Dolunayın Altında

By Berceste_sb

1.1M 72K 31.4K

Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne ya... More

1. Bölüm
2. bölüm
3. bölüm
4. bölüm
5. bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm -Sezon Finali-
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm |Final Part 1| "Aydınlıkta ve Karanlıkta..."
85. Bölüm |Final Part 2| "Sonda ve Sonsuzlukta..."

79. Bölüm

4.2K 363 600
By Berceste_sb

Ben geldimm. Yine çok uzun ve aksiyonlu bir bölümle geldimm. Yavaş yavaş okunmasını tavsiye ederim, iki bölüm uzunluğunda bir bölümdür.

Az çok demeyelim oy vermeden geçmeyelim ❤️

İyi okumalarr 🤍

Korkuyordum.

Çok korkuyordum.

Artık bu korkuyla yaşamak istemiyordum. Korkusuz olmak istiyordum, sürekli aileme ve diğer yarıma zarar geleceğini düşünmek ne kadar istemesemde beni içten içe yıpratıyordu. Sürekli onları nasıl korumam gerektiğini düşünmek istemiyordum. Sadece normal bir hayatım olsun istiyordum artık.

Çünkü yoruldum.

Neden benim nasıl hissettiğimi bilen Orman ruhu, bunu bana yapıyor?

Neden benim şeytanıma zarar veriyor?

Niye daha çok acı çekmeme neden oluyor?

Kulaklarım çınlıyordu, arkamdan gelen askerin sesi zihnimin her köşesinde yankılanıyordu. Şeytanla olan bağımız beni uyarmak ister gibi tenimi yakıyordu. Bedenim beni yarı yolda bırakmıştı, kilitlenmiştim olduğum yerde.

Kral yaralandı.

Oysa ki o çok iyi savaşırdı. Nasıl yaralanmış olabilirdi?

Yutkunarak toprağa saplanan kılıcıma uzandım. Ellerim titriyordu. Dışarıdan bakan biri neden bu kadar sakin olduğumu sorgulardı, ama içimde kopan fırtınaları bilemezdi. Orman ruhu önümde durmaya devam ediyor, her hareketimi dikkatle izliyordu ama bu umrumda değildi.

Benim Savaş'ın yanına gitmem gerekiyordu.

"Eşimin bir suçu yok..." Diye fısıldadım Orman ruhuna. Ağlayacaktım, hatta ağlıyordum. Yanaklarım ıslaktı, bunu hissediyordum ama güçlü durmalıydım onun karşısında. Sözlerime dikkat ediyordum çünkü tek bir hareketiyle ikimizide öldürebilirdi.

Ayağa kalkmak için kanatlarımı kullandım, birkaç çırpışla diz çöktüğüm yerden kalkabilmiştim. Sendeleyerek öne doğru adım attım ve sesin geldiği tarafa korku dolu gözlerle baktım. Oradaydı, arkadaşlarım ve bir düzine asker onu uyandırmaya, yardım etmeye çalışıyordu. Yerde hareketsiz bir şekilde yatıyordu.

Yattığı toprak kana bulanmıştı.

Nefes alamıyordum. "Neden? Neden bunu bize yapıyorsun?" Diye fısıldadım titrek sesimle, arkamdaki Orman ruhuna. Beni duyup duymadığını bilmiyordum, yerimde dona kalmıştım. Bakışlarımı yerde kanlar içinde yatan şeytandan ayıramıyordum. Onu iyileştirmem gerekiyordu, hızlı düşünmeliydim. Üzüntünün sırası değildi. Acele etmeliydim.

"Dolunay!" Bulut'un sesi kulağımda çınladı. Kılıcımdan destek alarak ve birazda sendeleyerek hızla yanlarına vardım. Dayanamayıp dizlerimin üzerine düştüm. Askerler ona ulaşmam için bana yer açtı. Şeytanın aşinası olduğum yüzü girdi ilk görüş açıma...

Sonra ise neredeyse bir pençe darbesiyle parçalanmış olan omzu ve kanadı.

"Savaş?" Yutkunarak elimi yüzüne uzattım. Göz yaşlarımı durduramıyordum. "Seni iyileştireceğim, sadece dayan olur mu?" Tepki vermedi. Normalde kalkıp alay etmesi ve acımadığını söylemesi gerekiyordu.

Elimi yüzünden çekip sol kanadının olduğu yere getirdim. İlk kanadını iyileştirmeliydim, eskisinden bile daha iyi hale gelene kadar gücümü ona aktarmalıydım. Kana bulanmış siyah tüyleri görmem dağılmama yetti. Bu görüntüye daha fazla bakamayıp gözlerimi kapadım.

Dakikalar geçti.

Hiçbir şey olmadı.

Gücümü kullanamıyordum. Olmuyordu.

"Dolunay!" Bulut endişeyle ve kızarmış gözleriyle bana baktı. "Bir şey yapman gerekiyor artık! Kan kaybediyor!"

"Biliyorum!" Dedim öfkeyle. Öfkem kesinlikle Bulut'a değildi. Ormanda büyük bir sessizlik oldu. Yaratıklar bile saldırmayıp bizi izliyordu.

Yiğit ve Batu yavaşça yanıma geldi. Sare elini omzuma koyup yanıma diz çöktü. "Daha fazla dayanamayabilir, bırak ona şifacımız yardım etsin." En aklı başındamız o'ydu burada. Çünkü ben delirmek üzereydim.

Askerler ve komutanlar endişeliydiler ama benim iyileştirme gücümü biliyorlardı ve bir şeyler yapmamı bekliyorlardı. Ne yapabilirdim ki? Kahrolası bir Orman Ruhu eşimin yavaş yavaş ölmesini görmeme bayılıyordu.

Aptal geyik.

"Şifacı nerede?" Diye fısıldadım ama sesim çok kısık çıkmıştı. Sol tarafımda duran genç kadın ona seslenmemle hızla şeytanın yanına diz çöktü ve onu inceledi. Birkaç anlamını bilmediğim sözcük fısıldadı. Şifacı olmalıydı.

Sinirle güldüm.

Ona bunu yapan herkesi öldürmek istiyordum. Onlarda acı çeksin istiyordum. Ben yaralanınca Savaş'ta böyle mi hissetmişti? Çok korkunç bir duyguydu ama intikam istiyordum.

Bir el, elimi güçsüzce kavradığında irkilerek oraya baktım. Savaş elimi tutuyordu. Şaşkınlıkla bakışlarımı yüzüne çevirdim. Kısılmış gözlerinin arasından bana bakıyordu. Şifacı onu uyandırmıştı. Askerler ve arkadaşlarım rahat bir nefes almıştı ama ben hala huzursuzdum. Hayır, huzursuz değil öfkeliydim. İçimdeki öfkeyi kontrol edemiyordum.

"Ben iyiyim," dedi şeytan, kısılmış sesiyle. "Sakin ol." Dediğinde dişlerimi sıktım. Düşüncelerimi biliyordu, kendimi kontrol edemiyordum. İçimdeki kurt kesinlikle intikam istiyordu.

"Yapamam." Dedim başımı sallayıp. "Senin canını yaktılar, cezalarını çekmeliler." Eşimin mavi gözleri endişeyle gözlerimin içine odaklanmıştı.

"Sen ne dedin?" Yiğit kaşlarını çatıp beni inceledi. "Tuhaf davranıyorsun..."

"İntikam istiyor, bu çok doğal." Dedi arkamdan gelen bir kadın sesi. Bu Alina olmalıydı.

"Efendim, yaratıklar kampın etrafını sarıyor." Dedi bir komutan endişeyle yanıma gelerek. Zırhı kan içinde kalmış komutanı tanıyordum. "Sizi güvenli bir yere götürmeliyiz."

Başımı önüme çevirip şifacıya baktım. İşine devam ediyor, tuhaf sözcükleri fısıltıyla peşpeşe sıralıyordu, elleri şeytanın kanadının üzerindeydi. Şifacı her ne yapıyorsa çok zorlanıyor gibi görünüyordu çünkü şimdiden nefes nefese kalmıştı. Kralını iyileştirmek için çaba sarfediyordu.

Bakışlarımı kaldırıp arkadaşlarımın yüzlerinde gezdirdim gözlerimi. Sare, Yiğit, Bulut, Berk ve Batu bana sorarcasına bakıyordu. Lena'ya ulaşamıyordum çünkü hiçbir şekilde gücüm yoktu.

Nefesimi yavaşça dışarı bıraktım ve başımı önüme eğdim. Askerler etrafa dağılmış, kampı korumaya çalışırlarken son kez şeytanın elini sıkı sıkıya tuttum. Elimi kendine çekip dudaklarına götürdü ve avuç içime küçük bir öpücük kondurdu. Bunu yaparken bakışlarını gözlerimden ayırmıyordu.

