Alp Yıldızları

By Pen_Queen

14.5K 626 586

"Benim uçurumumda açarsan, adın Alp Yıldızı olur... Çiçeğim." -2022 Watty Ödülleri KAZANANI- *** Aynı acıyı... More

Alp Yıldızları
Giriş
Bölüm 1: "On Dokuzuncu Vagon"
Bölüm 2: "Prangalanmalı Bu Kalpler"
Bölüm 3: "Küskün Sevdalılar"
Bölüm 4: "Alnında Kanlı bir Öpücük"
Bölüm 5: "Ta ki..."
Bölüm 6: "Son Dost"
Bölüm 7: "Evlatlık Hisler"
Bölüm 8: "Nakledilmiş"
Bölüm 9: "İzmarit Etkisi"
Bölüm 10: "Fındık Tanesi"
Bölüm 11: "Yüreğimin Yangını"
Bölüm 12: "Gökteki esaret, dipteki özgürlük" | Kısım 1
Bölüm 12: "Gökteki esaret, dipteki özgürlük" | Kısım 2
Bölüm 14: "Kabusunun Sebebi"
Bölüm 15: "Gözü Yaşlı Evlat" | Kısım 1
Bölüm 15: "Gözü Yaşlı Evlat" | Kısım 2
Bölüm 16: "Üretilmiş"
Bölüm 17: "Evlat Acısı gibi"
Bölüm 18: "Suçu Sırtlanmış" | Kısım 1
Bölüm 18: "Suçu Sırtlanmış" | Kısım 2
Bölüm 19: "Geleceğim de geçmişim de senin olsun."
Bölüm 20: "Zihin Mahzeninde"
Bölüm 21: "Bir Yolcu Ölüyor."
Bölüm 22: "Son Durak"
SONUMU SEN YAZ

Bölüm 13: "Zehrin Peşindekiler"

448 20 18
By Pen_Queen



1975 Eylül

"Anneciğim, yedin mi yemeğini?" diye sordu Farah. "Göster bakalım bana karnın doymuş mu?"

Damla, sarı renkli sandalyesinden inip koşar adımlarla annesinin yanına gitti. Çok yemekten şişmiş karnını gösterip, "Aferin benim kızıma!" yanıtını alınca da gülümsedi.

"Çok güzel olmuş anne, çok çok yedim."

"Hadi o zaman," diyerek heyecanla kızının elinden tuttu Farah. "Okulun ilk günü için hazır mıyız?"

"Hazırız!"

Uraz'ın araçtan indiğini görünce kızını ön bahçeye çıkardı kadın. Damla, babasının yanına koşup onun bacaklarına sarıldı.

"Okula gidiyoruz, okula gidiyoruz!" diye şakıyan küçük kızın heyecanı, okulun gerçekten harika bir yer olarak anlatılmasından kaynaklanıyordu. Orada yeni arkadaşlar edineceğinden, faydalı bilgiler öğrenebileceğinden bahsedilmiş ve altı yıldır başına gelen hadiseler nedeniyle evden burnunu dahi çıkarmamış olan kıpır kıpır miniğin heyecanı makul görülmüştü.

"Koşma anneciğim," diyen Farah'ın sözleri Damla için artık otomatik olarak reddedilen komutlar klasörüne atılıyordu ancak babası için bu, göz ardı edebileceği bir husus değildi.

Uraz'ın bakışları aniden Farah'a doğru çevrildi, Farah dudaklarını içer kıvırıp ona kaçamak bakışlar attı.

Uraz'ın bu tavırları, Damla'yı bir yaşından beri -başına bir iş gelmesin diye- korkarak onu adeta bir kedi yavrusu gibi sahiplenen, felçli bir insanmış gibi muamele yapan fazla korumacı Farah'ın sert yorumlarından kaynaklanıyordu. Farah'ın korkması normaldi; hatta bir başkası bu durumda belki de Farah kadar sakin bile kalamayabilirdi ama Uraz'da diğerleri gibi değildi.

