Alp Yıldızları

By Pen_Queen

14.5K 627 586

"Benim uçurumumda açarsan, adın Alp Yıldızı olur... Çiçeğim." -2022 Watty Ödülleri KAZANANI- *** Aynı acıyı... More

Alp Yıldızları
Giriş
Bölüm 1: "On Dokuzuncu Vagon"
Bölüm 2: "Prangalanmalı Bu Kalpler"
Bölüm 3: "Küskün Sevdalılar"
Bölüm 4: "Alnında Kanlı bir Öpücük"
Bölüm 5: "Ta ki..."
Bölüm 6: "Son Dost"
Bölüm 7: "Evlatlık Hisler"
Bölüm 8: "Nakledilmiş"
Bölüm 9: "İzmarit Etkisi"
Bölüm 10: "Fındık Tanesi"
Bölüm 11: "Yüreğimin Yangını"
Bölüm 12: "Gökteki esaret, dipteki özgürlük" | Kısım 1
Bölüm 12: "Gökteki esaret, dipteki özgürlük" | Kısım 2
Bölüm 13: "Zehrin Peşindekiler"
Bölüm 14: "Kabusunun Sebebi"
Bölüm 15: "Gözü Yaşlı Evlat" | Kısım 1
Bölüm 16: "Üretilmiş"
Bölüm 17: "Evlat Acısı gibi"
Bölüm 18: "Suçu Sırtlanmış" | Kısım 1
Bölüm 18: "Suçu Sırtlanmış" | Kısım 2
Bölüm 19: "Geleceğim de geçmişim de senin olsun."
Bölüm 20: "Zihin Mahzeninde"
Bölüm 21: "Bir Yolcu Ölüyor."
Bölüm 22: "Son Durak"
SONUMU SEN YAZ

Bölüm 15: "Gözü Yaşlı Evlat" | Kısım 2

364 20 8
By Pen_Queen

Sedat için kayıp bile değildi, ailesinin dağılması.

Sedat sonraki günlerde her zamanki hal ve hareketlerini devam ettirdiği halde Şirin'e el kaldırmamış, fiziksel olarak zarar vermemişti. Şiddet yalnızca fiziksel olarak uygulanmazdı; sözlü şiddet belki de hepsinden daha etkiliydi, daha ağır yaralar, geçmeyen yaralar bırakırdı. Öyle ki Şirin'in de, Cennet'in de yıllar sonrasında bile döşeklerinden kan fışkırdı. Yattığı yatak, başını koyduğu yastık bile onların içindeki hayal kırıklığının farkında olarak kan boşalttı.

Anne kızın canı yine de yanmaya devam etti ama Şirin, on sekiz yaşına bastığında ve Vahit ile tanıştığında, kalbinde ikinci bir kapı açılıp orada, onu seven bir gence karşı duygular besleyebilen acemi bir heves yeşerdiğinde anladı, daima babasının eziyetleri altında yaşaması gerekmediğini.

Evde ona yabancılaşmış bir babayla yaşamaktansa, baba yerine geçebilecek yabancı bir eş ile yaşamayı makul gördü.

Şirin Vahitle, annesinin her zaman uğradığı dükkâna un çuvalı almaya gittiğinde karşılaşmıştı. O zamanlar on sekizinde olmasına rağmen ne gönlünde birileri vardı, ne zihninde evlenmek gibi bir düşünce vardı. Annesi, "Genç ve güzelsin, elbet seni beğenenler olacak. İstediğin biri olursa, o da iyi biri olursa evlen, git yavrum," derdi ama Şirin sadece gülüp geçerdi. Gözü dışarda olmadığından, dışarıdan bakanlara da burun kıvırırdı.

Dükkâna girip de on kiloluk un çuvalını kucakladığında, Vahit tezgâhın ardından çıkıp gelmişti hemen, büyülenmiş gibi.

"Ben yardım edeyim, evinize kadar götüreyim," dedi bir beyefendi edasıyla. Şirin onu tersledi, gerek olmadığını söyleyerek çuvalı geri almaya çalıştı ama Vahit, ilk görüşte gönlünü kaptırmıştı bir kere Şirin'e. Kimdir, necidir sormaya bile hacet görmeden "Ben bu kızla evleneceğim," dedi kendince.

