KAÇIK

By delimiyazar

3.8K 166 19

Göğsüm sert bir şekilde duvara yaslanınca ağzımdan bir inilti çıktı. Kollarım arkada, yüzüm ve bedenimin ön k... More

TANITIM
0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
2.0
2.1
2.2
2.3

1.9

56 5 2
By delimiyazar

Dizlerimin üstünde sürünerek kafesten çıkmaya çalışırken doktor arkamdan beni izliyordu. Elimle önüme düşen ıslak saçımı geriye atmaya çalıştım. Uzun süre su işkencesi görmüştüm. Ne olduğunu bilmediğim bir iğne daha yemiştim. İğneden sonra yavaş yavaş hareketlerim kısıtlanmıştı. Kendimi hareket ettirmekte zorlanıyordum fakat bilincim tamamen açıktı. Maruz kaldığım su yüzünden bir yandan öksürüyor bir yandan da kafesten çıkmaya çalışıyordum. Emekleyerek çıktığımda çıkış kapısının yanındaki adamlar üstüme gelmek için hareketlendi.

"Gerek yok!"

Doktor'un direktifiyle oldukları yerde duran iki adam tekrar eski yerlerine döndü. Bense derin nefesler alarak kaplumbağa kadar yavaşlıkta hareket ediyordum. Kolumu kıpırdatacak halim yoktu fakat can havliyle bir şeyler deniyordum işte. Doktor yavaşça arkamdan geliyordu. Bu halimden zevk alıyor olmalıydı. Yüzünü göremiyordum fakat bana yaptığı şeyler hoşuna gidiyor ve alayla gülümsüyor olmalıydı.

En sonunda dermanım kalmadı ve olduğum yerde durdum. Soluklanmaya başladım. Gözlerimin önüne bir çift postal bot geldiğinde başımı yine aynı yavaşlıkta kaldırdım ve tepemden bana bakan doktora baktım. Yüzü tahmin ettiğim gibi değildi. Hiç zevk alıyor gibi bir hali yoktu. Sinirli yüz hatları ve yorgun bir hali vardı.

Çöktü ve yüzüme yakından baktı. "Çok zorlama ancak bu kadar hareket edebilirsin. Zorluk çıkarmasaydın buna gerek kalmayacaktı... Her neyse senin için hazırlattığım sandalyeye oturmadan önce son kez bir şeyler izlemek ister misin?"

Sorduğu soruyla neyi kastettiğini anlamadım. Arkasında duran adamlardan biri elindeki henüz yeni farkettiğim laptopu Doktor'a uzattı. Doktor aynı şekilde yüzüme bakmaya devam ederken elini arkaya uzatıp aldı ve "Siz çıkabilirsiniz." dedi.

Adamlar aldıkları emirle kapıdan çıkarken doktor tekrar ayağa kalktı ve işkence aletlerinin olduğu masanın üstüne koydu elindekini. Ekranı kaldırdı ve bir şeyler yaptıktan sonra görebileceğim şekilde bana çevirdi. Olduğum yerle masa arasındaki en fazla üç adımlık mesafe yakından görmeme olanak sağlıyordu.

Masanın yanında bulunan sandalyeyi tek eliyle sürükleyerek yanıma koydu ve oturdu. Daha sonra başını bana çevirerek "Bakalım Tarık Koru'nun şifreli kasalara koyacak kadar önemsediği görüntü neymiş?" dedi.

Dizlerim ve ellerimin üstünde durmaya devam ederken bende başımı ona çevirdim. Kendimi çok aciz hissediyordum. Vücudum suyun vermiş olduğu soğukla titrerken üşüyordum. Duyularımda değişen bir şey yoktu fakat ne yaptıysa sadece hareket etmekte çok zorlanıyordum. İzleyeceğim şey umrumda değildi. Sırf tokamla aynı kasada bulundu diye benimle ilgili olduğunu düşündüğü videoyu açmak için mausea tıkladı. Başını ekrana çevirdiğinde ben de aynısını yaptım.

Videonun üstüne tıkladıktan sonra ekrana gelen kamera kaydı tanıdık bir evi gösteriyordu.

"18.02.2015 00.45... öldürüldüğü gece."

Kaşlarını çattı. Bu tarih sol üst köşede yazıyordu. Bana daha önceki sorduğu tarihti bu. Benim için ne anlam ifade ettiğini sormuştu. Kafamı hızla ekrana çevirdim ve yutkundum.

O an o evin kimin evi olduğu videonun tarihi itibariyle hatırladım. Yerimde kıpırdanarak düşündüğüm şey olmaması için içimden yalvarıyordum. Fakat biliyordum ki tam da düşündüğüm şeydi. Derin bir nefes almaya çalıştım ve geniş bir açıdan evin salonunu çeken kameranın kadrajına giren kendime baktım. Her şey rahatlıkla görünüyordu. 17 yaşındaki ve üstünde beyaz çiçekleri olan turkuaz elbisemle merdivenlerden koşarak iniyordum.

Derince aldığım nefeslerin arasında fısıldadım. "Hayır!" Kaydın sonrasında asla unutamadığım şeyler yaşadığımı bilerek bu sefer yüksek sesle bağırdım. "Hayır doktor!"

Doktor'un bana dönen başını hissettiğimde ekrana çivilenen gözlerim dışarı çıkacak kadar büyümüştü. Güçlükle hareket ederek masaya doğru sürünmeye çalıştım. Ancak çok yavaş hareket ediyordum. Vücudum beni taşımıyordu. Doktor müdahale etmeden kaydı izliyordu. Tekrar bağırdım. "Kapat şunu!"

Devamında arkamdan koşan Tarık Koru beni kolumdan yakaladı ve hızla kendine çevirdi. Kolumu kurtarmaya çalışıyordum. Yaşadığım anları izlerken o an Koru'nun üstündeki alkolle karışık parfüm kokusu burnuma geldi. Sarhoş olduğu açıkça belli olan hareketlerle bana bir şey anlatmaya çalışıyordu. Onu dinlemiyor ve önü komple açık gömleğinin altındaki vücudunu ellerimle iteliyordum. Ancak elimin birini zorla alarak göğsünün üstüne koyuyor ve bağırıyordu.

