KAÇIK

By delimiyazar

3.8K 166 19

Göğsüm sert bir şekilde duvara yaslanınca ağzımdan bir inilti çıktı. Kollarım arkada, yüzüm ve bedenimin ön k... More

TANITIM
0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3

1.7

52 5 2
By delimiyazar

İnsanlar çok acımasız olabiliyordu. Bende acımasızdım belki birilerine göre. Kendime göre nasılım peki? Bu sorunun birçok cevabı vardı. Bu cevaplar arasından en uygununu bulmak da zordu. Mesela hayvanlara karşı benden beklenmeyecek derecede inanılmaz vicdan sahibiydim. Ne kadar sevmesem de çocuklara karşı da böyleydi. Kendime karşı vicdansız olabiliyordum zaman zaman. Bunak'a ve babama karşı da bazı zamanlar bunun dışına çıksamda vicdansız olmadım.

Ya Doktor?

İşte bu konu çok farklıydı. Bence ona karşı vicdansız olmamıştım. Ona göre ne kadar kaba ve umursamaz olsam bile asla vicdansızca davranmamıştım. Ben onu sevmiştim sadece. Başlarda farkına varamamıştım, benden nefret etmişti ve hala ediyordu fakat yine de sevmiştim. Sevdiğin birine karşı nasıl vicdansız olabilirsin ki? Peki o bana karşı? İşte o bana karşı vicdansızca davranıyordu. Tam da beni üzecek derecede iğrenç kelimeler sarf ederken hala onu seviyordum. Bu onun umrunda değildi.

'Öleceksin merak etme ama bu kadar kolay değil.'

Duyduğum cümlenin ağırlığını ölçecek bir terazi yoktu. Bu yüzden somut olarak ne kadar vicdansızca konuştuğunu bilmiyordu. Bu kadar kibar ve düşünceli bir adam neden böyle bir şey söylemişti? Benden bu kadar nefret etmesinin, içimize kadar girerek muhbirlik yapmasının ve bu kelimeleri kullanmasının sebebi neydi? Sebep sadece babası olamazdı.

Şuan içinde bulunduğum acının verdiği hassasiyetten olduğunu düşündüğüm bu kırılganlığın normalde söylenmiş olsa dokunmayacağını umuyordum. Neler duymuştum, bu onların yanında bir hiçti. Fakat doktorun sarfettiği bu cümlenin bana bu kadar dokunması Tarık Koru yüzünden zaten kırılan kalbimden dolayı mı yoksa Doktor'a olan zaafımdan dolayı mı bilmiyordum. Ben bu kadar acı çekerken söylemesi belki de bu kadar üzmüştü. Bunun yanısıra hem ölmemi isteyip hem de ölürken acı çekmemi isteyecek kadar ne yapmıştım ona?

"Umrumda değil, yeterki öleyim."

Gözlerimde duran son damlaları sildim. Hiç kimse için gözyaşı dökmek istemiyordum. Bağırmadan söylediğim sözler belki de şuana kadar söylediğim en samimi sözlerdi. Gerçek, yalansız. Doğrulttuğu işaret parmağını indirdi. Kaşları çatık ve umduğunu bulamamış bir hali vardı. Sanırım canım için ona yalvarmamı falan beklemişti. Yani diğerlerinden hiçbir farkı yoktu. Belkide bizleyken beni etkilemek için farklı bir yol denemiş ve bu yol tutmuştu.

"Evet görebiliyorum, umrunda değil! Acı çektirmek, insan öldürmek ve yaptığın şeylerin sonucunun ne kadar kötü olduğu umrunda değil!"

O beni izlerken yavaşça ayağa kalktım ve tam karşısında durdum. "Yaşadığı her saniye bir başkasına zarar veren insanlar için çok düşünceli davranıyorsun..."Devamını getirecekken sustum. Gözlerini kıstı ve devamını getirmemi isteyerek "Ya da..." dedi.