"Sana güveniyorum." Dedi kısık sesiyle, sonrada başını geriye yasladı ve gözlerini kapattı. Endişeyle şifacıya baktığımda ne soracağımı anlamış olacak ki, aceleyle cevap verdi.

"Bu normal, iyileşmesi için dinlenmesi gerekiyor." Dedi genç kadın ve işine geri döndü. Mavi ışıklar saçan avuç içleri şeytanın kanadının üzerinde geziniyordu. Kanadı tam iyileşmesede iyi gözüküyordu.

Benden cevap bekleyen komutana döndüm. "Askerleri geri çekin." Dediğimde arkadaşlarım şok olmuş şekilde bana baktı. Arkamızdaki siyah kurttan, yani babamdan beni onaylamayan bir hırlama yükseldi.

"Dolunay, Savaş yaralı. Askerler sizi koruyacaktır ama sen onları geri çekersen hepimizi öldüre-" Bulut'un endişeli sesini sinirle kestim.

"Ne yaptığımı biliyorum." Dedim ve çatık kaşlarımla komutana döndüm. "Daha fazla kişi yaralanmadan askerleri geri çekin."

Berk ve Batu bana söyleyecek söz bulamamış şekilde bakarken Sare'nin omzumdaki eli dona kalmıştı. Sadece Yiğit umursamaz şekilde ve sırıtarak bana bakıyordu. Seni en iyi tanıyan kişi, düşmanındır aslında. Yiğit eski düşmanım olarak bunun kanıtıydı. Ne yapacağımı biliyordu.

Alina'da ne yapacağımı anlamış olacak ki gülerek yanıma geldi. Gümüş zırhı kandan görünmeyen kadın komutan gözlerindeki bir parıltıyla bana bakıyordu. Benden daha büyüktü ve kesinlikle deneyimliydi.

"Evet beyler, sadece askerleri geri çekin ve Doğa koruyucusunun eşsizliğini izlemek için en önden yer kapın." Dedi bizi izleyen komutanlara alayla ve bana yerdeki kılıcımı uzattı. "Sizi izlemek çok eğlenceli olacak, efendim."

Bana uzattığı kılıcı almadım, ona ihtiyacım yoktu. Nefesimi sinirle dışarı verip elimi şeytanımın avucundan yavaşça çektim. Eli cansız bir şekilde yana düştü. Uyuyor diye hatırlattım kendime. Sadece uyuyor.

Dişlerimi sıkarak ayağa kalktım. Sare de benimle ayağa kalktı. Kolumu tuttuğunda ona kaşlarımı çatarak baktım. "Ne yapacaksan seni engellemeyeceğim, sadece dikkat et."

Ona cevap vermeden ve Batu ile Berk'in seslenişlerine aldırmadan Orman ruhuna ilerledim. Babam beni engellemeye çalışmıştı, kendimi yaratıkların arasına atmamdan hoşlanmamıştı ama bunu yapmak zorundaydım.

"Hadi ortalığı biraz ateşe verelim." Dedi, sırıtarak yanıma gelen Yiğit. Elinde bir ateş topu belirdiğinde kampın etrafını saran yaratıklar tek bir noktada, tam önümüzde ve Orman ruhunun arkasında toplandı. Yiğit parıldayan geyiği göremiyordu.

"Ona zarar verdiniz." Dedim tiksintiyle, yaratıklara hitaben. Bakışlarımı Orman ruhundan ayırmadan konuşuyordum. Parıldayan geyik başını yana eğdi yavaşça, sonra ise yaratıklara emir vermişti.

Yaratıkların hepsi üzerimize gelmeye başlarken yerimden gram kıpırdamadım. Gözlerimi kırpmadan Orman ruhuna bakmaya devam ettim.

"Cezanızı çekmelisiniz, çok bile yaşadınız." Dediğimde yaratıklar duraksadı çünkü Orman ruhu başını dikleştirmişti.

Orman ruhunu kızdırmıştım.

Umrumda değildi. Ben sinirliyim, o da sinirlensin. Kahrolası geyik.

"Onlar senin yaratıkların, öyle değil mi?" Eşime zarar veren bu aptal geyiğin emrindeki yaratıklar. Hepsini teker teker öldüreceğim.

Gözlerimi kapattım. İzim ısındı, gözlerimin rengi değişti. Yumruklarımı sıktım, içimdeki kurda hakim olamadığım için pençelerim belirginleşti. Ağaçlara ulaşmaya çalıştım, onların bana itaat etmesini sağladıktan sonra işim kolaydı.

Acı dolu yaratık sesleriyle bile açmadım gözlerimi. Dişlerimi sıktım. Yaratıklardan gelen kanlar yüzüme, saçlarıma, kanatlarıma ve zırhıma sıçradı. Kulaklarım çınlıyordu, midem kan kokusunu kaldıramayıp isyan ediyordu ama durmadım. Hepsinin sesi teker teker kesildi. İşte o zaman gözlerimi yavaşça araladım.

Gözlerimi açtığımda başları ve gövdeleri birbirinden ayrılmış olan yaratık bedenlerine kısa bir bakış attım. Ağaç dallarına dolanmış düzinelerce beden cansız bir şekilde yerde, Orman ruhunun yanında uzanıyordu.

Orman ruhu gücümü engellememişti.

"Yaratıklarını öldürdüm sanırım, umarım kızmamışsındır." Dedim Orman ruhuna sırıtarak. Yanımda duran Yiğit yüzündeki kanı koluyla silip bana dehşetle baktı.

Yanımda olduğu için o da kandan nasibini almıştı. "Siktir." Dedi bir bana birde elindeki kana bakarak. "Bu çok iyiydi." Dediğinde kıkırdadım.

Sanırım deliriyordum.

Amara'yı öldürdüm diye neredeyse ağlayacak olan ben, bu yaratıkların ölmesine gülüyordum.

Bunu bilerek yapıyordum.

Bütün dünya eşime zarar gelirse ne kadar acımasız olacağımı anlasın diye.

"Dolunay'ı kızdırmakta ve istediklerini yapmamakta hala kararlı olan var mı?" Dedi Bulut titrek bir sesle. "Çünkü ben kendini aşağı at dese bile köpek gibi yapacağım artık, bu çok korkutucuydu."

Gözlerimi devirip Orman ruhuna bakmadan arkamı döndüm ve şeytanımın yanına ilerledim. Saçımdan kan damlıyordu, berbat bir haldeydim. Saçlarım ve kanatlarım kirlendi diye sonra ağlayabilirdim. Yaratıklar öldü diye değil.

Tek sıra halinde Yiğit'le önümüzde dizilmiş olan askerler bana hem hayranlıkla, hemde dehşetle bakıyorlardı. Bir asker miğferini çıkarttı, onu yere koyup tek dizinin üzerine çöktü. Diğer askerlerde aynı şeyi yaptılar. Hepsi önümde eğildi.

Başımı çevirip Orman ruhuna baktığımda, gitmiş olduğunu gördüm. Evet, onun sabrını sınamıştım ama o bana hiçbir şey yapmamıştı.

Tacım başımda parladı. Omzuma konan ve beyaz ışıklar saçan kelebeği görünce gözlerim kısıldı. Orman ruhu gitmemişti.

"Ayağa kalkın." Dedim önümde eğilmiş askerlere. Beni dinlediler. Alina'ya dönüp konuştum. "Ormanda daha fazla kalmayacağız, yola tekrar çıkıyoruz. Yaralılar krallığa birkaç kişiyle geri dönecek. Onları tehlikeye atmayacağız."

Alina başını sallayıp işe koyuldu. Askerler tekrar etrafa dağılmıştı. Bende vakit kaybetmeden eşimin yanına geldim. Şifacı işini iyi yapmıştı. Şeytanın bedeninin yanına çöküp ellerimi yaralı omzuna koydum. Gözlerimi tekrar kapattım.

Ne kadar çabalasamda omzunu fazla iyileştirememiştim çünkü gücüm tükenmişti. Yaratıkları öldürmek beni yormuştu ama durmamalıydım. O tamamen iyi olmalıydı.

Gücümü yarasının iyileşmesi için kullandıkça üşümeye ve titremeye başladım. Nefes alıp verişlerim değiştiğinde neredeyse bayılacaktım. Batu kolumu tutup son anda beni şeytandan uzaklaştırdı.

"Ona böyle mi yardımcı olmayı düşünüyorsun!" Dedi endişeyle. "Gücün tükenmiş Dolunay, daha fazla verirsen ölürsün."