Israr etti, Şirin'i istemeye istemeye ikna etti ama genç kızımız durur mu, "Taşıyamam diye almayacaktım ama madem çok heveslisiniz, iki daha alayım da onları da siz taşıyıverin," dedi. Otuz kiloluk çuvalı Vahit'in sırtına yükletip, ardına bile bakmadan çıktı dükkândan. Başı diz hizasına düşmüş, çuvalların ağırlığı altında ezilmiş oğlan aslında uzun boylu, pek çok gönülce beğenilen genç bir delikanlıydı. Şirin'den sadece bir yaş büyüktü, pekte zekiydi.

Öğretmenleri okula devam etmesi için onu zorlasa da onun derdi çalışıp para kazanmaktı. Şirin'in ince beline, al yanaklarına, beline dek inen örgü saçlarına vuruluvermişti. Gözleri öyle güzel gelmişti ki, denizde görseler inci, gökte yakalasalar yıldız derlerdi. Başında beyaz bir tülbent vardı, örgüleri altından dökülüyor, yüzünü de yuvarlak gösteriyordu.

"Beyaz ne de güzel yakışmış," diye geçirdi içinden, Vahit. Onu istemsizce gelinlik içinde hayal etti, telli duvaklı düğünde yanı başında gördü, sanki yakın bir geleceği seyreder gibi. Daha ilk görüşte Şirin'e boyun eğmişti ama gönlünde, 'Eşim kimsenin önünde eğilmek zorunda kalmasın,' diye hoş düşünceler geçirirdi.

Ustası kızdı, kıza sulanıyor diye azarladı. Vahit iki büklüm bir halde dükkândan çıkmadan önce, "O Cennet Yel'in kızı... Hani şu gözlü yaşlı kız," dedi, uyarırcasına. "O kızın hakkına girme, yetim ve öksüz gör o kızı..."

Vahit kızın peşine takıldı, ince belinin altından bir sağa bir sola salınan bacaklarını seyretti. Edepsiz bakışları yakalansaydı Şirin'den epey bir dayak yiyeceği belliydi ama o yakalanmamayı başardı. Havadan sudan konuşarak, kızın billur sesini dinlemeye çalıştı ama kız, hiç konuşkan değildi. Hâlbuki yedi yirmi dört, kapıları örtenken ya da perdeleri aralarken, hatta domates doğrarken, sofrayı sererken, her an her saniye evde annesiyle çene çalan bir kızdı. Annesinin salonda kendini yalnız hissetmemesi için papağan gibi aynı sözleri tekrar etse bile durmadan konuşurdu Şirin.

Şimdi yanında tanımadığı bir oğlan olunca diline pranga vurulmuştu, o başkaydı.

Vahit, dilediği gibi sohbet edemedi ama çuvalları taşıma bahanesiyle Şirin'in evine girip de, salonda bir başına yatan kadını görünce anladı, bu beyhude güzelliğin altında çileli bir kız olduğunu. Onun çaresizliğine acımak yerine onu gözünde büyüttü, 'Cesur ve fedakâr bir kız,' diye yapıştırdı iltifatları.

Şirin davet etmediği halde salona kadar girip Cennet'e selam verdiğinde telaşlanmış kız arkasından kocaman olmuş gözleriyle koşuvermişti. "Ne diye giriyorsun ya evime!" diye kızınca, Cennet olayı kavrayıvermişti hemen. Belli ki bu delikanlı kızını pek bir beğenmiş, peşine takılmıştı. Oğlanın yüzündeki o tatlı tebessümde zarardan değil, meraktandı.

Cennet Vahit ile orada tanıştı. Başta, Şirin annesinden utanır diye korktu, pek muhabbet edemedi ama sonradan gencin kelamlarından ne kadar edepli olduğunu anladı. Bir daha da oğlanı görme fırsatı olmadı lakin orada onayı verdi.

"Sen bu çocukla görüş annem," dedi Şirin'e. "Bu çocuktan sana zarar gelmez."

Şirin annesi öyle deyince utanmış, konuyu bir daha açmamıştı ama Vahit peşini bırakmayıp, her çarşıya dolandığında onu yakalayarak iltifatlar edince, dili çözülüvermişti. Yüzünde büyük bir tebessüm, elinde sarı bir çiçek ile eve girer, hemen annesinin yanına çöker ve "Vahit hediye etti," diyerek çiçeğini gösterirdi. Ardından ikinci, beyaz bir çiçeği çıkararak "Bunu da Cennet anneme ver, dedi," diyerek çiçeği annesinin saçlarına kondururdu.

Cennet kızının ne denli aşık olduğunu bildiğinden, bir gün Sedat'a anlattı olayı ama daha "Kimdir, necidir bu Vahit?" diye sormadan kestirip attı konuşmayı. "Ben onlara kız mız vermem!" diye bağırdı.

