Dolunayın Altında

De Berceste_sb

1M 68.6K 30.9K

Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne ya... Mais

1. Bölüm
2. bölüm
3. bölüm
4. bölüm
5. bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm -Sezon Finali-
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm |Final Part 1| "Aydınlıkta ve Karanlıkta..."

80. Bölüm

3.8K 369 441
De Berceste_sb

Ben geldimm. Yine çok uzun ve heyecanlı bir bölüm oldu 🤍

800 bin olmuşuz, yavaş yavaş büyümeye devam ediyoruz ama hikayemizde her geçen bölüm biraz daha sona yaklaşıyor. Merak etmeyin, onlara veda ettikten sonra hız kesmeden yeni bir maceraya daha başlayacağız. Bu kitabı sevdiyseniz, yeni fantastik kitabıma bayılacaksınız şimdiden söylemesi :))

Bunun haberini instagramdakiler bilir, burada da söylemiş olayım.

Az çok demeyelim, oy vermeden geçmeyelim 🤍

İyi okumalarr ❤️

Tapınağa dolu gözlerimle bakmaya devam ettim. Her yerim sızlıyordu, kanatlarım tarif edemeyeceğim bir acıyla yanıyordu ama bunu umursamıyordum, tek düşündüğüm şeytanın ettiği yemindi.

Gerçekten bunu yapmıştı!

Tanrım! Kafayı sıyıracağım!

Yiğit yanıma gelip omzumu sıktı. Başını salladı ve bize dik dik bakan nöbetçiyi izledi. "Her şey bu Voldemort kılıklı adamın suçu, bence ona bir ders vermeliyiz."

"Adamın burnuyla dalga geçmen hiç etik değil, köpecik." Diye araya girdi Bulut, sinirle iç çektim.

"Sen etikten ne anlarsın ki velet?"

"Farkında mısınız bilmiyorum ama şu anda kralınız ölmek için geri alınamaz bir yemin etti ve eski kraliçenizin bedeninin bulunduğu tapınağın önünde onu kurtarmak için duruyorsunuz. Yanınızda yeni kraliçeniz mahvolmuş halde ama siz hala birbirinize sataşıyorsunuz. Kusura bakmayın efendim, bunu söylemezsem içimde kalır..." dedi Alina ve gözlerini kapatıp dişlerini sıktı. "Pardon da siz beyninizin yüzde kaçını kullanıyorsunuz?"

Sare kaşlarını çatıp başını bıkmış bir şekilde salladı. Düşünceli gibiydi. "Savaş'ın peşinden gidecek miyiz yoksa burada bunun tartışmasına devam mı edeceğiz?"

Batu ve Berk Sare'ye katıldıklarını belirttiler. Babam yanıma gelip Yiğit'e hırladığında gözlerimi devirip yüzümü bıkkınlıkla ovuşturdum ama bu deneme aptalcaydı çünkü ellerimdeki bütün kanın yüzüme bulaştığını görünce daha çok sinirlenmiştim!

"Neden hiçbir şey istediğim gibi olmuyor..." diye mırıldanıp sinirle tapınağa ilerledim. Diğerlerini arkamda bırakmıştım, büyük ihtimalle nöbetçi sadece benim ve arkadaşlarımın tapınağa girmesine izin verecekti. Askerlerimiz arkada kalmıştı. Savaş zaten tapınağın içinde bizi bekliyordu.

Ona kırılmış bir şekilde baktığımda ilk defa umursamadı. Çok mutluydu yemin ettiği için! Son şansımızı böyle hiçe sayması beni sinir etsede kan yemini geri alınamazdı.

"Senden nefret ediyorum." Dedim öfkeyle, kollarını önünde kavuşturup duvara yaslanmış, sırıtarak beni izleyen eşime. Tişörtü üzerinde yoktu ve çıplak gövdesinden uzanan siyah kanatları tapınağın karanlığından dolayı pek belli olmuyordu.

"Bende seni seviyorum meleğim." Dedi sırıtarak ve diğerlerine kısa bir bakış atıp sır verirmiş gibi öne eğildi, fısıltıyla konuştu. "Ya birlikte, ya da hiç..." deyip önüme gelen saç tutamını yavaşça geriye attı, sonrada sanki ona kızgın değilmişim gibi dudağıma uzun bir öpücük kondurup geri çekildi.

"Burası karanlık olabilir ama ben bir kurdum ve her şeyi çok net gördüğümü belirtmek isterim." Yiğit'in seslenişiyle yerimden sıçradım. Savaş homurdanarak ona döndü.

"Yani?"

"Hiç... söyleyeyim dedim." Dedi Yiğit. "Sadece arkanızdaki büyük ve korkutucu görünen heykeli ne zaman farkedersiniz diye merak etmeye başlıyorum."

"Iyy! Bu ne çirkin bir heykel böyle?! Ayrıca bu kahrolası tapınak temizlenmiyor mu?! Her yerde böcek var!" Sare ağlayacakmış gibi konuştu. Artık herkes içerideydi ama tapınak fazla karanlıktı. Sonuçta eskiden tapılan gece tanrıçasına aitti...

Arkamı dönüp Yiğit'in söylediği ve azda olsa farkedilen, neredeyse iki katım kadar olan Nyx heykeline baktım. Her yeri yıkık döküktü. Mermerden yapılmış heykel oldukça korkutucu görünüyordu.

"Sanırım korkuyorum." Dedi Bulut ve hala görünen çıkışa yaklaştı. "Siz halledersiniz bence, ben gidip burunsuz adamla sohbet edeyim. Eminim canı sıkılıyordur, onada yazık." Deyip koşarak tapınaktan çıktı.

"Korkak velet." Diye homurdandı Yiğit ve elini kaldırıp duvarlardaki meşalelerin aydınlanmasını sağladı. Meşaleler yandığında heykel daha net bir hal aldı. Elinde büyük bir asa tutan kadının heykeli büyük bir kapının önünde duruyordu. Tapınak genişti. Seslerimiz büyük salonda yankılanıyordu.

"Beş kapı var." Diye mırıldandı Alina, etrafta gözlerini gezdirerek. "Ayrılmalıyız."

"Bu kötü bir fikir olabilir, tapınağı bilmiyoruz. Kaybolabiliriz." Dedim önümdeki kapıları inceleyerek. Şeytan yanıma gelip belimden tuttu ve beni yavaşça arkasına çekti. Sanki bir tehlike sezmiş gibi önündeki kapıya bakıyordu.

"Sizde duydunuz mu?" Diye sordu Berk, hızla elini kılıcına atarak. Uzun bir sessizlik oldu. Herkes tetikteydi. Şeytan belindeki kılıcı kılıfından çıkardı ve önünde tuttu.

"Çocuklar! Daha demin inanamayacağınız bir şey oldu! Voldemort kılıklı adamla sohbet etmeye çalışıyordum ama bir anda ortadan kaybold-" Bulut'un içeri girmesiyle yerinde dona kalması bir olmuştu. "O-onun burada ne işi var?"

Herkes hızla Bulut'un baktığı yöne döndü. Nöbetçi heykelin tam önünde, pelerinini çıkarmış şekilde duruyordu. Kırklı yaşlarındaki adamın donuk yeşil gözleri üzerimizde gezindi ve en sonunda beni görünce durdu. Sessizce şeytanın arkasında duran bana baktı.

"Onu nasıl fark edemedim?" Diye azarladı kendini Alina.

