ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.7M 93K 96.5K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
39.Bölüm: ARZULU ARAF
40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM
*AYDINLANMA METNİ*
41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ
49. Bölüm: DEJAVU

38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL

36.1K 2.1K 3.7K
By maysamellia

Lütfen Okuyun!

Sonunda kavuştuk🥹 Bölümü dün atmayı planlarken yazdıkça uzadı. Yaklaşık kırk sayfalık bir bölümle geldim size

Biliyorsunuz ki gittikçe büyüyoruz. En son bölümü atmamdan bu yana okunma sayımız 104 bin arttı. Her dakika daha da büyüyoruz🥹

Sizlerden önemli bir ricam olacak... Bu bölüme en az 600 yorum yapmanızı istiyorum. Yaparken zorlanmayacağınızı düşünüyorum. Bölüm hem yeteri uzunlukta, hem de yeteri kadar okuyucu var. Herkes kendini belli etsin. Duygularınızı ve tepkileriniz okumayı çok seviyorum💙

Tabii yorumun yanında oyların da artacağına inanıyorum. Yaparsınız siz:)

Göz simgemiz👉🏻

Keyifle okuyun💙

Bölüm Şarkısı:
Whethan, Dua Lipa- High
Maroon5 -Lips On you
Bu şarkılarla okumanızı şiddetle tavsiye ederim


🖤

Hayat bazen seni tek fırtınasıyla hiç ummadığın bir köşeye savurur. O köşe sana karanlık gelir. Karanlıktır... O köşe sana ıssız gelir. Issızdır... Issızsındır..

O karanlıkta bir ışık ararsın. Birisinin sana el uzatmasını istersin. Her ne kadar yalnızlığına alışıp sana uzatılan hiçbir eli tutmak istemesen de bir tarafın hep arayıştadır. Issızlığını seversin... Savrulduğun karanlık köşeye alışırsın... Ama hep bir eksiklik vardır. Sonra bir gün o reddettiğin eller arasında bir el görürsün. O el sana uzanmaz. Seni sarar, sarmalar... O el sana karanlıkta eştir. O el seninle o köşede ıssızlığını paylaşır. Sana güven verir...

İşte ben de o el tarafından sarıp sarmalanmıştım. O el tarafından karanlık köşemde güveni tadıyordum. O el, şu an beni göğsüne bastıran Yavuz'a aitti...

Gözlerimi araladığımda kendimi göğsünde bulsam da bu durumun içime serptiği huzurla derin bir nefes alarak kokusunu içime çektim. Kendimi hafifçe geriye atıp uyuyan yüzünü görebilmek adına başımı yukarı kaldırdım. Fakat uykunun ağırlığıyla açılmış gözlerim yeşilleriyle karşılaşmıştı. Gözlerim gözleriyle çarpıştığında yeşilleri resmen gülümsüyordu.

Ne ara uyanmıştı?

"Günaydın." Ne kadar süredir uyanıktı bilmiyorum ama sesi boğuk çıkmıştı.

"Günaydın." Dudaklarıma yerleştirdiğim hafif tebessümle gözlerinin içi gülen Yavuz'a karşılık vermiştim. "Sen ne zaman uyandın?"

"Yaklaşık kırk beş dakika oluyor. Uyandığımda göğsümde değildin. Pozisyon değiştirirken tekrar göğsüme yaslandın." Dudaklarında manidar bir gülümseme oluşmaya başladı.

Kırk beş dakikadır beni seyrediyordu demek...

Gözlerimi ondan ayırıp başımı göğsüne koydum. "Olabilir öyle vakalar."

"Yataktan kalkmama da izin vermedin."

"Nasıl ya?" Gözlerim şaşkınlıkla aralansa da yüzümü yaslı göğsünden kaldırmadım.

"Yataktan kalkmaya yeltendiğimde kollarını bana sardın ve o gün ki gibi yine aynı şeyi söyledin." Yüzüne bakmasam da sesinden gülümsediğini anlayabiliyordum.

Ne dedim ben o evde bu adama ya?

"Ay, söyle artık. Ne demişim ben sana?" Başımı hızla kaldırıp yüzüne baktım. Ellerim göğsünün üzerindeydi.

Yüzündeki sırıtış yerini korurken belimde olan ellerini gevşetmemişti. "Burası rahat..."

"Ciddi misin?"

"Evet... O gün de seni kucağımdan yatağa koymak istediğimde aynı cümleyi kullanmıştın." Dudaklarındaki gülümsemeyle devam etti. "Sana bu sözü bir kere daha söyleyeceğini ve bu olay gerçekleştiğinde hatırlatacağımı söylemiştim. Sözümü tutan bir adamım."

Evet, arabada ben kendimi söylemesi için yırtarken bana hatırlatacağını söylemişti.

Yalan değil, göğsünde rahattım...

"Şimdi sözünü tuttun diye madalya mı verelim? Ne yapalım yani?" Gülümsemesi solsa da gözlerindeki manidar his hâlâ yerindeydi. Yerimden kalkmak için ellerimi göğsüne bastırıp destek aldım fakat belime sıkıca sarılı kolları doğrulmama engel oldu.

"Bu kadar rahatsa neden biraz daha yatmıyorsun?" Bakışları derinleşirken gözlerim dudaklarına kaysa da kendime engel olup imayla gülümsedim.

"Senin de hoşuna gitti galiba?"

Beni kendine çekerek başımı göğsüne yasladı. "Evet, gitti."

"Daha ne kadar böyle durabiliriz ki?"

Bir anda yan tarafa dönüp bir kolunu belimin altından geçirerek bana sarıldı. Dudakları saçlarımın arasındaki yerini bulduğunda derin bir iç çekti. "Biraz daha uyumak istiyorum." Aldığı nefesi yavaşça verirken sıcak nefesi saçlarımın arasında kaybolmuştu. "Seninle..."

Burnumu adem elmasına sürtüp ellerimi göğsüne koydum. "Uyuyalım o zaman."

"Uyuyalım."

Şu an nasıl uyuyacağımı düşünerek kendimi göğsüne saklamıştım. Gözlerimi kapatarak beni sarmalayan adamın kokusunu içime çektim.

  Uyumasam da onun kollarında durmamda sakınca yoktu değil mi?

 
——-

  "...tamam. Zaten farklı bir gelişme olursa bana haber vereceğinizi biliyorsunuz."

Yavuz'un uzaktan gelen sesiyle gözlerimi araladım. Balkondaydı ve sesi aralık kapıdan geliyordu. "Size emanet Seniha Hanım."

Seniha da kimdi?

Yataktan doğrulup ne hakkında konuştuğunu çözmeye çalışırken yüzünde tarif edemediğim bir ifadeyle bana döndü. Telefonu kapatırken gözleri beni buldu ve içeri girdi. Sanki mutlu ve... Umutlu gibiydi. Üzerine siyah bir tişört geçirmişti. Yüz ifadesini düzeltip banyoya doğru yürümeye başladı. "Uyanmışsın."

"Evet... Sayende uykuya doydum."

Banyonun köşesindeki duvara yaslanıp kollarını göğsünde bağladı. "Ne güzel işte. Sabaha kadar uyumayız."

Bak şimdi...

"Ben gece de uyurum sen merak etme." Gülümsememi bastırmak için alt dudağımı ısırdım.

"Benim seni uyutmamak için çok güzel taktiklerim vardı ama..." Yüzüne yerleştirdiği sırıtışa aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdim.

Bu adamın içinde bastırdığı başka bir Yavuz varmış meğer...

"Ya... Merak ettim şimdi." İki elimi yatağa yaslayıp kendimi hafifçe geriye yatırdım. Bakışları açıkta kalan boynuma saniyelik değdikten sonra yüzüme kaydı.

"Gece uyumaya kalkarsan merakını gideririm." Dudakları yavaşça düz bir hâl alırken bakışlarını benden ayırıp banyoya doğru yürümeye başladı. Her bir hareketini incelerken bir anda üzerindeki tişörtü çıkarınca gözlerimi nereye sabitleyeceğimi bilemedim. Yerimde doğrulup oturur pozisyona geçerken omuzunun üzerinden bana baktı.

"Birazdan kahvaltıya inelim. Bugün de boş olduğumuz için başka bir yere gideriz."

Ayağa kalktım. "Ben de hazırlanayım." Bakışlarım sırtında gezinirken tekrardan sırıttığını fark ettim.

"Bakışların üzerimde çok gezindi. Doyamadıysan duşta da seyredebilirsin."

İyice uçtu bu adam.

Saçımı kulaklarımın arkasına yerleştirip yutkundum. Bakışlarımı gözlerine sabitleyerek dudaklarımı araladım. "Yok... Böylesi beni tatmin etti." Balkona doğru dönüp konuşmaya devam ettim. "Ben hazırlanmaya gidiyorum. Yirmi dakikaya hazır olurum."

"Hazırlan bakalım. Seni kapıda bekleyeceğim."

Balkondan çıkıp odama geçtiğimde hızla hazırlanmaya koyulmuştum ki telefonumun zil sesiyle duraksadım. Arayan kişi Sevim'di. Üç, dört gündür hastaneye gelmediğim için meraklanmış olmalıydı.

"Efendim?"

"Neredesin Ezgim yaa? Kaç gündür seni hastanede göremediğim için merak ettim."

"İyiyim, merak etme."

"Neden gelmedin hastaneye? Bir sorun yok değil mi?" Ona bile başımdan geçen son olayları anlatmamalıydım. Notu bulduğum gün aklıma gelince ürpermeme engel olamadım. "Biraz rahatsızım. Büyük bir şey yok yani. Yakında geleceğim hastaneye." Buna cesaretim var mıydı bilmiyorum...

"Çok ağır bir durum değildir umarım. Valla hocalar bile merak etti seni. Yokluğun fark edildi yani..."

Hangi hoca olduğunu tahmin etmek zor olmamalıydı. "Yok ya... Ağır bir durum değil. Düne kadar kötüydüm ama şimdi biraz daha iyiyim. Geleceğim merak etme." Yatağın üzerine oturdum. "Hangi hoca sordu beni?"

"Kerim Hoca'yla Zeynep Hoca sordu. Tabii bizim de pek bilgimiz olmadığı için bir şey diyemedik."

Kerim... İsmi bile tüylerimi diken diken ederken yutkundum. "Anladım... Siz neler yapıyorsunuz?" Bunu tabii ki konuyu değiştirmek için sormuştum.

"Bildiğin gibi. Siz yokken biraz eksik gibiyiz sadece."

Kaşlarım çatıldı. "Siz derken?"

"Mert'te iki gündür ortada yok. Dün aradığımda gittiği ek işte problem olduğunu, birkaç gün hastaneye gelemeyeceğini söyledi."

Yazık çocuğa...

"Her ne kadar gamsız dursa da onun da problemleri var tabii." Bir an evvel telefonu kapatıp hazırlanmalıydım.