Farah, onu kucağından indirmemekte ısrar ettiği için Damla yürümeyi herkesten geç öğrenmişti; bezi herkesten geç bırakmış ve bir süre yalnız yemek yiyememe ve oyun oynayamama gibi sosyal sorunlar yaşamıştı. Altı yaşına dek hiçbir arkadaşı olmaması ve çoğu zaman yabancılara duyduğu meraktan dolayı annesinden dayak yemesi onun okul hayatında büyük bir sorun oluşturur diye korkan Uraz için son nokta, Farah'ın; Damla'yı son seferince yaşına uygun olmayan bir içeceği içmeye çalışmasından sonra okkalı bir tokat geçirdiği sırada koyulmuştu.

Lokman ve Uraz'ın kafa dağıtmak için içerek sabahlama kararı aldıkları bir gece açıkta bıraktıkları kadehin Damla tarafından fark edilmesinden sonra içkiyi içmeye çalışan çocuğu neredeyse burnu kanayana dek dövmüştü Farah. Uraz, sarhoş bir halde uyandığında hemen onun havadaki elini tutmuş ve Damla'yı kucağına almıştı.

"Nasıl olurda Damla'ya vurabilirsin?" demişti bir öfkeyle. Sarsak adımları o anda silinmiş, yarı baygın gözleri sonuna dek açılmıştı. "İçkiyi içmesi Damla'nın suçu değil, onu açıkta bırakanın suçu... Evde bir çocuk olduğunu bildiğimiz halde böyle bir sorumsuzluk yaptığımız için bize kızmalısın, daha neyin ne olduğunu bile bilmeyen Damla'ya değil."

O anda Damla'ya atılmış tokadın aynısını Farah'a savurmak istemişti Uraz, kızı kucağında hüngür hüngür ağlarken.

"Onu her türlü tehlikeden korumaya çalışırken gelip de böylesine can yakan bir tokadı nasıl atabilirsin? Onu gerçekten bu kadar mı önemsiyorsun?"

Şaşırmıştı, hatta öyle çok şaşırmıştı ki bir an için hayal gördüğünü falan sanmıştı.

"Ben onun annesiyim," diyen Farah'ta o sıra ağlıyor, bakışları sık sık Damla'nın kızarık gözlerine kayıyordu. "Benim sözümü dinlemek zorunda, yoksa canı daha çok yanacak."

Sonra da söylenen hiçbir sözü dinlemeden evladını Uraz'ın kucağından söküp almaya çalışmıştı. "Ver evladımı bana!"

Uraz kızını ona vermemişti ama zaten ağlayan Damla'nın da annesine gitmeye niyeti yoktu. "Bugün kızımla ben ilgileneceğim," demişti Uraz ve kızının odasına kapanıp, kapıyı da ardından kilitlemişti. Tüm gün kapının eşiğinde ağlayan Farah'ın yaptıklarının bir karşılığı olduğunu bilmesini istedi. Bazen, fazla korumacı olduğunu ve bunun yüzünden evladının olması gerekenden daha fazla acı çekmesine neden olduğunu anlamasını istiyordu.

Damla'nın kendi hatalarını yapmasına izin vermeliydi ve her hatanın makul bir karşılığı olduğunu öğretmeliydi, hata yapmamayı değil.

O günden sonra Farah'ın telaşeleri dinmemiş, üstüne daha da artmıştı ama artık her tepki gösterdiğinde Uraz'dan da karşı tepki alıyordu.

Farah, Damla'ya her "Koşma!" dediğinde Uraz'da "O çocuk, dilediği gibi koşabilir," diyordu.

Farah yemeklerine karıştığında "Bırak istediğini yesin," dışarı çıkmasına engel olunduğunda "Bahçede başına ne iş gelebilir Farah? Bırak da çocuk oyun oynasın."

Gün ışığından bile mahrum bırakmaya hevesli Farah've vitamin eksikliği olmasın diye uğraşan Uraz'ın arasının açılması da beraberinde gelmişti. Geceleri sık sık kavga ediyor ve bir konuda anlaşamadıklarında olay, saçma bir şekilde hızla büyüyordu. Ailelerini bir arada tutması için getirilmiş Damla yüzünden neredeyse dağılmanın eşiğine sürükleniyorlardı.

"Tamam," diye ağzının içinde mırıldanan Farah, Uraz'a bugün 'karışmayacağını' bildirmek istedi. "Ne haliniz varsa görün."

"Hadi bakalım o zaman!" diyerek kızını kucakladı Uraz. "Bir an önce okula gidelim."