Şeytan beni arkasına daha çok çekti. Berk ve Batu temkinli bir şekilde yanımıza yaklaştı. Bizi gelecek tehlikeden korumaya çalışıyorlardı.

"İçeri girmemize izin verdin, şimdi ne istiyorsun?" Diye sordu şeytan sakince. Sakin olsada aklındaki soruları zihnimin içinde duyabiliyordum bağımız sayesinde.

Sare ellerinden mavi bir ışığın yayılmasına izin verdiğinde nöbetçi sadece ona kısa bir bakış atmakla yetindi. Tekrar bana döndü. "Orman ruhu senden memnun değil, çocuk."

Bir süre ne dediğini idrak etmeye çalıştım. Derin bir sessizlik oldu. Bir şey olmasada izimin yanmaya başladığını hissettim. "Madem memnun değil, o zaman bana ve eşime neden yeni güçler verdi?" Diye sordum sakin olmaya çalışarak.

Nöbetçi güldü ve ellerini arkasında birleştirdi. "Sen o güçleri hak ettiğini mi sanıyorsun?"

Şeytanın arkasından çıktım. Bu eşimi huzursuz etsede bana izin verdi. Kendimi koruyabileceğimi biliyordu. "Kim hak ediyormuş? Sen mi?" Alayla güldüm. "Sonuç olarak, şu anda güçler bende. Onları amaçlarım uğruna kullanacağım." Dedim sakince.

"Orman ruhunu kızdırdın, çocuk. Kimi kızdırdığının sen bile farkında değilsin." Dedi nöbetçi.

"Kendimi affettirmek için ne yapmalıyım peki?" Dedim alayla. Sinirlenmeye başlıyordum. "Karşısında diz çöküp yalvarayım mı? Yoksa dünyasını kurtarmaya çalışmaya devam mı edeyim?" Dişlerimi sıktım. Bakışlarımı bileklerimdeki dövmelere kaydı. "Bana ceza verdiler zaten. Kimin bana kızıp kızmadığını umursamayı bıraktım çünkü doğru yolda olduğumu hissediyorum. Bilmiyorum ama hissediyorum. Ateş'ten kurtulmak için her şeyi yapacağım, dirilttiği ölü bedenlerin huzura kavuşmasını sağlayacağım, öldürdüğü veya lanetlediği varlıkların adaletini sağlayacağım."

"Ama sizin için bir şey değişmeyecek değil mi? Ne yapsamda beğenmeyeceksiniz çünkü sizden güçlüyüm, bana ceza verdiniz ama kuralları önceden söylemediniz. Sizce burada kim haksız?" Gözlerimi kıstım. "Ya da kim kurban? Kim kötü? Kim düşman?" Çenemi kaldırdım. "Üzgünüm ama siz kötüye bile ceza veremeyecek kadar acizken davranışlarımı yargılayacak konumda değilsiniz."

"Orman ruhu-" nöbetçinin sözünü kestim.

Sinirle güldüm. "Biliyor musun? Orman ruhunun canı cehenneme. İsterse verdiği güçlerini geri alabilir, benden beni var eden her şeyi alabilir ama ben bu savaşta kaybetmeyeceğim. Nefes aldığım sürece, her şeyimi ortaya koyacağım."

Başımı dikleştirip nöbetçiye üstten bir bakış attım. "İşte şimdi karşında bir çocuk değil, bir kraliçe var ve sen, nöbetçi, biraz daha beni aşağılamaya devam edersen son sözün bunlar olacak."

"Küstah! Onunla böyle konuşmaya cüret edemezsin!" Dedi huysuz nöbetçi ve asasını sertçe yere vurdu. Yer bir kez sallandığında düşmemek için adımlarımı daha sağlam basmak zorunda kaldım.

Şeytan yanıma gelip adama kaşlarını çatarak baktı. Başındaki taç parlıyordu. Benim tacımda ona eşlik ediyordu. "Sesini alçalt. Eşimle böyle konuşamazsın." Dedi, bir kanadını açıp beni arkasına alarak.

Nöbetçi güldü ama bu gülüş kesinlikle eğleniyormuş gibi değildi. Kahkahasının korkutucu bir tınısı vardı. Etrafımıza dağılmış olan arkadaşlarım sessizlerdi. Sarsıntı durduğunda nöbetçi şeytana bakarak sırıttı. "Yirmi üç çok uğursuz bir yaş, öyle değil mi Savaş?" Diye sordu başını yana eğip. Kaşlarım çatıldı. "Orman ruhuna benden selam söyle, umarım yakın zamanda karşılaşırsınız."

"Sus!" Dedim öfkeyle. "Ona bir şey olmayacak."

"Bundan ne kadar eminsin, doğa koruyucusu?" Dedi nöbetçi tiksintiyle. "Eşinin üzerine sinmiş ölüm kokusu uzaktan bile alınıyor. Onun ait olduğu yer ölüler diyarı..."

Gözlerimin rengi değişti, dövmelerim yeşil bir ışıkla parlamaya başladı. Öfkem içime işliyordu, kendimi durduramıyordum. Yerlerden yükselerek tapınağı kaplayan dikenli sarmaşıklar tehlikenin geldiğine işaretti ama umursamıyordum. O nöbetçi sınırını aşmıştı.

"Dolunay! Sakin olmalısın! Hala anlamadın mı? Seni kızdırmak için yapıyor. Seni deniyor!" Yiğit'in sesi çok uzaktan geliyordu.

Öldür onu. Seni aşağıladı. Eşine ölecek dedi. Yaşamayı hak etmiyor.

Ellerimle kulaklarımı kapattım. Bu ne iğrenç bir düşünceydi? Bana ne oluyordu böyle? Ne ara bu kadar tahamülsüz birine dönüşmüştüm?

O hata yaptı. Cezasını çekmeli. Ölmeli.

"Hayır, hayır sus lütfen!" Dedim dizlerimin üzerine düşerek. Neden kimse bana yardım etmiyordu? Benimle zihnimden konuşan bu seste neydi böyle? Susmalıydı.

Bileğimdeki ceza dövmeleri deli gibi yanıyordu.

Bunu ceza dövmeleri yapıyor...

Gözlerim kararıyordu. Daha fazla dayanamazdım.

Yavaşça iç çekip karanlığa teslim oldum. Bunun bir çözüm olmasını dilemekten başka çarem yoktu. Bildiğim tek şey,

Bunu hak etmediğimdi...

🍂

Bu sefer yattığım yerden acıyla değil, öfkeyle kalktım. Derin derin nefes alıyordum, sanki bir kabustan uyanmıştım. Sızlayan kanatlarım siyah mermer bir zemine yaslanmıştı. Gözlerim etrafı bulanık görüyor olsada anladığım tek şey, olduğum yerde hiç kimsenin bulunmamasıydı. Yalnızdım.

Başımı tutup gözlerimi kapattım. "Lena?" Diye seslendim ama bana cevap vermedi. Buraya geldiğimizden beri benimle zihnimden konuşmuyordu.

Gözlerimi tekrar açtığımda görüş açım düzelmişti. Bedenimi kontrol edip daha fazla yara alıp almadığıma baktım ama şükür ki, sorun yoktu. Sadece önceden aldığım yaralar. En azından beni buraya yaralayıp atmamışlardı... aman ne güzel.

"Savaş?" Zihnimden konuşmayı denesemde şeytan cevap vermiyordu. Yavaşça iç çekip ayağa kalktım. Her yerim sızlıyordu! Sadece uyumak istiyordum ama bu imkansızdı. Nerede olduğumu bile bilmiyordum.