"Aynen öyle..."

Derin bir nefes aldım. "Sevim... Şu an gitmem gereken bir yer var. O yüzden telefonu kapatmam gerekiyor. Daha sonra konuşalım olur mu?"

"Aaa... Tamam, tamam. Kendine çok dikkat et. Merak ettiğim için aramıştım."

"Teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşmek üzere."

"Görüşürüz."  

Telefonu kapatıp tekrardan hazırlanmaya koyuldum. Üstüme çöken şu ürpermeden kurtulmalıydım. Yüzümü bol su ile yıkadım. Üzerime krem renkte v yaka bir body giyip siyah deri ceket çektim. Altına ise koyu mavi dar bir jean giydikten sonra saçlarımı dağınık bir topuz yaptım. Rimelimi de sürdükten sonra ayakkabılarımı giyip kapının önüne çıktığımda her zaman ki gibi hazır bir şekilde beni bekliyordu.

Kahvaltımızı yapıp yola çıktığımızda bu sefer ne tür bir yere gideceğimizi merak etmiştim. Fakat yine sakin ve şehirden uzak bir yere gittiğimiz belliydi. Geldiğimiz yol tamamen ormanlık bir yerdi. Camı açıp arabanın içine huzur verici toprak kokusunun girmesine izin verdim. Bu kokuya bayılıyordum.

Toprak yolda sarsılarak ilerleyen arabayı ağaçların sıklaştığı tarafa park ettiğinde arabanın içinden etrafa göz gezdirdim. Karagöl denilen bir yere gelmiştik ve gölün karşı kıyısında yer yer kurulu çadırlar vardı. Buraya kamp yapmak amacıyla da gelenler vardı anlaşılan.

Arabadan inerken Yavuz da benimle birlikte inmişti. Geçtiğimiz yolda çardaklarda oturan birkaç kişi görmüştüm. Burada kimse yoktu. Gölün üzerinde sürü hâlinde yüzen ördekler haricinde kenarlarında da dolaşan ördekler vardı. Rüzgarın ağaçlara çarpan sesi dinlendirici bir senfoni gibiydi.

"Bugün de böyle bir yerde olalım diye düşündüm."

Bakışlarım gölün duru suyuna dolaşırken cevap verdim. "Çok iyi düşünmüşsün."

Toprak yolda aşağı doğru adımlarımı yönlendirirken o da aynı şekilde yürümeye başladı. Gölün kıyısında olan çardağa oturmak yerine tam sınırda kalan toprağın yüksek kısmına oturdum. Dizlerimi kırıp kollarımı onlara sardım. Yatıştırıcı esen rüzgar tenimi sıyırırken gözlerimi kısa bir an kapatıp derin bir nefes aldım. O da aynı şekilde yanıma oturdu.

Gölün üzerinde yüzen ördeklere ara ara sıçrayan balıklar eşlik ediyordu ve gölün çevresi tamamen ağaçlarla kaplıydı.

"Biraz burada oturup ormana doğru yürüyüşe çıksak olur mu?" Bakışlarımı ona çevirmiştim.

"Olur tabii."

Burası her ne kadar duygularımdan arınmış hissettirse de tek sebep bulunduğum mekan değildi. Yanımda olan bu adamın varlığı buna en büyük etkendi. Başımı omuzuna yasladığımda ellerini saçlarıma götürüp her zaman ki gibi okşamaya başladı.

"Omuzuma yaslanmanı seviyorum."

Her ne kadar alışsam da bu adamın pat diye konuşması bazen beni şaşırtıyordu. Tıpkı onun gibi açık olarak karşılık verdim. "Ben de omuzuna yaslanmayı sevdim."

"Sanırım... Sana dair her şeyi seviyorum." Sesinin yumuşaklığı kalbimi okşamıştı. İçimde kıpraşan kelebekler kanatlarını birbirine sürterken tebessüm ettim. Başımı omuzundan kaldırmadan konuştum. "Mesela?"

"Mesela..." duraksadı. "Mesela olur olmaz yerlerde huysuzlanman, kendince doğru olduğunu düşündüğün şeylerin ısrarla arkasında durman, gerildiğin anlarda saçlarını kulağının arkasına sıkıştırman, benimle oynadığın göndermeli laf oyunlarını kaybetmen..."

Son cümlesiyle başımı kaldırıp ona baktığımda gülümsedi. Beni bu kadar iyi tanımasına şaşırmıştım.

"Mesela şu an sana dair bu kadar şeyi bildiğim için şaşırıp bana bakman..."

"Cin olduğunu kabul etmiştin değil mi?" Yüzünü daha net görebilmek adına kendimi geri çektim.

"Evet, şu muhabbet... Cin olduğumu kabul ediyorum." Bakışlarını yüzümde gezdirdi. "Sana çarpıldığımı da..."

Yavuz... Bu adam her defasında sözleriyle beni bozguna uğratmak zorunda mıydı?

Ayağa kalkarak ellerimi belime yerleştirdim. "Şu an zararsız bir cinle beraber olduğuma inanarak sizinle ormana doğru yürüyüş yapmak istiyorum. Beni daha fazla çarpmadan gidelim mi?"

Gülümsemesi derinleşirken benim gibi ayaklandı. "Tabii, gidelim. Ama daha fazla çarpma konusunda söz veremem."

Sıklaşan ağaçların arasına doğru yürümeye başladığında ben de peşine takıldım. "Neyse..."

Yavuz tarafından çarpılmaya da razı gelelim bakalım...

Dün olduğu gibi parmaklarını parmaklarımın arasından geçirip avucumu avucunun içine aldı. Ağaçların arasında yavaşça yürümeye başlamıştık.

Bir müddet ayağımızın altındaki yaprakların ezilme sesi de bize eşlik ederken yürüdük. Düşünceli görünüyordu. "Ne düşünüyorsun?"

Bakışlarını bana çevirmeden konuştu. "Hiçbir şey..."

Bu hâlini görünce aklıma sabah ki telefonda konuşması geldi. Fakat o konuşmada sesi gayet normal ve umutlu gibiydi. "Sabah konuştuğun kişi... Kimdi?"

"Çok da önemli birisi değildi."

Hayır, şu an bana doğruyu söylemiyordu. Sanki bir şeyleri geçiştirmeye çalışıyor gibiydi. "Doğruyu söylemiyorsun."

Bakışlarını yüzüme indirdi. "Hayatımda görevi olan kişilerden biri sadece."

"Kim mesela? Senin hayatındaki görevi ne?"

Bir anda durup gövdesini bana çevirdi. Bakışları her zamankinden daha farklıydı bu sefer. Adem elması hareketlendikten sonra dudaklarını araladı. "Annem..." Gözlerinde direndiği Yavuz tekrar kendini göstermişti. "Annemin var ama yok gibi olduğundan bahsetmiştim. Hatırlıyor musun?" Evet dün bahsetmişti ve üzerine gitmek istememiştim. Bazı şeyleri kelimelere dökerken zorlandığını hissedebiliyordum çünkü.

Başımı olumlu anlamda salladım. "Annemin kaldığı ruh hastalıkları hastanesinde görevli bir kadın..."

Annesi ruh hastanesinde miydi? Yavuz... Onun içinde kopmuş fırtınaların dağıttığı duygularını o kadar merak ediyordum ki... O duyguların yaraladığı kalbini avuçlarımda saklamak isterdim. Kendi ellerimle sarıp sarmalamak isterdim...

Parmaklarımla elinin üzerini okşadım. "Annenin... Neyi var?" Aynı şekilde onun da parmakları bana karşılık verdi. Gözleri gözlerime kenetliydi. "Herhangi bir tepki vermiyor. Konuşmuyor, gülmüyor," tekrar yutkundu. "Bana bakmıyor..."

Son cümlesindeki ses tonu kalbime bir kesik atmıştı. Onu her zaman duvarlarıyla tanımıştım ve o duvarların ardındaki Yavuz'u görmek bana farklı hissettirmişti. Herkesten farklı ve ayrı...

"Ne zamandan beri böyle peki?"

"On bir yıldır."

On bir yıl... Zamanın en iyi öğretici olduğunu bana söylediğinde onu yadırgamıştım. Hâlbuki zamanın en iyi terbiye ettiği bir adam varmış karşımda. Zamanın acımasızlığına alışan bir adam... Zamanın gerçek yüzünü gören bir adam...

Elini daha çok sıktığımda beni de çekerek kendisiyle birlikte arkasında kalan ağacın önüne oturttu. "Ben... Özür dilerim Yavuz."

Kaşlarını hafifçe çatarak bana baktı. "Neden?"

Avucumun içinde olduğu eline uzanarak diğer elimi üzerine örttüm. "Seni yadırgadım. Bana her öğüt verdiğinde beni anlamadığını sandım. Sana karşı bencil davrandım..."

Boştaki avucunu yüzüme yerleştirdi. Dudakları hafifçe yukarı kıvrılırken gözleri yüzümde geziniyordu. "Sana bunu öğrenmenin de zamanla olacağını söylemiştim değil mi?"

Tebessüm edip başımı salladım. "Evet, söyledin. Zaten söylediğin hiçbir şeyde haksız olduğunu görmedim." Kendimi yana yatırarak uzatmış olduğu bacaklarına başımı koydum. Yaptığım hareketi yadırgamadan parmaklarını açıkta kalan boynumda gezdirmeye başladı. Kenetli ellerimizi çözmüştüm ve o elini de belime koydu.

Yan tarafa dönük bir şekilde yattığım için yüzünü göremiyordum. Kendini beğenmiş bir şekilde gülümsediğini anlayabilmiştim. "Buna olgunluk deniyor."

İlk defa bu sefer ben acı şeyler konuşmamak adına konuyu değiştirmek istedim.

"Senin burcun neydi?"

"Bilmem."

"Nasıl ya? Hiçbir şeyden eksik olmayan sen, burcunu bilmiyor musun?" Başımı bacaklarının üzerinde düzleyip şaşkınlıkla ona baktım.

"Hayır, bilmiyorum." Gayet rahat ve gereksiz bir şeyden bahseder gibi söylemişti bunu.

Yüzümü tekrar yan çevirip aynı pozisyonuma geri döndüm. "Hangi ayda ve kaçıncı günde doğdun?"

"15 şubat."

"Vayy, Kova burcusun demek..."

"Yani?" Merakla sormuştu bu soruyu.

"Bildiğim kadarıyla olayları kontrol altına almayı severler ve kuşkucu yapıları vardır. Özgürlüklerine de düşkündürler." Başımı hafifçe onun tarafına çevirmiştim. "Tam bir dedektif burcu."

Dudaklarını aşağı kıvırıp başını salladı. "Sen hangi ayda doğdun?"