"Seni ne kadar sevdiğimi fark edemiyor musun? Senden beni sevmeni istiyorum çok bir şey değil! Aramızdaki yaş farkının farkındayım ama sevmek için fazla değil. Lütfen bana bir şans ver!"

"İstemiyorum, bırak beni!"

Duyduğum şeyleri bugünkü gibi hatırlıyordum. Masayla aramdaki mesafe gözüme kilometrelerce uzaklıkta gibi geliyordu. "Doktor kapat şunu!" Kafamı çevirip ona baktığımda kaşları çatık bir şekilde dikkatle izlediğini gördüm. Dirseklerini dizlerine koymuş çenesini de birbirine geçirdiği parmaklarına yaslamıştı. Tekrar ekrana baktım.

Tarık Koru en sonunda beni ikna edemeyince kolumdan çekerek salonun ortasına götürdü. O an gözümdeki yaşlar kendini bırakınca kırık çıkan sesimle "Doktor lütfen kapat!" diye bağırdım.

Hareket edemediğim için olduğum yerde yüz üstü serildim. Dirseklerim direnircesine beton zeminin üstündeki beni taşıyordu. Gözlerim ekrandayken ağlamaya başlamıştım. Aynı zamanda ekrandaki 17 yaşındaki ben de şu anki benle birlikte ağlıyordu ve "Canım yanıyor bırak!" diye bağırıyordu. Çırpınıyordu fakat cüssesi kendinin neredeyse iki katı olan adamı durduramıyordu.

Koru dinlemiyor ve kolumdan savurarak beni koltuğa fırlatıyordu. Sert bir şekilde koltuğun üstüne düşüyordum. Çığlık atarak kaçmaya çalışıyordum fakat belimden yakalayarak beni kendine çekip üstüme çıkıyordu. Bedenim altında küçücük kalırken korkudan deli gibi bağırıyordum.

Ağlayarak tırnaklarımı beton zemine geçirmeye çalışırken doktora bağırdım yine. "Nolur kapat yalvarıyorum."

Videonun sesiyle karışan ağlama sesimle birlikte Koru tekrar bağırdı "Sakin olursan canın yanmayacak!" Alkollü nefesinin yüzüme vuruşunu hatırladım. "Yalvarıyorum izleme!" Kahroluyordum. Ölmek istiyordum. Deli gibi ağlıyordum videoyu kapatması için. Utanıyor ve ona dönüp bakmak bile istemiyordum.

En sonunda Koru bileklerimi bir eliyle tutarak başımın üstünden kolaylıkla koltuğa bastırıyordu. Üstümdeki ağır bedeninin altında çıpınırken boşta kalan eliyle kalçama dokunuyor ve eli aşağıya doğru kaydığında bacağımı kavrıyor ve ayırıyordu. Elini bileklerimden çekti ve parmakları boğazımı sardı. Maalesef bu hareketi yapmaktaki amacı öldürmek değildi. Çünkü tek eliyle tutuyordu boğazımı. İşaret parmağı çenemdeyken açıkta kalan boynuma eğilerek birkaç defa öptü. Ellerimle kalın bileğinden tuttum ve boğazımdan çekmesi için ittirmeye başladım. Savunmasızdım. Kendini bacaklarımın arasına yerleştirirken eli tekrar eteğimin altından kalçama kayıyordu. Hala çığlık atarak ağlarken "Bırak, istemiyorum! Bırak dedim!" diyordum. Devamında eli pantolonun düğmesine gidiyordu.

Ekrandan, yaşadığım şeyleri izlerken hıçkırarak "Nolur daha fazla devam etme!" dedim ve daha fazla bakmamak için başımı ellerimin üstüne koydum. Yerde yüz üstü serilmiş ağlarken ellerimi başımın altında birleştirmiştim. Laptoptan gelen çığlıklarım durduğunda ağlamaya devam ediyordum.

O gece uğradığım tecavüzün sonrasında yaşadığım, saatlerce süren kanamalarım olmuştu. Beni fazla zorladığı için gelen kasıklarımdaki ağrı uzun süre durmamıştı. Bacaklarımın arasında tekrar hissettiğim o acıyla birlikte daha büyük bir utanç esir aldı vücudumu. Keşke kimsenin bilmediği ve olmadığı bir yerde olsaydım. Hatta keşke şuan yok olabilseydim. Hıçkırıklarım ortamda yankılanıyor ve başım koyduğum yerden kalkmıyordu. Kendimden tiksiniyor, utanıyor ve ölmek istiyordum.

Yakınımda hissettiğim varlığı beni artık sakinleştirmeye yetmiyor hatta artık yüzünü bile görmek istemiyordum.

"Ben.. özür dilerim..."

Şaşkınlık içerisindeki sesini duydum. O anları dünkü gibi hatırlıyor ve yaşadığım her saniyeyi aklımda tutuyordum. Yüzüme yayılan sıcaklık akabinde tüm vücudumu esir aldı. Titremeye başladım. Fakat bu titreme soğuktan değildi. Vücudum kasıldı. Nefesim sanki beni boğuyordu. Olduğum yerde şiddetle titrerken bilincimi kaybetmeye başlamıştım. Doktor beni sırtüstü çevirerek "Simge." diye seslendi. İlk kez ismimle hitap ediyordu. O sırada dışarıda aniden patlayan silah sesleri duydum. Kulaklarımda o gün attığım çığlıklar ve şuan ki silah sesleriyle birlikte kalbimin inanılmaz derecede ağrıdığını hissettim.

Bazı yaraların verdiği fiziksel acı aynı olsa da yaşattığı his farklı olabiliyordu. Benim için bu his ölümden beterdi. Ölmek belki de kurtuluştu. Çünkü ölünce beynim artık düşünmeyi ve bana acı çektirmeyi bırakacaktı fakat yaşadığım sürece hep bunu hatırlayacaktım. Unutmak için denemediğim yol yoktu. En son kökten çözmek için ölümü denemiş onda da başarısız olmuştum. Babamı daha fazla üzmemek için de ondan da vazgeçmiştim.

