ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.8M 95.5K 97.7K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL
39.Bölüm: ARZULU ARAF
*AYDINLANMA METNİ*
41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ
49. Bölüm: DEJAVU
50. Bölüm: GÖĞSÜNE EMANET
51. Bölüm: KAN VE KIRMIZI

40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM

35K 1.9K 3K
By maysamellia


Selam! Çok ara vermeden sizlerleyim yine
Bölümü dayanamayarak bu saatte atıyorum. Artık uyuyanlar da yarın okur:)

Gittikçe büyüyoruz ve sınırlarımızı zorlarsak neler olacağını merak ediyorum... Sizlerden ricam bu bölümü 1000 yoruma tamamlamanız. Zaten herkes bir göz simgesi atsa beş katı yorum olur mdaşkdaimx Tabii en önemlisi sizlerin kitabı okurken duygu ve düşüncelerinizi belirtmeniz:)

Bakalım tamamlayabilecek miyiz...

Hem... Sizlere çok güzel gerçeklerle geldim👁️

Hadi göz simgemizi koyun ve okumaya başlayın👉🏻

Bölüm müziği: Not Afraid Anymore-Halsey

Keyifli okumalar💙

Gerçekler cehennemden bir bahçe kadar yakıcı, ona ulaşamamak; bir mezar kadar boğucuydu🥀🔥

~~

Bir sıcaklık... Yabancı olmadığım bir sıcaklıkla beraber zihnime kazınmış bir kokuyla sarmalanmıştım sanki. Bedenim bu tatlı sıcaklığa teslimken gözlerimi ağırca araladım. Kafam, bedenimin aksine ağır bir soğukluğun baskısı altındaydı. Sanki beynim erimiş de tekrar donmuş gibi...

Gözlerimi etrafta gezdirdiğimde bana yabancı gelmeyen odadaydım. Tanıdık bir kokuya maruzdum. Yavuz'un odası ve yatağı...

Fakat bu koku o kadar Yavuz'du ki kendimden uzaklaşmış gibiydim. Yatakta tektim ve gövdemi kaldırıp yorganı üzerimden attığımda gördüğüm şeyle duraksadım.

Altımda bir şey yoktu ve... Üzerimdeki tişört...

Bir dakika...

Ağırlaşmış başımın sızlamasına küfrederek gözlerimi sıkıca yumup tekrar açtım. Banyodan su sesi geliyordu ve Yavuz muhtemelen duştaydı. Bacaklarımı yataktan sarkıtıp ayaklarımı zemine sabitledim. Gözlerimi dikkatle odada gezdirdiğimde yerde gördüğüm elbisemle kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım.

Ben neden Yavuz'un tişörtüyleydim ve neden elbisem yerde?

Üstelik buram buram Yavuz'un şampuanı kokuyorum?

Ellerimi şakaklarıma bastırıp gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Dün geceye dair hatırladıklarım: biz bara gitmiştik, Yavuz'u zorla dansa kaldırmıştım... Her şey kesik kesikti. Yavuz'un kucağında sokaktaydım. Eee? Devamı nerede?

Nefesimi sertçe verip bulanmış beynimin derinlerini zorlamaya çalıştım. Hatırla Ezgi, ne bok yedin dün gece?

Bunlar haricinde gözümün önüne hayal meyal gelen şey, bana içki veren barmen çocuğun kanayan kafasını tutmasıydı. İyi de, ne olmuştu da o çocuğun kafası kanıyordu?

Her şeyden önce benim bu yatakta bu vaziyette olmamın, aynı zamanda Yavuz'un duşta olması arasındaki tesadüfün ihtimal olasılığını tartmam lazımdı.

Yoksa... Hayır, ya. Ben sarhoş mu olmuştum? Tüm manzaranın gösterdiği tek bir ihtimal vardı: Ben sarhoşken... Seks mi yapmıştık?

Gözlerimi yerde gezdirip hayatı sorgulama seansı yaparken banyonun kapısının açılmasıyla bakışlarımı o tarafa kaldırdım. Yavuz gri renkte bir bornoz giymiş, elindeki el havlusuyla ıslak saçlarını kurularken bana bakıp gülümsedi.

"Uyanmışsın."

Ona zoraki gülümsemeye çalışsam da bulunduğum kafa karışıklığından dolayı dudaklarımı hafifçe yukarı kıvırabilmiştim. "Uyandım."

Şimdi ne diyecektim ona? "Dün gece aramızda ne geçti?" diye soramazdım.

"Sanki biraz gergin gibisin." Bakışlarını üzerimde gezdirirken dudaklarında bastırmaya çalıştığı bir gülümseme olduğunu sezmiştim. Saçımı kulağımın arkasına yerleştirip alt dudağımı hafifçe dişledim. "Hayır, gergin değilim. Sadece biraz başım ağrıyor."

Karşımdaki dolabın önünde durup aynasına bakarak saçlarını kurulamaya devam etti. "Dün geceki sarhoşluğundan sonra normaldir." Aynadan bakışlarını bana çevirip göz kırptı. "Yaramazlıklarından dolayı ben de yoruldum biraz."

Yaramazlık mı?

Kaşlarımı çattım. "Ne yaramazlığı?"

"Sarhoşların yaptığı yaramazlıklar."

Derin bir nefes aldım. Yavuz'un şu an bu ses tonunda ve imayla konuşması hiç hayra alamet değildi. Bir anda sırıtarak gövdesini bana çevirdi. "Gerçi seninki yaramazlıktan öte rezilliğe girdi ama zaman her şeyin ilacı demişler."

Rezil olacak ne yapmış olabilirdim?

"Açık konuşur musun Yavuz?" İyice gerilmeye başlamıştım. Bu cool şeytan fırsattan istifade benimle uğraşıyor da olabilirdi.

Sorumu duymamış gibi arkasını dönüp elindeki havluyu banyoya fırlattı. Döndüğünde yüzündeki alaycı sırıtış yerindeydi. "Gerilme bu kadar. İnsanlar unutur yaptıklarını." Nemli sakallarını sıvazladı. "Ben unutmam, o ayrı mesele."

Ne insanı ya? Bir saniye... Gözlerimi kısa bir an yere indirip aklıma gelen barmen çocuğun görüntüsüyle yutkundum. O çocuğun kafasını ben mi yarmıştım yoksa?

Saçmalık!

"Ne yapmışım, söylesene sen bi." Kaşlarım çatık bir şekilde ona baktım.

"Hatırlamıyor musun yoksa?"

Bir de sanki anlamamış gibi soruyor. Nefesimi sertçe verdim. "Hatırlamıyorum tamam mı?"

Omuzlarını büyük bir rahatlıkla havaya kaldırıp "Tamam," dedi. "Hatırlama zaten." Adımlarını bana doğru yönlendirip çıplak ayaklarımın önünde durdu. "Hatırladığında utanacağın şeyler yapacağın konusunda seni uyarmıştım dün gece ama sarhoşluk işte..."

Hayır. Şu an benimle sadece eğleniyordu. Ben utanacak ne yapmış olabilirdim ki? Hayır yani, en fazla ne olabilir?

Aklın sıra benimle alay edecek işte.

"Sarhoş oldum ya sana da gün doğdu değil mi? Nasıl olsa hatırlamıyorum diye salla dur, uğraş benimle."