Farah, ne demiş olursa olsun daha saniyeler geçmeden "Orada şimdi düşer, başını çarpar falan. Ben de geleyim," diye atıldı. Uraz, tek kolunu eşinin belinin etrafına sarıp onun alnından öptü. "Sen burada kal Farah," dedi tok sesiyle. "Orada endişeleneceğine burada endişelen, bunun bir farkı olmaz."

Farah'ın yüzü iyice asıldı. "Yani kızımın okula başladığı ilk gün için düşündüğüm tek şeyin bu olduğunu mu sanıyorsun? Burada mutlu olup onu uğurlamak ile orada uğurlamak arasında büyük bir fark var Uraz. Tamam... Bazen abartıyor olabilirim ama kızımın ilk okul gününü de kaçırmama neden olamazsın. Benim annelik haklarıma da karışma."

Uraz ofladı, "Damla'ın yanında tartışmayalım," deyip kızını arka koltuğa oturttu. Kemerini bağlarken Farah'ta hemen arabanın etrafını dolanıp arka koltuğa kuruldu. Uraz, arabanın içinde kalan başını hafifçe kaldırıp ona öfkeli bakışlarından attı.

"Henüz konuşmamız bitmemişti Farah," dese de eşi, "Ama bu, bir karara varmamıza engel değildi," dedi. "Her halükarda kızımın yanında olacağım."

Uraz uzanıp Farah'ın da emniyet kemerini bağladı. Aynı zamanda kulağına doğru eğilip, onun kendisini mest eden kızıl saçlarının arasına fısıldadı; "Eğer bir sorun çıkarda Damla üzülürse dönüşte görüşürüz karıcığım."

Farah eşinin sahici gözlerine bakakaldı, bu tehdit edildiği ilk sefer değildi ancak ilk sefermişçesine ürpermişti.

"Olmayacak, ben onun annesiyim ve onun üzülmesini istemem."

"Güzel."

Uraz arka kapıyı kapatıp aracın etrafını dolaşırken elinde okul çantasıyla apar topar koşuşturan hizmetçi ardında, kollarını göğsünde bağlamış bir halde dikilen Harika görüldü.

"Vay be... Çelikkollar'ın miniği büyüdü de okula gidiyor ha?"

"Öyle yenge," diye mırıldanıp yoluna devam eden Uraz'a doğru yaklaştı harika hemen. Hizmetçi, Damla'ya çantasını, suluğunu ve yemek yerken çıkardığı beyaz önlüğünü verdi. Önlüğü giydirirken gözü de ara sıra Farah'ın üzerindeydi; Farah aracın önündeki konuşmaları duymaya çalışıyordu. Harika, tıpkı Farah gibi sık sık tercih ettiği saks mavisi renginden yine vazgeçmeyerek üstüne oturan kısa bir elbise giyinmiş, ayağına da ev terliklerinden birisini geçirmişti. Makyaj tarzı bu zamanlarda değiştiğinden yüzü şimdi daha genç ve aydınlık görünüyordu. Sıcak havaya rağmen saçlarını açmayı tercih etmiş ve altı yıldır hiç kestirmediği uzun saçları göğsünde birleştirdiği kollarına dolanır olmuştu.

Farah, bu sabah kıyafetlerini değiştirdiği için kendisini tebrik etti çünkü bazen Harika ile evin içinde ikizmiş gibi gezmek zorunda kalıyordu. Şimdi kendi üstünde, tıpkı eşininkine benzeyen gri bir takım vardı.

Harika tek elini havaya kaldırdı. "Sanırım bugün ailemiz için büyük bir gün... Görünüşe göre Farah ilk kez kızını dış dünyayla buluşturuyor. Bir an için, uzaylılarla temasa geçmemizin daha olası olduğunu bile düşünecektim."

"Damla'nın okula gitmesi kadar sıradan bir şey yok yenge."

Harika tuhaf bir ifadeyle öne doğru eğildi, neredeyse ondan kaçmaya çalışır gibi sürücü kapısının koluna yapışan Uraz'ın yanına gelip, arka camdan merakla kendisine bakan kadına da göz attı.

"Öyle mi?" Kıkırdadı. "Farah için öyle olmadığını biliyorsun, Uraz," dedi usulca. "Farah daha dün sabah, onun için özel öğretmenler hazırlıyordu. Onlara randevular verdi ve eminim ki hiçbir görüşmeyi iptal etmemiştir."

