ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.7M 92K 96.1K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL
39.Bölüm: ARZULU ARAF
40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM
*AYDINLANMA METNİ*
41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ

34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR

24.9K 1.4K 1.2K
By maysamellia

Selamm! Büyük bir heyecanla giriş yaptım yineee:) İyileştim ve bomba gibiyimm💃🏼

Bölümü okurken lütfen tepkilerinizi belirtin. Gerçekten hislerinizi ve düşüncelerinizi merak ediyorum. Yaptığınız yorumlar benim için inanılmaz motive kaynağı oluyor ve yazdıkça yazasım geliyor🫶🏻

Göz simgemizi alalımm👉🏻

Keyifle okumanız dileğiyle💙
~~

...

Uzun ve yorucu yolculuğumuzun ardından sonunda kalacağımız otele varabilmiştik. Zor olmuştu ama sonuçta olmuştu. Çok yorgundum ve bacaklarımı uzatmaya ihtiyacım vardı.

Burasının havası İstanbul'a göre çok daha sıcaktı. Hava şu anlık bulutluydu fakat çok da aydınlık değildi. İstanbul'daki gibi giyinmeme gerek kalmayacaktı anlaşılan. Çok da yüksek olmayan otelin etrafında seyrekçe ağaçlar vardı. Binalardan biraz daha uzak bir kesime inşa edilmiş olan otel göze gayet hoş gelen bir görüntüye sahipti. Giriş kısmı gördüğüm kadarıyla tamamen camdandı. Üst katlarda önden gözüktüğü kadarıyla kemer şeklinde pencereler bulunuyordu. Krem renginde olan binanın bahçesindeki masaların etrafı şeffaf bir çadır gibi sarılmıştı. Hava koşullarından dolayı kullanılmadıkları kesindi. Taş bir yol giriş kapısına giderken iki tarafta büyük yapay çimenler kalıyordu. Yavuz, benim ve kendisinin valizini de eline almış, önümde ilerliyordu. 

Geniş merdivenlerden çıktıktan sonra cam kapıyı aralayarak içeri girmemde öncelik tanıdı. Girişin iki yanında da birer kolon vardı. Fazlasıyla geniş olan girişin içerisi havanın çok da açık olmamasına karşın sarı ışıklarla aydınlanmıştı. Yukarıdan sarkan ahenkli avizeler, kenarlarda cama karşı duran yosun yeşili spor koltuklar birbiriyle zıt parçalar olsa bir bütün gibi sırıtmıyorlardı.

"Hoş geldiniz. Rezervasyonunuz var mıydı?"

Yavuz tek elindeki valizleri yere indirmeden diğer elini resepsiyon masasına koydu. "Hoş bulduk. Hayır rezervasyonumuz yoktu."

Resepsiyondaki sarışın kadın ikimiz arasında göz gezdirdikten sonra tebessüm etti. "Balayı çiftlerine özel odamız mümkün. İsterseniz orayı verebilirim size."

Bir bu eksikti.

Gözlerimi kadından kaçırırken yanaklarıma bir sıcaklık yayıldığını hissetmeye başlamıştım. Kısa bir an Yavuz'a baktığımda her ne kadar soğukkanlı gözükse de bana yandan bir bakış atıp boğazını temizleyerek dudaklarını araladı. Gerildiğini hissetmiştim.

"Yok... Çift değiliz." Yutkunup devam etti. "Yan yana tekli odanız varsa daha iyi olur bizim için."

Kadın pot kırdığını hissederek gözlerini ikimize değdirip dudağını ısırdı. "Ah, kusura bakmayın... Hemen bakıyorum." Kısa bir an gözlerini bilgisayar ekranına çevirdikten sonra bakışlarını Yavuz'a kaldırdı.  "Yan yana olan tekli odamız var fakat bu odalar ortak balkona açılıyor sizin için sorun olur mu?" Gözlerini bana da çevirmişti.

Ben "Hayır," derken Yavuz'da aynı şekilde "Hayır, olmaz." demişti. Zaten kalkıp da birbirimizin odalarına balkondan girecek değildik.

"Kaç gece kalmayı düşünüyorsunuz?"

Yavuz düşünceli bir şekilde elini çenesine götürdü. "Henüz net değil ama en az iki gece diyelim."

Kadın olumlu anlamda başını sallayıp tebessüm etti. "Pekâlâ."  İşlemleri tamamladıktan sonra yan taraftaki çekmecesinden iki adet anahtarı bize uzattı. "Buyurun. On beş ve on altı numaralı oda. Dördüncü katta." Dudaklarındaki tebessüm hâlâ yerindeydi.

"Teşekkürler."

"Rica ederim."

Asansöre ilerlerken elini belime koymuştu. "Gel bakalım. Odalarımıza çekilip biraz dinlenelim. Sonrasında bir şeyler yeriz." Asansörden içeri girerken başımı kaldırıp ona baktım. " Daha sonra?" Dört numaralı tuşa bastığında kapı kapanmaya başlamıştı.

