ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.7M 93K 96.5K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL
39.Bölüm: ARZULU ARAF
40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM
*AYDINLANMA METNİ*
41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ
49. Bölüm: DEJAVU

22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT

30.6K 1.6K 1.6K
By maysamellia

Herkese selamm! Evet, uzun bir müddet oldu görüşmeyeli fakat kitapta ufak düzenlemeler yaptım. Bu yüzden bölüm biraz gecikti.

Kusura bakmayın lütfen🙏🏻

Sizlerin yorumlarını özledimm.
Ve tabii ki geç yazmamın telafisi olarak heyecanlanacağınız sahneler de ekledim:)

Göz emojimizi şuraya bırakalımm👉

Keyifli Okumalar💙

İlk sahneyi medyaya eklediğim müzikle okumanızı tavsiye ederim.

Bazı şeyleri kabul etmek toprağın altına girmek gibidir. Sen karanlığın altında ezilip sadece kendi nefesini solurken senin dışındakiler konumunun farkında bile değildir. Ayaklarının altındasındır, seni ezen ve gömen onlardır.

Şu an duymaktan korktuğum gerçek toprağın altında ezilecekmişim hissi veriyordu bana. Nefesim kesiliyor, yeryüzü bana dar geliyordu. Aldığım soluk, ciğerlerimi beslemiyordu.

"Arabaya binelim Ezgi."

Yavuz, oturduğu yerden aniden ayaklanmış, arkasını bana dönerek diğer kayaya adım atmıştı ki onu kolundan tutup bana dönmesini sağladım. Bakışlarını bana çevirdiğinde yeşillerini yine hırs bürümüştü.

"Gökçe'ye ne oldu Yavuz?"

Sesim kayalara çarpan hırçın dalgaların sesini bastırmıştı.

Bakışlarını gözlerime sabitledi. Yeşillerinde bu sefer otorite vardı.

"Gidelim."

Ne olduğunu anlamadan hızla elime uzanıp kayaların üzerinde beni de peşinden ilerletmeye başlamıştı. Kaldırıma çıkan yüksekliğe geldiğimizde seri bir hareketle tutunduğu duvardan kendini yukarı çekip elini bana uzatmıştı. Ellerim elleriyle buluştuğunda avuçlarındaki sıcaklık bedenimde elektrik etkisi yaratırken zorlanmayarak beni yukarı çekti. Bu etkiye anlam veremeyerek kaşlarım çatılmıştı.

Yanlışlıkla ayağına bastığımda gövdesine çarpmıştım ve başı bana eğik olduğu için burnu burnuma değmişti. O an gözlerini gözlerimle buluşturduğunda ayağına basmama rağmen yüzünde herhangi bir tepki belirmemişti. Bu sefer yeşillerindeki bakış derinleşirken ayağının üzerindeki ayağımı hızla geriye atıp aramızdaki mesafeyi uzattım.

Arabaya yönelirken kısa bir an kaşlarını çatıp başını hafifçe sağa sola salladığını fark etmiştim. Hızla arabanın kapısını açtığında benden önce sürücü koltuğuna yerleşmişti. Biner binmez ısıtıcıyı açtığında ne kadar belli etmeyip kendini alıştırmaya çalışsa da üşüdüğünü anlamıştım.

Çatık kaşlarının altındaki gözlerinde tekrar gizemli bakışları belirmiş, yola odaklanmıştı. Kalbimi saran korku ağı birbirine dolanmış, kalbim attıkça bu ağ daha da kuvvetlenmeye başlamıştı.

"Nereye gidiyoruz Yavuz?"

"Evine gidiyoruz." Bakışlarını yoldan ayırmamıştı. Yüzünde bastırmaya çalıştığı bir sinir vardı ve bu onu daha da geriyordu, belliydi.

"Gökçe'ye ne oldu?" kalbime sarılı olan ağ bu sefer alev almaya başlıyor ve göğsüme karanlık bir sıcaklık yayılıyordu. Yaşlarım göz pınarlarıma hücum etmişti. Sesimin titremesine engel olamamıştım.

Derin bir nefes alıp yavaşça verirken hâlâ çatık kaşları düzelmemiş, gözleri daha da kısılmıştı.

"Yavuz, cevap versene!" Onunla göz teması kurabilmek için eğildim. "Yoksa..." titreyen sesime dudaklarım da eşlik etmiş, gözlerime dolan sıcak yaşlar akmamak için direnmeye başlamıştı.

Yutkunup bakışlarını bana çevirdiğinde tekrardan derin bir nefes aldı.

"Seni evine bırakacağım Ezgi."

Avuçlarımı sinirle yüzümde gezdirdim. "Yavuz, Gökçe'ye..." sertçe yutkundum. "düşündüğüm şey mi oldu?"

Ondan bir cevap, bir tepki alabilmek adına gözlerimi yüzünün her zerresinde gezdiriyordum. Usulca başını olumlu anlamda salladığında ben o toprağın altına girmiştim.

Ben bu yeryüzünün üzerinde bir mezara girmiştim...

Kurtulmak istiyordu, onu kurtarmıştım. Kalbine ağırlık veren her neyse ondan arındırmaya çalışmıştım yüreğini. "Artık özgür olmak istiyorum." demişti. Ruhu özgür bir kuş gibi kanatlanıp terk etmişti bedenini. Ama Gökçe bunu mu istemişti? Özgürce yaşamaktan bahsetmişti.

Yaşamaktan bahsetmişti, ölmekten değil.

Önce sağ gözümden süzülen gözyaşı geçtiği yanağımı yakarken sonrasında sol gözümden süzülen yaş yerini aratmayarak sol yanağımı yakmıştı. Artık direnmiyordum. Artık durdurmaya çalışmıyordum. Bu yaşlara kendimi teslim etmiştim.

"Olması gerekeni yapacak kişi sen olmadığın hâlde, sen yaptın." demişti. "Beni yalnız bırakmadın."

