ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.7M 93K 96.5K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL
39.Bölüm: ARZULU ARAF
40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM
*AYDINLANMA METNİ*
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ
49. Bölüm: DEJAVU

41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR

31.6K 1.9K 1.1K
By maysamellia


Herkese selam! Öncelikle ülkemizin başından geçen büyük bir doğal afet üzerine bölümü geç attığımı belirtmek isterim.

Umarım hepiniz iyisinizdir. Mental olarak çoğumuz çok kötü günler geçirdik. Fiziki olarak hepinizin iyi olduğunu düşünmek istiyorum. Depremzede arkadaşlara geçmiş olsun.

Hepimize büyük geçmiş olsun💙

Bu süreçte aramıza yeni katılanlara da hoş geldiniz demek istiyorum. Varlığınızı yorumlarda belirtin

Göz simgemizle başlayalım👉🏻

Keyifle okuyun💙

Bölüm Müziği:
Apartment-Bobi Andonov
Set fire to the rain- Adele


Gökyüzünün karanlığından damlayan yağmurlar kalplerimizdeki zifiri aydınlatabilir miydi?

~

Bir yalanı acı yapan şey örttüğü gerçeğin ortaya çıkmasıydı. Yalan, içindeki gerçeği kusana kadar tatlıydı.

Yalan, içinde acıyı barındırırdı. O acı her ne kadar sana hoş gelmese de boş bir şeye inanmak daha çok can yakmaz mıydı?

Bir düğüm olan gerçekler bir yalanın mızrağıydı bizim hayatımızda ve o mızrak; şu an zihnimize saplanmıştı.

Şu an çözülen düğümün ucu yalanın acı bir zifirini akıtmıştı zihinlerimize.

Tıpkı bendeki gibi Yavuz'un da gözlerinde o zifirin karanlığı oluşurken yutkundum. Şu an... Şair'in öz babasıyla mı karşı karşıyaydık?

Yavuz, elindeki kağıtla yanıma otururken kaşlarını çatmış bir şekilde Önder Gümüşay'a bakıyordu. Önder Gümüşay ise sandalyesine oturup bakışlarını teslim olmuşçasına üzerimizde gezdirmeye başlamıştı.

"Bana zamanında ne sikim döndüğünü ayrıntılı bir şekilde anlatacak mısın? Ortadaki gizemli ve aynı zamanda katil olan çocuğun babası sen misin?" Yavuz'da tıpkı benim gibi bir şok yaşamıştı ve bu şok onu daha da germişti.

Adam, usulca başını salladı. "On bir yıl önce öğrendim..." Gözlerini masada bir yere indirip sabitledi. Yavuz ise bakışlarını ona dikmiş, gergin bir şekilde onu dinliyordu. Şakağındaki damar hâlâ belirgindi. Önder Gümüşay, derin bir nefes alıp devam etti.

"Bu vaka sayesinde bir oğlum olduğunu öğrendim. Haberim yoktu. Ben..." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Ben Hülya'ya çocuğu aldırmasını söylemiştim."

Duyduklarımla benim de kaşlarım çatılırken olaylarla bağlantı kurmak amacıyla zihnimi zorluyordum.

"Baştan anlat şunu." Yavuz'un soğuk sesi odada yankılanmıştı.

"Babanın intiharında olay yerinde bulunan şiir annenin elindeydi. Yani Nur Özer'in."

Yavuz'un annesinin ismini ilk defa duyuyordum.

"Ve olay yerine gelindiğinde annenin aklı yerinde değildi. Cinnet geçirmiş bir durumdaydı. Bir komşunuzun silah sesi duyduğunu ihbar etmesiyle gitmiştik olay yerine." Bakışlarımı tepkisini ölçmek için Yavuz'a çevirdiğimde yüzünde mimik oynamamıştı. Annesinin acı hikayesini dinlemek şu an kalbimi acıtmaya başlamıştı. Yavuz'un içindeki deşilen yaraları düşünmek acıyan kalbimi daha da dağlıyordu. "Baban kendini asmıştı. Kardeşin silahla ölmüştü." Gözlerini Yavuz'a kaldırıp devam etti. "Kısaca bu dosyadaki her şey doğru. Bir yer hariç."

Dosyayı açıp birkaç sayfa çevirdikten sonra durup göz gezdirdi. "Kız kardeşinin göğsündeki atış uzaklığı yakın mesafede. Kurşunun girdiği yerde mesafeye göre metal parçacıkları bırakması gerekiyor ve bunların hepsi doğru."

"Sadede gel." Yavuz bakışlarını bir an olsun adamdan ayırmamış, çenesi kasılmıştı. "Söylediklerinin hepsinin doğru olduğunu ben de biliyorum."

"Evet... Zeki bir adamsın." Dosyayı kapatıp parmaklarını birbirine kenetledi. "Kız kardeşinin parmak izi vardı silahta. Dosyada bu da var fakat bu dosyaya katmadığım tek şey annenin de parmak izi."

Hayır...

Tahmin ettiğim şeyi duymak istemiyordum. Bu çok... Çok ağır bir gerçekti Yavuz için.

Bakışlarımı Yavuz'a çevirdiğimde yüzündeki mimikler ve soğuk bakışları değişmese de yutkunduğunu fark etmiştim. "O zamanki verilere göre silahın namlusu kız kardeşine dönüktü. Ve annenin parmak izi tabanca kabzasında, gövde kısmında vardı." Nefesini yavaşça dışarıya verdi. "Ve tetikte kız kardeşinin parmak iziyle beraber... Bu da demek oluyor ki kız kardeşin annen ve kendisi arasında bir çekişmede öldü."

Yani, kazayla...

Yavuz'un annesi... Bu yüzden delirmişti...

Bu... Bir anne için korkunç bir şey olmalıydı ve Yavuz'un şu an öğrendiğimiz gerçeklerle içinde kopan fırtınaları düşünemiyordum bile.

"O parmak izini sildin..." Sesinin donukluğu beni daha da gererken Önder Gümüşay konuşmasına devam etti.