Derin bir nefes aldı. "Sonrasında şu olayla ilgilenen kişinin adresine gideceğim. Bugün evde olup olmadığını bilmiyorum. Ama gidip göreceğim."

"Ya ben? Ben tek mi kalacağım?"

Yavuz, gözlerini bana kaldırdı. "Hayır, sen de benimle geleceksin." Bakışlarındaki parıltı sanki kalbimin karanlık köşelerini aydınlatırken elini açıkta kalan boynuma yerleştirdi. Avucunun sıcaklığı adeta tenimi mayıştırırken baş parmağıyla yanağımı okşamaya başladı. Geniş gövdesi tamamen bana dönüktü. "Sana artık yalnızlık yok demiştim."

Yeşilin en koyu hâlini barındıran gözleri gözlerime tekrar zincirlenirken o zincire tutunmuştum. Artık yalnız değildim... Orman yeşillerinin toprağında gömülmeye başlarken yutkundum. Yüzü yüzüme daha da yakınlaşırken o toprakla bütünleşmeye başlamıştım. Nedensizce gözlerime bağladığı zincirleri beni de çekiyordu. Avucumu boynuma örtülü olan eline örttüm.

"Biliyorum."

Bakışları dudaklarıma kayarken soluk, dolgun dudaklarını aralamıştı. Kalbime gelen ani sıcaklık sanki vücuduma da yayılmaya başlamış, o kan daha da hızlı dolaşmaya başlamıştı damarlarımda.

Duyduğumuz ses, gözlerimizdeki zinciri kırarken bakışlarım omuzunun üzerinden sürgülü asansör kapısına gitmişti. Kalacağımız kata gelmiştik. Elimi boynumda olan elinden çektim. Sıcak avucunu boynumdan ayırırken yüzünü de geriye çekmişti. Derin bir nefes alıp sırtını bana dönerek kapıya yöneldi. Koridorun sonunda kalan odalarımıza doğru giderken ikimiz de konuşmamıştık. Bedenim onu çekerken başından beri bu çekimde bedenime gelen akımı daha net anlamıştım. Her ne kadar bu akıma dirensem de...

On altı numaralı odanın anahtarı bendeydi. Odamın kapısını açarken o da aynı şekilde kendi  kapısını açmıştı. Elindeki valizi bana vermeyerek odamın içine girip kapının ilerisine bıraktı. Çıktığında bana tebessüm edip "Sana iyi istirahatler," dedi.

Bakışları üzerimde olmasa da tebessümüne karşılık verdim. "Sana da..." Dışarı çıktığında kapıyı örtüp odaya göz gezdirmeye başladım. Giriş kapısının hemen yan tarafında bir banyo bulunuyordu. Banyo kapısının sağında beyaz renkli dolaba sahip bir lavabo, karşısında bir klozet ve kapının da karşısında kalan bir duşakabin vardı. Fayanslar füme renkteydi ve beyaz renkli dolapla birbirini tamamlamışlardı.

İki adımlık koridorun sağ tarafında tek kişilik bir yatak kalıyordu. Boydan boya olan pencerelerin kenarları ceviz rengindeydi ve üzerlerine ince bir tül örtülüydü. Yanlarda kalan krem rengi fon perdeler odaya ferah bir hava katmıştı. Yatağın yan tarafında duvara dayalı çift kapaklı beyaz renkte bir dolap bulunuyordu. Yatağın karşısında kalan tarafta kemer şeklinde bir giriş vardı ve oraya girildiğinde de yine balkona bakan boydan bir pencere, girişin yan tarafında kalan duvarda ise siyah renkte bir koltuk vardı. Ortadaki sehpa yine beyaz renkteydi ve karşıda kalan duvar alçıdan yapılma bir TV ünitesine sahipti. Yan tarafta ise minik bir buzdolabı vardı. Balkona yatağın olduğu odadan giriliyordu. Tül perdeyi aralayıp balkona adım attım. Yine ceviz rengi korkuluklara sahip olan balkonun manzarası mükemmeldi. Her ne kadar yaprakları seyrekleşmiş olsa da ileride bir orman kalıyordu ve sağ tarafta çok yakın olmasa da denizin maviliği görülebiliyordu.

Cam kapının köşesinde kalan küçük bir cam masa ve önündeyse siyah renkte gayet rahat olmakla beraber şık gözüken bir sandalye bulunuyordu.

Esen rüzgar saçlarımı savururken ellerimi korkuluğa dayayıp yaprakların sesini dinledim. Burası İstanbul'a göre her ne kadar sıcak olsa da yağmur yağacak gibiydi. Kara bulutlar kendini göstermeye başlamıştı. Yan tarafta kalan pencerenin biraz ilerisine kaydı gözlerim. Orası Yavuz'un odasına ait olmalıydı. Gözlerimi kısıp biraz daha dikkatli baktığımda herhangi bir hareketlilik göremedim.