Sinirlerim yeterince bozulmuştu ve derin bir acı içerisindeydim. Fakat bana bu şekilde davranmasına izin vermek ölmekten daha kötü görünmüştü. Hem neden bu şekilde davrandığını öğrenmek istiyordum. Benden nefret eden çok insan vardı fakat hiçbiri karşımda duran adam kadar değerli olmadığı için önemsememiştim. Sevmenin nasıl bir şey olduğunu yeni yeni anlıyordum belkide. Kendi derdini bir kenara bırakarak onu ön plana koymak, sürekli onu düşünmek, sevmek böyle bir şey miydi? Karşımdaki adam sevdiğim adamdı ve ölüyor olsam bile onun benden nefret etmesi katlanılamaz bir şeydi. Daha önceleri böyle bir şey olacağını söyleselerdi güler hatta dalga geçerdim. Bencilce davranırdım o zamanlar. Şuankinin tersine, ölüyor bile olsam umrumda olmazdı. Sevgi, bencilliği de söküp atıyormuş demek ki. İnsanların aşkları uğruna yaptığı her şeyi şuan az çok anlayabiliyordum. Belkide daha fazlasını ileride anlayacaktım. Belkide anlayamadan acı içinde ölecektim. Hatta belkide ikinci seçeneği hak ediyordum.

"...ya da kuyruk acın var!"

O an gözleri sinirle açılarak dişlerini sıktı. Sabrı tükeniyor ve kini git gide alevleniyordu. Üstüme gelerek bir eliyle saçımdan diğer eliyle boğazımdan tuttu. Elleri canımı yakmıyordu çünkü güç uygulamıyordu. Buna rağmen iki elimle boğazımı tutan eline sarıldım.

"İnsanların yaşadığı şeyler hiç umrunda değil varsa yoksa kendin. Senin gibi bencil birine acımı anlatıp dalga geçtirmeyeceğim. Ki sen acı çekmeyi bile hak etmiyorsun."

"Hümanist bir insanın, birini öldürmek isteyeceği kadar kötü bir şey yapmışım demek ki! Ne mutlu bana o zaman!"

Söylediklerimden sonra ellerini sıkılaştırdı ve canım yanınca inledim. Saçlarımı çekince başım geriye doğru yattı. Birkaç santim uzaklıktaki gözleri yüzüme nefret dolu bakıyordu. Boğazımdaki eli sıkılaşınca derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim fakat alamıyordum. Kısa nefesler alıp veriyordum. O söylemek istemedikçe ben üstüne gidiyordum. Bilmediğim bir nedenden dolayı o da acı çekiyordu anlayabiliyordum fakat bencilce davranmak istemiyordum o beni buna sürüklüyordu.

"Barkan..!"

Gözlerim çelik parmaklıklı kapıdan giren Ersay'a kaydı. Geldiğini anlamamıştım bile. Daha sonra beni gözleriyle öldürmek isteyen doktora baktım tekrar. Nefret dolu bakışları bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu. "...sakin ol. Zamanı değil. Dışarıda daha büyük tehlike var!" Doktor babasının sözlerinden sonra birkaç saniye öylece kaldı. Daha sonra beni ittirerek serbest bıraktı.

"Ölümü bile seninle kirletmek istemem çünkü ona da layık değilsin!"

İşte bu gerçekten acıtmıştı. Neden beni sevmeyen birini seviyordum ki? Bana eziyet etmesine neden izin veriyordum? Tarık Koru'nun veya doktorun hatta hayatımdaki herhangi bir erkeğin beni üzmesine neden izin veriyordum? Elbette feminazi değildim. Doktor ve Koru'yu kıyaslamıyordum bile ama biri fiziksel diğeri ise ruhsal acı veriyordu. İkisi de acıydı sonuçta.

Biraz hakkaniyet sahibi ol ve saçmalamayı bırak! İkisi çok farklı!

İç sesime hak verdim. Kafam çok karışıktı. Bu kadar acı sözlerine katlanmak için taş olmak gerekirdi. Doktorun canımı yakmasının tek nedeni onu seviyor olmamdı. Yoksa bana acı veremezdi. Kısaca beni üzebilmesinin tek nedeni bendim. Onu severek ben veriyordum bu yetkiyi. Sonra bunun için onu suçluyordum. Bu da bencilceydi!