Fakat insan büyük konuşmamalıydı. Artık mutlu olamayacağıma inanmaya başlamış ve günlerce kendi kendime bunu sayıklamıştım. Daha sonrasında gördüğümde elimi ayağıma dolaştıran, karnımda kelebek uçuşturan, her an aklımdan çıkmayan birisiyle tanışmıştım. Doktor... Gerçek mutluluk o zamandan sonra benim için o olmuştu. Çünkü mutlu olmak için bir nedenim vardı artık. İnsan hayatı hep böyleydi. Bir nedenimiz yoksa asla mutlu olamıyorduk fakat üzülmek için hiçbirimiz bir nedene ihtiyaç duymuyorduk. Tam da bu yüzden beynim sanki benden habersiz mutluluk için bir neden bulmuştu. Kalbimde bu yönde hareket ediyordu. Şimdi ise bu neden de elimden alınmıştı ve ben tekrar mutsuzluğa gömülmüştüm.

Gözlerimi yavaşça araladım ve nerede olduğuma baktım. Bir odadaydım. Sırtım acıyordu. Kolumda serum vardı. Aklıma doluşan anılarla gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Nerde olduğumu bilmez halde ve böyle çaresiz bir şekilde. Doğruldum ve bacaklarımı kendime çekerek kollarımı dizlerime koyup başımı gömdüm. Bulunduğum durum artık önemli değildi de yaşadığım şeyleri tekrar eskisi gibi saniyesi saniyesine hissetmek mahvediyordu.

Hıçkırarak ağlamaya başladım. Ben bu kadar güçsüz değildim. Fakat güçlü kalmayı da beceremiyordum ve güçlü kalmak istemiyordum. Simge, sen bu değilsin kendini topla! Yaşamak saçma ve anlamsız geliyordu. Sesli şekilde ağlamaya başladığımda kapı açıldı.

Kafamı kaldırıp kim olduğuna bakmadım bile. Aynı şekilde ağlamaya devam ettim. Kapıda göreceğim yüzü merak bile etmiyordum. Ersay mı? Doktor mu? Ya da tamamen yabancı bir insan mı? Umrumda değildi. Tek istediğim insan yüzü görmemekti.

"Simge, kızım!"

Babamın sesini duyunca aniden başımı kaldırıp kapıya baktım. Onu gördüğümde ağlamam daha da arttı. En son görmek istediğim kişi belki de şuanda oydu. Çünkü çok utanıyordum. O utanmaz, arsız tarafım onu görünce kendini imha etmişti resmen.

Bana doğru hızlı adımlarla geldi ve hemen ayaklarımın ucuna oturarak ellerini kollarıma koydu. Yüzü gözü ağlamaktan yaş içinde kalmış bana baktı. Kollarımı çektim. Laptoptaki görüntüleri izlemiş olabileceği aklıma geldi ve ağlamam daha da şiddetlendi.

Yüzünü görmek bana iyi gelmiyordu. Kızına ne olduğunu öğrenmiş olabilirdi ve canımı daha çok yakıyordu bu durum. Ben kollarımı çekince bana kocaman sarıldı. Zaten heybetli bir adamdı. Babama utancımdan sarılıp özlem bile gideremiyordum. Kim bilir izledikten sonra neler düşünmüştü. Bana kızmış mıydı? Üzülmüş müydü? Belki de annesiz, büyütmek için o kadar çaba sarfettiği kızını o durumda görmek onu kahretmişti. Ölmek istiyordum.

Bana sarıldıktan sonra "Buradayım, artık kimse sana zarar veremez kızım." diyerek beni sakinleştirebileceğini düşünüyor fakat yanılıyordu. Bu beni daha da kahrediyordu. Ben ağlamaya devam edip hareketleri ve sözlerine tepkisiz kalınca sarılmayı bıraktı ve saçımı okşamaya başladı. Yüzüme baktı.

"Sana kim ne yaptıysa daha fazlasını ödeteceğim onlara. O Ersay ve oğlu kızıma yaptıklarının cezasını çekecek! Sen merak etme!"

Başımı olumsuz anlamda salladım. Görüntüleri izlememiş miydi? Beni oradan nasıl kurtarmıştı? "Onlar bana bir şey yapmadı. Onların bir suçu yok. "

İki yıldır değişmemiş olan yüzündeki kasları gerildi. "O da ne demek, seni bu hale kim getirdi?" Ağlamaya devam ederken elimin tersiyle gözyaşımı sildim.

"Baba... Tarık Koru yaşıyor!"

Babam kaşlarını çattı aniden. Anlamadığını belli eden yüz şekliyle bana baktı.

"Ne demek yaşıyor, bu sırtındaki yaraları o mu yaptı? O zaman sen neden Ersay'ın evindeydin?"

Babamın art arda sıraladığı sorularla kafamı olumsuzca salladım. Tarık Koru'nun beni uyuşturucu bağımlısı ve ufak tefek işkenceler yaptığını biliyordu daha fazlasını değil. Onun ölümüne babam da şahit olmuştu. O yüzden böyle anlamsızca, sorular soruyordu.

"Tarık Koru'yu kanlı canlı gördüm."

Tıkana tıkana söylediğim şeylerle birlikte babam yüzümü ellerinin arasına aldı. "Sen merak etme, bu sefer onu kendi ellerimle geberteceğim." 

Başımı olumsuzca salladım. O geberecek olsa bile benim hayatım düzene girmeyecekti. Eğer Koru ölürse atlatırım zannetmiştim. Fakat şuan Koru gözlerimin önünde parçalara ayrılsa bile unutmam imkansız hale gelmişti. Bu nerede olursa olsun bir şekilde önüme çıkacak ve benim psikolojimin düzelmesine müsaade etmeyecekti. Unutmayacaktım. Kendimden nefret etmeme neden olan bu olayın izini silememiş ve silemeyecek olmam benim mutlu olmamı engelliyordu. Öncesinde bir şekilde geçiştirerek sanki hiç yaşanmamış gibi olabilir diye düşünmüştüm fakat önüme çıktığı için artık bununda mümkün olamayacağının farkına varmıştım. 

