dedi saçlarımın arasına küçük bir öpücük kondurup. "Korktuğun ve üzüldüğün zaman ise siyah güller açıyor. Acı çektiğinde de."

"Farkında değildim." Güldü.

"Elbette değildin, bende değildim, güller her yerde belirmeye başladığında sana dikkat etmeye başladım." Dedi ve başını tekrar boynuma yasladı. Etraftaki kırmızı güllere iç çekerek baktı. "Keşke hepsini sarayımıza götürebilsem..."

"Neden ki?"

"Hepsi senin bir parçan değil mi? Bu yeterli bir sebep..." yan tarafında duran kırmızı gülü nazikçe kopardı ve belindeki çok gözlü kemerine koydu. "Artık sen ve bu gül hep yanımda olacak melekcik."

Kemerine kısa bir bakış attım. "Ama o solar ki."

"Sen varsın yanımda. Solmamasını sağlarsın."

"O zaman o gül ve bu şeytan özü çiçeği, asla solmayacak sevgilim. Gerçi bana verdiğin çiçekte nasıl bir sihir varsa hem senin gibi kokuyor hemde asla solmuyor. Benim bir şey yapmama gerek kalmadı." Dedim saçımdaki çiçeği düzelterek.

"Şeytan özü çiçekleri solmaz, sadece bağlı oldukları şeytan öldüğünde ortadan kaybolurlar."

"Bu çiçek sana mı bağlı?" Diye sorduğumda başını salladı. Demek bu yüzden onun kokusu geliyordu. "İyi, sonsuza dek bende kalacak o zaman." Deyip gülümsediğimde şeytan gülmedi. Onun yerine ciddi bir şekilde uzağa bakmaya devam etti. Elinde tuttuğu fotoğraf makinesini kaldırıp gülleri çekti. Tekrar tekrar beni çekti ve bu süre zarfında asla konuşmadık. Sanki konuşursak anın büyüsü bozulacaktı.

Ben sustukça o da sustu.

Ve bu an, sadece fotoğraf karesindeki bir anı haline geldi.

Ama sanki bir şeyleri unutmuş gibi hissediyordum...

🥀

"Herkes sizi toplantı salonunda bekliyor. Lena ve Ryan bütün kral ve kraliçeleri topladı, her şey ayarlandı. Üst düzey komutanlarda toplantıda, prens ve prenseslerde. Savaş hakkındaki toplantının başlamasına birkaç dakika kaldı." Dedi Nova, biz şeytan ile saraya yürürken. Leo da yanındaydı ama o daha çok düşünceli gibiydi.

Toplantı salonunun önüne geldiğimizde içeri girecektik ama ben duraksadım. Şeytan hediyesini odamıza bırakmıştı. "İçimde kötü bir his var." Dedim muhafızların önünde beklediği kapıyı izlerken. İçeriden sesler geliyordu.

"Bir şey olmayacak, meleğim. Bugün sadece neler yapabileceğimizi konuşacağız. Savaş planı sonraki günlerde yapılacak." Dedi ve beni belimden tutup kendine çekti. Saçlarıma küçük bir öpücük kondururken derin nefesler alıyordum.

Sakin ol. Sakin...

İçeri girdiğimizde bütün bakışlar bize döndü. Başımdaki tacım ışık saçmaya başladı birkaç saniyeliğine, sonra ise söndü. Bu dikkat çekmek için bile yeterli bir sebepti. Başımı bir kraliçeye yakışacak şekilde dikleştirdim ve kalabalık salonda gözlerimi gezdirdim. "Ruh koruyucusunun bize karşı açtığı savaşın planlanacağı toplantıya hoş geldiniz." Dedim kapının önünde durmaya devam ederken. Eşim tam yanımdaydı. "Umalım ki, bu toplantılar bize en iyisini getirir. Kaybetmek ve bu dünyayı Ruh koruyucusunun eline bırakmak gibi bir lüksümüz yok. Buraya toplanma amacımızı biliyorsunuz, tarafsız kalmak için son şansınız. Toplantı başladıktan sonra imzaladığınız sözleşmeler geçerli olacaktır. Taraf değiştiremezsiniz ya da burada konuşulan hiçbir şeyi dışarıda konuşamazsınız."

Uzun bir sessizlik olduğunda kimsenin tarafsız kalmayacağını anladım. Birkaç saniye sonra şeytan konuştu. "Güzel. Doğa ve Ateş koruyucularının yanında savaşmak istediğiniz artık kesinleşti." Dedi şeytan ve birlikte masanın başına ilerledik. Toplantı masası büyüktü, yuvarlak masanın etrafında krallar, kraliçeler ve deneyimli komutanları vardı. Driad krallığının komutanlarını Batu temsil ediyordu. Tam yanımızda durduğunda ona baktım.

"Hazır olan ne kadar birliğimiz var komutan?" Dediğimde Batu sırayla saymaya başladı. Prens ve prensesler geride duruyor, arkadaşlarım ve abim ile babam odanın köşesinde bizi izliyordu.