Ufak bir kahkaha attı. "Sallamak mı?" Alt dudağını dişlerinin arasına alıp başını sağa sola salladı. "Ben kendimi geçtim, insanlara yaptıklarını ispatlayabilirim istersen. Biliyorsun ben bir dedektifim."

Ciddiydi... İnsanlara yaptıklarım... Kahretsin, o barmen çocuğun kafasını ben yarmıştım değil mi??

Tek hatırladığım buydu ve umarım bahsettiği 'tek' şey de budur.

"Olan barmen çocuğa oldu. Senin topuklulardan kafası nasiplendi."

Hayır yaa! Bakışlarımı Yavuz'dan kısa bir an çekip bu sefer kendimden emin bir şekilde gözükmeye çalışarak ona baktım.

"Ben yapmamışımdır. Sen dün geceyi hatırlamıyorum diye bana oynuyorsun. Yer miyim ben?"

Elleriyle etrafı gösterdi. "Hani, o zaman topuklu ayakkabıların nerede?"

Gözlerimi hızla etrafta gezdirdiğimde gerçekten ayakkabılarım ortada yoktu. Elbisem yerdeydi ama ayakkabılarım yoktu.

Bu konu hakkında dedikleri doğruya benziyordu. Hayır, ağlamayacağım.

E ben niye Yavuz kokuyordum ve üzerimde onun tişörtü vardı? Sıçacağım bu işin ağzına. Ne olmuştu dün gece aramızda? Ben bu hâlimin sebebini çok merak ediyordum. Tabii ki dediklerini kabul etmeyecektim.

"Elbisemi nasıl çıkarıp yere fırlattıysam ayakkabılarımı da fırlatmışımdır bir yere."

Cümlem üzerine bana ufak bir adım daha attığında parmak uçları parmak uçlarıma değdi. "Evet, fermuarını bizzat ben çektim elbisenin."

Siktir! Seviştik mi?!

Hayır ya, sarhoştum ben.

Yutkundum. "Ben dün gece sarhoş değil miydim?" Sarhoşken sevişmedik değil mi? Demek istemiştim ama umarım anlamışsındır Yavuz.

Gerçi anlasa da benimle uğraşacak ya kıvrandırır durur beni.

Bu sefer izin vermeyecektim beni germesine. Bana yaptığı oyunlar her ne kadar arkada gerçeklik barındırsa da ben o oyunlarını ona çevirecektim.

Yavaşça bana eğilmeye başladığında istemsizce gövdemi geriye yatırmaya başladım. Duştan çıkmış taze kokusuyla tüylerim dikleşmeye başlamıştı. "Zaten sarhoş olduğun için elbiseni çıkarmanda sana yardım ettim."

Yutkundum. "Gerek yoktu. Ben çıkarırdım."

Ağzıma tüküreyim... Sıçtım daha da sıvamaya çalışıyorum resmen şu an.

Dudağı sağa doğru kıvrıldı. "Sen ısrarla yardım isteyince..." Bakışlarını yüzümde gezdirip tekrar gözlerime çevirdi. "Ben de seni kırmayayım dedim."

Abi ben ne istedim bu adamdan?!

Sırtımdan yukarı doğru oluşmaya başlayan gerginliğime odaklanmamaya çalışarak gözlerimi kısıp gözlerine diktim. "Salla biraz daha, salla. Kesin ben duş almışımdır sen de elbisemi banyodan ortaya atmışsındır. Kıyafetim kalmadı diye de kendi kıyafetinden vermişsindir."

Parmaklarını saçlarıma uzatıp aldığı tutamı burnuna götürdü. "Ben kokuyorsun. Ve seni bizzat ben yıkadım."

Yok artık!

Göz devirip omuzuna hafifçe vurdum. "Sen ne ara bu kadar atan bir adam oldun? Bir de dedektif olacaksın. Aklın fikrin dolandırıcılık."

Lütfen dedikleri doğru olmasın. Lütfen...

Eğer öyleyse rezilliğin dibine vurdum demektir.

Elbisemi Yavuz'a açtırmak ne demekkk!?

"Bunu da mı ispatlamamı istiyorsun yoksa?" Yüzüme olan yakınlığından dolayı nefesi tenime çarpmıştı.

Her defasında aramızda tensel bir gerilim yaratarak üstüne zekasıyla oynadığı oyunları yeniyordu. Bu sefer tensel gerginliği biraz ben yaratsam ne olurdu? Yavuz'u her zaman geren taraf olarak görmüştüm. Biraz yüzüstü bırakma vakti...

Birazcık ama...

Bir dirseğimi yatağa yaslayıp diğer elimi kaldırıp nemli ensesine koydum. Bu hareketim karşısında yüzünde mimik oynamasa da benim gerilen taraf olduğumu düşünüp şu an yanıldığına emindim.

Ensesine yerleştirdiğim parmaklarımı nemli teninde hafifçe bastırarak sürttüm. "İspatlamana gerek yok." Gözlerimi koyu yeşil gözlerine sabitlemiştim. Aynı şekilde o da gözlerini gözlerime kenetlemişti. Bakışlarımı yeşillerinden ayırmadan ensesindeki elimi yavaşça boynuna doğru kaydırdım. Parmaklarımı göğsüne, bornozunun açıkta bıraktığı teninde gezdirerek biraz daha aşağı doğru indirmeye başladım. Benden ne uzaklaşıyordu ne de bir milim yakınlaşıyordu. Yeşillerinin ardında alevlenmeye başlayan bir tutku görmek için bakışlarımı cüretkârca gözlerine kaldırıp hafifçe tebessüm ettim. "İspatlayamazsın çünkü beni sen yıkamadın."

Bakışlarında yakıcı bir tutku oluşmaya başlarken gözlerini gözlerimden ayırmadan dudaklarını yukarı kıvırdı. "Öyle mi diyorsun?"

Gözlerimi hafifçe kısıp parmaklarımı bornozunun üzerinden biraz daha aşağı indirmeye başladım. Şu an vücudunun gerim gerim gerildiğine yemin edebilirdim. Parmaklarım bornozunun iplerinin birleştiği yere gelince durdum. "Evet, öyle." Dudaklarımdan çıkan son kelimeleri fısıldamıştım. İplerin birleştiği yerden parmaklarımı geçirip açılmamasına özen göstererek kendime çektim. Vücudunun bana yaklaşmasıyla kendimi ona yaslayarak ayağa kalktım. Parmaklarım hâlâ birbirine bağlı bornozunun iplerindeydi. "Madem beni yıkadın," vücudumu ona daha da yaslayıp yüzümü yüzüne yaklaştırmak adına parmaklarımın ucunda kalktım. "Neden sen de benimle duş almayıp bu sabah duş aldın?"

Bakışlarımız birbirine kenetliyken yüzünde düz bir ifade olsa da adem elmasının hareketlendiğini fark etmiştim.

İşte gerilmek böyle olur Dedektif...

Fakat ona böyle temas etmek beni de gerip, heyecanlandırmaya başlamıştı. Mimiklerimle kendimi belli etmiyordum.