"İstemiyorum, sadece beni rahat bırak olur mu?" Ağlayarak babamdan bulunduğum rica onu hoşnut etmemişti. "Sen güçlü bir kızsın ve ben seni böyle görmek için büyütmedim!" 

Özür dilerim baba! Bu katil kızın, yaptığı şeylerin cezasını belkide bu şekilde çekiyor. Öldürdüğüm kişilerin her birinin insanlara büyük kötülükleri dokunduğu için hak ettikelerini düşünüyordum. Demek ki bende bunu yaşayacak kadar kötü şeyler yapmıştım. Şu yaşıma kadar inanmadığım kader gün gelip beni de içine çekmişti. Bunu her ne kadar kabullenmek istemesem de ağlarını benim için örmüştü. Bir kadının yaşayacağı en ağır şeyi yaşamış ve geçmişinden kurtulamamanın verdiği umutsuzlukla aşağılanmanın en kötüsünü yaşıyordum.

"Yalnız kalmak istiyorum." 

Babamın yüzüne bakamıyordum. Başımı pencereden giren gün ışığına çevirdim. Gözlerimdeki yaşlar akarken elimin tersiyle sertçe yüzümü sildim. Maalesef sildiğim yaşların yerini yenileri dolduruyordu. Babam bir süre bana baktıktan sonra yavaşça kalktı ve çıktı. o gittikten sonra Kapıya baktım.

Özür dilerim baba!

Ne kadar ağladığımı hatırlamıyorum, başım ağrımaya başlayınca uyuyup kalmıştım. Sırtım acıyor fakat bu kadar büyük acı bile yüreğimin acısını bastıramıyordu.  Koru'un Rüyalarıma giren yüzünden bahsetmiyordum bile. Günlerimi yatakta ağlayarak geçirirken babam sık sık yanıma geliyor fakat yüzüne bakmaya cesaretim olmadığı için tek kelime etmiyordum. Anlayışla karşılıyor saçımı okşuyor ya da elimi tutarak beni ne kadar sevdiğinden bahsederek çıkıyordu tekrar. Babamla birlikte, ben İtalyadayken iyi anlaştığımız, orada kaldığım bir yıl boyunca her günü birlikte geçirdiğimiz sağ kolum diye bahsettiği Matteo da gelmişti. Onun da burada olmasıyla anlıyordum ki babam uzun bir süre buralarda olacaktı. Matteo, çok nadir de olsa arada bir uğruyordu. Tabiki onun da pek konuşmuyordum. Bunak mı? Bunak artık eskisi gibi benimle uğraşmıyor etrafımda dolaşan hizmetçi kadınlara benimle alakalı işlerde bir şeyler buyuruyordu. Yemeğimi yediğimden emin olmak için başımda bekliyor ve ağzını bile açmadan refakat ediyordu.

Diğerleri gibi o da yaşadığım bu iğrenç olayı bilmiyordu. Sadece Koru ve ben biliyorduk. Bir de izlediği görüntülerden sonra doktor biliyordu. Bunu cesaret edip o zamanlar psikoloğuma bile anlatamamıştım. Bir şekilde öğrenilir diye yine o zamanlar hastaneye gitmemiş hatta babamın ayağıma getirdiği doktorun bile muayene etmesine karşı çıkmıştım. Saf salak bir kız çocuğu olduğum için yüzüme bakanın bu durumu anlayacağını düşünerek kendimi daha da asosyalleştirmiştim. Bunak'ın ise şuanda ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. Doktor'un beni kandırması, kendine aşık etmesi ve düşmanım çıkması nedeniyle bu durumda olduğumu düşünüyordu. Yani ben öyle düşündüğünü düşünüyordum. Haksız da değildi. Sevdiğim adam düşmanım çıkmıştı ve beni aylarca kandırmıştı. Bu yataktan çıkmadığım bir hafta boyunca hepsini düşünmüştüm. Onun bu yaptığı da beni ayrıca yıkmıştı. Zaten karşılık beklemediğim bu sevgiyi o görüntüleri izlediği andan itibaren içime gömmüştüm. Aramızda bir şey olma ihtimalinin bile olamayacağını Ersay'ın oğlu olduğunu öğrendiğimde kesinleştirmiştim zaten. Doktor'a kızgın mıydım? Evet! Peki hala onu seviyor muydum? Evet! Maalesef körü körüne birilerine bağlanan insanların aptal olduklarını düşünürken kendim de aptal olmuştum Doktor sayesinde.

Bir haftayı daha bu şekilde geçirdiğimde fiziksel olarak düzelmeye başlasam da mental olarak hiçbir iyileşme göstermiyordum. Antidepresan kullanıyordum. Yüksek miligramlık kullandığım bu ilaç bazen bir şey yokmuş gibi mutlu ve sürekli gülen biri haline getirmişti beni. Tabiki arada alıyordum. Kendimi daha mutsuz hissettiğim zamanlarda.

Yine aynı şekilde düşüncelere daldığım günlerden birinde Bunak odama girdi. Başım pencereye dönüktü.Hemen yatağımın yanında durdu ve bir şey uzattı. Başımı yavaşça çevirerek önce uzattığı şeye sonra yüzüne baktım. Telefonumdu bu!

"Baban görmesin, iletişim araçlarının hiçbirini kullanmanı istemiyor."

Omuz silktim. "O zaman çek şunu gözümün önünden!" Başımı tekrar pencereden dışarıyı izlemek için çevirdim. Telefonu komodinin üstüne koyarken "İki haftadır bu odadasın, dışarı çıkalım mı? Bahçede yürürüz biraz. Merak etme baban ve İtalyan çocuk yoklar." dediğinde tekrar başımı ona çevirdim. Birkaç saniye yüzüne baktım. Gerçekten bu iş için istekli görünüyordu. Anlaşılan bana anlatmak istediği şeyler vardı. Çok da meraklı olmayan tarafımla hareketlendim. Zaten sırtım da sonunda iyileşmiş sadece derin yaralar kalmıştı. Birkaç yerim ara ara yine acısa da eski acısı yoktu. Bunun dışında iz kalmasın diye de krem kullanıyordum.

