KAÇIK

By delimiyazar

3.8K 166 19

Göğsüm sert bir şekilde duvara yaslanınca ağzımdan bir inilti çıktı. Kollarım arkada, yüzüm ve bedenimin ön k... More

TANITIM
0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.2
2.3

2.1

71 7 1
By delimiyazar

Huzur'un sözlük anlamını sorsalardı şuan bulunduğum durumu tarif ederdim. Kokusu ciğerlerimde dolaşırken gözlerim kapalı bir şekilde kollarının arasında öylece duruyordum. Şuan hiçbir şey umrumda değildi. Anın tadını çıkarmak istiyor ve bende kollarımı ona sarmak istiyordum. Fakat kendimi engelleyerek ellerim iki yanımda heyecandan tırnaklarımı avuç içlerime geçiriyordum. Eli topuz yaptığım saçımdan enseme doğru inmeye başladı ve en sonunda belimde durdu. Yutkundum.

Artık toplanmalı ve kendime gelmeliydim. Zorlayarak da olsa geri çekildim ve o da kollarını üstümden çekti. Sabahki kadın aklıma geldi ve anlık yaşadığım pişmanlıkla derin bir nefes çektim. Sonuçta sevgilisi olan bir adamla yakınlaşmıştım. Ondan birkaç adım uzaklaşarak merak ettiğim soruyu sordum.

"Neden böyle bir şey yaptın?"

Bana neden sarıldığını sormak en doğal hakkımdı bence. Düz yüz ifadesi sorumla birlikte değişti ve bir elini pantolonunun cebine koydu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Tek kaşını kaldırdı.

"Hoşuna gitmedi mi?"

Ukala!

Gözlerimi devirerek etrafta gezdirdikten sonra yüzünde durdum.

"Benimle dalga mı geçiyorsun?"

Yavaşça kaşını indirdi fakat yüzündeki ifade değişmedi. Ben hareketlerini izlerken "Neden böyle düşündüğünü anlamıyorum?" dedi. Samimiyetsizce güldüm. Daha sonra belli belirsiz gülümsemesi de yavaşça soldu.

"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum. Kendini bu şekilde bana affettirmeye çalışıyorsun ve bu oldukça rahatsız edici."

Başını olumsuz anlamda salladı. "Saçmalıyorsun ve emin ol bu daha çok rahatsız ediyor."

İsyan edercesine "Ben mi saçmalıyorum? Hoşuma gittiğini bildiğin halde soruyorsun, üstüne üstlük dalga geçerek ve burada saçmalayan ben oluyorum öyle mi?" dediğimde bu durum can sıkıcı olmaya başlamıştı. Niyetini anlamadığımı düşünüyordu fakat aptal değildim.

"Anlaşılan ne yaparsam yapayım sana karşı yaptığım her iyi niyetli hareketimi buna yoracaksın."

Daha sonra hızla ve yüzüme bile bakmadan salona doğru giden koridora daldı ve uzaklaştı. Bir şey söyleyecektim fakat beni dinlememişti bile. Sinirli değildi fakat gerilmişti.

Bunun yanısıra ben sinirlenmiştim. Birkaç dakika sinirimi yatıştırmaya çalışarak manzaraya baktım. Daha sonra derin bir nefes aldım ve salona geçtim.

Ersay ve babam salonun orta kısmında ayakta dururken karşılarında bir kaç tane adamla konuşuyorlardı. Gözlerim istemsizce doktoru aradı fakat göremedim. Merakla babam ve Ersay'ın bulunduğu yöne doğru yürüdüm. Biraz yaklaşınca tebessüm eden yüzünü gördüğümde biriyle konuşuyordu ve önündeki iki kişiden dolayı göremediğimi farketmiştim. Babamın arkası bana dönüktü ve ben yaklaşınca bunu hissetmiş gibi bana döndü. Gülümseyerek elini belime koydu ve beni yönlendirerek yanına çekti.

Bu hareketinden koruma iç güdüsünün devreye girdiğini düşündüm fakat gülümseyerek bana elini uzatan adamların elini sıktım. Toplamda üç adam ve iki kadın vardı. Adamlardan orta boylu ve orta yaşlı, saçlarının arasında yer yer beyazlar çıkmış olan "Eşiniz ne kadar güzel, çok şanslısınız." dedi bozuk Türkçesiyle.

Aynen kardeşim Aras kargo aç kapıyı!

Öncelikle ben mi yaşlı görünüyordum yoksa babam mı genç görünüyordu? Bunu adamın bozuk gözlerine bırakmıştım ki bunu ona düşündürten şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Diğer taraftan ise babam klasik bir Türk babası olmadığı için şanslıydı çünkü hiçbir Türk babası adamın ettiği iltifata 'Avrupa'da böyle oluyormuş bro' diyerek sessiz kalmazdı. Babam Avrupai davranışlarından ödün vermeyerek sesli bir şekilde güldü. Ondan beklenecek medeniyetle "İltifatınız için teşekkür ederim ama kendisi kızım." dediğinde adam birazcık şaşırarak "Öyle mi...?" dedi ve sonra bana bakarak "Hatamı mahzur görün Arslan Bey'in kızı olduğunu bilmiyordum. Daha önce bahsetmedi hiç." dediğinde sahte bir gülümsemeyle başımı salladım. Tam bir yalaka! Tahmin ettiğim gibi babamın yanında olabilmek için ellerinden gelen her saçmalığı yapıyorlardı. Acaba babamın ölüm fermanını duyunca da böyle davranabilecekler miydi? Ya da belki de hepsinin haber vardı.

Gözlerim istemsizce doktora kaydığında güzel yüzünde benimki gibi sahte bir gülümseme gördüm. Neyseki onu tanıdığım için bir ben bir de babası anlayabiliyordu muhtemelen. Ben ona bakınca o da bana baktı. Daha sonra gözlerimi ondan çekerek yaptıkları sohbeti dinlemeye başladım.