Orman ruhuna laf ettin, Dolunay. Seni kesinlikle zindana attılar.

Dudaklarımı büzdüm. İç sesim haklı olabilirdi.

Elbisemin beline bağlı olan kemerden bir hançeri elime aldım. Tedbirli olmakta fayda vardı. Kanatlarımı yavaşça sırtımda katlarken olanları düşündüm. Ceza dövmeleri benimle gerçekten konuşuyordu! Ama bu saçmalık!

Beni kötü biri yapmaya çalışıyor olabilirler miydi? Ama bu daha saçmaydı, ceza çekeceğimi gösteren işaretlerdi bunlar, neden benimle konuşsunlar ki?

"Seninle onlar değil, ben konuştum koruyucu..." olduğum yerde sıçradım ve sesin geldiği yere, arkama döndüm.

Duvara sabitlenmiş yuvarlak bir delikten su akıyordu. Elbette su benimle konuşmuyordu. Konuşan kişi, akan sudan var olan kadın figüriydi. Gerçekten sudan yaratılmış bir kadın karşımdaydı!

Artık şaşırmamalıydım ama bu... çok fantastikti. "Birilerini öldürmeden ya da herkese merhamet ederek bir savaşa giremezsin. Senin kaderin ve yaptıkların bütün yaşayan varlıkları etkileyecek, artık duyguların ve merhametin işe yaramayacak koruyucu..." kadın başını yana eğdi. "Bir savaşı kazanmak istiyorsan önce kaybetmelisin, kaybettiğin savaş sana ders vermeli..."

"Sende mi bana iyiliğim için başka şeyleri feda etmem gerektiğini söyleyeceksin? Öyle olacaksa, kalsın. Bugün yeterince dinledim." Diye homurdanarak arkamı döndüm. Kesin kadın suyun ruhu falan çıkardı ve ben yine saygısızlık etmiş olurdum ve sonuç; küstah bir doğa koruyucusu...

Kendi kendime sinirle gülüp etrafı incelemeye başladım. Buradan nasıl çıkabileceğimi bulmam gerekiyordu. Kadın ne yapıyorsa yapsındı.

Siyah ve antik bir odada yürümek kesinlikle beni sakinleştirmiyordu. Aksine, duvarlarda kazılı saçma sembolleri ve biraz daha uzağımda duran iki platform beni endişelendiriyordu-

Bir dakika... Ne?

Nefesimi tutup biraz uzağımda duran ve nereden geldiğini bilmediğim ışıkla parıldayan iki platforma baktım. Üzerlerinde iki insan bedeni cansız bir şekilde yatıyordu.

Tanrım! Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu.

Buldum. Onları buldum.

"L-lena?" Titreyen bedenim ve dolu gözlerimle onlara hızlı adımlarla yaklaştım. Ağlıyordum. Ben, önceden hiçbir becerisi olmayan, zavallı bir küçük kız olan doğa koruyucusu, her şeyi değiştirmişti.

Bunları ben yapmıştım. Onları ben bulmuş, Ateş'e ben meydan okumuştum. Kimsesiz bir krallığın başına geçmiş, düzgün yönetilmesini ben sağlamıştım. Geçmişimiz olan iki koruyucunun bedenimde hayatta kalmasını sağlamıştım, şimdi ise onları canlandırmak için uğraşıyordum.

O an farkına vardım. Ben ne geçmişte, ne de şimdi, asla aciz değildim. Yaptığım hataların hepsi şimdiye gelmem içindi. Şeytan ise, bunların en başındaydı. O benim kaderimi gerçekleştirmem için vardı. Bir teşvik.

Birileri kaderimi zaten planlanmıştı çünkü platformların arkasında gördüğüm, duvara sabitlenmiş turuncu elmaslar altı taneydi. Hepsinde benim geçmişim ve... geleceğimin sembolleri vardı.

Platformların yanından geçip duvara yaklaştım. Taşların üzerinde kanlı parmaklarımı gezdirdim ve onları inceledim. Onlar... benim yaşamımın her bir parçasını taşıyordu.

Yiğit'le tanıştığım an, ateş ve doğa sembolünün iç içe geçmesiyle birinci elmasta can bulmuştu.

Savaş'la tanışmam, bir melek ve şeytan kanadının, beyaz bir kalpte birleşmesiyle sembolize edilmişti.

Doğa koruyucusu olmam, üçüncü elmasta işaretimin bulunmasıydı.

Ruh koruyucusu ile verdiğim savaş, dördüncü elmasta doğa ve ruh sembolünün birbirleriyle birleşmesiyle oluşmuştu ama bu Yiğit'le olduğu gibi değildi. İki işarette siyahtı. Bu elmas parlamıyordu.

Beşinci elmasta, beyaz ışıklarla parlayan bir geyik ve bir taç vardı. Kraliçe olmam ve Orman ruhunu bulmam.

Altıncı elmas... boştu ama en çokta parlayanda o'ydu. Daha yazılmamıştı. Gelecek...

Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle sildim. "Neden... neden ben?" Diye fısıldadım güçsüzce, ikinci elmasa bakarak. Şeytanla benim elmasıma...

"Herkesin başaracağı ve hayatta yapacağı şeyler farklıdır, Dolunay. Önemli olan yaşamak değil, yaşarken bir şeyleri değiştirebilmektir." Sudan oluşan kadın yanıma geldi ama bunu nasıl yapabildiği umrumda değildi. "On yedi yaşında doğa koruyucusu olduğunu öğrendiğinde herkes yapamayacağına inandı, beceriksizliğini gördüklerinde herkes seni yenmenin kolay olacağını sandı. Ama onlar şu anda burada değil, sadece sen buradasın ve onların köle olup olmayacağını belirleyecek olan sensin. Sen kaderleri ve umutlarısın."

Güldüm. "Ne kadar benciller değil mi? Sana güçlerini öğretmediler ama kullanamadığın için seni yargıladılar." Diye fısıldadı başını eğerek. "Sana bir sır vereyim öyleyse; Ruh koruyucusundan sonsuza dek kurtulmalarını sağlayacak olan kişi sensin. Peki, bunu yapacak mısın? Seni ezdiler, senden nefret ettiler. Seni küçümsediler. Bir hata varsa cezasıda olmalı..."

"Hayır." Dediğimde güldü sudan oluşan kadın ve benden uzaklaştı. "Onların ceza alıp almayacağına karar verecek kişi ben değilim. Kendi kaderimi ben belirlerim ve bu sefer, sizin istediğiniz gibi olmayacak." Dedim ve elimle ilk elmasa bastırdım. Elmas daha fazla parladı. "Öyle değil mi, Nyx?"

Yan tarafımda duran ve karanlık bir silüetten oluşan kadın kahkaha attı. Etrafını saran gölgeleri titreşti. "Seni zeki küçük kız. Nasıl anladın?"

"Benden böyle kötü şeyler isteyecek ancak senin yardımcın olurdu."

Nyx. Ben eskiden tapılan bir varlıkla konuşuyordum. O da Orman ruhu gibiydi ama yaydığı güç yoğun ve kötüydü.

"Doğa koruyucusu sensin demek." Sudan kadın tıslayarak yanımdan ayrıldı ve yerde yükselmeye başlamış olan suya karıştı. Onun yerini efendisi, Nyx aldı. "Siz koruyucular ne zeki şeylersiniz böyle? Orman ruhu sizi iyi yetiştiriyor. Bir ara onunla konuşayım..."

