MUHÂFIZ

By mercanfatmanur

27K 3.1K 4.2K

"Benim değil. Koruduğun inancının muhafızısın." dediğimde aniden gözlerime baktı. Bir kılıç kadar keskindi ba... More

00: Muhafız
01
02
03
04
05
06
07
09
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
Duyuru
25
26
27
28
29
30
31
32

08

668 105 58
By mercanfatmanur

Doğduğum günden bu yana içimde büyüyen boşluğu tamamlayacak kimseye ya da hiçbir şeye sahip olmadım. Hatırladığım bir babam veya beni kucaklayan bir annem yoktu. En son beş yaşında gördüğüm annemin kim bilir kaç yabancı çocuğu vardı şimdi.. Teyzem, eniştem ve onların küçük kızları.. işte buydu benim çekirdek ailem. Üvey bir evlat muamelesi görmedim hiç, normal bir düzene sahip normal bir hayattı benimki. Zaten aksi halde bu kadar geveze biri olmazdım. Hayatımın bir dönemi kendimi arayarak geçti, o dönem hala bitmiş sayılmaz. Henüz bulmuş değilim. Kim olduğumu biliyorum fakat tam olarak ne istediğimi, ne yaparsam mutlu olacağımı, neleri sevdiğimi, hangi renkten hoşlandığımı ve daha nice benzer sorular. Yani ben kimdim? Ne için varım? Yaşıyorum ama, amacım ne? Öylece doğup geçim derdiyle büyüyüp, evden işe-işten eve mekik dokumak ve bazen eğlence mekanlarında kafa dağıtmak sonra öylesine birine tutulup evlenerek çocuk doğurmak, onu büyütmek, onu büyütürken delirmek, eşin dostun isteklerini yerine getirmek, yaşamak, yaşlanmak ve ölmek için mi?

Hah!
Sadece bunun için var olmak çok eksik ve boşluk hatta açlık bildiriyor. Sadece bunun için yaşıyorsak neden vardık?

Demek istediğim, aklımda gömülü bir sandıkta sakladığım histerik bir durgunluk belli eden içselleşmiş düşünceler vardı. Ve ben her köşeme çekildiğimde beynimi öyle bir sarıyordu ki, kendimi delirecek kadar yalnız hissediyordum. Ben de onları bir sandığı kitleyerek hepsini terkettim. Köşeye çekileceğim vakitlerde DSP barda soluğu alıyordum. İnsanlar orada o kadar gevşek, rahat ve umursuz görünüyorlardı ki,, sanırım onlara özendim. Özenmekle kalmadım onlardan oldum. Hatta... (yutkunma)

Onlar oldum.

Okuldan çıkıp oraya gider orada sabahlar sonra evde hazırlanıp tekrar okula giderdim. Belki de hayattaki tek şansım kafamın zehir gibi çalışmasıydı. Çalışmaz, dersi dinler ve yüksek notlarla başarıyı yakasından yakalayıp kendime çekerdim. En son üniversite sınavında ders çalıştığımı hatırlıyorum. Kafamın zehir gibi olması benim zekamı böyle bir yere kullanacağım kadar zehirdi. Yani gerçekten zehirdi. Ailem zaten hesap sormuyordu. Bana karışmıyor hatta halimi bile sormuyorlardı. Teyzem artık teyze gibi bile davranmıyordu. Ne kadar anne gibi yetiştirse de kimse kimsenin annesi olamazdı. Ne kadar çalışsa da bunu başaramazdı. Asla.

Böylece artık ben çukura çekilmiştim. Hayır, çekilmemiş balıklama atlamıştım. Ve sanırım bir deniz değil bir bataklık olduğunu, atladıktan sonra gittikçe içine çekildiğimi anladıktan sonra farketmiştim. Bir kere batmıştım.

Şimdi ne yapmalıydım? Onlarla çalıştığımda onları çökertebilecek güce gelecekler miydi? Büyük bir örgüttü. Sadece bir başı değil yedi başlı yılan gibi çoklardı. Amaçları bu ülkeydi. Sadece gençleri değil, insanları hedef alıyorlardı. Girdiğim bar, bir bardan ibaret değildi. Orası sadece bir yerdi.

Bildiğim şeyler vardı ama bilmediğim çok şey vardı. Neden benimle çalışmak istediklerini anlamıyordum. Onlara anlattığımı anlarlardı. Belki de şuan takip ediliyordum. Tehlikedeydim. Fakat düşündüğümde yaşama amacım yoktu. Beni hayata bağlayan bir ailem, evladım yoktu. Aşık olduğum bir adam-.. yoktu. O halde korkacağım bir şey yoktu. Sadece biraz acıyacak ve sonra silinip gidecektim değil mi? Peki bunun hesabını nasıl verecektim?

Pekala kasvetlenmiştim. Bu kadar yeterdi. Fazla bile düşünüp boğulmuştum. Düz yokuşu inerken etrafıma bakarak derin bir nefes alıp verdim. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Hem..