Gecenin ilerleyen saatlerinde başkalarıyla da tanışmıştım fakat genel olarak karşılaştığım manzara kimsenin babamın bir kızı olduğunu bilmemesiydi. Tabiki her duyduğumda 'öğrendin de ne oldu?' diye içimden sormuştum. Bununla birlikte babama ve Ersay'a karşı kibar ve saygılı davranışları da gözümden kaçmıyordu.

Hatta Doktor'a da büyük bir saygı ile yaklaşıyorlardı. Biraz da olsa gücenmedim desem yeriydi. Çünkü bu tarz işleri sevmeyen hatta ilgisi bile olmayan Doktor'u tanıyanlar beni tanımıyordu. Babamın bu ayıbını daha sonra hatırlatmayı düşünüyordum.

Gecenin sonunda ismini bile hatırlamadığım insanlarla tanışmış ve resmi olarak mafya alemine ufak bir giriş yapmıştım. Davetten ayrıldıktan sonra babamla birlikte arabanın arkasında otururken ikimizde konuşmuyorduk. Ben düşüncelere dalmıştım. Aracı süren Matteo babama "Efendim bir karar verdiniz mi?" diye sorunca düşüncelerimin arasından çıktım.

Babam başını olumlu anlamda salladı ve bana döndü. "Simge, kalemimizi kırdılar demiştim ya onları alt etmek için birkaç kişiyi yanımıza çekmemiz gerek. Bu süreçte seninde yanımda olmanı istiyorum. Olur da planımız ters gider ve bana bir şey olursa dost, düşman, kim varsa tanıman gerek."

Ersay ve babamın infazını isteyenleri ne zaman tanışacağımı ya da nasıl tanıyacağımı merak ediyordum açıkçası. Babamın söyledikleriyle endişelenerek elimi dizine koyduğu elinin üstüne koydum. "Sen Arslan Karansın, sana bir şey olamaz."

Gülümsedi fakat bir şey söylemedi. Elinin üstündeki elimi sıkıca tuttu ve yolu izlemeye devam etti. Ersay ve babamın aynı tarafta olduğuna sevineceğim hiç aklıma gelmezdi. Ersay çok güçlü bir adamdı ve karşımızda olsaydı işler daha da zor olurdu. Bu akşam ona duyulan saygıya ve korkuya tanık olmuştum. Ersay ülkeye mal giriş ve çıkışlarını büyük ölçüde idare ediyordu. Ondan habersiz ülkeye yabancı bir ülkeden toz şeker bile girmezdi. İşin devlet tarafında ne kadar bakanlık olsa da karanlık tarafında da Ersay vardı. Bu yüzden o kadar adam Ersayla ters düşmek istemezdi. Arada bir Suriye, Gürcistan ve Ermenistan sınırlarına kontrol amaçlı gittiğini biliyordum. Her yerde adamları vardı ve bunlar merdivenin basamakları gibi konuşlanmıştı. Kademeli bir şekilde çıkan bu sistemin en başında Ersay vardı kısacası.

Babamın ve Ersay'ın kalemini kıranlar ise kendi aralarında birbirlerini korumak için dışarıya karşı oluşturdukları bir gruptu. Genelde hükümet ya da devlet büyük bir kavga çıkmadığı sürece aralarındaki kavgaya karışmazdı.

Düşüncelerimi eve geldiğimizi görünce sonlandırdım. Fazla yorgun hissediyordum. Hemen odama çıkıp üstümü çıkardım ve kendimi banyoya attım. Duştan sonra bir süre telefonda oyalandım ve nihayetinde kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Ertesi günüm her zamanki sıkıcılıkta geçerken saçma sapan TV kanallarını geziyordum. Koltukta boylu boyunca uzanmış yatarken saat bire geliyordu. Sıkıntıdan patlayacaktım neredeyse. Zaten akşamın etkisi hala üstümde olduğu için de bu sıkıntım tetikleniyordu.

Babamın durumu ise oldukça canımı sıkıyordu. Onu öldürmek isteyen grubun içindekilerinin kim olduğunu bilmiyordum fakat babamın bu işi uzaktan izlememi istemesini de sindiremiyordum. Beni korumak için geride durup gözümü açmamı ve dostu düşmanı kollamamı istiyordu. Bu durumda yanında güveneceği biri olmalıydı ve bu kişi bence kesinlikle Ersay değildi. Zamanında en büyük düşmanı olmuş birine neden güvenecekti? Özellikle de oğluyla aramda bu denli güvensizlik varken.

Tamam, bu birazda benim suçum olabilir sonuçta doktorun albenisine kanmıştım. Tamamen aptallık olduğunu bildiğim bu davranış şekli benlik değildi fakat elimde de değildi. Üstelik muhtemelen sevgilisi vardı ve bunu -artık ne zamandır birlikteyse- farketmemiştim.

Derin bir nefes alarak sırtımı TV'ye döndüm. Ekranda saçma sapan bir magazin programı vardı ve belki aklımdaki düşünceleri dağıtır diye sesi de yükseltmiştim. Tabiki pek fazla işe yaramıyordu.

"Bu Televizyonun sesi neden bu kadar açık?"

Bunak'ın sesini ve akabinde yere vura vura gelen ayak seslerini duydum fakat kıpırdamadım bile. Birkaç saniye sonra ses kesildiğinde aynı şekilde yatmaya devam ediyordum. TV'nin sesi kesildikten sonra yaşlı sesini tekrar duydum.

"Depresyonda falan mısın?"

Ben cevap vermeden aynı şekilde gözlerim kapalı tekrar tekrar, yaşanan şeyleri canlandırırken konuşmaya devam etti. "Sana diyorum, neden bu haldesin?"