Doktor sinirle kafesten çıktı ve depoya benzeyen fakat ne olduğunu henüz anlayamadığım bu yerin kapısını hızla çarparak dışarı çıktı. Ersay da kafesten çıkıp kapıya tekrar kilit vurdu.

Parmaklıkların diğer tarafından bana bakarak "Bu kafesi senin için özel yaptırdım. Vahşi bir kedi yavrusundan farklı olmadığını biliyordum..." dedi.

"Aferin mi bekliyorsun?"

Gülerek, sözlerime olumsuz anlamda başını salladı. Daha sonra konuşmasına devam etti.

"... Sen burada yaptıklarının bedelini ölerek öderken baban seni pişmanlık ve acı içinde izleyecek."

Eliyle bir köşeyi işaret etti. Gösterdiği yere baktım. Işığı yanıp sönen köşeye sabitlenmiş bir kamera vardı. Etraf yarı karanlık olduğu için pek farkedememiştim. Ölmem artık önemli değildi de babamın bunu görmesini istemiyordum. Bu dakikadan sonra sadece Ersay'ı dinlemeye ve izlemeye başladım.

"Bu kamera seni çekiyor, babanın ne kadar uğraşırsa uğraşsın bulamayacağı şekilde ona gönderilecek. Çaresizce seni izleyecek ve elinden bir şey gelmediği için kahrolacak."

Daha sonra ellerini arkasında birleştirdi ve parmaklıkların önünde ağır adımlarla gidip gelmeye başladı. Asası hala elindeydi. Sonrasında ise kendi kendine konuşur gibi sözlerine devam etti.

"Bir babanın yaşayacağı en büyük acı evladının öldüğüne şahit olmaktır. Hem de kendi yüzünden. Peki bir evladın en büyük acısı nedir yavru kedi?"

Durduğum yerde onu dinliyor ve hareketlerini gözlemlemeye çalışıyordum. Bu adam düşündüğümden daha tehlikeli ve daha zekiydi. Öldürdüğüm diğer adamlara benzemiyordu. İdealist bir yanı da vardı ayrıca. Böyle insanlar disiplinli ve acımasız olurlardı. Sorusuna "Babası ya da annesi mi?" diye emin olmak istercesine cevap verdim. Cevabımdan sonra durdu ve kafasını çevirip bana baktı. Daha sonra başını sallayarak kendini de bana çevirdi. Sakin konuşuyordu.

"Şu günlerde artık bu sorunun cevabı değişmeye başladı. Gerçi artık babalar babalık, anneler annelik ve çocuklar da çocukluğunu bilmiyor. Fakat baban gibi iyi adamlar için bu geçerli değil. Arslan onurlu bir adam ve kızı için her şeyi yapabilecek bir baba."

Ne söylemeye çalıştığını anlamak zordu. Babamı övüyor fakat onu sevmiyordu. Hatta ona büyük bir düşmanlık besliyordu. Onu anlayabilmek adına sordum. "Peki sen, sen nasıl bir babasın? Oğlunu işi pahasına tehlikeye atan bir baba mı yoksa-"

Lafımı keserek "Barkan doğru gözlem yapmış, çok saldırgansın. Bu sana hiçbir şey kazandırmaz. Oğlum tehlikeyi sever, ne kadar göstermese de. İçinize girmek onun fikriydi ve bende bu fikre saygı duydum. Bende böyle bir babayım. Tehlikeli bile olsa oğlunun fikirlerine saygı duyacak kadar seven bir baba." dediğinde bu konuşmanın sonu iyi bitmeyecek gibi görünüyordu. Ersay'ın tehlikeli konuşmaları tedirgin etmeye başlamıştı.

"Hayranlık duydum doğrusu."

Bunu iğneleyici tonda söylemiştim. Sağ elindeki bastonu birkaç kez yere hafifçe vurdu. Bunu yapar yapmaz içeriye beş adam girdi ve hepsi arkasına dizilerek elleri önde, başları dik emir vermesini beklediler. Organize olmuş gibi hepsinin hareketi aynıydı.

"Barkan'ı bir hayli sinirlendirdin. Bende oğlumun canını sıkan birine ceza vermezsem iyi bir baba olamam değil mi?"