Cevap vermesini beklerken bakışları yüzümde gezinmeye başlamıştı. Bakışlarına odaklanmamaya çalışarak tekrar gülümsedim. "Cevap veremiyorsun, çünkü beni sen yıkamadın." Boşta kalan elimi çenesinin altına uzatarak parmaklarımla hafifçe okşadım. Başımı iki yana salladım. "Cık cık... Koskoca Dedektif'e yakışıyor mu sarhoş olmuş bir kadını yalanlarla kandırmaya çalışmak?" Dudaklarımdan bir kıkırdama dökülürken ellerimi ondan ayırıp arkamı dönmüştüm ki beni belimden kavrayıp hızla kendine çekti. Çekmesinin hızıyla sırtım gövdesine çarpmıştı. Dudaklarını kulağıma yaklaştırırken tişörtümün üzerinden karnımda olan eliyle beni kendine bastırdı.

Galiba ileri gitmiştim...

"Duş alacağım kadının ayık olmasını isterim, Stajyer. Beraber duş aldığım kadın o anı unutmamalı."

Kulağıma çarpan sıcak nefesinin üzerimdeki etkisine yenilmemeye çalışarak elimle belimi saran kolunu gevşettim. "Yani beni yıkamadın." Yüzümü ona dönüp bir adım geriledim. "Hâlâ benimle eğlenmeye çalışıyorsun."

Dudaklarında bilmiş bir gülümseme oluşurken ona aldırmayıp devam ettim. "Seni yalan söylemeyen bir adam sanmıştım Dedektif. Tuzağına düşeceğimi sanıyorsun ama düşmem. Sarhoşken sana elbisemi açtıracak kadar kafam bir milyon olmadı herhâlde. Buna inanmamı bekliyorsan çok beklersin."

Çok emin konuştum. Umarım dediklerimde haklıyımdır.

Lütfen öyle olsun, yoksa gerçekleri bilen tek kişi Yavuz iken ona artistlik yapmam daha da büyük rezillik olur.

Eminliğimden taviz vermeyerek arkamı dönüp giyinmek adına odama gitmek için balkonun kapısına doğru ilerlemeye başladım.

"Ben şimdi hazırlanmaya gidiyorum. Seni zeki yalanlarınla baş başa bırakıyorum Yavuz."

İyi oldu, her seferinde beni gerip üstüne tüm oyunlarında hep o haklı oluyordu. Şimdiki suskunluğu benim galip geldiğimi gösteriyordu değil mi?

"İçine sütyen giymediğini biliyorum."

Ne!

Sözüyle yerime çakılı kaldım. Sütyen giymediğimi bilmesi...

Kendimden emin olmak adına elimi yavaşça göğsüme getirdim.

Siktir ya! Sütyeni zaten bara giderken giymemiştim ben. E o zaman... Beni yıkamış oluyor... Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım. Yavuz yalan söylemezdi ama bu sefer söylesin istiyordum işte.

Her ne kadar doğru olsa da giydiğim tişörtten sütyensiz olduğum anlaşılabilirdi. Bunu bahane edebilirdim. Ne demiştim? Sonuna kadar inkâr...

Arkamı dönüp tam ağzımı aralamıştım ki tekrar konuşmaya başladı. "En başından beri giymediğini biliyorum. Sarhoşken bana söyledin. Üstüne duş alırken de ispatlamış oldun."

Hiçbir şey söylemeden koşarak kendimi balkondan atsam sakat kalmazdım değil mi? Çünkü bu durumda kendimi yok etmem gereken konular var.

Yutkunup aklıma gelen şeyle kaşlarımı çattım. "Sen de bana baktın öyle mi?"

"İzlemekle, görmek aynı şey değil."

Ellerimi belime yerleştirdim. "Bana göre sarhoş hâlimden yararlanıp beni dikizlemiş oluyorsun."

Umursamazca omuzlarını silkti. "Her ne anlarsan anla. Dün gece olan gerçekleri değiştirmeyeceksin. Seni yıkadığım konusunda benimle iddialaştın ben de ispatladım işte."

İyi halt yedin.

Sakinleşmek adına derin bir nefes aldım. "Sağ ol ya. Eksik olma. Beni yıkadın," bacaklarıma bakıp ellerimle onları işaret ettim. "Üstüme kendi tişörtünü geçirdin. Bir de sarhoş kafayla dediklerimi söyleyip beni boktan boka soktun." Ellerimi havaya kaldırdım. "Nereden baksan kral hareket."

Manidar gülümsemesi derinleşti. "İyilik yapmayı severim ama sen kaşındın."

O konuştukça her ne kadar belli etmemeye çalışsam da yerin dibine girme isteğim ağırlaşıyordu. Tekrardan arkamı dönerken konuştum. "Senin benimle olan dalganı daha fazla dinleyemeyeceğim. Odama hazırlanmaya gidiyorum ben."

Tam arkamı dönüp kapıya doğru bir adım atmıştım ki Yavuz'un sesiyle durdum. "Ezgi." Sesi biraz evvel ki tonlarına nazaran ciddi çıkmıştı. Omuzumun üzerinden kaşlarım çatık bir şekilde ona baktığımda bakışları ayak bileğimdeydi. Bana doğru yaklaşırken yerimden hareket etmedim.

Yere yavaşça eğilip elini ayak bileğime koydu. Oradaki izimi fark etmiş olmalıydı. Fakat o iz çok zor fark edilecek türden hafif bir izdi. Parmaklarıyla nahifçe izi okşayıp başını bana kaldırdı. "Buraya ne oldu?"

Şu an çıplak bacaklarımın önünde bu şekilde çökmesi ve parmaklarının ayak bileğimi bu kadar nahifçe okşaması kalbimdeki kelebekleri hareketlendirmişti. İzimi okşaması sanki ruhumu okşanmış gibi hissettirmişti.

"Küçükken bana köpek saldırmıştı, demiştim sana." Tişörtün eteklerini hafifçe çekiştirdim. "Ayak bileğimi ısırmıştı."

Bakışlarını tekrar ayak bileğime indirip inceledi. "Ben bunu yeni fark ediyorum..." Sanki kendi kendine söylenir gibi kısık bir sesle söylemişti bu sözü.

"Zaten zor fark edilebilir bir iz. Önemli değil."

Bir eli alt bacağımı hafifçe sararken ayak bileğimde olan parmakları tekrar hareketlenip izi sanki merhem olmak istercesine okşadı. O an yere basan ayaklarım uyuşmuştu sanki. Yer varlığını çekmişti sanki ayaklarımın altından.

Başını yerden kaldırmadan kadifemsi bir tınıyla konuştu. "Sana dair her şey önemli benim için."

Çöktüğü yerden kalkmadan yeşillerini gözlerimle buluşturduğunda kalbim teklemişti. Kalbim, o kelebeklerin kanatlarının arasına gömülmüştü. "Bir iz, bir söz, bir acı..." Gözlerini benden ayırmadan ellerini usulca çekti bacağım ve ayak bileğimden. Yavaşça ayağa kalktığında yüzümü ellerinin arasına aldı. "Bir gözyaşı, bir bakış, bir tebessüm..." Sıcak bakışları yüreğimi ısıtırken devam etti. "Senden olan her şey değerli."

Dudaklarımda oluşan tebessümle başımı salladım. "Biliyorum..."

Dudaklarını belli belirsiz yukarı kıvırdı. "Sadece bunu bilmen bile yeterli." Gözlerini benden çekmeden yanağımı okşadı. "Bugün, buraya asıl gelmemizin sebebiyle karşılaşacağımız gün."