Yorgunlukla Batu'ya baktım. Babam Batu'ya katılıyormuş gibi başını salladı. Sare de Batu'nun dediklerini onayladı. "O neredeyse iyileşti, sargıyla halledebiliriz." Diye bir fikir sundu.

Şifacı tükenmişti, onunda krallığa geri dönmesi gerekiyordu. Savaş yaralıydı, biliyordum ama bu ormanda fazla kalamazdık. Daha vahşi yaratıklar kan kokusunu alabilirdi. Buraya gelmeleri an meselesiydi.

Omzumda duran kelebek uçup kayıplara karıştığında nefesimi yavaşça verdim. Bakışlarımı bileklerime çevirdim. Ceza dövmelerim kendini hatırlatmak istermişcesine kısa süreliğine parladı. Bunu umursamadım.

Üzerimdeki kanı temizlemem için elime bir kova su ve temiz beyaz bir bez tutuşturuldu. Bunları bana veren Yiğit'e kaşlarımı çatarak baktım.

"Git peri hizmetçini çağırıp üzerini temizle. Yanımda yürüyen bir ölü istemiyorum. Korkunç görünüyorsun." Kaşlarım çatıldı. Üzerimdeki kan kuruyordu.

Onları kanatlarımdan çıkarmak uğraştırıcı olacaktı...

🍂

"Dolunay, kıpırdama." Nova'nın dediğine aldırış etmeden derimi kazımak istermiş gibi elimdeki bezle kollarımı temizliyordum. "Güzelim kanatlarını ne hale getirmişsin!"

"Üzgünüm Nova, o haldeyken kanatlarımın güzelliğini düşünmek aklıma gelmedi. Beni affet." Dediğimde homurdandı. Kanatlarımdaki kanı çıkarmak için yarım saattir uğraşıyordu. Üzerimdeki zırhı çıkarmıştım. Sadece beyaz bir içlikle birlikte şeytanla bana ait olan çadırda oturuyordum. O yatakta dinleniyordu, hala uyanmamıştı. Sargılarla kaplı sol kanadı ve omzu içimi acıtıyordu.

Yola çıkmak için uyanmasını beklemeliydik.

"Off!" Sinirle inleyip bezi çadırın diğer tarafına fırlattım. "Çıkmıyor!" Gözyaşlarımı silip başımı ellerimin arasına aldım. Kan görmek istemiyordum.

"Temiz su isteyip geleceğim." Dedi Nova ve bana kısa bir bakış atıp çadırdan uçarak çıktı. Bu hareketine anlam veremedim ama sonra nedenini anladım.

Savaş uyanmıştı. Hatta ayağa kalkmış, bir kenara fırlattığım bezi alıp yanıma gelmişti. Onu duymamıştım çünkü ağlamakla meşguldüm. Yatağın kenarına oturdu ve bezi suya batırıp temizledi, sonrada çenemden tutup başımı kaldırdı. Yüzümdeki kan izlerini bezle temizlemeye başladığında sessizce ağladım.

"Kendi canını acıtıyorsun." Deyip cıkladı. "Kendine değer vermen için yanında hep ben mi olmalıyım meleğim?"

"Evet." Diye mırıldandım sessizce. "Yanımda hep sen olmalısın."

Güldü. "Yaratıklardan kurtulman iyi oldu. Can sıkıcı varlıklar." Dediğinde bunu benim iyi hissetmem için yaptığını anladım.

"Nasıl yaralandın?" Dediğimde yüzümdeki eli duraksadı. Yüzü düştü.

"Yaratık arkamda belirdi, onu göremedim. Fırsatım olmadı." Dedi. "Sen onları nasıl öldürdün? O sırada uyumam hoşuma gitmedi. Bu sahneyi görmek isterdim..."

Bakışlarımı kaçırdım. "Sanırım artık bir başları yok."

Gülerek dudaklarıma küçük bir öpücük kondurup geri çekildi. "Doğum gününü sabırsızlıkla bekliyorum." Kaşlarımı çattım.

"Neden?" Diye sordum.

Omuz silkti ama bu hareketi yarası yüzünden canını acıtmıştı. Yüzünü buruşturdu. "Şimdi söylersem anlamı kalmaz."

"Yaranı iyileştirebilirim." Dedim ona uzanarak. Elimi havada yakaladı.

"Yola çıkacağız. Güç toplaman gerekiyor. Sonra iyileştiririz." Ben cevap veremeden Nova'nın getirdiği temiz kıyafeti yataktan aldı ve uzattı. "Burada daha fazla beklemek istemediğini biliyorum meleğim. Üzerini giyin gidelim." Başımı yavaşça salladım.

Bir saatin ardından çadırlar toplanmış, atlar hazırlanmıştı. Krallığa geri dönecek olan grup yola çıkmıştı. Ben Savaş'ın atına binecektim, hiç uyumadığım için yorgunluktan ölüyordum. Böyle at sürmem mümkün değildi.

Zırhım temizlendiğinden onu tekrar üzerime giydim. Bu sefer beyaz ve yırtmaçlı bir elbisenin üzerine giymiştim. Tacımı da başıma taktığımda tamamdım. Kanatlarım hala temiz değildi ama idare etmek zorundaydım.

Ata ilk önce Savaş bindi, sonra binmeme yardım etmek için elini uzattı. Herkes hazır olduğunda, yine uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Şeytan kemerime birkaç hançer sıkıştırmıştı çünkü kılıcım kullanılamaz haldeydi. Bir sorun olursa onları kullanacaktım.

Yolculuğumuzun beşinci saatinde Bulut'un sohbeti sıkıcı olmaya başlamıştı. Babam yine arkamızdan bizimle geliyordu. Sayı olarak yaralılar olduğu için azalmıştık. Bu tehlikeliydi ama yaralıları terk edilmiş şehire götüremezdik.

Şifacınında gitmesi kötü olmuştu...

Başımı şeytanın göğsüne yaslayıp bakışlarımı önden ilerleyen Yiğit ve Sare'de gezdirdim. Bağlanmışlardı ama sanki bu hiç olmamış gibi davranıyorlardı. Arada sırada konuştuklarını görmüştüm sadece.

"İyi olmanıza sevindik, efendim." Alina atını yanımıza sürdüğünde ona döndüm. Bakışlarını Savaş'tan çekip bana çevirdi. "Orada yaptığınız şey çok iyiydi. Bu kadar güçlü olduğunuzu kim bilebilirdi ki?"

Ona nazikçe gülümsedim. Orman ruhu vermişti bu güçleri bana. Neden veya ne için yaptığı muammaydı...

Savaş atı durdurduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım. Sadece o değil, bütün herkes durmuştu. Merakla bakışlarımı önümüzde gezdirdim. Ağaçların olmadığı geniş ve yeşil bir alana gelmiştik. Neden herkes durmuştu? Batu'nun bir küfür savurup atından indiğini farkettim, Berk'in yüzü bembeyaz kesilmişti.

"Sanırım kusacağım!" Bulut'un sesini duyduğumda kaşlarım daha fazla çatıldı. Yiğit küfür ederek atından indiğinde şeytana dönecektim ki, uzun çimenlerin arasında bir karaltı farkettim.

Bu karaltılar, yol boyunca uzanıyordu. "Bunlar da ne?" Başımı çevirip yan tarafıma bakacaktım, şeytan elleriyle gözlerimi kapatmasaydı...

Kanatlarınıda yavaşça etrafıma doladığını ve görüş açımı tamamen kapattığını farkettim. "Sakın." Dedi ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Sakın bakma. Bu görüntüyü görmene izin veremem."

"Bebek değilim Savaş." Ellerini gözlerimden çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Sinirle soludum.

"Lütfen, açma gözlerini meleğim. Görmene gerek yok. Daha fazla kendini suçlamanı istemiyorum."

"Bana ne olduğunu söyle." Dedim tereddütle. "Bilmem gerektiğini biliyorsun şeytan."

Beklediğim cevap Savaş'tan değil, Alina'dan geldi. "Yol boyunca doğu ve batıya doğru uzanan cesetler. Her yer kurt cesedi dolu, efendim. Vahşice katledilmişler. Bakmanızı tavsiye etmem." Dediğinde nefesimi tuttum.

"Ne?" Dedim yutkunarak. "Ateş'in sürüleri öldürmeyi bıraktığını sanıyordum! Neden bundan haberim yok?!"

"O asla sürüleri öldürmeyi bırakmadı, efendim. Burada bir sürüden daha fazla kurt var." Dedi Alina. Savaş atı sürmeye devam ettiğinde kalbim korkuyla çarptı.

Berk'in sesini tam yanımda duydum. Atını yanımıza sürmüş olmalıydı. "Beş sürü daha öldürülmüş, majesteleri." Dedi şeytana hitaben. "Bununla birlikte Ateş yüzünden öldürülen sürülerin sayısı 484 oldu."