"O beni yetiştirmedi, sadece güçlerimi verdi." Dediğimde kahkaha attı. Korkudan titremeye başlayacaktım neredeyse! Bu nasıl bir kahkahaydı?

"Bencil küçük kız. Kahraman küçük kız." Gölgeleri etrafımda titreşti. Yaklaşıyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Bedenleri gerçekten istiyorsan benimle iyi geçinmeye bak." Diye fısıldadı kulağıma.

Hala duvara dönüktüm. Ona bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum, bakarsam kesinlikle bana saldırırdı. Bunu nereden anladığımı sormayın, çünkü hissediyorum. Bu bilgi beynimde dönüp duruyor başından beri...

"Senin gibi güçlü bir yaratığın bu tapınakta ne işi var?" Diye sordum. Onu, Lena ve Ryan'ı nasıl uyandıracağımı öğrenene kadar oyalamam gerekiyordu.

Ve elbette, bana cevap vermedi. Onun yerine kıkırdadı. Elimin olduğu elmas ısınmaya başlamıştı. Elim yanıyordu! Ama bir türlü elimi çekemiyordum.

"Koruyucular neden var olmuştur, biliyor musun Dolunay?" Acıyan elimle yüzüm buruştu. "Ah, elbette bilmiyorsun çünkü Orman ruhu sizinle konuşmaya tenezzül etmiyor. Acınası." Saçlarımda bir el hissettiğimde nefesimi tuttum. Saçıma dokunuyordu bu kadın! "Dört koruyucu; ateş, hava, su ve doğa. Dünyada Ruh koruyucularını durdurmaları için seçilirler. Çünkü Ruh koruyucuları benim yarattığım koruyucular."

Dona kaldım. O yüzden ceza bekçileri ona ceza veremiyor ve karışamıyorlardı!

"Amacın ne diye sormayacağım çünkü eminim yine altından aptalca bir sebep çıkacak." Bu çenemi kapamalıydım! Bir gün ölümüme neden olacağı çok açıktı...

Güldü. "Gerçekten küstahmışsın, Doğa koruyucusu." Kulağıma eğildi. Gölgeleri tenimi yakıyordu. Sanki canlılardı. "Ve ben küstahlardan hiç hoşlanmam."

Beni kolumdan tuttuğu gibi odanın diğer ucuna fırlattı. Evet, gerçekten bunu yaptı! Duvara sert bir şekilde çarptığımda acıyla inledim. Yaralanmaktan bir türlü kurtulamıyordum! Kanatlarım öyle bir acıyordu ki...

Yavaşça yerimden doğrulmaya çalışsamda başarısız oldum. Ağzımdaki kanı tükürüp başımı kaldırdım. "Beni öldürmek mi istiyorsun?" Dedim kısılmış sesimle.

"Hmm. Evet? Yaşaman için bir sebep yok sonuçta. Ayak bağısın."

"Sensin ayak bağı." Diye tısladım dişlerimin arasından. Sus Dolunay! Bu kadın çağlar öncesinde yaşayan bir varlık! Bizi çiğ çiğ yer!

Peki bu umrumda mıydı? Hayır.

"Beni öldürmen için daha fazlası gerek." Bu özgüven nereden geliyordu bilmiyordum ama içimde bir güç çıkmayı bekliyordu. Sendeleyerek ayağa kalktım.

Birkaç saniye sonra, beyaz ışıklar saçan ufak bir kelebek omzuma kondu. Konmasıyla birlikte şekil değiştirip bir baykuşa dönüştü. Orman. Ruhu. Omzumdaydı.

Ben geçen ona hakaret etmemiş miydim? Kızgın olması gerekmez miydi? "Çok karışık bir varlıksın..." dedim omzumdaki Orman ruhuna bakarak. Dememle birlikte bir ses kulaklarımda çınladı ve vücudumdaki bütün yaralar iyileşti.

Yaralarımı iyileştirmişti! Pekala, o kadarda kötü olmayabilirdi.

"Bak sen... aramıza kimler teşrif etmiş." Nyx bedenlerin önünde durup yüzüme baktı. Karanlıktan başka bir şey göremiyordum. Ne yüzü vardı ne de düzgün bir bedeni. "Akira, bende seni bekliyordum."

"Sen yüzyıllar boyunca beni bekledin, Nyx..." omzumdaki baykuş garip bir dilde konuşuyordu, sanırım eski çağ dili gibi bir şeydi ama nasıl oluyorsa onu anlıyordum. Sesi erkek sesi gibiydi.

"Neden aptal hayvan bedenlerinden çıkıp karşıma geçmiyorsun?" Dedi Nyx. "Yoksa aciz bir varlığa kendini göstermekten mi korkuyorsun?"

Şu an burada ne oluyor? Hiçbir şey anlamıyorum!

"Pekala, siz tartışmanıza devam etsenizde ben bedenleri alıp çıksam?" Dedim kısık sesimle. Yaydıkları güç öyle fazlaydı ki, kalbim sıkışıyordu. Onlar demese bile önlerinde diz çökmek zorundaymış gibi hissediyordum.

Dediğim şeyle iki varlıkta bana hızla döndü. Boğazımı temizledim. "Sadece bir öneriydi..." Patavatsızlık yapmakta üstüme yok öyle değil mi?

"Benim koruyucum aciz değil." Dedi omzumdaki baykuş ve büyük ışık patlamalarıyla benden uzaklaşıp önüme geçti. Bir adamın suretine büründüğünde şaşkınlıktan bayılmamak için kendimi zor tuttum. Bunca zaman konuşabiliyordu ama benimle konuşmamış mıydı yani?! Madem adama dönüşecekti neden hep hayvan olarak kendini göstermişti?

Delireceğim!

Karşımdaki adam öyle parlıyordu ki, gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım. Sadece sarı saçları olduğunu farketmiştim. Yavaş yavaş ışık azaldı ama kesilmedi. Sonunda ise karşımda mavi gözlü, parlak sarı saçlı ve otuzlu yaşlarında bir adam duruyordu. Görünüşünü tarif edebileceğim bir kelime yoktu çünkü o... Dünya ötesi bir varlıktı kesinlikle.

"İşte şimdi oldu." Diyerek güldü Nyx. Ben ise dona kalmıştım. "Merhaba sevgilim..."

"Koruyucuma kötü davranman hoşuma gitmiyor, Nyx." Dedi Orman ruhu. Yani Akira.

"Biz buna kıskançlık diyoruz, öyle değil mi Dolunay?" Dedi Nyx kıkırdayarak. "Yoksa çok misafirperverimdir. Biliyorsun."

"Ya... kıskançlık. Alt tarafı öldürmeye çalıştın beni. Sadece kıskançlık. Aynen." Dedim gözlerimi devirerek.

Ne yani? Orman ruhuyla bu kaçık kadın sevgili miydi? Hayır, şaşırmayacağım. Şaşırmamalıyım.

"Ne sevimli bir koruyucu. Onu çok iyi yetiştirmişsin sevgilim." Dedi Nyx.

"Sevimli mi? Küstaha ne oldu?" Nyx bana öyle bir bakış attı ki, yüzü olmasa bile öfkeden sabrının taştığını hissettim. Bu özgüven bana nereden mi geliyor? Kesinlikle yanımda Orman ruhunun olmasından. Yoksa şimdiye ölmüştüm, Orman ruhuda cesedimi almak için gelmişti.

Orman ruhu güldü. "Siz kadınlar her çağda aynısınız değil mi?"