Yalnız kalan ben olmuştum...

Titrek nefesim yanan ciğerime kesik kesik inerken teslim olduğum yaşlar yüzümü ele geçirmişti.

"Lanet insan her fırsatı değerlendiriyor."

Yaşadığım yıkımın yüzüme yansıdığı mimiklerin tam tersine dudaklarımdan firar eden kahkaha Yavuz'un sorgulayıcı bakışlarını yüzüme çekmişti.

"İnsan mı?" bakışlarım benden bağımsız hareket ediyor, nerede sabitleneceklerini bilmiyorlardı. Sertçe bir nefes daha aldığımda bu sefer onlara hükmedip gözlerimi Yavuz'un yeşillerinde sabitledim. Akan yaşlarım yüzümde ıslak bir yol bırakırken yüzüm attığım kahkaha sonrası mimiksizleşmiş, kaşlarım çatılmıştı. Gözüme inen kinin perdesi açılırken dudaklarımı araladım.

"İnsanlık bunun neresinde?" durdum. Bu sefer gözlerini kısan taraf bendim. "Yavuz."

Sorgulayıcı bakışlarını bu sefer hüznün derinliği kaplamıştı. Gözleri kısa bir an yanağımı ıslatan yaşlarda gezindikten sonra yerini saran hırsla bakışlarını yola çevirdi.

"Evet, insan olamayacak kadar merhametsiz. Ama ne kadar insan olabilecekse o kadar insan."

Ben de kaldığı gecenin sabahı "Yıllardan sonra ilk defa rahat uyudum." demişti. O gece; özgür hissederek rahat uyuduğu son geceydi...

Ve o geceden sonra ölümün soğuk yatağında sonsuza dek uykuya dalmıştı...

Ellerimi acıya teslim olmanın acizliğiyle yüzüme kapattım. Dirseklerimi bacağıma dayayıp başımı eğdiğimde yüzüme kapalı olan ellerim arasından bir hıçkırık firar etmişti. Son anları ve son sözleri aklımda yankılanıyordu. Bunu engellemeye çalışmak beni güçsüz düşürmüş omuzlarım akan yaşlarıma eşlik ederek sarsılmaya başlamıştı. Salık saçlarım sanki şefkat gösterircesine omuzlarımın çevresini örtmüştü. Kendimi durduramıyordum. Ne yaşlarımı ne de hıçkırıklarımı...

Artık bu ateşten ağa sarılmış kalbimin durmasını istiyordum.

"Keşke hepsinden önce ben ölseydim."

Yüzüme örtülü olan ellerimin arasından kaçan hıçkırık sesi boğuk çıkmış, yaşlarım bileklerimden süzülmeye başlamıştı.

"Allah'ın cezası!" yüzüme örtülü olan ellerimin arasından tekrar boğuk çıkan haykırışım arabada yankılanmıştı.

Yüzümü örtüyordum. Sanki gözlerimi kapatıp yüzümü örterken olan feryadım bana kâbustaymışım gibi hissettirecek ve ellerimi yüzümden çekip gözlerimi araladığımda yaşadığım kâbustan uyanacaktım.

Evet, en başından beri yaşadıklarım bir kâbustu. Bunlar bir kâbustu. Yaşlarım tükeninceye kadar ağladıktan sonra ellerimi yüzümden ayıracak ve bunların hiçbirinin gerçek olmadığı bir dünyaya uyanacaktım.

"Ne olur..." hıçkırıklarımın müsaade ettiği kadar kesik bir nefes çektim ellerimin arasındaki boşluktan. "Ne olur bunlar bir kâbus olsun..."

Sol omuzumu örten saçlarımın havalandığını hissettikten sonra omuzumda hissettiğim el beni hafifçe sarsmıştı.

"Ezgi..."

Hayır, bu ses haddinden fazla şefkat içeriyordu ve Yavuz'un gerçek olmamasını diledim. Yüzümde olan avuçlarım konumunu korurken sertçe başımı sağa sola salladım.

"Hayır Yavuz, sen de gerçek olma." Başımı öne doğru daha da eğerken devam ettim. "Sen de kâbusumun bir parçasısın."

Omuzumda olan elin sıcak varlığı geçmezken tekrar şefkat barındıran o sesi duydum.

"Gözlerime bak Ezgi..."

Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak bir karanlık...

İnsana yapışan ve daraltan bir karanlık. Ucu bucağı olmayan...

"Hayır, Yavuz. Yüzleştiğim gerçekler bir kâbus ve benim yüzleşecek gücüm kalmadı."

Sol tarafıma düşen saç, sıcak parmakları tarafından kulağımın arkasına yerleşirken bu sefer sesini daha da yakında hissettim.

"Ben senin kâbusun kadar gerçeğim Ezgi."

Sol tarafımda hissettiğim sıcaklık benden uzaklaşırken geriye kalan bir sessizlik oldu. Kendimi hapsetmeye çalıştığım karanlık artık benimle baş başaydı.

Sessizlik...

Aralık dudaklarımdan çıkan kesik nefes karanlıktaki ses olurken buna yan tarafımda hissettiğim kapı sesi eşlik etmişti. Sessiz karanlığım sağımdaki kapının açılıp kolumun çekilmesiyle son bulmuştu.

Ayaklarımı yere sabitlemeye çalışırken yaştan buğulanan gözlerimin tek gördüğü şey gerçek olmasını dilemediğim o yeşil gözlerdi.

Dengemi kurmaya çalışırken elleriyle iki kolumu da kavramıştı. Başını eğip gözlerini gözlerime sabitlediğinde pınarlarımdaki yaşı yanağıma def etmek için sertçe gözlerimi kırptım. Yaşlarım yanaklarımda süzülürken bu sefer yüzümün önünde duran yeşiller daha da netleşmişti.

"Ezgi..."