"Kurt sayısı giderek azalıyor..." Diye mırıldandı Alina. "Bütün kurtları öldürmek için elinden geleni yapıyor Ateş. Eşi tekrar öldükten sonra daha fazla öldürmeye başladı."

"Biz nasıl boş durmuyorsak, o da durmayacaktır. Devam edecektir." Dedi yanımıza ne ara geldiğini anlamadığım Batu.

"O kaçık herif kendi türünü nasıl öldürebiliyor?" Dedi titreyen bir sesle Sare. Şeytan atı yavaşça sürmeye devam ediyordu ama gözlerimi açmıyordu. Anladığım kadarıyla bütün arkadaşlarım buradaydı.

"Kendi türü olup olmaması umrunda değil, Sare. Koruyucular kurtlardan oluşur. Bu yeterli bir sebep." Dedi Yiğit sakince. "Onu tanıyorum. Çok hırslı. Kendinden başka koruyucu istemeyecek kadar kibirli. Büyük ihtimalle herkesle işi bittiğinde ona sorun çıkarmayayım diye benide öldürecekti."

"Merak etme, köpecik. Veletin seni korumak için her zaman yanında. Korktuğunu neden en başından söylemedin?" Yine ortamı yumuşatmaya çalışan Bulut, alayla konuşuyordu. "Yavru bir köpek gibisin Yiğit."

Yiğit'ten sinirli bir hırlama sesi geldiğinde birinin attan düştüğünü duydum. "Ah! Dolunay! Yiğit beni öldürüyor!"

"Kendi kendine attan düştün, Bulut." Dedi Berk homurdanarak.

"Bulut'un sohbeti hiç sarmıyordu zaten." Dedi Sare. "Onu burada bırakabiliriz. Bütün yol boyunca yemek sohbeti yapmaktan bunaldım."

Bulut gerçektende bütün yol boyunca yemekler hakkında konuşmuştu...

Kıkırdadığımda herkes sessizleşti. Arkadaşlarımın ne yapmaya çalıştıklarını anlamıştım. Kafamı dağıtmak için farklı sohbetler açıyorlardı.

Onlara sahip olduğum için çok şanslıydım.

"Acıkmış olmalı, yemek molası vermeliyiz." Dedim şeytana. Başını salladığını hissettim. Bir eli gözlerimin üzerindeydi ama buna gerek yoktu, etrafıma sardığı kanatları zaten görüş açımı kapatıyordu. Ölen kurtları düşünmemem daha iyiydi.

"Henüz veremeyiz. Burası uygun değil." Dedi sakince. Derin bir nefes aldım ve şeytanın göğsüne daha çok sindim.

"Tapınakta iğrenç canavarlar olacak mı? Saçlarımın bozulmasını istemiyorum." Sare'nin bu dediğine herkes güldü. Alina alayla cevap verdi.

"Orada karşılaşacağımız şey ne bilmiyorum ama saçlarınızın aynı kalmayacağına adım kadar eminim, prenses." Dediğinde Sare homurdandı.

"Lütfen iğrenç sıvılarla kaplı sülükler olsun! O canavarlardan birini hep görmek istemişimdir. İğrenç kokuyorlar, birde saldırı şekilleri etraflarındaki sıvıyı düşmanlarının üzerine bulaştırmak." Diye konuşmaya atladı Bulut. Sare'yi kışkırtıyordu. "Devleride unutmamak gerek. Asla yıkanmazlar. Onlardan biriyle karşılaşmak üç gün kendini banyoda bekletmek demek. Kokuları asla çıkmıyor..."

"Iyyy!" Diye bağırdı Sare. "Ben geri dönüyorum. Siz devam edin."

"Buraya gel sarışın." Dedi Yiğit gülerek. "Yalan atıyor diyemem, onlardan biriyle karşılaşabiliriz. İstersen seni korurum ama sinirlenmeni izlemek daha eğlenceli. Ne yapsam seni onların inine mi bıraksam?"

"Çok kötüsünüz!" Diye cırladı Sare. "Ben büyücü prensesiyim, onları elbet yenerim. Benden korkanların sayısını biliyor musunuz siz? Hiç şansları yok."

"Eminim öyledir..." Berk kısık sesle ve alayla konuşmuştu.

Yakınımızdan bir kurt uluma sesi geldiğinde irkildim. Nerede olduğumuzu neredeyse unutmuş, arkadaşlarımın konuşmalarına dalmıştım. Babamın sesini duymam beni endişelendirmişti.

"Savaş?" Dedim endişeyle. Şeytan sakince başını boynuma eğdi ve küçük bir öpücük kondurdu. "Bir şey yok meleğim. Sadece baban ölen kurtlara saygısını gösteriyor." Dedi.

"Kurtlar arasında bu normal. Genelde ölen diğer kurtlar için yaparlar." Dedi Yiğit beni bilgilendirerek.

"Kurtlar değişik varlıklar..." Diye mırıldandı Sare. "Evrende kimse onları anlamaz ama yinede, en çok sevilen ve en barışçıl türler. Koruyuculuk bu yüzden onlarda."

"Benim türümü övmeni sevdim. Biraz daha devam etsene." Dedi Yiğit ciddiyetle ama kimse onun ciddi olmadığını biliyordu. "Ne kadar önemli olduğumu anladınız mı şimdi? Değerimi bilmelisiniz..."

"Tanrım! Ben neden bu kibirli koruyucuya bağlandım ki? Yok muydu şöyle boylu poslu bir şeytan veya melek? Bu arada abin nasıl Savaş?"

Şeytan güldüğünde bende güldüm. "Abimin bir ilişki istemeyecek kadar meşgul olduğuna eminim..." dedi.

"Beni abi katili yapacaksın Sarışın!" Dedi Yiğit. Morali bozulmuştu.

"Beni kıskanma, köpecik. Hepinize yeterim." Dedi Sare, bunun üzerine herkes güldü.

"Bu köpecik lafını kim buldu? Söyleyinde onu kemiklerine kadar ısıtayım." Diye homurdandı Yiğit.

"Eşimden uzak dur Yiğit." Dedim gülerek.

"Eşine elimi süremem zaten. Gördük sabah olanları. Nasıl bir şey çıktı içinden kızım senin? Bir an başka bir dalıda bana saplayacaksın ve onunla birlikte yaşamımı sürdüreceğim diye ödüm koptu."

"Acayip havalıydın Dolunay! Keşke şu insanların kullandığı video çekeri yanımda getirseydim..." dedi Bulut iç çekerek.

"Aklını kaybetmiş gibi karşına bakarak konuşuyordun ama bunu görmezden geldim. Delirdiğini düşünmek işimi kolaylaştırdı, daha fazla düşünseydim bende delirirdim çünkü." Dedi Yiğit.

"Gerçekten, kiminle konuşuyordun sen orada?" Diye sordu Batu.

Onlar Orman ruhunu göremiyordu...

Onlara Orman ruhunun saldırdığını söyleyemezdim. Bu ortalığı daha fazla karıştırırdı. "Canım sıkıldı, konuşayım dedim. Bu konuyu açmayın bir daha"

"Emir büyük yerden geldi." Dedi Yiğit. "Sen nasıl istersen, kraliçem."

"Bana neden prensesim diye seslenmiyorsun? Senden daha üst bir rütbedeyim!" Dedi Sare.

"Buradaki herkese rütbeleriyle sesleneyim o zaman. Batu komutanım emrinizdeyim." Yiğit alayla konuştuğunda Batu güldü.

"Senden asker olmaz Yiğit." Batu konuştuğunda Bulut konuşmaya atladı.

"Benden olur değil mi? Hemde çok güzel olur, neden olmayacakmış? Ben seni bile geçerim Berk."

"Sen önce bir büyüde ondan sonra bakarız."

Bulut ofladı. Bir süre sessizlik oldu ve Şeytan kanatlarını etrafımdan çekti. Elinide gözlerimin üzerinden çektiğinde yüzüme gelen güneş ışığı rahatsız etti. "Sonunda." Deyip gözlerimi kırpıştırdım.

Hala at üzerinde gidiyorduk ama başka bir ormanın içindeydik. Bakışlarımı etrafımda at süren arkadaşlarıma çevirdim. Batu ve Berk önümüzde, Alina arkamızda, Bulut ve Sare solumuzdaydı. Yiğit ise tam sağımızda. Bütün gözlerin üzerimde gezinmesiyle kaşlarımı çattım.

"Neden sustunuz?" Dediğimde Sare boğazını temizledi.

"Dolunay, saçların kan banyosundan çıkmışsın gibi kırmızı. Nasıl daha fazla korkunç görünebileceğini düşünüyoru-" Bulut Sare'yi sustururak araya girdi.