En sonunda gözlerimi açtım. "Git başımdan bunak." Cevabıma karşılık birkaç saniye sessiz kaldı. Daha sonra yattığım koltuğun bir kenarı çökünce ona döndüm. "Ne istiyorsun yine?"

Elini omzuma koydu ve yatarak ona bakan beni süzdü. "Neyin var?" Elini ittirdim. "Bana mı üzülüyorsun sen şuan?" Eğer öyleyse kesinlikle şu halime çeki düzen vermeliydim. Bunak'ın bana üzüleceği kadar kötü durumda olmak beni gerçekten üzerdi.

"Konuyu değiştirmeye çalışma."

Göz devirdim. İhtiyar olmasına rağmen bazı şeyler gözünden kaçmıyordu anlaşılan. Başımı olumsuzca salladım.

"Bunak öyle olsa bile ne farkeder."

Kaşlarını kaldırdı. Bana yardım edebilecek yetkiye sahip değildi. Kimse değildi. Sonuçta bana karşı olan düşünce ve hislerini değiştiremezdim.

"Gönül işi demek, anlıyorum."

Kaşlarımı çatatak yüzüne baktım. Bunu nereden anlamıştı ki? Ayrıca 'anlıyorum' mu? Bunak mı? Hiç sanmıyorum. Beni anlaması için daha önce bu tarz şeyler yaşamış olması gerekirdi. Yaşamışsa bile önce hafızasının yerine gelmesi gerekirdi. Kaç yıldır eski hayatıyla ilgili en ufak ayrıntı hatırlayamıyordu.

"Yanlış anlamışsın."

Gülümsedi. Yüzünde alaycı ifade vardı. Şimdi de benimle eğleniyor muydu? Bunak'ın ağzında da maskara olduğuma göre artık hiçbir şey beni bugün gıcık edemezdi. Ya da... Neyse böyle konuşmayacağım sonra gıcık edecek bir şey illaki çıkıyordu.

"Bence doğru anladım. Sen sormadan söyleyeyim, konu doktor olunca konuşmak istemiyorsun genellikle geçiştiriyorsun."

Yüzüne bakakaldım. Eğer başka bir insan beni bu denli izleyip takip etseydi, bana aşık olduğunu düşünürdüm. Konuşmalarıma kadar her boku biliyordu. Bunu ben bile farketmemiştim üstelik.

"Diyelim sorun bu, var mı çözümün?"

Dalgaya alarak söylediğim sözlerime takılmadı. "Öncelikle yapman gereken şey adamın yakasını bırakmak. Bence çok üstüne gidiyorsun. Göz önünde olman sıkıntı değil fakat adama yapışma. Biliyorum senin için zor ama sakin olmayı dene biraz da."

Derin bir nefes aldım. Bu bir çözüm müydü şimdi? "İşe yarayacağına emin misin?"

Gülümsemesi silinerek yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. "Hemen sonuç gösteren bir şey istiyorsun ama maalesef gönül işleri aceleye gelmez." Dikkatle dinliyordum. O da bunu anlamış olacak bana taktik veriyordu. "Güzel ve akıllısın fakat unutma ki bunlar her zaman tek başına yeterli olmaz."

Yattığım yerden doğruldum ve oflayarak saçlarımı karıştırdım. Tamam, diyelim ki bunları yaptım. Adamın sevgilisi vardı ve doğal olarak hayatında biri varken benden yana bakmayacaktı bile. Ayrıca bakmasını da istemezdim. Şuan herşey karma karışıktı kafamda. Ne düşüneceğimi bilmiyordum.

Bunak yavaşça ayağa kalktığında bende hareketlendim. "Maalesef vazgeçmem gerekiyor. Başka türlüsü karakterimle uyuşmuyor." Ne söylemek istediğimi bu sefer anlamamıştı. Bende anlatmaya çalışmadım. Başını olumsuz anlamda sallarken gözlerini yavaşça kapatıp açtı. Bu onaylamaz hareketini umursamadım.

Onun gibi koltuktan kalktım ve odama yöneldim. Tam merdivenden çıkacaktım ki aklıma bu akşamki buluşma geldi. Bensu...

Hemen telefonumu elime aldım. Numarasına dokundum ve onu aradım. Birkaç kere çaldıktan sonra açtı.

"Merhaba Bensu, ben Simge."

Bensu derin bir nefes alarak "Ayy Simge sen miydin? Numaran kayıtlı değildi ya ondan gerildim biraz. " dediğinde sesindeki tuhaf tını kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Telefonda konuşmayı pek sevmediğim için nedenini sormadım, ne de olsa akşam beraberdik, yüz yüzeyken sorardım.

"Sıkıntı yok, akşam ki plan ne durumda diye soracaktım."

Telefonun diğer ucundaki sesi "Tabi ki uygulayacağız. Yalnızca bir sorun var." dediğinde "Ne gibi?" diye sordum. Önemli bir şeyse başka bir güne erteleyebilirdik.

"Arabamı servise verdim de eğer sana zahmet olmayacaksa beni almaya gelir misin?"

Önemli bir şey olmamasına sevinerek "Lafı mı olur tabiki gelirim." dedim. Taksiyle de gelebilirdi fakat bunu fazla sorgulamadım. Elime yapışmazdı sonuçta.

"Süper! Tamam o zaman akşam sekiz gibi beni alırsın."

"Tamam, görüşürüz."

"See you."

Sesinin cilveli çıkmasına güldüm. Umarım bu akşam Cenk efendi yerinde olurdu. Çünkü onsuz o kadar da eğlenceli olmuyordu. Gerçi yanımda bu sefer Bensu olacaktı sıkılacağımı sanmıyordum o yüzden.

Gün içerisinde saçma sapan şeylerle uğraşıp ona buna sardıktan sonra nihayet akşam edebilmiştim. Babam bütün gün ortada yoktu. Matteo da görünmüyordu. Telefonla aradığım da ise açmamıştı. Yoğun olabileceğini düşünerek pek üstüne gitmedim ve kendi işime koyuldum.