Biraz evvel boynumda olan avucunun sıcaklığını hatırladığımda hızla gözlerimi pencereden ayırıp içeri girdim. Onu gözetliyormuş gibi gözükmek en son isteyeceğim şeydi. Yavuz'un verdiği kardeleni komodinin üzerindeki krem rengi içi boş vazoya su doldurup koydum. Böyle ince düşünülmüş bir çiçeğin solmasını istemezdim. Anlamı çok derindi...

Perdeleri de örtüp üzerime rahat bir şeyler giyerek yatağa uzandım. Saat öğlen on ikiye geliyordu. Biraz dinlendikten sonra Yavuz'un bahsettiği kişinin yanına gidecektik. İçimde oluşan gerilimli heyecan duygusuyla nefesimi sertçe verip bakışlarımı tavana çevirdim. Şair'in geçmişteki olayla nasıl bir bağlantısı olabilirdi. Yavuz bana her ayrıntıyı anlatmamıştı. Artık sabrımla olan savaşı bırakmıştım. Ümidim vardı...

Bu yolculuktan çıkaracağımız bazı şeylerden ümidim vardı.

Şair'e biraz daha yaklaşacaktık. Yavuz sayesinde... İçimde dönen fırtınaya karışmış ateş beni ne kadar kavursa da zamana teslim olmaktan başka çarem yoktu. Şu not yaşadığım gerçekliğin keskin dikenlerini boğazıma daha da derin bir şekilde saplamıştı. Artık attığım adımları içimdeki dengesiz fırtınadan koruyarak atmaya çalışıyordum.

"Sen saklamazsın sanmıştım sevgilim, beni aldattın." Gözlerimin önüne gelen bu yazı kalbimin atışlarını daha da donuklaştırırken zihnim en ucra köşelerinde karanlık bir arayıştaydı. Ben kimseyi aldatmamıştım. Tabii benim düşünce yapımla bir katilin düşünce yapısı bir değildi. Normal bir insan beyni söz konusu bile olamazdı fakat Kerim... Eğer Şair Kerim'se o pis zihninde onu aldattığımı düşünebilirdi.

Gözlerimi usulca kapattım. Şair'in o olmamasını diledim. Ben... Körlüğümün esiri olup bir katilin bedenine teslim olmuş olamazdım. Olmamalıydım...

----

Telefonumun zil sesi göz kapaklarımın ağırca aralanmasına sebep olurken elimi yan taraftaki komodine uzatıp telefonu açarak kulağıma götürdüm. "Efendim?"

"Yirmi dakika sonra kapının önünde seni bekleyeceğim. Bir şeyler atıştırıp, çıkalım."

Yavuz'un sesiyle gözlerimi daha da açmaya çalışarak yatakta doğrularak oturur pozisyona geçtim. "Zaman konusunda bu sefer bonkör gibisin Dedektif." Sesim uyku mahmurluğu doluydu.

"Uykudan ayılma süreni de kattım, Stajyer. İyi niyetimi suistimal etmezsin umarım." Sesine yansıyan tebessümü hissedebiliyordum.

"Teşekkür ettim torpil için. Çok cömertsin." Sesimdeki ironiyi anladığına yemin edebilirdim fakat o anlamamış gibi devam etti.

"Her zaman vericiyimdir. Fakat bazen verdiğim şeylerin karşılığını fazlasıyla almayı da bilirim." Yine aynısı yapıp ucu açık bir şekilde konuşmuştu. Ne tarafa çekileceği konusunda karşısındaki şüpheye düşürecek tondaydı sesi.

"Benim verecek bir karşılığım olduğu söylenemez." Umarım dediğimi farklı yöne çekmezdi. Dudaklarımdaki sırıtmayı durduramazken o cevap vermekte gecikmedi.

"Verdiğin zaman bunu hatırlatırım." Ses tonunun aniden değişmesi beni duraksatırken hissettirdiği şey; beni yakan bir sıcaktan başka bir şey değildi. Zihnim ne cevap vermem gerektiğini ararken vazgeçerek konuyu uzatmadım.

"Pekâlâ, ben hazırlanayım." Elimi saçlarıma götürüp arkaya doğru savurdum.

"Son on sekiz dakikan kaldı."

Gözlerimi kapatıp nefesimi yavaşça verdim. "Beni konuşturma da hazırlanayım."

Büyük bir sakinlikle konuşmasına devam etti. "Ben sadece haber vermek için aradım. Başlatan sensin." Şu an dudağının bir tarafının yukarı kıvrıldığına o kadar eminim ki...

"Tamam... Hâlâ konuşturuyorsun bak."

"Son on yedi dakika."

"Ya sabır..."

"On yedi dakika elli yedi saniye."

