MUHÂFIZ

By mercanfatmanur

27K 3.1K 4.2K

"Benim değil. Koruduğun inancının muhafızısın." dediğimde aniden gözlerime baktı. Bir kılıç kadar keskindi ba... More

00: Muhafız
01
02
03
04
05
06
07
08
09
10
11
12
13
14
15
16
18
19
20
21
22
23
24
Duyuru
25
26
27
28
29
30
31
32

17

615 80 76
By mercanfatmanur

Bir insanın kendine verdiği sözler çok önemli, dolayısıyla gerekçesi de kıymetliydi. Fakat hiçbir insanın kendine verdiği sözü tuttuğunu hatta başkalarının tabu olarak gördüğü şeyleri kendine kalkan yaptığını görmemiştim. Bu adam dışımda.. İnsanlığa karşı kurduğum bütün tezlerimi çürütüyor ve beni karşısında lal ediyordu. Beni aşağılamıyordu anlıyordum, sadece beni kendinden uzak tutmaya çalışıyordu. Yine de engel olamıyordum işte. Anlamadığım bir boşluğa bir kaç parça cam kırığı serpiştiriyor ve o boşluğun duvarlarını kesip acıtıyordu Ammar. Yemin ederim ona önem vermek istemiyordum. İstemiyordum ya, tabi istemiyordum işte..

Sağ elini çenesine yaslamış baş parmağı çenesindeyken işaret parmağı dişlerinin arasında, az önce hiddetlenmemiş gibi düşünüyordu. Daha çok, beni yok saymaya çalışıyor gibiydi. Ben ona bu halini ne kadar yakıştırsam da, bu onun serseri bir kalas olmadığı anlamına gelmiyordu. Ciddi anlamda yontulması gerekiyordu, duygular konusunda.

Birden hareketlendi Ammar. Kaşlarım çatılırken elini izledim. İki elini de pantolonun beline koymuştu. Dudaklarım düz bir çizgi halini alırken, az önce bağırmasından dolayı ona ne yaptığını bile soramıyordum. Sol elim yer çekimine yenik düşmüş bir vaziyette salınırken, sağ elim pantolunumun cebini dışardan mıncıklıyordu. Tamam, fazla merak etmiştim ve soramamak sinirimi bozuyordu. Fakat merakım çok uzun sürmedi. Kemerin toka yerini açıp bir an bile durmadan çekip çıkardı belinden. Derince yutkundum. Kaşlarının ortası olabildiğince kırışmış bir halde dizlerini yere yaslarken alt dudağından güç alır gibi dişlerinin arasında sıkıştırmıştı dudağını. Bir elini yere, çukurun kenarına yaslayıp diğer eliyle kemeri aşağı sarkıttı.

Ona dargındım.

Durgun gözlerimle sarkıttığı kemere bakıyordum. Tokalı tarafını aşağı sarkıtmıştı. Biliyordum az önce fazlasıyla sinirlendirmiştim fakat ben huyum gereği inatlaşmak istiyordum. Yani sanırım biraz garip bir insandım. Onu biraz daha sinir etmek bana zevk verecek gibiydi. Ya da tamamen kızgındım ve tepki vermeye çalışıyordum.

Ben, beni pek anlayamadığım zamanlardayım.

"Tut hadi." dedi gayet stabil sesiyle. Alt dudağımın bir kenarını dişlerimin arasına sıkıştırdığımda, bir de sağ omzumu kaldırıp indirmiştim. Şuan kaşlarının hayretle kalktığını hayal edebiliyordum.

"Hafsa yemin ederim çocuk gibisin!" dudaklarımı büzdüm. Yemin etmesine gerek yoktu ki, ben gerçekten çocuk gibiydim. Yaşımın verdiği olgunluğu yakalayamamıştım. Mesela hiçbir erkeğin bana kadın gözüyle bakabileceğini düşünemiyordum. Bakıyorlardı, fakat ben kendimi öyle hissetmiyordum. Öyle hissetmek istesem de, bunu pek başarmış sayılmazdım.

"Ne yapmamı istiyorsun?" En azından yumuşamıştı. Göğsüm bir nefesle şişerken burnumdan titrek bir şekilde verdim nefesi. Ona cevap vermeden, yavaşça iki adımı atarak sarkıttığı kemerin önünde durdum. Ucu göz hizama denk geliyordu.

"Parmağını tokaya geçirip kemeri eline sar." biraz durduktan sonra, ",,kemer kaymasın elinden." diye açıklama yaptı. Susma yemini etmiş gibiydim. Dediğini yaparak sağ elimi, işaret ve orta parmağımı kemerin tokasından geçirip kemeri bir kez sardım elime. Sol elimle de kemeri sıkıca kavradım. Ammar'ın sıkıca tuttuğunu farkettiğimde ayaklarımı çukurun duvarlarına yaslayıp tırmanmaya başladım. Toprak yumuşak olduğu için ayağımdan kayıyordu. Yer çekiminden dolayı zorlanıyordum ama Ammar'ın beni çekmesi işimi ancak kolaylaştırıyordu. İki küçük adım kalmıştı ellerimi betona koyup kendimi çekebilmem için.

Sağ ayağımı tekrar yukarı atacağım an ayağımın altında küçük bir doğal afet oluşmuş ve benim dengemi tamamen kaybetmemi sağlamıştı. Diğer ayağımda hakimiyetini kaybettiğinde bir çığlık koyverdim. Hem korku, hem de acı dolu bir çığlıktı. Ayaklarım aşağı savrulduğu an kemerde asılı olduğum için omuzlarım ve kollarımın birbirinden ayrılacağını zannettim. Bir şey olmasa da kollarım kopmuş gibi acımıştı. Ayaklarımı duvara yasladım tekrar. Ama gücüm tümüyle bitmişti sanki. Yer beni aşağı öyle çekiyordu ki, dayanamıyordum. Direncim düşmüş olmalıydı.