"Kız kardeşin belki de intihar edecekti. Uzaklığın böyle olmasının sebebi bu. Yani annenin parmak izinin olmasının sebebi muhtemelen engel olmaya çalışması. Baban da intihar etmişti. Kız kardeşinin ölümü ise ondan önce gözükse de boğulma süreci ve kız kardeşinin kalbine direkt bir kurşun girmesini karşılaştırırsak baban daha önce ölüme itti kendini. Annen ise zaten..." Derin bir nefes alıp bakışlarını indirdi. "Böyle bir durum karşısında akıl sağlığını koruması zaten mucize gibi bir şey olurdu. Biz geldiğimizde annen cinnet geçirmiş bir vaziyetteydi."

Yavuz'un aniden yerinden kalkıp masanın önüne atılmasıyla yerimden hızla doğruldum. Ne olduğunu anlayamadan Yavuz masanın üzerindeki fincanı sağ taraftaki duvara hızla fırlatıp parçalanmasına sebep olmuştu. Kalbim bu anın gerginliğiyle hızlanmaya başlamışken Yavuz'un bağırışıyla yerimde kaskatı kesildim.

"O izleri neden rapora işlettirmedin orospu çocuğu?! Söyle!" Adama uzanıp oturduğu sandalyede yakalarından havaya kaldırıp kendine yaklaştırmıştı.

Önder Gümüşay ellerini Yavuz'un bileğine sarmış, sakin gözükmeye çalışsa da bakışlarındaki korku kendini ele veriyordu. "Anlatacağım... Sakin ol."

Sakin ol... Bu cümle hayatında böyle bir bilinmezlikle yaşamış bir kişi için ne kadar gereksizdi. Bu cümle, şu an Yavuz'a söylenecek son cümleydi. Çünkü yıllarca bir arafta cebelleşen bir adam gerçeklere bu kadar yaklaşmışken o gerçekler cehennemden bir bahçe de olsa sakin olması en son istenilecek şeydi.

Kapının açılmasıyla Önder ve benim bakışlarımız o tarafa çevrilse de Yavuz öfkenin alevini barındıran bakışlarını Önder'den ayırmamıştı.

"Neler oluyor Önder?" Önder Gümüşay'ın karısı Züleyha telaşlı bakışlarını üzerimizde dolandırıyordu.

Ona doğru dönüp omuzuna hafifçe dokundum. "Sorun yok, siz çıkın." Kadının çatık kaşları arasında sorgulayıcı bakışları Yavuz ve Önder Gümüşay arasında gidip geliyordu.

"Çık, Züleyha." Önder'in de sözüne aldırmayıp bakışlarını Yavuz'a sabitledi. "Ne yapıyorsunuz kocama?"

Kadının saçma sorusu üzerine göz devirip kapının oraya doğru iteklemeye başladım. "Sana çık diyoruz. Kocan tek parça merak etme. Yemedik."

Kadın çirkefçe bana bakarken "Ne diyorsunuz siz? Resmen benim evimde benim kocama şiddet uyguluyorsunuz," dedi.

"Züleyha sana çık dedim!" Önder Gümüşay'ın öfke dolu sesi odayı doldururken kadın telaşlı bakışlarını kocasına çevirdikten sonra bana baktı. Yavuz hâlâ adamın yakalarını tutuyordu.

Kadını kapıdan çıkarırken gözüne baka baka tekrar göz devirip "Duydun kocanı," dedim. Bakışlarında öfke belirirken dudaklarını aralamıştı ki konuşmasına fırsat vermeyerek kapıyı suratına kapatıp kilidi çevirdim.

Kapıyı kapatmamla Önder Gümüşay yutkunup Yavuz'un öfke dolu gözlerine baktı. "Her şeyi anlatacağım Dedektif. Zaten sen bu kadarını çözmüşken daha fazla saklayacak şey kalmadı."

Sonunda mantıklı konuşmuştu. Yavuz yakalarından onu biraz daha kendine çekti. Yüzleri arasında birkaç santim vardı. Sıktığı dişlerinin arasından konuştu. "Siktiğin hayatların karşılığını alacaksın zaten." Adamı hızla sandalyeye attığında Önder sandalyede dengesini kaybetmekle birlikte kendi ağırlığıyla sandalye duvara çarpmıştı.

Yavuz yerine oturmak yerine tek elini pantolonunun cebine sokup odada dolaşmaya başladı. Adam ise gömleğinin yakalarını düzeltip sandalyeye yerleştikten sonra kendini masaya yaklaştırdı. Boğazını temizleyip Yavuz'a bakmadan konuşmaya başladı. "Aslında olayı kapatma gibi bir amacım yoktu. Babanın intihar sebebini, ailenin neden bu hâle geldiğini araştırırken bu olayın içinde benim de bir bağım olduğunu fark ettim." Sözleri üzerine kaşlarımı çattım. "Şiir... O şiirin sonunda Hülya yazılıydı." Bakışlarımı Yavuz'un koltukta bıraktığı kağıda yönlendirip uzandım.

İlk görüşte sana akan yüreğim
Bu sefer heyecandan durulmak bilmiyor.
Taşan duygularıma tercüman ol, dileğim;
Her zaman benimle, kalbimde yerin.

                                                            Hülya

Bu şiiri bu kadın mı yazmıştı? Ama Önder "Bu şiirin sahibi benim oğlum," demişti.

Yavuz sırtını pencereye yaslamış, suskunlukla Önder Gümüşay'ı dinliyordu. "Tabii ki bir isimden olayı çözmedim. Babanın yazdığı nottan ortada bir vicdan azabı çektiği belliydi. Ve onu gören kızının kendini öldürmeye çalışmasıyla annenin elindeki şiir..." Parmaklarını önündeki dosyada gezdirdi. "Gizli bir ilişki vardı muhtemelen ve ben de babanın çalıştığı Yalova'daki tersaneye gittim. Oradaki iş arkadaşlarından bir şey bulurum diye umut ettim. Babanın takıldığı, yediği içtiği mekanları vs. öğrendim. Babanın tersanenin yakınlarında sürekli gittiği bir cafe, restoran tarzı bir yer varmış. Bu kadınla nerede tanıştığını öğrenmek amaçlı kafenin kamera kayıtlarına baktığımda..." Yutkunup bakışlarını Yavuz'a kaldırdı. Yavuz ise kaşlarını daha çok çatarak tepki vermekle yetinmişti.