"Kapatsana."

"On yedi dakika elli beş saniye."

Sinirlerim zıplamaya başlarken telefonu suratına kapattım. Resmen beni manipüle ediyordu. Başka türlü telefonu kapatacak değildi. Telefonu yatağa fırlattığımda dudaklarımda bir tebessüm oluşurken yerimden doğruldum.

"Ruh hastası dakik herif."

Tabi ince ruhlu da...

Hava çok soğuk olmadığı için üzerime somon rengi v yaka ince bir kazak geçirdim. Altıma ise siyah dar paça jean giydim. Düz taban siyah botları ayağıma geçirip yine siyah renkte kot ceketimi de giyerek kombinimi tamamladım. Dalgalı saçlarımı at kuyruğu yapıp kirpiklerimi biraz daha koyulaştıracak bir rimel sürdüğümde hazırdım.

Verdiği sürenin bitmesine tam beş dakika kala kapıya çıkıp kapısını tıklattım. Birkaç saniye sonra kapısını açtığında o da hazır bir şekildeydi. Üzerinde İstanbul'daki hâlinden farklı olarak ince ve gövdesine yapışan beyaz bir body vardı. V yakaydı ve beyaz renkte olması esmer tenini daha da çok ön plana çıkarmıştı. Üzerine giydiği siyah ceketin yakalarını düzeltirken v yaka tişörtünün yan tarafında gözüken siyah deri şeritler silahını taşıması için koltuk altı kılıfı olmalıydı. Siyah deri ceketi ona ayrı bir hava katarken altında da siyah bir jean vardı. Bu sefer diğer kombinlerinin tersine bot giymek yerine beyaz bir spor ayakkabı giymişti.

Bakışları kısa bir an üzerimde gezindikten sonra memnuniyet dolu bir sesle konuşmaya başladı. "Zamanından daha erken hazırlanmışsın."

Adımlarımızı koridorun diğer başında kalan asansöre doğru çevirmiştik. "Seni bekletmeyeyim dedim."

Dudağının bir tarafının yana kıvrılması verdiği tek cevap olmuştu. Asansöre girdiğimizde fujar kokusu burnuma daha yoğun bir şekilde gelmişti. Otelin restaurantına indiğimizde elini belime koyarak beni yönlendirmesine alışmıştım. En köşedeki masaya yerleşip siparişlerimizi verdikten sonra beklemeye başladık. İçimdeki gerginlik dolu heyecanı bastırmaya çalışırken konuşmaya başladım.

"Bu adam... Bir polis değil mi? Savcı falan değil."

Onaylar şekilde başını sallarken dudaklarını araladı. "Evet, bir başkomiser. Sana bahsettiğim gibi olayda olması çok ama çok uzak bir durum var. Hatta tezatlık..."

Elimi saçlarımın arasından geçirip dudağımı ısırdım. "Yani ben bu bahsettiğin durumun Şair'le olan bağlantısını hâlâ anlayamadım."

"Hülya Çet... Aslında Hülya Çet'le bir bağlantısı olduğunu düşünüyorum. Ki Hülya Çet de zaten Şair konusunda karşımıza çıkan isim."

Kaşlarım çatılırken aklıma takılan soru işaretlerinin ucu daha da artıyordu. "Nasıl yani?"

Bakışlarını benden ayırıp kısa bir an önündeki peçeteye baktı. Bakışları gözlerimi bulduğunda derinlerinde titreyen, çözemediğim bir duygu görmüştüm.

"Tıpkı bu olaydaki gibi o olayın arka planında da bu kadının ismi var."

Siktir...

Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken gözlerimi Yavuz'dan yavaşça çekip masaya değdirmiştim. Yanımıza gelen garson yemek dolu tabakları önümüze yerleştirirken gitmesini bekledim.

Yanımızdan ayrılan garsonun ardından masaya daha da yaklaşarak gözlerimi merakla Yavuz'a diktim. Yavuz yemeğini yemeye başlamıştı bile. "Bir nottan bahsetmiştin o not bu kadınla mı ilgili yoksa?"

Yavuz bakışlarını yemeğinden kaldırmadan başını aşağı yukarı yavaşça salladı. Elime çatalımı alırken tekrar konuşmaya başladım. "Peki ölen kızla notun bağı ne? Kısaca not ne?"

Yavuz gözlerini bana kaldırdığında yutkunup tekrar yemeğini yemeye devam etti. "Oraya gittiğimizde yanımda olacağından dolayı her şeyi öğreneceksin Ezgi. Yemeğini ye ve bir an önce çıkalım."

Nefesimi sertçe verip yemeğimi yemeye başladım. Zaten öğreneceksem neden kendisi anlatmıyordu ki? Konuşurken yemek yersek zaman kaybı da olmazdı. Neye takılmıştı bu kadar?