"23 Eylül. Terazi Burcu oluyor." Tam devam edecektim ki konuşmama müsaade etmeden araya girdi. "Bekle, özelliklerini ben tahmin edeyim. Bakalım sende olan özelliklerden hangileri Terazi Kadını'na ait..."

Başımı eski yerine çevirdim. "Tamam, sen tahmin et."

Parmakları hâlâ açıkta kalan boynumda geziniyor, ara ara çeneme çıkıyordu. "Bence Terazi Kadını olaylar karşısında bazen kararsız kalabiliyor. Ama eğer doğru olduğuna sonuna kadar inandığı bir durum varsa asla haksızlığa gelemez." Evet, doğru tahmin ediyordu. Benim üzerimden tahminlerde bulunuyordu ve benim hakkımdaki ilk tanımlaması kesinlikle doğruydu. Maalesef ki ikilemlerde yaşayabilen bir insandım. Biraz daha düşünüp devam etti. "Ne kadar yumuşak görünse de hırslı bir yapısı var. Aynı zamanda özgürlükçü de. Kendi alanına müdahale edilmesinden hoşlanmayacak türden." Parmakları ensemdeyken durdu. "Doğru gidiyor muyum?"

"Bence kesinlikle astrolojiye merak salmalısın." Beni bu kadar iyi tanımlaması, bu kadar iyi gözlemleyip kararlar vermesi çok hoşuma gitmişti.

"Öyle mi dersin?"

Başımı salladım. "Evet, öyle." Beni biraz daha anlatmasını istiyordum. "Başka? Terazi Burcu hakkında başka gözlemin var mı?"

Ensemde olan parmakları tekrar hareketlendiğinde tüm bedenim nahifçe ürpermişti. "Evet var..."

"Nedir? Merak ediyorum." Sırtım hâlâ ona dönük, başım yan tarafa doğru yatıktı. Nefesini kulağımın yakınlarında hissetmeyi beklemiyordum. "Bence Terazi Kadını..." Parmakları ensemden çenemin kıyısına inmişti. "Çekici... Dikkat çeken bir güzelliğe sahip."

Parmaklarının bulunduğu yere dudaklarının değmesi nefesimin kesik bir hâl almasına sebep olmuştu. "Her koşulda kendine bakmayı seviyor..." Boğuklaşan sesinin tonu dürtülerimi kabartırken dudaklarının enseme doğru kayması midemdeki kelebekleri uçurmaya başlamıştı. Beni bir anda omuzumdan tutup kendine çevirmesiyle hazzın gölgelerini saran yeşilleriyle karşılaştım.

Yüzüme yakın olan yüzüne göz gezdirirken bakışlarım aralık dudaklarında durdu. O gün ki tadı almak istiyordum. O gün ki gibi dudaklarının dudaklarımda dolaşmasını...

Boşta kalan ellerimi ensesine yerleştirip saç köklerini tıpkı onun yaptığı gibi yumuşak dokunuşlarla okşamaya başladım. Onun da yeşilleri dudaklarımda gezinirken dudakları dudaklarıma yakınlaşmaya başladı.

Yakındı, çok yakın...

Onun gibi ben de dudaklarımı araladığımda konuşmasıyla bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Seni senden daha iyi tanıyorum. Burçlar umurumda değil." Dudaklarıma çarpan nefesi içimdeki arzuyu daha da tutkulu bir hâle getirmişti. Şu an başım onun kucağında ve tüm bedenim onun elinin altındaydı.

Parmaklarımı saç kökünden yukarı doğru çıkarıp saçlarını hafifçe çekiştirdim. "O zaman benim nelerden hoşlanabileceğimi göster bana."

Dudaklarımız arasındaki tek nefeslik mesafeyle gözlerimi kapattığımda çalan telefonla Yavuz'un durması bir oldu.

Sıçacağım böyle işin içine...

Şu an damarlarımda kabaran dürtülerim yerini öfkeye devretmişken bunu belli etmemek adına gözlerimi sıkıca yumdum. Yavuz "Siktir..." diye söylenirken kendini geriye çekip diğer bacağında kalan cebinden telefonu çıkarmaya koyuldu.

O çalan telefonu cebinden çıkarmaya çalışırken ben de bacağından kalkıp yerimde doğruldum.

Evren resmen bizimle dalga geçiyordu. Bu kadar denk gelmenin başka açıklaması olamazdı.

Kaşları çatık bir şekilde telefonu açıp kulağına götürdü. "Ne var Aslan?"

Aslan... Yazdım seni kenara.

O, Aslan'ı dinlerken şakağında belirginleşen damar dikkatimi çekti. Sinirlendiğinde o damar kendini belli ediyordu. Kısa bir an Aslan'ı dinledikten sonra gözleri düşünceli bir hâle bürünmüştü.

"Nasıl yani?"

Yerinden doğrulup ileriye doğru birkaç adım attı. "Sinan Çet... Hülya Çet'in kocası, o nasıl öldü peki?"

Dikkatle telefondaki Aslan'ı dinlerken ben de Yavuz'un sözlerine dikkat kesilmiştim. "Hadi be..."

Neler dönüyordu?

"Tamamdır, bu işin arkasını belki de Önder'le hâlledeceğiz."

Telefonu kapattıktan sonra bana döndüğünde gözlerindeki derin düşünce hâlâ yerindeydi. "Neler öğrendin Yavuz?" Ben de ayağa kalkıp yanına yaklaştım.

"Olaylar daha da karışık gibi Ezgi. Hülya Çet'in nasıl öldüğünü öğrendik."

Meraklı bakışlarım yüzünde geziniyordu. "Nasıl?"

"İntihar etmiş." Bakışlarından beynindeki kurtların tekrar uyandığını anlamıştım. "Hem de kocasının bileklerini kestikten sonra..."

O zaman...

"O zaman Şair..." Gözlerim gözleriyle aynı dili konuşuyordu. Başını olumlu anlamsa salladı. "Muhtemelen Şair, Hülya'nın gizemli çocuğu..."

Geldiğimiz yönün tersine yürümeye başlamıştı. "Ama kayıtlarda çocuğu yoktu değil mi?"

"Evet, yok... Ama bu onun çocuğu olmayacağı anlamına gelmez. Bilek kesme detayı tesadüf mü sence? Ya da Şair'in kullandığı arabanın o kadına ait olması..." Bana bakmadan konuşuyordu.

Kesinlikle değildi.

Yüzüne baktığımda derin düşünceleri her zamankinden daha da fazla gibiydi. "Şu an gideceğimiz adamın bu konuyla ilgisi ne peki?" Aynı soruları sorar gibi oluyordum ama ortada çok karışık bir durum vardı.

"Bunu anlamaya çalışıyorum Ezgi. Sana bahsettiğim durumda Hülya Çet'in de adı geçti ve o olayda bilinmeyen yönleri o adam bize anlatabilir. O kadın nasıl intihar etti sence?"

Yaşadığın şaşkınlıkla bakışlarımı yere indirdim. "Bileklerini keserek..." Sesim aralık dudaklarımdan kısık çıkmıştı.

"Aynen öyle."

"Yarın bir an evvel o adamla konuşmamızı istiyorum."

Bakışlarını bana çevirdi. "Yanımızda durabilirsin ama sorduğum sorulara dahil olamazsın."

Söz konusu ablamın katiliydi. Susmamı bekleyemezdi. "Ben bir köşede susacak mıyım?"

Kaşlarını çattı. "Şu an geçmişte olan o olay hakkında ne biliyorsun? Nasıl dahil olabilirsin? Seni yanımda tutmam aykırıyken bu konu hakkında bir daha seni uyarmak istemiyorum." Otoriter çıkan sesiyle dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi ondan ayırdım. Yine fevri davranmıştım. Bahsettiği olay hakkında bir bilgim yoktu. En azından bir köşede durarak belki ben de bazı ayrıntıları yakalayabilirdim. Onun iyi niyetini suistimal etmemek adına sustum.

Arabayı park ettiğimiz gölün kenarına geldiğimizde suskunluğumuzu bozdu. "Yakınlarda büfe var. Ben biraz yiyecek bir şeyler alayım. Sen de burada bekle istersen."

Başımı olumlu anlamda salladım. "Tamam olur."

Arabayla geldiğimiz yöne adımlarını yönlendirirken ben de gölün kenarına oturdum. Her ne kadar bastırmaya çalışsam da içimdeki sabırsızlık yangını bazen harlanıyordu. Böyle bir konuda sabretmek... Benim bu hayatla en büyük sınavımdı.

Etrafımda esen rüzgar, ördek sesi ve gölün akan durgun suyunun sesini dinlemeye çalıştım. Yavuz'un içinde açılmış yaralar kabuk tutsa da o kabuk tutan yaralardan sızan kan benim taze yaralarıma karışıyordu sanki. Onun beni anladığı gibi ben de onu anlamaya başlamıştım artık. Ona yaptığım haksız düşünceler için pişmanlık hissetmiştim. Ablam ve Gökçe için kendini hatırlatan vicdanım bir azabın çığlığına kendini teslim ederken Yavuz o çığlıkları duymamam konusunda bana en büyük destekti.

Yavuz, içimdeki karanlıkta kendi karanlığını misafir eden adamdı...

O karanlıkta birbirimize tutunmak için sebepler tesadüfümüzdü.

O karanlıkta ışığı aramıyorduk, birlikte kör olmaya razıydık.

Dizlerimi kırıp kendime çektim. Kollarımı dizlerime sarıp önümden geçen ördek sürüsüne odaklanmıştım ki arkamda hissettiğim hareketlilikle başımı çevirdim. Omzumun arkasında etrafa göz gezdirdim fakat kimseyi göremedim. Peki bir anda neden böyle hissetmeye başlamıştım?

Sanki... İzleniliyor gibi.

Ayağa kalkıp çardağın tarafına doğru yürümeye başlamıştım ki sağ tarafımda gördüğüm şeyle yerime çakıldım. Tıpkı o gün ki gibi bir köpeğin bana bakması nasıl bir tesadüftü?

Peki yine o gün ki gibi Yavuz yanımda değilken karşıma çıkması?

Şansıma bir küfür savururken köpeğin yanıma doğru adımlarını yönlendirmesiyle vücuduma bir anda adrenalin depolanmaya başladı.

"Şşş... Orada kal ve benden uzak dur."

Sanki beni anlamasını bekliyormuş gibi onunla konuşmuştum fakat o aynı şekilde yürümeye devam ediyordu.  Adımlarımı yavaşça geriye doğru atarken bakışlarımı bir an olsun ondan ayırmadım. O da aynı şekilde bana bakıyordu. Köpekleri zamanında çok seven bir insandım fakat bana bir köpeğin saldırmasıyla maalesef ki böyle katlanılmaz bir fobim oluşmuştu.

Sıklaşan nefesimi kontrol altına almaya çalışarak bir adım daha attığımda ayağımın boşluğa gelmesiyle dengemi sağlamaya çalıştım. Her an yasaklı göle düşebilirdim.