"O şiirde adı geçen kadının orada çalıştığını gördüm ve o kadın..." başını pişmanlık besliyormuşçasına sağa sola salladı. "Benim çok öncesinde beraberlik yaşadığım kadın Hülya'ydı." Başını bana çevirip elimdeki kağıda baktı. "O şiiri yazanın annesi."

O zaman bu kadın Önder'le olan birlikteliğinde Şair'i doğurmuştu ve yıllar sonrasındaysa Sinan Çet'le evliyken Yavuz'un babasıyla gayrimeşru bir ilişki yaşamıştı... Dirseklerimi dizlerimin üzerine koyup parmaklarımı şakaklarıma bastırdım. Bu lanet kadın nelere sebep olmuştu böyle?

Peki ya Şair ve bu şiir ne alakaydı?

"Bu şiirin sahibi şu an seri bir katil. Aynı şekilde insanları katledip taşak geçer gibi yanlarına şiir yazıp bırakıyor." Yavuz'un sözleri üzerine kalbime saplanmış olan hançer yerinde dönmüştü. O insanlardan biri de benim ablamdı. Yutkundum. Masanın köşesine iki elini koyup hafifçe eğilerek devam etti. "Şimdi senden olan bu piçe dair her şeyi anlat."

Önder masaya daha da yaklaşarak yutkundu. Kaşlarını çattı. "Nasıl?" Yavuz sorusunu duymazdan gelerek konuştu. "Bunu sorgulamak için geç kaldın." Aniden tekrar bağırmasıyla irkildim. "Anlat!"

Önder Gümüşay derin bir nefes alıp dudaklarını birbirine bastırdı. "O kamera kayıtlarından yola çıkarak Hülya'nın babanla bir ilişki yaşadığını anlamamak imkansızdı. Ev adresini araştırdım ve yıllar sonra bu olay sayesinde onunla görüşme cesaretini buldum."

Eğer Hülya'yla görüştüyse çocuğunu da görmüş olmalıydı.

"Evine tek başıma gittim. Ve kocası felçliydi. Beni gördüğünde yüzünde oluşan nefreti unutamıyorum..." Bakışları o anı yaşıyormuşçasına donuklaşmıştı. "Babanın intihar ettiğini söylediğimde hiçbir tepki vermedi. Sanki... Sanki umurunda değilmiş gibi gelmişti bana."

"O eve girdiğinde çocuğu gördün mü?"

Yavuz'un sorusu üzerine başını olumsuz anlamda salladı. "Eskiden konuşmak istemesem de konuyu açmıştım. Değiştiğini, bir ailesi olduğunu gördüğüm için sevindiğimi söyledim. Evliyken başka bir adamla birlikte olmasının yanlış olduğunu uygun bir dille ona ima ettim. Fakat bir yandan da sinirlenmiştim. Şiirlerle mi adamlarla birliktelik yaşamaya başladığını sordum. Çocuğu olup olmadığını da sordum. Fakat içi o kadar nefret dolu cevaplar veriyordu ki tartışmaya başladık." Bakışlarını Yavuz'a kaldırdı. "Bana bunu sorgulayacak son kişi olduğumu haykırdı. Çocuğum ve beni yüzüstü bıraktın dedi." Gözlerini yavaşça masaya indirip dudaklarını birbirine bastırdı. "İşte o an bir çocuğum olduğunu öğrendim. Elinizdeki şiiri yazanın benim oğlum olduğunu da..."

"Ve yine sahip çıkmadın. Öyle mi?" Yavuz gözlerini adamdan bir saniye bile ayırmamıştı. Sırtı cama yaslı bir şekilde aşağılar gibi sorduğu soruyu adama yöneltti.

"Hayır, hayır. Öyle değil." Önder Gümüşay hızla başını sağa sola salladı. "Yıllar önce bir emniyette çalışıyordum. O zamanlar komiserdim. Mesleğimde yeni yeni yükseliyordum anlayacağınız." Dudaklarını ıslatıp devam etti. "Arkadaşlarla her zaman gittiğimiz bir mekan vardı." Elini havalandırıp hafifçe havada savurdu. "Kafa dağıtmak için giderdik ve o mekanda Hülya ile tanıştım. Yaklaşık bir senelik bir ilişkimiz oldu."

Derin bir nefes alıp sırtını sandalyesine yasladı. Gözlerimi kısıp merakla anlattıklarını dinliyordum. "Hülya..." Gözlerini Yavuz ve benim aramda gezdirdikten sonra önüne sabitledi. "Bir gün hamile olduğunu söyledi bana." Ellerini tekrar havalandırdı. Nereye koyacağını bilemeden havada sallayıp en sonunda bacaklarına koydu. "Henüz evli değildik ve ben... Ben ne yapacağımı bilemedim. Evliliğe hazır hissetmiyordum kendimi."

"Ve sen de o çocuğu istemedin..."

Yavuz kısmış olduğu gözlerini ardından buz gibi sesiyle konuşmuştu.

Önder sıkıntıyla nefesini verip ellerini saçlarının arasından geçirdi. "Ben... Evlilik istemiyordum işte ve ona çocuğu aldırmasını söyledim. Çocuğu aldırdığını söylemişti." Bakışlarında pişmanlık vardı. "Çok ağladı ama aldırdığını söyledi... Üzerimde baskı hissetmiştim. Ondan ayrıldım."

"Baskı değil, korktun." Aniden konuşmamla Yavuz ve Önder'in bakışları üzerime çevrilmişti. "Bir çocuğun sorumluluğunu alacağını düşünmek seni korkuttu." Ellerimi dizlerimin üzerine yerleştirdim. "Baba olmak seni korkuttu. Ve sen de kaçmayı seçtin." İğneleyici bir tonda konuşmama devam ettim. "Fedakârlık yapmak seni korkuttu. Bir kadınla ilişki yaşarken kendindeydin ama ona ve ondan olan çocuğa sahip çıkamayacak kadar korkaktın."

Böyle adamların yaşaması tamamen fazlalıktı bana göre.