Evet, Önder Gümüşay'ın yanına gidecektik. Henüz Yavuz'un bahsettiği geçmişteki konu hakkında ayrıntılı bir bilgim olmasa da bazı gerçeklere ulaşabilecek olmamız, gerilmekle beraber beni heyecanlandırmıştı.

"Umarım bugün bir şeyler öğrenebiliriz."

"Öğreneceğiz." Sesi kendinden emin çıkmıştı. "Başka çaremiz yok. Sen de hazırlan ve bir an evvel görüşelim şu adamla."

Elleri yanaklarımdan ayrılırken başımı hızla salladım. "On beş dakikaya hazırım."

Ayakları geriye doğru giderken gülümsedi. "Fazlası olursa kapını kırıp odanı basarım."

Olabilirdi aslında ama bugün önemli bir gündü.

Saçmalama Ezgi.

"Tamam, tamam." Kapıyı açtığımda esen rüzgar saçlarımı havalandırmıştı. "Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Hızla odama gidip hazırlanmaya başladım. Bugün ki hava düne göre daha serindi. Üzerimdeki tişörtten kurtulup önce bir sütyen giydim. Daha sonra boğazlı siyah renkte bir body ile siyah bir tayt giyip, üzerime diz boyunda siyah deri trençkot geçirdim. Önünü açık bırakarak beyaz renkte spor ayakkabılarımı da giyerek saçlarımı gevşek bir topuz yaptım. Rimelimi sürdükten çantamı alıp kapının önüne çıktım.

Yavuz ise siyah renkte ince bir kazağın üzerine siyah kaşe ceketini çekmişti. Burada geçirdiğimiz diğer günlerin aksine boynunda yolda kaldığımız gün verdiğim krem rengi atkı vardı.

O atkıyı gördüğümde dudaklarımda oluşan tebessümü engellemeye çalıştım. Bana dair şeylere önem verdiğini fazlasıyla hissettiriyordu.

Kahvaltımızı yaptıktan sonra resepsiyon katından çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştık. Fakat resepsiyondakilerin bana karşı bakışları nedense bir tuhaftı. Buradan ilk defa geçmiyorduk ve bakışları diğer günlere nazaran daha inceleyici gibiydi. Bu durum nedense beni germişti.

Resepsiyonun önünden geçerken oradaki görevli gülümseyerek "İyi günler," demişti bana. Fakat gülümsemesi normal bir gülümseme değildi. Sanki alaycı bir tavrı bastırmaya çalışır bir gülümsemeydi bu. Manidar bir gülümseme...

Dudaklarımı yukarı kıvırıp karşılık verdim. "İyi günler."

Fakat gülümsemesi haricinde buradan daha önce de çıkmamıza rağmen ilk defa özel olarak bize iyi günler demişlerdi. Kaşlarım çatılırken yanımda yürüyen Yavuz'a sokuldum. "Bunlar bize bir değişik bakıyorlar sanki. Resepsiyondaki adamın gülümsemesi de tuhaftı." Sesimin kısık çıkmasına özen göstermiştim.

Yavuz bana yandan bir bakış atıp sırıttı. "Gülümsemesi dalgaya kaçıyordu biraz değil mi?"

Hızla başımı salladım. "Evet."

"Dün yavşak dedin adama."

"Ne!"

Dudaklarındaki sırıtış tepkim üzerine daha da büyümüştü. Gerçekten bu kadar rezilliği çıkarmış olamazdım. Önce barmen, sonra resepsiyondakiler...

"Aynen öyle. Hatta bu katta gördüğün tüm görevliler senin sesini duymuştur. Bağırarak yavşak dedin çünkü."

Gözlerimi yalvarır gibi Yavuz'a kaldırdım. "Yavuz, bana ciddi olmadığını söyle."

Yüzüne yapmacık bir çaresizlik yerleştirip başını sağa sola salladı. "Maalesef...Hatta bana inanmıyorsan dün gece buraya etrafa küfürler saçan sarhoş bir kadın geldi mi diye resepsiyona sorabilirsin."

Omuzumun üzerinden arkama baktığımda resepsiyondakilerle göz göze gelmiştim. Bakışları hâlâ benim üzerimdeydi... Gözlerimi hızla çekip önüme döndüğümde Yavuz'un koluna girerek onu çekiştirdim. "Çabuk ol, çıkalım şu otelden."

Kahretsin ya! Bu kadar kepazeliği yapmıştım öyle mi? Yavuz o zaman doğruyu söylüyordu...

Umarım bu son rezilliğimdir. Yavuz'a sormaya da korkuyorum. Başka varsa duymak istemiyorum çünkü.

"Ne oldu? Utandın mı?" Resmen piç gibi sırıtıyordu ve ben daha da çok geriliyordum o sırıttığında.

"Ne alakası var? Bana bakmalarından rahatsız oldum sadece."

Kapıdan çıkarken arkama bakma isteğim ne kadar çok olsa da asla kendimde o yüzü bulamayıp arkaya dönmeyerek yürümeye devam etmiştim.

"Sana utanacağın şeyler yapıyorsun, demiştim ama sen dinlemedin." Ellerini cebine sokup devam etti. "Sarhoşluk işte."

Hayır, başka şeylerde mi yapmıştım? Deli gibi merak etsem de yerin dibine girme isteğimin daha fazla olmasına izin veremezdim.

"Sus artık, Yavuz. Daha fazla konuşma."

Elini cebinden çıkarıp parmağıyla beni gösterdi. "Heh! Ben de dün tam olarak bundan bahsediyordum."

Çıldıracağım...

Arabaya binerken ona öldürücü bir bakış fırlattım. "Bak sus diyorum adam. Anladım, ben bir halt yemişim. Hatırlatıp durma."

Arabanın kapısını kapattıktan sonra anahtarı kontağa sokup çevirdi. "Hatırlıyor musun yoksa?"

Sabır ya, cidden...

"Hatırlamıyorum." Gözlerimi sakinleşmek adına yavaşça kapattım.

"İyi iyi. Söylediğim hâlde hatırlamıyorsan gerilmek yerine sevin." Dudaklarının arasına yerleştirdiği sigarayı yakıp bana baktı. "Bu duydukların daha ne ki..."

Kendimi intihar edebilir miyim?

"Lütfen sus artık. Bak resepsiyondakiler yüzünden iyice gerildim. Bari sen yapma."

Dudaklarının arasındaki sigarayı çıkarıp bana uzattı. "Al o hâlde. Gerginliğin geçsin."

Gökçe'yle ifade vermeye gittiğimiz gece...

O gün de sigara yakıp dudaklarıma yerleştirmişti. Aynı sözleri kullanarak...

Bunlar harici aklıma gelen Gökçe'nin o geceki huzura ermiş hâliyle boğazımda oluşan düğümü yok etmek adına sertçe yutkundum.

Özgürlüğüne kavuşmuşken ruhundan olmuştu...

Sigarayı dudaklarıma yerleştirmesine izin verip gözlerimi yavaşça ona kaldırdım. "Gökçe'yle ifade verdiğimiz gece de aynı cümleyi kullanıp aynı jesti yapmıştın."

Sesime çöken hüznü anlamış olacak ki dudaklarındaki gülümseme düz bir hâl aldı. "O günü hatırla diye yapmamıştım."

Arabayı ana yola çıkarmıştı. "Biliyorum... Sadece, unutulmuyor bazı anılar. İyi anılar sadece iyi olarak kalsa keşke. Bazılarının ardında ince kesikler var."