Ayaklarım sadece duvardan destek alırken asılı kalmış gibiydim, ayaklarım hareket etmiyordu. Gözlerimi sıkıca kapatacağım an, gözlerim kocaman açılıvermişti. Çünkü omuzlarımı saran yeleğimin yakası havalanmış, dudaklarımı kapatmış ve kollarımı acıtmıştı. Görüş açım bir yerden atlar gibi hareketlendiğinde yukarı çekildiğimi anlamıştım.

Yakamdan tutup beni çekmişti!.. çekmiş miydi?

Pekala abartılacak bir şey yoktu ortada. Kendimi betonda buluvermiştim. Yatar bir pozisyonda fakat ellerim yere yaslandığı için sırtım yere değmiyordu. Başımı iki yana sallayıp toparlandım. Sırtımı dik tuttuğumda ellerimi sirkeledim. Çıkmıştım sonunda o büyük çukurdan.. kısa bir an göz göze gelmiştik.

Neden aramızda garip bir çekim olduğunu hissediyordum?

Beni yukarı çekip çıkardığında, bir dizini yere yaslamış ve diğerini dikmiş bir vaziyette hızla soluyordu. Ben toparlandığımda elindeki kemeriyle birlikte yerden destek alıp ayağa kalkmıştı. Başımı omzuma eğip yüzüne bakmaya çalıştım. Arkasını dönmüştü. Yine de elini yakasına götürüp bir o yana bir bu yana çekiştirdiğini gördüm.

Sadece anlamadığım,, benim yakamdan ne istiyordu? Hayır yani beni kurtarırken tuttuğu kıyafetim, bir gün benim boğulmama sebep olacak diye korkuyordum. Dudaklarım kıpırdamazken nefesimle gülüp ayağa kalktım. Bunu ona söylemesem daha iyi olurdu. Beni kurtarmaktan pişman olmasını istemiyordum. Tabi zorundaydı ama pişman olmakta özgürdü sonuçta.

"Çıkış nerede?" Ellerimi silkeleyerek yanına giderken sormuştum. Yanında durup ona baktım, gözbebekleri yerde dolanıyordu. Sonra omzumu silkerken karşımıza baktığımda gördüm!.. Ufak bir ışık hüzmesi vardı. Muhtemelen bir kapıydı orası. Oraya doğru koşar adım yürürken arkama, Ammar'ın yüzüne baktım.

"Hadisene!!" diye bağırdığımda yere bakan gözleri bir an açılıp kapandı. Başını hafifçe salladığını farkettim. Kendinde mi değildi anlamadım. Dudaklarım kıvrılmıştı. Çıkacaktık sonunda.. Tam yüzüme baktığında kafamı önüme çevirmiştim. Işığa yaklaştığımda adımlarım yavaşladı. Tam düşündüğüm gibi eski kırık bir kapının deliğinden süzülüyordu ışık. Ammar'ın varlığını yanımda hissettiğimde kenara çekildim. Belki o açsa daha iyi olurdu. Buradan ilk çıkan yine de o olmalıydı.

Bir adım atıp kapının tam önünde durdu. Parmaklarını saçlarında geçirip saçlarını karıştırdı. Gülümsemem bir an bozulmazken onun bu hali beni endişelendirmeye başlamıştı. Kaşlarımı yukarı doğru büzüştürüp omzunun kenarından yüzüne yaklaştığımda, "Bir sorun mu var Ammar?" dedim. Yakınlığımdan şaşırmış olacak ki kaşları havalanırken, saç diplerini sanki serbest bırakmıştı. Gergin derisi rahata kavuşmuştu. Bir an ne yaptığımın farkına vardığımda aniden geri çekildim. Dudaklarımı ıslatırken kısık sesimle, ",,pardon." diyebilmiştim. Elini kapı koluna yasladığında başını iki yana salladı, "Sorun yok." dedi.

Kapı kalın bir tahtadan yapılmıştı. Boyu benden uzun Ammar'dan kısaydı. Işığın geldiği yer kapı kırılmış gibi değil bir ağaç oyuğu gibiydi. Delik kapının üst tarafında, ortadaydı. Zaten iki karış kadar bir oyuktu. Eğer kapı sıkışıksa açması biraz zor olabilirdi. Biraz geri çekildiğimde Ammar kapı kolunu zorladı. Gürültülü bir ses çıktı ama açılmamıştı. Kilitli olma ihtimali aklımdan geçmek istemiyordu. Kapıyı kıracak gibi hareket ettirdiğinde geri çekildim.

"Biraz daha çekil." dediğinde dediğini yaparak biraz daha uzaklaştım. Anladığım kadarıyla kırmaya çalışacaktı.

Ammar bir adım geri çıkıp omzunu hızla kapıya geçirdi. Sanki açılıp geri kapanmış gibi bir etki oluşmuştu. Bir kez daha denese kesin açılacaktı. Kafasını çarpraz çevirdiğinde boynundan ses çıkmıştı. Bir daha geri çekilip hızla atıldı. Kaşlarım çatılıp gözüm kısıldığında bu defa büyük gürültü, haklı ve rahatsız etmeyen bir gürültüydü. Çünkü kapı açılmıştı! Kapı dışarı o süratle açılıp duvara çarparak büyük bir ses çıkarmıştı. Dudaklarım tekrar sevinçle kıvrılırken gözlerime yansıdığına emindim.