Üstüme siyah crop sweatshirt, altıma boydan boya yer yer yırtıkları olan açık renk Jean giydim. Siyah Harley Davidson botlarımı ayağıma geçirip deri ceketimi de giydikten sonra saçlarımı açık bıraktım. Özel bir yere gitmiyordum sonuçta.

Bunak ben çıkarken "Nereye?"diye sorduğunda "Cenk'in mekana." dedim ve sonrasını dinlemeden kapıyı çekip arabama bindim. Belimdeki silahımı ne olur ne olmaz diyerek torpidoya attım. Babamın birkaç tane adamı bahçede beni izlerken arabayı gazladım.

Müzik açarak ellerim direksiyonda ritim tutarken aklıma doktorun bana aldığı araba gelmişti. Acaba neredeydi? Doktor'a da sormamıştım. Zaten en son Doktor'un kim olduğunu öğrendiğim o gece görmüştüm.

Yol bitince arabayı hastanenin önüne çektim ve Bensu'yu aradım. Telefon bir süre çaldıktan sonra "Efendim?" dedi. Sesi titriyordu. Kaşlarımı çattım. "Bensu iyi misin? Seni almaya geldim, dışardayım."

"Şey be..." Arkadan bir adam sesi geldiğinde telefonu kapatmadan arabadan indim ve kapıdaki güvenliğe "Birazdan çıkacağım." diyerek kapıdan girdim. Güvenlik bir şeyler dese de dikkatim telefonda olduğu için duymadım bile.

"Bensu iki dakikaya oradayım eğer tehlikedeysen işaret ver."

Korkak sesi kulağımı tırmalayarak "Ben iyiyim sen nasılsın?" dedi. Hareketlerimi hızlandırdım ve asansöre bindim. Asansör hareket ederken "Tamam sakin ol, geldim bile. Oda numaranı bilmiyorum ama" dedim. Daha sonra devam ettirerek "Çalışıyorum yoğunum biraz." dedi. Söyleyebilecek durumda olmadığını anlayarak ilk aklıma geleni yapıp Doktor'un odasına yöneldim.

Koşarak kapıyı açtım ve masa başında elinde kalem bir şeyler karalayan doktorla göz göze geldim. Beni görünce şaşkınlıkla baktı. Bunu beklemiyordu. "Ne oluyor?"

Telefonu kapatıp cebime koydum. "Doktor, Bensu'nun odası nerede?" Ayağa kalktı ve kapıda duran bana doğru geldi. "Bir şey mi oldu?" O da tedirgin olmuştu.

"Çabuk söyle, tehlikede olabilir."

Doktor önden yürüyerek "Benimle gel." dediğinde peşine takıldım. Merdivenlere yöneldi ve hızlı adımlarla bir kat merdiven çıktı. Daha sonra koridorda biraz ilerledi. Tam arkasında koşar adımlarla peşinden gidiyordum. O sadece yürüyordu fakat boylarımız aynı olmadığı için bende koşturuyordum. Nefes nefese kalmıştım.

Uzun koridoru birkaç kapı geçerek bir tanesinin önünde durdu. Fısıldayarak "İçeride birileri olabilir." dedim. Kapı kolunu indirdi fakat kilitliydi. Geri doğru çekildi ve kapıya sert bir tekme geçirdi. Çaraparak açılan kapıdan sonra elinde bıçak olan bir adam bize dönmüştü. Yanında iki kişi daha vardı. Doktorun arkasındaydım. Adamın üstüne doğru giderken "Dur elinde bıçak var!" diye bağırdım endişeyle.

Adam üstüne gelen Doktor'a bıçağını salladığında doktor geri çekilerek savuşturdu ve kolunu yakalayarak çevirdikten sonra dirseğiyle karnına darbe indirdi.

Bende hemen içeriye girdim ve yere oturmuş korkudan titreyen Bensu'nun yanına giderek sarıldım. O da bana sarıldığında "Bir yerinde bir şey var mı?" diye sordum. Başını olumsuzca salladı. Titriyordu.

Doktora baktığımda bir diğerinin de ona doğru yere düşen bıçağı alarak saldırdığını gördüm. Gözlerim büyüyerek "Hayır." diye bağırdığımda dikkati dağıldı ve yemeyeceği varsa da yüzüne bir yumruk yedi benim yüzümden. Ardından adam elindeki bıçağı omzuna denk getirerek bir kesik attı. Doktor hafifçe inleyerek geçiştirdi.

Kafası yana düşse de kendini hızla topladı. İyi dövüşüyordu. Hem de fazlasıyla iyi. Kendini çok yormayacak hareketlerle sanki basit bir şey yapar gibi hareket ediyordu. Fakat omzundaki kesik beyaz önlüğünü kırmızıya boyamaya başlamıştı.

Adamları patates çuvalı gibi yere serdiğinde Bensu'yu ayağa kaldırdım. Doktor da o sırada güvenliği aradı ve gelmelerini söyledi. Bensu'nun elini tutarak "Geçti, tamam." dedim. Adamlardan, daha önce eli bıçaklı olan şimdi ise acıdan yerde kıvranana doğru gitti ve kendince yüzüne yumruk attı. Fakat yumruktan çok okşamış gibiydi. Hatta sinek asırsa belki daha fazla acıtırdı.

Titremeye devam ederken kendini çarprazında bulunan koltuğa attı. "Orospu çocukları, çok korktum." dediğinde doktorun koluna bakıyordum. Bensu bağırarak "Yaralanmışsın Barkan, çok özür dilerim benim yüzümden-" dediğinde doktor lafını keserek "Bensu insanlara daha büyük kesikler atıyorsun bu mu fazla geldi?" Bensu kesiğe müdahale etmeye çalışırken "Aynı şey mi Aptal?" dedi. Aslında sorudan çok bir sitemdi.