"Gelme üstümee!" Köpeğin havlayıp aniden koşmasıyla adımım boşluğa düşmüştü. Tersi yöne koşmuştu fakat o an ki korkuyla dengemi kaybedip kendimi gölün soğuk sularında bulmam bir oldu.

Dengesiz düşmemle bedenim suyun derinine batmıştı. O an ki düşüşle ismimi duyduğum ses Yavuz'a ait olmalıydı. Yüzmeyi biliyordum. Bedenimi serbest bırakıp suyun beni kaldırmasına izin verirken Yavuz'un ceketini çıkarıp suya atladığını gördüm.

Benim için hiç tereddüt etmeden suya atlamıştı. İnsan boğuluyor muyum diye bakar değil mi? Telaşlanması hoşuma gitmişti ve neden boğulmuş numarası yapmıyordum?

Çünkü niye olmasın?

Aklıma gelen bu hınzırca düşünceyle bedenimin ağırlığını suyun derinine biraz daha gömüp kollarımı yukarı kaldırdım. Ara ara başımı sudan çıkarıp nefes almaya çalışıyor gibi yaparken Yavuz hızla suyun içinde kulaç atarak bana doğru ilerliyordu.

"Ezgi!" telaşlı sesine karşılık vermeyerek kafamı bir kez daha suyun altına gömüp suyun içinde çırpındım. Boğulmuş numarası yapacaktım ve...

Suni teneffüs...

Şu an anlarsa ayvayı yedim ama anlamaması adına tüm hünerlerimi sergilemem gerekiyordu. O bana tam anlamıyla yaklaştığında bedenimi hareketsiz bırakıp suya teslim oldum. Suyun altından belimi kavrayıp beni biraz daha suyun yüzeyine çıkardığında nefes nefese olduğunu duyabiliyordum.

"Ezgi!" Bir eliyle yüzümü sarssa da hiçbir karşılık vermeden neler yaptığını gözlerim kapalı bir şekilde gözlemlemeye çalıştım. "Uyan!"

Bir eli belimdeyken muhtemelen diğer eliyle kıyıya doğru yüzmeye başladı. "Geldik, az kaldı güzelim..." Sesinin telaşı ona olan hayranlığımı daha da arttırıyordu.

Şu an sesindeki his telaştan da öteydi. Yavuz'da daha önce hissetmediğim bir şey...

Kaybetme korkusu...

Beni kaybetmekten korkuyordu. Dayanamayıp bu oyunu bozmak için içimde çok büyük bir savaş vermeye başlamıştım. Birazdan oyunu sonlandıracaktım. Dudakları dudaklarıma değdiğinde bu oyun bitecekti...

Az daha sabır Ezgi...

Beni kıyıya getirip bedenimi kucağına alarak düz bir yere koydu. Üzerime eğik olduğunu ve nefes nefese kaldığını hissedebiliyordum.

"Hayır Ezgi, uyan..." Gülmemek için kendimi tutuyordum. Yüzüme yaklaştığını hissettiğinde kendimi kontrol altına aldım.  "Lütfen..." Evet, yüzüme yaklaşmıştı.

"Nefes alıyorsun." Parmakları bileklerimi bulduğunda nabzımı kontrol ettiğini anladım. Kahretsin düşündüğüm kontrolü mü yapıyordu yoksa?

İlk yardım ayrıntılarını biliyordu...

"Evet nabzın da düzenli." Fısıltıyla konuşsa da hâlâ nefes nefeseydi. Hayır, suni teneffüs yapsın lütfen... "O zaman neden uyanık değilsin? Bilincin yerinde değil?" Sesli bir şekilde düşünüyordu. Bunu düşünmemiştim. Fakat gözlerimi yine açmadım.

Eğer solunum ve nabız varsa suni teneffüse gerek yoktu. Aferin bana, elime yüzüme bulaştırdım.

Bir anda beni yan yatırıp sırtıma vurmaya başladı. Ne yapıyorsun adam?

"İçindeki suyu çıkarmamız lazım, hadi Ezgi!" Bayılmasam da Yavuz'un vuruşlarıyla bayılacaktım. Gözlerimi aralayıp numaradan öksürmeye başladım. Fakat o bunu fark etmemiş olacak ki beni düz yatırıp bu sefer de karnımın üst kısmına baskı uyguladığında ruhumu teslim edeceğim sandım.

"Dur, dur!" İçimdeki suyu değil, canımı çıkarmaya çalışıyordu herhâlde. Nefesim kesilirken onun telaşlı gözleri yüzümde gezinmeye başladı. "Uyandın!"

Islak yüzümü ellerinin arasına alıp mutlulukla incelemeye başladı. Sakin ol, numara yapıyordum dersem beni tekrar suya atıp boğmaya çalışma ihtimali var mıydı?

Varsa ne kadardı acaba?

Yüzüyle bedenimi incelerken aydınlanmış gibi bana baktı. "Sen... Su da yutmamışsın." Evet, şimdi gerçekten boğulmaya hazırlanmalıydım. Gözlerimi ondan kaçırarak gerçekçi bir şekilde öksürmeye çalıştım. Bakışlarını yavaşça kısarak gözlerini benden ayırmadan ayağa kalktı. "Boğulmamıştın değil mi?"

Kaşlarımı çatarak dediklerini inkâr ettim. "Ne diyorsun Yavuz? Bu hâlim sence numara mı? Bilerek mi suya atladım?" Manipüleyle örtbas edebilirdim.

"Hayır, sen suya atlarken köpek sesi duydum. Muhtemelen köpekten korktuğun için suya atladın ama..." Kısık gözleri şüpheyle tekrardan bedenimde gezindi. "Boğulduğun numaraydı. Solunumların ve nabzın normaldi. Üstüne solunum yolundan su da çıkmadı."

Şimdi bittim...

"Ne diyorsun, anlamıyorum Yavuz."

Bir anda eğilip kollarını bedenimin altından geçirerek beni kucağına aldığında dudaklarımdan küçük bir çığlığın dökülmesine engel olamadım. "Boğulmanın ne demek olduğunu şimdi anlarsın." Bacaklarımı ve kollarımı hızla sallayıp kollarından kurtulmaya çalışsam da kucağında küçük kalan bedenimi kollarıyla sımsıkı bir şekilde sarmıştı.

"Bırak beni!"

"Şşş, sadece suya gireceğiz." Büyük bir rahatlıkla konuşurken kaşları hâlâ çatıktı.

"İstemiyorum ya! Bıraksana Dedektif!" Kolundan sarkan bacaklarımı sallasam da şu an ona pek etki etmişe benzemiyordu.

"Şimdi gerçekten boğulacaksın ve bu sefer suni teneffüs yapacağım, söz."

"Ne suni teneffüsü?"

Sonuna kadar inkâr...

"Ben göstereceğim şimdi sana," dediğinde kollarıyla beni havalandırıp suyun içine attı. Çığlıklarım suyun altına girmemle kesilirken o bu hâlimden memnun görünüyordu. Suyun yüzeyine çıktığımda suyun altından kollarını belime sararak beni tekrar aşağı itti. Aniden yaptığı hareketle boğazıma su kaçmıştı ve ben suyun üzerine çıkmaya çalışıp öksürürken o tekrardan beni aşağı çekmişti.

"Boğuluyorum manyak herif!"

Kafam suyun altındayken sesi boğuk bir şekilde geliyordu. "Seni boğmaya çalışıyorum zaten Stajyer." Tekrar su yüzüne çıktığımda kuvvetle öksürüp boğazımı temizledim. Bu sefer nefes almama izin vermişti. Yüzündeki sırıtış ne kadar eğlendiğini gösteriyordu.

Ama hayatının hatasını yaptı. Kollarını gevşetmesini fırsat bilerek suyun altındaki bacaklarımı hareket ettirerek ona yaklaştım ve bacaklarımı sıkıca beline sardım. Kollarımı da aynı şekilde boynuna sararak zafer kazanmışçasına gülümsedim. "Bana minik pirana derken haksız değildin." Ellerimi boğazına götürüp parmaklarımla boğazına baskı uygulamaya başladım. "Şimdi boğulan taraf sen olacaksın."

"Suni teneffüs için numara yapan sendin."

"Yo... Öyle bir şey yapmadım." Dediğini kabul etmeye hiç niyetim yoktu. O da elleriyle belimi sardı. İkimizde baştan aşağı sırılsıklamdık.

"O zaman... Suni teneffüs yapacaksan boğulmaya razıyım." Dudaklarındaki sırıtış çok manidardı. Ben de aynı şekilde gülümsedim. "Biraz evvel bana suni teneffüs yapmadın. Ben neden sana yapayım?" Sesi hafifçe boğuklaştığında parmaklarımı gevşetsem de kollarımı sımsıkı bir şekilde boynuna dolamıştım. Bacaklarım da hâlâ sımsıkı ona sarılıydı. Yüzünü görebilmek için başımı hafifçe geriye yatırmak zorunda kalmıştım.

"Yapmamı istiyordun yani..."

"Artık bu konuyu kapatır mısın?" Kabul etmeyecektim işte.

"Sen kabul edene kadar suyun altında kalırız o zaman." Sözünü bitirmesiyle bedenlerimizi suyun altına çekmişti. Bacaklarımı gevşetsem de belime sarılı kolları yüzünden bedenimi su yüzüne çekemiyordum. Hazırlıksız yakalandığım için nefes de alamamıştım. Kollarında çırpınırken kendisiyle birlikte beni de yukarı çekti. Oksijene aç bir şekilde nefes alırken o etkilenmemişçesine yüzümü inceledi.

"Şimdi?"

" 'Ne' şimdi?"

"Suni teneffüs istediğini kabul ediyor musun?"

Sinirle omuzuna vurdum. "Bırak beni artık! İnada bindirdim. Kabul etmiyorum!"

"Peki, sen bilirsin." Belimdeki kolları sıkılaşıp tekrar bedenlerimizi aşağı çekmeye yeltenmişti ki Yavuz'un arkasında kalan kıyıdan bir adam bize seslendi.

"Hey! Gölden çıkar mısınız? Göle girmek yasak!"

Sağ ol abi... Kurtardın beni bu manyağın elinden.

Yavuz omuzunun üzerinden adama baktı. Kollarımdaki belini gevşetmemişti. "Arkadaş boğuluyordu da onu çıkarmaya çalışıyordum."

Kaşlarım sözleriyle havalandı. "Suçu bana attın..." dedim kısık bir sesle.

Bana bir bakış atıp sırıttı. "Başka bir fikrin var mı?" Bir kolu belimdeyken yüzmeye başladı. Kollarım hâlâ boynuna dolanmış vaziyetteydi.

Başımı kaldırıp bize yadırgayıcı gözlerle bakan adama baktım. "Kusura bakmayın, yüzmenin yasak olduğunu bilmiyordum. Gölü sakin bulunca atladım ve yüzmeyi öğrenmek istedim."