"Ne demek bu?" diyen Uraz elini kapı kolundan indirdi.

"Yani Farah, Damla'nın evde eğitim görmesi için hazırlıklar yapıyor."

"Bugün okulunun ilk günü, yani kaydı çoktan yapıldı ve okula başlıyor. Bu mümkün değil."

Harika omuzlarını silkti. "Demek ki bir şekilde okuldan ayrılıp eğitimine evde devam edeceğini düşünüyor... Ya da planlıyor. Emin değilim."

Uraz öfkelendi, öyle ki göğsü hızla inip kalkmaya başladı. "Sen yanlış anlamışsındır," diyerek aracın kapısını açtı ve hızla sürücü koltuğuna yerleşti. Kapıyı ardından kapatmış olmasına rağmen aracın yanından ayrılmayan Harika, basit bir gülüşle ve kibar bir el sallamayla aracı uğurladı.

Önce villanın bahçesinden çıkan araç daha sonra yola ulaştığında Uraz hiç beklemeden dikiz aynasından eşine baktı. Kızına doğru eğilmiş, tıpkı bebekken yaptığı gibi kemerini defalarca kontrol edip saçlarını düzelten eşinin güzelliğine hayran olmamak elinde değildi ama onun güzelliği öfkesini dindirmiyordu.

"Randevuları iptal edeceksin Farah," dedi hemencecik. "...ve Damla'nın okuldan ayrılmaması için elinden gelen her şeyi yapacaksın."

Farah'ın bedeni başta donup kaldı, sonra başını usulca kaldırıp dikiz aynasından eşine baktı.

"Okulda bir sorun yaşarsa onu orada tutmam Uraz," dedi kararlılıkla. "Kızımızı düşündüğümden gelecek tüm ihtimalleri tartmam gerek."

"O zaman bir sorun yaşamadığından emin olacaksın Farah, direkt kaçmaya çalışmayacaksın. Eğer bir sorun varsa üzerine gideceksin, o sorunu düzelteceksin." Uraz'ın hararetli konuşması yüzünden tek eli direksiyondan ayrıldı, havada öfkeyle savruldu ve ağzından tükürükler fışkırdı.

"Kızımıza kaçmanın bir çözüm olmadığını öğretmeliyiz. Ömür boyu eve kilitleyecek değiliz."

"Ne yani, sadece birkaç öğretmen ile görüştüm diye okuldan kaçıyor mu oldum Uraz? Sence bu beni suçlu mu yaptı?"

"Kaçmıyorsan ne diye görüştün ki?"

"Önce bana sorsaydın böyle bir tartışmaya gerek kalmayacaktı."

"Önce sormam neyi değiştirir?"

"Her şeyi! Her şeyi değiştirir! Harika'dan ya da abinden duyduğu yalan yanlış bilgilerle üzerime gelmeye o kadar alıştın ki daha adam akıllı bir sorgulama bile yapmadan hemen yargılamaya geçiyorsun. Önce bana birazcık güvenip neden öğretmenlerle görüştüğümü sormuyorsun ki?"

Uraz güldü ama bu tatsız bir gülüştü. Yüzünü yoldan ayırmadığı için Farah'ın suratındaki ifadeyi göremiyordu.

"Öğretmenlerle ne diye görüşülür Farah?"

Damla aniden konuşmaya dâhil olduğunda ikili susmak zorunda kaldı. "Öğretmenler bize bilgi öğretir baba! Okulda çok çok bilgi öğreneceğim, öğretmenlerle iyi geçineceğim."

Uraz, 'Gördün mü? Kızımız okulu seviyor,' der gibi bir bakış attığında Farah yutkundu. Önce "Evet, anneciğim," diyerek Damla'yı yatıştırdı sonra da "Bu yüzden görüştüm," diye eşine döndü. "Görüştüğüm öğretmenler rehberlik öğretmenleriydi. Kızımın okuldaki hocalarla iletişimini takip edemem ya da hocaları sırf bizim okula bağışlarımızdan dolayı bazı hususlarda sessiz kalmayı tercih edebilirler. Bu yüzden bir hafta sonu gelip kızımın durumu hakkında bilgi verebilmesi için 1 ay sonrasına bir randevu ayarladım ama zaten bu aldığım basit bir tedbirdi; şu bir hafta içinde içimdeki tedirginliği dindirebilecek ve huzursuzluğumu susturabilecek bir desteğe ihtiyacım vardı bu yüzden böyle bir görüşme ayarladım. Sana zaten söyleyecektim... Okul dönüşünde bundan bahsedecektim."