"Bana sakın 'Geçecek' deme Yavuz. Sakın 'Geçecek' deme!" derin bir nefes aldığımda şefkate bürünmüş gözleri hâlâ yaş dolan gözlerimdeydi. Bakışlarımı sağa çevirdiğimde evimin önünde olduğumuzu daha yeni fark etmiştim.

"Geçmiyor. Kabuk bağlayan yarama yeni bir darbe atıyor bu şerefsiz!" sesim boş avluda yankılanmıştı ve kimin duyduğu umurumda değildi. Yumruk yaptığım sağ elimi göğsüne vurduğumda kolumu kavrayan ellerini gevşetmemişti.

"Ve ben hiçbir şey yapamıyorum!" omuzuna ikinci darbeyi vurduğumda bu sefer kollarımı daha da sıkı kavrayıp beni dengede tutmaya çalıştı. "Ve... O piçle karşılaşmadan önce onların son anlarını gören kişi benim..." işaret parmağımı şakağıma dayadım. "O anıların hepsi buraya kazılıyor. Onların ölümleriyle..."

"Hatırlamak istemediklerin bile her an gözünün önüne geliyor." Derin bakışları gözlerimdeyken sesi beni bastıracak yükseklikte değildi.

Dudaklarımın arasından lanet bir hıçkırık daha çıktığında elimi tekrar aynı noktaya vurdum.

"Hem de her an... Her saniye. Zihnimdeki anılar kalbime acı veriyor. Bu bilinmezlik beni ilmek ilmek yok ediyor. Çaresizim Yavuz."

Yeşillerinin çevresi kızarmaya başlarken sertçe yutkundu. "Ve geçmeyecek... Yaşadıkların geçmeyecek."

"Evet, geçmiyor! Ne yapsam da geçmiyor. Gülümsesem bile gülümsediğim âna küfrediyorum sonrasında. Yeni bir dala tutunmak istesem de öyle bir araftayım ki ne tarafa gitsem yine araf geliyor bana." Akan yaşlarıma aldırmadan gözlerinin içine bakıyordum.

"Ölümü dileyecek kadar çaresizim."

Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapattığında tekrar yutkunup kollarımda olan parmaklarını gevşetti. Yeşillerini saran kızarıklık daha da artarken başını yavaşça bana eğip alnını alnıma yasladı.

Ağlamaktan hâlâ titreyen bedenim başımı da titretiyordu. Yeşillerini göz kapaklarıyla örtüp ellerini yüzüme yerleştirirken burnunu burnuma değdirdi.

"Kabullen..." kısık sesinden çıkan nefes yüzüme çarpmıştı. "Geçmiyor, biliyorum Ezgi. Geçmiyor..."

Derin bir nefes aldığında nefesim nefesine karışmıştı. "O kadar zor ki..." göz kapaklarıma gözlerime örttüğümde yanağıma bir yaş daha süzülmüştü. Gözlerimi açmamayı tercih ettim.

"Lütfen..." daha da kısık söylemişti bu sözü. Sadece ikimizin duyabileceği kadar hem de.

Pozisyonumuzu bozmadan kısa bir an durduktan sonra kısık sesine nazaran biraz daha yüksek sesle konuştu.

"Tek çaren kabullenmek. Çünkü kabullendiğinde bu kadar acı vermiyor. Sen onu kabullenmedikçe daha da ağır geliyor. Kabullendiğinde artık senin bir parçan oluyor bu acı."

"İnan artık hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüz düştüm Yavuz. Kabullenecek kadar bile. Çünkü sığınacak hiçbir omuzum kalmadı."

Titreyen dudaklarıma göz yaşımın tuzlu tadı gelirken yüzümde olan elleri gevşeyip bir anda başımı göğsüne yaslamıştı. Bir elini başımın üzerine koyarken bir kolu da gövdemi sararken nahif bir ses tonuyla konuştu.

"Ne zaman istersen bu omuza sığınabilirsin Ezgi."

Yüzümü saran göz yaşı paltosunu ıslatmıştı. Kalbimin yangınına bu avluda bir su serpilirken boşta kalan ellerimi beline sardım.

"Teşekkür ederim, Yavuz." Titrek sesimin minnettar tınısı kollarının arasında boğuk çıkmıştı. "Teşekkür ederim..."

&

Kalbine yayılan ince sızı ona derin bir acı hissettirmişti. Böyle olmamalıydı. Ne o, ne de Ezgi bu hâlde olmamalıydı. Ne kadar kendini durdurmaya çalışsa da başaramadı. Ezgi'nin çaresiz teslimiyeti onu derinden etkilerken tepkisiz kalmayı tercih etmedi. Hüznün yağmuruyla ıslanmış yüzü ellerinin arasındayken kapatmıştı gözlerini. Kalbinin en ıssız köşesinden bir nida dökülürken dudaklarına yalvarmıştı ona...

"Lütfen..." demişti. "Lütfen, kabullen..." kalbinin ıssız köşesinde yer etmeye başlayan kadının bu hâli yüreğindeki tahtı aleve verse de onun bilinmezlikte çektiği acı o tahtta ikisine de acı vermişti. İlk defa bu kadar derinden hissedebiliyordu. İlk defa bedenine hükmedememişti. Kızaran gözlerini saklamak istemişti, belki de becerememişti.

Yüzü elleri arasında olan kadının keder kokan nefesini içine çektiğinde o nefesi ciğerlerinden çıkarmak istemedi. Dayanamayıp başını göğsüne yasladığında paltosunu ıslatan yaşların toprağının kendi kalbi olmasını isterdi. O yaşları sonsuza dek kalbine gömmeyi...

O Şair'i bulacaktı. Sadece görevi olduğu için değil. Kendine de acı çektirdiği için... O lanet insanı def edecekti masum insanların ruhlarından. Bu kadar basit olmamalıydı. Bir can, bu kadar kolay teslim olmamalıydı ölümün kollarına.