Bunlar ne biçim polisti be! Sabahın karanlığında beni salmışlardı. Gidecek bir yerimin olmadığını bildiği halde hissiz Ammar hiçbir şey dememişti. Şimdi ben bunlarla iş mi yapacaktım? Kalacak bir yerim bile yoktu şimdi. Merkezden çıkalı yarım saat olmuştu. Bir saatim ve ya telefonum olmadan tamamen akıl yelkovanıma güvenerek bir istatistikle yarım saatti bu. Öyle bi' yarım saattir durmadan yürüyordum. Ne biliyim takip edilmeye dair bir şey hissetmeyince kendimi de durdurmamıştım. Ama gün boyu geçirebileceğim bir yer bulmalıydım.

Bir günlük eve gitseydim ne olurdu? Tabii olmazdı. Bir gün gidersem artık hep giderdim. Teyzeme söyleyebilecek bir yalanım yoktu. Neyseki şu halde karnımdaki yara acımıyordu. Bir de o olsaydı bitik bir durumda bir yerlerde hüngür hüngür ağlamaktan bayılmış olurdum.

Sıkıntıyla nefes verdim. Artık durmam gerektiğini hissedince bir binanın merdivenine oturdum. Caddeden yürümeye ve ıssız sokaklardan uzak durmaya özen göstermiştim. Caddede bir dükkan yanı, bina girişiydi. Para yokken sanki rahattım fakat aç susuz olmak olumsuz bir etkiydi. Doğrusu insan, düşünce olarak fakirlikten mutlu, ihtiyaç olarak zenginlik arzulayan garip bir varlıktı.

İhtiyaç ve düşünce zıt anlamlı iki kelime gibiydi.

Önümde duran bir araba sürekli kornaya basınca kaşlarım çatıldı. Önünde araba yoktu. Binadan birini bekliyor olabilir miydi? Takılmadım. Ellerimi dizlerime yaslayıp alnımı elimin üzerine koydum. Gözlerimi de kapattığımda artık burada savunmasız bir şekilde uyuyabilirdim.

Korna bir kez daha ve daha uzun bir şekilde öttüğünde kapanan gözlerimi zorlayıp sinirle baktım. Göz kapaklarım öyle ağırlaşmıştı ki.. Bir yatağa, hatta sadece bir yastığa ihtiyacım vardı. Deliksiz iki gün uyuyabilirdim. Ne? Abartmak mı? Hafsa abartmaz.

Arabadan çıkan başında başörtü ve siyah elbisesiyle, genç bir kız önümde durup kirpik kırpıştırdığında şaşırarak kaşlarımı kaldırdım. Sevimlice gülümsediğinde alalade biri olmadığını söylüyordu sanki. Acaba bina da oturduğu için benden yol vermemi isteyen çekingen bir kız mıydı?

"Hafsa abla?" İsmimi bildiğine göre binanın çekingen kızı değildi.

"E-evet." Ne alaka kekelemek ya.

"Ben Ebrar." dedi. "Seni almaya geldik biz." Beni mi? Biz mi?

Biraz düşündükten sonra işaret parmağımla kendimi gösterek, "Beni mi?"

"Yanındaki kediyi." Dalga geçilecek duruma da düşmüştüm iyi. Göz devirip yüzüne baktım.

"Pekala kimsiniz siz?" dedim.

"Biz. Ben ve abim. Ammar yani Ali abim." Onun kardeşi mi? Bir dakika ondan önce,, Ammar mı? Hayıır, sevgili kalbim ve canım nabzım. Yapmayın! Normal atmaya devam edin lütfen.

Naz yapsa mıydım? Aman ya dünden razı olduğumu kimden saklayabilirdim ki?

"Pekala." diyerek oturduğum yerden kalktım. Ebrar memnun tavrıyla arabaya giderken garip bakışlarımla merdivenin tozunu alan arkamı temizlemeye çalışarak peşinden gittim. Siyah ve güzel bir arabaydı açıkçası. Eğer Ammar'ın arabasıysa,, dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi bastırdım. Ammar'ın araba haliydi. Siyah ve fazla kimseye bakmam havası vardı. Tam olarak böyle bir yüksek tarzdaydı.

Arka kapıyı açıp bindim. Kapıyı kapattığımda yine elimin ayarsızlığından çıkan ses yankılandı. Bu defa bende acımıştım. Araba güzeldi çünkü. Tek bir söz dahi etmeden sürmeye başladı. Nereye gittiğimi bilmeden sürükleniyordum yine.

Ebrar ön koltuğa oturmuştu. Bu sessiz ortam beni germiyordu. Nedeni Ammar'a birazcık dargın olmamdandı sanırım. Niye dargın olduğumu hatılamıyordum da.

"Hafsa abla?"

"Efendim güzelim." Güzeldi kız n'apayım? Ebrar eklediğim sıfattan dolayı kıkırdadı. Kıkırdaması hoşuma gittiği için gülümsedim.