Tedirginlik içerisinde yutkundum. İçeri giren adamlar hareketlenince iyice içimi korku sardı. Her biri elinde bir şeyle geldi. İlk dikkatimi çeken kafesi açarak elinde kalın zincirlerle giren adam oldu. İkincisi ise  kafesin dışında, her şeyi görebileceğim mesafede ortaya masa koyarak üstüne kesici aletler yerleştiren biriydi.

Ne olduğunu anlamam geç olmamıştı. Zincirleri getiren adamın peşinden bir diğeri tabure getirdi ve tabureye çıkarak zincirin bir ucunu kafesin üstünde bir yere yerleştirdi. Diğer ucunu da aynı şekilde yaptıktan sonra sağlamlığını kontrol etti. Zincirin iki ucu daha aşağıya sarkıyordu ve bunların ucunda da kalın kelepçeler vardı. Yani ellerimi zincire vurarak bana işkence edecekti. Masanın üstüne tekrar baktım. Büyük bıçaklar, neştere benzer aletler, türlü türlü kesici ve delici aletler vardı.

Endişe içerisinde kafesin açık kapısına baktım. Fakat kafesin dışında da adam vardı ve kurtulmam imkansızdı. Mantıklı olmalıydım. O zaman göz dağı vermeli ve bana dokunmanın ne demek olduğunu göstermeliydim.

Hızla zinciri kontrol eden adamın sandalyesini bir tekmede indirdim. Daha sonra yanındaki adamın boynuna aşağıya sarkan zincirden birini dolayarak iyice sıktım. Nefessiz kalmasıyla birlikte hareketi de kısıtlanmıştı. Arkasından boğazındaki zinciri daha da sıkarken yerden kalkan diğeri üstüme doğru gelince zincirin diğer ucunu da hızlıca tutarak salladım ve adamın yüzüne doğru vurdum. Acıyla yüzünü tutan adam yere düşünce baş ucuna gelerek babamdan öğrendiğim ve asla yapmadığım bir şeyi denedim. Hızla ve ekstra güç uygulayarak adamın kafasını çevirdim. Çıkan sesi duyduğumda öldüğünü anlamıştım. Filmlerde göründüğü gibi kolay bir hareket değildi.

Daha sonra boynuna doladığım zincirden kurtulmaya çalışan diğer adama izin vermeden yine arkasına geçtim ve zinciri olabildiğince sıktım. Bunları o kadar hızlı yapmıştım ki saniyelikti belkide. Nefessiz kalana kadar da buna devam ettim. Kıpkırmızı kalmıştı ve ellerini, zinciri gevşetmeye çalışarak boynuna götürmüştü.

Adam boğulurken karşıda gördüğüm o güzel yüze baktım. Doktor kaşları çatık bir şekilde beni izliyordu. Birkaç saniye sonunda adama baktı ve bağırdı.

"Yeter!"

Onu dinlemedim ve devam ettim. Doktor babasına baktı, babası ise bunu hissetmiş gibi "Böyle bir dikkatsizliğin cezası olmalı." dediğinde doktor kafese doğru koşar adımlarla yürüyerek içeriye girdi. Bense hala zinciri sıkarak adamı nefessiz bırakmaya çalışıyordum. Doktor bana doğru geldi ve zincirdeki ellerimi tutarak sert bir şekilde arkamda birleştirdi.

Bacağına bir tekme geçirdim ve kollarımı kurtararak ona döndüm. Karnına doğru bir yumruk salladım. Acıyla karnını tutmak için eğilince boynuna vurmak için dirseğimi hazırladım. Fakat tam o sırada gelecek hareketi tahmin edip belime sarılarak beni kaldırdı. Bir çuval gibi omzuna attıktan sonra yere doğru fırlattı. Sırtımın yerle teması ve akabinde kafamı da tutamadığım için yere çarpması felâket derecede canımı yakmıştı. Gözlerimi açmak istedim fakat kafam patlayacak gibi olduğu için yapamadım. Daha sonra saçımdan sürüklenmeye başlayınca ellerimle engellemeye çalışarak çığlık atmaya başladım. Saçlarım serbest kalınca tanıdık parfüm kokusu daha yakından gelmeye başladı. Kafamın acısından gözlerimi açamadığım için sadece sese ve doktorun kokusuna odaklanmıştım.