Direksiyonda tek eline hakimiyeti devrederken diğer eliyle yan koltukta çalan telefonuna uzandı. Arayan kişi Aslan'dı.

"Yoldayım, geliyorum adrese." demişti. Hırsın gölgeleri yeşillerini sararken telefonu kapatıp, gözlerini yola sabitledi.

Bir delil bulmayı umut ediyordu. Bu sefer Şair'in ince zekasının sekteye uğramasını diliyordu.

Gökyüzünün griliği ormanı örterken ıslak toprakta arabasının tekerlekleri iz bırakarak yavaşça ilerlemişti.

Arabasından indiğinde esen sert rüzgar saçlarını dağıtmıştı. Rüzgar haki kazağından gövdesini sıyırınca siyah kaşe ceketinin düğmelerini ilikledikten sonra cebinden çıkardığı eldiveni ellerine geçirip galoşları da botlarına geçirerek sarı şeritlerin arasından kıvrak bir hareketle geçti.

"Selam."

"Hoş geldin Yavuz."

Yavuz, Aslan'ın cümlesi karşısında kısık bakışlarını etrafta gezdirerek başıyla tekrardan selam verdi. Adımlarını cesedin olduğu tarafa doğru yönlendirirken Aslan'da yanında yürümeye başlamıştı.

"Aynı pozisyon, aynı cins ölüm şekli ve aynı teknik."

Morarmaya başlamış olan cesedin elleri tıpkı diğerleri gibi göğsünün üzerinde birleştirilmişti. Çenesinde kenarında kurumuş kan bulunuyordu. Bedeni özenle yere serilmiş, bacakları birbirine paralel bir şekilde uzatılmıştı. Bir gece önce öldürüldüğü düşünülen kuvvetli yağan yağmurdan kaynaklı yüzünde pek de kan bulunmuyordu. Ve bir önceki cinayette olan detay; gözler yoktu...

"Gökçe Gür. 23 yaşında genç bir kadın. Kimlik bilgilerinden arattırdığımız bilgilere göre Sosyoloji öğrencisi. Ki zaten birkaç gün önce sen de ben de tanışmıştık Gökçe ile. Emniyete sen getirmiştin."

Yavuz cesedin başında ellerini cebine koymuş kısık bakışlarını maktülün üzerine sabitlemişken başını olumlu anlamda salladı. "Evet... O gece onu gördüğüm son geceydi."

Aslan kızarmış gözlerini kırptıktan sonra ellerini göğsünde birleştirdi. "Ekrem denilen adam elimizde olduğuna göre Şair o değil. Gökhan Namlı'da aynı şekilde."

Yavuz, herhangi bir tepki vermezken donuk bakışlarını Aslan'ın gözlerine kaldırdı. "Ceset nasıl bulunmuş?"

"Bir adam bulmuş."

Yavuz duyduğu cevap karşısında kaşlarını çatmıştı. "Bu havada birisinin bu ormanda dolaşması sence normal mi?"

"Hayır değil tabii ki fakat tam olarak bir adam buldu da diyemeyiz. Bulunduğumuz konumdan yaklaşık altı yüz metre ötede bir kulübede köpeğiyle yaşayan bir adam var. Adam sobası için çalı toplamak amacıyla köpeğiyle beraber ormana girdiğinde bu taraflara doğru yürümüş fakat kendisi bir şey fark etmemiş. Köpeği ısrarla bu tarafa doğru yürüyüp havlayınca bir cesetle karşılaşmış. Ve haliyle normal bir manzara olmadığı için herhangi bir müdahalede bulunmayıp direkt polisi aramış."

"Saat kaç civarında bulmuş cesedi?"

Aslan gövdesine sarılı olan kollarını çözüp arka cebine yerleştirdikten sonra derin bir nefes alarak devam etti.

"Tam saati hatırlamıyor ama kulübesinden çıktığı saat sabah on bir sularıymış. Zaten cesedi bulmasının kulübesinden çıktıktan sonra çok da uzun bir müddet geçmeden bulduğunu söyledi. Araması bize düştüğünde saat on bir buçuk civarıymış."

Bu sefer Yavuz kollarını göğsünde birleştirmişti. "Peki ya şiir?"

Baş komiser Aslan, yan tarafta bulunan beyaz tulumlu bir memura seslendi. "Ali!" Adam yerdeki bot izlerini inceliyordu. Yanında delillerin toplandığı bir kutu bulunuyordu. Başını kaldırdığında Aslan konuşmasını sürdürdü. "Şiir'i getirebilir misin?"

Adam yanındaki kutudan şeffaf poşete sarılı kağıdı özenle çıkarıp Aslan'ın yanına geldi.

"Buyurun."

Aslan kendisine uzatılan şeffaf poşete konulmuş şiire uzanırken teşekkür etti. Olay yeri inceleme memuru Ali yanlarından uzaklaşırken Aslan elindeki şiiri Yavuz'a uzattı.

Yavuz elindeki şiiri incelerken önünden geçen beyaz tulumlu memura yol verdikten sonra flaş seslerinin yankılandığı ortamdan uzaklaşmaya başladı. Aslan'da aynı şekilde yanında ilerliyordu.

Eserimin en güzel ilhamıydın sen.
Ruhun bileklerinden süzülüp sırlarından arınırken,
Sonradan itiraf etmek de silmemişti o sırları.
Hapis olmuşlardı bir kere, yok ettim onları...

Yüreğimdeki ilham gözlerini ararken
Tek değişmeyen şeyi saklayacaktım kendime .
Eserim kendi dilimle tamamlanırken
Onlar bilecekler yaşadığını neremde...

Bu sefer iki kıtalık bir şiir yazmıştı. Yavuz bir kere daha şiirde göz gezdirdikten sonra bakışlarını elindeki kağıttan ayırmadan konuştu.

"Gökçe'nin daha öncesinde tacize uğrayıp bunu sakladığını biliyordu. Sonradan itiraf ettiğini de..."