"Şu an düşünme o kesikleri. Sadece iyi gelen kısmını düşün."

Başımı koltuğa yaslayıp dudaklarımdan süzülen sigaranın dumanına kaydırdım gözlerimi. "Keşke bu mümkün olsa, Yavuz."

O da bir sigara yakmıştı ve cevap vermemişti. Çünkü diyecek bir şey yoktu. Gerçeklerin ardındaki hatıralar iyinin yanında acıyı da barındırabiliyordu.

Bazı güzel mazilerin arkasında acı bir gelecek yatar. İşte o acı geleceği bilmeden seversin o maziyi.

Sevdiğin mazi, bir gün senin keskin yaralarını açan bıçak oluverir.

------

O gün gittiğimiz adrese vardığımızda Yavuz önümde durup büyük kapının yan tarafındaki zile basmıştı. Gerçeklere adım adım yaklaştığımızı hissetmek daha da germeye başlamıştı beni. Sanki bir buz parçası boynumdan aşağı sürtülüyor ve o buzun soğukluğuyla tenim kaskatı kesiliyormuş gibi.

Bir gerçeğin kıyısına doğru yol almaya başlamıştık. O kıyının sıratındaydık ve o sırattan geçemezsek arafın cehennemi zihnimizi kavuracaktı.

Gerçeğin sıratındaydık. Arafı bir mezar, varışı cehennemden bir bahçe olan bir sırat...

Gerçekler cehennemden bir bahçe kadar yakıcı, ona ulaşamamak bir mezar kadar boğucuydu.

Kapıyı bize açan kadın, o gün ki hizmetli kadındı. Gittiğimiz günün aksine siyah saçlarını sıkı bir topuz yapmak yerine at kuyruğu yapmıştı. Kadın, bizi hatırladığını belli edercesine tebessüm etti. "Merhaba?"

"Merhaba. Önder Gümüşay'ın eşi Züleyha Hanım'la görüşmüştük. Bugün eşinin evde olacağını söylemişti."

Kadın başını olumlu anlamda sallayıp kapıyı biraz daha açarak içeri geçmemiz için eliyle işaret etti. "Buyurun. Züleyha Hanım'da Önder Bey'de içeride."

İçeri girdiğimizde sağ çaprazımızda üst kata çıkan ceviz rengi cilalatılmış merdivenler bulunuyordu. Aynı şekilde parkelerin de ceviz rengi olması evi ağır göstermişti. Önümüzde geniş bir salona açılan aşağı doğru üç basamaklı merdivenlerden inerken hizmetli kadın konuşmasına devam etti. "Siz böyle geçin. Ben Züleyha Hanım ve Önder Bey'i çağırayım."

Kadın arkasını dönüp merdivenlere doğru yol almıştı ki Yavuz kadına seslendi. "Bizim muhatabımız: Önder Gümüşay. Sadece kendisini çağırsanız yeterli."

Kadın, omuzunun üzerinde Yavuz'a bakıp durdu. Başını olumlu anlamda salladıktan sonra merdivenleri çıkmaya başladı.

Önümüzdeki salona girerken göze çarpan ilk şey tavandan asılan küçük ve sık taşlı avizeydi. Salonun ortasında birbirine bakan vizon rengi yumuşak dokulu, geniş, spor koltuklar bulunuyordu. Geniş salonun karşısında boydan boya camlar vardı. İki tekli koltuk büyük koltukların hemen yan tarafına konulmuştu ve koltukların arka tarafında odanın bir diğer yarısı kadar yer vardı. Orada ise büyük bir masa bulunuyordu ve masanın yanındaki duvarda altın rengi detaylarla çerçevelenmiş dikdörtgen bir ayna asılıydı. Evin her köşesinden ortalama bir bütçenin üzerinde olduğu belliydi.

Yavuz'la beraber geniş koltuklardan birine oturduğumuzda o da benim gibi evi inceliyordu. Tabii onun bakışları benimkilerden farklıydı. Ben biraz daha merakla bakarken o her zaman ki gibi gözlemci bir şekilde incelemeye başlamıştı etrafı.

Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle ikimiz de başımızı sesin geldiği yöne çevirdik. O gün bizimle konuşan Önder Gümüşay'ın eşi Züleyha da gelmişti. Kenarlarında beyaz saç telleri kendini belli eden kumral saçlarını geriye doğru taramış, yüzüne hafif bir makyaj yapmıştı. O gün ki gibi kalem bir etekle gömlek kombinlemişti.

Önder Gümüşay ortalama bir boya sahipti. Sakalsız yüzünde kendini belli eden kırışıklıklar mevcuttu. Ellili yaşlarda olduğu belliydi. Şakaklarında beliren beyazlar onu yaşlı göstermekten ziyade kendine has bir karizma yaratmıştı yüzünde. Saçları siyah ve gözleri de kahvenin en açık tonuna sahipti. Üzerine giydiği beyaz gömlek esmer tenini biraz daha ön plana çıkarmıştı. Kemerli bir burnu, ince dudakları vardı.

Bakışları bulunduğu durumda normal olarak sorgulayıcı olsa da Yavuz'la göz göze geldiğinde dudaklarına misafirperver bir gülümseme yerleştirip elini uzattı. "Hoş geldiniz."

Yavuz adamın uzattığı eli sıkabilmek adına hafifçe yerinden kalkıp uzandı. "Hoş bulduk." Aynı şekilde bana da elini uzattığında gerginliğimi belli etmemeye çalışarak hafifçe tebessüm edip karısının ve adamın elini sıktım.

Karı koca karşımızdaki koltuğa oturup sorgulayıcı bakışlarını üzerimizde gezdirdiler. "Ne için gelmiştiniz?"

Yavuz dirseklerini dizlerinin üzerine koyup parmaklarını birbirine geçirerek hafifçe öne doğru kaydı. "Ben Cezai Cinayet Soruşturma Bürosu'ndan Dedektif Yavuz Özer." Gözlerini önce kadına çevirip sonra adama sabitledi. "Eşinizi ilgilendiren bir durum olmadığını belirtmiştim. Yalnız konuşmamız daha uygundur diye düşünüyorum." Yavuz 'eşiniz' derken kadına bakmamıştı. Bakışları sadece Önder Gümüşay'daydı. Yavuz'un sözü üzerine kadın ve adamın üzerinden bir gerginlik geçtiği anlaşılıyordu. Adam ve kadın kısa bir an birbirine baktıktan sonra Önder zoraki tebessüm ederek Yavuz'a döndü.

"Konu neydi? Bilgilendirseydiniz..."

Yavuz omuzlarını dikleştirdi. "Serdar Özer intiharı."

Serdar Özer mi?

Yavuz'un cümlesiyle kaşlarım çatılırken adamın yüzündeki ani değişimi fark edebilmiştim. Soğukkanlı gözükse de şu an gerginliği fazlasıyla kendini belli ediyordu. Fakat Serdar Özer... Yavuz'la aynı soyadı taşıyordu. Yavuz'la aynı soyadı taşıması bir tesadüf müydü?

Önder Gümüşay anlayışla başını sallayıp ayaklandı. "Pekâlâ... Ofisime geçelim." Eliyle merdivenleri işaret ederken karısının ona sorgulayıcı bakışlarına aldırmadan ilerlemeye başladı. Biz de aynı şekilde ayaklanıp merdivenlere doğru yürümeye başladık. Karısının meraklı bir kişiliği vardı anlaşılan. Omuzunun üzerinden karısına bakıp "Bize içecek bir şeyler getirin," dedi.