"Kaç yaşındasın?"

"Bugüne bugün özel hayata müdahale yasak. Kimliğimi saklıyorum." Ammar'ın yan profiline baktığımda tepkisiz olması hevesimi alıp uçurdu. Bendeki bu ne hevesi bilmiyorum.

"Öyle mi? Özür dilerim o zaman." Hayretle nefes verdim. Kıza ne denilirse onaylamaya abisi alıştırmış sanırım.

"Saçmalama sadece şakaydı. Yirmi beş yaşındayım." Böyle söyleyince yaşlı hissetmiştim. Hala yirmi yaşımda kalmış gibiydim. Hiç bataklığa batmamış gibi.

"Genç gösteriyorsun." Kaşlarımın ortası büzüşürken şaka barındıran sesimle "Yaşım yaşlı mı ki?" dedim. Sesimin komikliğinden dolayı kahkaha attı. Güldürmeyi seviyordum sanırım. Konuşurken Ammar'ın varlığını umursamayarak konuşuyordum. Ebrar'ı sevmiştim.

"Hayır hayır!" dedi kahkahası sonlanırken, "Birkaç yaş daha küçük demek istedim." Abisi kaç yaşındaydı acaba. Yirmi yedi? Yirmi sekiz?

"Teşekkür ederim. Sen de çok güzelsin." dedim.

"Görür görmez anladım. Açık birisin. Özgüvenlisin. İdolüm olabilirsin." dediğinde gülümsemem durdu. Kaşlarımı kaldırdım. İlk defa biri bu huyuma özeniyordu.

"Bazen çat çat konuşmak çok da iyi olmuyor Ebrar. Bilirsin, söz ağızdan çıkarken elekten ya da süzgeçden geçirmek gerek. Bu benim için oldukça zor." dedim ve ardından derin bir nefes verdim. Kötü huyumu kabul ediyordum.

"Hiçbir şey söyleyememekten iyidir Hafsa abla."

Görmediği halde dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladım. On sekiz yaşlarında olgun bir genç kızdı. 'Ne yaşamış olabilirdi ki?'
sorusu aklımdan geçmedi değil. Tam Ammar'ın kardeşiydi.

İkimizde sustuğumuzda uzun bir sessizlik oldu. Kaç dakika sürdü bilmiyorum. Ama rahatsız etmiyor ve germiyordu.

Sonunda yine dayanamayıp konuştum. Ama konuşmak zorundaydım. Beni bir bilinmeze götürüyordu. Bir evim bile yoktu ya hani..

"Beni nereye götürüyorsun Ammar?" Çok mu samimi bir cümleydi? Gerçi bu umrum dışı bir düşünce. Değer verdiğim bir insan değil, okuldan bir arkadaşım gibi rahat olacaktım ona karşı.

Dikiz aynasından gözlerimiz çakıştı. Denk gelmiş olamazdı. Bilerek bakmıştı. Nedense bakacağını hissetmiş gibi bende bakmıştım. Bakışları onun huyuydu. Böyle keskin baktığını bilseydi hiç kimseye böyle bakmazdı. Her göz göze gelmemize hayret ediyordum. Zaten yüzüme bakmıyordu, baktığında da sinirimi bozuyordu.

Bakmak.... Birkaç kıta bakmak şiiri yazabilirdim herhalde. Kaç defa telaffuz etmişti iç sesim? Gözleri beni böyle bir döngüye itmemeliydi.

"Eve." Kaşlarım çatıldı. Hırsla öne atıldım. Şimdi biraz daha yakındı.

"Beni o eve götüremezsin!" Ebrar cama doğru sinmişti. Yutkunup sakin olmaya çalıştım.

"O eve gitmek bu kadar mı sinirini bozuyor?"

"Akrabalarını görmek sinirimi bozuyor. Ayrıca zaten seni görmek başlı başına sinirlerimi bozuyor!" İçimde ergenliğe yeni girmiş bir delikanlının narsist öfkesiyle karşı çıkan bir ateş vardı. Şimdi.

"İyi." dedi dümdüz sesiyle. "Kafayı tırlat o zaman."

Hah! Böyle umursamaz ve sakin konuşması da o ateşi harlıyordu.

"Yanında olduğum sürece sana benzeyeceğim işte, o olacak." dedim.

"Teklifinizi olumsuz etkiliyorsun. Senin yüzünden işiniz yavaşlayacak Ammar."

"Anladık. Kabul etmeme bahaneni bulmaya çalışıyorsun." Üst dudağım sol tarafa çekilirken kınayıcı bakışlarımı attım. Görmedi tabi.

"Kabul etmeyeceğimi kim söyledi?" Burnundan sesli bir nefes verdiğinde alaycı bir gülüş sunmuştu sanırım.

Bir şey diyecek gibi olan ifadesi bir anda bozuldu ve hiçbir şey söylemeyip sustu.

"Ebrar?"

"Efendim Hafsa abla?"