Belimden tutularak yine ayağa kaldırıldım. Ayakta kalmaya çalıştım fakat hareket etmek çok zordu. Sanki beynim bütün fonksiyonlarını yitirmişti. Zincirlerin sesi ve bileklerime iki yandan geçirilen kalın kelepçelerden sonra kollarım havadayken ayaklarımı kullanmayı bıraktım. Etrafta zincirlerin sesinden başka ses çıkmıyordu. Vücudumun ağırlığı kollarıma yüklendiğinde başımı yukarıya kaldırıp gözlerimi açmaya çalıştım. Başaramadım ve acıya kendimi bıraktım.

En son duyduğum şey ise yakınımdan gelen doktorun sesi oldu. "Herkes dışarı! Asıl cezayı ben vereceğim!"

Başımdaki ağrı hala stabilken acı içinde inleyerek yavaşça açtım gözlerimi. Kollarım bedenimin ağırlığından dolayı uyuşmuştu. Hafif bir üşüme gelince sırtımdan ve altımdan giren soğuğu hissettim. Kıyafetlerim değişmişti. Üstümde tek parça siyah, elbiseye benzer bir şey vardı. Sırtı açık bu elbise geniş ve dizlerimde bitiyordu. Elbiseye de benzemiyordu aslında farklı bir şeydi. Bu değişik kıyafetin elbiseden başka bir şey olduğunu düşünmek istemiyordum. Sıfır kol ve gömlek yaka bu kıyafet beni daha çok korkutmuştu. İçimde sütyen olmadığını farkederek ayağa kalktım ve biraz olsun uyuşukluğunu almak için kollarımı hareket ettirmeye çalıştım. Zincirleri çekerek ne kadar sağlam olduğuna baktım. Daha sonra etrafıma bakarak ne olup bittiğini kontrol ettim. Masanın üstündeki aletler hala duruyordu. Yanında bir sandalye vardı. Hiç kimse de yoktu. Sonrasında kafamı çevirerek köşedeki kameraya baktım ve Ersay'ın söylediği sözlerin doğru olma ihtimaline karşı gülümsemeye çalıştım. Bu babamın fazla acı çektiğimi düşünmemesi için gönderdiğim bir sinyaldi.

Daha sonra beni o kameradan izleyenin sadece babam olmadığını Doktor'un aniden içeriye girmesiyle anladım. Sakince ve ifadesiz bir yüzle yürüyerek kafesin önünde durdu. Peşinden bir başkası daha girerek elindeki tepsiyle doktorun bir adım arkasında durdu. Bu sefer bu kişi kadındı.

"Eğer zorluk çıkarmadan her öğününü düzenli yersen sana yapacaklarımı baban izlemez."

Beni yemek yemem için tehdit etmesi tuhaf gelmişti. Yoksa yemeğin içinde bir şey mi vardı? Olamazdı, çünkü beni ölüme layık görmüyordu. Doktor kafesin kapısını açtı ve yanıma geldi. Peşinden kadın da aynı şekilde gelerek elindeki tepsiyi yere koydu ve eline kaşıkla tabağı alarak yüzüme baktı.

Otuzlu yaşlarında olduğunu düşündüğüm bu kadının üstünde hizmetçi kıyafeti vardı. Bu kadını benim için tutmuş olsalar birkaç saatlik yemek için bu kadar tertipli giyinmezdi. Normal hayatında bu şekilde dolaşmadığına göre de işi buydu.

Yutkundum. "Demek bir evdeyiz." Doktor önce kaşlarını kaldırdı ve daha sonra dudağının kenarı kıvrılarak güzel bir gülümseme bahşetti

"Eğer senden nefret etmeseydim zekan beni tahrik edebilirdi."

Gülümsedim ve başımı sağa sola hareket ettirdim. Her tarafım uyuşmuştu. Kadın sakince kaşığı etli bezelye yemeğine daldırdı ve ağzıma yaklaştırdı. Kafamı geri çektim. Yemek istemiyordum.