Masanın üzerinde serili olan dünya haritasına baktım. Hem doğaüstü varlıkların hemde insan aleminin haritası vardı ve bazı bölgeler işaretlenmişti.

"Her krallığın hazır olan birliklerinin sayısı bir yere not alınsın. Ani bir saldırıya karşı hazırlıklı olmalıyız." Dedi şeytan ve odanın köşesinde duran Hera'ya işaret verdi. Hera yanında getirdiği parşömene yazı yazmaya başladığında bu toplantıda konuşulan her şeyi not alacağını anladım.

"İnsan dünyasını biz koruruz." Dedi bir kurt sürüsünün lideri. Kırklı yaşlarındaki adamın saçları ağarmıştı ama güçlü görünüyordu. "Kurtlar en az dikkat çeken tür, varlığımızı saklayarak en kolay biz koruruz." Dedi ve diğer kurt sürülerinin liderlerine kısa bir bakış attı. "Bütün kurtları birleşmeye çağırıyorum. Bu artık kişisel bir savaş değildir. Sürüler birleşmeli."

"Bu fikire herkes katılıyor mu?" Diye sordu Savaş, liderlere bakarak. "Bütün kurt sürülerinin birleşme fikri herkese uygun mu?"

Bütün Alfalar başını salladığında rahat bir nefes aldım. "Benim ve sürümün bir şartı olacak." Dedi, peri kralının yanında duran sarı saçlı genç Alfa. "Avcıların savaş süresince kurt avlamamasını ve avlarını durdurmalarını talep ediyorum. Kurtlara zarar gelirse insanları koruyamayız."

"Haklı bir gerekçe." Dedi peri kralı. Gölgelerin kralıda ona katıldığını belirttiğinde bütün bakışlar tam yanımızda duran Avcı liderine döndü.

"Kabul ediyor musun? Senin tek bir sözün dünyadaki bütün avcılar için geçerli olacak. Hepsine ulaşıp avlarını durdurmalarını isteyeceksin." Dedim Lidere hitaben.

Avcı lideri bana uzun bir süre boyunca baktı. Yüz ifadesinden hiçbir şey belli olmuyordu. Başını yavaşça salladığında kabul ettiğini anladım. "Anlaşmaya vardığımıza göre insan dünyasını kurtlar ve sirenler koruyacaktır. Kendileriyle bir anlaşma yaptım. Bu anlaşma savaş bitimine kadar geçerli kalacak..."

Ağzımı açıp konuşmaya devam edecekken, toplantı salonunun tam dışında büyük bir gürültü koptu. Bağırışan muhafızların sesi salonda yankılandığında endişeyle şeytana baktım. "Ne oluyor?" Dedi Savaş'ın babası, şeytan kral. Batu ve diğer komutanlar kral ve kraliçelerin önüne geçtiğinde Berk yanımıza gelip kılıcını çekip kapıya baktı. Alp ise yavaşça kapıya ilerledi ama kapı şiddetli bir şekilde açıldığında, afallayarak dışarı baktı.

"Sende kimsin?" Dedi Alp, yüzü gözü kan içinde kalmış orta yaşlı kadına bakarak. Bu kadını tanımıyordum ama deneyimli bir büyücü olduğu belliydi. Elinde parlayan mor ışık topu bütün muhafızlarımı etkisiz hale getirmişti.

"Sarayıma izinsiz girip muhafızlarımızı yaralayamazsın. Kim olduğunu söyle. Derhal." Kadın şeytana öyle bir bakış attı ki, benim bile içim acıdı. Acı çekiyordu bu kadın, çaresizce bize bakıyordu. Titreyerek dizlerinin üzerine düştüğünde elinde sıkıca tuttuğu kanlı kağıdı gördüm.

Ona yardım etmek için bir adım atacaktım ki şeytan kolumdan tutup beni durdurdu. Kimse kadına yardım etmek için hareket etmedi, bir süre sonra onlarca muhafız ve komutan içeri girip kadını kollarından tuttu. "Sizi görmek istediğini söyledi sadece efendim. Başka hiçbir şey söylemiyor, adınızı sayıklayıp duruyor."

Alina'nın bana hitaben söylediği sözlerle kaşlarımı çatıp kadına baktım. Kim olabilirdi ki?

Kolumu tutan şeytandan uzaklaştığımda homurdansada muhafızlar kadını tuttuğu için bir şey demedi. Kadının önüne gelip başımı eğdim. "Sen kimsin? Seni tanıyor muyum?"

"D-doğa koruyucusu sen misin? Dolunay." Dedi ve başını korkuyla salladı. "Dolunay ve Emre'yi bulmam lazım. Son sözleri bunlar. Son kez söyledi. Bir daha konuşmadı." Dedi kadın ama sanki bir travma yaşamıştı. Başını dehşetle tekrar tekrar salladı. "Öldü. O öldü. Kurtaramadım arkadaşımı. Emre ve Dolunay. Oğuz. Son kez söyledi." Dedi ve elindeki kağıdı salladı. "Gitti. Arkadaşım gitti. Bir şey yapamadım."