O sırada içeriye açık kapıdan karınca sürüsü gibi güvenlik girdi ve yerdeki adamları kaldırıp götürürken içlerinden bir tanesi de Doktorla konuşuyordu.

Bensu'yu bir de doktorun aldığı yara yüzünden sakinleştirmeye çalışırken "Sen otur böyle, ufak bir kesik. Sakinleş öyle konuşursunuz." diyerek doktordan uzaklaştırdım. Fazla panik içerisindeydi. Doktor güvenliğe bir şeyler söyleyerek kapıyı gösterdi. Güvenlik başını sallayarak çıktı ve kapıyı açık bıraktı. Bensu'yu sakinleştirdim ve iyi olduğunu anlayınca Doktor'a baktım. Bensu'ya "Bunlar kim?" diye sordu. Bensu ise soruyu görmezden gelerek "Omzuna bakmalıyız." dediğinde doktor derin bir nefes vererek "Önemli bir şey değil büyütmeye gerek yok, önce soruma cevap ver." Bensu Doktor'un sinirli ve ters konuşmasına gözlerini devirdi. Ortam gerilmişti. Omzundaki kanın durmadığını görünce hızla yanına giderek tam önüne geçtim ve elimi kesiğe götürerek durumuna bakmak istedim. Önce şaşırdı ve daha sonra kolunu çekti. Son derece sinirli görünüyordu. Muhtemelen canı yandığı için sinirliydi.

"Sen iyi misin?" Yarasına dikiş atılmalı mı yoksa ufak bir şey mi bilmiyordum fakat akan kandan basit bir şey olmadığını düşünüyordum.

Kaşlarımı sinirle çattım ve gözlerine baktım. Derin ve anlamlı bir şekilde gözleri bana kilitlenmiş halde yüzüme bakıyordu. Hala sinirliydi fakat gözlerinde farklı bir ifade vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. Birkaç saniye gözlerimiz birbirindeyken ne kadar yakışıklı bir adam olduğunu bir kere daha kabullendim. Anlamını yanlış anladığımı düşündüğüm bu bakışından kurtulmak istesem de yapmıyordum.

"Hint dizilerinde bile bu kadar uzun bakışma yok. Kusura bakmayın ama bu diziye reyting için bundan daha fazlası gerek. Ayrıca Barkan, ne kadar dokunmamızı istemesen de yaran hala kanıyor."

Gözlerimi devirerek elimi doktorun omzundan çektim ve Bensu'ya baktım. "Bakıyorum da olayın etkisinden çabuk çıktın."

Koltuktan kalkarken güldü. "Bunları tanıyorum maalesef." Doktor derin bir nefes alırken elini saçlarına götürdü ve sıkıntıyla "Umarım benim bilmemi gerektirmeyen bir şeydir." dedi. Tahminde bulunmaya çalışarak az çok bir şeyler çıkartmaya çalışıyordu. Sanırım daha önce de böyle şeyler olmuştu.

Bensu oflayarak "Özel hayatımla ilgili bir şey, sen onu bırak da yarana bakalım." dediğinde sanki gayet olağan bir şeyden bahsediyor gibi konuşuyordu. Doktor "Yönetmeliği biliyorsun." dediğinde konuyu bilmeyen sadece bendim galiba.

"Yoksa beni kovacak mısın? Beni beni cerrahını."

Şaşkınlıkla doktora baktım. Bu hastane onun muydu? Bunları neden ben bilmiyordum? Bu bilgileri nasıl saklayabiliyordu bizden?

"Bu konuda ne kadar disiplinli olduğumu biliyorsun."

Bensu isyan eder gibi "Tamam, bir daha yapmayacağım söz." dediğinde içeriye bir güvenlik eşliğinde üç polis girdi.

"Merhaba, olayın mağduru sizler misiniz?"

Bize bakan polislere Doktor, başıyla Bensu'yu göstererek "Bu hanımefendi. Biz sonradan geldik." dedi.

Bensu suç duyurusunda bulunmak ve ifadesinin alınması için karakola gittikten sonra koridorda arkasından bakıyordum. Doktor aldığı yarayla ilgili şikayetçi olmak istemediği için -nedenini her ne kadar merak etsem de- şimdilik sadece Bensu'yu aldılar. Bizi ifadeye daha sonra çağıracaklardı.

Adamların kim olduğunu bilmiyorduk fakat Bensu ucuz atlatmıştı. Duvara yaslanarak derin bir nefes aldım. Belki de zamanında yetişmeseydik benim başıma gelenler ona da olacaktı. Düşüncesi bile iğrençti fakat ben bununla baş etmeye çalışıyordum. Düşüncelerimi dağıtmak için Doktor'a baktığımda hala beni izlediğini farkettim. Saçma sapan bu sessizliği bozmak için "Yarana bakmayacak mısın?" diye sordum.

Ellerini pantolonunun ceplerine yerleştirdi ve kapının diğer tarafından yüzüme bakmaya devam etti. Beyaz doktor önlüğünün bir tarafı öylece kan olmuştu. "Bakacağım." Daha fazla üstelemedim çünkü bu gibi durumlar bizim gibiler için fazla kötü bir durum değildi.

Başımı salladım. Yüzüne bakarken orada öylece durarak ne yapmaya çalıştığını bilmiyordum. Sanırım artık gitmem gerekiyordu.

"Buraya Bensu için geldim." Gülümsedi. "Biliyorum." Yanlış anlamasını istemezdim sonuçta. Önceki gelişimde onun için geldiğimi biliyordu çünkü.