Çıkmakta çelişki yaşayan ve ruh halini şu an anlayamadığım Ammar'ı yok saymaya çalışarak önünden geçip aydınlığı içerinin loş karanlığına taşıyan boşluktan tereddüt etmeden çıktım. Ormanın içi ve ağaçların sıralı görüntüsü ilk defa beni bu kadar mutlu etmişti. Surat ifadem bozulmazken omzumun üstünden arkama baktım. Ammar çarpmamak için başını yana eğerek çıkıyordu o karanlık yerden. Başını kaldırdığında benim gibi ormanı inceledi biraz. Önüme geçmiş geniş orman manzarasına bakıyordu. Bense onun geniş omuzlarına. Elini cebine attığında boş cebinin hüsranına uğrayıp zannımca sinirle sıktı kumaşı. "Telsiz yok! Ulaşım sağlayabileceğimiz tek bir şey bile yok." diyip elini üst baldırına vurdu sertçe. Dudağımın içini dişlerken ne yapacağımızı düşünüyordum.

"Silahımız da yok.." dedim ekleyerek. Sert bir nefes verdi.

"Buranın neresi olduğunu biliyor musun?"

"Pek değil." dedim etrafa bakınarak. Elini ensesine atıp bir süre sahte bir şekilde kaşıdıktan sonra elini serbest bıraktı.

"Aklında bir şey var mı?" diye sordum. Başını iki yana salladı. Şu an benimle mahsur kalmaktan eminim ki hiç mutlu değildi, ama ne yapalım bana katlanmaya çalışıyordu işte.

"Mecbur sadece burdan uzaklaşacağız." Burnunu çekip "Dua edelim de yolda iyi insanlarla karşılaşalım." dediğinde bana haber bile vermeden hareketlenmişti. Neyseki bu defa uyarılmadan onu takip etmeye başladım.

Sık ve çok geniş bir sülaleye sahip ağaçların içinde kaybolmaya başlamıştık. Bir koyun sürüsü olmasa da, ilk defa birbirine bu kadar yakın ağaçların bulunduğu bir orman görüyordum. Evet, çok kez gelmeme rağmen ve arka tarafta bir ormanın olduğunu bilmeme rağmen hiç görmemiştim. Çıktığımız tünele baktığımda ona bitişik bir bina görememiştim. Çünkü zaten o uzun koridorların binadan uzaklaştırmak amacıyla yapılmış olduğu belliydi.

Onun bir adımı, benim iki adımım ediyordu ve Ammar sanki peşinde tazı varmış gibi yürüyordu. Sanırım bu yüzden her tehlikede yakamdan tutup beni peşinde sürüklüyordu. Çünkü ona yetişmem, kaplumbağanın tavşanı koşarak geçmesi kadar imkansızdı.

"Varlığımdan haberdar mısın?" diye bağırdım pek de yüksek olmayan sesimle. Bir an duraksadı ve başını bana çevirdi.

"Önüme geç." dedi bir solukta. Zaten iki kelime kaç solukta söylenirdi ki! Yine de gerçekten beni unutmuş gibiydi. Yüzüm hayıflanır gibi buruştu. Ciddi,, olamazdı.

"Sen, beni unuttun mu?" Yürüyerek önüne geçtim. Hala bir cevap bekliyordum ama vermeyecek gibiydi.

"Seni nasıl unutabilirim ki!" Olduğum yerde gözlerim donakalırken boğazımdan sessizce bir yumru geçti. Yemin ederim ki sesi bir garip çıkmıştı. Kesinlikle bunu söylemiş olamazdı, pekala fazla duygusaldım.

"Böyle bir çatlağı nasıl unutabilirim.." dedi dalga dolu, şakacı, ama ufak bir sitem barındıran sesiyle. Kaşlarım çatılıp burun kenarlarım yukarı çekildiğinde ciddi anlamda bozguna uğramıştım. Ne demiştim! Bunu söylemiş olamazdı. Ve olmamıştı da.

Bana benden başka kimse çatlak diyemezdi. Buna Muhafız da dahil!

Başımı alıp gidesim vardı. Onu ardımda bırakıp bir daha görmeyesim. Beni bilerek kırıyor gibiydi. Hoş, ona neden kırıldığımı da bilmiyordum.

Önden yürümeye başladım. Ardımdan sonbahardan kışa yadigar kalmış yaprakların çıtırtılı sesi geliyordu. Az öncekinden farklı bir şekilde yavaşça beni takip ediyordu. Her ne kadar yavaş da olsa epey yol almıştık. Nereye gittiğimizi bilmeden ormanın karmaşasında adımlarımızın senkron sesleriyle kuru yaprak melodileri yankılanıyordu. Dileğim bu yolun otobana falan çıkmasıydı. Düşündükçe içimi sinir sarıyordu. Ben hiç bu kadar bencil biri görmemiştim ve evet kimse beni onun kadar rezil hissettirmemişti. Ve yine evet, onun karşısında çocuklaştığımı hissediyordum. Ve bu his beni deli ediyor.

Kaldırdığım adımımı yere basmadan duraksadım. Adımımı geride kalan diğer ayağımın yanına geri bıraktığım gibi ayak uçlarımda arkama döndüm. Etrafına keskin gözlerle bakan Ammar benim döndüğümü görmemiş olduğu için o adımı attı. Aslında son anda sezdiğini fakat kendini durduramadığını anlamıştım. Ona gerçekten sinirli bakıyordum. Garip değil, sinirli. Gözbebeklerim onu delip geçmek ister gibiydi. Burnumdan sert ve hızlı nefesler alıp verirken dudaklarımı araladım. Göz kararımca tam 15 santim vardı aramızda.

Ona kırılmaya hakkım var mıydı?