Başım hala gerideyken "Ölmesini istediğin birine bu şekilde mi davranıyorsun?" dedim. Kaç saattir bu şekilde kalmıştım ki her tarafım uyuşmuştu? Hem aç kalmamı istemiyor hem de ölmemi istiyordu, tuhaf.

"Daha önce de dediğim gibi ölümü hak etmiyorsun. Bunun için de açlıktan bayılmaman ve acının her zerresini hissetmen için ayık olman gerek."

Sanırım insan böyle şeyleri duya duya alışıyordu. Bu sefer o kadar sarsmamıştı çünkü.

Kadına olumsuz anlamda başımı salladım. "İstemiyorum." Kadın Doktor'a baktı. Ondan onay bekliyordu. Doktor başıyla işaret verince geri çekildi ve tabağı tepsiye koydu. Dışarı çıkmasını izlerken nerde olduğumuzu öğrenebilecek başka ip uçlarını düşünüyordum. Hayatla ilgili pek umudum yoktu sadece babamın beni böyle bir durumda görmesini istemiyordum.

"Babamın yerini öğrenmek için işkence mi edeceksin?"

İki adımlık mesafede yüzüme bakarken ellerini ceplerine koydu. Üstünde siyah bir takım vardı. Çok yakışmıştı. Uzun boylu ve geniş omuzları olduğu için karizmatik görünüyordu. Kaslı vücudu ceketin altındaki beyaz gömlekten belli oluyordu.

"Hayır, babanın nerde olduğu ikinci planda benim için. Ben babam değilim. Güç için savaşmam."

"Ne için bana bu kadar katlanamıyorsun o zaman Doktor?"

Sorduğum soru gayet normal bir soruydu. Hala olduğu yerde dururken derin bir nefes aldı ve aramızdaki mesafeyi kapattı.

"Madem bu kadar öğrenmek istiyorsun, soruma cevap ver o zaman. 18.02.2015 senin için ne ifade ediyor?"

Sakince söylediği şeyleri birkaç saniye düşündükten sonra derin bir şekilde yutkundum. Bütün vücudum bir anda buz kesmişti.  O tarihi unutmam imkansızdı ve bu şekilde ezberlediğine göre onun için önemliydi. Asla unutamadığım o günün gecesini sormasının nedeni neydi peki? Bu konuyla ilgili bir şey mi biliyordu, yoksa bir yerden bir şey falan mı duymuştu? Boğazıma bir yumru oturdu.

"Neden soruyorsun?"

"Cevap ver!"

"O günle ilgili ne biliyorsun?"

Kaşlarını çattı ve düşünceli bir şekilde baktı. Daha sonra gözlerini sinirle kapatıp geri açtı. "Beni kandırmaya çalışmak senin için büyük bir aptallık olur."

Neyden bahsettiğini bilmiyordum ama anladığım kadarıyla o geceyi kötü geçiren sadece ben değildim.

"Asıl aptallık ortaya bir şey atıp ne olduğunu söylememen! Ayrıca sana o günle ilgili söyleyecek hiçbir şeyim yok!"

Sinirle nefes alıp verirken gözlerini kıstı ve dişlerinin arasından "Seni son kez uyarıyorum, söyle yoksa biraz sonra olacaklara katlanmak zorunda kalacaksın!" dedi. Neye bu kadar sinirlendiğini anlamasamda hayatımda asla unutamayacağım şeyler yaşamıştım ve utanç verici, kalbimin acımasına neden olan, kendimden tiksindiğim o geceyi ona anlatamazdım. Keşke herşeyi anlatabilmek kolay olsaydı. Kendime bile itiraf edemezken ona nasıl anlatabilirdim ki?

Boğazımdaki yumru o gecenin hatıralarıma sızmasıyla büyüyerek nefes almamı engelledi. Yutkundum.

"Anlatacak bir şeyim yok."

Sesim titremişti ve ağlamaklı ses tonum beni ele veriyordu. Neden birden bire bunu sormuştu? Ne biliyordu ki üstüme geliyordu? O zamanlar onu tanımıyordum bile, ne olmuştu da bana düşman kesilmişti?

Geri çekildi ve yavaşça ceketini çıkardı. Daha sonra kafesten çıktı. Ceketini sandalyenin üstüne koydu ve masada duran aletlerden bir tanesini aldı.