Yavaşça yataktan kalktım ve üstüme üşümemek için kalın bir hırka geçirdikten sonra Bunak koluma girdi. "Sen neden gitmedin?"

"Onlarla iş yapmak seninle yapmak kadar zevkli değil. Baban biraz kızdı fakat sen bu haldeyken bir yere gitmem."

Kapıdan çıkarken ciddiyetle onu dinliyordum. Daha sonra "Benimle ilgili bir şey dedi mi?" diye sordum. Neler olup bittiğiyle ilgilenmiyordum sadece babamın bir şeyler bilip bilmediğini öğrenmeye çalışıyordum. "Ondan bir şeyler gizlediğinden şüpheleniyor." Verdiği cevapla birden yüzüne baktım. Uzunca bir koridorda merdivenin başına gelmiştik. "Ne gizleyebilirim ki? Zaten sen ona her şeyi anlatmışsındır." Bunak'ın ağzından laf alamaya çalışıyordum. Neyseki ne yapmaya çalıştığımı anlamamıştı ve "Gerekli her şeyi anlattım." dedi.

Bir süre sessizlikten sonra yürüyüş yaptığımız geniş bahçede düşünceli şekilde çimleri izlemeyi bırakarak yüzüme baktı. Soğuk iyi gelmişti. Ağzındaki kelimeleri yutarak kafasını etraftaki evlere çevirdiğinde koluma girdiği kolunu dürttüm. 

"Hadi söyle."

Sakince ve ciddiyetle söylediğim sözlerle derin bir iç çekti. Bu hareketinden konunun doktordan açılacağını anlamıştım. "Baban... Zamanında Ersayla bir anlaşma yapmış. İtalya'ya gitmeden önce. Anlaşmaya göre Ersay, baban oradayken seni rahat bırakacak baban ise Ersay'ın hükümetle olan işlerinde arabulucu olacakmış." Babamın böyle bir şey yapmasına şaşkınlıkla "Ne?" diye tepki verirken nedenine de anlam veremiyordum. Kızına mı güvenmiyordu? Ersay'ın hükümetle ne gibi bir anlaşmazlığı vardı? Babam beni korumak için neden böyle bir şey yapmıştı?

Tepkime başıyla onay vererek "Dahası var. Sen Ersay'ı rahat bırakmayınca Doktor ortaya çıkıyor ve gerisini biliyorsun. Ayrıca babanın başta Ersay'ın planından yani doktordan haberi yokmuş. Biz Esra denen kadın yüzünden saklanırken Doktorun kim olduğunu öğrendik. Aslında o zaman sana söyleyecektim fakat baban söylememem konusunda uyardı beni. Ters bir şey yapmanı istemedi." Duyduklarıma kahkaha attım. Şu zamana kadar etrafımdaki herkes tarafından kandırılıyordum demek. Bunak yüzüme şaşkınlıkla bakarken kolumu çektim ve yavaş yavaş yüzümdeki gülümsemeyi söndürerek "Beni hep birlikte kandırdığınız yetmiyor bir de bunu hikaye anlatır gibi anlatıyorsun." dedim. Sesim sert çıkmıştı. Sinirle Bunak'ı göğsünden ittirdim. "Başka var mı söyle? Bilmediğim, salak gibi inanıp kandığım başka bir şey var mı?"

Bunak bir adım geri giderken yüzünde pişmanlık adına bir şey yoktu. Zaten pişman olması umrumda değildi de insan en azından yediği içtiği ayrı gitmeyen, her gün birlikte olduğu kişiye karşı bu şekilde yol çizdiği için biraz kötü hissederdi. Babama zaten söyleyecek çok şey vardı da konuşmak anlamsızdı. Hep kendi bildiğini yapardı. Kızına güvenmeyip emin olmak için Ersayla anlaşma yapıyor üstüne kandırıyordu. Ona da iki çift lafım vardı.

"Simge biliyorum kızdın ama lütfen bu söylediklerim aramızda kalsın." 

Kaşlarımı çatarak bağırdım ve arkamı dönerek eve girmek için hareketlendim. "Şaka mı yapıyorsun?" Beni omuzlarımdan tutarak yüzüne bakmam için çevirdi ve sakin sesiyle "Bunları bilmeye hakkın olduğu için söylüyorum." Kollarını ittirerek bir şey söylemeden sinirle ve hızlı adımlarla eve girdim ve odama çıktım. Sağa ve sola hızla gidip gelirken Sinirle üstümdekileri çıkarmaya başladım. Dolabı açarak Bunak'ın bana aldığı kıyafetlerden üstüme geçirdim. Siyah dar kot ve Üstüne de hava soğuk olduğu için siyah sweati giydikten sonra askıdan yine siyah deri ceketimi çekip giydim. En sevdiğim rengi bile biliyor fakat neye tepki gösterip sinirleneceğimi bilmiyordu! 

Hızla merdivenlerden indim ve dış kapıdan giren Bunak'ın önünü keserek ceketinin iç cebine elimi attım. Öfkeli olduğum için hareketlerim de sertti. "Ne yapıyorsun?" Cüzdanını aldım ve açarak içinden bir miktar para aldım. "Borcum olsun!" Cüzdanı sinirle eline verdim. Daha sonra hızla kapıyı açtım. Tam çıkacakken kapıdaki korumalar önüme geçerek durdurdu. Arkamdan "Bırakın geçsin." diyen Bunak'ın sesiyle bana yol verdiler.  Daha sonra yola çıkarak ilk bulduğum taksiye atladım. Gideceğim yer belliydi ve Bunak da bunu bildiğinden engellememişti. Peşimden adam taktığını taksinin arka camından bakarak gördüğümde göz devirdim. Taksiciye adresi verdim. Uzun süren sessizlik ve uzayıp giden yolla birlikte sinirden, geçen süre boyunca içimden bir şeyler saydırmıştım. 