Kadın merakının yanında sinirlenmişe benziyordu fakat adam buna aldırmayıp önüne dönerek yürümeye devam etti. Önde Önder Gümüşay, arkasında Yavuz, Yavuz'un arkasında da ben; merdivenlerden yukarı çıkmaya başlamıştık.

Üst kat alt kata göre daha boğuktu. Merdivenleri çıkmayı bitirdiğimizde uzun bir koridorun ortasına gelmiştik. Duvarlar beyaz renkte olmasına rağmen koridordan ara ara sarkan avizeler ortamdaki ferahlığı engellemişti. Sağ tarafımızda kalan koridorda ikisi karşılıklı üç kapı bulunuyordu. Önder Gümüşay sol tarafımızda kalan koridora doğru ilerlemeye başlamıştı. O koridorun sonunda bir kapı diğer iki kapı ise karşılıklı olmak üzere yine üç adet kapı vardı.

En sondaki kapıdan içeri girdiğimizde evin havasının harici ferah bir ortamla karşılaşmıştık. Yerdeki parkeler açık renkte ve duvarlardaki raflar beyaz renkteydi. Sağ tarafta duvarın tam ortasında krem renginde bir masa bulunuyordu. Masanın tam karşısında lacivert renkte ikili bir koltuk vardı. Raflar ise koltuğun arkasında kalıyordu. Masanın arkasında yine beyaz renkte bir lambader vardı.

Yavuz koltuğa oturup sırtını yaslarken ben de aynı şekilde yanına oturmuştum. Önder denilen eski başkomiser, odanın kapısını kapatıp masanın ardındaki sandalyesine yerleşerek ellerini masada birleştirdi. "Evet, şimdi konuşabiliriz. Eşim sizin geldiğiniz günden bahsetti bana. Eski bir polis olduğumu biliyormuşsunuz."

Yavuz etrafta olan gözlerini adama çevirip dudaklarını araladı. "Öncelikle mesleğinizden istifa ettiğinizi duyunca çok üzüldüm. Zamanında okullarda da konferans vermişliğiniz var ve bence mesleğinizde gayet başarılıydınız."

Adam dikkatle Yavuz'u dinlerken huzursuzca yerinde kıpırdanıp kaşlarını çattı. "Evet, çok öncesinde polislik okullarında konferanslara gitmişliğim de var." Gülümsedi. "Siz bunu nereden biliyorsunuz?"

"Zamanında birkaç defa konferans verdiğiniz okullardan birinde ben de vardım. Sizin ağzınızdan eğitim dinleme fırsatım oldu."

Adamın gülümsemesi büyürken şaşkınlıkla gözlerini araladı. "Ne güzel..." Yavuz'u baştan aşağı süzdü. "Nereden nereye..."

Yavuz gözlerini düşünceli bir şekilde yere sabitleyip başını salladı. "Aynen öyle..."

Önder Gümüşay'ın dudakları düz bir hâl alırken sorgulayıcı bir şekilde Yavuz'a bakmaya devam etti. "Gelme amacınız..." gözlerini Yavuz'un yüzünde gezdirdi. "Serdar Özer intiharı demiştiniz sanırım."

Yavuz, gözlerini yerden kaldırıp adama baktı. "Evet. Araştırdığım kadarıyla o davayı kapatan kişi sizmişsiniz."

"Evet de..." Başını hafifçe eğdi. "On bir sene önce olan davayla bugünün ne ilgisi olabilir?"

Yavuz'un bana yaptığı uyarıya uyarak oturduğum koltukta onları seyrediyor, olaylar arasında bağlantı kurmaya çalışıyordum. Yavuz yaslandığı koltukta doğrulup öne doğru eğildi. "İşte ben de bunu anlamaya çalışıyorum. O dönemde olan bir dava var ve bu dönemde olan bir dava için dosyalara göz attığımda ortada bir tutarsızlığın olduğunu görüyorum."

Adam Yavuz'un aksine gülümseyip sırtını sandalyesine daha da yerleştirdi. "Ne gibi bir tutarsızlık?"

Yavuz iç cebine yuvarlayıp koyduğu dosyayı eline alıp ayağa kalktı. Oturduğumuz koltuğa üç adımlık mesafede olan masaya yaklaşıp dosyadan bir sayfa açtı. "Mesleğinizde başarılı bir başkomiser olarak buradaki ince tutarsızlığı sizin de fark etmenizi beklerdim."

Önder Gümüşay çatılmış kaşlarının ardındaki kahve gözlerini önce Yavuz'a kaldırdı. Daha sonra derin bir nefes alarak dosyaya göz gezdirdi. "Anladığım kadarıyla mesleğinde hırslı ve başarılı bir dedektifsin..." Dudaklarını aşağı kıvırıp dosyayı işaret etti. "Fakat bu dosyada ne yazıyorsa doğrudur. Bunun için buraya kadar boş yere zahmet etmişsin."

Yavuz büyük bir sakinlikle açtığı sayfada parmağını bir yere sabitledi. "Bu atış uzaklığı, sence bir intihar için normal mi?"

Adam tekrardan gözlerini dosyada Yavuz'un parmağını koyduğu yerde gezdirdi. Bakışlarını Yavuz'a kaldırıp umursamazca gülümsedi. "Dediğim gibi. Bu dosyalarda olan bilgileri değiştirme gibi bir yetkim yok. Ne yazıyorsa doğrusu odur."

Yavuz silahlı bir intiharın cinayet olduğundan şüphe ettiğini söylemişti. Muhtemelen o olaydan bahsediyordu. Fakat benim aklım hâlâ Özer soyadında takılı kalmıştı.

"Başarılı bir başkomiserin görevi olaylar ardındaki detayları incelemek diye biliyorum. Yanlış mı biliyorum?" Yavuz omuzlarını dikleştirmişti.

"Doğru biliyorsun Dedektif Yavuz. Fakat benim yıllar önceki olan bu davayla ilgili şu an detayları hatırlamam ne kadar olası?" Kollarını göğsünde birleştirip dosyaya umursamazca bakmıştı.

Yavuz, adama doğru eğilirken ellerini masaya sabitledi. "Peki böyle bir tutarsızlığın olduğu dosyayı kapatıp olaydan on üç gün sonra istifa etmen nasıl bir tesadüf?"

Adamın mimikleri bir anda gerilirken kapının çalmasıyla Yavuz yavaşça yerinde doğrulup koltuğa oturdu. Kapıdan adamın eşi girmişti ve elinde kahve dolu fincanların olduğu bir tepsi vardı. Yüzündeki tebessümün ardında meraklı bir sinsiliğin olduğuna emindim. Kahveleri alabilmemiz adına tepsiyi bize uzatırken Önder Gümüşay'ın önündeki dosyayı kapatıp önüne çekmesi gözümden kaçmamıştı. Yavuz'a yandan bir bakış attığımda gözlerini hafifçe kısmış kahvesine uzanıyordu fakat adamın o hareketini onun da fark ettiğine emindim.

"Sizlere kendi elimle ikram etmek istedim." Dudaklarına yerleştirdiği tebessüm bana sonuna kadar yapmacık gelse de zoraki gülümsedim. "Ellerinize sağlık."