"O kadar göz kamaştırıcı görünüyorsun ki, hepimiz şaşırdık. Saçlarına bu renk çok yakışmış, bence krallığa dönünce boyatmalısın."

"Bu velet beynini fazlalık olarak taşıyor bence." Dedi Yiğit ve bana döndü.

"Banyo yapmam gerektiğinin bende farkındayım. Saçlarımdan kanı çıkaramadım, kusura bakma Sare." Dedim iğneleyerek. Bu kadın istediği zaman çok sinir bozucu olabiliyordu.

"Sen onlara bakma sevgilim." Dedi bir elini belime dolamış olan eşim. "Hala çok güzelsin. Bunu kimse inkar edemez."

"Yiğit daha çirkin görünüyor, merak etme Dolunay." Dedi Bulut.

"Yok gerçekten elim kaşınıyor. Ben bu veleti öldüreceğim." Dedi Yiğit.

"Dene de görelim," dedi Batu ön taraftan.

"Siz nasıl arkadaşlarsınız böyle?" Dedi Alina gülerek. "Birbirinizden nefret mi ediyorsunuz yoksa seviyor musunuz anlayamıyorum..."

"Ortaya karışık bizde," diyerek sırıttı Bulut. "Yiğit ve Sare aşık ama bunu birbirlerine söyleyemeyecek kadar utangaçlar. Dolunay biraz delirdi sanırım, Savaş onu mutlu etmeye çalışıyor, Batu ve Berk konuşmama yemini etmiş gibi çok sıkıcılar." Cıkladı. "Tek normal olan benim, merak etmeyin düzeleceksiniz dostlarım."

Sinirle Bulut'a döndüm. "Delirdim öyle mi?"

Omuz silkti. O sırada ise Yiğit öfkeyle konuştu. "Sen öldün."

"Bu sefer karışmayacağım, hak etti." Dedi Batu ve önüne döndü.

"Ne? Beni öldürmesine izin mi vereceksiniz!" Kimse onu umursamayınca Yiğit'e korku dolu bir bakış attı. "A-acıkan var mı? Mola mı versek?"

Herkes güldü. Askerler bile bu halimizi sırıtarak izliyordu. Bize dönen bakışları görebiliyordum.

"Çok şanslıyım." Diye mırıldandım sessizce şeytana. "Size sahip olduğum için..."

"Asıl biz şanslıyız," Diye düzeltti şeytan. "Sana sahip olduğumuz için..." dedi ve duraksadı. "Ama en şanslıları benim." Deyip yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.

Bu güzel an Bulut'un acı dolu sesiyle bozuldu.

"Çok açım ben!"

🍂

Aradan geçen üç günün sonunda, Nyx şehrine varmıştık. Yıkılmış şehrin kalıntıları gün yüzü gibi ortadaydı. Yıkılmış surları geçmek zor olmamıştı. Atları bırakıp şehre ilerledik.

"Lena?" Diye mırıldandım sessizce. Benimle konuşmuyordu, cevap dahi vermiyordu ve bunun nedenini bilmiyordum.

"Ryan nasıl?" Diye sordum Yiğit'e. Omuz silkti. "Eskiden çok fazla konuşuyordu, artık pek konuşmuyor." Dedi. "Tuhaf..."

"Onları kurtaracağız." Dedim sıkıntıyla.

Eşim yanıma gelip elimi tuttu. Diğer komutan ve askerler önden ilerliyordu. Tehlike var mı diye kontrol etmeye gidiyorlardı. Berk elinde bir haritayla bize doğru yaklaştı.

"Tapınak şehrin diğer tarafında olmalı. Uzak ama oraya atlarla gidemeyiz, şehrin her yerinde evlerden dökülen kalıntılar var. Atları yaralarız." Dediğinde başımı salladım.

"Biz uçarak gidebiliriz." Dedim yanımıza gelen komutanlara ve arkadaşlarıma. "Daha hızlı olur."

"Bu iyi bir fikir değil." Dedi Alina. "Şehirde ne tür bir tehlike olduğunu bilmiyoruz, sizi korumalıyız efendim."

Sıkıntıyla iç çektim. Kanatlarımı açıp kapadım. Uzun zamandır uçmuyordum. "Bize bedenleri öylece vermezler asla..." dedi Bulut oflayarak.

"Kolay olacağını söyleyen kimdi?" Dedi Yiğit. Bir süre sessizlik oldu.

"Şehrin diğer tarafına yarım saatte varırız." Diye mırıldandı Batu bana dönerek.

"Bir an önce gidelim." Dedim huzursuzca. "Bu şehirde beni rahatsız eden bir şeyler var."

Şeytan bana kaşlarını çatarak baktı. Başını ne oldu der gibi salladığında omuz silktim. "Askerlere tedbirli olmalarını söyle. Hazırlıklı olsunlar." Dedi bir komutana.

"Emredersiniz efendim." Dedi komutan ve gitti.

"Onları... kurtaracağız. Geri dönecekler." Diye mırıldandı şeytan, kısık bir sesle. Kendini buna inandırmaya çalışıyordu. "Ablam yine aramızda olacak." Dedi bana bakıp. Başımı salladım.

"Onları kurtarmak için elimden geleni yapacağım. Bana güven." Öne eğilip alnıma küçük bir öpücük kondurdu.

"Biliyorum, ama senden istediğim tek bir şey var." Dedi. "Kendine dikkat et."

"Kraliçemizi canımız pahasına koruyacağız efendim." Dedi Batu ve eğildi. Berk'te aynı şeyi yaptı, Alina'da. Diğer komutanlarda Batu'yu onayladılar.

"Artık gidelim." Dedim huzursuzlukla. Bu şehir beni boğuyordu...

Hep birlikte yürümeye başlamamızın ardından dakikalar geçmişti. Şehirde tek bir ev bile sağlam değildi. Kapı ve pencereleri olmayan evler ıssızdı. Şeytan elimi tutmaya devam ediyordu, bu bana güç veriyordu. Babamın arkamızdan geldiğini bilmek ise güvende hissettiriyordu.

Yinede huzursuzdum.

Her an bir şey olacak gibi hissediyordum ve tetikteydim. Ara sıra kulağım çınlıyordu ve bu tapınağa yaklaştıkça fazlalaşıyordu. En sonunda tekrarlayan tiz sese dayanamayıp kulaklarımı kapattım. Şeytan sorarcasına bana döndü.

"Sizde duyuyor musunuz?" Dedi Yiğit ve yüzünü buruşturdu. "Bu ses beni sinirlendirmeye başlıyor."

"Hangi ses?" Diye sordu şeytan.

"Bende duyuyorum." Dedim. Ben ve Yiğit dışında kimse duymuyordu.

"Hey? Sen iyi misin?" Diye sordu Alina, kulaklarını kapatmış olan Yiğit'e. Yiğit başını olumsuzca salladı. Bu tiz ses giderek artıyordu ve beynimi parçalamak istermiş gibi başımı ağrıtıyordu.

Askerler etrafımızda toplandı. Şeytan bana sesleniyordu ama dışarıdaki seslere sağırlaşmıştım, sadece bu tiz ses kulağımdaydı. Tamamen sağırlaşmadan önce Yiğit'in bağırdığını duymuştum.

"Biri şu sikik sesi kapatsın!" Demişti ve sonra dizlerinin üzerine düşmüştü.

Şeytan yüzümü avuçlarının içine aldı, bana bir şeyler dedi ama anlayamadım. En sonunda beni kucağına aldı, tekrar ilerlemeye başladı. Tapınağa yaklaşıyorduk. Ses giderek fazlalaşıyordu.

Bu dehşet verici sesi durdurmak için kanatlarımla kulaklarımı kapattım. Gitmiyordu! Durmuyordu! Gözümden bir damla yaş düştü. Sanki beynimi parçalıyorlardı.

Sayıklıyordum ama kendi sesimi bile duyamayacak hale gelmiştim. Bayılmadan önce gördüğüm tek şey, Yiğit'in aniden yere yığılmasıydı.

Bu ses her ne ise, sadece koruyucuları etkiliyordu.

Gözlerim kapandı. Sonrasını hatırlamıyordum. Gözlerimi tekrar açtığımda ses gitmişti ama başım ağrıyordu.

"Beni duyabiliyor musun meleğim?" Sert bir zeminde uzanıyordum. Başımı şeytanı onaylamak için yavaşça salladım. "Ses geçti mi? Hala var mı?"

"Geçti ama başım ağrıyor." Dedim kısılan sesimle. Kendi sesimi duymak için öyle bağırmıştım ki, sesim kısılmıştı.