Yavuz bir yandan bizi kıyıya taşırken bir yandan da sözümün devamını getirdi. "Tabii öğrenemedi. Az daha ölecekti, ben kurtardım."

Şeytan ya...

Dediğini kabul edercesine susup yaptığı oyunu sürdürerek sanki yüzme bilmiyormuş gibi bedenimi kıyıya getirmesine izin verdim.

"Tamam, çabuk çıkın lütfen. Bir daha gelirseniz bilginiz olsun."

İyice kıyıya yaklaşmıştık. "Teşekkürler, uyarınız için."

Adam huysuzca başını sallayıp uzaklaşmaya başladığında ayaklarımız zaten yerle temas etmeye başlamıştı. Dizimize kadar gelen suyun üzerinde yürüyerek toprak yola çıktık.

"Beğendin mi yaptığını, sırılsıklamız?" Ellerimle zerre kuruluk olmayan vücudumuza yapışmış kıyafetlerimizi gösterdim. O ceketini çıkararak suya atlamıştı fakat benim ceketim de sırılsıklamdı. Bedenine yapışmış tişörtten sert karın kasları belli oluyordu fakat gözlerimi ondan çekip ceketimle önümü örttüm. Gerçi beni bornozlu da görmüştü ama olsun...

"Suya atlayan sensin. Ben mi suçlu oldum şimdi?"

"Bilerek atlamadım. Köpek vardı." Dedim kendimi savunarak.

"Köpek seni suya itemeyeceğine göre..." Bilmiş ses tonuna göz devirip çardağa oturdum.

"Biraz evvel beni boğmak için can atıyordun."

Ellerini çardağa dayadı. "Seni kurtarmak için soğuk suya atlayan da benim..." Hafifçe titrediğini fark etmiştim. Üşümüş olmalıydı. Ben de üşümeye başlamıştım. Onun üşümesi daha da şiddetliydi kesin.

"Sağ ol ya. Boğulmaktan kurtarayım derken canımı alıyordun." Benim için nasıl telaşlanıp korktuğunu görmüştüm. Şu an sadece kendimi haklı çıkarmak için benimle olan atışmalarına ayak uyduruyordum.

"Hak ettin." Dedi umursamazca. Sırtını dönüp arabaya doğru yürümeye başladı. Bagajı açıp elinde iki adet battaniyeyle yanıma geldi. Birini önce benim sırtımdan gövdeme sardıktan sonra diğerini de kendine sarıp karşıma oturdu.

Bedenimizin suları biraz süzüldükten sonra battaniyeyle arabaya geçip yola koyulduk. Hava kararmaya başlamıştı. Yavuz arabaya biner binmez ısıtıcıları çalıştırdı. Yine haddinden fazla üşümüştü anlaşılan.

Otele yaklaşırken arabayla girdiğimiz sokakta bir club olduğunu fark ettim. "Bu gece kafamı tamamıyla dağıtmak istiyorum." Bakışlarını yoldan bana çevirdi. "Şuradaki cluba birlikte gidelim mi?" Elimle gerimizde kalan clubı işaret ettim.

"Aslında... O tarz yerlere gitmem ama yanında durup sana eşlik edebilirim." Verdiği cevapla memnuniyetle gülümsedim. "Tamam o hâlde. Otele gider gitmez yemek yiyip hazırlanalım."

"Olur."

Otele geldiğimizde üzerimizdeki kıyafetler tamamen kurumamış olsa da nasıl olsa hazırlanacağız diye değiştirmeden yemek yedik. Daha sonrasında odalarımıza ayrıldık. Hızla üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup ılık bir duşa girdim. Saçlarımı kurulayıp üzerime saks mavisi, kalçamın biraz altında biten askılı bir elbise giydim. Bedenimi saran bir elbiseydi ve göğüs kısmındaki desteklerinden dolayı sütyen giymeyi tercih etmedim. Çok da koyu sayılmayacak tonlarda göz makyajı yaptıktan sonra dudaklarımın rengini biraz daha ön plana çıkarması için kiraz renginde olan rujumu özenle sürdüm. Altıma geçirdiğim gümüş detaylı, ayak bileğimden yukarı yılan figürü olan stilettoyu giydim. Buraya her ne kadar eğlenmek için gelmesek de her ihtimali düşünerek bu kıyafetleri yanımda getirdiğim için mutluydum. Gümüş el çantamı da yanıma alarak kapının önüne çıktım.

Yavuz'un benden önce hazırlanıp kapının önünde beklemesine alışmıştım. Üzerinde siyah bir body ve deri bir ceket vardı. Altına yine siyah bir jean giymişti. Onda şu an tek dikkatimi çeken renk gözlerinin rengiydi. Çok lüks bir şey giyinmiş olmamasına rağmen şu an gözümde farklı bir çekicilikte görünüyordu. Belki saçlarını hafifçe yukarı kaldırdığı içindi, bilemiyorum.

Bakışları üzerimde gezinip yüzümde son buldu. Bu sefer gözlerinde daha farklı bir his vardı. Belki hayranlık... Belki de arzu... Ne olduğuna karar veremedim. Işıldayan gözlerini bana odaklayıp elini uzattı. "Gidelim mi?"

Uzattığı eli tereddüt etmeden tuttum. Bu saatten sonra asla tereddüt etmeyeceğim elin sahibi Yavuz'du. Benim elimi asla bırakmamasını diledim. Çünkü şu an bu tuttuğum eli son nefesime kadar bırakmayacaktım.

Ama kıyafetim hakkında minik de olsa bir iltifat etmesini beklerdim...

Gideceğimiz club otelin arka sokağında kalıyordu. Bu yüzden arabayı kullanmaya gerek yoktu. Çıkışa indiğimizde Yavuz bakışlarını tekrardan üzerimde gezdirdi. "Bu şekilde üşümez misin?" Sorusuyla gülümsedim. Otelin bahçesinde yürüyorduk. "Zaten arka sokakta kalıyor. Sorun olmaz." Hava çok soğuk değildi fakat akşamın rüzgarıyla biraz ürpersem de belli etmemeye çalıştım.

Bahçe kapısından çıktığımızda üzerindeki ceketi çıkarıp omuzlarıma örttü. "Sen üşüyeceksin bu sefer." Üzerimdeki ceketi omuzumdan almaya çalışsam da ellerini omuzuma koyup engel oldu. "Bir şey olmaz. Zaten yolumuz kısa."

Onun benden daha kolay üşüdüğü bir gerçekti ve bu duruma aldırmadan benim üşümemem için ceketi üzerimden atmama izin vermemişti.

Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek yürümeye devam etti. Cluba vardığımızda içerideki yüksek sesli müzik dışarıdan duyuluyordu. Elimi bırakmadan bizi içeriye soktu. Karşılaştığımız ortamda müziğin ritmine uygun bir şekilde yanıp sönen ışıklar, yine müziğin ritmine uygun dans eden birçok insan vardı. Geniş bir alana sahip olan mekanda her bir köşe doluydu. Merdivenleri inerek karşıda kalan bar tezgahına gittik. Bar taburelerine oturduğumuzda ona gülümsedim. "Ortam çok iyi, biraz kafamız dağılır." Yavuz kısık gözlerle etrafa bakarken biraz gergin görünüyordu. Sanki... Böyle bir ortam ona yabancı gibiydi.

Barmen yanımıza gelip bize ne içeceğimizi sorduğunda "İki tekila istiyoruz," dedim. Barmen olumlu anlamda başını sallarken Yavuz araya girdi. "Sen onu bire indir." Ne yani, ben tek mi içecektim?

"Sen neden bana eşlik etmiyorsun?"

Yavuz sıkıntıyla nefesini verdi. "Ben içmem. İçmeyi bırakalı çok oldu."

Kolumu masaya dayayıp başımı omuzuma yatırdım. "Bu seferlik bana eşlik etsen..." Hafifçe tebessüm etmiştim. Başını olumsuz anlamda salladığında yüz ifademi düzeltip omuzlarımı dikleştirdim. Yaptığım minik şirinlik ona sökmemişti. Kendine bile kuralları olan bir adamdı. Belki bana karşı olan kurallarını yıkabilirdi ama kendine olan kurallarını yıkacak türden değildi.

Omuzlarımdaki ceketini çıkarıp yan tarafımızda kalan tabureye koyduktan sonra elimi tişörtünün açıkta bıraktığı koluna yerleştirdim. "Hadi... Bu kadar gergin durma. Şu an evine gelen misafirin yanında zorla çağırılan ergenler gibisin."

Yavuz'un dudakları yukarı kıvrılırken yaptığım benzetmeyle kaşlarını çattı. "Ciddi olamazsın." O sırada önüme gelen tekilayı tek bir dikişle içtim. Bardağı tezgaha koyarken ona baktım. "Fazlasıyla ciddiyim. Millete bir dedektif gibi değil de normal bir birey gibi bakman daha doğal olur."

Kısık gözlerle bir kez daha etrafa baktığında bakışları o kadar komiğime gitmişti ki gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Dedektif gibi bakmamdan daha doğal ne var? Ben bir dedektifim."

Pozisyonunu değiştirerek gövdesini bana çevirip kolunu tezgaha dayadı. Bu sefer gerginliği biraz daha geçmiş gibi olsa da bakışları hâlâ sert ve şüpheciydi. "Şu an dedektif olmamanı istemiştim sadece." Barmene bakıp iki adet daha getirmesini söyledim. Sürekli istemektense kenarda yedek durabilirdi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde beni süzen bakışlarıyla karşılaştım. Taburemin yan tarafına uzanıp onunla birlikte beni kendine çekti. Bacaklarım bacaklarının arasında kalmıştı.

Müzik sesini bastırıp yüksek sesle konuşmak yerine kulağıma doğru eğildi. "Ne olmamı istersin?" Duraksayıp devam etti. "Yine öğretmenin mi olayım?" Ben kaşınmıştım. Tenime her yaklaştığında içimde oluşan hareketlenmeyi artık inkâr etmiyordum. Ona karşı... İçimde çekilen bir şeyler vardı. Beni ona iten bir şeyler. Onun bana gelmesini şiddetle isteyen bir tarafım...

Her bir zerreme kadar gerilsem de yüzünü benden uzaklaştırırken dudaklarımı yukarı doğru kıvırdım. "Bilmem... Sen hangisi olmayı tercih edersen..." Yüzümdeki cüretkâr ifade hoşuna gitmiş olacak ki o da aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdi. İşte şu an tam anlamıyla gevşediğini görmüştüm.

Elimi kolundan yavaşça çekerken bacaklarını bacaklarıma bastırdı. "Bu gece dedektif olmamı istemiyorsan olmam."  Yüzünü tekrar yüzüme yaklaştırdığında nefesimi tuttum. Sır verir gibi bir yüz ifadesine büründü. "Ama sadece senin yanında öğretmen olmayı tercih ederim."