Daha sonra tekrar kafese girdi. Bu hareketleri ağır adımlarla yapıyordu ve ben korku içinde onu izliyordum. Bana yapacaklarından değil yaşamış olduğum şeyleri hatırladığım için ve öğrenmesini istemediğim için korkuyordum. Sadece benim bildiğim bu iğrenç şey altında ezileceğim bir gerçekti.

Tam karşımda durdu ve bir elinde tuttuğu katlanmış şekilde duran şeyi açtı. Bu büyük ve canımı yakacağından emin olduğum bir kırbaçtı. Yüzüme acımasızca ve sinirle bakıyordu.

Beni böyle konuşturacağını düşünse de yanılıyordu. Ben alalade bir suçlu değildim ki işkenceyle konuşayım. Daha sonra arkama geçti ve üstümdeki kıyafetin ne işe yaradığını o zaman anladım. Kırbacın havada çıkardığı ses kulaklarıma geldiğinde gözlerimi sıkıca yumdum ve birkaç saniye sonra acısını hissettim. Acıyla inlerken peşine iki tane daha geldi. Bu acı derinlerde yaşadığım acının yanında bir hiçti.

Daha sonra sinirli sesi kulaklarımda çınladı. "Şimdi o geceyi her detayına kadar anlatacaksın!" Gözlerimdeki yaşlar tekrar belirdiğinde titrek sesimle bağırdım. "Ne bilmek istiyorsun?"

Sorumdan sonra bir ses daha geldi ve sırtım bir kere daha acıdan alev aldı. "O gece kaçtığın sırada bindiğin araçtan bahset mesela!"

Bir anda gözlerimi açtım. Evet o gece kaçarken birinin arabasına binmiştim fakat bunu nerden biliyordu?

"Bunu nereden biliyorsun?"

Kırbacın sesi kesildiğinde hızla geldi ve çenemi sıkarak belinden çıkarttığı silahı boğazıma dayadı. "Soru sormayı kes ve cevap ver!"

"Evet, bir kadının aracına bindim!"

"Neden taksi varken o araca bindin?"

Sorduğu soruyu ne kadar cevaplamak istemesem de artık buna son vermek için konuştum. Asıl işkence davranışlarıydı çünkü. "Çok kötü durumdaydım ve peşimde birileri vardı o bunu gördü beni arabasına aldı!"

O geceyi bir kere daha gözümün önüne getirmek zorunda kaldım. Hava yağmurlu ve soğuktu. Tarık Koru denen o adamdan kaçıyordum. Üstüm başım dağınık ve kıyafetimde boğuşmanın izleri vardı.

"Devam et!"

"Sırf kadın olduğu için bindim araca, taksiye binemezdim!"

Silah hala boynumdayken çenemdeki eli sıkı değildi. Hep yaptığı gibi önce hafifçe kavrıyor ve uyarıyor istediğini alamadığında hareketleri sertleşiyordu. Yüzüne bakmıyordum. Şaşırmış olmalı ki birkaç saniye durdu.

"Kimdi onlar? Neden senin peşindeydiler? Daha sonra ne oldu? Anlat hepsini!"

Başımı olumsuzca salladım. Söyleyemezdim. Daha fazlası onu aşan bir mevzuydu. İtiraz ederek "Söyle!" dedi. Tekrar başımı salladım. Ölsem söylemezdim böyle bir şeyi.

"Yeterli gelmemiş demek ki!"

Tekrar arkama geçti ve kaldığı yerden devam etti. Acıdan gözlerimden yaş geliyordu fakat sesim çıkmıyordu. Bir süre sonra sırtım uyuşmaya başladı. Hissetmemeye başladım. Derin nefesler alarak her şey gibi bu günlerin de  geçeceğinin tesellisini verdim kendime. En acısına katlanmıştım buna mı katlanamayacaktım?

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 68.3K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
TAKINTI By 🌙

Teen Fiction

1.9M 33.8K 36
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.3K 80 5
"Başladığın işi bir daha yarım bırakma. Bir daha tekrarlanırsa seni o devasa çekicilikte ki kalçalarının üstüne oturamaz hale getiririm." "Bir daha...
782K 35.2K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...