Sonrasında tek bir kelam dahi etmeden yemeğimizi bitirmemizin ardından yola koyulduk. Dudaklarımın arasına bir sigara yerleştirip yaktıktan sonra onun da bana eşlik etmesini bekleyerek bakışlarımı ona çevirdim. Dudaklarında belli belirsiz bir hareketlilik olurken bana yandan bir bakış attı. İç cebinden sigarasını çıkarıp dudaklarına yerleştirdikten sonra elimdeki çakmağı ateşleyerek sigarasının ucuna götürdüm. Bakışları bunu beklemediğini belli edercesine aniden bana dönmüştü.

"Bir kere de ben yakayım." Gülümseyip devam ettim. "Değil mi?"

Çektiği duman dudaklarının arasından süzülürken hafifçe başını eğdi. "Eyvallah, güzelim."

Güzelim mi?

Bana güzelim demişti...

Bu adam bu günlerde beni şoktan şoka sokmaya alışmıştı anlaşılan. Fakat bir saniye... Bunu bana daha önce de söylemişti fakat ben şu an idrak ediyordum. Notu bulduğum gün onu aradığımda...

Tabii o anın gerginliğiyle pek anlayamamıştım ama şu an hatırlıyordum.

"Bu aralar beni şaşırtıyorsun."

Gayet rahat bir şekilde arabayı kullanırken anlamamış gibi ciddiyetle kaşlarını çattı. "Ne gibi?"

"Sözlerin... Tavırların eskisi gibi değil."

"Eskisi gibi olmamı mı isterdin?" Bu soruyu sorarken ki ciddiyeti, beni sorduğuma pişman ederken yutkundum.

"Hayır, sadece... Şaşırıyorum işte."

"Demek ki bazı şeyler değişmiş ki bu hâle gelmişim." Bakışları yoldayken sigarasından bir duman daha çekti. "Olaylar, koşullar, kişiler," bir anda bana baktığında asansörde gözlerimizde oluşan girdabın derinliği yeşillerindeydi. "Duygular ve hissedilenler..." Dudaklarını ıslatıp yola döndü. "Ya da bastırılan şeylerin açığa çıkmasıdır seni şaşırtan şey. Belki de her ikisi..."

Sözleri aynı şekilde göğsüme sıcaklık yayarken kalbimde dolaşan minik karıncalar bu sefer daha da artmıştı. Gözlerimi ondan ayırıp camı açtım. Bu sıcaklığı def etmesi adına rüzgarın içeri süzülmesine izin verdim. Yüzüme çarpan rüzgar kalbimde dolaşan minik karıncaların dokunuşlarını yok etmemişti.

Adam her cümlesiyle kalbime dokunurken ona ne cevap vereceğimi bilememek beni daha da geriyordu. Fakat bildiğimden emin olduğum şey: Kalbime dokunabildiğiydi. Bu reddedemeyeceğim bir gerçekti artık.

Sigaramın son demlerini içime çekerken Yavuz'un çalan telefonuyla bakışlarımı dışarıdan ayırıp onun tarafına çevirdim.

"Alo Aslan? Ne çıktı sonuçlar?"

Kaşları çatılırken gözleri kısılmıştı. Dikkatle karşı tarafı dinliyordu. "Peki ya Hülya Çet ve eşinin ölümü?"

Başını yavaşça sallayıp tekrardan dudaklarını araladı. "O zaman yarın da bunun haberini bekliyorum. Kolay gelsin."

Sonuçların ne çıktığı konusunda merak içerisindeydim. Muhtemelen yazı analizinden bahsediyorlardı.

"Yazı analizi mi?"

"Evet."

Gövdemi ona çevirdim. "Şair'e mi aitmiş?"

Başını olumsuz anlamda salladığında kaşlarım çatılmıştı. "Hayır. Şair ilk şiirinden elde ettiğimiz verilere göre sağ elini kullanıyor. Fakat bu yazıyı yazan kişi solak."

Bu duruma sevinmeli miydim? Kerim beni korkutmak amacıyla böyle bir şey yapmış olabilir miydi?

Hayır... Kerim de olamazdı bildiğim kadarıyla o sol elini kullanamıyordu.

"Kerim solak mı?"

Zihnimde tıkanmış düşüncelerin gölgesi gözlerimde gezinirken bakışlarımı yola çevirmiştim. "Hayır, değil."

Çatık kaşlarının altındaki gözleri zihninde dolaşan tilkilerin kuyruklarını gösterirken direksiyonda olan parmaklarını daha da sıktı. "Yüksek ihtimalle yaver var. Yazı Şair'in yazısıyla da uyuşmuyor. Ki zaten yazıyı özenerek yazdığı belli. Böyle bir durumda hastaneden alacağımız örnekler de bir işe yaramayacak."

Şaka mıydı bu? Daha da yaklaşalım derken biri bitip diğeri mi başlamıştı?