"Sen karışma!" Nyx'le aynı anda bağırdığımızda Orman ruhu afallayarak bize baktı. "Biz sadece konuşuyorduk. Öyle değil mi Dolunay?"

"Evet Nyx, öyle." O bana adımla sesleniyordu, bende seslenecektim, nolmuş yani dünya üstü bir varlıksa?

"Küstah." Diye tısladı Nyx dişlerinin arasından.

"Koruyucumla düzgün konuş, Nyx. Yoksa bende Ruh koruyucusuna ufak bir ziyaret gerçekleştiririm." Dedi Orman ruhu. Ona bayılmıştım!

Nyx pes etmiş gibi derin bir nefes aldı. "Bedenleri istiyorsa nasıl alacağını kendi bulmalı, ben vermem." Dedi kısaca. Orman ruhu bana dönerek başını salladı.

"Nasıl yapacağını biliyorsun zaten, değil mi?" Duvarda asılı duran elmaslara döndüm. Geçmişime ve geleceğime...

"Evet, biliyorum." Dedim kısık bir sesle. Nyx homurdandı.

"Artık gitmeliyiz sevgilim, bizi yeterince gördü." Dedi ve elini Orman ruhuna uzattı. Orman ruhu duraksayıp bana baktı.

"Bu bir sır. Bizden kimseye bahsetmemelisin." Başımı salladım. Bahsetsemde beni deli sanacakları için sorun yoktu.

Alt tarafı ölen doğa üstü varlıkların cesedini almaya gelen çağ dışı bir varlık ve önceden tapılan eski bir tanrıça sevgiliydi. Ne var bunda canım olamaz mı?

Orman ruhu düşüncelerimi okudu. Bunu gülmesinden anlamıştım. "Her çağda ve boyutta bu böyledir, Dolunay. Tek değişmeyen duygu... sevgi ve aşk. Bunlara kimse müdahale edemez."

"Ama birbirinizle bir savaş içindesiniz. Koruyucular seçip onların savaşmalarını sağlıyorsunuz. Kazanıp kaybediyorsunuz. Bu nasıl bir sevgi olabilir?"

"İki zıt kutup asla kazanamaz, doğa koruyucusu. Her zaman birbirlerine kaybetmek için varlardır. Ya da dengeyi korumak için. Biz olmasak, dengede olmaz." Dedi Nyx, Orman ruhunun koluna girerek.

"Biz birbirimize kaybetmiş iki ruhuz. Ya birlikte, ya da hiç..." dedi Orman ruhu. Bunu bana Şeytanda söylemişti.

Onlar arkalarını dönüp giderlerken öylece arkalarından baktım. Dudaklarımın arasından çıkan tek soru, "Neden?" Oldu. Ama bu da diğer sorularım gibi cevapsız kaldı...

Derin derin nefesler alarak duvara yaslandım ve yere oturdum. Sindirmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Delirmeme ramak kalmıştı. Bu nasıl bir çelişkiydi?

Akan gözyaşlarımı sildim ve yüzümü ovuşturdum. Anlamıyorum. Ben artık hiçbir şeye anlam veremiyorum.

"Delireceğim!" Diyerek hızla ayağa kalktım. Bedenleri alıp hemen gitmem gerekiyordu bu yerden!

Bir yerden su sesi gelmesiyle kaşlarım çatıldı. O yöne döndüğümde yuvarlak çeşmeden su akmaya başladığını gördüm. Su öyle çoktu ki, dakikalar içinde oda dizlerime kadar su dolmuştu.

Bir bu eksikti...

Bunu Nyx yapmıştı! "Seni kahrolası kadın!" Diye bağırdım. Orman ruhunun odadan çıkmasını sağlayıp beni burada ölüme terk edecekti aklınca.

Zekice ama ben asla pes etmem.

İyileşmiş kanatlarımı kullanarak suyun içinden birkaç kanat çırpışıyla çıktım ve duvarda parlayan elmaslara yöneldim. Hepsine aynı anda basmam gerekiyordu. Acele etmezsem bu odada boğulacaktık! Lena, Ryan ve ben...

Platformları geçip kanatlarımı kapattım ve yere indim. Belime kadar su doluydu artık oda. Sakin kalmaya çalışarak iki elimle iki elmasa bastırdım.

Ya kalan dört elmas?

"Şaka mı bu!" Diye inledim sinirle. Elmaslar ayaklarımı kullanmayacağım kadar yüksektelerdi. Kanatlarımla uzanmaya çalıştım. Hepsine aynı anda basmam gerekiyordu...

Kanatlarım zorlukla uzandı elmaslara ama değmeleri yetti. Elmaslar parladı. Canım daha çok yandı. Değdikleri yerleri yakıyorlardı. Dişlerimi sıkıp elmaslara basmaya devam ettim.

Su omuzlarıma gelene kadar hiçbir şey olmadı. Sonrasını ise... hatırlayamıyordum. Oda tamamen su dolmuş ve nefesimi tutmak zorunda kalmıştım.

Nyx gerçektende beni öldürecekti!

Nefes alamıyordum. Suyun içinde hiçbir şey gözükmüyordu. Elmasları bile göremez olmuştum. İşe yaramamışlardı...

Pes etme, pes etme, pes etme...

O kadar çok uykum vardı ki, iç sesimi dinleyemeyecektim. Son kez Orman ruhuna seslenmeyi denedim.

Beni duydu.

Suyun içinde beyaz ışıklar saçan balık bana uzandığında, her şey beyaza bulandı. Gözlerimi açtığımda, beyaz bir odadaydım. Kendimi daha güçlü hissediyordum. Üzerimdeki elbise değişmişti. Yeni beyaz elbisemin etekleri yere uzanıyordu. Kolları uzundu, üzerinde altın işlemeler vardı. Altın sarmaşıklar elbisenin her yerinde dolaşıyordu.

Dövmelerim bile altın rengi olmuştu!

Başımdaki taç daha ağırdı. Onunda değiştiğine emindim. Kanatlarım ise, hala beyazdı ama daha parlaklardı...

Yoksa öldüm mü?! Tanrım! Bu sefer gerçekten ölmüştüm!

Orman ruhuda bedenimi almak için gelmiş olmalıydı! Ben öldüysem şeytanda ölmüştü! Şimdi ne yapacaktım?!

"Hayatımda senin kadar karamsar bir koruyucum daha olmamıştı, Dolunay." Başımı hızla kaldırdım ve beyaz odada yürüyerek bana yaklaşan Orman ruhunu gördüm.

"Ölmedim mi demek oluyor bu?" Dedim dehşetle. "Elmaslara bastım ama işe yaramadı! Nyx odayı suyla doldurunca ben-"

"Sakin ol, iyisin." Dediğinde başımı olumsuzca salladım.

"İyi olup olmamam umrumda değil. Ya Lena ve Ryan? Onları kurtaramadıysam? Ben ölürsem diğerlerine ne olacak? Ateş'i kim durduracak?" Tek nefeste sarf ettiğim sözler Orman ruhunu bile şok etmişti.

"Gerçekten sıra dışı bir kızsın, öyle değil mi?" Dedi ve ellerini arkasında birleştirip yüzümü inceledi. "Seni seçmek yaptığım en büyük doğru... ya da Lena'nın seni seçmesi. Hangisini kabul edersen."

Kaşlarım çatıldı. "Bunları konuşmanın sırası olmadığına eminim. Onları kurtarmalıyım."

Gülerek bana baktı. "Onlarda gayet iyi, Dolunay. Senin sayende."