Sözlerim üzerine ellerini şakaklarına dayadı. Çaresizce başını sallayıp yutkundu. "Evet korktum. Hayatımın değişmesinden... Ömrümün sonuna kadar bağlı kalmaktan... Tercihlerimden... Hayatım belli bir düzende değildi ve..." Duraksadı. "Korktum işte."

İğneleyici bakışlarım üzerinde gezinirken Yavuz'un bakışlarının da benden farksız olduğunu gördüm. "Çocuğu aldırdığını zannettin ama aldırmamıştı."

Önder Gümüşay dudaklarını aşağı kıvırıp başını yavaşça salladı. "Evet... Bunu babanın intiharının olduğu vaka da öğrendim. Pişmanlığımı o vakadan sonra evliliğini görünce daha da çok hissettim. Felçli, bakıma muhtaç bir adam... Bir çocuk ve geçindirilmesi gereken bir ev. Üstelik... O çocuk da bana ait..."

Dalga geçiyordu herhâlde.

"Mutlu ve güzel bir hayatı olsa vicdanın rahat mı olacaktı?" Öfkelenmeye başlamıştım.

"Tabii ki hayır," dedi omuzlarını indirerek. "Ama onu bu hâlde görmek beni daha da üzdü diyebilirim. O kavgada bana çocuğum olduğunu söylediğinde onu görmek istedim ama bana o kadar kinliydi ki onu asla göremeyeceğimi söyledi." Parmağıyla göğsüne hafifçe vurdu. Gözlerini bana dikti. "Babası olarak o çocuğu görmek benim hakkımdı ama göstermedi..."

"Babası olduğunu o gün hatırlaman ne kadar garip. Kadın sana hamile olduğunu söylemiş hâlbuki." Sesime yansıyan öfkeme aldırmadım. Yavuz benim aksime suskunluğunu koruyordu ve durgun bir şekilde Önder'i dinliyordu.

"Pişman oldum. Israr ettim. Ama ismini dahi söylemedi. O eve gittiğimde çocuk evde değildi. Okuldaydı sanırım ya da bir odada kilitliydi. Bilmiyorum ama oğlumu göremedim. Belki de haklıydı..." Pes etmişçesine omuzlarını yukarı kaldırıp indirdi. "Pişmanlığımın hiçbirine bir faydası olmayacaktı. Oğlumu görmeyi hak etmiyordum..."

"Neden olayı intihar olarak gösterdin?" Yavuz kollarını göğsünde birleştirmişti. Önder Gümüşay bakışlarını Yavuz'a kaldırdı.

"Hülya'ya ne kadar dil döktüysem asla kendinden taviz vermedi. Oğlumun ismini dahi söyleme girişiminde bulunmadı. Gözünde bir ölüden farkım yoktu. Vicdanımı rahatlatmak amacıyla ailemden kalan bir evimi satıp parasını Hülya'nın hesabına aktardım. En azından oğlumun geleceği için..." Elleriyle odayı gösterdi. "Görüyorsunuz, bu günlere gelme sebeplerimde ailemin mal varlığının bir payı da var."

Bu kadar basit olmamalıydı. Ebeveyn olmak bu değildi.

"Oğlunun o dönem kaç yaşında olduğunu hatırlıyor musun? Ya da Hülya'yla birlikteliğin kaç yıl önceydi?"

Evet, en azından yaşını öğrenebilirdik.

Yavuz'un sorusu üzerine başını eğip parmaklarıyla şakaklarını ovaladı. "Babanın vakasından dolayı evine gittiğimde sanırım tanışmamızdan on altı ya da on yedi yıl geçmişti." Nefesini sertçe verip gözlerini yumdu. "Emin değilim... Üzerinden zaman geçti ve net bir rakam söyleyemem."

"Diğer soruma cevap vermedin." Yavuz'un mimiksiz yüzüne bakıp onaylar bir şekilde başını salladı.

"Hülya'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra evlendim. Hülya'nın çocuğu aldırdığını sanıyordum... Ve o çocuk... Bir ailenin yıkılmasında delil bırakan taraftı. Annen muhtemelen şiir yüzünden olayları idrak etmişti ya da başka bir şekilde anladı, bilemiyorum ama sonuç olarak elimizde olan şiir babana yazılmıştı. O şiir vasıtasıyla dikkat çekmişti Hülya. Olayın kurcalanmaması adına şiiri de izi de yok ettim. Oğlum olduğunu öğrendikten sonra..."

Hülya'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra evlenmesi ne kadar ironikti.

Avuçlarını düz bir şekilde masaya koydu. "Bir ailenin yıkımında oğlumun adının geçmesini istemedim. Kendi vicdanımı susturacak başka bir şey bulamadım. Hülya ve oğlumun bu olayla bir ilgisi olmasını engelledim ve olaya direkt intihar süsü vererek davayı kapattım. Biliyorum..." Duraksadı. "Çok saçma belki de ama eğer annenin kız kardeşini kazayla vurduğunu dosyada belirtseydim annen psikolog ya da psikiyatristler eşliğinde sorguya çekilebilirdi. Elinde şiir vardı. Ne diyeceği belirsizdi. Zaten annenin parmak izi olsun olmasın baskın olan parmak izi, kabzayı kavrayan iz kız kardeşine aitti. Yani her türlü intihar edecekti. Annenin akıl sağlığını yitirmesi de işime yaradı diyebilirim."

Önder'in sözünü bitirmesiyle Yavuz'un adamın ensesine atılıp kafasını masaya vurması bir oldu. Saniye içerisinde gerçekleşen bu olaya müdahale edemezken adamın acı dolu inleyişiyle yüzümü buruşturdum.

"Bakalım siktiğim şansın şimdi işine yarayacak mı?!" Sıktığı dişleri arasından adeta tükürürcesine konuşmuştu. Adamı masaya eğik duran ensesinden hızla kaldırdığında bu sefer kafasının arka tarafı duvara sert bir şekilde çarpmıştı. Tekrar acıyla inlediğinde Yavuz bu duruma aldırmadan tek elini adamın boğazına sardı. Gözlerinden saçılan öfkeye hak veriyordum.