"Ağabeyine söyler misin, eğer beni o eve götürecekse kenara çeksin. Yine muhatap olmama tavırlarını takındı da sanırım." Ebrar kıkırdayıp başını arkaya çevirdiğinde yüz yüzeydik.

"Teyzemlere gitmiyorsun merak etme Hafsa abla. Lojman hazır olana kadar birkaç gün abimin evinde kalacaksın." nE!

"O daha kötü! Birilerinin evinde kalmak zorunda mıyım? Birazcık para verin birkaç günlük otelde kalayım." Ebrar gülerek önüne döndü.

"Çiçeğim arkadaki şahsiyete söyler misin, sızlanmasın. Ergen veletler gibi her şeye karşı gelmesin." Ebrar kahkaha attığında gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Dişlerimi birbirine sürttükten sonra düz bir ifade takındım. Arkama yaslanıp cama baktım.

Ona çiçeğim, bana şahsiyet. Tamam güzel kelimelere yükselmeye gerek yok da, şahsiyet ne ya.. Bu lafları yedireceğimiz günler de gelir elbet.

Ebrar onu duymamazlıktan gelerek,

"Beleşe evini açması, cebinden para çıkarmasından daha makul değil mi Hafsa abla?"

"Hmm. Evet haklısın."

Sırf demek istediği gibi, nazlı ve şımarık zengin kızı konumuna düşmemek için sustum. Onunla konuşmak için can atıyor gibi görünmek beni güçsüz gösterecekti. Ve bunu sevmiyordum.

Kararımı vermiştim zaten. Aslında İdris Amir sorduğunda cevabım belliydi. Bir sürü kuramayacağıma göre bir sürü bulacaktım. Evet tabi,, istediğim standartlara uymayacak kadar polislerdi. Fakat yine de bir sürü olarak makuldüler. Kafamda mülakatları kabul görmüştü bile. Polislerin üzerinde ne kadar hakimiyet kurabilirdim, işte orası bir muamma.

Araba durduğunda etrafa baktım. Müstakil bahçeli bir evdi.

Ebrar arkaya dönüp elinde salladığı anahtarı bana uzattı. Anahtarı elinden aldığımda, "Ben okula gidiyorum. Okul dönüşü yanına uğrarım inşaAllah." diyip tatlı tatlı güldü.

Bunlar ayrı evlerde mi yaşıyordu ki acaba? Dudaklarımı büzüştürerek arabadan indim. Bahçeden girip evin kapısına yaklaşana kadar araba durdu. Girişi saksıda güzel çiçeklerle süslenmişti. Kapının üstünde minik bir çatı ve çatıya bağlı dekoratif avizeli sensörlü ışık vardı. Girişi ve dış cepheyi incelerken arabanın motor sesi geldi. Kapının önünde durup anahtarı takıp çevirdiğimde araba tozunu alıp gitmişti.

Açıkçası bu küçük iki katlı müstakil ev, gezilerdeki bungalov otellerine benziyordu. Tarzı öyleydi. Tahtadan değil, betondandı tabi. İçeri girdiğimde küçük bir hol karşıladı beni. Portmantonun yanında terlikleri görünce ayakkabılarımı çıkarıp kapının yanına koydum. Üzerimdeki montumu da çıkarıp astıktan sonra artık salona yürüyebilmiştim. Gerçekten ona ait bir ev miydi, yoksa pansiyon olarak kaldığı bir yer mi? Pek anlayamadım, ama düşünmek isteyen de yoktu zaten. Genel olarak ahşabın hakim olduğu eşyalar, gri duvarlar ve modernden uzak eski ambiyansı verilmiş yeni eşyalar vardı. Eşyaların birbiriyle uyumu şık bir salon görüntüsünü gözlerimin önüne sermişti. Tarz benim tarzım değildi fakat tarzımı bu tarz olarak değiştirebilirdim.

Başımı iki yana sallayıp kendime geldikten sonra etrafa sanki hiç görmemiş bakışlar atmayı kestim. Çok daha büyük evlerde kalmıştım ve incelemiştim. Okul yıllarında arkadaşımın evinde ve tabi evde düzenlenen kulüp partilerinde. Bunun dışında standart bir dairede büyüyen bir kızdım. Şimdi o daire de yoktu.

Kafamı geriye atıp omuzlarımı sıkıştırırken rahatlamak adına bağırarak kendimi yumuşak koltuğa bıraktım. Bağırmak garip bir şekilde beni rahatlatıyordu. Kendimi koltukta bulduğum an bütün vücudumun gevşeyerek rahatladığını hissettim. "Ama şimdi burası var. Birkaç günlük olsa bile.."