Anlamaz bir şekilde ona baktım. "Peki neden buradayım?"

"Nyx sana oyun oynamadı ya da ben ona kanmadım. Öfkesinin dinmesi için biraz uzaklaşması gerekiyordu. Gereğinden fazla kıskanç ve hırslıdır. Onu uzaklaştırıp geri dönecektim."

"Boşuna mı panik yaptım yani ben?" Dedim şaşkınca. "Bir an beni ölüme terk ettiğini sandım." Gülümsedi. Ben ise yorgun bir nefes aldım. "Artık gidebilir miyim? Eşimin yanına?"

"Elbette. Gitmekte özgürsün." Dedi ve arkasını döndü. Bir şey hatırlamış gibi duraksadığında konuştu. "Gitmeden önce bana bir soru sormuştun. 'Neden' diye..." gözlerime baktı. "Çünkü sen diğer koruyucular gibi değilsin. Varlıkları kurtarabilecek potansiyel sadece sende var. Özelsin, Dolunay." Dedi ve tekrar önüne döndü. "Nyx'i ne kadar sevsemde, biri onu durdurmalı ve bu ben olmamalıyım. Çünkü ben olursam, dünyayı daha kötü bir felakete sürüklerim... sonuçta ölümü temsil ediyorum."

Başımı yavaşça salladım. "Elimden geleni yapacağım."

"Biliyorum. Bu yüzden buradasın." Gitmeden önce son kez konuştu. "İhtiyacın olduğu zaman yanında olacağım." Dedikten sonra gözden kayboldu ve beni beyaz odada yalnız bıraktı...

🦋

Gözlerimi açtığımda üzerimdeki elbise duruyordu. Kandan ve pislikten temizlenmiştim, ayrıca ıslakta değildim ama yinede ciğerlerim yanıyordu. Tacım değişmiş ve altın rengini almıştı. Yan tarafımda duruyordu. Ona uzanıp başıma geçirdim ve yavaşça yerimden doğruldum.

Yenilenmiş gibi hissediyordum. Sanki uzunca bir uyku çekmiştim...

Kollarımdaki dövmeler gerçektende değişmişti. Artık sadece kollarımda değildi. Altın sarmaşık dövmelerinin sırtımada uzandığını hissediyordum. Belki birazda boynuma.

Yavaşça iç çektim ve ayağa kalktım. Hatırladığım şeyle bakışlarım hızla platformlara kaydı. Lena ve Ryan hala uyuyorlardı. Birkaç adımda yanlarına ulaştım. "Lena?" Dedim ve hiçbir tepki vermeyen kadının solgun bedenini inceledim.

"Dolunay?" yan tarafımdan gelen sesle irkilerek oraya döndüm. Buz mavisi gözler gözlerimin içine odaklanmıştı.

Ryan.

Ağladım. Ama üzüntüden değil, mutluluktan. "Uyandın..." elimin tersiyle gözyaşlarımı silip güldüm. "Yaşıyorsun!"

Başardım, başardım, başardım.

Zihnimin içinde yankılanan tek kelime.

Ryan sanki orada olduğuma inanamıyormuş gibi beni inceledi bir süre. Gözlerini kırpıştırdı. Sonrada ellerini incelemeye başladı. "Ben yaşıyorum..." inanamaz şekilde bana baktı. Beyaz saçları alnına dökülmüştü. Artık Şeytandan büyük değillerdi, aynı yaştalardı. Sadece ben onlardan küçüktüm. Görünüşlerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdi.

"Uyandın, artık bizimlesin..." dedim yorgunca iç çekerken. O sırada ise, Lena uyandı.

Bana yol gösteren kadın tam karşımda duruyordu artık.

Elimi tuttu, büyülenmiş bir şekilde bana baktı. "Sen Orman ruhuyla konuştun, onu gördün..." Pekala, ilk diyeceği sözlerin bu olması beni şok etmişti. "Her şeyi gördüm Dolunay."

"Lena..." Ryan hızla yattığı platformdan kalktı ve Lena'ya sarıldı. Onlara zaman tanımak için yavaşça geri çekildim. "Lena'm, buradasın."

"Buradayım, bir daha ayrılık yok..." dedi ve güldü gözyaşları içinde. "Ya birlikte, ya da hiç."

Ve bu söz, yaşandığı anla birlikte zihnimin bir köşesine hep hatırlanmak üzere kazındı. Arkamı dönüp gözyaşlarımı sildim ve yutkundum. Ben başardım.

"Başardık şeytanım..."

Bu mutluluğumu eşimlede paylaşıp yavaşça duvara yaslandım ve yere çöktüm. Onları izlerken yüzümde bir tebessüm vardı.

"Ya birlikte, ya da hiç." Şeytandan gelen cevapla sırıttım. "Yalnız Orman ruhunun dönüştüğü sahneyi sevdim. Neydi adı? Akira?"

Elbette her şeyi görmüştü ve biliyordu. Yoksa beni aramak ve burayı bulmak için ölene kadar savaşırdı benim şeytanım. Orman ruhu onun ve Lena'nın olanları bilmesine izin vermişti.

"Dövmelerim ve tacım değişti. Ya senin?" Diye sordum gülerek.

"Dövmelerim ve tacım artık altın. Havalı..." dediğinde kıkırdadım.

Gözlerimi kapatıp başımı duvara yasladım. Yüzümde hala bir tebessüm vardı. "Sizce de Nyx çok sinir bozucu bir varlık değil mi?" Diye sorduğumda Lena ve Ryan'ın sesi kesildi. Bana sorarcasına bakıyorlardı.

Ne var yani çağlar öncesinde yaşayan bir tanrıçaya sinir bozucu dediysem? O da bana küstah demişti.

Tam üzerimde duran ama farketmediğim çeşmeden bir anda gelen su üzerimi sırılsıklam etti. Homurdanarak ayağa kalktım.

Cevabımı kesinlikle almıştım. Kapa çeneni Dolunay.

Ryan bu halime güldü. Sonra ise yavaşça iç çekti. "Sana o kadar çok şey borçluyuz ki Dolunay..."

Kaşlarımı çattım. "Bunları isteyerek yaptım. Bana hiçbir şey borçlu değilsiniz."

Ryan başını salladı ama beklemediğim bir şey yaparak önümde eğildi. "Size bundan sonra iki can borcum var kraliçem." Dedi ve başını kaldırdı. "Yaptığınız her şey için, size bağlı kalacağıma yemin ediyorum."

Telaşla yanlarına ilerledim. "Buna gerek yok..."

"Sen bundan daha fazlasını hak ediyorsun Dolunay." Lena'nın yeşil gözleri gözlerime sabitlenmişti. "Yaptığın şeyin büyüklüğünün farkında değilsin. Kimse bu görevi tehlikesini bildiği halde her şeyi hiçe sayarak yapmazdı. Bizi kurtarmazdı."

"Ne kadar teşekkür etsek de az." Ryan Lena'ya yaklaşarak onu belinden tuttu. "Ama yinede, teşekkür ederim. Ona kavuşmamı sağladığın için."

Yavaşça iç çektim. "Sizi dışarıda bekleyen biri daha var. Bence daha fazla bekletmeyelim onu..." Bakışlarımı kaçırıp arkamı döndüm. Bu lanet gözyaşları bir türlü durmuyordu! Sadece kavuşmaları için çabalamıştım. Bana inanmayı öğreten onlardı...