"Olay yeri inceleme raporlarını kendi başına değiştirme yetkin olmadığını ikimiz de iyi biliyoruz."

Önder'in alnı kızarmış, burnundan ince bir kan süzülmeye başlamıştı. Yavuz'un boğazını sıkmasıyla gözlerini daha da araladı. "Mal varlığım olduğunu söylemiştim."

Pislik herif... Rüşvet verip raporda Yavuz'un annesinin parmak izini sildirtmişti.

"Mal varlığın ne oğlunun ne de senin götünü kurtarmayacak artık. Biliyorsun değil mi?" Cevap almak istercesine yüzünü adamın yüzüne daha da yaklaştırdığında Önder kabullenircesine gözlerini ondan kaçırdı.

"Zaten olaydan bir müddet sonra Hülya'nın intihar ettiğini duydum. Şu an isteseniz de Hülya'ya ulaşamazsınız." Önder'in yüzü iyice kızarmıştı ve sesi kısık çıkmaya başlamıştı. Yavuz elini boğazından çektiği gibi sandalyesine yerleşip derin bir nefes alarak boğazını ovalamaya başladı.

"Hedefimiz Hülya değil zaten. Senin ruh hastası oğlun."

Yavuz şu an öfkesinde o kadar haklıydı ki onu durduracak hiçbir şey yapmak istememiştim. Yıllarca annesinin ve ailesinin neden bu hâlde olduğunu sorguladığı belliydi. Ve şu an görevini çıkarları uğruna kullanmış bir polis yüzünden bu bilinmezlikte olduğunu öğrenmişti. Annesinin, tek yaşayan canından parçanın neden bu hâlde olduğunu biliyordu artık.

Bazen bilmek, acı verici bir öğrenmenin yolundan geçerdi...

"İnanın ben de bilmiyorum. Ne adını ne sanını... Hülya o kadar kinliydi ki bana oğluma dair hiçbir şey göstermedi. İsmini dahi bilmemin hakkım olmadığını söylemişti. Tek yapabildiğim onlara bir ev parası vermek ve gelecekte ya da o an etkilenmemeleri adına davaya intihar süsü vermekti. O intihar ettikten sonra oğlumu araştırdım fakat bulamadım. Çocuk benim üzerime değildi. Kocasından önce doğmuş olduğuna göre kocasının da üzerine olamaz diye düşündüm. Zaten bir oğlum olduğunu öğrendiğimde ben de evliydim. Aradan uzun yıllar geçmişti. Ne kadar sahiplenebilirdim ki..."

Bu adam konuştukça midem bulanmaya başlamıştı.

"Zarf açacağı ya da bir makas var mı odada?"

Yavuz şu an bunu neden sormuştu ki? O kesici aletlerle ne yapmayı planlıyordu?

Adamın gözleri Yavuz'u sorgularcasına üzerinde gezindi. Derinlerinde oluşan telaşı görülebilir cinstendi. "Neden soruyorsun?"

"Sorularıma soruyla karşılık verilmesinden hoşlanmam."

Önder tedirginlikle yutkunup sol tarafında kalan çekmeceyi açtı. İçerisinde küçük bir makas çıkarırken bakışlarını Yavuz'a götürüp kaçırıyordu.

Yavuz bu makasla... Adamın şeyini mi kesecekti yoksa?

Öfkesi hâlâ dinmemişti ama bu kadarını önleyebilmek adına müdahale edebilmek için diklenip hazır bir pozisyon aldım.

Önder makası yavaşça masaya koyduğunda Yavuz elini masaya uzatıp makası almıştı. Vücudumun gerildiğini hissetmeye başlamıştım. Aldığı makası yüzünün hizasına getirip göz gezdirdiğinde Önder Gümüşay'ın sertçe yutkunduğunu fark ettim. Yavuz... Ne yapmaya çalışıyorsun?

Yavuz'un soğuk bakışları beni bulduğunda gülümsedi. "Bu makas işimize çok yarayacak." Ses tonu iliklerime kadar beni gererken dudaklarımı araladım.

"Ne konuda?"

Önder Gümüşay yerinde kıpırdanıp beni onaylarcasına konuştu. "Evet, ne konuda?"

Yavuz adama doğru bir adım atıp gözlerini yüzüne çevirdi. Dudakları yukarı kıvrılırken makasla birlikte adama doğru eğildi. "Katili bulma konusunda." Sözünü bitirir bitirmez Önder'i saçından tutup kafasını geriye yatırdı. Yerimden kalkıp masaya doğru bir adım atarken Önder "Ne yapıyorsun Dedektif!" diye endişeyle bağırmıştı.

"Yavuz ne yapmaya çalışıyorsun?" Telaşla sorduğum soruyla bakışlarını bana kaldırıp tekrar Önder Gümüşay'ın yüzüne baktı. Makası parmaklarının arasındaki saç tutamlarından geçirip kesti.

Şimdi ne yapmaya çalıştığını anlamıştım...

"Bir kağıt çıkar Ezgi." Başıyla masanın üzerinde olan defterlerden birini işaret etmişti.

Uzanıp defterlerden birini elime aldım ve boş bir kağıt yırtıp ona uzattım. Kesinlikle bu saç tutamı işimize yarayacaktı. Aniden gerilmiştik ama olsundu. Yavuz'un ters köşelerine alışmam gerekiyordu artık.

Adamın saçını bıraktığında yerinde doğrulup yakalarını düzeltti. Önder ise elini saçlarına götürmüştü. "DNA için mi aldın?" Parmaklarını saçında gezdirirken bakışları Yavuz'un elindeki saçındaydı.

"Evet, Başkomiser. Oğlunun götünü mü toplayacaksın yoksa?"

Yavuz elindeki saç tutamını kağıda sarıyordu. Ben ise kağıdı ondan almak adına ayakta bekliyordum.

Önder Gümüşay eliyle alnını ovuşturarak pişmanlık barındıran gözlerini Yavuz ve benim aramda gezdirdi. "Ben... Üzgünüm. Oğluma sahip çıkmadım. Ve..." Bakışlarını yavaşça yere indirdi. "Eğer seri bir katilse ne gerekiyorsa yapılsın. Bunun için üzülmem. Tek üzüleceğim şey benden olan birisinin böyle bir vahşet saçmasıdır."