Daha sonra gözlerimi kıstım ve ironik bir ses tonuyla "Kusura bakma amacım seni rahatsız etmek değildi." dedim. Gülümsemeye devam ederken "Dünkü olay neydi?" diye sordu. İtiraz etmediğine göre gerçekten rahatsız oluyordu. "Babamın verdiği cezanın sonucunu merak ettim." Gülümsedi ve "Merakını giderdin mi?" diye sordu. Sorusunun cevabını kendisi de biliyordu fakat soruyordu işte.

Neden bu kadar yakışıklı ve çekiciydi?

Gördüklerimden sonra merak etmenin anlamsız olduğunu çünkü zaten buna ihtiyacın olmadığını daha iyi anladım, demek istedim fakat sadece "Görmek istiyorum." dedim. Ben yüzüne ciddiyetle bakmaya devam edince merdivenlere doğru hareketlenerek "Gerek yok." dedi. Umursamaz tavrı sinirlendiriyordu. Ellerimi deri ceketimin ceplerine koydum ve yanında yürümeye başladım. Bu akşamki planım yatmıştı. İlk önce durup beni süzdükten sonra vazgeçmeyeceğimi anlamış olmalı ki "Çok inatçısın!" dedi. Hiçbir şey söylemedim.

Odasının olduğu katta bir odaya girdik. Kapıyı kapattı ve laboratuvar tarzı bir tezgahtan içinde cerrahi malzemelerin bulunduğu çelik bir kap çıkardı.

Sedyelerden birinin kenarına oturdu. Ayakları yere basıyordu. Bacaklarını ayırdı ve dirseklerini dizlerine koyarak elindeki gazlı bezi açmaya başladı. Hemen önünde durdum. Daha sonra kollarını yanlarına koydu ve doğruldu. Önlüğünün yakalarından tutarak kollarından geçirdim ve üstünden çıkardım. Yüzüne bakmıyordum. Fakat beni izlediğinin farkındaydım. Daha sonra yavaşça sweatshirtünü de çıkardım. Vücudu gözlerimin önünde çıplak bir şekilde kaldığında derin bir nefes çektim. Spor yaptığı ve kendine baktığını belli eden kasları çok çekici duruyordu. Gözlerimi omuz kısmına çıkararak asıl bakmam gereken yerin burası olduğunu kendime bir çok kere tekrar ettim. Bıçak sadece sıyırmıştı.

"Dikişe gerek yok."

Başımı salladım ve ona yaklaştım. Verdiği komutlara uyarak omzuna pansuman yaptım. Sesi dahi çıkmamıştı. Acıdığından adım kadar emindim fakat acı eşiğinin yüksek olduğunu düşündüm.

Hakkında bilmediğim çok şey vardı. Hastanenin onun olduğunu yeni öğrenmiştim. Başka arkadaşları var mıydı? Ya da oturup futbol muhabbeti yaptığı bir arkadaşı? Enleri var mıydı mesela? En sevdiği renk, en sevdiği yemek, favori sanatçısı, en sevdiği müzik tarzı, en sevdiği film, en sevdiği yazar, en sevdiği kitap hatta en sevdiği bilim adamı kimdi?

Bunların hepsini merak ediyordum. Fakat o kadar birbirimize uzaktık ki oturup bir kahve eşliğinde bunları konuşmak çok samimiyetsiz gelecekti.

Omzuyla işim bittiğinde gözlerim bu sefer boynunu buldu. Cerrahi bant sarılıydı. Önce bandı çıkardım yavaşça ve daha sonra aynı şekilde gazlı bezi. Ellerimi boyun kısmındakileri de çıkarmak için hareket ettirdiğimde daha da yaklaşmak zorunda kalmıştım. Bacakları açık olduğu için arasına girdim. Yüzlerimiz arasındaki mesafe altı yedi santim kadarken oturduğu ve ben ayakta olduğum için dudaklarım göz hizasına geliyordu. Hiç bir şey söylemeden öylece yüzümü izliyordu.

Kalbim belki de onun farkedeceği kadar yüksek sesle atarken yüzünü kaldırdı ve hiç çekinmeden yüzümü izlemeye devam etti. Gazlı bezi de çıkardıktan sonra kaşlarım çatılarak yutkunmaya çalıştım. Boynu ve boğaz kısmı tamamen delik deşik içindeydi ve yer yer dikişler vardı. Ne kadar acımış olabileceğini düşünerek gözlerine kaydı gözlerim. Bana birkaç santim aşağıdan dikkatlice bakıyordu ve yüzlerimiz çok yakındı. Bacakları kalçalarıma değerek beni daha da geriyordu. Kalp krizine ramak kalmışken bir de ellerimi boynunun arkasına götürdüm kollarımı ona değmeden boynunun etrafına sarmış oldum. Bu çok fazla yakınlık gerektiren bir durum olmuştu.

"Canın çok yanıyor mu?"

Aynı şekilde bakmaya devam ederken "Hayır." diye cevap verdi. Halbuki yanmayacak gibi değildi. Daha sonra tekrar yaralarına baktım. Elimdeki pamuğu yavaşça yaralarında gezdirdim. Aynı işlemi geri kalan kısma da yapmaya başladım. Öyle dikkatli yapıyordum fazlasıyla konsantre olmuş durumdaydım.

"Kaşlarını çatınca çok çirkin oluyorsun."

Gözlerim aniden gözlerini buldu. Daha sonra etrafa bakarak kaşlarımı düzelttim. Daha sonra gülümsediğinde benimle dalga geçtiğini anladım.

"Sevgilin kadar güzel olmadığım için özür dilerim."

Samimiyetten uzak sözlerime ve tutamadığım ağzıma küfür ederek kendimi daha ne kadar küçük düşüreceğimi sorguladım kısa bir an. Doktor bana kendimi küçük hissettirecek sözler söyleyen ya da o şekilde hareket eden bir insan değildi fakat maalesef 'İnsanın kendine yaptığını başkası ona yapamaz.' lafı boşa söylenmemişti.

"Bu ne demek şimdi?"