Sinirlerime hakim olmak adına derin nefesler alırken Yavuz'un sesiyle ona döndüm.

"Hastanede dikkatini çeken solak doktor var mı?"

Önüme dönüp zihnimi zorlarken kısa bir an gözlerimi kapattım. Aklıma girdiğim derslerde hocaların kullandığı ellerin yönünü getirmeye çalıştım. Gözümün Önüne getirdiğim detaylarla duraksayıp gözlerimi açtım.

"Ozan Doğan... Yanlış hatırlamıyorsam o solaktı."

"Şair sağ elini kullanıyor. Belki de yaveri Ozan. Tabii bu durumu hastaneyle sınırlandırmamak gerek. Dışarıdan birisine de yazdırmış olabilir notu. Kahretsin ki birçok ihtimal var." Nefesini sıkıntıyla verirken gerginliğim daha da çok artmıştı.

"O zaman sonuç olarak ikinci kişi var..."

"Ya da sadece o anlık notu yazdırdığı kişi. Fakat kimseyi görmemişler senin apartmana girerken. İşin tuhaf yanı da bu. Bu kişinin apartmandan olma ihtimali de var."

İhtimallere içimden küfrederken parmaklarımı şakaklarıma bastırdım. Olaylar bu şekilde ilerlerken sabır kotam sinirlerimi zorluyordu.

Arabayı park ederken geldiğimiz yere göz gezdirdim. Burası yazlık gibi bir eve benziyordu. Normal bir apartman dairesi değildi. Önünde küçük bir bahçe bulunan iki katlı müstakil bir evdi.

Arabadan inip bahçenin kapısına vardığımızda Yavuz bahçenin sürgüsünü çekip önden ilerlemeye başladı. Arka tarafından inerken içimdeki gerginlik kalbimi tekrardan avuçlarının arasına almıştı. Bahçenin taş yolunda ilerleyip evin merdivenlerini adımlamıştık. Yavuz, bakışlarını bana çevirmeden zile bastı. Yaklaşık otuz saniye sonra tekrar zile basacaktı ki kapıyı açan güler yüzlü hizmetliyle parmağını düğmeden çekti.

"Hoş geldiniz. Buyurun?" Buğday tenli, siyah saçlı ve uzun boylu bir kadındı. Saçlarını arkadan sıkı bir topuzla bağlamıştı.

Yavuz bir elini ceketinin cebine koyarak "Önder Gümüşay'la görüşmek için gelmiştim," dedi.

"Evet burası. Siz kimdiniz?"

Yavuz iç cebinden çıkardığı rozeti kadına gösterirken yüzü mimiksizdi. "Ben Cezai Cinayet Soruşturma Bürosu'ndan Özel Dedektif Yavuz Özer. Ev sahibi Önder Gümüşay'la görüşmem gereken bir konu var."

Kadının kaşları kısa bir an çatılsa da tebessümünü soldurmamaya çalışmıştı. "Kendisi şu an evde değil. Ben sizi eşiyle görüştüreyim. Buyurun." Eliyle içeriye işaret ederken kapının ardında beliren kadınla göz göze gelmiştik.

"Ne oluyor kızım?"

"Arkadaşlar dedektifmiş. Önder Bey ile görüşmek için gelmişler Züleyha Hanım."

Dedektif tabirine beni de katması hoşuma giderken bu tavrımı belli etmeyip mimiklerimi saklamıştım. Önder Gümüşay'ın eşi olduğunu tahmin ettiğim kadın ellili yaşlarda gösteriyordu. Kumral saçlarının kenarlarında boyasının az da olsa aktığı belli oluyor, beyazları kendini gösteriyordu. Üzerinde diz altına gelen kalem bir etek ve yeşil renkte şifon bir gömlek bulunuyordu. Aşırı zengin gözükmese de ortalama bütçenin gayet de üzerinde gözüktüğü belliydi.

Mavi gözlerindeki sorgulayıcı tavır üzerimizde gezinirken bakışlarını tekrardan hizmetliye çevirdi. "Buyurun, eşimle görüşmek isteme sebebiniz nedir?" Ne kadar sorgulayıcı baksa da kalın dudaklarına takındığı tebessümle konuşmuştu.

"Eşinizle yüz yüze görüşmemiz gereken bir konu." Yavuz diğer elini de cebine sokmuştu.

Kadın dudaklarını aşağı kıvırırken başını olumsuz anlamda salladı. "Maalesef eşim şehir dışında."

Yavuz kaşlarını çatmıştı. "Nerede?"

"Restoran işletmeciliği yapıyor kendisi. Antalya'da ve burada birkaç tane restoran sahibiyiz. Antalya'da olan bir restoranımızda sorun çıktı. İlgilenmesi gerektiği için de şu an orada. Yaklaşık üç saat önce yola çıktı. Pazartesi sabahı geleceğini söyledi."

Değirmenin geldiği su belli olmuştu. Adam ticarete atılmış...