Ona böyle bakarken hala algıları açılmamış gibi şaşkınlıkla bakıyordu bana. Bu bakışlarını hatırlamıştım. Barı bastıkları gece, sarhoş bedenimle karşısında yüzüne yüzümü yanaştırdığımda da aynen böyle bakıyordu. Sırf bir daha göremem diye kahkaha atmamıştım. Fakat şimdi yine bana böyle bakıyordu. Ve ben sarhoşluktan sıyrılmıştım çoktan.

Sarı, turuncu, kahverengi,, yeşil? 'İşte bu renk!' diyemezdim.. Gözleri her rengi taşıyordu. Göz bebeğini çepeçevre sarmış renk çemberinin her tonunu o netlikle görebiliyordum.

Bu adam, başka bir şeydi..

Kaşlarım hala çatıkken ona daha fazla yaklaşmadım. Çünkü şu an kendinde olsa beni itip canımı acıtırdı.

"Sen inancını korurken kaç kadının kalbini kırdın?" dedim kaşlarımı kaldırıp başımı çapraz eğerek. Dudaklarımı ıslattım. "Sayabilir misin?"

"Ben kaçıncı sıradayım peki?" Kırgınlığımı haykırdım resmen. Kırılmak için sevmek gerekmiyordu. Şu dönemde insanlar kelimeleriyle savaşıyordu neticede. Bana o manada bakmayacaktı madem kırıp dökmesine ne lüzum vardı?..

"İnancının kalp kırmaktan çok uzak olduğunu biliyordum ben." Donmuş gibiydi.

Biliyorum biliyorum.. aslında söylediği şeyler kalp kıracak bir ölçü de değildi. Hatta arkadaşım söylese sonu kahkaha ile bitecek cümlelerdi. Fakat! Fakat o Ammar'dı. Kardeşiyle konuşur gibi konuşması benim canımı sıkardı. Sıkmaması gerekiyordu. Beni en çok yoran da bu ya zaten. Olayları fazla abartıyordum. Neden? Niye ki?

Ben neden bu tepkiyi veriyordum! Ne hakla?

Benim kalbimi kıramazdı ki kimse.. ben kimseye değer vermiyordum hani?

Gözlerimi kaçırıp toparlandım. Algılarıma aramızdaki mesafe girince, bu kışta nemli yaz sıcağının bütün vücuduma vurduğunu hissettim.

"Ben-.."

Ses çıkardığında gözlerine baktım. Tökezlemiş bir tepkiye ve titreyen göz bebeklerine sahipti. Ve ben belki de tam yarım saattir Ammar'ın farklı ve aciz tarafına şahit oluyordum. Onu bu hale getiren şeyin esas sebebini merak etmiyor değildim.

",,bilmiyorum." dedi kısık sesiyle. Sanki yerleri değiştirmiştik. Hesap soran ben, cevap vermeye çalışan oydu.

Birden vuran poyrazın etkisiyle olsa gerek cesur bir ruh haline büründüm. Belki de onun bu hali, benim içimdeki çocuğu pohpohlamıştı. Dudaklarım iyice gerilirken kıvrımları belirginleşmiş, gözlerim kısılmıştı. Gülüyordum. Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Nefesimi hissettiğine emindim.

"Sen en iyisi uzaktan gözet." Yutkundum. ",,çünkü Serçe'ye iyi gelmiyor Muhafız." diye ekledikten sonra ani bir hareketle geri çekildim. İçimde bir yerlerde derin bir nefes verilmişti sanki. Rahatlamanın yanında gıdıklayan bir his daha vardı ama çözemedim. Neyse.

Önüme dönüp yürümeye devam ettim. Arkamdan adım sesleri duyamadığım için durmadım. Ne de olsa peşimden gelecekti.

....

"Komiserim bizim yeğen de polislik okuyor. Kardeşimin hanımı pek memnun değil bu durumdan. Korkuyor biraz. Keşke benim oğlan da okusaydı.." diye sahip olamadığı şeye derince bir özlem geçirdi çok da yaşlı olmayan adam.

"Korkulacak ne var ki?" diye atıldım söze.

Hayatımda ilk defa otostop çekeceğim diyecektim ki Ammar'ın polislik damarı tutmuştu ve önüne gelen kamyonu çevirmişti.. Evet çevirmişti!! Cebinden amblemi çıkarıp göstermiş ve sonra da bir mülteci gibi yardım istemişti. Mülteciden farklı sayılmazdık gerçi. Ama yine de polis olduğunu söylemese belki gerçekten mülteci gibi hissedip role girebilecektim. Tabii polis olması sayesinde kamyonu kazanabilmiştik orası da ayrı. Emniyeti tarif edip götürüp götüremeyeceğini sordu Ammar. Dayı da dünden arıyormuş gibi kabul etmişti. Aslında ben amca demeyi tercih ediyordum ama Ammar dayı dediği için ona uyum sağladım.

Halimiz,, berbattı. Bu siyah kıyafetlerle FBI'a benziyorduk ve çok kişinin bizi görmemiş olması büyük bir şanstı. Ellilerinin içinde olan şoför halimizi inceleyip bize ıslak mendil uzatmıştı. Gerçekten son derece pislenmiştim. Yüzüm toz topraktı ve ellerimde kan lekeleri vardı. Tırnaklarımın arasını söylemiyorum bile.

Islak mendilden bir yaprak aldığım gibi, parmaklarımın ucunda ve tırnaklarımın arasında toprakla karışarak kurumuş olan, Kartal zannettiğim o adamın pis kanını, tırnak etlerim acıyana kadar kazıyarak temizlemiştim. Ammar da, ben de farkettiğimiz lekeleri temizlemeye çalıştığımızda ıslak mendilin hoş ama yakıcı kokusuyla dolmuştu içerisi. Bileğimdeki inatçı lekeyi kazıyarak silmeye çabaladığımda Ammar'ın bir ıslak mendil daha alan eline gitmişti gözlerim. Gözbebeklerim elini izlerken, ıslak mendili koca avucuna serip karışmış fakat yüzüne serseri bir eda katan saçlarına bir şapka gibi geçirerek saçını şampuanlar gibi karıştırmıştı ıslak mendille. Dudaklarım kıvrılırken onun bu haline gülmeden edemedim. Dudaklarımı birbirine bastırıp sıktım kendimi. Yürüyen karizmanın çocuk gibi hareketlerine şahit olmak beni şaşırtmak bir yana mutlu da etmişti. Saçlarını uçları hafif nemlenmişti. Saçlarına yakındım.