Tatlı bir gülümseme yüzüme yerleşirken sarhoş gibi kıkırdadım. Vücudumun aldığı rahatlama hissiyle huzurluydum. Bedenimin ne kadar yorgun ve kırgın olduğundan aklımın haberi var mıydı acaba? Bazen çok karakterli bir insan gibi hissediyordum. Ammar'ı gördükçe ve bu işlere iyice dahil oldukça yavaştan akıl hastanesine tıkmasalardı iyiydi. Herneyse alınacak bir intikamım vardı. Canımı yaktıkları kadar canları yansın istiyordum. Hatta 'can' yaktıkları kadar.. Acımasızca beni vuran adamın, karnımda hala ince bir sızlama gibi hissettiğim yaranın acısını misliyle çeksin istiyordum. Ve bunu öyle çok istiyordum ki, hayatımı bir aksiyona çevirmek umrumda değildi.

.......

Yüksek ve tiz bir sesle, sıçrayarak yerimden fırladım. Gözlerim uyku sersemliği haliyle zor açılıyordu. Daha demin fırladığım koltuğu görünce nerede olduğumu algılamak birkaç saniyemi aldı. Dağılmış saçlarımı geriye taradıktan sonra kısılmış gözlerimle kollarımı açıp gerilirken tekrar kulağımda aynı ses yankılanınca oflamadan edemedim. Güzel olmamak beni üzmezdi ama, gerilirken suratımın büründüğü o buruşmuş ifadeyi kimsenin görmemesini isterdim.

Hole doğru hızlıca yürüyüp kapıyı açtım. Ah' dürbünden bakmam gerekirdi!

"Hafsa abla! Bir şey oldu sandım!.." Ebrar elini kalbine yaslamış derin derin soluklanırken hayretle ona baktım. Bu halde görmek şaşırtmıştı. Kaşlarım havalandı. Dudaklarımı birbirine bastırırken gülümsemeye çalıştım. Mahçup bir sesle, "Şey.." diye geveledim.

Önüme düşen perçemi kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Kusura bakma."

Kulağımın arkasını kaşırken göz bebeklerim her bir yeri inceledi. "Uyuyakalmışımda."

Ayakkabılarını çıkardığında geri çekildim. Gülerek içeri girdi ve kapıyı kapattı.

"Sorun değil. Endişelendim sadece. Beş altı kere bastım zile çünkü." Gözlerim şok dalgasıyla açıldığında kahkaha attı. Beş altı kere mi! Birinin evinde böylesi bir uykuyla uyuyacak hale düşmüş müydüm!

Düşmüştüm, evet.

Banyo olduğunu düşündüğüm yere girip ıslak ellerini kurulayarak çıktı. Onu takip edip salona girdim. Az önce huzurla yayılarak uyuduğum koltuğa bıraktı kendini. Kollarımı birbirine bağlayıp kalçamı koltuğun başlığına yasladım.

"Umarım abini aramamışsındır." Başını bana çevirdi.

"Son çaldığım zile bakmasaydın arayacaktım." Dudağımın bir kenarı kıvrıldı. Tatlı bir kızdı. Belki kendini çekingen görüyordu ama rahat ve cesura benziyordu. Ne de olsa ağabeyi polisti öyle değil mi.. Sadece içine gizlenen özgüvenini dışarı çıkarmak gerekiyordu.

Kaşlarımı kaldırıp "Bana anlatacak mısın?" dedim.

"Neyi"

"Her şeyi?"

"Senin hakkında bir şey bilmiyorum. Sadece başın dertteymiş. Kafanın dikine giden manyağın tekiy-..miş-..sin." Sona doğru sesi alçalmış ve neredeyse yok olmuştu. Ne dediğini farkettiği için hecelere bölmüştü. Hayret dolu bakışlarla baktım. Ağzım açıldı.

"Niye durdun? Devam et lütfen." dedim elimi sallayarak. Pot kırmış donuk ifadesiyle bakakaldı. Birden sahte gülüşle dişlerini gösterip "Detaylara girmesem iyi olur." dedi.

"Gerçekten benden böyle mi bahsediyor?"

"Kesinlikle öyle değilsin."

"Yani benden gerçekten böyle bahsediyor!"

"Bu, öyle olduğun anlamına gelmez, değil mi?" Kıvırmaya çalışan Ebrar'a bakmadım. Gözlerim kısılmış ve üst dudağım memnuniyetsiz bir edayla kıvrılmıştı. Burnumun kenarları da kırışmıştı. Şımarık bir çocuğun küsmesi gibi.

"Serseri kalas!"

"Kesinlikle öyle." Sinirli bakışlarımla odaklandığım yerden Ebrar'a döndüğümde, şirin bir gülüş sunarak bana baktığı için dayanamayıp güldüm. Başlıktan kalkıp diğer koltuğa oturdum.

"Boşver şimdi beni. Sen, ailen, bu ev, bunlardan bahset. Siz burada yaşamıyorsunuz anladığım kadarıyla."

"Hakkımızda sorduğun sorulara cevap vermemem gerekiyormuş. Kusura bakma Hafsa abla."

Mahçup sesi, 'keşke sormasaydım' dedirtti. Ellerimi bacaklarımın iki yanına yasladım.

"Sorun değil. Sadece merak ettim."

"Belki abim bir gün anlatır."