En sonunda taksi Cenk'in mekanının önünde durunca hızla içeriye girdim. Açılışa iki saat vardı. Barmen çocuk beni tanıyarak "Hoşgeldiniz." dediğinde başımla selamını aldım. Bir bar sandalyesine otururken "Cenk nerede?" diye sordum. Tezgahı silerken "Bu gece gelmeyecek, işi varmış." dediğinde burun kıvırarak "Sevgilisiyledir." dedim. Şuan onunla sohbet etmek iyi gelecek tek şeydi.

Barmen başını olumsuzca sallayarak "Yok, bildiğim kadarıyla ondan ayrıldı. Bir kaç hafta oluyor." Bende en son buraya geleli dört haftaya yakın olmuştu zaten. Daha sonra kaşlarımı çattım.

"Sen işini yapmak yerine böyle şeyleri mi takip ediyorsun, bununla ilgili de sağda solda konuşuyorsun..?"

Barmen çocuk bir an duraksadıktan sonra utanarak başını önüne eğdiğinde bar tezgahına bir kolumu koydum ve "Üstelik neden ayrıldıklarını söylemiyor ve bana içki vermiyorsun." dediğimde başını kaldırdı ve yüzüme baktı. Gülümsedim. Şaşkınlıkla bana bakan ve benden en fazla bir iki yaş küçük olduğunu düşündüğüm Barmen çocuğa "Hadi, içkim nerede?" dediğimde hemen tezgahın altına girdi ve bir şeyler aramaya başladı. Bana ne vereceğini merak ederek "Neden ayrılmış beyimiz kızdan?" diye sordum.

Unutmayın ki en iyi arkadaş kendisi, hakkında her boku söyleyip başkasına söyletmeyen üstüne bir de yaptıklarıyla ilgili arkadaşının ağzına sıçarcasına dalga geçendir.

"Bilmiyorum Simge hanım. Sadece ayrıldıklarını biliyorum."

Tezgahın altından çıkarak elindeki viski şişesini tezgaha bıraktı ve bir kadeh çıkardı. "Sen ne kadardır burada çalışıyorsun?" Yaka kartındaki isme baktım. Furkan.

"Üç yıl oldu Simge hanım."

Başımı salladım ve aklımdaki düşünceleri dağıtmak adına viskimi yudumlarken barmen çocukla konuşmaya başladım.

"Furkanlar çok şerefsiz oluyormuş doğru mu bu, Furkan?"

Bir an yüzüme baktıktan sonra dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı. "Bilmem daha önce hiç Furkan adında biriyle tanışmadım." dediğinde küçük bir kahkaha attım. Dalga geçiyordu.

"Ben tanıştım, öyle yavşak birine benzemiyor dedim." Kendisini kast ettiğimi anlayarak gülümsedi ve "Teşekkür ederim." dedi.

Viskim bittiğinde başka şeyler içmeye başladım. Yaşadıklarımı unutmaya çalışarak ve hafızamın en derin köşelerine gitmesini dileyerek içtim. Yıllarca unutamadığım şeyi iki haftada tabiki unutamıyordum. Maalesef unutulmuyordu. İçerken bile aklıma geliyor ve ağlıyordum. Furkan bu halimi garipsiyor fakat bir şey söylemeye çekiniyordu. Ne kadar acı ki alışıyordum. Fakat alıştığım kabul ettiğim anlama gelmiyordu. Böyle bir şeyi kabul etmek ben dahil birçok kadına hakaret olurdu. Kadehlerim bittikçe Furkan dolduruyordu. En sonunda önüme on tane shot dizdiğinde saat gece yarısına geliyordu. İşaret parmağımı ona yönelttim. Mekan tıka basa dolmuş müziğin sesi oldukça yüksekti. Millet deli gibi eğleniyordu.

"Bundan sonra Cenk değil sen bana içki hazırlayacaksın. Beğendim seni çocuk."

Gülümseyerek "Olur Simge hanım." dediğinde shotları tek tek içtim. En sonuncu shota geldiğimde elimin üstüne döktüğüm tuzu yaladım ve içmeden önce "Vodka çıkar bana." dedim. Başımı sallayarak başka bir şişe çıkardığında son shotı da attım. Sarhoş değildim. Vücudum fazlasıyla dirençliydi. Artık bazı zamanlar sabaha kadar su gibi içtiğim için direnç sağlamıştı.

Elime aldığım vodka bardağını kaldırarak insanların arasına girdim. Ağlayarak deli gibi dans etmeye başladım. Hiçbir şey düşünmüyor, kimseyi umursamıyordum. O an aklımda sadece alkol vardı. Bunun bir sığınma yöntemi olduğunu biliyordum. Fakat bulduğum tek işe yarar yöntem olduğunu da biliyordum. Evet hiçbir çözüm sunmuyor fakat kafamı dağıtarak aklıma gelmesini engelliyordu.

Bir süre daha dans ettikten sonra bileğimde bir el hissettiğimde o yöne baktım. Matteo!

"Simge, gitmeliyiz artık hadi yeter bu kadar."

Elimi hızla çektim. "Sen gidebilirsin ben gelmiyorum dedim!" Bunak çenesini tutamamıştı yine.

"Seni almadan gidemem, baban seni istiyor."

Arada bir bozulan fakat gayet iyi olan aksanıyla söylediği sözlere aldırış etmedim. "Daha çok bekler!" Bir yandan dans ediyor bir yandan içiyor bir yandan da Matteo'ya laf yetiştirmeye çalışıyordum. En sonunda kolumdan tutarak beni çıkışa sürükledi.

Olay çıkarmamak için sesimi yükseltmedim. Mekanın dışına çıktık. Elimi çekerek yüzüne baktım. "Beni kendi halime bırakın!"

Uzun boyu yüzünden başımı kaldırmıştım. Üstündeki takım karizmatik bir duruş katıyordu. Onun dışında klasik bir İtalyan erkeğiydi. Esmerdi ve siyah saç, kahverengi gözlere sahipti.