Yüzümü geri çekip bakışlarımla onu onaylayarak barmenin getirdiği tekilayı içtim. "Bu hoşuma gitti." Oturduğum yerden bedenimi müziğin ritmiyle hareket ettirmeye başladım. Gözleri kısa bir an bende durduktan sonra etrafa bakınmaya başladı. Daha rahat oturabilmek adına taburemi biraz daha geri çektim.

"Şu an dansa kalksam benimle dans eder misin?"

"Hayır." Gayet net bir şekilde beni reddetmişti. Bu kadar kolay mıydı ya? Yedekteki tekilayı da tek dikişte içtim.

"Bu konuda da mı kuralların var Dedektif?"

"Kural değil, hoşlanmıyorum." Bakışları bitirdiğim üçüncü tekilaya kaydığında kaşlarını çattı. "İçtiğin tekila, basit bir bira değil. Biliyorsun değil mi?"

Kahkaha attım. İçki yavaştan etkisini göstermeye başlamıştı sanırım. "Dedektif Bey? Siz içki türlerinin etkisini bilir misiniz?"

Yavuz gözlerini kapatıp tekrar açtı. "Tabii ki biliyorum. Bu hızda gidersen dans etmeyi bırak, yerinde yuvarlanacaksın."

"Tamam tamam. Yavaşım..."

İçimde kontrol edemediğim bir neşe oluşmaya başlamıştı. Yerimden kalkıp müziğin ritmine ayak uydurmaya başladım. Yavuz'un gözleri üzerimdeydi. Yeşillerinde anlamlandıramadığım bir duygu vardı. Elinden tutarak ayağa kalkması için çekiştirdim. "Hadi ama... Buraya beraber gelelim dedim. Sen de kabul ettin."

"Geldim zaten."

Ona inanmıyormuş gibi bir bakış attım. "Bana hiçbir şekilde eşlik etmiyorsun. İngiltere Prensi, korumasıyla daha çok eğleniyordur."

Gülümsedi. "İngiltere Prensi'yle bir akrabalığın mı var? Nereden biliyorsun?" Hâlâ yerinde oturuyordu. "Hayır, salladım," diyerek kıkırdadım.

Elimle onu biraz daha kendime çektiğimde gülümsemesi büyüyüp dişlerini göz önüne serdi. Şu an bu duruma inanamıyormuş gibi kafasını sağa sola sallayıp yanıma geldi.  Yanıp sönen ışıklar yüzümüze değerken dans etmeye başlamıştık. O da müziğin ritmine hafifçe ayak uydurarak ellerini belime yerleştirdi.

"Bak... Sevmediğin dansı çok da güzel bir şekilde ediyorsun."

"Ettiren güzel dans edince yanında pasif kalmak istemedim." Yine bana iltifat mı etmişti bu adam?

Yüzüme yayılan sırıtışa engel olamıyordum. Uzun zamandır böyle ağır içki içmediğim için bana erkenden tesir etmeye başlamış olmalıydı. Bir elimi ensesine koyup dans etmeme devam ederken onun beni ışıldayan bakışlarla seyretmesine aldırış etmedim.

"Sen sanki sarhoş olmaya başladın..."

Başımı hızla sağa sola salladım. "Hayır, olmadım." Bana şüpheci bakışlarla baktığında sinirle ona baktım. "İki dakika gerçeklerden sıyrılmak isteyip eğlendim diye sarhoş mu oldum?"

Yavuz ne diyeceğini bilemez hâlde bana bakarken elimi ensesinden çekip oturduğumuz tabureye doğru ilerledim. "Söylediğim cümleyi farklı yönlere çekiyorsun?"

"Sarhoş değilim," dedim üzerine bastırarak. Bar taburesine oturduğumda iki adet daha tekila istedim. "Tamam değilsin, anladık." O da benim gibi tabureye oturmuştu.

"Eğlenmeyeceğiz de, gülmeyeceğiz de..." Ellerimi havaya kaldırıp onu işaret ettiğim. "Senin yaptığın gibi somurtup oturalım. Çünkü biz oğlu istemediği gelinle evlendi diye düğünde triplere giren kaynanayız dimi?"

Bir dakika... Ben duyguları fazla fazla hissetmeye başladım...

"Ezgi ne diyorsun?" Bakışları anlamazca beni süzerken gözüme çok tatlı gelmeye başlamıştı. Ama ona olan sinirim hâlâ geçmiş değildi. Neye bu kadar sinirlendiğimi de bilmiyordum. Gelen tekilalardan birini daha tek dikişte içtim.

"Sana hızlı gidiyorsun dedim."

Gözlerimi gözlerine sabitleyip kaşlarımı kaldırdım. "Bak bak... Ettiğim dansa da karışıyorsun içtiğim içkiye de... Sarhoş değilim Yavuz. Bana karışma."

"Tamam şu an sana karışmıyorum. Bakalım neler yapacaksın?"

Tezgahtaki son tekilayı da içip ayağa kalktım. "Sen zaten karışma. Anca orada otur seyret."

Galiba ben sarhoş olma yolunda ilerliyorum...

Arkamı dönüp giderken bana seslendi. "Nereye gidiyorsun?" Yüzümü ona döndüm. "Tuvalete! Gelecek misin?" Sıkıntıyla nefesini verirken devam ettim. "İzlemeye doyamadıysan gelebilirsin." Sabah ki sözüne gönderme yaparak sırıtmıştım.

Önüme dönüp çaprazımızda kalan tuvaletlere doğru ilerlemeye başladım.

Ya... Hep sen mi laflarınla beni mors edeceksin Dedektif Yavuz? Böyle mors ederim seni...

Tuvaletten çıkıp ellerimi yıkarken aynaya baktım. Sarhoş muydum ya? Değilimdir...

Ellerimi yıkadıktan sonra tabureme gidecektim ki bir tane kadının Yavuz'a bir kağıt verdiğini gördüm. Yavuz o kağıdı alırken kadının dudaklarında gülümseme hiç iç açıcı değildi. Kulağına bir şey fısıldayıp arkasını dönerek çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Yavuz ise tepkisizdi.

Kimdi bu sürtük?

Kanıma salınan öfkeye engel olmaya çalışarak tabureme oturdum. Kaşlarımın çatılmasına ise engel olamamıştım. Yavuz'un kulağına ne demişti o kadın? O gülümsemesi hayra alamet değildi.

Hiç hoşlanmamıştım bu durumdan. Hem de hiç...

Peki bu Yavuz kadına niye sert yapmadı? Yanımda sakince durmasına aldırmadan paralayabilirdim onu. Bir tekila daha istersem buna müsaade etmeyebilirdi.

Şu an umurumda mıydı? Hayır.

"Bir tekila daha!" Yavuz bana sertçe baktığında korkmuş gibi ellerimi havaya kaldırdım. "Ooo... Yavuz Bey sinirlendiniz mi?"

Bana yaklaşıp kulağıma doğru eğildi. "Daha içmeyeceksin." Dişlerinin arasından konuşmuştu. Benim sesinin otoritesiyle durmam gerekirken dudaklarımdan çıkan kahkahayla kaşları daha da çatıldı. "Ay... Özür dilerim. Bak bu son." Barmen tekilayı tezgaha koyduğunda Yavuz'un almaması için elimle koruma altına aldım. "Sözzzz." Hızla kafama diktiğimde Yavuz'un öfkeye bulanmış bakışları üzerimdeydi. Barmeni yanına çağırıp duyamayacağım bir şeyler söylediğinde onları duyabilmek adına tezgahın üzerine çıkmaya kalktım.

Yavuz kollarımdan tutup beni yerime oturturken bu siniri benim daha da hoşuma gitmişti. "Otur burada." Eline telefonu alıp bana uyarıcı bir bakış attı. "Birazdan geleceğim. Sakın bir yere ayrılma." Barmene de bir bakış atmıştı ama bunun nasıl bir bakış olduğunu şu an idrak edememiştim.

Yavuz Bey de gittiğine göre... Daha da içebilirdim. "Hey Çocuk Barmen Adam! Bana yolla bi tekila daha!"

Barmen başını olumsuz anlamda salladı. "Sevgilinin kesin isteği. Sana daha içki veremem."

Sevgilim mi?

Attığım kahkahanın şiddetiyle yana doğru savrulsam da yanımdaki boş tabureden destek alarak kendimi düzelttim. Biz sevgili miydik? Dimi sevgiliydik... Bir dakika bu Yavuz elinde telefonla nereye gitmişti? O sürtüğün verdiği kağıt... Ve o kadın da çıkışa gitmişti. Piç herif!

"O piçe inanma! O benim sevgilim falan değil!" Şiddetle bağırmamla barmen şaşırmış olacak ki duraksayıp gözlerini aralayarak bana baktı. "Sana diyorum Sarı Barmen! O piç benim sevgilim değil."

Bana aldırmadan elindeki bardakları kuruluyordu. Elimi tezgaha vurup bana bakmasını sağladım. "Niye biliyor musun?" Sanki dikkate alınmayacak birisiymişim gibi beni dinlemesi daha da sinirlenmeme sebep olmuştu. "Çünkü biraz evvel bir kaşar ona bir numara verdi ve o da telefonuyla onun gittiği yere gitti."

"Tamam, birazdan sevgilin gelir. Sakin ol."

Ona aldırmadan devam ettim. "Muhtemelen telefonla onu arayacak ve..." Gözlerim dolmaya başlamıştı. Yan tarafımda boş taburenin yanında oturan kumral bir adam bana doğru yaklaştığında kendime engel olmaya çalışıp ellerimle gözlerime hava yaptım.

"İyi misin?"

Yanıma gelen adamın üzerinde haki renkte bir body vardı. Kemikli ve sakalsız yüzü, buğday rengi bir tene sahipti. Bana gülümseyerek yanıma oturdu. "İyi değilim..."

"Neden?" Beni merakla dinliyordu. Şu aptal barmen gibi davranmamıştı. "Bilmiyorum."

"Üzgün görünüyorsun."

Başımı tezgaha yaslı dirseğimin olduğu elime koydum. "Üzgünüm çünkü... Şu aptal barmen bana içki vermiyor!" Sarışın barmene bakıp bağırmıştım. "Üstelik beni dinlemiyor biliyor musun?"

Bakışlarını barmene çevirdiğinde barmen, "Sevgilisi vermemem konusunda beni uyardı." Dedi.

"Ne sevgilisi be!" diye cırladım. "Benim sevgilim falan değil o herif. Bak!" elimle etrafı gösterdim. "Hani nerede? Bi kadının ardından gitti! Ben kendimi intihar mı edeyim şimdi? Ha?" Barmen yine beni önemsememişti.

Piç kurusu!