Böyle bir durumda oğlu için üzülecek kadar da şerefsiz olmamalıydı zaten. Gerçi oğluna sahip çıksaydı belki de bunlar olmayacaktı. Belki de benim yakınlarım, ablamdan önce ölen kadın... Hepsi yaşayacaktı...

"Kendin için de üzülmelisin. Mal varlığın boklarını örtemeyecek çünkü."

Yavuz cebinden telefonunu çıkarıp yüzünü cam tarafına dönmüştü. Önder Gümüşay ise teslim olmuşlukla omuzlarını indirip gözlerini yere sabitledi.

Yavuz telefon kulağındayken omuzunun üzerinden Önder'e döndü. "O dönem paranla kimi alet ettiysen onlar da cezasını alacak. Karınla vedalaş, burada son saatin artık."

----

Önder Gümüşay'ı polislere teslim ettikten sonra otele gitmek üzere yola çıkmıştık. Eşyalarımızı toplayıp İstanbul'a gidecektik. Yanımıza aldığımız DNA numunesiyle birlikte...

Bu numuneyle şüpheli doktorlardan Hakan'da yaptığım gibi örnek alıp eşleşmelere bakabilirdik. Artık sona doğru geldiğimizi hissetmeye başlamıştım. Fakat şu an Yavuz'un suskunluğu içinde kopan fırtınaları örtbas ediyordu. Onun içinde kopan fırtınaların yankısını yüreğimin ücralarında hissedebiliyordum.

Mızrağın ucundaki gerçekler sadece zihnimize değil, kalbimize de saplanmıştı.

Bakışlarımı direksiyonda olan Yavuz'a çevirdim. Donuktu, sessizdi, hissizdi... Yüzüne ördüğü o düz duvarın arkasında sakladığı Yavuz'un ne hâlde olduğunu tahmin edebiliyordum. O Yavuz feryat ediyordu belki de. Bir köşeye çekilmiş kırıklarını topluyordu belki...

Belki de ona sarılacak birisine ihtiyacı vardı...

Konuşmadım. Ona ne diyeceğimi bilemiyordum. Bana her zaman "Gerçekler bir hançer kadar keskindir," derdi. O hançerin kesiğiyle tanışmıştı şu an. Konuşmasını istiyordum. Konuşmak istiyordum. Yaralarını iyileştiremesem de o yaralara dokunmak, o yaraları okşamak istiyordum.

Bir sigara yakıp dudaklarına yerleştirdi. Aynı şekilde ben de çantamdan çıkardığım sigarayı dudaklarımın arasına aldım. Karanlık grinin ciğerlerimize akmasına izin verdik. O yaralara ulaşıp onların üzerini ince bir sisle örtseydi keşke.

Acı gerçeği içinde barındıran yalan, ucu zifire bulanmış bir mızraktı.

O uçtaki düğümleri parmaklarımızla çözmüştük. O zifire bulanmış gerçekleri tatmıştık.

Mızrağın ucundaki zifir kalbimize akmıştı. Avucumuzdan akan düğümler bir bir dolanmıştı yüreğimize...

Otele vardığımızda odalarımızın bulunduğu kata çıkmak için asansöre binmiştik. Yavuz telefonuna gelen bir bildirimle kaşlarını çattı. Aynı şekilde bana da bildirim gelmişti. Tam bildirime bakacakken Yavuz'un sesiyle duraksadım.

"Bu gece yola çıkamayız. İstanbul'da fırtına bekleniyor. Muhtemelen sana da uyarı mesajı geldi."

Böyle bir durum varsa yola çıkamazdık. Bir kez daha yolda kalırdık yoksa.

"Sen odaya çık. Ben bir gece daha yerimizi ayırayım."

Olur anlamında başımı usulca sallarken elini belime yerleştirip asansörden benimle birlikte çıktı. Odaya kadar benimle yürüyüp odaya girdiğimden emin olduktan sonra geri dönerek alt kata indi. Bana karşı nahif tutumu ona bir kez daha bağlarken beni, üzerimdekileri çıkarıp beyaz renkte salaş bir tişört giydim. Altımdaki taytımı çıkarma gereği duymadan balkona çıktım.

Hava kararmıştı ve bu gece rüzgar biraz daha sert esiyordu. Yağmur yağacak gibiydi. Otelin dış cephesindeki sarı ışıklar ortamı loş bir şekilde aydınlatmıştı. Karşımızda kalan ormandaki ağaçlar rüzgarın da etkisiyle yapraklarını birbirine sürtüyordu. Parmaklarımı balkonun demir parmaklıklarına doladım. Gözlerimi kapatıp adeta ormanın fısıltısı olan bu sesi dinlemeye başladım. Kalbime usulca işlenen bu ses rüzgarla birlikte güzel bir senfoninin tadını bırakıyordu yüreğimde.

"Bir gece daha..."

Kulağımın kıyısında duyduğum Yavuz'un sesiyle varlığını arkamda hissetmem bir oldu. Gözlerimi araladığımda burnuma gelen sigara kokusuyla bir kolunu boynuma doladı.

"Bir gece daha dinleyebilirsin bu sesi. Tadını çıkar."

Kendi odasından balkona çıkarak yanıma gelmişti anlaşılan. Zaten birkaç adımlık mesafe vardı odalarımızın kapılarının arasında. Bir kolu boynuma sarılıyken diğer eliyle sigara içiyordu.

Konuşması içime akmış olan zifirin acı tadını yok etmeye başlamıştı sanki. Suskunluğu daha çok acı vermişti çünkü. Ama hâlâ içinde sakladığı Yavuz konuşmamıştı. O kaybolan Yavuz içinde bir yerlerde çığlık çığlığaydı, biliyordum.

"Tadını çıkardığım gece, bu gece olmasaydı keşke."

Sigarasından çıkan duman yüzümün yanını sıyırarak rüzgara karışıyordu. "Neden?"

Hâlâ bir şey olmamış gibi davranması...

"Bu ses bugün duyduklarımızın ağırlığını ne kadar hafifletebilir ki..."