"Ben bana denileni yapıyorum hadi!"

Söylediklerine aldırış etmeden tekrar girmeye çalıştığımda kolumdan tuttu ve sürükleyerek beni hemen önümüzdeki araca tıktı. Kapıyı hızla kapattı ve oturduğum arka koltuğa, yanıma oturdu. Şoför koltuğunda oturan adam arabayı sürmeye başlayınca bağırdım. "Durdur aracı!"

Umursamadan sürmeye devam eden adama saldırmaya çalışınca Matteo kollarımı tuttu. "Rahat dur!"

Bu sefer ona saldırdım. Kollarımı tutarak beni arka koltuğun ucuna ittirdi. "İstediğin kadar bağır, çağır eve gidiyoruz!"

En sonunda böyle olmayacağını düşünerek iyice köşeye çekildim ve sinirle "Sikime kadar yolun var!" dedim. Ettiğim küfüre gülecek gibi olsa da kendimi tuttu. Bense sinirli halimle yolu izlemeye başladım.

En sonunda araç evin önüne geldiğinde aklıma gelen ufak çaplı bir kaçış planıyla kapıların kilidi açılır açılmaz araçtan çıktım ve koşmaya başladım. Matteo niyetimi anlamış olacak ki ben kaçamadan yakaladı ve kolumdan çekerek sürükledi. Aslında saldırıp onunla dövüşebilirdim fakat o da karşılık vereceği için zaman kaybı olurdu. En sonunda arkadan bacağına tekme attığımda sinirle arkasından sürüklediği bana baktı ve hızla dönerek belimden tutup kaldırdı. Kendimi onun omzunda bulduğumda bağırmaya başladım.

"Bırak lan beni!"

Umursamadan un çuvalı gibi beni taşırken kapının önündeki adamlar bizi içeriye aldı. Evin içine girdiğimizde sarkan dağınık saçlarımın arasından tekrar bağırdım. "Beni bırakmazsan babama İtalya'da yediğimiz haltları anlatırım lan!" Tehdidimi görmezden gelerek "Sus!" dediğinde beni koltuğa doğru fırlattı. Savrulan saçlarımla koltuğu bulan popom, acımıştı. Sinirle etrafıma baktığımda nutkum tutuldu. Önce hayal gördüğümü zannettim.

Babam, Bunak... daha da ilginci vardı!

Ersay ve Doktor bana bakıyordu!

Birkaç saniye şaşkınlıkla etrafımda ne olup bittiğini anlamaya çalıştım. Daha sonra sinirimin şiddeti arttı ve koltuktan kalkarak yanımda duran Matteo'nun belindeki silahı kaptım. Yan yana ayakta duran Ersay ve oğluna yönelttim.

"Ne işi var bunların burda!"

Matteo belinden aldığım silaha davrandı fakat geri çekildim. Ersay ifadesizce yüzüme bakıyordu. Doktor? O ise yüzüme bakmamak için gözlerini etrafta oyalıyordu. Gördüklerinden sonra benden tiksinmiş olmalıydı. Zaten nefret ediyordu!

"Simge indir o silahı!"

Babamın direktife kulak asmadım. "Neden? Sen düşmanlarımızla bir kere daha anlaşma masasına otur diye mi?" Yaptığım imayı anlamamış bile olsa ben Bunak'ın dediklerine ithafen konuşmuştum.

"Ne saçmalıyorsun, indir silahı sadece konuşacağız!"

Silah hala elindeylen sıkı sıkıya tutuyordum. Biraz daha geri çekildim ve herkesi göreceğim açıdan doğrultmaya devam ettim. "Ne konuşacaksın? Bana işkence edip bir kafese hayvan gibi tıkan insanlarla ne konuşacaksın?"

Ersay'a doğru yaklaşarak tam önünde durdum. Silahımın ucu göğsüne nişan alıyordu. Aramızda üç adım vardı. Doktor yokmuş gibi davranıyordum. Yüzüne bakmıyordum bile. Babam tekrar sesini yükselterek "Biliyorum, onları ben çağırdım buraya!" dediğinde yüzüne bakıp 'ciddi misin?' demek için başımı çevirdim. O sırada elimdeki silah hızla alındığında tam önümde, Ersay ve benim aramda duran Doktor'a baktım. Babasını koruyacaktı tabi!

Elim boşta kalınca üstüne saldırmak için harekete geçtim. Beni hızla çevirerek kollarımı arkama kıvırdı ve bileklerimden tutarken konuştu. "Buraya konuşmak için geldik. Lütfen zorluk çıkarma." Bir eliyle bileklerimden tutarken diğeriyle Matteo'ya silahını uzattı. Sakince söylediği şeylerden sonra serbest bıraktı.Babam sinirli ve onaylamaz bakışlarıyla yüzüme bakıyordu.

Yanlış yapan sanki benmişim gibi davranışları beni çileden çıkarırken sanırım bir zamanlar birbirlerinin ebedi düşmanı olduklarını unutuyorlardı.

Bileklerim serbest kalınca önümü ona dönerek tekrar saldırdım. Bu sefer yumruk yerine bacağımı sonuna kadar kaldırdım ve tekme denedim fakat o da işe yaramadı. Eliyle ayak bileğimden tutarak çekti ve düşmemem için kolumdan tuttu, dengemi sağladığımda ise ittirdi. Bu hareketi beni daha fazla sinirlendirdi. Zarar görmem çok da umrundaymış gibi!

Benimle oynamasına daha fazla sinirledim ve bana usanmış bakışlarıyla bakan babama döndüm. Bir şey söylemesini ve onları kovmasını bekliyordum fakat gördüğüm yüz ifadesiyle tekrar doktora döndüm. Yumruğumu kaldırdım. Bu sefer müdahale etmedi. Yüzüne doğru vuracaktım ki "Özür dilerim." dedi. Havada kalan yumruğumla gözlerine baktım. Gözlerinde pişmanlık vardı.