"Öyle olmaz Sedat. Kızımız evlilik çağına geldi, o da kendi yuvasına kursun, etsin. Sonra Sedat Yel'in kızı evde mi kaldı desinler?"

"Öyle adama varacağına evde kalsın daha iyi!" diyerek çekip gitmişti baba olacak adam. Kızını pek bir sevdiğinden, hangi haneye gireceğini merak ettiğinden değildi tabii, hareketleri. Şirin'i evlendirmeyi hiçbir zaman düşünmemişti, bencil yüreği.

Vahit'te kendi ailesine "Bana Şirin'i alın," dediğinde istememişti ailesi genç kızı. "Koca köy senin peşinde, sen de vara vara Yel'in kızına mı vardın? Yok, olmaz o kız," demişlerdi.

İki ailede bu sevdayı onaylamadıkça, çizilmiş kader bir yolunu bulup, labirenti andıran bu fani dünyada iki genci bir araya getirmişti. İki masum kalp, bir arada atmak, aynı ritmi tutturmak için onlar dışındaki herkesin onayını almak zorundaymış gibi karşı çıkanlar, sert darbeler indirdi bu aşka.

Üç yıldır evden başını çıkarmamış, kendini annesine adamış kızın adı çıktı bir anda, 'Köyün delikanlısını ayarttı,' diye. Onun annesinin ve babasının durumu iyi niyetli değil, kötü niyetli söylentilere yol açtı. "Gözü yaşlı kızın ne suçu var? Ona sahip çıkmalıyız," demek yerine "Anasının babasının hali belli, kız ilk bulduğu kapıya atlayacak. Aman ha dikkat edin," dendi.

Şirin tüm bu dedikoduları duydu, küsüp kabuğuna çekildi. Kime küstüğü de belli değildi; Vahit günlerce evinin önünde onu beklese de balkona bile çıkıp, gül cemalini göstermedi. Vahit duruma darıldı, bilhassa bu dedikoduların onları ayırmak için olduğunu bildiğinden Şirin kendinden uzaklaşmasın istedi. Şirin narin bir kızdı, ters tasa içinde büyümüş, evliliği bir kurtuluş olarak görmüş kız Vahit ile evliliğini onaylamayanlar yüzünden kendi evinde aynı durumdan muzdarip olmak istemiyordu. Vahit ile uzun bir süre iletişimi kesti. Zaten evlendirme derdinde olmayan babası konuşulanları duysa da kimseye "Susun!" demedi. Annesi yattığı yerden kahroldu, kızının kırılmış gönlünü gördükçe kapıyı pencereyi açtırıp mahalleliye kan kusturası geliyordu.

Şirin'in ne suçu vardı? Anası yatalaksa, babası vurdumduymazsa bu genç kızın ne günahı vardı, evi ev sanmaktan?

Aradan biraz zaman geçince, gözden ırak sevdalılar gönülden de düşürdü birbirini. Bir daha göz göze gelmedikleri gibi, birbirlerinin de akıllarına düşmez oldular. Artık aynı yoldan bile geçmiyor, bir yerde denk gelseler bile kaldırıp başlarını bakınmıyorlardı.

En azından herkes öyle biliyordu ya, Şirin'in kalbine kazık gibi saplanmış bu aşk acısını bir tek annesi biliyordu. Cennet, yalnızca kızını destekliyor, seviyorsa Vahit ile evlenmesi gerektiğini söylüyordu ama Şirin, o gece annesine "Vahit beni görmüyor bile anne... Eminim ki komşuların dediklerine hak verip benden daha iyi bir eş bulabileceğini anladı," demişti.

Cennet bu sözlere çok kızdı, hatta ona şu sözleri sarf etti:

"Eğer kalbin konuştuğunda dinlemiyor ve zihninin sana doğru yol diye sunduğu yoldan gitmeye karar veriyorsan, bir daha o kalbe kimse konuk olamayacak. Kalp, herkese küstüğü gibi sana da küsecek, bir daha kapılarını aralamayacak. Olurda o kapıları zorlayan bir kimse olursa da, onun kalbini küle çevirip zihninin yanlış kararlar verdiğine seni ikna edecek. Sonunda ne kalp mutlu olacak ne beyin ve bil ki o zaman, vakit çoktan bitmiş olacak. Seçim senin ama ya şimdi ya da asla..."

Cennet, Şirin'in arka odada günlerce nasıl içli içli ağladığını dinlemiş; dudaklarını mühürleyip, sessizce vereceği cevabı beklemişti.