Şu anda da öndeki şoför dayının, Ammar Beyi darlamasını dinliyordum. Darlıyor muydu bilmiyordum ama bunu ben yapsam kesinlikle darlıyor olurdum. Ammar şoförün yanında, ben de ikisinin arkasındaki boşluktaydım. Önü geniş bir kamyondu. Arkada koltuk olmasa da küçük bir yer vardı. Sığabilmiştim. Ve bu çocuk gibi hissettiriyordu. Göz devirdim.

"Kaybetme korkusu işte kızım." dedi şoför elini direksiyondan ayırıp gelişigüzel sallayarak.

"Ana yüreği tabi. Kadın haklı dayı." dedi Ammar. Az önceki durgunluğunu atmıştı neyseki.

"Tehlikesiz yerlerde görev yapsa belki içi ferahlar." Omuzlarını kaldırıp indirmişti dayı. İsmini bilmemek sinir etmişti.

"Tehlikesiz yer diye bir şey yok ki. Polisin askerin görevi tehlike. Bunu bile bile yürüyoruz bu yolda. Bir felaket çıktığında bütün ülke o noktada toplanıyor."

"Öyle ya.." dedi dayı iç çeker gibi. "İnsan her türlü endişeleniyor." Parmağımda önceden kabuk tutan yarayı soymaya çalışırken onları dinliyordum.

"Tabiki istiyorsa hayalini yarım bırakmasın. Anne dediğin her iş için endişelenir. Ama bizim de söz vermediğimiz tek şey canımız." Gözlerim elime bakarken dondu. Yara kabuğunu soymaya çalışan parmağım durdu. Söz vermediğimiz tek şey canımız..

"Elbette. Biz de bir söz hariç verilen her söz tutulur." dedi.

"Tutamayacağınız söz derken?"

"Zamanla anlarsın." diyerek geçiştirdi İdris amir.

"Bizim söz vermeğimiz tek şey bu."

Yutkundum derince. İçim-,, bir garip olmuştu. İdris Amir'in teklifini kabul ettiğim gün bu konuşmadaki o verilemeyen sözü gerçekten merak etmiştim. Yani neden bir söz hariçti ki?

İşte cevabı vermişti Ammar. Biraz zaman sürmüştü. Ben belki de erken bulmuştum cevabını. Sorularımı fazla cevaplamayan Ammar, habersiz cevaplamıştı merakımı.

Evden çıktığında ölmemeye söz veremeyenlerdi onlar. Böyle düşününce sol tarafım titremiş tüylerim diken diken olmuştu. Gözlerim dolmaya yakındı. Bu düşünce beni biraz korkutmuştu. Hayır fazlaca. Sanırım kaybetme korkusuydu bu. İlk defa hissediyordum. Kimsesiz Hafsa endişeyi tatmaya başlamıştı.

"Acımasızca,," dedim kısık sesimle. ",,ama gerçek." diye devam ettim. Dayı iç çekmişti. Bizim boğucu ortamımızdan dayı bile boğulmuştu.

"Neyse," dedi dayı ortamdaki dramı dağıtacak neşeli sesiyle.

"Hanımla aynı işi yapmak nasıl bir his komiserim." Soracağı iç açıcı soruyu beklerken bu absürt soruya adeta gözlerim yuvalarından çıkar gibi açılmış ve kendimi geriye doğru atarken "..vay anasınıı.." diye söylenmiştim hayretle. Ammar başını oynatmıştı sadece. Yüzünü göremediğim için tepkisini de sezememiştim. Ama sakinliği için gözlerim dolabilirdi.

"Sadece aynı iş için bir araya gelmiş iki farklı insanız." Kaşlarım son derece havalanırken Ammar'ın kullandığı elitsi cümle ağzımı açık bıraktı.

"Biz bir araya gelebilecek en son çift bile olamayız dayı. Bu iki sıfattan," dedim ikimizi göstererek, ",,bunu nasıl çıkarabildin?" Gerçekten merak ettim.

Dayı omuz silktiğinde hayret nidası kaçtı ağzımdan. Başımı iki yana sallayıp konuyu dağıtmak için öne atıldım.

"İsmin neydi dayı?"

"Arif." Arif dayı.

"Ben de Hafsa." dedim garip bir canlılık barındıran sesimle. "O da Ali."

"Sizi tanıdığıma çok sevindim. Kendimi filmde gibi hissediyorum. Nereden geldiniz bilmem ama yardım edebildiysem ne mutlu." dedi hayretle. Gülümsedim. Haklıydı. Filmden fırlamış kadar vardık. Yaşadıklarımız, dehlizler ve gizli kuytular da film sahnesi kadar vardı. Demek ki filmler de gördüğümüz bazı şeyler gerçekti.

"Allah razı olsun dayı. Bize çok yardımcı oldun. Rabb'im gönlüne göre versin her şeyi." diyip elini Arif dayının omzuna yaslayıp geri çekti Ammar. Onun bu yönü aslında belki de kendi olduğu zamanlara aitti. Gayet açık ve konuşkan. Ha, bir de samimi.