Vurmamak için direnen elimi yanıma indirdim. Bu şekilde ona nasıl vurabilirdim ki? Sinirle babama döndüm. "Şaka mı yapıyorsun!" Doktorun bu hareketleri saygısızlıktı ve babam bir şey demiyordu. Biraz daha böyle devam ederse bunun benim sabrım için hazırlanmış bir tür test ya da simülasyon olduğunu falan düşünecektim. Babam çatık kaşlarla koltuğa otururken "Sanırım artık oturabiliriz." dedi ve eliyle koltukları gösterdi misafirlerine. Ersay yavaşça otururken doktor bana bakıyordu.

İnanmayan gözlerimle olup biteni izlerken Bunak'a baktım. Sinirle bağırdım. "Bana mı tuhaf geliyor bu durum bir tek! Sence normal mi bu?"

Bunak sakin bir şekilde "Simge otur ve babanı dinle lütfen." dediğinde ortada bir anormallik olduğu belliydi. Sinirle bu ruh hastalarının olduğu ortamda tekli koltulardan birine attım kendimi. Kollarımı önümde birleştirdim.

Benden sonra doktor da oturunca Bunak ve Matteo da yerini buldu.

Babam söze "Buradaki herkes birbirinden çok hoşlandığı için bir arada değil." diyerek girdiğinde 'hıh' diye bir ses çıkararak başımı sabırla yana çevirdim. Babam sabır dilercesine nefes aldıktan sonra devam etti. "Hepimiz benim ve Ersay'ın kellesi için toplanmış bir grup mafya çetesi yüzünden buradayız." Bana bakarak anlatıyordu. Sanırım bu durumdan tek haberi olmayan bendim. Her zamanki gibi!

Duyduğum sözlerle hızla babama baktım. "Ne?" Bu da ne demek oluyordu? Kelle? Ersay? Babam?

Babam sabırla anlatmaya devam ederek yüzüme bakmaya devam etti. "Barkan, sana yaptıklarının cezasını ödedi. Bu yüzden bu konuyu kapatalım." Kaşlarımı çattım. Daha ne duyacaktım acaba? "Buna kim karar veriyor?" Bana soran olmuş muydu? Kendi kendilerine bir şeylere karar verip onu uygulamak bu tarifeye de dahil miydi?

"Hepinizin bildiği üzere cemiyet kurallarında dişe diş kana kan diye bir şey var. Anlaşma sağlamak için bunu uyguladık ve ben bunu oldukça mantıklı buluyorum."

Babamın sözleri beni biraz düşündürdü. Cemiyet dedikleri topluluk babam ve Ersay gibi güçlü adamların bulunduğu en son hatırladığım kadarıyla 13 kişilik bir gruptu. Bu cemiyettin kuralları vardı ve bu kurallar cemiyetin içi ve dışındaki olayları kapsıyordu. Mesela cemiyet içindeki iki kişi anlaşmazlığa düştüğünde bu kararlar uygulanıyordu. Ya da cemiyetteki herhangi bir üye dışarıdan biriyle anlaşmazlık yaşadığında diğer üyeler onun yanında oluyordu. Bildiğim kadarıyla babam ve Ersay eskiden arkadaştı ve bu cemiyette tanışmışladı. İyi iki arkadaş olmuşlar fakat sonrasında ne olduysa düşman olmuşlardı. Bunun üzerine babam cemiyetten çıkarılmıştı. Babam uzun zaman önce anlatmıştı bunları bana. Kurdukları bu gurup düzeni sağlamak için yaptıkları bir şeydi. Onlara göre öyle olsa da ben pek önemsemiyordum. Saçma geliyordu.

Şimdi bunlardan yola çıkarak kana kan dedikleri bu saçma sapan çağlar öncesi uygulamayı uygulamışlarsa doktor da benim gibi fiziksel acıya maruz kaldı demekti. Bana attığı kırbaçların cezasını çekmişti. Başımı hızla ona çevirdim. Babamı dinliyordu. Ben ona bakınca o da bana baktı. Gözlerimi kaçırdım. Önemsememeye çalışsam da ona ne yaptıklarını merak ediyordum. Ayrıca Ersay, oğluna yapılan bu şeylere nasıl ses çıkarmamıştı? Doktor neden kabul etmişti? Sırf bu yüzden mi kabul etmişlerdi.

Bunların hepsini geçtim babamın ve Ersay'ın kellesini kim ve ne sebeple istiyordu? Ersay en sonunda sessizliğini bozarak "Oğlum sorun olamayacağını söylediği için benim için de sorun teşkil etmiyor. Biz gelelim asıl meseleye. Hükümetin el altından yürüttüğü bu operasyon bize yönelik büyük bir tehdit fakat birlikte hareket edersek bunu engelleyebileceğimizi düşünüyorum. Sen de böyle düşündüğün için memnunum fakat çocuklarımız huysuzluk yaparak bunu engellerse biliyorsun ki amacımızı gerçekleştiremeyiz." dedi ve yavaşça başını çevirip bana baktı. Gözlerimi devirdim. Dişlerimin arasından Ersay'ın gözlerinin içine baktım.

"Anladık, huysuzluk yapmayacağım."

Söz konusu babam olduğu için, değil Ersay, Tarık Koru'yla bile anlaşmaya razıydım. Benim için bu hayatta değerli olan tek insanı da kaybetmek isteyeceğim en son şey bile değildi. Babama baktım. Bunak'a sessizce bir şeyler söylüyordu. Onu kaybetmeye dayanamazdım. Onun için kendimi bile öldürürdüm.

Continue Reading

You'll Also Like

69.6K 1.2K 17
İnkikam ve acıyla başlayan bir aşk öyküsüne hoş geldiniz (18 İçeriklidir) "Benden ne istiyorsun "dediğimde sert sesiyle konuştu "Seni istiyoru...
1.8M 65.6K 58
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
696K 9.7K 23
Babası tarafından geneleve satılmak istenen bir kızın ve onu kurtaran adamın Tutkulu Aşkı...
1.4K 231 56
Yıkık bir şehirde harabe bir kalp taşıyorsam nedeni sensin küçük bey.