"Ateş koruyucusu uyandı!" Bir askerin sesi yakınımdan geldi. Yavaşça olduğum yerden doğruldum. Babam tam dibimde duruyordu. Burnuyla kolumu dürttüğünde benim için endişelendiğini anladım.

"Ben iyiyim." Dedim yorgun bir şekilde. Başımı tutup yavaşça ayağa kalktım.

"Bana o sesi kimin çıkardığını söyleyin! Tek bir külünü bile bulursanız şerefsizim!" Yiğit'in bağırışıyla yüzümü buruşturdum.

"Hey! Sen biraz sakin olsana dostum. Bulacağız dedik." Dedi onu tutan bir asker.

"Sanırım arkadaşınızın öfke problemleri var." Dedi Alina Yiğit'e bakarak.

"O hep böyle..." Diye mırıldandı Berk. Batu da ona katıldı.

Nefesimi sinirle dışarı verip kimseyi dinlemeden önden ilerlemeye başladım. "Şu bedenleri bulup gidelim artık! Burada durdukça zarar göreceğiz." Diye seslendim askerlere. Herkes sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar eski haline döndü.

Savaş yorgun bir şekilde yanıma gelip başını boynuma yasladı. Tükenmiş gözüküyordu, suskundu. Bende öyleydim. Normaldi. "Tapınak karşında." Dediğinde kaşlarımı çatıp hızla başımı kaldırdım.

Yıkılmış tapınağın kapısı ve gövdesi hala ayakta duruyordu. Tamamen siyah kaplamayla yapılmış olan tapınağın bahçesi talan olmuştu. Duvarlarının rengi soluktu.

Tapınağa girmek için kapıya ilerleyeceğim sırada şeytan beni durdurdu. "Orada biri var." Dedi ve beni yavaşça arkasına doğru çekti.

"Bize bedenleri kolayca vermeyecekleri belliydi zaten." Dedi Sare kılıcını çekip.

Yiğit, Sare, Bulut, Batu ve Berk tam yanımızda duruyordu. Hepsi saldırıya hazırdı. Askerlerde Savaş pozisyonunda dizilmişti.

Tapınağın önünde duran, bir ata binmiş olan siyah pelerinli adamın yüzü görünmüyordu. Atın eyerlerini sıkı sıkıya tutmuştu. Etrafında toplanan siyah kurtlar ona hizmet ediyordu.

Kimdi bu adam?

"Bir şeytan ve kurt melezi mi! Bu çok havalı!" Bulut'un bağırışıyla kaşlarım çatıldı. Kurtların en başında duran kurdun gerçektende kanatları vardı. Siyah kurt neredeyse abimin kurt formu kadardı. Kurtların alfası o olmalıydı.

"Ben teksin sanıyordum." Diye fısıldadı Sare, bana yaklaşıp. Gözlerimi devirdim.

"Evet Sare, koskoca dünyada tek melez benim." Dediğimde homurdanarak yerine geçti. O anda ise, bir yerden öfkeli bir bağırış yükseldi.

"O ucubeyi geberteceğim!" Yiğit hırsla bağırıp öne atıldığında sürü hırladı, babam önüme geçti.

Askerler sürünün içine dalmasın diye Yiğit'i tutmaya çalışıyorlardı, yapacağı şey ölüm olurdu büyük ihtimalle. Tabi onları yakarak öldürmezse.

"Tapınağa girmemiz için onları geçmeliyiz ve pekte izin verecek gibi durmuyorlar." Dedi Sare. "Ve bu kahrolası adam onları kızdırıyor!"

"Yiğit'i burada bırakıp kaçalım diyenler?" Dedi Bulut yan taraftan ve el kaldırdı. "Bizi bütün varlıklara rezil ediyor, ben daha fazla bu utancı kaldıramam."

"Bulut, sus." Diye mırıldandı Berk. "Adam sinirlenmiş belli ki, sen olsan sinirden ağlardın."

"Bana onu mu savundun sen!" Dedi Bulut elini göğsüne koyup. "Koynumda yılan beslemişim."

"Çok konuşuyorsun çocuk." Dedi şeytan ve o anda, Bulut sustu.

"Affedersiniz efendim." Dedi. Ona kısa bir bakış atıp önüme döndüm.

Adam bana bakıyordu, o pelerinin altındaki gözlerin beni izlediğini hissedebiliyordum. Şeytan elini belimden çekti ve öne doğru ilerledi. Başındaki tacı ve zırhıyla birlikte öne çıktığında bütün bakışlar ona döndü. Kanatlarını sımsıkı kapamış, karşısındaki adama bakıyordu. "Ben Driad kralı Savaş Karahan. Buraya olay çıkarmak için değil, diğer iki koruyucunun bedenlerini almak için geldik."

Bir süre sessizlik oldu. En öndeki alfa kurt, kanatlarını açıp daha fazla hırlamaya başladığında bende eşimin yanına ilerledim ve hafifçe önüne geçtim. Ona saldıracak olursa karşısında beni bulurdu.

Kurt yeşil gözlerini bana dikti. "Benimle sadece koruyucular konuşabilir, önemsiz şeytanlar değil." Atın üzerindeki adam konuştuğunda kaşlarım çatıldı. Sesi tizdi ve korkutucuydu.

"O önemsiz değil. Laflarına dikkat et." Dedim yumruklarımı sıkıp. "Sana bir şey söyledi. Geçmemize izin ver. Bizde olay çıkarmayalım."

Yiğit kollarını göğsünde kavuşturup yanıma geldi ve alayla adama baktı. "Nesin sen? Voldemort falan mı? Herkesten üstün mü sandın kendini?" Dedi gülerek. "Kıyamam."

Elimle yüzümü bıkkınlıkla sıvazlayıp Yiğit'e baktım. "Amacın ne senin? Bizi kovdurtmak mı?"

"Şeytanına önemsiz dedi Dolunay. Biraz acımasız olmalısın. Her şey naziklikle halledilmez."

Evet, ne yazık ki haklıydı. Bu evrendeki varlıklar ne lütfenden anlıyordu ne de kibarlıktan. Sadece kavga, kan ve vahşet.

Başımı çevirip şeytana baktım. Gözlerini tapınaktan çekip bana çevirdi. Başını salladı. Önüme dönüp adama baktım. "Bedenler karşılığında ne istiyorsun?"

"Askerlerini bana vereceksin." Dedi adam tereddüt etmeden. Kaşlarımı çatıp eşime baktım. Sonrada arkamızdaki askerlere. Askerler endişeyle bizi dinliyorlardı. Önüme döndüm.

"Onlara ne yapacaksın?" Dediğimde başını eğdi. Sırıttığına emindim.

"İstediğimi." Dediğinde sinirle soludum. Onlar masumdu.

"Olmaz." Dedim. "Başka bir şey iste."

"Bu dediğinle isteklerim ikiye katlanıyor koruyucu. Sizden iki şey isteyeceğim." Dedi ve başını hafifçe sağa eğdi. "Kabul ediyor musunuz? Benim istediğim iki şeyi yapmayı," Başıyla Yiğit'i işaret etti. "Sen ve ateş koruyucusu."

Yiğit'e baktım. Başıyla onayladı. Elimi tutan eşime döndüğümde bana endişeyle bakıyordu. "Ne isteyeceğini bilmiyoruz."

"Başka şansımız yok Savaş."

"Sana kabul etme demeyeceğim, bunun üstesinden geleceğini biliyorum meleğim. Güçlüsün, kendini koruyabilirsin. Sana güveniyorum..."

"Seni seviyorum."

"Bende seni seviyorum melekcik."

Hafif bir gülümsemeyle önüme döndüm ve başımı salladım. "Kabul ediyoruz." Adam eliyle alfa kurda işaret verdi. Kanatlı siyah kurt bana yaklaştığında başının iki yanında duran boynuzları farkettim. Cüsesi büyüktü ve boyu benim boyumu geçiyordu kurdun. Kısılmış gözleri beni incelemeye başladı. Arkasından gelen başka bir gri kurtta Yiğit'in önünde durdu.

"Onları yenerseniz, ikinci isteğimi söyleyeceğim." Dedi adam ve ellerini kaldırdı. Yer sarsıldı, şehrin kalıntıları büyük ölçüde temizlendi. Büyük bir alan oluşmuştu. "Ölümüne savaşınız, başlasın." Adam konuştuğunda elimi tutan şeytan irkildi. Ölümüne demesine takılmıştı o da...

"Bu kadar çabuk mu?!" Dedim sinirle.

"Ölümüne mi dedi o?" Yiğit güldü. "Ben bu kurdu iki saniyede öldürürüm ki, sadece biraz ateş," deyip elini kaldırdı ama hiçbir şey olmadı. "Siktir..."