Konuşmadı. Yine...

Dudaklarımın arasına getirdiği sigaraya ufak bir bakış atıp onu dudaklarımın arasına yerleştirmesine izin verdim. Parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı bırakmadan derin bir nefes çekmeme izin verdi. Dudaklarıma değen parmaklarını usulca çekerken sigara dumanını yavaşça üfledim. Aynı şekilde o da sigaradan duman çekti.

Bir sigaranın dumanına ortak olmuştu kedere bulanmış nefeslerimiz. Dudaklarımız bir sigara dalına izini bırakmıştı.

Sırtımı sert göğsüne yasladım. "Neden bana söylemedin?"

Sigarayı tekrar dudaklarıma yerleştirdiğinde tekrar derin bir duman çekerken dalı bu sefer ben aldım parmaklarımın arasına.

"Neyi?"

Neyden bahsettiğimi biliyordu. "O adamın ailenin davasıyla ilgilendiğini bilerek geldin." Yüzümü ona hafifçe kaldırıp sigara dalını aralamış olduğu dudaklarına yerleştirdim. "Sana sorduğumda bana bahsettiğin aile senin ailendi." Yüzümü tekrar ormana çevirdim.

"Evet..." Duraksadı. "Benim ailemdi."

Başımı omuzuna yasladım. Kolu hâlâ boynuma dolanmış vaziyetteydi. "Neden sakladın benden? Çok sordum sana."

"Senden saklasaydım o adamın yanına kadar getirmezdim seni." Çenesini başıma yasladı. "Hem de gerçekleri duyacağını bile bile..."

"O gerçekleri senden duymak isterdim." Ellerimi koluna koydum. "Duygularını senin dudaklarından işitmek isterdim."

Dudaklarını saçlarımın arasına değdirdi. O kadar hafif değdirmişti ki sanki yaralı bir kuşu öper gibiydi. "Bazı gerçekler ağır gelir dile."

"Duyguların..." Dudaklarımı ıslattım. "Hislerini de söylemedin."

Güldüğüne dair erkeksi ve kısık bir ses çıktı boğazından. "Bazen sadece alışırsın. Her ne kadar güçlü olsan da gücünün yetmeyeceği düğümler takılır boğazına." Derin bir nefes aldı. "O düğümleri geçemez bazı duygular. Ben o düğümleri aşamadım."

O kadar derindi ki sözleri...

O kadar dolu ve şeffaftı ki sesi, hissetmiştim duygularını.

Kendisi söyleyemediği için başkasının ağzından duymamı sağlamıştı...

Esen rüzgarla birlikte yüzüme değen birkaç yağmur damlası bir olmuştu. Kolunda olan ellerimi teninde gezdirdim. Üzerinde kısa kol bir tişört vardı.

"Hava soğudu. Üşümüyor musun?"

Boynumda olan koluyla daha da sıkı sardı beni. "Şu an değil."

Tıpkı Kerim'i öğrendikten sonraki karşılaşmamızdaki gibi; 15 Aralık günü...

Başımı hafifçe ona kaldırdım tekrardan. "Seninle bir anlaşmamız vardı."

Yüzünü yüzüme eğdi. "Hangisi?"

Yüzünü inceledim. Yeşilleri merakla yüzümde geziniyordu. "Bana ne hissettiğini söyle..."

Cümlemi bitirdikten sonra gözleri kısa bir an gözlerimde kilitli kalıp ormana çevrildi. Onu görmek istiyordum. İçindeki Yavuz'u hissetsem de onunla konuşmak...

"Benim silahımı bana çeviriyorsun, ha?"

Dudaklarım yukarı kıvrıldı. "Senin öğrencinim." 'Senin' kelimesini bastırarak söylemiştim.

"Boynuz kulağı geçmek üzere o hâlde." Gülümsediğini anlasam da sesindeki kırıklık hâlâ parça parça vardı.

"O kadar olmasa da bizde de var bir şeyler." Yağmur damlaları biraz daha sıklaşmıştı.

"Bugün daha iyi anladım." Ona baktığımda o da bakışlarını bana indirmişti. "Sorguda çok iyi yerlerden vurdun. İşte benim öğrencim böyle olmalı, dedim."

"Öğrenciler ve öğretmenler anlaşmalarında sadık olmalı."

Kaşlarını çattı. "Ne konuda?"

"Bana ne zaman ne hissettiğimi sorduğunda söyleyecektim ve sen de aynı şekilde ben sorduğumda söyleyecektin."

Yukarı kıvrılmış dudakları düz bir hâl alırken boynumdaki kolunu gevşetip kendi odasının yan tarafında bulunan masaya doğru yürümeye başladı. Elindeki sigara külünü küllüğe atarken ben de birkaç adım ilerleyip onun masanın önünde kalan parmaklıklara yaslandım. Arka tarafımda mor menekşelerin bulunduğu küçük saksılar vardı.

"Yavuz." Sıklaşan yağmur damlaları yüzlerimizden süzülmeye başlamıştı. Ona seslenmemle birlikte bakışlarını bana kaldırdı.

"İçine gömdüğün Yavuz'u görmek istiyorum." Onun acısı hissedercesine atan kalbim göğsüme ağırlık yapıyordu. "O Yavuz'a şahit olmak, onunla konuşmak... Her ne kadar düğümleri aşıp konuşamasa da, her ne kadar gözlerinde onu görüp hissetsem de ona sarılmak, kalbindeki yarayı okşamak istiyorum. O yaraların iyileşmeyeceğini bilsem bile..."

Bana iki adımlık mesafedeydi. Ve o mesafeyi adımlayıp tam önümde durdu. Sırtım ormana, gövdem Yavuz'a dönüktü. Ellerimi kaldırıp yüzünü avuçlarım arasına aldım. Gözlerinde bahsettiğim Yavuz'u görebiliyordum. En derinlerinde, benim derinlerime bakıyordu.

Kalbindeki acıyı hissetmek, yalnızlığına ortak olma isteği kalbime yerleşirken yüzümden süzülen ıslaklığa yaşlarım da karışmıştı belki de. Gökyüzünün karanlığından damlayan yağmurlar kalplerimizdeki zifiri aydınlatabilir miydi?