Keşke bekleseydin, der gibi bakındı Farah. Uraz yutkundu, başta bir afalladı sonra da susmayı tercih etti. "Eğer dertlerimi dert sınacak birilerini ihtiyacım varsa, tek suçlu ben değilim demektir Uraz. Sende bunu unutma lütfen..."

Uraz'ın kaşları aniden çatıldı ve okulun yoluna saparken dikiz aynasından eşine bakındı. "Ne demek bu?"

Farah yanıt vermedi, ardına yaslanıp okula ulaşmalarını bekledi. Biraz sonra Damla'nın heyecanı artmış ve yerinde adeta zıplar hale gelmişken okulun otoparkına girdiler. Damla hemen dışarı çıkmaya çalışında anne babası da araçtan indi. O, çantasını giyinip diğer yaşıtlarını süzerken Uraz, Farah' yaklaştı.

"Bir soru sordum Farah. Ne demek istedin?"

"Şunu demek istedim Uraz... Beni en iyi tanıyan sen olmana rağmen herkesten daha çok suçlayıp yargılayan yine sensin. Bu hayatta senden ve kızımdan başka kimsem yok ama sen... İkinizi de benden uzaklaştırmaya çalışıyorsun."

"Öyle bir şey yok."

"Var."

"Hayır, sadece çok fazla saçmalıyorsun ve seni bu yüzden durdurmaya çalışıyorum."

"O zaman yanlış bir şekilde durduruyorsun Uraz." Farah aniden eşine döndü ve kollarını aralarına bir set çeker gibi bedenine sardı. "Neden beni teselli etmek, hoş sözlerle yatıştırmak gibi yolları denemek yerine bağırıp, 'Hatalısın,' diyerek önüme set koyuyorsun? Ben bir anneyim, hem de evladını defalarca kez kaybetme korkusuyla yüzleşmiş bir anneyim. Abartıyor ya da saçmalıyor olabilirim ama bu haksız olduğum anlamına gelmez. Ben annesi olarak onun için endişelenebilirim ama bu sana fazla geliyorsa, gelip bana sarılarak ya da sırtımı sıvazlayarak endişemi benimle paylaşabilirsin."

"Ne yani şimdi de babalık yapmadığım konusunda mı beni yargılayacaksın?"

Farah bir adım geri çekildi. Yüzünde hayal kırıklığına uğramış, şok edici bir ifade belirdi. "Hayır," dedi. "Senin aksine bunu yapmayacağım çünkü sen çok iyi bir babasın."

Dudaklarını ısladı, bir adım daha geriye kaçtı. Bu sırada kendi kolunu sıvazlayarak kendine destek olmaya çalışıyordu. "Ama bir eş olarak hakkında aynı şeyleri söyleyemeyeceğim."

**

Yokuş çıkmaktan kadının dizleri ağrımıştı, nefes nefese kalmış bir halde çocuk seslerinin yoğun olduğu alana bakındı. Birkaç adım sonra onu görecek olmanın heyecanı, yüreğinin hop diye önüne dökülmesine neden olacaktı ama o kadar uzun bir zaman geçmişti ki miniğini görmeyeli, belki de değil yüreğini, ciğerlerini bile fırlatıp atabilirdi.

Yokuşu çıkıp da ilkokulun bahçe duvarlarına yanaştığında alnından terler dökülüyordu. Sırtı pek kalındı, on beş yıl öncesinden kalma bir yelek giyinmişti. Altında eski, çiçekli bir eteği ve başında da kalın, beyaz bir yazması vardı. Mevsime uygun giyinmemişti ama bu zaten sık sık yaptığı bir şeydi. Eşarbın uçlarını gelişigüzel çenesinin altında bağladı ve bahçe duvarına yanaşıp etrafa bakındı. Anneler-babalar okulun ilk günü diye otoparktan ayrılmamış, tek tük çiftler bahçenin içine dahi girmişti. Teneffüs zili çalmış olmalı ki bahçede olmayan çocuk sayısı epey azdı. Kadının bakışları bilhassa miniğinin üzerindeydi. Onu okul kapısının yanındaki bir köşede, bankta otururken yakaladı. Yanındaki arkadaşlarının ilgisini kolayca çekmiş, günün başrolü olmuş olan Damla'da ilgiden bir hayli memnun ancak aynı zamanda oldukça utanç doluydu. Herkes merakla onun saçındaki tokaları, ayakkabılarındaki süsleri incelerken o, ellerini dizine yaslamış, kıpkırmızı bir suratla gülümsüyordu.