Yüzüne bakmıyordum. Önce sorusunu duymazdan geldim. Pansumanı boynuna aynı şekilde gazlı bez dolayarak bitirdikten sonra hala yüzüme bakmaya devam edince "Duydun işte." dedim. İşim bitmişti. Geriye doğru bir kaç adım attığımda tam döneceğim sırada "Gel buraya." diyerek beni aniden bileğimden çekti ve kendine tekrar yaklaştırdı. Ellerimi birden çekilmenin refleksiyle çıplak omuzlarına koydum. Bu sefer o kadar yakındık ki nefes alıp verişimin sesini duyabilirdi. Sağ elim yaralı olan sol omzunun üstündeydi.

Aynı şekilde alttan bana bakarken sağ elini kaldırdı ve beni şaşırtacak derecedeki yakınlığıyla birlikte baş ve işaret parmağıyla çenemden tutarak başımı hafifçe aşağıya doğru bakmam için hareket ettirdi. Şimdi yüz yüzeydik ve ben birkaç santim üstten yüzüne bakıyordum.

"Hayatımda birinin olup olmadığını merak ediyorsan neden sormuyorsun?"

Dudaklarıma kaydı gözleri. Yutkundum. Kalbim deli gibi atıyordu. Hava çok sıcaktı. Ateşim çıkmış olabilir miydi? Ateşim olsaydı üşüyor olmaz mıydım? Ne saçmalıyordum?

"Merak etmiyorum."

Sesim fısıltı şeklinde çıkmıştı ve bende onun dolgun dudaklarına baktım. Öpmek istiyordum. Bir koluyla belimi sardı ve diğer eli hala çenemdeyken "Peki neden ben buna inanmıyorum?" diye sordu. Vücudum çıplak teniyle temas halindeyken aramızdaki tek mesafe üstümdeki kıyafetlerimdi. Bunu düşünmek beni daha da geriyor ve onu daha çok istememe neden oluyordu. Gözlerim tekrar gözlerini bulduğunda yüzüme bakıyordu.

"Bu senin sorunun, umrumda değil."

Tabiki çok ama çok merak ediyordum fakat bunu söylemek istemiyordum. Onunla ilgili her şeyi merak ediyordum. Sadece bunu değil...

"Seni öpmek istiyorum."

Sözleriyle daha da gerildim ve nefes alış verişim daha da hızlandı. Hissettiklerim tarifi yoktu. Sanki bir elektrik akımına kapılmış gibiydim. Birkaç saniye öylece durarak derin nefesler aldım. Ben de onu öpmek istiyordum. Daha sonra yine bazı şeyler aklımı kurcaladı.

Kendimi fazlasıyla ele vermiştim. Zorla da olsa ellerimi kaslı kollarına koyarak kendimi geri çektim ve ne kadar istemesem de ondan ayrıldım.

Aramızda birkaç adım mesafe bıraktım. "Bensuyla planım iptal olduğuna göre benlik başka bir şey kalmadı." Hızla kapıya yöneldim ve kendimi odadan dışarıya atarak hastaneden çıktım ve hala beni bekleyen arabama atlayarak Cenk'in mekanına doğru sürdüm.

Neden bana böyle davranmaya başlamıştı? Neden bana olan davranışlarında hep bir neden arıyordum? Bunun cevabı açıktı. Maalesef büyük bir vicdana sahipti ve bana acıyordu. Önceden yaşadıklarımı bildiği için üzülüyordu. Bunu, yaşadığımı öğrendikten sonra bana olan davranışlarının değişmesine bağlıyordum. En büyük kanıtımdı. Öpmek istemesi bile mutlu olacağımı düşündüğü içindi. O kadar acınası olduğumu düşünüyordu ki mutlu olmam için istemediği bir şey yapmaya razıydı. Karakteri farklı olsa böyle düşünmeyecektim fakat böylesine güzel karakterli bir adamın yapabileceği bir şeydi. Peki bu davranışı onu karaktersiz yapmaz mıydı? Duygularımla oynuyor sayılmaz mıydı? Kafam çok karışıktı ve ne düşüneceğimi bilmiyordum.

Bütün gecemi içki içerek geçiriyordum ve yine Cenk yoktu. Nerede olduğunu merak ediyordum. Kaç gündür görüşmemiştik. Gecenin ilerleyen saatlerinde hala ortalıkta göremeyince deli gibi dans eden kalabalığın arasına daldım ve montumu nereye fırlattığımı bilmeden bir kenara atıp dans etmeye başladım.

Deli gibi dans ediyor ve yerimde durmuyordum. Kafam yeterince iyi değildi bu yüzden bir süre daha dans ettikten sonra bar tezgahına yaklaşarak geçen gün muhabbet ettiğim çocuğa seslendim.

"Bana adımı bile unutacağım bir şey lazım."

"Çocuk hapçı değil, barmen."

Yan tarafımdan gelen tanıdık sese döndüm. Gördüğüm yüzle birlikte bütün vücudum titremeye başladı ve refleksle elimi belimde bulunan silaha attım fakat arabada bıraktığımı anımsadım. Ben şaşkınlıkla karşımda duran orospu çocuğuna yani Tarık Koru'ya bakarken "Sakin ol sana bir şey yapmaya gelmedim." dedi.

Sinir tüm vücudumu ele geçirdiğinde onunla kavga etmeye hazırdım fakat yumruklarımla bile olsa dokunmak istemiyordum. Sadece yüzüne bakarak tepki vermeden onu izliyordum. Ben susmaya devam edince o konuştu. Arkasında birkaç adam vardı ve kolunun biri tezgâhın üstünde duruyordu.

"Saldırıya geçmeden önce sana söyleyeceklerimi duymak isteyeceğini düşünüyorum bu yüzden sakin ol."