Aslan anlamaz bakışlarını Yavuz'un yüzünde gezdirirken Yavuz tekrardan konuşmaya başladı. " 'Sonradan itiraf etmek de silmemişti o sırları," diyor. Gökçe'nin sırrını bir yerde öğrendi diyelim; sonrasında itiraf ettiğini nereden biliyor?"

Aslan seyrek sakallarını kaşırken düşüncelere dalmış gözüküyordu. "Aslında öğrenmesi için de itiraf etmesi gerekiyor. Belki bunu kast etmiştir."

Dedektif Yavuz, tek kaşını havaya kaldırıp bakışlarını Aslan'a çevirdi. "Fark ettiysen 'Sonradan' itiraf etmekten bahsediyor. Kimse başka bir kişiye sırrını söylemezse o sır bilinmez zaten. Bu kişi sırlarını saklamaya çalışanları hedef alıyor. İlkinde duymuş fakat itiraf ettiğini fark etmiş ama bu Şair'in gözünde av olmasını değiştirmemiş şiire göre."

Baş Komiser Aslan bakışlarını düşünceli bir şekilde yere indirirken seyrek sakallarında olan elini cebine soktu. Dudaklarını aşağı kıvırdıktan sonra konuşmaya başladı. "Doğru diyorsun, dostum. Bize geldiğini fark etmiş olmalı."

"Arkadaşı olan Ezgi'ye anlattığını..." Yavuz'un kısık gözleri dudaklarından dökülen bu cümleden sonra aralandı. Evet, bu durumu Ezgi ile paylaşırken Şair duymuş olmalıydı ve Ezgi de sonrasında bunu kendisine iletip yardım isteğinde bulunmuştu. Olay örgüsü yaşandıktan sonra emniyete gelmişlerdi ve bu durumu Ezgi'nin dışında başka insanlar da öğrenmişti. Bu demek oluyordu ki emniyete gittikleri akşam ya takip edildiler ya da bu planı konuşurlarken Şair, Ezgi veya Gökçe'nin etrafındaydı...

Ve Ezgi'nin de gözleri elaydı... Tıpkı Gökçe, Hakan, Sevda, Meyra'nın gözleri gibi...

Ezgi bir kurban adayı olabilir miydi? Ya da Şair'in koşullarını sağlayacak sırları var mıydı? Sırları olsa bile bunları saklamaya çalışırken kendini hiç ele vermiş miydi?

Yavuz'un göz bebekleri düşünceleriyle daha da büyürken ani bir şekilde konuşmaya başladı. "Ezgi Kartaş'ın evine güvenlik amacıyla polis gönderin. Evinin sürekli gözetilmesini istiyorum. Şair muhtemelen bu olaylar olurken dibindeydi." Evet, Şair'e yakın olduğunu tahmin ediyorlardı ama konuşulacak sırları duyacak kadar ya da takip edilecek kadar değil... Aslan kaşlarını çattıktan sonra başını olumlu anlamda salladı. "Ve Gökçe'yi takip etmiş olma ihtimaline karşı hatta o gece bizi takip etmiş olma ihtimaline karşı emniyetin kameralarına da baktıralım."

"Pekâlâ."

'Tek değişmeyen şeyi saklayacaktım kendime' Gözler... Burada gözlerden bahsediyordu.

"Aslan, Şair gözleri yanına aldığını buradaki dizesinde söylemiş." İşaret parmağını o dizenin üzerine koyup kağıdı Aslan'a uzatmıştı.

"Vay arkadaş! Ne göz fetişiymiş!"

Yavuz tepkisizliğini koruyup kendini olaya odaklamıştı. Bu şiirlerin içinde belki de fark etmedikleri bir anlam olabilir mi diye düşünüyordu.

Arkalarında sarı şeritlerin sarılı olduğu olay yerine baktığında büyük bir titizlikle çalışmalar sürüyordu.

"Görünürde herhangi bir iz ya da delil var mı?"

Aslan başını olumlu anlamda salladıktan sonra cevap verdi. "Evet, ayakkabı izi var. Muhtemelen hava yağmurluydu ve toprak ıslaktı. Bu yüzden ayakkabısının izi kaldı."

Yavuz'un ciddiyetle bakan bakışları Aslan'a tekrar döndüğünde cebinden sigarasını çıkardı. "Süper bir haber. Boy ve cinsiyet tanımında işimize yarayabilir o hâlde."

Aslan bakışlarını arka taraflarında kalan inceleme ekibine çevirip tekrar önüne döndü. "Bu kadar net bilgiler için Olay Yeri Uzmanı Berkay'ı çağırayım. Onunla da bir konuşalım."

Arkasına tekrar döndüğünde flaş seslerinin arasından sesi yankılanmıştı. "Berkay! Bakabilir misin?"

Beyaz tulum giymiş olan adam dikkatle olay mahallinden uzaklaşırken ağzındaki maskeyi indirdi. Yavuz ve Aslan'ın yanına geldiğinde başıyla selam vermişti. Uzun boylu ve sakalsız ovalimsi bir yüzü vardı. Burnu yüzüyle orantılı, yeşil gözlere sahipti.

"Ayakkabı izinden neler çıkarabiliriz?"

Berkay derin bir nefes aldıktan sonra bakışlarını Yavuz ve Aslan'ın arasında gezdirdi.

"Ayakkabı tabanları giyilmeye başlandıkları andan itibaren yıpranma ve giyilme özelliklerine göre kendilerine has birtakım özellikler kazanırlar. Bu özelliklerin ikinci bir ayakkabı tabanında aynı şekilde oluşma ihtimali yok sayılır. Örneğin bir ayakkabıda tabanında oluşmuş bir karakteristik noktanın ikinci bir ayakkabı tabanında aynı şekilde oluşma ihtimali on altı binde birdir. Yani olay yerinde bulduğumuz ayakkabı izinden hareketle bu izi oluşturan ayakkabıyı kesin olarak bulmak mümkün. Fakat şöyle bir şey var ki izler çok da belirgin değil. Ne yazık ki hava koşulları..."