"Amin komiserim. Siz sağ olun da." Direksiyonu kırarken ben de arkama yaslandım. Önümdeki Ammar'ın açık camdan vuran rüzgarla dans eden saçlarını ne kadar izledim bilmiyorum. Onlara dokunmayı isterdim.

......

"Çok teşekkür ederiz Arif dayı." dedim kamyonun yüksek koltuğundan yere atlarken. Ne yalan söyleyeyim yol baya uzun sürmüş ve belim tutulmuştu. Ammar tarif etmiş, emniyete getirmişti bizi.

Minnet dolu parlayan gözlerimle etrafıma bakarken aralarındaki konuşmayı dinliyordum.

"Yavuz!" diye bağırdı Ammar. Güvenlikte oturan polis adını duyunca dikkat kesilmiş ve gülümseyerek bize doğru gelmişti.

"Efendim komserim?"

Ammar eliyle Arif dayıya biraz bekleteceğine dair işaret yaparak, "Bi' az gel." diyip Yavuz'u az öteye doğru götürdü. Kaşlarım çatıldı. Dikkatle ne yaptığına baktım. Arif dayı kamyonun açık kapısını tutmuş bekliyordu. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi kamyonun kasasına gitti.

Ammar boynunu biraz eğmiş arada gözleri yere iniyor sonra tekrar Yavuz'a çıkıyordu. Sesi kesinlike gelmiyordu. Neredeyse beş saniye sonra Ammar bize doğru gelmeye başladığında Arif dayı da elindeki birkaç turuncu topla yanıma geldi. Elbette bunlar mandalinaydı. Ammar da ikimizin yanına yaklaştığında elindeki 5 mandalinayı elime tutuşturdu. Küçük ve tatlı duruyorlardı. Ben teşekkür ederken Ammar yanımızda durduğunda Arif dayıya yöneldi.

"Bizim için çok önemli bir şey yaptın. Kabul et." diyerek elindeki bir miktar parayı uzattı. Dudaklarım kıvrılırken yumuşamıştım.

Ammar, bazen güzel bir adamsın. Ama bazen.

Arif dayının kaşları çatılmıştı. "Saçmalama, karşılık bekleyerek yapmadım oğlum." Güler gibi bir nefes verdim. İkisi de inatlaşırsa eğer..

Ammar, Arif dayının elini alıp parayı avucuna bırakıp parmaklarını kapattı.

"Çocuklarına harçlık olsun o zaman, kabul et. Almazsan içimde kalır." Arif dayı sıkıntılı bir nefes verip parayı cebine attı. Kızmıştı ama kabul etmişti.

"Sağolasın. Allah'a emanet olun." dedikten sonra kısaca tokalaştılar. Bana da baş selamı verip kamyonuna bindi.

"Ben de, bana arkadaş olduğunuz için teşekkür ederim." dedi motoru çalıştırdıktan sonra açık camından bakarken.

"Mandalinaları bekletmeyin tadında yiyin!" diye bağırdı sesini duyurabilmek için.

Ammar gülme sesiyle karışık, "Eyvallah." dedi.

Arif dayı direksiyonu çevirip yola çıkacağı zaman neşeli bir genç kız gibi elimi hızla salladım. İlk ve son göreceğimiz adamı gülen yüzüyle hatırlayacaktım.

Kamyon gözden kaybolduğunda uzun bir sessizlik oldu. Yerimizde kalakalmıştık. Dudaklarımı uzatarak boğuk bir nefes verdim. B-biz ne yaşamıştık öyle? Gerçek miydi?

Hmm, evet. Yanımdaki adamın gerçek olduğu kadar..

"Gel hadi." Ammar'ın sesiyle emniyete doğru döndüm. Elimdeki mandalinalarla tuhaf duruyordum. Çoktan yürümeye başlamıştı bile. Onu arkadan şöyle bir süzdüm de, kıyafetleri sanki elli senelik olmuştu. Tam iki günde. İnanması zor, ama gerçekten haftalar sürmüş gibi hissediyordum. İnsanın zor zamanları hep yavaş geçiyor gibiydi.

Adımları emniyet girişine gidecek zannederken bir anda döndü ve binanın arka tarafına yürümeye başladı. Belli ki başka bir kapıdan girecektik. Elbette polislerin bizi böyle görmesi iyi olmayacaktı.

Arka tarafa geldiğimizde yangın kapısının önünde durdu. Kapı bir anda açıldığında şaşkınlıkla geriye sendeledim.

"Oğlum yavaş." dedi Ammar. Kapıyı açan kişi ise,,- Yusuf'tu! Yüzünü gördüğümde derin bir nefes verdim. Gerçekten onları salmışlardı. Bundan emin değildim ama pek de düşünmemiştim. Kendi halimizin acısı ve benim düşüncelerle ürettiğim teorilerim onları unutturmuştu. Ama gerçekten iyilerdi. Ve ayrıca da temiz. Bu kelime çok önemli.

"Kaptan, çok korkuttun bizi!" diyip bir anda kollarını erkekçe Ammar'a sardı Yusuf. Gerçekten, korkmuş olmalıydılar. Ammar birkaç saniye şaşkınlığının ardından kollarını sardı Yusuf 'a. Sarı kasırga Yusuf.

Ammar, "Geldik çok şükür." dediğinde ayrıldılar. Bana yöneldiğinde kısa bir sarılmayla ayrıldık Yusuf'la. Bana sarılması şaşırtmış ama iyi hissettirmişti.

"Hadi gelin!" dedi heyecanlı sesiyle. Dudaklarım kıvrılmıştı ve bunu düzeltmem zor olacak gibiydi.

Yusuf'un ardından önden ben geçerken peşimden kapıyı kapattı Ammar. Merdivenden çıkıyorduk.

"Siz iyi misiniz?" dedim aynı heyecanlı sesimle.