Ellerini belime yerleştirdi. "Gökçe'nin sorgusu için  evime geldiğinde ben ağlarken ne dediğini hatırlıyor musun?" Tıpkı o gün ki gibi bir elimi kalbine koydum. Bu sefer elimi kalbine koyan taraf o değil, bendim.

"Issız kalbim yaralarınla şenlenmeye razı."

Gülümsedim. "Evet. Yaralarım kalbinde yaşayabilir." Yüzünde olan elimi yağmurdan ıslanmış sakallarında gezdirdim. "Ama ölüm denen gerçek kalbimde harabe oluşturdu."

Yağmur şiddetini arttırırken üzerimizdeki tişörtler sırılsıklam olmuştu. Elleri topuzumdaki tokaya giderken alnını alnıma yasladı. "Kalbindeki harabeler benim yuvam artık. Oradan başka yerde nefes alamam."

Tokamı açtığında yağmur damlaları saçlarımın arasından kayarken kollarımı boynuna dolayıp parmak uçlarımda kalktım. Boynuna doladığım kollarımla sımsıkı tutundum ona. Sımsıkı bastırdım göğsümü göğsüne.

Onun da kolları belimi sararken burnumu boynuna gömüp bir elimle ensesini okşadım. "Ölüm gibi bir şey hayatıma girerken seni de getirmesini istemezdim." İç çektim. O da aynı şekilde burnunu boynuma gömmüştü. "Ölüm... Böyle bir gerçekle senin gibi bir hayalin aynı anda kalbimde var olmasını istemezdim."

Bir eli sırılsıklam olmuş saçlarımı okşarken dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Ölüm yaşamdan daha gerçek. Bizi birbirimizde yaşatan şey..."

Her zaman ki gibi yine haklıydı.

Ayaklarımı tamamen yerle buluşturup yüzünü görebilmek adına kollarımı gevşeterek geri çekildim. Yüzünü ellerimin arasına alıp sırılsıklam olmuş saçlarını alnından geriye ittim. Uzağımızdan gelen köpek seslerine aldırmadan konuştum.

"Sen... Çok güçlüsün Yavuz."

Yeşillerinde gömülü Yavuz bana bakarken onunla konuşmak beni yine herkesten ayrı hissettirmişti. Apayrı...

Derin bakışları yüzümde gezinirken gözlerimde durdu. Sanki bir şey ispatlamak ister gibi, sanki bir sır verir gibi araladı dudaklarını.

"Aşık bir adam güçsüzdür Ezgi. Ben senin yanında güçsüzüm..."

Belimde olan elleri beni aniden kendine çektiğinde dudaklarıma örtünen ıslak dudaklarıyla yeşillerine bakan gözlerim kapandı.


&&

Yağmur yavaştan çiselemeye başlamıştı. Gecenin karanlığında pek dikkat çekeceğini sanmıyordu. Ormanın biraz daha ilerisindeydi ve ağaçlar yüzünden net bir şekilde görünemezdi. Bakışları dakikalardır aynı yere sabitliydi.

Yüzüne damlayan yağmura aldırmıyordu çünkü yağmuru severdi. Yağmur onun dostuydu.

Bakışlarının olduğu balkonda adam kollarını kadının boynuna dolamıştı. Kadın ise halinden memnun görünüyordu. Bu çift... Bu çifte oynadığı oyunlar o kadar hoşuna gidiyordu ki...

O'na tıpkı annesi gibi hayrandı fakat kendisine ihanet etmişti. İhanetinin bedelini ödeyecekti.

Diğeriyse akıl oyunlarıyla anlayacaktı onu...

Adam odasının kapısındayken kadın balkonun demirlerine yaslanmıştı. Yağmur ise şiddetini biraz daha arttırmıştı.

Her şey kontrolü altında olmalıydı. O yüzden buraya gelmişti. Kırmızı her ne kadar onu haberdar etse de iki günlüğüne de olsa burada olanlara şahit olmak daha farklıydı. Hem resmi olarak izinliydi de. Ekstradan izin kullanmamıştı ve bu durum şüpheleri üzerine çekmezdi.

Adamla kadının birbirine daha da yaklaşması üzerine kaşları çatıldı. Yağmur yüzünden sırılsıklamdı artık.

Birbirlerinden hafifçe ayrılırken O da geri geri gitmeye başlamıştı. Yanındaki iki köpeğiyle beraber...

Köpeklerinin havlamasıyla iki eliyle onları okşayıp "Şşş," diyerek susmalarını sağladı. Bakışları hâlâ balkondaydı ve gördüğü şeyle dudaklarını ısırıp arkasını dönerek köpekleriyle ilerlemeye başladı.

"Öpüştüler," dedi tıslarcasına. "Öpüştüler..."

Artık eve gitme vakti gelmişti. Fırtınaya yakalansa da onlardan önce eve varması iyi olacaktı.

###

Ay Ezgi ve Yavuz'u yazarken yumuş yumuştum yine🥹

Aralarındaki diyalogları çok seviyorum. Onların böyle diyaloglarını çok hissederek yazıyorum. Umarım geçiyordur size

En sevdiğiniz söz hangisi oldu?

Şair her yerde yine tabii ki...

Sonraki bölüm görüşeceğiz 🔥

İnstagram hesabımdan bana ulaşabilirsiniz💙

Sizi sevdiğimi biliyorsunuz🫶🏻

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 155 16
Şiirler bana aittir. 🌟 Her şiir şairinin ruhunu taşır. Bazen bir parçasını bazen bütününü yansıtır. Hikaye, romanı herkes okuyup anlayabilir ama şii...
289K 9.8K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
66.9K 268 2
Kitap düzenlemeye girmiştir anlam hatları olabilir düzenleme bitene kadar başlamamız önerilir "Ada abla biraz gezelim mi Babam sen ben üçümüz " dedi...
127K 4.5K 70
Hayatınızda değiştirmeyeceğiniz üç şey vardır bunları biliyor musunuz? Ölüm... Kader ve Geçmiş... Bunların üçünü asla değiştiremezsin. Ne olursa ols...