Adım gibi eminim ki merakından bize kahve servis etmişti.

Arkasını dönüp eşinin masasına kahveyi yerleştirirken Yavuz'a tekrar baktığımda gözleri onları üzerindeydi. İlk defa onu birisiyle sorguda görüyordum ve bu hâli hem gerici hem de... Biraz çekici gelmişti bana. Sözleri ve hareketleriyle karşısındaki geren bir yapısı vardı. Lafları çevirip doğru zamanda karşısındakini alt etmeyi çok biliyordu.

"Başka bir isteğiniz olursa seve seve getiririm."

Başımı salladım. "Teşekkür ederiz. Ellerinize sağlık."

Kesin hizmetli yapmıştır ama neyse...

"Afiyet olsun." Adımları geri geri giderken gözlerini odada gezdirdi. Gözleri bize denk geldiğinde yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirip kapıyı yavaşça kapattı.

Yavuz kendisine ikram edilen kahveyi sırtını koltuğa yaslayarak rahatlıkla içerken Önder başkomiser kahvesine dokunmamıştı bile.

"Evet, nerede kalmıştık?" Kahvesinden bir yudum daha alırken ben de fincanı dudaklarıma götürdüm. "En son istifadan bahsediyorduk."

Adam da kahvesine uzanıp dudaklarına götürdü. "İstifa etmek istedim ve ettim. Artık yorulmuştum."

Yavuz kaşlarını kaldırdı. "Bu kadar basit yani?"

Adam dudaklarını aşağı kıvırıp omuzlarını silkti. "Aynen öyle."

Önder Gümüşay'da zeki bir adama benziyordu. Duygularını güzel kamufle edebilen bir yapısı olduğunu anlamıştım. Fakat Yavuz'la kapışır mıydı? Orası muamma...

"Pekâlâ..." Yavuz düşünür gibi gözlerini adamdan kaçırıp aklına bir şey gelmiş gibi tekrar ona kaldırdı. "Seninle açık konuşmak istiyorum Önder Bey."

Adam sorun yok dercesine başını salladı. "Ama önce sana bir soru sormak istiyorum Ezgim?" Bir anda bana dönmesiyle kaşlarımı çatmıştım.

Ezgim mi?

Buna daha sonra takılacaktım.

"Güvendiğin adam, eve gelen kişiler sadece onunla konuşacaklarını belirtmişken seni de yanında getirmiştir. Fakat konunun geçmişindeki bir olayla ilgili olduğunu öğrendiğinde seni yanlarında istememelerini hemen kabul ederse ne düşünürsün?"

Şu an Önder'in Züleyha'ya yaptığı hareketten bahsediyordu. Ve bu soruyu bana sorarken resmen aydınlanmıştım. Dediği gibi en başta karısıyla görüşmeyeceğimizi belirttiğimiz hâlde karısıyla gelmişti ve konunun ne olduğunu öğrenene kadar karısı yanımızdaydı. Daha sonrasında konuyu öğrenince "Karımın yanında konuşabilirsiniz," bile demeden kabul edip bizi ofisine çıkarmıştı. Bu durumda o davada bir bit yeniği olduğunu o da biliyordu...

Hem de karısının duymasını istemediği bir şey...

İstifimi bozmadan düşünüyormuş gibi yapıp yüzüm ona dönükken bakışlarımı Önder Gümüşay'a çevirdim. "Şahsen güvendiğim adama karşı olan güvenimi sorgularım. Neden benim yanımda konuşmayı teklif etmedi diye düşünürüm."

Önder Gümüşay'ın yüzündeki gerginliğin tekrar oluştuğunu fark ettikten sonra devam ettim. "Güvendiğim adamın benim olmamı istemediği ortamda ne konuştuğunu deli gibi merak ederdim." Bakışlarımı Yavuz'a çevirip tebessüm ettim. "Tıpkı Züleyha Hanım'ın meraklanıp hizmetli varken kahve getirme bahanesiyle odaya girdiği gibi..."

Yavuz'un dudakları yukarı kıvrılırken bakışlarını Önder Gümüşay'a çevirip kahvesini tekrar yudumladı. "Yani bu durumda eşinin yanımızda olmamasına bile ses çıkarmaman da mı tesadüf?"

Adam başını sağa sola salladı. "Siz eşimi ilgilendiren bir şey olmadığını söylediniz. Bir dedektife karşı çıkmam ne kadar etik?"

Önder Bey... Yine yanlış yerden gidiyordu.

"Ama eşini yanında getirdin? Üstelik kendimi tanıttığım hâlde konuyu öğrenene kadar pek de kabullenmiş gibi değildin. Konuyu öğrendikten sonra bizi buraya getirdin."

Adam öne doğru eğilip tam dudaklarını aralamıştı ki Yavuz adamın konuşmasına izin vermeyerek konuşmasını sürdürdü. "Her şey tesadüf veya senin kabullenişin olsun. Karın odaya girdiğinde dosyayı kapatman nasıl bir içgüdüden kaynaklı?"

İşte bu! Yavuz da benim gibi fark etmişti bu durumu.

Yavuz bakışlarını tekrar bana çevirdiğinde bir bacağımı diğer bacağımın üzerine attım. "Yakalanma içgüdüsü. Çünkü karın sana güvenmiyor ve şu an bu konuda açıklama yapamayacağın şeyler var. Üstelik merak edip üzerinden yıllar geçmiş dava dosyasını bile incelemedin. Bu demek oluyor ki bu dava hakkında sende merak oluşturmayacak kadar bilgi var."

Yavuz'un yeşillerinde bana karşı hayranlık oluştuğunu görebilmiştim. Gözleri kısa bir an yüzümde gezindikten sonra eski hâlini alıp adama çevirdi bakışlarını.

Yavuz'la yaptığımız dedektifçiliği sevmiştim. Kendimi onun asistanı gibi hissetmiştim. Ve onunla böyle olmak beni farklı hissettirmişti. Hiç hissetmediğim, sanki eksik yanımı tamamlamışım gibi...

Önder Gümüşay şimdi köşeye sıkışmış gibiydi. Olayları hâlâ ince ayrıntısıyla bilmiyordum fakat Yavuz'un fark ettiği detayı takmaması bile bir şeyler sakladığının göstergesiydi.

Nefesini sertçe verip ellerini şakaklarına dayadı. "Yıllar önce kapanmış bir davayı irdelemenizdeki amaç ne?"

Yavuz büyük bir sakinlikle elindeki fincanı koltuğun yan tarafına koyup tek ayağını dizinin üzerine yerleştirdi. "Hülya Çet..."

Önder Gümüşay'ın mimikleri donuklaşırken Yavuz devam etti. "Babamla bir ilişkisi vardı."

Ne!

Yavuz... Yoksa Serdar Özer... Yavuz'un babası mıydı?

Yüzümde oluşan şaşkınlığı gizlemeyi başarsam da kalbimin bir anda donuk hissetmesine engel olamamıştım.

"Önünde gördüğün intihar dosyası benim aileme ait ve Simay Özer'in intihar etmediği apaçık ortada."

Yaşadığım ikinci şokla yutkundum. Şu an bunları sanki dışarıdan bir davaymış gibi soğuk bir şekilde söylemesi kalbime saplanan buzdan hançeri daha da derine sokmuştu. Bunları etkilenmiyormuş gibi söylemişti fakat gözlerindeki soğukluğun ardında kalbini yanan yarasını görmüştüm önceden.