Kadın, aslında dilenci kadın, "Hay maşallah benim yavruma," diye söylenirken duvara yaslanmış kadınlardan birisi yanına doğru adımladı.

"Sizin çocuğunuzda mı burada?" diye merakla sordu hemen yanındaki kadın. Dilenci kadın da başını çevirip bakındı, başında incili bir eşarp, üstünde de bileklerine dek uzanan gümüş renkli abartılı bir elbise olan kadının maddi durumunun iyi olduğu belliydi. Ardında park edilmiş olan gri renkli araçta şoförü merakla kendisini bekliyordu.

"Yok, benim çocuğum değil ama evladım gibi bilirim," diye mırıldandı dilenci kadın, iki büklüm olarak. Kadının koyu renkli bakışlarının altında adeta ezilmiş, elleri istemsizce karnında bileşivermişti. Kadın, kibirli bakışlarıyla ezildiğini gördüğü anda üzerine doğru adımladı, biraz önce bakındığı yere doğru baktı.

"Hangisi peki?"

Dilenci kadın heyecanlandı, aniden Damla'yı işaret edip onun manevi kızı olduğunu söyleme hevesiyle okul duvarına tekrar yaslandı. "Pek güzeldir benim kızım," diye kendi kendine mırıldandığı sırada ardındaki kadın tısladı.

"Hayır, oğlum kimlerin yanında, kimlerin çocuğuyla takılıyor bileyim de..." Birkaç adım gerileyip, tiksinmiş gibi bir ifade takındı. "...Uzak durması gereken kişileri söyleyeyim."

Dilenci kadının dudakları büküldü, ne diyeceğini bilemedi, hevesi kırıldı. Aniden duvardan geri çekilip gayri ihtiyarı üstünü inceledi. Damla'nın kaydolduğu okul, zengin muhitlerinin arasında bir okuldu; haliyle çoğu öğrencinin ailesi varlıklı ailelerdi. Onların arasında böyle dilenci kıyafetleriyle, eski püskü köylü fistanlarıyla dolaşan kadının hali garipsenmiş, beğenilmemişti.

"Yok, ben zaten pek görmüyorum. Öyle merak edip bakındım sadece, benimle ilgisi yok..." deyiverdi mecburen. "Sizin oğlunuza da bir zararım dokunmaz."

Kadın 'Hıhı,' diye mırıldanıp arkasını döndü. "Biz tedbirimizi alalım da..."

Kadın aracına binip gitti, gitmesine ama evinden te buraya kadar, neredeyse üç saatlik yolu yürüyerek gelmiş, yol boyunca da bir kez olsun durup dert yanmamış olan dilenci kadının yıkılmış umutlarının üstüne bir de tükürüp gitmişti. Dilenci kadın, Damla'yı neredeyse üç yıldır görmüyordu; onunla aynı şehirde bile olmamasının yanı sıra, burada ziyaret ettiği akrabasının evi ile de arasında epey bir mesafe vardı. Ne zaman ki merak edip Damla'yı görmek için Çelikkollar'ın villasına dek gelip, bahçeden bakınsa onu yalnızca odasının penceresinde, saatler sonunda ancak yakalayabilirdi. Farah'ın onu dışarıya salmadığını, balkona bile düşer korkusuyla çıkarmadığını bilmiyordu tabii o sıralar da 'Nasip, demek ki görmemem gerekiyormuş,' deyip geri akrabasının evine yürürdü.

Belki de uzun bir süre anlamayacak, karşısında gördüğü o utangaç Damla mükemmel bir ailenin merkezinde, sevilen bir kız çocuğu olarak büyüyor sanacaktı; istediği yerleri dolaşıp gören, istediği her şeyi yiyip içebilen ve hatta dört mevsim sıcak-soğuk derdi olmadan anne-baba diye sevebileceği insanlarla olduğu için haline şükrettiğini bilerek yaşamak onu rahatlatıyordu.