Yanımdaki kumral bana yakınlaşarak kolumdan tuttu. "Sakinleş... İçki istiyorsan benim bardağımdan biraz içebilirsin."

Viski miydi o?

Uzanıp bardağı dudaklarıma götürürken imayla ona baktım. "Bak içine bir şeyler katmadın dimi?" Attığım kahkahayla o da gülümsedi. "Ne gibi?"

Ona üstten bir bakış attım. "Beni sarhoş etmek için falan..." Kahkahasıyla daha da sırıttım. "Yok hayır. Sarhoş edici ilaç koymadım içine."

"Oh tamam. Şimdi inandım." Bardağı dudaklarıma götürüp içtim. Dikkatle beni seyrediyordu. "Niye öyle bakıyorsun?"

"Nasıl?" dedi sırıtırken. "Yoksa sen de Yavuz gibi sarhoş olduğumu mu düşünüyorsun?"

"Hayır, düşünmüyorum."

Elimi omuzuna koyup vurdum. "Aferin. O mendebur Yavuz gibi olma." Elini çıplak bacağıma koydu. "Olmam." Bir anda ayaklandığımda dengemi kaybetsem de kumral adamın omuzuna tutunup dengemi sağladım. "Ben şimdi dans edeceğim ve sen de Yavuz gibi somurtmayacaksın tamam mı?" Onu kolundan tutup ayağa kalkması için çekiştirdim. "Birlikte güzelce dans edeceğiz."

Beni kolumdan tutarak ileriye götürdü. "Nasıl istersen bebeğim."

Dediği kelimeyle yüzümü buruşturdum. "Bak Kerim gibi sen de başlama. Bana bebeğim diyeceksen ben yerime oturmaya gidiyorum." Arkamı dönüp tabureme doğru yürümeye başlamıştım ki beni kolumdan tutup kendine doğru çekti. "Böyle iyiydik. Sana bebeğim demem."

Omuzuna hafifçe yumruk atıp güldüm. "Adam ol."

Gülümsedi. "Tamam."

Dengede durmaya çalışarak dans ederken belimde hissettiğim elleriyle duraksadım. Beni kendine yapıştırdığında elleri kalçama doğru inmeye başlamıştı. Kendimi geriye çekmeye çalışırken kaşlarımı çattım. "Sen ne yapıyorsun?"

"Hiçbir şey bebeğim," dedi sırıtırken. Eli kalçama gittiğinde yüzüne tüm kuvvetimle bir yumruk çaktım. "Sana adam ol dedim orospu çocuğu!" attığım yumrukla yüzü yana yatmıştı. Belimde olan kolları gevşediğinde dengemi kaybedip sağımda dans eden kıza tutundum. Etrafımızdakiler bize bakarken kumral piç bana doğru hızla yaklaştığında bileğimi kavrayıp beni tekrardan kendine çekti.

"Seni sürtük!"

Bileğimi elinden çekmeye çalışırken yüzüne tükürdüm. "Sen kime sürtük diyorsun be! Islak tuvalet terliği!"

Diğer eliyle öteki bileğimi kavramıştı ki anlamadığım bir şekilde adamın yüzüne uçan bir kafa gömüldü. Evet çarpmadı, resmen gömüldü.

Bileğimi kurtarıp bu uçan kafanın kime ait olduğuna baktığımda Yavuz'un öfkeden alev almış suretiyle karşılaştım.

Aslanım be!

Bir dakika, bu kadar süredir neredeydi bu? Koşarak yakasına yapıştım. "Neredeydin sen pezevenk?"

Arkama bakıp ellerimi yakasından kurtardı. "Şimdi değil Ezgi." Ben tekrar savrulduğumda bu sefer Yavuz üzerine kanlı yüzüyle gelen adama bir kafa daha gömdüğünde etrafta çığlık sesleri duyulmaya başlamıştı.

"Sen kimsin oğlum?!" Kumral piç hışımla yerden kalktığında Yavuz yakalarından tutup onu kalabalığa fırlatmıştı.

"Ecelin, orospu çocuğu!"

Herkes korkuyla çığlık atıp kaçarken ben olanları daha rahat görebilmek adına tabureye koşup tezgahın üzerine çıktım.

"Yiğidim be!" Tekrar dengemi kaybettiğimde topuklularla rahat olamayacağımı anlayıp ayağımdan çıkardım.

Anlamadığım bir şekilde kavgaya karışan kişiler çoğalmıştı. Yavuz'un arkasından gelen adamı fark ettiğimde "Yavuzum, arkanda!" diye bağırdım. Çalan müziğin sesine ayak uydurup bar masasında dans ederken onları seyrediyordum. Yavuz arkasından gelen adama bir dirsek çakarken sevinçle çığlık attım. "Lan siz kime bulaştığınızı sanıyorsunuz! O Dedektif! Benim Dedektifim!"

Yavuz kumral şerefsizin arkadaşlarıyla dövüşürken ben de alkış tutup bağırarak destek veriyordum. "Yavuz! Yavuz! Yavuz!"

Yavuz o hengamenin arasından bana bir bakış atıp bağırdı. "Ezgi otur oturduğun yerde!"

Şu an bana bağırması umurumda mıydı? Tabii ki hayır.

"Hey! Siz kime bulaştığınızı bilmiyorsunuz koçumm! Bu Dedektif var ya bu Dedektif... Diğer adı Uçkur Kesen!" Bağırışlarımın o kavgada duyulması için kendimi yırtıyordum. "Bak hepinizin çükünü keser!" Cümlemi bitirmemle şiddetli bir kahkaha attım. Fakat attığım kahkahanın şiddetiyle dengemi kaybedip masaya düşmüştüm. Yerimde doğrulmayıp bacaklarımı üst üste attım.

Arkamdaki sarışın aptal barmene bakıp "Bana bir içki ver!" diye bağırdığımda beni yine bir tarafına takmayıp "Dur sen de be!" diye söylendi. Bu aptal kimdi be!

Yan tarafıma attığım ayakkabılarımdan birini alıp barmene fırlattım. "Senin kafanı yararım! Bana içki ver diyorum sana, aptal!" Ayakkabım omuzuna denk gelmişti.

Sarışın hışımla masaya doğru geldiğinde sinirlenmişe benziyordu. Ellerini masaya vurup bana bağırdı. "Bana bak kızım! Bunca rezillik senin yüzünden çıktı zaten, rahat dur." Gözlerimi devirdim. "Sanane be!"

Beni kolumdan tutup öne doğru ittirdi. "Çık git şuradan! İçki miçki yok sana!" Dur sen... Bu sefer senin kafanı yardım. Yan tarafımda kalan ayakkabımın diğer tekini alıp tekrar ona fırlattım.

Off! Bu sefer kafasına gelmişti. Oh olsun...

"Sen nerenin prensisin be! Bana kaç saattir artistlik taslıyorsun?!" Sarışın barmen eliyle kafasını tutarken parmaklarının arasından kan süzüldüğünü görmüştüm. Oha... Kafasını harbiden yardım adamın!

Onun bu hâline kıkırdarken sarışın içki şişelerinden birini masaya vurup patlattı. "Siktir git kadın buradan! Elimden kaza çıkacak!"

"Hoşt!" diye bağırıp istifimi bozmadan masaya uzanmıştım ki bir anda havaya açılan silah sesiyle yerimde kaskatı kesildim. Ne olduğunu anlayamadan kendimi Yavuz'un omuzunda buldum. Beni omuzuna alırken çığlık atmıştım.

"Sana geleceğim dedim. Bu kıza sahip çık dedim dimi?" Arkamdaki barmene diyordu sanırım. Nefes nefeseydi. "Sen dur, seni de siktim!"

Başım yere eğikken kahkaha attım. "Bak öyle bir şey yapmaz. Ya burnunu parçalar ya da küçük sarı pipini keser."

Hızla yürümeye başladığında ben de onunla birlikte sarsılıyordum. Bardan çıkarken bağırdım. "Herkes çükünü kontrol etsin. Kavga arasında kesmiş olabilir bu herif!"

"Sus artık!"

Dünya ters bir şekilde ayaklarımın altındaydı şu an. Merdivenleri ikişer ikişer adımlayıp bizi kapıdan dışarı çıkardı. Omuzunun üzerinde insan değil on kiloluk yorgan taşıyordu sanki...

Elimle sırtına vurdum. "Heyt be! Herkesi yamulttun!"

"Sayende..."

Sanki karşımdaymış gibi elimi kaldırıp işaret parmağımı salladım. "Cık cık... Çok ayıp."

"Sana o kadar içme dedim, dimi!"

Ellerimi sırtında gezdirdim. "Erkek yiaağh! Şu sırta bak!"

Bana cevap vermiyordu. "Şu an göklerde ters dönmüş kartal gibiyim." Kollarımı iki yana açtım. "Boyun kaç senin?"

"1.87" Sesi huysuz çıkmıştı.

Cevabıyla kıkırdadım. "Oha! Aramızda 31 santim fark var." Kıkırdamalarım kahkahaya dönüşmüştü. "31 değil,21 santim." Dedi bana aldırmadan.

Hep en doğruyu o mu bilecekti? Tıp okudum o kadar. 1.87 boyla 1.66 boy arasında 31 santim vardı. Diklenmeye çalışıp omuzuna vurdum. "Ben 31 diyorsam 31 santim. Benden iyi mi bileceksin?!"

"Tamam." Bu kadar mı yani?

"Bana cevap ver adam!"

"Ne dememi istiyorsun Ezgi?" Nefesini sertçe dışarı verdi. "Yeteri kadar rezillik çıkardın. Sus."

"Oooo... Yoksa bana da mı kafa çakarsın?" Sırtını okşadım. "Uçan kafam."

"Ezgi ne yapıyorsun?"

Sorusuna aldırmayıp devam ettim. "Biliyor musun?" Cevap vermesini bekledim. "Neyi?"

"İçime sütyen giymedim."

"Ne!" Sesi şaşırmış gibiydi. Sırıttım. "Hoşuna gitti dimi?"

"Şu an hatırlayınca utanacağın, hatta sonuna kadar inkâr edeceğin şeyler konuşuyorsun Ezgi."

"Yoo... Eğer beni biraz daha ters tutarsan göğüslerim elbisemden yere düşebilir." Bunun için uyarmayayım mı yani?

"Hayır düşmezler. Onlar sana bağlı." Gülümsediği sesinden belliydi. Sinirle bacaklarımı sallamaya başladım. "Beni düzle diyorum, düşecekler!" Kalçamın altındaki eli beni daha da sıkı kavradı. "Rahat dur diyorum sana kızım!"

Bu sefer ellerimi yumruk yapıp sırtına vurmaya başladım. "Bıraksana beni! Bana suni teneffüs bile yapmadın. O kadar numara yapmıştım."