"Güçleriniz olmadan savaşacaksınız." Dedi adam. Tek bir el hareketiyle yanımdaki şeytan ve arkadaşlarımı, askerlerimi ortadan kaybetti.

"Onlar nereye gitti!" Diye sordum öfkeyle. Adam omuz silkti.

"Savaşınız bitince onları görürsünüz..." Güldü. "Tabi hayatta kalırsanız."

"Bu haksızlık! Bu kurt benim iki katım ve güçlerim yok..." dedim.

"Hayat zaten adil değildir koruyucu. Onu yenemezsen Lena ve Ryan'ın bedenlerini alıp onları geri döndürmeyi hak etmiyorsun demektir."

Gri kurdun Yiğit'in üzerine atlamasıyla gözlerim dehşetle açıldı. "Yiğit!" Önümdeki kurdun hırlamasıyla bakışlarımı onlardan çekmek zorunda kaldım. Kemerimde birkaç hançer vardı ve o hançerler bu kurdu öldürmeye yetmezdi. Dönüşmeliydim.

Yiğit çoktan dönüşmüştü ve gri kurtla kavgaya girişmişti. Birbirlerinin boyunlarını ısırmaya çalıştıklarını görünce irkildim. Gri ve kızıl kurt ölümüne savaşıyordu.

Yutkunarak önüme döndüm ve derin bir nefes aldım. İlk pençelerim ortaya çıktı, sonrada birkaç saniye içinde dört ayağımın üzerindeydim. Alfa kurt bana saldırmıyordu, dönüşmemi beklemişti.

Kanatlarımı sıkıca katlayıp pençelerimi toprağa geçirdim. Alfa kurt hırladı, bir adım geri çekildim. Üzerime atlayacağı sırada kanatlarımı kullanarak havalandım ama onunda lanet olsun ki kanatları vardı. Ani bir hareketle kanatlarını kullandı ve ben kaçamadan üzerime atıldı. Pençelerini kanatlarıma geçirdi, beyaz kanatlarım kana bulandı.

Kanatlarımın acısıyla onları kapattım. Ben yere düştüm, o ise havada kalmaya devam etti. Birkaç kemiğimin kırılmış olma ihtimali çok yüksekti. Sert bir şekilde yere çakılınca görüş alanım karardı. Başımı sallayıp görüş açımın düzelmesini beklerken siyah kurt harekete geçti. Tekrar saldırdı, bu sefer boynuma dişlerini geçirdi. Acıyla inledim. Bu öyle çok acıtıyordu ki! Gözlerim doldu, ondan kurtulmak için debelendim ama işe yaramıyordu. O benden daha güçlüydü.

Son bir denemeyle sağ pençemi kaldırıp yüzüne geçirdim, diğer pençemi ise kanadına. Yüzündeki yaradan dolayı geri çekilmek zorunda kaldı, boynumu bıraktı. Düzgünce nefes alabilmenin verdiği rahatlık kısa sürdü. Tekrar üzerime atıldı, asla pes etmiyordu. Boynumun arkasında bulunan yelemden beni tutup kanatlarını açtı. Ne yapacağını anladığımda dehşetle ona baktım.

İlk başta kanatlarımı yaralayıp uçmamı engellemişti.

Beni tutarak yerden hızla havalandı. Kanatlarını kullanarak yükseğe çıkıyordu, çok yükseğe...

Korkuyla nefesimi tuttum. Şehirdeki kalıntılar küçük bir nokta haline gelene kadar yerden yükseğe uçtu, benimle birlikte.

Beni buradan bıraksa ölürdüm. Kanatlarım cayır cayır yanıyordu, öyle çok acıyorlardı ki hareket ettiremiyordum.

Düşün, Dolunay. Hadi...

Dönüşürsem kemerimdeki hançerimi alabilirdim. Havada kendine dikkat etmeyecektir, dikkatini dağıtıp onu öldürebilirdim ve kazandığım için belkide adam ölmeme izin vermezdi. Güçlerimi geri kazanırsam düşüşümü yumuşak hale getirebilirdim.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yapabilirdim. Beni tam bırakacağı sırada eski halime dönüştüm, düşmemek için kanatlarımı birkaç kez çırpmam gerekti ve bu bana keskin bir acıya mâl oldu. Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda kemerimdeki hançerlerden birini kapıp afallayan Alfa kurdun gözüne sapladım. Kurt acıyla uludu, kanatlarım beni yarı yolda bıraktı ve aşağı doğru kurtla birlikte düşüşe geçtim.

Kanatlarımı hafif aralayıp rüzgarın düşüşümü yumuşatmasını umdum. Kemerimdeki başka bir hançeri alıp yanımdaki Alfa kurda yaklaştım. Beni farketmedi, bütün ilgisi gözündeki hançerdeydi. Elimdeki hançerle boynunu kestiğimde, artık onun için çok geçti.

Onu öldürmüştüm.

Yere düşmeme az kalmışken, gücümü kullanmaya çalıştım ama olmadı. Adam bana gücümü geri vermemişti.

Lanet olsun.

Burada ölecektim!

Gözlerimi kapattım. Ben acı içinde ölmeyi beklerken hiçbir şey olmadı. Bir anda ışınlanmıştım yere. Gözlerimi yavaşça aralayıp bir şey yaşanmamış gibi görünen şehre baktım. Yiğit'in de kafası karışmıştı. Karşımda yüzü gözü kan içinde duruyordu.

"Onu yenebileceğini biliyordum." Diyerek sırıttı ve kollarını göğsünde kavuşturdu. "Bu çok kolay oldu."

"Evet, çok kolaydı..." Ne kolayı be?! İki saniye önce yere çakılıyordum ve bir kurt beni boğazlıyordu. Aynen çok kolaydı.

"Dolunay boynun kanıyor." Dediğinde gözlerimi devirdim.

"Neredeyse benim iki katım olan bir kurtla savaştım, Yiğit. Boğazıma dişlerini geçirdi. Sencede kanaması normal değil mi?"

"Ölmezsin bence..." dedi ciddiyetle. "Biraz fazla kanıyor gibi duruyor ama."

"Olabilir."

"Tamam."

Bu ne saçma bir sohbetti böyle?

Güldüm. Bana tuhaf tuhaf baktı. "Kanatlarım benden çok çekti..." deyip kana bulanmış kanatlarımı silkeledim. Hissettiğim acıyla yüzüm buruştu. Derin bir nefes aldım.

"Bence senin kanatların oldukları için çok şanssızlar." Dedi ve tapınağı işaret etti. "Hadi gidelimde şu Voldemort kılıklı adamı şoka uğratalım. O ucubeyi öldürmek için sabırsızlanıyorum."

Bana kolunu uzattı. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Bana öyle bakma, Dolunay. Bacağımı hareket ettiremiyorum. Dişlerini geçirdi kurt."

"Geçmiş olsun." Deyip yürümesine yardımcı olmak için koluna girdim. Başını salladı. "Geçmiş olmuyor işte, adam güçlerini geri versinde iyileştir."

"İyileştireceğimi kim söyledi?" Yiğit bana kötü kötü bakınca kıkırdadım. "Sizde iyice beni şifacı yaptınız. Yaralanmayı kesmelisiniz." Bana ciddi misin der gibi baktı.

"Bunu her gün yaralanan bir kız mı söylüyor?"

"Her neyse..."

Tapınağa vardığımızda arkadaşlarım ve askerler oradaydı. Şeytan bir oraya, bir buraya yürüyerek endişeyle ellerini saçlarından geçiriyordu.

"Neden hala dönmediler! Eşime bir şey olmuş olsun bu tapınağı sizin başınıza yıkarım!" Savaş gizemli adama saldıracağı sırada beni hissetmiş gibi olduğum tarafa döndü. İyi olduğumu görünce nefesini yavaşça dışarı verdi.

Yiğit'e sarılmak için koşan Sare'yi son anda farketmiştim. Hemen Yiğit'in kolundan çıktım, Sare'yle sarılmalarına izin verdim. Yiğit başını Sare'nin boynuna yaslayıp yavaşça iç çekti. "Bana sarılman için illa ölmem mi gerekiyor sarışın?"

"Deme öyle aptal herif! Senden nefret ediyorum!" Sare bağırdığında yüzümü buruşturdum.

Ne garip bir ilişki...

Şeytanın yanıma hızla gelip bana sarılmasıyla rahatladım. Canımı acıtmaktan korkuyormuş gibi sarılışı hafifti. Bakışları anında yaralı boynumu buldu ve kaşları çatıldı. "Yaralanmışsın." Dedi. Ben daha cevap veremeden ise geri çekildi, üzerindeki zırhtan kurtulup tişörtünü çıkardı. Siyah tişörtünü kanayan boynuma bastırdığında acıyla inlememek için dudaklarımı dişledim.