"Ah Hafsa,," dedi anlam veremediğim bir tonda. "Çok şükür iyiyiz. Ama size hiçbir şekilde ulaşamadık." dediğinde sesi üzgündü. Merdivenler bittiğinde koridora geçtik. Uzun bir süre koridor görmek istemiyordum ama bu mümkün değildi tabi.

"Ben önce üstümü değiştirsem iyi olacak." dedi Ammar. Girdiğimiz koridoru hatırlamıştım. Giyinme odaları bu kattaydı. Yusuf başını salladığında Ammar bizden ayrıldı ve giyinme odasına girdi. Yusuf'la gözgöze geldiğimde kısaca gülümsedim, beni anlamıştı.

"Ali abiyle gelirsin o zaman." dediğinde başımı salladım. Onu sanki Ali olarak tanımış ve Ali olarak benimsemişlerdi. Ben benimseyemiyordum. Yüzüne baktığımda ve hatırladığımda o sadece Ammar'dı. Ve sanırım beni ilk kurtardığında bu aklıma kazınmıştı. Belki de sebebi buydu.

Ondan ayrılıp Ammar'ın girdiği yerden 5 yada 6 metre ötesinde olan kadınların giyinme odasına adımladım. Kapıyı açıp girdim ve kapıyı kapattığım gibi sırtımı kapıya yasladım. Sırtım acımıştı ama bu umrumda değildi. Ben, yani biz.. ne yaşamıştık öyle? Tamam çok garibime giden şeyler olmamıştı fakat bu defa Ammar vardı ve onu anlamak da beynimi ayrıca yoruyordu. Onun beni sürekli duygu değişimine sokmasıyla daha çok stres olmuştum. Yani bilmiyorum tuhaf şeyler yaşamıştım. Oturup düşünsem aklımdan geçmezdi tamam mı? Ama gerçekti işte.

Giyinme odası sadece havalandırmanın aydınlatması kadar aydınlık, renkleri seçemeyeceğim kadar karanlıktı. Issız ve korkutucuydu. Kuru dudaklarımı ıslattığımda eş zamanlı olarak gözlerimi kapattım. Derince yutkunduğumda kuru boğazım feci acımıştı. Sağ elimi yavaşça kaldırıp sol göğsüme yasladım. Yavaştı kalbim ve,, ve ağrıyordu. Kalbim ağrıyordu. Hasta olmuş olma ihtimali aklıma gelince içime korku saldı. Bir insanın kalbi boş yere ağrımazdı herhalde. Böyle, bir şeyleri söküp alıyorlarmış gibi. Anlatamıyorum. En yakın zamanda kardiyolojiye görünmem gerekti.

Derin bir nefes alıp ayrıldım kapıdan. El yordamıyla ışığı bulup açtım. Kıyafetlerimi koyduğum dolabı açıp çıkardım. Tek tek alıp yukarıdan aşağı sarkıttığımda üst dudağım memnuniyetsizce yukarı kıvrıldı. Kıyafetlerim kırış kırış olmuştu. Katladığımı zannediyordum!

....

Açık saçlarımı elimle tarayıp düzelttikten sonra minik tuşlu telefonumu da alıp çıktım odadan. Duş almamış olsam da, zannımca üstümde ton taşıdığım o kıyafetlerden kurtulmanın ferahlığını yaşıyordum.

Erkek giyinme odasının önünde durup iki artarda ve bir tek olacak çekilde kapıyı tıkladım. Kapının altından ışık vuruyordu. Ayakkabıma vuran ışığın kaybolması için birkaç küçük adımla geri çekildim. Gözlerimi kapatıp gerçekten çok yavaş hazırlanıyor derken kapı açıldı. Kahverengi bir kazak ve siyah kot pantolanla gayet rahat duruyordu. Ve benim yorumumla da havalı. Kapıyı kapatıp önümden yürümeye başladığında öylece durdum. Omuz silkip hızlı adımlarla ona yetişmeye çalışırken, "Baya yavaşsın." dediğimde sadece güldü. Başımı iki yana sallayıp adımlarımı yavaşlattım.

Odaya geldiğimizde kapının önünde beklemeden kapıyı açtı ve içeri girdi. Peşinden girdiğimde sevinç dolu konuşmalarla ve gülmelerle karşılaştık. Ve bu,, hayatımda gördüğüm en farklı şeydi.

Leyla aniden bana sarıldığında gözlerim açık kaldı. B-ben gerçekten bu duyguya yabancıydım. Hatta birkaç duyguya daha. Sahi ben bundan önceki hayatımda kaç duyguya sahiptim ki? Şu an her ne kadar gerçek olduğuna inanamasam da değer ve önemsenme duygusunu ciddi anlamda üzerimde hissediyordum. Deneyimsiz ve şaşkındım. Ellerimi kaldırıp Leyla'nın omuzlarına yasladığımda sıkıca sarıldım. Başımı omzuna koyup gözlerimi sıkıca kapattım. Bu hissi bastırmam gerekiyordu. Bu yumoşluk bünyeme kesinlikle fazlaydı.

Ondan ayrıldığımda diğerleriyle de sarıldık. Hepsi iyi ve mutlu görünüyordu. Başarısızlığımızı sonraya ertelemiştik. O görüntü oradan sağ çıkamayacağımızın sinyallerini verdiği için şu durum bizim için bir lütuftu elbette.

İdris Amir önümde durup sarıldığında kaşlarım havalandı. Hepsinden çok ona şaşırmıştım. Sanki yeni tanışmamışız gibiydi. Bilmiyorum, ben daha önce böyle insanlara denk gelmediğim için bilmiyor da olabilirdim.