Derin bir iç çektim. "Belki."

İşte bu söylediği hayatımda duyduğum en güzel ama en mantıksız cümleydi. Aslında biraz gülesim gelmişti ama dudaklarımı birbirine bastırmayı tercih ettim.

Ammar'da farkedilen gizli bir hazine vardı. Her an bir şeyler sakladığını sadece ben görüyor olamazdım. Ve o içindekilere o kadar sadıktı ki, hiçbir açık vermeden öylece yaşıyordu. Ciddi, duygusuz ve can yakıcı.. herkesin ancak kıskandığı için haset edebileceği bir adamın içinde, bu üç şeyin kökten sebebi ne olabilirdi? Altında yatan gerçekleri? Bunu öğrenemeyecek olmak bir nebze üzmüştü beni.

Ammar.. Büründüğü kimlik ve duygular Ali'nin miydi? Öyleyse Ammar nasıl biriydi? Onlarla çalışırsam Ammar gerçekte kim bilebilir miydim? Aklını keşfetmek, sınırlarında dolaşmak isterdim. Fakat, bilemiyorum benden tiksindiğine gerçekten çok emindim. Aklıma dün gece geldikçe de bu düşüncem güçleniyordu. Barda gördüğüm o kısık ve soğuk bakışları gözümün önünde canlandı. Beni sürekli görmek ona eziyet olacak gibiydi. Ama dur, o zaten bana gözünün ucuyla bile bakmaya tenezzül etmiyordu. Herhalde bir sorun olmazdı.

....

Ebrar bilgi vermeden gideceğini söyleyip gitmişti. Neredeyse akşam olmuştu. Cama yaklaşıp gökyüzüne baktım. Maviye kızıl karışmış, koyu bir şafağa dönüşmüştü gökyüzü. Bahçe bakımsızlıktan göçmüş olsa bile kızıl ışığın vurduğu her yeri eski bir anı tazeliğinde serilmişti gözüme. Aklımda canlanmayan bir takım anılar vardı. Zorlamadım kendimi.

Kollarımı birbirine bağlayıp cam kenarında duvara yaslandım. Başımı da duvara yaslayıp camdan bakmaya devam ettim. Kızıl gidip gece gelene kadar böyle durabilirdim. Emniyet merkezine gitmem gerekiyordu. Oraya giderken beni burada ararlar ve bulamazlardı. Bulamayacağı için Ammar öfkelenir diye korkuyordum. Endişeden öfkelenmesi daha hoş gelse de, o ancak kızdığı için öfkelenirdi.

Ama banane ki?

Sanırım onu düşündükçe kendini kaybeden bir aptala dönüşüyordum. Bu iş bitene kadar kendime 'Sen Hafsa'sın kendine gel' hatırlatması yapacağım gibi görünüyordu.

Ammar'a karşı çıkabilirdim. Ve bana bir şey diyemezdi. Yelkenleri havada tutmaya ihtiyacım vardı sadece.

Histerik ve tatmin olmuş gülümsemem yüz ifademe yerleşti. Bu ifademi seviyordum. Cesur olduğumu hissettiriyordu. Ve biraz da gözükara. Koşar adım hole yürüdükten sonra montumu giydim. Ayakkabılarımı da giyip anahtarı unutmadan kapıyı çektim.

Gökyüzüne baktığımda yavaştan laciverti giyiniyordu. Umut dolu bir bakış daha sunduğumda gözlerimin parladığına emindim.

Şimdi bundan sonrası çok daha farklı olacaktı.

Saçlarımı bağlar gibi toplayıp kapşonun içine tıkdım. Süratle yürüyerek bahçeden çıktım. Bahçenin demir kapısını kapatacağım sıra ensemdeki dokunuşla ödüm patladı diyebilirim. Ama bunu belli etmeden hızla sağ elimi arkaya atıp eli yakaladığım gibi kendimle beraber kolu çevirdim. Şimdi ince kolu çevrilmiş bir biçimde önümde kıvranıyordu. Bir kadındı demek.. Hırsla gülerken eğildim. Önüne düşen saçlarından kavrayıp kafasını kaldırdım.

Gördüğüm görüntü-.. bi' dakika.

"Gülçin?" Burnundan nefes vererek güldüğünde dizime tekme atıp benden kurtuldu.

"Komiser demek istedin herhalde."

Burun kıvırarak güldüm. Omuzlarını ve dizlerini silkelemeye başladı. "Rütben benden yüksek değil. Ve ben de bir polis değilim."

Doğrulup yüzüme baktı. Kaşlarını kaldırıp dişlerinin arasından dilini gösterirken 'yav he' der gibi başını salladı.

"Ayrıca artık bana zarar vermesen mi? Benden başkasına gıkını çıkaramıyorsun zaten." dediğinde kısık bir kahkaha attım.

"Sen de sessizce gelip omzuma dokunmasaydın. Hakettin."