"O zaman ayakkabıyı şu an bulamayacak mıyız?"

Aslan'ın sorusu üzerine Berkay bakışlarını ona çevirdi.

"Maalesef ki... Fakat mahalli incelemede haliyle tek bir yerde iz yok ve bu izlerin bir tanesi ağacın altında kalmış. Bu iz diğer izlere göre biraz daha belirgin duruyor. O iz üzerinde biraz daha titiz davranıyoruz. Ayakkabıyı bulamasak bile en azından ortalama boy ve cinsiyet ayrımını yapabiliriz. Aynı zamanda çıkış yönünü de. Şu an görünene göre ormana giriş yapılan yerden çıkılmış. Ve tabii lastik izleri de var."

"Eminim ki yine aynı arabadır. Tabii siz yine de lastik izlerini inceleyin." Yavuz kollarını göğsünde birleştirmişti.

"Tabii. Gerekli deliller incelemeler yapılıp deliller toplandıktan sonra kriminal laboratuvara göndereceğiz sonuçlar çıkınca sizleri bilgilendiririz."

Yavuz, başıyla onaylarken adam maskesini tekrardan yüzüne geçirip yerine dönmeye koyulmuştu. Kendisine "İyi çalışmalar." diyen Aslan'a başını salladıktan sonra yerine döndü.

Yavuz, adımlarını arabasına yönlendireceği sırada dudaklarını araladı. "İşimize yarayacak bir şeyler çıkacak gibi görünüyor."

"Evet, umarım bu son cinayet olur."

"Umudumuz o yönde. Bana şiirlerin çıktısını çıkarırsın ve bakalım buradaki harf neymiş."

Aslan ellerini saçlarından geçirdi. "Belki de son harftir."

Yavuz dudaklarını aşağı kıvırıp bakışlarını yere çevirdi. "Belki de... Bu bizim Şair'i bulmamızla son harf olacak ama. Çünkü diğer harfler 'K', 'A' ve 'R' idi. Yani KAR. Dört harfli nasıl bir kelime olabilir ki?..." Yavuz son cümlesini söylerken sesi kısılmış sanki kendi kendine konuşmuştu.

Aslan düşünceli bir vaziyette tekrar seyrek sakallarını kaşırken Yavuz cebinden bir sigara çıkarıp dudaklarına yerleştirdi. Sigarasından çektiği gri duman havanın rengiyle kamufle olmuştu.

"Önce Ezgi Hanım ile görüşeceğim. Gökçe'yi en son gören kişi o gibi gözüküyor." Kısa bir süreden sonra Ezgi'den bahsederken 'Hanım' olarak bahsetmesi sanki diline emanetmiş gibi gelmişti.

"Oradan direkt evine mi geçti, kendi evinde mi Şair'le karşılaştı yoksa Ezgi Kartaş'ın evinin önünde mi öğrenmek yönümüzü belirleyebilir." Aslan da kaşlarını çatmıştı.

Yavuz, sigarasını dudaklarına tekrar götürüp derin bir nefes aldıktan sonra devam etti.

"Hüya Çet'e ait arabanın nereden satın alındığını ve kim tarafından da satın alındığını araştıralım. Bundan bir yerlere varabiliriz."

"Aynen öyle... Belki de Şair satın almıştır. O kişi Adem Çet çıkarsa inan bir şok daha geçirmem. Her an her şey olabiliyor çünkü." Aslan sonlara doğru gülümsemişti.

Yavuz'un da dudakları yukarı doğru kıvrılırken dudaklarının arasındaki sigara konumunu korumuştu. Sağ eliyle Aslan'ın omuzunu sıvazladı. "Sürprizlere açık olduğunu duymak beni sevindirdi. İyi çalışmalar size. Gelişmeler olduğunda tekrardan haberleşiriz."

Aslan'ın gülümsemesi büyürken Yavuz'a karşılık vererek o da omuzuna hafifçe vurdu. "Haberleşiriz, tabii." Yavuz dudaklarının arasındaki sigarayı parmaklarının arasına alıp arkasını döndüğü sırada tekrardan sarı şeritleri kaldıran Aslan'a seslendi.

"Bu arada..."

Aslan Yavuz'un sesiyle başını omuzunun arkasına çevirip Yavuz'la göz göze geldi. "Ezgi Kartaş'ın güvenlik olayını unutma." Aslan usulca başını sallarken Yavuz yutkunup devam etti. "Göz göre göre bir canı riske atmak istemeyiz."

Yavuz, arabasının kapısını açarken ona hâlâ bakmaktan olan Aslan ile göz göze gelince tek elini havaya kaldırarak veda etti.

Zihnine gelen aydınlanma kalbin endişe tohumlarını ekmişti. Her ne kadar Ezgi istemese de ona fark ettirmeden evi yedi / yirmi dört polisler tarafından gözetlenecekti. İkisi de bir bilinmezliğin içinde ateşle dans ediyordu fakat bu ateşte yananın Ezgi olması en son isteyeceği şeylerden biriydi.

&

Güneş rengini karanlık bulutlara feda etmişti. Havanın ağır kasveti odayı sararken, yağmur damlaları odanın karşısında kalan boydan pencerenin camında süzülüyordu. Kapının karşı tarafında avangart model krem rengi ikili bir koltuk, hemen yan tarafında ise teklisi bulunuyordu. Geniş salonun köşesinde pencerenin önünde ceviz renginde bir masa vardı. Etrafında iki adet sandalye ve yan tarafında da bir adet tekerlekli sandalye...

Bu sandalyenin üzerinde hareketsiz bir adam bulunuyordu ve sandalye cama dönüktü. Yine koyu krem renginde olan eskimiş perde duvarın köşesine kadar çekilmişti ve o adam mimiksiz yüzü ve anlam barındırmayan gözleri yağmurun süzüldüğü yağmura karşıydı. Bu adamın yan tarafında ona dönük bir şekilde oturan birisi daha vardı.