"Hoşgeldiniz çocuklar." İdris Amir yerine geçip oturduğunda herkes yerine sinmişti. Ammar ayakta dikilirken ben oturmak için sandalyemi çekecektim ki İdris Amir, "Dur Hafsa." dediğinde elim öylece kaldı.

"Çok yorulduğunuzu biliyorum. Önemli bir şey konuşacağım ikinizle. Gidin iyice dinlenin. Sonra konuşuruz inşallah." Gülümsediğimde gözüm İdris Amir den Yağız'a kaymıştı. Mutlu görünüyordu. Gülümsememi genişletip başımı salladım. Ammar izin vereceğini biliyor olacak ki oturmamıştı. Gerçekten sabırsız ve rahatına düşkündüm.

Ne diyecekti acaba? Hemde, ikimize..

"Sağolun amirim." dedi Ammar. Bir şey demek için ağzımı açamadım. Tuhaf bir çekingenlik doğmuştu içime. Kapıyı açıp bana yol verdi. Önden çıktığımda kendi de çıkıp kapıyı kapattı. Yol göstermek amaçlı önümden yürürken, çoğunlukla onun omuzlarına baktığımı farkettim. Hep dimdikti.

Açık otoparka geldiğinde elindeki anahtarla önden kilidini açtığında ışıkları yanıp söndü. Yüzü ve ifadeleri artık eskisi gibiydi. Soğuk ve uzak. Kapıyı açıp bindiğinde ne yapmam gerektiğini bilemeyip kaldım öylece. Camı açtığında gözlerine baktım. Sesini çıkartmadan başıyla arabaya binmem gerektiğini bir hareketle gösterdi. Dudaklarımın arasından boğuk bir nefes vermemek için tuttum kendimi. Cidden,, havalıydı. Ve umarım bunun farkındaydı. Dediğini yapıp arabanın etrafından dolanıp arka koltuğa yerleştim. Arabayı çalıştırdığında dikiz aynasından yüzünü izledim.

"Sence İdris Amir bizimle ne konuşacak?"

"Bilmiyorum." Kaşlarım havalandı.

"Sen, bilirsin." dedim inatlaşarak.

"Bilsem sadece seninle konuşmak isterdi." Evet maalesef ki doğruydu.

"Merak ettim." dedim gözlerimi cama indirip yolu izlerken. O da bir şey söylemedi zaten.

........

Lojmanların bulunduğu yere geldiğimizde arabayı park etti. Hızlı davranıp indim hemen. Ezbere bildiğim yolu yürüyordum ki arkamdan kapı örtülme sesi geldi. Bozuntuya vermeden ve duraksamadan yürümeye devam ettim. Aslında ona hala trip atmam gerekiyordu. Arif dayıdan sonra her şeyi unutmuş gibi yapmıştım. Tabii ki aklımdaydı. Ben onun karmaşasında kaybolacak kadın değildim. Onun bulanıklığındaki tek netlik de olamazdım. Doğrusu ben onun hiçbir şeyi olamazdım. Tepkileri bunu hücrelerime kadar hissettiriyordu.

Suratım ormandaki o hali tekrar takındığında bu defa kızgın değil sadece bitkin ve üzgündüm.

Arkamda kedi yürüyüşü kadar sessiz yürüyen adamı keşke,, keşke yok sayabilseydim. Bazı şeyleri-.. hayır, çoğu şeyi yok sayarak bu günlere gelmiştim. Ama benim yok sayamadığım tek şeydi o. Sinirlerimi hakkaten bozuyordu.

Evime, evet evime geldiğimde önünde durdum. Kaşlarım çatılırken ağzımın içinden histerik bi nefes alarak arkama döndüm. Ve elbette ki bakıştık. Bir anda arkama dönmem onu hep şaşırtıyor gibiydi.

"Seni," dedim bir adım yaklaşarak. Kaşları kalktığı için alnındaki çizgiler belirmişti. ",,nasıl yok sayabilirim?" Durgun gözlerimle baktım.

"Her an takip ettiğin halde, beni yok sayabildiğin gibi." Yutkundu. "Ammar." İsmini telafuz ettiğimde donuk bakışları kıpırdadı.

"Yok saymaya çalışmadığın zaman gözünde yok olacağım." Yerinde kıpırdadı. "Hafsa."

Şu an üşümüyordum ama üşüyormuş gibi hissediyordum.

"Peki bunu yapamıyorsam?"

"Yapmalısın." dedi ve ilk defa netti. Dudaklarım sahte bir şekilde kıvrıldı. Derin bir nefes verip arkamı döndüm. Yine ağrıyordu kalp organım. Eğer hastaysam, bu hastalığı Ammar tetikliyordu.

"Herneyse. Kalbim ağrıyor zaten. Görüşmek üzere." Daha fazla durmadan birkaç basamaklık merdiveni çıkıyordum. Bir fısıltı duydum.. Ama gerçek mi hayal mi bilmiyorum. Bir kelimelik fısıltı. Derin ve içten. Uzak ama kulaklarıma fısıldanmış gibi. Tüylerim ürpermişti. Bir hayaldi zannımca.

"Serçe.." diye bir fısıltı.

Ama, yemin ederim duymuştum.

.......

Continue Reading

You'll Also Like

52.6K 2.8K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
204K 4.6K 15
Genç Kız Edebiyatı içinde #1 Bir Mahalle Klasiği... Bu hikayede ne lüks evler arabalar, ne zengin insanlar, ne de kötü adamlar var... Bu hikayede b...
72K 6K 20
Leyla'nın yıldız haritasında Merkür ve Uranüs kavuşumu olan bir birinci evi var. Normal şartlarda dahi olması gerekiyor ama galiba değil. Evlenmek ü...
7.7K 478 50
Simsiyah bir ruh halini anlatan siyah bir defter hayal et... Bazen herşey bazen hiç birşey ....