Abim hışımla yanıma gelip kadına yaklaştı ve çenesinden tutup ona bakmasını sağladı. Babamda adı söylenince yanımıza gelmişti. "Bana bak. Arkadaşın kim senin?" Dedi abim kadına korku dolu gözlerle bakarak. Kadın başını salladı.

"Sen Emre misin? Ne kadar benziyorsun ona." Dedi kadın ve ağlamaya başladı. "Öldürdü onu. Emre ve Dolunay. Doğa koruyucusu. Bul onları." Dedi kadın bana bakarak. "Buldum onları ama onu öldürdüler."

"Kadın delirmiş. Büyük bir travma yaşamış olmalı." Dedi büyücü kralı ona bakarken. "Bir akrabanız var mı? Belkide onun arkadaşıdır."

"Bizim hiç akrabamız yok ki..." dedim. Annem, ben, abim ve babam vardık sadece.

Annem...

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Öyle bir titredim ki gözlerim karardı. Dizlerimin üzerine düşeceğim sırada şeytan beni tuttu. "A-anne?"

Kadın başını salladı. "Öldürdüler onu. Annenmiş. Şekil değiştirenler bastı. Kurtaramadım arkadaşımı." Kadın hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Her yer kan. Öldü. Öldü."

"Abi! Abi bir şey de anneme öldü diyor bu kadın!" Dedim şeytandan kurtulup abimin koluna yapışarak. "Abi bir şey de şuna! Annem ölmez benim! Anneler ölmez abi! Bir şey de!"

"Kim senin arkadaşın?" Dedi abim dehşetle. Kadını bırakmamıştı ama elleri titriyordu. "Konuş! Arkadaşın kim senin!"

"G-gülay." Dedi kadın ve dayanacak gücüm kalmadı.

Beni mahvetti...

Telefonla annemle konuşmamı sağlayan büyücü kadın buydu. Annemin arkadaşı.

"Sus! Yalan söyleme!" Diye bağırdım, boğazım acıdı. "Annem ölmez benim. Yanıma gelecek daha o." Ağlamaktan kızarmış gözlerimi babama çevirdim. "Annem ölmez değil mi baba? Annem nerede baba?"

Siyah yeleli kurt dolu gözleriyle bana bakmadan çıktı salondan. Beni umursamadan gitti. Neden ölmedi demiyordu?

"Bir şey söylesenize!" Diye bağırdım salona. Bütün kral ve kraliçeler, prens ve prensesler, komutanlar, arkadaşlarım bana bakmadı. Sadece başlarını eğdiler.

"Savaş? Ölmedi desene. Neden susuyorsun? Neden susuyorsunuz?" Abime döndüm. "Abi annemi buraya getirir misin? Ben onu yanımda istiyorum."

Abim kadının elinden aldığı kağıdı titreyerek okurken ağlamaya başladı. Onu ilk defa bu kadar güçsüz görüyordum. Dizlerinin üzerine çöktüğünde ona sarıldım. "Benim annem ölmez abi. Ölmez değil mi?"

Abime sarılırken öyle bir ağladım ki, doğada benimle birlikte ağladı. Dışarıda çıkan fırtınanın sesi çığlığıma karıştı. Salondaki bütün çiçekler soldu.

Bir savaş uğruna annemi feda ettim.

İlk kaybım öyle bir yerden geldi ki, toparlanamadım.

"Anne." Diye sayıkladım ama yanıma gelmedi. Bütün arkadaşlarım yanıma geldi ama beni susturamadılar. Saatlerce abimin göğsünde ağladım annem için.

Hani anneler ölmezdi?

Yalan söylemiyordu kadın, zihnine girip bakmışlardı. Annem gerçekten ölmüştü.

Benim annem...

Bir gözyaşı feda et uğruna,
Büyük savaş için,
Veda et yakınlarının ruhuna,
Pes etme asla,
Sen pes edersen kim kalır bu dünyada?
Neden ağlıyorsun cesur ruh?
Anneler ölmez asla,
Şarkıma kulak ver ve ayağa kalk.
Sende pes edersen kim kalır bu dünyada?

Sirenlerin şarkısı kulaklarımda çınladı ama hiçbir şey annemi geri getirmedi.

Sahiden, anneler ölmez miydi?

"Kalbim çok acıyor şeytan. Kalbimi susturamıyorum. Ne olur sen sustur. Yardım et bana." Acıyla güldüm. "Sonsuza dek mutlu..."

Yalan.

..........

🥲

Oy ve yorum sınırı 300

İnstagram; irem_cft_

Devam edecek...

Seguir leyendo

También te gustarán

2.4M 76.4K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
64.5K 2.5K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
271K 18.4K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
289K 25.1K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...