Bacaklarımdaki eliyle beni aşağı çekerek kollarının üzerinde durmamı sağladı. Sonunda dünya düzlenmişti. Bakışları sinsice yüzümde gezindi. "Demek bana numara yaptın." Bir eli dizlerimin altında diğer eli de belimi kavramış vaziyetteydi. Kıkırdayıp parmağımla burnuna dokundum. "Ne sandın aslanım? Bu işler böyle... Yalan söyleme, söylersen de sonuna kadar yalanla." Tekrar bir kahkaha attığımda boynumu koluna yaslayarak başımı geriye yatırdım.

Yüzünde bir sırıtış peydah olurken o da benimle birlikte eğleniyor gibiydi. Bir dakika, eğlenmek derken... "Sen neredeydin? O şıllık kimdi?"

Kaşları çatıldı. "Kim?"

"Sus! İnkâr etme!" Gözlerim dolmaya başlamıştı. Beni orada tek bıraktı... O aptal barmenin yanında hem de.

"Ezgi hangi kadından bahsediyorsun?" Şu an şaşkınlığı gözüme tatlı gelse de gardımı indirmeyecektim. "Sana kağıt veren şıllıktan bahsediyorum pezevenk! O kağıtta telefon numarası yazıyordu ve sen de elinde telefonla onun peşinden gittin..." Gözyaşlarım yanağımdan süzülmeye başlamıştı.

Gidip bir şey yapmamışlardır değil mi?

Bakışları ağlamamla yüzümde gezinirken tebessüm etti. "Bana telefon numarası verdi, evet. Ama onun peşinden gitmedim."

"Yalan söylüyorsun!" diye bağırdım. "Beni yalnız bıraktın..." Kollarımı boynuna dolayıp yüzümü boynuna gömdüm. Yaşlarımın boynunu ıslatmasına aldırmadım.

"Hayır, güzelim... Yalan söylemiyorum. Bana annem hakkında bir telefon gelmişti. O yüzden dışarı çıktım." Sesi beni sakinleştirmeye çalışıyor gibi nahifçe çıkıyordu.

"Beni yine de tek bıraktın..." Ağlamamın şiddetiyle nefesim kesik çıkmıştı.

"Hayır, ben hep yanındayım, bak." Belimde olan eliyle beni kendine bastırmıştı.

"Bu beni alakadar etmiyor beyefendi!" Başımı kaldırıp bağırmıştım. Bana ne tepki vereceğini bilemez bir hâlde gibiydi. "Bu beni alakadar etmiyor!" Tekrar ağlamaya başladığımda "Sen nerenle içtin bu içkiyi..." diye söylendiğini duydum. Yürüyüşleri hızlanmaya başlamıştı.

"Dur!" Bana aldırmayıp yürümeye devam etti. "Bir yerde otur, yüz yüze konuşacağız." Adımları yavaşlamamıştı. Boynuna sarılı kollarımla onu sarsmaya çalıştım. "Dursana! Yüzüne rahat rahat bakıp konuşmak istiyorum."

Yerinde aniden durup öfkeyle bana baktı. "Şu sesini alçalt artık!" O da bana sesini yükseltmişti?

"Hey! Sen bana sesini yükseltirsen ben daha çok bağırırım!" Yüzümden yaşlar süzülürken kahkaha attım. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışır gibi gözlerini yumdu. "Tamam..." Çenesi kasılmıştı. Beni yere indirmeden solumuzda kalan kaldırıma oturdu. Şu an kucağında oturuyordum.

Kollarımı boynundan indirip kucağıma koydum. "Heh, şimdi oldu." Bir eli belimde diğer eli de bacaklarımdaydı.

"Ne diyeceksin yüzüme? Söyle."

Gözümden yaşlar aksa da şu an masum masum beni dinlemeye çalışmasından dolayı sırıtmaya başladım. Aslında gayet de ciddi bakıyordu. Bana niye komik geliyor bakışları?

"Ama sen böyle bakarsan ben konuşamam." Elimle yüzünü başka tarafa çevirdim. "Şöyle bak ki rahat rahat konuşabileyim." Nefesini sertçe verip söylendi. "Sabır..." Bakışlarını yolun diğer tarafına çevirdi. "Tamam, hadi söyle dinliyorum seni."

Yüzünü incelemeye başladım. Elimi yanağına koyup kıkırdadım. "Çok seksisin."

Cümlemi bitirir bitirmez bana bakıp kahkaha attı. "Ezgi, kendinde değilsin. Seni kameraya alıp ayık hâline göstersem yine sonuna kadar inkâr edeceğine eminim."

Parmağımı dudağına koydum. "Şşş, kendimdeyim. Doğruları söylüyorum." Parmaklarını dudaklarından çekip sakallarına getirdim. "Şu sakallara bak," elimi omuzlarına indirip okşadım. "Şu geniş omuzlara bak..." Yüzünde eğlendiğini belli eden bir sırıtışla bana bakıyordu. "Seksi bir adamsın."

"Öyle mi?" Dudaklarındaki sırıtış düzelmemişti. Elimi boynuna götürüp hızla başımı salladım. "Evet, öyle." Kendi vücuduma bakıp kıkırdadım. "Baksana kucağında küçücük kalıyorum." Benim bu hâllerime bir şey demeden sadece sırıtıyordu.

"Sen benimle eğleniyorsun değil mi?" Sırıtışı hafifleyip yerini gülümsemeye bıraktı. "Hayır."

"Evet, benim şu hâlimden eğleniyorsun."

"Sen eğlenceli bir kadınsın."

Duran gözyaşlarım gözlerimden tekrar akmaya başladı. "Seksi değil miyim?"

Bu sefer biraz evvelki kahkahasından daha gür bir kahkaha atmıştı. "Seksisin tabii ki..."

"O zaman neden bana suni teneffüs yapmadın?" Elimle omuzuna vurdum. "Adî bir pezevenksin!"

Vuruşumdan etkilenmişe benzemiyordu. Belimde olan eliyle beni daha çok kendine bastırdı. "O an senin için çok korktum. En doğru müdahaleyi yapmaya çalışıyordum." Şaşkınlıkla ona baktım. "Benim için mi korktun?" Gülümseyip başını salladı. "Evet, senin için..."

Başımı omuzuna yasladım. Gözlerimden yanağıma süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. "Biliyor musun? Ablam da benim için telaşlanırdı." Derin bir iç çektim. Bana cevap vermesini beklemedim. "Benim saçlarıma fön çekerdi. Artık saçlarıma fön çekmiyorum..."

Sadece susuyordu.

"Bir kahve... Bir kahve insana ablasını hatırlatır mı? Ben içtiğim her kahvede onu hatırlıyorum Yavuz. Bana kahveyi sevdiren kadını hatırlıyorum..." Parmakları usulca çıplak kolumu okşuyordu. Sanki beni teselli etmeye çalışır gibi...

"Ona gitme demiştim... Keşke ayaklarının önüne yatsaydım da o lanet ormana gitmemesi için bedenimi çiğnetseydim." Saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Senin suçun değildi..." Yaşlarım çenemin altına doğru süzülüyordu. "Hayır, benim suçumdu. Gökçe'ye de engel olamadım." Kollarımı boynuna doladım. "Ben aciz bir insanım."

Kesik bir nefes aldım. "Ben sevdiklerine sahip çıkamayan bir insanım."

"Hayır, güçlüsün." Dedi fısıldayarak.

"Güçlü değilim. Güçlü olmaya çalışıyorum ama değilim. Aptal bir kadınım. Beni sevmeyen birine tutunmaya çalışacak kadar aptalım..." Başımı kaldırıp ona baktım. Sessizce beni dinliyordu. "Seni göremeyecek kadar aptalım, kalbimde edindiğin yeri inkâr edecek kadar aptalım."

Elini yüzüme getirip parmaklarıyla yanağımı okşadı. "Görme beni... Körlüğünde de yanında olurum senin..."

Gülümsedim. "O kadar aptalım ki şu an söylediğin sözlere bile verecek karşılık bulamıyorum." Elimi kalbine koydum. "Bu ıssız kalbin yaralarımla şenlenmeye razıyken senin kalbine kim merhem olacak?" Konuşmasına izin vermeden devam ettim. "Ben kendi yaralarımı nasıl saracağımı bilmezken senin de yaralarını sarmak istiyorum." Göğsünü okşadım. "Kalbin çok güzel, sen çok güzelsin..."

Bakışlarımı ona kaldırdığımda beni izliyordu. "Orayı daha da güzelleştiren sensin..."

Kollarımı bir kez daha boynuna doladım. "Benim kalbimi de iyileştiren sensin... Güzelleşen kalbinden beni hiç çıkarma olur mu?"

Yeşillerindeki girdaba dalmaya başlamıştım. Başını usulca salladı. "Olur, çıkarmam."

"Ben güçlü olmaya çalıştıkça daha da düştüğümü hissediyorum. Karanlığımda her zaman elini hissettir bana."

Tekrar gülümsedi. "Sen benim kardelenimsin. Narin ve güçlü kızım..."

Kıkırdayıp parmağımla burnuna hafifçe vurdum. "Kardelene söz verip açmayan çiçek gibi olma... Her zaman kardelenin olmaya razıyım..." Gülümsemesi derinleşti. "Olmam..."

Gözleri gözlerime kenetlenmişken boynunda olan kollarımla onu daha da sıkı sardım. Şu an sadece beni izliyordu. Suskundu. Suskunduk...

Burnumu burnuna sürttüm. "Öp beni."

##

Umarım tepkilerinizi yazarak buraya kadar gelmişsinizdir🥹 Yorum sayısını tamamlamanız konusunda sizden çok umutluyum🙏🏻

Bölümü o kadar eğlenerek yazdım ki... Bu kadar uzun yazmayı planlamıyordum.

Bence Ezgi ağzına alkolün "a"sını almasın aldnwşdmwşc Tek başına savaş çıkardı kız.

Bölümde en sevdiğiniz sahne neresiydi? Benim, Ezgi'nin barmene ayakkabısını fırlatması alsnaşdm

Bir sonraki bölüm yüz bin daha artmamız dileğiyle...

Görüşmek üzere💙

Continue Reading

You'll Also Like

14.5K 3.6K 69
" Kan ağlayan bir gecede , bütün hayat devriliverir göğsüne. Enkazı şiirlerden , can kayıpları yokluğundan oluşur. " Bk. 25.02.19
5.5K 597 31
"Kimse gerçekten sevmedi mi seni?"
425 105 13
Bir dizi yıkıcı felaketin ardından dünya bambaşka bir yer haline gelmiştir. Doğada mutasyona uğramış korkunç varlıklar ortaya çıkmış, insanlığın büyü...
1.2K 155 16
Şiirler bana aittir. 🌟 Her şiir şairinin ruhunu taşır. Bazen bir parçasını bazen bütününü yansıtır. Hikaye, romanı herkes okuyup anlayabilir ama şii...