"Biliyorum, acıyor ama kanamayı durdurmalıyız. Biraz dayan olur mu meleğim?" Dediğinde cevap vermedim. Bir süre öyle durup boynumu inceledi. Gözlerinin dolduğuna yemin edebilirdim.

Bakışlarımı çıplak göğsünde ve sargılı omzuyla kanatlarında gezdirdim. Yorgun hissediyordum. Sadece başımı göğsüne yaslayıp uyumak istiyordum.

Şeytan yaramla ilgilendi, arada sırada sanki onun canı acıyormuş gibi yüzü buruşuyordu. "Geri dönerken su bulmalıyız. Böyle kalırsa mikrop kapar..."

"İyi hissediyorum, sorun yok."

Sıkıntıyla iç çekti. Askerler etrafa dağılmışlardı, hepsi başka bir şeyle ilgileniyordu. Komutanlar ve arkadaşlarım ise bir şeyler tartışıyordu. Geldiğimizi görmüşler ama yanıma gelmemişlerdi, şeytanla beni yalnız bırakmak istemişlerdi. Babam ise bir kenarda durup bizi izliyordu.

"Hadi gidip ne istediğini öğrenelim." Dedim eşime, kısık bir sesle. Başını salladı ve elini belime koyup ilerlememe yardımcı oldu. Adam bizim geldiğimizi gördü. Yiğit'te yanımıza geldi, Sare'yle birlikte.

Bütün askerler ve arkadaşlarımda toplanınca adam Yiğit'le bana hitaben konuştu. "Güçleriniz geri verildi." Dedi, hatırlatır gibi. "Sıra ikinci isteğimde. Bunu yaparsanız size bedenleri teslim edeceğim."

"Orasını anladık. Konuşacak mısın artık?" Yiğit homurdanınca gözlerimi devirdim. Adam biraz duraksayıp konuştu. "Bana kendinize bile itiraf edemediğiniz bir sırrınızı söyleyeceksiniz." Dedi ve askerleri işaret etti. "Herkesin karşısında."

İşte şimdi işler karışmıştı.

Yiğit sinirle güldü. "Bilerek yapıyorsun, değil mi?" Dedi. "Benim bir sırrım yok, başka bir şey iste."

"Yalancı bir ateş koruyucusunu kimse sevmez."

Kaşlarımı çatıp Yiğit'e döndüm. Ne gibi bir sırrı olabilirdi ki?

"İlk sen söyleyeceksin ateş koruyucusu. Yalan söylemenin cezası olarak." Yiğit yaratıcı küfürler sıralayarak saçlarını karıştırdı.

"Zaten en kötü sırrını biliyoruz Yiğit." Dedim. "Söyle gitsin."

Peki ya benim sırrım? Ateş'in anlaşması... kendime itiraf edemesemde o anlaşmadan çok korkuyordum ama kabul etmem gerekirse ederdim. Benden istediği sırrım buydu.

"Ben..." dedi Yiğit ve duraksadı.

"Acele et, koruyucu. Benim zamanım değerli." Dedi adam. Yiğit gözlerini kapattı.

"Ateş'e hala değer veriyorum, ne kadar pislik olduğunu bilsemde onu sevmekten kendimi alıkoyamıyorum çünkü o benim geçmişim ve tek ailem." Dedi tek nefeste. Bir süre sessizlik oldu.

"Birilerine değer vermek seni kötü biri yapmaz, Yiğit." Dedim. Onu teselli etmeyecektim. Bu yanlış değildi. "Abim sonradan kötülüğü seçse ve bana düşman olsa, onu sevmeye devam ederim ama hayal kırıklığıyla."

"Kendini kötü hissetme." Dedi Savaş anlayışla Yiğit'e. "Dolunay kötü biri olsa bile onu sevmekten asla vazgeçmezdim. Sevmek zordur ve cesaret ister. Ona değer vermen yanlış değil."

Yiğit rahatlamış bir şekilde nefesini dışarı bıraktı. Sıra bana gelmişti.

"Sıra sende, doğa koruyucusu."

Gözlerimi kapadım. "Ben... ölmekten korkuyorum ama eşimin yaşaması için son şansımız olarak kendimi feda ederim. Ateş'in anlaşmasını kabul ederek." Hızla sarfettiğim sözcükler etrafta bir şok etkisi yarattı.

"Hayır, bunu yapmazsın." Şeytan benden uzaklaşıp karşıma geçti. "Bu bir sır değil çünkü sen bunu yapmayacaksın." Kızgınlıkla bakıyordu bana.

"Savaş-" sözümü kesti.

"Hayır, sus lütfen." Başını salladı. "Bunu bana yapmazsın sen. Yalan söylüyorsun." Derin bir nefes aldı ama boğuluyormuş gibiydi. "Sakın... Sakın bana bunun doğru olduğunu söyleme. Bunu bana yapma."

"Son şansımız olursa başka seçeneğimiz kalmayabilir." Dedim. Ağlamamak için dudaklarımı dişliyordum.

Savaş ellerimi sıkıca tuttu ve gözlerimin içine baktı. "Bana yemin et meleğim, ne olursa olsun Ateş'in anlaşmasını kabul etmeyeceksin. Beni sensizlikle sınamayacaksın."

Ben susunca dizlerinin üzerine çöktü. Siyah kanatları yere yayılmıştı, kimseyi umursamadan önümde diz çökmüştü. "Bana yemin et. Hemen şimdi."

Gözünden bir damla yaş düştü. "Hadi... lütfen."

"Yapamam." Gözlerimi kapattım. Kalbim sıkışıyordu. "Sizi kurtarmanın yolu buysa yapacağım. Buna sen bile engel olamazsın, sevgilim."

"Benim kurtulacağımı mı sanıyorsun? Sen öldükten sonra?" Sinirle güldü ve belimdeki hançeri tek bir hamleyle aldı. Ben daha ne yaptığını bile anlamadan elini kesti.

"Ne yapıyorsun Savaş?!"

Gözlerimin içine baktı. Avucundaki kan toprağa damlıyordu. "Kanım üzerine yemin ederim ki, eşim herhangi bir yolla bensiz ölecek olursa, onu kaybettikten sonra kalbim daha fazla atmayacak."

"Hayır," Çaresizce dizlerimin üzerine düştüm.

Bunu yapmış olamazdı...

Son şansımız olabilecek yolu böyle hiçe sayamazdı...

Ettiği yemin kan yeminiydi, geri alınamazdı, çiğnenemezdi. Yemini tutmazsa ölürdü.

"Yaşamam. Sensiz bir hayatım olursa yaşamam." Dedi şeytan gözlerime bakarak. Pişman olmuş gibi bir hali yoktu. "Bunu şimdiye kadar anlamadın mı?"

"Neden yaptın bunu?" Dedim dolu gözlerimle.

"Yarım bir hayat geçireceğime, ölürüm daha iyi." Dedi ve ayağa kalktı. "Sensiz bir hayatım olmayacak."

"Sensiz bir hayatın düşüncesi bile korkunçken, bana bunu neden yaptığımı sormamalısın."

Arkasını dönüp tapınağa girerken zihnimde yankılanan son sözleri bu oldu...

...........

Off. Savaşım benim 🥺

Finale çok az kaldı, düşündükçe üzülüyorum...

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınnn.

Buraya bölümle ilgili düşüncelerinizi yazar mısınız?

Yeni bölüm alıntılarını instagramda paylaşıyorum. İsterseniz beni takip edebilirsiniz,

İnstagram; irem_cft_

Oy sınırı 350, yorum sınırı 500

Hepinizi çok seviyorum sonra görüşmek üzere 😘

Devam edecek...

Continue Reading

You'll Also Like

630K 53.6K 42
abilerim kurgusu, erkek versiyon. Bu kurgu reenkarnasyon içerir! Yᴇɴɪᴅᴇɴ ᴅᴏɢ̆ᴅᴜᴍ ʟᴀɴ! Tᴜ̈ɴᴇʟɪɴ ᴜᴄᴜ ʙᴏᴍʙᴏᴋ ʙɪʀ ʏᴇʀᴇ ᴄ̧ıᴋᴛı! 🛸Küfür ve argo içerir.🚀 ...
29.6K 1.9K 17
Ne yani ben 1986 yılında gôtünü veren bir ibnemiydim hemde ülkücü bir adama.. Eşcinsel bir kurgudur
24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
25.6K 3.7K 27
•Baş Şeytan serisinin üçüncü hikayesidir. •Yetişkin okurlar içindir. Tanrıça yeni tanıştıklarını sanıyordu. Oysa baş şeytan onu doğduğundan beri tanı...