"Kraliçemizin de dediği gibi, umut bizim onu bulmamızı beklemiş. Aslında her zaman bir çıkış yolu vardı, değil mi? Tek yapmamız gereken inanmaktı..." Ryan Lena'yla konuşuyordu. Sırtım hala onlara dönüktü. "Sen umudunu kestin Lena. Başka bir gerçeklikte, yine beraber..."

"Ryan, ben-"

"Bunun için beklememiz gerekecek güzelim. Çünkü Ruh koruyucusundan alacağımız kanlı bir intikamımız var."

Yavaşça arkamı döndüm. Onlara bakarken gülümsüyordum. "O Ruh koruyucusu doğmamış olmayı dileyecek." Dedim sahte bir neşeyle.

Sürekli küçük gördüğün o koruyucu büyüdü, Ateş.

Ve senin sonun olmaya geliyor...

🍁

Tapınaktan çıktığımızda hava kararmıştı. Askerler ateş yakmışlardı. Kamp kuruluydu. Arkadaşlarım ve eşim bir ateşin etrafında toplanmış sohbet ediyorlardı. Bizi ilk gören babam olmuştu. Oturduğu yerden hızla kalkıp yanıma geldi. Gözleriyle beni inceledi. Sanırım hasar kontrolü yapıyordu...

"Ben iyiyim baba." Dedim gülümseyerek ve büyük kurt cüssesine sarıldım. Üşümüş bedenime karşın o sıcaktı. Üstelik hala ıslaktım. Lanet olası tanrıça.

"Savaş..." Lena'nın kısık sesiyle başımı kaldırdım. Şeytan dona kalmış bir şekilde ablasına, yani Lena'ya bakıyordu. Öyle kederli görünüyordu ki... Yine ağlayacaktım!

"Ağlamaktan yoruldum." Diye mırıldandım gözyaşlarımı silip aynı anda gülerek. "O burada sevgilim, başardık."

Şeytanın gözleri ilk bana döndü, sonra ise tekrar Lena'ya. Birkaç saniye sonra hızla ablasına sarılmıştı. "Merhaba minik şeytanım." Dedi Lena titrek sesiyle. "Ama artık minik değilsin, değil mi?"

"Ah, hayır. O artık büyük bir şeytan." Dedi Ryan bir tespit yaparak. Ona güldüm. "Minik demen biraz komik durdu sanki..."

"Ryan!" Batu'dan gelen sesle tüm bakışlar oraya döndü.

"Eski dostum! Seni çok iyi gördüm." Dedi Ryan gülerek ve yanına gidip ona sarıldı. "Nasılsın koca oğlan? Hera nasıl?"

"Bana koca oğlan dediğini duyunca dalga geçecek kadar iyi..." dedi Batu neşeyle.

Ve herkes kaynaşmaya başladı...

"Dolunay..." Eşimin sesini duymamla gülümseyerek oraya döndüm. Bana sıkıca sarıldı. Başını boynuma yaslayıp kokumu içine çekti. Kanatlarını da etrafıma sardığında artık en güvende olduğum yerdeydim. Evimde. Başını geri çekip yüzümü avuçlarının içine aldı ve üşümüş burnuma küçük bir öpücük kondurdu. Öpücüklerinin ardı arkası kesilmedi ve bu beni daha iyi hissettirdi...

"Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim meleğim." Alnını alnıma yasladı ve fısıldadı. "Yanımda olduğun ve yaptığın her şey için..."

Başımı salladım. "Teşekkür etme, şeytan. Sadece beni sev."

Gülümsedi. "Bundan vazgeçmeye hiç niyetim yok." Dudaklarını tekrar dudaklarıma yaslayıp uzun bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde üzerindeki pelerini çıkardı ve omuzlarıma koydu. "Elbise seçimlerin beni benden alıyor melekcik."

"Havanın soğuk olduğunu Orman ruhuna söylemeyi unutmuşum şeytan. Bir dahakine hatırlatırsın." Dedim alayla. Dondum ben burada!

"Elmasları gördüm..." dedi kolunu belime dolarken. Beni kamp alanına, ateşin yanına yaklaştırıyordu. Dalgın bir şekilde ateşi izleyen Yiğit'in yanına geldiğimizde durdu. "O elmaslar çok özeller. Sanırım aynılarından saraya da yaptıracağım."

Sare bunu duyduğunda gözlerini devirdi. "Değişik bir tasarım anlayışınız var."

"Seninki sanki mükemmel, sarışın." Dedi Yiğit eğlenerek. Artık dalgın değildi. Bütün arkadaşlarım, hayır, ailem ateşin etrafına toplanmıştı. Bir gece kamp yapıp gidecektik. Evimize...

"Gerçekten burada olduğunuza hala inanamıyorum..." dedi Bulut heyecanla. "Sizde bir koruyucusunuz, Ateş'i kesinlikle yeneceğiz!"

Derin bir sessizlik oldu. Şeytanla göz göze geldik. "Aslında... o iş öyle değil." Dedi Ryan kısık sesiyle. "Artık koruyucu değiliz."

"Nasıl yani?"

"Yanisi şöyle, velet," dedi Yiğit. "Koruyuculuktan çıkarıldılar. Normal kurtlar olarak hayatlarını sürdürecekler."

"O kadarda kötü değil, sıkılmıştım zaten." Dedi Ryan ama sesi öyle gelmiyordu, daha çok özlüyormuş gibiydi koruyucu olmayı.

"Yinede hepimiz birlikteyiz, değil mi? Önemli olan bu." Dedi Lena yorgun bir şekilde. "Artık bir aileyiz. Bunun önemini öldükten sonra anlamak üzücü..."

"Konuyu kapatmaya ne dersiniz? Sonuç olarak başardık. Amacımıza ulaştık. Artık tek yapmamız gereken Ateş'i öldürmek." Dedi Yiğit derin bir nefes alarak.

"O iş o kadar kolay değil, Ateş koruyucusu." Alina komutanların yanından ayrılıp yanımıza gelmişti. Bir köşeye oturup gözlerini üzerimizde gezdirdi. "Ateş'i öldürdükten sonra her şey bitmeyecek, ona katılan kral ve kraliçeleride öldürmemiz gerekecek. Buna yandaşları olan ruhlar ve diğer varlıklarda dahil." Dedi Alina ve gözlerini kısarak Yiğit'e döndü. "Savaş hakkında hiçbir şey bilmiyorsun değil mi? Sadece insan icadı televizyonlardan öğrendiğin kadarıyla bilgi sahibisin."

"Kusura bakma komutan. Senin kadar fazla savaşa girmedim hayatımda." Dedi Yiğit alayla.

Ağrıyan başımı ovuşturup şeytanın göğsüne yaslandım. Biraz uyumak herkes için iyi olacaktı. "Seni bir yere götürmek istiyorum." Diye fısıldadı Şeytan kulağıma. Başımı kaldırıp yüzüne baktım.

"Nereye?" Diye sorduğumda gülümsedi. Ayağa kalkıp benimde kalkmam için elini uzattı. Bütün bakışları üzerimizde hissediyordum. Bana cevap vermesede elini tutup ayağa kalktım.

"Sabaha geri döneriz. Bizi aramayın." Dedi şeytan arkadaşlarımıza bakarak. Herkes sustuğunda kızardım.

"Öyle denir mi Savaş?!"

"Ne deseydim Dolunay? Kral ve kraliçeniz hiç hoş olmayacak şeyler yapacak bizi aramayın mı?"