Kız kardeşinden bahsederken ki özlemi...

Annesi... Annesi bu olay üzerine mi delirmişti? "On bir sene," demişti. "On bir senedir annem bana bakmıyor, konuşmuyor," varlığına şahit olduğu sevdiğinin yokluğuyla sınanıyordu kalbi.

On bir sene dediğine göre bu olayın ardından olmalıydı.

Gözlerinin ardında kaybolan adama ben şahit olmuştum.

Ve o adamın bunları bana söyleyemeyecek kadar derinlerde gömülü olduğunu da anlamıştım. Her ne kadar o adamı görsem de, o adam kalbindekileri diline dökememişti. Ama kalbini bana açmıştı. Beni o yaralı köşesinde saklamıştı.

Hem de bana söylemeden.

Benim o köşenin derin yarasından haberim olmadan...

Şu an her ne kadar profesyonel gözükse de ona sıkıca sarılma isteği doğmuştu içime. Gözlerime gelen yanmayı durdurmak adına sıkıca yumup tekrar açtım.

Bakışlarım Önder Gümüşay'ı bulduğunda parmaklarını hafifçe masaya vurmaya başlamıştı. Yerinde kıpırdanıp yutkundu. "Ama dosyada parmak izi olarak sadece kız kardeşinin izi var."

Yavuz gözlerini kısıp ayağa kalktı. Yavaşça masaya yaklaşıp durdu. "Dosyayı incelemedin bile..." Ellerini masaya dayadı. "On bir sene önceki olayı nasıl bu kadar ezbere bilebilirsin?"

Evet, Önder işte tam olarak bundan bahsediyorduk ve sen de bahsettiğimiz tutarsızlığa yenik düştün.

Tekrar yutkunup gözlerini Yavuz'a sabitledi. "Sen intihar olmadığını söyledin. Demek ki dosyada intihar olduğu yazıyor. E intiharsa kardeşinin parmak izi olmalı ki intihar olarak nitelendirilsin." Sırtını tekrar koltuğa yasladı. Rahat görünmeye çalışsa da bu sefer gerim gerim gerildiği apaçık ortadaydı. "Bunu tahmin etmek için dosyayı incelemeye gerek yok."

Yavuz masadaki ellerini aniden havalandırıp masaya vurunca yerimde hafifçe zıpladım. Bunu beklemiyordum. Yüzünü görebilmek adına hafifçe yana doğru eğildim. Şakağındaki damar belirginleşmişti. Bu demek oluyordu ki Yavuz öfkeden yanmaya başlamıştı.

"Bu dosyadaki tezatlığı senin oluşturduğunu ikimiz de biliyoruz." Adama doğru eğilmeye başladı. Şu an yüzünü net olarak göremesem de gözlerini kısıp yeşillerinden adama buz gibi ölümcül bir bakış attığına yemin edebilirdim. "Şiir yazan bir katille Hülya Çet'in bağlantısı var. Ve bu kadının da benim ailemle..." Yüzünü adamın yüzünün hizasına getirdi. "Hülya Çet denen kadının muhtemelen gayrimeşru bir oğlu var ve kim bilmiyorum. Şimdi bana bu olaylara dair tüm bildiklerini anlat. Bir ailenin paramparça olmasına sebep olan şey ne?"

Kendini geri çekip bir anda doğruldu. "On bir yıl... On bir yıldır bu kadar yaklaşmışken senin sikik zeka oyunlarına kanacağımı mı sanıyorsun ha!?"

Yavuz'un bağırmasıyla yerimde irkilirken adam hafifçe ellerini havaya kaldırdı. "Sakin ol..."

Yavuz ellerini tekrardan masaya dayayıp adama doğru eğildi. "Şimdi bana bu dosyadaki bilinmeyen tarafı anlat. Zaten kaçışın kalmadı Başkomiser. Her türlü o deliğe gireceksin."

Adam bakışlarını Yavuz'dan çekip sakince yerinden ayağa kalktı. Ben Yavuz'a gergin gözlerle bakarken o da dikleşip benim gibi adamın ne yaptığını inceliyordu.

"Zeki bir adamsın..."

Çekmecesinden çıkardığı bir anahtarla benim oturduğum koltuğun arkasındaki rafa doğru yürümeye başladı. En alt rafta kalan kitapları çıkardığında ortaya çıkan kapakla şaşkınlıkla Yavuz'a baktım. Fakat o hışımla kıstığı gözleriyle adamın her bir hareketini incelemekle meşguldü. Anahtarı kapağın deliğine sokup çevirdiğinde çıkan sesle kapağın açıldığını anlamıştık.

"Aynı zamanda hırslısın da..."

Kapağı açıp eline aldığı kağıtla birlikte ayağa kalktı. Kağıdı net bir şekilde görememiştim fakat rengi solmuşa benziyordu. Üstelik... Sanki üzerinde kan izleri vardı.

Koltuğun arkasından çıkıp önümde durup kağıdı Yavuz'a uzattı. Yavuz kısık gözleriyle kağıdı incelerken meraklı gözlerle oturduğum yerden o kağıtta ne yazdığını görmeye çalışıyordum.

"Yıllar önce eğitim verdiğim bir öğrencinin şimdi karşıma geçip sakladığım şeyi çözecek bir dedektif olmasını asla beklemezdim."

Yavuz gözlerini yavaşça kağıttan kaldırıp önce bana sonra adama baktı. Kaşları daha da derin çatılmıştı. "Bu bir şiir..."

Şiir mi?

Ne oluyordu?

Adam kabullenircesine başını sallarken teslim olmuşçasına koltuğuna oturup derin bir nefes aldı. "O şiirin sahibi benim oğlum."

###

Sonunda bir gerçekle daha karşılaştınız...
Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Yavuz'un Ezgi'yi kıvrandırmalarını yazarken çok eğlendim alxnaşsl. Bu daha başlangıç... Yavuz'a sonlarda az çektirmedi...

Bana Yavuz, son tahrik olmalarının acısını çıkaracak gibi geliyor. Ya size😈

Bölümde yazım yanlışı vs. olduysa kusura bakmayın şimdiden🙏🏻 Bir heyecanla atıverdim sldnaşxm

Bana ulaşmak isterseniz İnstagram'a gelin
Hesap ismim: maysamellia

Bir sonraki bölüm fena şeylerle geleceğimmm

Continue Reading

You'll Also Like

93.1K 4.9K 14
"Piyanonun her bir notasında bir başka hayat saklıdır," Genç kadın kanlı elleriyle piyanonun tuşlarına basarak çığlıklarını melodilere sakladı. "Ve h...
İstanbul Katili By Son_anka

Mystery / Thriller

24.3K 2.1K 62
Yüzümdeki kar maskesinden dolayı görmeyeceğini bilsem de tek kaşımı kaldırdım. "Niye beni kaybetmek istemiyormuşsun? Yoksa elinde şantaj yapıp kullan...
5.2K 398 18
Gözlerini gözlerime sabitleyerek parmağını yavaşça yüzümde gezdirdi. ''Neler yapabileceğim hakkında hiçbir fikrin yok.'' diye fısıldadı. Dokunduğu y...
1K 62 24
Dünyaca ünlü bir Seri Katil ve İşinde çok başarılı bir Polis.