Kollarımı birbirine bağlayıp birkaç adım attıktan sonra "Hem,," dedim. Ona doğru döndüm. Arkamda öylece diyeceğim şeyi bekliyordu.

"Neden ikidir bana yeniliyorsun. Komisersin ya hani?" Garip bir şekilde onu kendime rakip bellemiştim. Halbuki rakip olmamız için aynı şartlara bile sahip değildik.

"Beklemediğim anda ani hareketler yapıyorsun." dedi.

"Ama ani hereketlere hazırlıklı olman gerekir." dedim sinir etmek için. Yüzünde sinirin aksine rahat bir ifade gördüğüm için ben sinirleniyordum.

"Kadınlar pek böyle hareketler yapmaz. Ama haklısın. Kimseye güvenmemem gerekirdi." İki adım atarak yanımda durdu.

"Bir gün ayarlayalım. Bakalım kim kimi yeniyormuş." Resmen bir rekabet ilan etmiştik şimdi. İkimiz de.

"Kız kavgası gibiyse ben yokum." dedim hayıflanarak. Güldü. Omzuma yumruk atıp önüme geçti.

"Kadın kadına bir dövüş olacak." Önüne dönüp yürümeye başladı. Dudağımın bir kenarı kıvrıldığında onu takip etmeye başladım. Beni almaya gelmişlerdi anlaşılan.

Ama hoşuma gitmişti, aramızda belirlediğimiz bu rekabet. Neyin rekabeti olduğunu bilmesem de..

Arabanın yanına vardığımızda eğilip içindekilere baktım. Ammar yoktu. Tanıdık biri de yoktu. Doğrulup binmemi bekleyen Gülçin'e baktım.

"Ammar gelmedi mi?" Gözleri kocaman açılırken ne dediğimi tekrar düşündüm. Ayağıyla dizimin arkasına tekme attığında dizimin his bağı çözülmüş gibi dizim kırıldı, düşmemek için arabaya tutundum. Kaşlarımı çatıp anlamsızca baktığımda birden aklıma geldi. Ali değil Ammar demiştim.

"Sen nereden biliyorsun?" diyerek sinirle üstüme geldiğinde kafamı dikleştirdim.

"Sana ne?" dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Dua et arabanın içinde demedin. Yoksa gün ayarlamaya gerek kalmazdı." Ali'nin Ammar olduğunu biliyordu. O zaman herkes biliyorsa Ali olmanın ne anlamı vardı. Gülçin'i hafifçe itip sert bir şekilde arabanın kapısını açtım. Evet Gülçin herkesti. En azından Ammar için öyle olmalıydı. Ne de olsa kadınlardan uzak duran oydu değil mi?

"Ne duruyorsun?" dediğimde göz devirip arabanın arkasından dolandı. Kapıyı kapattığımda yanıma binmişti.

.....

İdris Amir yazısına birkaç defa göz gezdirdim. Vereceğim cevaptan emindim. Ama içeri girmeyi düşünmek beni durduruyordu. Nedeniyse sanırım hayatımın bu noktadan sonrası için endişelenmemdi. Beş sene sonra nedense bugün endişelenesim gelmişti. İçimdeki hislerden olsa gerek her şeyin farklılaşacağını hissettiren, üzüntü ve heyecanın harmanlandığı tuhaf bir his vardı bundan sonrası için. Elim kapı kulbuna uzanırken nefesim düzensizdi. Gözlerimi sıkıca kapatıp ağzımdan derin bir nefes verdim. Kararlı duruşumla gözlerimi açıp kapıyı tıklattım. İçerden gelen sesle kapıyı açıp içeri girdim. Ammar yoktu bu defa. Emniyet merkezine girdiğimden beri onu görmemiştim.

İdris Amir eliyle masasının önündeki koltuğu gösterince gidip oturdum. Dudaklarımı ıslattıktan sonra birbirine bastırdım. İfademi bozmadan amire döndüm. Bana bakıyordu, benim konuşmamı bekliyor gibiydi.

"Konuşmayacak mısın?" dedim gülümseyerek. Dün pek bir istekli görünüyordu, benden vaz mı geçmişti yoksa?

"Ben sorumu dün sordum. Cevap verecek olan sensin Hafsa." dedi ciddi veya şakacı bir tavırla. Tam olarak nasıl baktığını anlamamıştım.

"Cevabım olumlu olursa sözünü tutacak mısın İdris amir?" Çok da büyük olmayan bir kahkaha attığında şaşkınlıkla baktım.

"Fena pazarlıkçısın." Başımı 'öyleyim' der gibi omzuma yatırıp kaldırdım.

"Elbette. Bizde bir söz hariç verilen her söz tutulur. Çay içip konuşuruz."

"Tutamayacağınız söz derken," dedim tereddütle. "Tam olarak nedir?"

Güldü. "Zamanla anlarsın." diyerek geçiştirdi.