Daha fazla kızarmadan ve kimseye bakmadan arkamı dönüp gittim. Bu şeytan asla akıllanmıyordu! "Yanlış taraf melekcik." Şeytan beni belimden yakalayıp sol tarafa döndürdüğünde homurdandım. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Seninde hoşuna gidecek ama..."

"Savaş!" Dedim fısıltıyla ama keskin bir şekilde. Güldü.

"Ne dedim ki şimdi?" Deyip ellerini kaldırdı. "Asıl burada daha fazla durmaya devam edersek delireceğiz." Bana yaklaştı ve ben daha ne olduğunu bile anlamadan bedenimi kucağına alıp gökyüzüne doğru uçmaya başlamıştı.

"Kendim uçabilirim!" Sesimi duyurmak için bağırmam gerekiyordu. Rüzgar çok şiddetliydi.

"Biliyorum ama böylesi daha çok hoşuma gidiyor." Dedi Şeytan kulağıma yaklaşıp. Çok geçmeden Nyx şehrinden çıkıp ormanlık bir alana varmıştık. Yavaşlayıp yere doğru inişe geçtiğinde derin bir nefes aldım. Çok karanlıktı ama gökyüzünde bulunan dolunay her yeri aydınlatıyordu. Onun ışığı yeterdi.

Ormanlık alanın tam içine indiğimizde eşim beni yavaşça yere bıraktı. Gözlerimi etrafta gezdirdim ve onu gördüm, ayın ışığını yansıtan parlak bir göl...

Savaş arkamdan belime sarılıp boynuma küçük bir öpücük kondurdu. "Her şeyin başladığı bir yerde olmasını istedim." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Neyin?"

Sırıtsada cevap vermedi ve üzerindeki tişörtü çıkardı. "Hava çok soğuk, Savaş. Saçmalama istersen." Dediğimde omuz silkti ve göle ilerlemeye başladı.

"Ne şanslıyız ki su sıcak. Hatta gereğinden fazla sıcak..." deyip göle cidden girdi. Su beline kadar geldiğinde durdu ve bana baktı. Sırıtarak elini uzattı.

"Orada duracak mısın yoksa gelecek misin?" Diye sordu.

İlk tanıştığımızda olduğu gibi... elini tuttum. Ne dediğini kesinlikle unutmamıştı.

Üzerimdeki pelerinden kurtulmuştum. Soğuk bedenimi esiri altına aldığında irkildim. Kanatlarımı beyaz elbisenin etrafına dolayıp suya girdim.

Su gerçektende sıcaktı!

"Burayı nasıl buldun?" Diye sordum eşimin gözlerine bakmak için başımı kaldırırken. Derin bir nefes aldı.

"Sarayımıza dönünce ne yapmak istiyorsun?" Diye sordu, sorduğum soruyu geçiştirerek. Kaşlarım çatıldı. Ellerimi omuzlarına yaslayıp yüzünü inceledim. O da ellerini belime doladığında başını alnıma yaslamıştı.

"Lena ve Ryan için bir balo düzenlemek istiyorum. Herkes, birazda olsa eğlenmeyi hak ediyor. Çok şey yaşadık."

Gülümsedi. "Çok güzel bir fikir... gidince hazırlıklara başlarız." Dedi ve derin bir nefes aldı. "Başka?"

Kaşlarım daha fazla çatıldı. "Bunu neden soruyorsun?" Omuz silkti. Gözlerimi devirdim. Anlaşılan cevap alamayacaktım. "Doğum gününün baloya denk gelmesini sağlayacağım sevgilim. Ayrıca yirmi üç yaşına bir kişi daha uğursuz derse ne yapar ne eder o doğum gününde seni yirmi dört yaşında yapmanın yollarını ararım." Güldüğünde gözlerimi kıstım. "Ben ciddiyim."

"Elbette ciddisin meleğim, sen nasıl istersen." Dedi dudaklarını büzerek. Bu şeytan iyice hanımcı olmuştu...

"Orman ruhu senin yanından ayrıldıktan sonra yanıma geldi." Kısa bir sessizliğin ardından konuşmaya başladığında sorarcasına ona baktım. "Bana iyi olduğunu söyledi, yakında yanıma geleceğini."

"Bu çok tuhaf..." Dediğimde gözlerini kapattı.

"Ona bir teşekkür borçluyum, sana bir şey olmasına izin vermediği için." Burnu burnuma yaslandığında iç çektim. "Onu gördüğümde şaşırdım, bana beklemediğim bir şey verdi."

Başımı geri çekip yüzünü inceledim. "Ne oluyor Savaş?" Dedim endişeyle. "Sana vereceği ne olabilir ki?"

Şeytan sessizleşti ve gülümsedi. Ellerini belimden uzaklaştırıp hançerleri koyduğu çok gözlü kemerine götürdü. Ceplerin birinde altın rengi şeklinde parlayan yüzükleri gördüğümde şaşkınlıkla ona bakakalmıştım. "Yanımda bir anda beliren baykuş bana bunları verdi. Sana buraya gelmeden önce verecektim, yüzüğün hazırdı ama sen öyle stresliydin ki, doğru anı yakalayamadım."

"Savaş..."

"Yoldayken kendi yaptırdığım yüzükleri kaybettim, bana saldıran yaratık yüzünden. Orman ruhu bunu anlamış, onları geri getirdi ama biraz değişmiş şekilde. Kesinlikle bu kadar parlamıyorlardı..." Derin bir nefes aldı ve üzerinde kırmızı bir taş bulunan yüzüğü bana uzattı. Onun yüzüğüyle aynıydı, ikisininde kırmızı taşları parlıyordu.

"Bir şeyin eksik olduğunu biliyorum ve onlarda bunlar." Dedi ve eğilip dudağıma küçük bir öpücük kondurdu. "İzin verir misin?"

Başımı sallayıp elimi uzattım. Yüzüğü yüzük parmağıma geçirdiğinde o da kendi yüzüğünü bana uzattı. Yüzüğü elinden alıp parmağına taktım. "Bu yüzüğü ölünceye kadar taşıyacağıma yemin ederim." Şeytanın son sözleriyle derin bir nefes aldım.

"Bu yüzüğü sonsuza dek taşıyacağıma yemin ederim." Dediğimde eşimin kaşları çatıldı ama tepki vermedi.

"Farklı olmayı seviyorsun, öyle değil mi?" Diye sorduğunda kıkırdadım.

"Her zaman." Dedim ve bekleme yapmadan dudaklarına uzun bir öpücük kondurdum.

Bunların bütün hepsi,

Bir lütuf gibiydi...

...........

Artık diyecek sözlerim tükeniyor. O kadar güzelsiniz ki...

Bu güzel bölüm adına oy verelim olur mu? 🥺 oylar çok az, sona yaklaştığımız ne kadarda belli...

Yorum yapmayı ihmal etmeyin lütfenn.

Nyx ve Akira'yı nasıl buldunuz? Şok oldunuz değil mi?

Ya Lena ve Ryan'ın geri dönmesi?

Artık gerçek savaşları başlıyor...

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınnn.

Oy ve yorum sınırı (cidden) 300. Daha ne kadar azaltabilirim bilmiyorum.

Hepinizi çok seviyorum, sonra görüşmek üzere 😘

Devam edecek...

Continue lendo

Você também vai gostar

10.1K 477 18
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...
36.9K 867 23
"Oyun oynamayacaksak ne yapacağız?" "Ben seni sikeceğim o kadar. İstediğin bir sex türü varmı kedicik?"
64K 2.4K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."
189K 8K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...