Bir çocuk...

Kalemini parmaklarının arasında tutan çocuk önündeki kağıdın üzerine bıraktıktan sonra dirseğini masaya koyup yumruğunu şakaklarına koydu. Yüzü tamamen pencereye dönüktü. O da bu adam gibi yüzünü yağan yağmura çevirmiş, önlerinde olan bahçedeki iki adet dalları soyunmaya başlamış ağaca bakıyordu. Yaprakları esen rüzgarla dallara tutunmaya çalışıyor tıpkı bir kuşun kanadı gibi rüzgara kanat çırpıyorlardı. Rüzgar çetin yüzünü bir kez daha yağmurla buluşturduğunda cama çarpan damlaların yanında kanat çırpan yapraklardan bir tanesi daha fazla direnemeyerek kendini rüzgara teslim etmişti. Usulca rüzgarla dans eden yaprak cama vurduğunda, bu sefer toprağa doğru yol almaya başlamıştı.

Düşüncelere dalarak izlediği manzaradan sonra parmaklarının arasına aldığı kalemi kağıtta konuşturmaya başladı. İlk dizesinden sonra gözlerini kapatıp cama vuran yağmur sesini bir kez daha dinlemek istedi. Tekrar yazmaya başladı...

Bu sessiz odada kalemin kağıda sürtünürken çıkardığı ses yağmur sesiyle hoş bir nida oluşturmuştu.

Fakat bu sessizliği bozan; içeriye parmaklarının arasında sigarayla tepsi tutarak giren kadının terlik sesleri olmuştu. Üzerinde elma suyu ve sandviç bulunan tepsiyi masaya koyduğunda sigara bulunmayan elini sakince sandalyesinde oturan çocuğun başına uzatıp yavaşça saçlarını okşadı. Çocuk iştahla sandviçinden bir ısırık alırken yanındaki kadın başını eğip tebessüm ederek çocuğun önündeki kağıda baktı.

Çocuk, elma suyu olan bardağı dudaklarına götürürken kadın konuşmaya başladı. "Yine perilerin gelmiş bakıyorum..."

Çocuk bardağını tekrardan masaya koyduktan sonra tebessüm edip annesine baktı. "Nedense yağmur çok hoşuma gitti."

Kadın karşısında olan sandalyeye yerleşip parmaklarının arasındaki sigarayı dudaklarına götürdü. Duman kararamaya başlamış odada yol alırken kadın çocuğa tebessüm etti. "Neler yazdın bakalım?" çocuğun önündeki kağıda uzandığında çocuk ani bir hareketle kağıdı kollarının arasına alıp kendine çekti. "Hayır, bittikten sonra okumanı istiyorum. Hem belki biraz daha bir şeyler yazabilirim."

Kadının kıkırdaması sessiz odada ufak bir yankı oluşturdu. "Peki o hâlde bitince okutursun bana."

Kadın tıpkı sandalyedeki adam ve çocuk gibi bakışlarını pencerenin ardında olan manzaraya çevirmişti. Bu sefer sessizliği bozan çocuğun sorgulayıcı sesi oldu.

"Anne?"

Kadın dudaklarının arasındaki sigarayı masadaki gümüş küllüğe yerleştirdikten sonra oğluna baktı. "Keşke babam da dinleyebilseydi."

Kadının şefkat dolu bakışlarını şeytanın kini sararken kaşlarını çatmamak için büyük çaba sarf etmişti.

"O duyabiliyor..."

Çocuk sandviçinden usulca bir ısırık aldıktan sonra sorgulayıcı bir şekilde kaşlarını çattı. "En azından konuşabilmesini isterdim."

Kadın derin bir nefes aldığında sigarasını tekrardan aralık dudaklarına götürmeden önce konuşmaya başladı. "Sana onun artık ölüden bir farkı olmadığını söylemiştim."

Çocuk kaşlarını hüzünle indirirken dudaklarını minik bir hareketle aşağı kıvırdı. "Ama hâlâ bizimle."

Kadın tekrar konuşmaya başladığında sertçe nefesini dışarı vermişti.

"Sence bizimle olmasıyla olmamasının arasında bir fark var mı? On bir yaşındasın ve bunun ayrımını yapabileceğini düşünüyorum."

Çocuk bakışlarını masaya indirip kısa bir an düşündükten sonra anladığını belli edercesine usulca başını salladı. Bakışlarını tekrar annesine kaldırdığında sigarasından tekrar bir nefes çekiyordu. "Ama neden onu bir ölüye benzetiyorsun? Sonuçta nefes alıyor."

Kadın dışına baktığı pencereden bakışlarını oğluna çevirirken tebessüm etti. Tekrar konuşmaya başladığında bu sefer sesinde kinin dikenli tınısı vardı. "Yaptıklarını saklamaya çalışanlar ölüden farksızdır, tatlım."

Çocuk başını olumlu anlamda sallarken üzerinde olan annesinin gözlerinden gözlerini kaçırmıştı. "Peki ne sakladı ki?"

Yan taraflarında olan adam konuşulanları duysa da herhangi bir tepki veremiyordu. Bakışlarını o tarafa çevirmeye çalışsa da göz kasları buna yetmemişti. Gözlerini usulca kırptığında yanağına ufak bir damla süzülmüştü. Ne kadar bu çocukla birkaç sene vakit geçirmiş olsa da onu seviyordu ve bu kadının kendisinden evladı gibi gördüğü çocuğa bu şekilde bahsetmesi ve kendisinin bu kadar aciz bir durumda olması kalbine ağırlık veriyordu. Her ne kadar dış dünyayı hissedemese de içi her şeyi hissediyordu.