Yine sessizlik olduğunda çenemi sıvazladıktan sonra söze atıldım. "Her ne kadar artık bundan sonra hayatımın değişeceğinden emin olsam da, evet. Teklifinizi kabul ediyorum." Başını salladı. Bu zaten beklediği bir şey gibi duruyordu.

"Fakat" dedim dikkatini çekerken, "Benim de şartlarım var." Kaşları havalandı. "Neymiş şartların?" Kendimden emin bir şekilde yerimde kıpırdadım.

"Öncelikle sorularımı cevapsız bırakmayacaksınız." Tepki vermeden dinleyemeye devam etti. "Sonra kalacak bir yer, biraz maaş ve bir de,,"

Başka ne vardı ya.. Unutacak zamandı sanki. Bir de,,

Heh!

"Evet, bir de cep telefonu. Ne de olsa aç ve açıktayım öyle değil mi?" Fakirliğimi ilan etmiştim artık.

"En çok hoşuma giden de ne biliyor musun?" dedi. Beklentiyle baktım. İşaret parmağını bana doğrultup salladı. "Kendinden emin ve boyundan büyük cesaretin." dedi gülerek.

Şimdi iyi bir şey mi demek istemişti?

"Peki kabul, isteklerini sağlayacağız."

"Ali'yi benden uzak tutun." Kaşları çatıldı. Bunu dememde neden bu adam böyle sinirleniyordu..

"Ammar işini yeterince uzaktan yapıyor zaten öyle değil mi?"

"Evet." Lanet olmasın ki, evet. "Ama ben bir şekilde onu farkediyorum." Gür saçlarını avuç içiyle arkaya doğru taradı.

"Bu konu hakkında söz sahibi değilim." Tabii işin içinden bir şekilde çıkman gerek.

"Pekala sizinle çalışacağım. Ama bir sorum var."

"Çok, pis huylu bir müşterisin." Sırıttım. "Sor hadi sor." dediğinde soruma geçtim,

"Sizinle sadece masada konuşmayacağım öyle değil mi?"

"Açıkça söyle kızım. Ne demek istiyorsun." Bana neden kızım diyordu!

"Operasyonlara da katılmak istiyorum. Polis olmayabilirim ama," Yutkundum. "Teklifinizi ancak böyle kabul edebilirim. Onları yok etmek isteyen, sadece siz değilsiniz.." gözlerini kaçırdı. Hayretle baktım.

"Kabul etmeyecek misiniz? Beni bir suçlu olarak da sorguya alabilirdiniz!"

"Peki tamam, zorlu bir eğitimden geçeceksin. İkisini bir arada yürütebilecek misin?" Dudağımı dişlerimin arasına yuvarlayıp serbest bıraktım ve hevesle yüzüne döndüm.

"Yapabilirim."

Polislerle çalışmayı kabul etmiştim. Fakat onlara yardım etmek için değildi. Bir çete kurmalıydım, fakat bu benim için zor olandı. Bu çeteyi ise polisler seçmişti. Bana yardım etmek isteyen asıl onlardı. Bu ortamı çekip çevirecek olansa bendim.. Kötülerin saltanatı, artık yok olmalıydı. Ortadaki hayalet güçlerin, faaliyetlerini ortaya çıkarmak artık şart olmuştu. Bu şu andan itibaren öyleydi.

****

Selamun aleyküm. Sanırım bu kitaptaki ilk konuşmam olacak. Bölüm araları fevkalade uzun olsa bile okunma sayısının yavaş artışı beni mutlu ediyor. Demek ki diyorum, sürekli yazsam çok kişi tarafından okunacak. Maalesef ki, sürekli yazacak kadar vakit ayıramıyorum. Ama heyecanlanıyorum, durup dururken aklıma gelen aksiyon, romantik ve sinirsel olaylar ve anlar geldikçe.. inşaAllah severek okuyorsunuzdur. Yazım yanlışları oluyorsa da dijital olduğu için ilhamın estiği rüzgarla aklımızdan kaçmasın diye durmadan yazıyoruz. Bu sebeple yazım yanlışlarından dolayı çoğu yazar sorun yaşıyordur diye düşünüyorum. Kusuruma bakmayın :)

Evet bölümde Ammar fazla yoktu. Ama bundan sonra resmen... başlıyoruz inşaAllah ♥️

Continue Reading

You'll Also Like

142K 12.3K 22
Her insan hata yapabilir. Ancak bir peri böyle bir ayrıcalığa sahip midir? Anikanos bu soruyu düşünmüyordu elbette. Sıkıcı mitoloji ve felsefe dersl...
40.6K 2K 45
Siyaha aşıktı kadın, bu yüzden tüm renkleri siyaha boyadı... •Yazdıklarımın hepsi şahsıma aittir. İzinsiz herhangi bir yerde paylaşılırsa hakkında ya...
52.2K 2.8K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
3.2M 222K 64
On yıl boyunca ölü bir adama âşık olmak... Hiçbir karşılık beklemeden, yalnızca toprağını öpmek... Ona en çok ihtiyacın olduğu anda mezarına sarılmak...