Yavuz sakallarını sıvazlarken dudaklarını büzdü. "Demek polislikten ticarete atıldı..."

Benzer şeyleri düşünmemiz...

Kadının gülümsemesi solarken bakışlarındaki sorgulayıcı tavır tekrar peydah olmuştu. "Polis olduğunu nereden biliyorsunuz?"

"Sonuçta eşiniz hakkında bir şeyler bilerek geldim buraya. O zaman pazartesi günü görüşmek üzere. Eşinize bir yere ayrılmaması gerektiğini söyleyin."

Şimdi biz bu gece de dahil üç gece daha buradaydık öyle mi? Hem de boş boş...

Kadın üzerindeki gömleğin eteklerini çekiştirip tekrar gülümsedi. "Benim yardımcı olabileceğim bir konuysa eğer..."

"Hayır, dediğim gibi ben buraya Önder Gümüşay'la görüşmeye geldim. Burada olduğu gün tekrar görüşmek üzere."

"Görüşmek üzere."

Yavuz arkasını döndüğü an ben de aynı şekilde arkasından ilerlemeye başlamıştım. Arkasında durmak bana bir an kedi gibi hissettirdiği için adımlarımı hızlandırıp yanından yürümeye çalıştım. Onun adımları neredeyse benim iki adımım kadar olduğu için böyle bir sorun doğmuştu. Neyse ki ben ona nazaran daha hızlı yürüyordum. Sadece biraz daha tempo katmam gerekti aynı hizada yürüyebilmem için.

Arabaya giderken bana yandan baktığını hissetmiştim. Bakışları kısa bir an üzerimde gezindikten sonra adımlarını daha da yavaşlatmıştı. Ona yetişebilmem için...

Bu kadar da dikkatli olma be adam...

Arabaya binip otele doğru yola koyulduğumuzda elimiz boş dönmenin gerginliğini yaşıyordum.

"Adam gide gide bizim geldiğimiz zamanda gitmiş. Şimdi otelde fazladan duracağız."

Hava kararmaya başlamıştı. Esen rüzgar savurduğu yaprakları arabanın camlarına sürüklüyordu. "Zaten otelde en az iki gecelik yer ayırttık. Pazartesi günü adamla görüştükten sonra bir sorun olmazsa yola çıkarız. Aynı şey yani."

"Bilseydik Pazar gecesi yola çıkardık ne yapacağız şimdi otelde boş boş?"

Yavuz bana cevap vermezken dudaklarında bastırmaya çalıştığı kıvrılmayı görebiliyordum. Bakışlarını bana çevirmeden konuştu. "Ne yapmak istersen onu yaparız."

Yine aynısı yapmıştı. Yine her yöne çekilecek bir söz atmıştı ortaya. Bu sefer ayak uydurmayacaktım. Bu hâlleri içimdeki gerginlik ipini daha da çekiştirirken saçımı kulağımın arkasına yerleştirdim.

"Neyse bol bol uyurum."

Yavuz sanki aklına bir şey gelmiş gibi dudaklarında bastırmaya çalıştığı kıvrılmayı serbest bıraktı. "Uyuruz."

Kaşlarımı çattım. "Neye gülüyorsun?"

"Aklıma uyumaktan bahsedince bir şey geldi de."

Cool şeytan...

Aklına neyin geldiğini biliyordum. Omuzunda uyuduğum güne gönderme yapıyordu. "Omuzunda uyuduğum gün geldi dimi aklına?"

"Evet." Bunu gayet rahat bir şekilde söylemesi de ayrı bir olaydı. "Ama sadece senin hatırladığın kısım değil. Arkasında hatırlamadığın kısım da var."

Nasıl ya? Ben uyurken bir şey mi yapmıştım? Bir şey mi demiştim? Dememişimdir...

"Hatırlatmak ister misin?"

"Hayır."

Gözlerimi kısıp ona sert bir bakış attım. "Bilmek hakkım diye düşünüyorum."

"Sadece senin zihninde olan düşünce." Senin kısmını bastırarak söylemişti. "Sen düşünüyorsun. Ben değil." Bu kadar keskin konuşması beni daha da hırslandırmıştı.

"Kesin bana yem atıyorsun şu an. Ben bir şey yapmadım ve sen de bu hâllere sokarak eğleniyorsun."

Yavuz bana kısa bir an bakış atıp yola döndü. Kesinlikle eğleniyordu bu hâlimle. "Eğlendiğim doğru. Ama seni herhangi bir hâle sokmadım."

Derin bir nefes aldım. "Tamam, bana şimdi ne gördüğünü ya da ne duyduğunu söyle Dedektif."

Tekrardan bana baktığında yandan kıvrılan dudağı daha derin bir hâl aldı. "Ben de saklı kalsın. Zamanı gelince o cümleyi tekrar duyacağıma eminim. Ve o zaman sana hatırlatacağım ne söylediğini."