Şirin, günler sonra ona bir kez bile ulaşmamış olan Vahit'i bırakmayı seçti.

Tam bir ay sonra ise haber geldi. Cennet o sıra Şirin'in pazara gitmeden önce açık bıraktığı bir eğlence kanalını seyrediyordu. Sıkışmıştı, sabah içtiği çaydan dolayı tuvalet ihtiyacı onu terletiyordu. Şirin'in dönmesini dört gözle bekliyordu ancak o yaklaşık yarım saat gecikmişti. "Genç kız, biraz hava almak onun da hakkı..." diye düşünürdü. Ana yüreği, hem kızı tez vakitte dönsün de temiz çarşaflar sidik olmasın diye düşünüyor hem de kızına yarım saati çok görmemek istiyordu.

Kapı açıldı, içeriye hızlı hızlı biri adımladı. Cennet, kızı geldi sanmıştı ama gelen Sedat'tı.

"Bizim kız kaçıyor kadın kaçıyor!" diye bağırdı. O sıra ikindi vaktiydi, Cennet'in diğer günlerde kızıyla yemek yapma telaşesinin geldiği vakitlerdi. Nedensizce, -Sedat dört bir yana saldırıyor olmasına rağmen- Şirin mutfaktan çıkıp gelecek ve hamurun kıvamının tutup tutmadığını soracak gibiydi. Kulaklarında, onun evin içinde gezinirken çıkardığı adım sesleri vardı.

Şirin'in öylece kendisini bırakıp gittiğine inanmadı, inanamadı. Başına bir iş gelmiştir, bir çukura düşmüştür diye düşündü. Korktu, telaşlandı. Sedat'a köyde kızını aramasını söyleyip durdu ama Sedat, "Ne köyü kadın, ne köyü?" diyordu.

"Kızın binmiş traktöre gitmiş köyden, köyün çıkışında görenler geldi yetiştirdi bana. Şimdiye varmış, bir köşede kirletmiştir o Vahit pisliği kızı..."

Cennet, kızının Vahit ile gittiğini duyduğunda ne düşüneceğine karar veremedi. Tüm bedeni titriyor, alnından vücuduna doğru büyük bir akım yayılıyordu. Gözleri sızlıyor, göğe yükselmiş bir balonun sönüp, dikenli bir dala konmak için hızla düştüğü gibi gözyaşları yastığına dökülüyordu.

On beş yılda on beşten fazla cenazeye katılmıştı ama ilk kez kendisini bu kadar yalnız hissetmişti. Terk edilmek, sırtını yasladığın dağın aniden başka birinin olduğunu bilmek böyle bir his miydi, diye düşünüyordu. Ortada kalakalmıştı, şimdi gözleri yine beyaz tavana çevrilmiş, bacaklarına sızan sıcaklığın ardından geleceklerin ön görüsünü izler olmuştu.

Bu akşam yemek yiyemeyecek ve kirli bir yatakta uykunun gelip onu sarmalamasını bekleyecekti. Bundan sonra bencilce yanında kalmasını beklediği tek kızı Şirin yoktu. Bu Cennet'in gözlerine beyaz perdeler, kulaklarına sessizlikler örtüldüğü ilk gündü ve ömrünün son yirmi yılı bu günün birer tatsız kopyası olacaktı.

Daha da can yakıcı olansa kızının ardından söylenen sözlerdi. En ağırı: "Kaçacağı zaten belliydi," demeleriydi. Kaçmasının sebebi onlar değil de, Cennet'miş gibi. Öyle olma olasılığı Cennet'in ruhunun bedenini terk etmesi isteğiyle doldurdu. Birbirinin kopyası ancak daha beter bir kopyası olan günlerin sonunda bu isteğinin artması da kaçınılmazdı.  

Continue Reading

You'll Also Like

17K 6.2K 33
**Watty2022 Kazananı (Gizem/Gerilim)** İllegal bir tarihi eser kaçakçılığı ve kendisini bu bataklıkta aksiyon halinde bulan bir genç kız... Bataklık...
YAMALI RUH By athena

Teen Fiction

8.5K 2.5K 50
Yaralanmış, darbe almış ruhuma bir yarabandı yapıştırdım. Eskisi gibi olur sandım, sanki yaşananlar hiç yaşanmamış gibi olur, iyileşir sandım. Ama ya...
4.1M 254K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
3.7M 145K 60
Bizim aşkımız sarılmayla başlamıştı, sarılmayla devam edecekti ve sonumuz, ikimiz sarılıyorken bitecekti. Bizimki aşk hikayesi değil, bizimki bir...