Beden öyle büyük bir mucizeydi ki iç dünyamızı yansıtıp soyut olan duyguları somutlaştırıyordu.

Kadın kısa bir an bakışlarını kendisine yan pozisyonda kalan adam çevirdikten sonra tekrar çocuğun yüzüne baktı. Bu kez çocuk da ammesinin gözlerine bakıyordu. "Neyse ki saklanan hiçbir şey cezasız kalmıyor ve baban da cezasını buldu diyelim. Bunu sana başka bir zaman söylerim. Hem sen şiir yazıyordun devam et bakalım."

Kadın bir anda yüz ifadesindeki kinden kendini arındırıp dudaklarına sıcak bir gülümseme yerleştirdiğinde çocuk da aynı şekilde ona karşılık verdi. Kadın sigarasını küle bastırdıktan sonra kollarını göğsünde bağlayıp dışarıyı seyretmeye başlamıştı.

Bir an köşede camın önünde duran adama baktı. Ona kin beslemek istiyordu. Annesini üzmüştü, beliydi fakat nedensizce tutmak da istemiyordu. Hatta en büyük hayallerinden biri doktor olmaktı. Sırf karşısında duran adamı acizliğinden kurtarmak için...

Bakışlarını bu sefer de karşısında dışarıya bakan annesine çevirdiğinde bakışlarında hayranlık parıltıları ışıldamaya başlamıştı. Güzel bir kadındı. Dalgalı kahve rengi saçları vardı. Yüzüyle orantılı bir burnu oval bir yüze sahipti. Üst dudağı alt dudağına göre biraz daha inceydi fakat yine de hoş duruyordu. Yüzünde en hayran olduğu yer ise gözleriydi...

Kağıda sürten kalem sesi odayı tekrar sardığında birkaç dakika sonra durmuştu. Elma suyunda bir yudum daha alırken annesi merakla ona baktı.

"Eee, bitirdin mi bakalım?"

Çocuk gülümseyerek kağıdı ona uzattığında annesinin sesli okumasını heyecanla bekledi. Kadın gayet rahat bir şekilde sırtını sandalyesine yasladı. Ve dudaklarından oğlunun eseri dökülmeye başladı.

Bir yaprağın rüzgara teslim olmasıyla geliyor perilerim,
Yoldaşımdır bu ıssızlıkta tek dostum ve sevgilim...
Acıması yoktur hayatın bu yaş kasvette,      
Belki de hayat barındıracak tüm duyguları hareketsiz bir bedende.

Anlamsız duygularım mânâ kazanıyor bakışlarında,
Bu yağmur arındıracak bizi günah kokan saklayışlardan...
Rüzgarın yaprağı kendine hapsedip savuruşu gibi,
Ölüm bile ayırmasın bizi hatıralarımızdan...

Kadın son cümleyi de okurken dudaklarına kocaman gurur barındıran bir gülümseme yerleşmişti. Annesi bu dizeleri okurken heyecanla ve hayranlıkla onu bekleyen çocuk gülümsediğini fark edince gururu okşanmıştı.

"Süper olmuş. Bu şiir yoksa bana mı?"

Tebessümünü bozmadan çocuğa üstten bir bakış atmıştı. Heyecanla başını sallayan çocuk dudaklarını araladı. "Sadece sen yoksun içinde...." Bakışlarını köşede duran adama çevirip tekrar gözlerini annesinin gözleriyle buluşturmuştu. "Tek dostum ve sevgilim kıtasında 'dostum' olarak bahsettiğim kişi babam."

Kadın anlayışla başını sallarken tebessümü solmuştu. Tekrar gülümsemeye çalışırken konuştu. "Bu durumda 'sevgili' olarak nitelendirdiğin de ben oluyorum öyle mi?"

Çocuk heyecanla başını olumlu anlamda tekrar sallamıştı.

"Daha on bir yaşındasın ve böyle şiir yazabilmen çok hoş."

Çocuğun tebessümü biraz daha büyürken kadın yüzünü yavaşça çocuğun yüzüne yanaştırdığında yüzüne takındığı ifade çocuğu ürküterek tebessümünün solmasına sebep olmuştu.

"Fakat bir daha babandan şiirlerinde bahsetmeni istemiyorum."

Kadının yüzündeki ifade ve ses tonu çocuğun ne için böyle bir istekte bulunduğunu sormasını engellemişti. Kadın çocuğunun saçlarını bir kez daha okşadığında konuşmaya devam etti.

"Böyle güzel şiir yazıyorsun madem senden birisi için şiir yazmanı isteyebilir miyim?"

Çocuk kaşlarını çatarken o kişinin kim olduğunu sorduğunda aldığı cevap annesinin yüzünden bir adım uzaklaşmasına sebep olmuştu.

##

Bu bölümde bittiğine göre, oy vermeyenlere ufak bir hatırlatma olsun bu:)

Yavuz'un Ezgi'ye karşı olan tavırları ve ilk sahne hakkında neler hissettiniz?

Olay mahallinde bulunan bot izleri sizce bir işe yarayacak mı?

Peki son kısımdaki olayda Şair'in bilinçaltını anlayabildiniz mi?

Yeni bölüm için etkileşim yapmanızı bekleyeceğim...

Kendinize çok iyi bakın. Seviliyorsunuz💙

Continue Reading

You'll Also Like

425 105 13
Bir dizi yıkıcı felaketin ardından dünya bambaşka bir yer haline gelmiştir. Doğada mutasyona uğramış korkunç varlıklar ortaya çıkmış, insanlığın büyü...
5.8K 476 13
Herşey Changbin'in internette gördüğü videoları Jisung yerine yanlışlıkla Hyunjin'e atmasıyla başlar
10.2K 3.8K 25
Geçmiş ardımda eli kanlı bir şekilde bekliyordu. Şimdim ise korkuyla bana bakıyordu. Fakat ben ne geçmişimden gidebiliyordum ne de şimdim de kalabili...
287K 9.8K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...