Kollarımı göğsümde birleştirip bakışlarımı yola diktim. Söylemezse söylemesin. Ona yalvaracak değildim. "Sen bilirsin. Şu an bu konu hakkında bir kelime dahi etmiyorum. Ama öğreneceğim ne olduğunu."

"Öğrenmeyeceksin demiyorum zaten. Ben sana zamanı gelince öğreteceğim."

Elimi havada savurdum. "Doğru, zaman en iyi öğretmendi değil mi?"

Başını büyük bir öğretmen edasıyla salladı. "Aynen öyle Stajyer. Öğrenmişsin."

Hey Allah'ım...

Dudakları düz bir hâl alsa da bıyık altından güldüğünü görebiliyordum.

Takıntılı deli...

Bu deli hâllerini bir tek benim görebildiğim gerçeği aklımı şenlendirirken tebessümümün dudaklarıma yayılmasına engel olamadım.

Otele vardığımızda hava kararmış, yağmur sağanak bir şekilde bulutlardan yeryüzüne serpiliyordu. Bu sefer tam anlamıyla dinlenebilecektim. Aklımdaki fırtınalar yüzünden ne kadar geç uyuyacak olsam da...

Odalarımızın kapısına geldiğimizde göz göze geldik.

"İyi geceler."

"İyi geceler."

Her ne kadar gece olmasa da artık odalarımıza dinlenmeye çekiliyorduk. Ve birbirimizi yarın sabah görecektik.

Odama girdiğimde üzerimdekilerden kurtulup kendimi ılık bir duşa attım. Bedenim yolculuğun da vermiş olduğu yorgunlukla gerilmişti ve bu duş gevşememe çok yardımcı olmuştu. Üzerime salaş gri renkte yine v yaka bir tişört geçirip altımaysa siyah renkte rahat bir eşofman çekmiştim. Saçlarımı sadece havluya sarıp kendimi yatağa bıraktım.

İki gün boyunca buradaydık ve şu Önder denen adamı beklememiz gerekiyordu. Nasıl bir şanssa bugünü bulmuştu gidecek...

Yavuz bir nottan nasıl Hülya Çet'le olan bağlantıyı çıkarmıştı ki? Bana da ayrıntılı bir şekilde anlatmamıştı ve iki gün boyunca ben öğrenmek için Önder denen adamı mı bekleyecektim?

Nefesimi sertçe verip ayaklanarak odanın ışığını kapattım. Kendimi tekrar yatağa atıp zihnimi kemiren şu düşüncelerden arınmaya çalıştım. Çünkü derinlere indikçe kabuk bağlamayan yaram kanıyor, zihnim bulanıyordu.

Gözlerimi karanlığa kapatıp zihnimin karanlığına hapsetmeye yolcu ederken aniden duyduğum şiddetli sesle yatağımdan hızla doğruldum.

Ne oluyordu?

Ne olduğunu idrak ettiğimde damarlarıma yayılan telaşa engel olamayıp kapıya yöneldim. Yangın alarmıydı bu.

Tükürdüğümün hayatında bir gün de normal geçemez miydi?

Kapıyı hızla açıp yan tarafımda olan Yavuz'un kapısını yumrukladım. Gözlerim koridorun diğer başını tararken insanların kimisi şaşkınlıkla kimisi de telaşla yangın merdivenlerine doğru koşturmaya başlamıştı. Birkaç kişinin ağzından çıkan ufak çığlıklar beni daha çok gererken kalbim göğsüme hızla çarpmaya başlamıştı bile.

Kapıyı bir kez daha yumrukladığımda herhangi bir hareketlilik yoktu. Maruz kaldığım gerçek beni sarsarken dudaklarımdan çıkan sese engel olamadım.

"Yavuz!"

##

Kaos severiz:)
Son kısım hakkında yorum yapmıyorum aknsalms

Ezgi ve Yavuz'un arada didişmelerine bayılıyorum. Yavuz'un her yöne çekilebilecek cümlelerine de...

Notu yazan kişi Şair çıkmadı... Bu konu hakkında bir teoriniz var mı?

Bu hafta bitmeden tekrardan görüşeceğiz🫶🏻

Sizleri seviyorum. Destekleriniz bana en büyük motive...💙

Continue Reading

You'll Also Like

24.7K 1.9K 18
Park Jimin nereden bilebilirdi ki deliler gibi sevdiği Min Yoongi'nin de onu sevdiğini...
226K 1.2K 98
En iyi 💯 yazar Sıralama yok✓
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

78.9K 2.7K 38
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
MARTAVAL By R.İdeli

Teen Fiction

333K 29.5K 18
İşaret parmaklarımız havaya kalktığında birbirimizi işaret ettik. "Sen!" dedik aynı anda. "Sen menžel'sin!" Odanın içinde bir perdenin açılma sesi du...