Bağırdım sinirle. "Siktir git buradan!" Yanımda hiçbir şey yoktu ve açıkçası korkuyordum. Bana onca şeyleri yapmış bir insandan korkmam normaldi ve yumruklarımdan başka kendimi savunacak bir şeyim yoktu.

Ellerini avuç içlerini göreceğim şekilde omuz hizasında kaldırdı ve o şekilde yanımdan geçerek bir kenarda bulunan boş masalardan birini gösterdi. Diğer eli hala aynı şekilde omuz hizasındayken tereddütle yüzüne bakarak gerçekten oraya oturacağımı düşündüğüne inanamadım. Fakat çatık kaşlarla bana bakan yüzü tam aksini söylüyordu.

Bunu anlamış olacak ki "Pekala, böyle konuşmak istiyorsan konuşalım, söyleyeceklerim daha önce yaşadıklarımızla ilgili." dediğinde ima ettiği şeyi anlamıştım.

Sinirle tekrar bağırdım. "Yaşadıklarımız?" Müzik o kadar yüksekti ki kimse bağırdığımı anlamıyordu. Koru'da müzik yüzünden ve benden birkaç adım uzakta olduğu için yüksek sesle konuşuyordu.

"Elimde bizimle ilgili bir video var, bu videonun ne olduğunu bilmek istiyorsan Perşembe günü saat üçte sana attığım adreste ol."

Kalabalık o an umrumda olmadı. Tam üstüne koşup saldıracağım sırada belimde hissettiğim bir kolla sağ tarafıma döndüm. Cenk'i gördüğümde daha da gerilmiştim.

Tek kaşı havada Tarık Koru'ya bakarken "Bir sorun mu var Simge?" Sanırım onu bana asılan sıradan bir insan zannetmişti.

Koru birkaç adım üstümüze gelerek "Olsa ne olacak?" diyerek Cenk'in belimdeki eline baktığında daha da gerildim. Ona da musallat olsun istemiyordum. Ben kendimi bir şekilde koruyabilirdim fakat o bunu yapamazdı. Cenk'in önüne geçtim ve Koru'yla göz temasını kesmeye çalıştım. Boyu benden birkaç santim uzun olduğu için yukarıdan baktı bana. "Cenk bir sorun yok sakin ol."

Cenk'in bir şeyler öğrenmesinden korkarak bu sefer Koru'ya döndüm. "Şimdi defolup gidersen Perşembe günü geleceğim." Cenk elini çeneme atarak kafamı kendine çevirdi. "Kapıdakileri çağırayım mı? Dışarı atsınlar." Başımı olumsuz anlamda salladım. Eğer öyle bir şey olsaydı ortalık karışabilir ve Cenk yara alabilirdi. Onları tanımıyordu ve benim yüzümden başına bir şey gelsin istemiyordum. Tarık Koru hareketlenerek birkaç adım daha attığında benden sadece birkaç santim uzaklıkta kalmış oldu. İkisinin arasında kafamın üstünden birbirlerine bakıyorlardı.

Tarık Koru'nun yakınlığı midemi bulandırırken Cenk'e de bir şey belli etmemeye çalışıyordum. "Sen kimsin ulan?" İkisi de aşağı yukarı aynı boydayken derin bir nefes aldım ve tamamen koruya dönerek "Seni elime geçirirsem hiç iyi şeyler olmaz, bu yüzden defol buradan." dedim. Parçalamak istiyordum. Adını duymaya bile tahammülüm yokken şimdi yüzyüzeydim ve midem bulanıyordu.

Yaşadıklarımı hatırlıyor ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. "Gelecek şey senden gelsin yeterki başka ne isterim." Boğazımdaki düğümü yutmaya çalıştım ve dişlerimi birbirine bastırdım.

"Defol!"

"Perşembe bekliyorum."

Arkasını döndüğünde çıkana kadar ona baktım. O gidince Cenk kolumdan tutarak "Simge ne oluyor?" dediğinde kolumu sert bir şekilde çektim ve cebimden bir deste katlanmış iki yüzlük çıkartarak bar tezgahına koydum. Tahminen dekor olarak konulmuş tezgahın kenarındaki 100'lük iki viski şişesini aldım ve hızla kapıdan çıkarak sürücü koltuğuna geçtim.

Cenk ne olduğunu anlamamış ve suratıma bakakalmıştı fakat bundan sonra onun iyiliği için bir daha asla buraya gelmemeliydim. Elimdeki viski şişelerini yan koltuğa koydum ve arabamı deniz kenarına doğru sürdüm. Saat gece yarısına geldiği için sabahki kadar Kalabalık olmayan trafikte biraz takılı kaldım. O sırada da bir şişeyi açıp içmeye başladım.

Sahile geldiğimde araçtan indim ve büyük bir kayalığın üstüne oturtarak birini kafama dikip içtiğim içkiyi kendime arkadaş yaptım. Yarım saat boyunca kendime ağlamamak için teselli verirken bir andan hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Yaşadığım şanssızlıkları gözden geçirdim. Doktor'u ölesiye seviyordum fakat onun bana olan ilgisi acımasından kaynaklıydı. Eskileri unutmaya çalışıyordum fakat buna müsaade edilmiyordu. İyi bir arkadaşım vardı fakat artık onunla da görüşemezdim. O kadar üzgündüm ki! Bir insan üzüntüden ölebilir miydi? Ben ölebilirdim şuan.

Continue Reading

You'll Also Like

15K 571 10
Ölüm,ruhun beden denen hapishanesinden zincirlerini kırıp, özgürlüğe kavuşmasıdır ve ölüm geri de bırakılan tüm insanlara her gün acıyı daha da çok y...
1.9M 68.2K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
903K 63.2K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
199K 3.5K 50
Doruk yasaktı, günahtı, hastalıktı. Bir yasağın karşı konulamaz büyüsüne kapılmanın ne demek olduğunu hiçbir zaman anlamayacaklardı.