Belki de altı yıl önce ölmüş, öldürülmüş olacaktı; böylesi daha iyiydi.

Dilenci kadın kaybolan aracın ardından dalıp giden gözlerini çevirmeden önce orada, bir ağaç gövdesinin yanında öylece dikilen takım elbiseli bir adamın olduğunu fark etti. Başta önemsemeyecekti ancak sonra adamla gayriihtiyari göz göze geldiklerinde adam dikkat kesildi.

Dilenci kadın ağırca arkasına döndü, şüphelendiğini belli etmemeye çalıştı. Gözleri öylesine velilerin ve öğrencilerin üzerinde dolanırken bir yandan da aynı adamı takip etti. Bu defa elinde telefonuyla konuşarak okula doğru yaklaştığını gördü.

Siyah takım elbiseli başka bir adamı kendisine bakarken yakaladığında ise korktuğunun başına geldiğini anladı. Bu adamlar her kimse, bunun kesinlikle Çapanoğlu ile bir ilgisi vardı. Belli ki üzerinden altı yıl geçmesine rağmen Çapanoğlu'nun son varisinin yaşadığını biliyor ve son görgü tanığının peşini bırakmıyorlardı.

Dilenci kadının başından aşağı kaynar sular döküldü adeta, ne yapacağını bilemedi. Öylesine durmuş gibi mi yapsa yoksa başka bir ailenin yanına mı sokulsaydı? Kendini kurtaracağım derken bir başkasının evladının başını yakarım, diye korkusuna bir beş dakika kadar olduğu yerde yok yere oyalandı.

Aklı başına gelmedi, üstüne telaşı daha da arttı ama akıllıca hareket etmenin bir yolunu buldu.

Peşindekilere yakalanmadan, Damla'yı da ifşa etmeden tez vakitte buradan uzaklaşmalıydı. Öylesine durmuş, çocukları seyretmiş gibi yapmaktan başka çaresi kalmadı. Yokuşu çıkmaya devam edip, okuldan usulca uzaklaştı. O sıra fark etti ki, peşinde tek bir adam kalıvermişti. Belki daha fazlası vardı da fark etmiyordu ama bir kişinin Damla'nın ilkokulunun önünde dolanıyor olması fikri onu korkuttu. Belki Damla'yı tanırlardı, belki de adı hala değişmediği için şüphelenip peşine düşer ve onu yakalarlardı.

Dilenci kadın, basit bir özlem hissiyle Damla'yı ifşa etmek üzereydi. Üzerine giydirilmiş sorumluluğu taşıyamamış, minicik bir kız çocuğunun ölümüne sebebiyet vermişti, adeta. Alnında soğuk terler dökülürken telaşa kapılmamış gibi yapmaya çalışıyordu. Yolu epey bir gittikten sonra zengin muhitlerine yaklaştığını fark edince kapı kapı dolanmaya başladı. Yanında her zamanki gibi arabası ya da çuvalı yoktu, dilenmeye gelmiş gibi durup durmadığından emin olamıyordu. Çaldığı kapılar bir bir yüzüne kapansa da umursamadan işine devam etti.

Çünkü biliyordu ki, Çapanoğullar'ının düşmanları altı yıl geçmesine rağmen onu buraya dek takip etmişse, şimdi neden üç saatlik yolu boşu boşuna yürüdüğünü sorgulayıp geçtiği her bir kapının izini süreceklerdi.

Bilhassa çocuğu yokmuş gibi duranların evini yokladı, Çelikkollar'ın villasından çok daha uzaklara doğru adımladı. Belki de yüzden fazla kapı çalmıştı ama durup, birkaç parça kıyafet ya da bozukluk aldığı hane sayısı on ya da on beşti. Buradaki insanlar pek kibar değildi, hele bir adam "Kapıda dilenciler ve satıcılar giremez, yazısını görmedin mi be kadın!" diyerek onu kovmuştu. Dilenci kadın normalde çok üzülür, epey bir gönlü kırılırdı ama ölüm korkusundan hiçbir şey hissedememişti bile. Tekmeleyerek dışarı atsalar bile bir bardak su vermişler gibi rahat etmişti içi.

Oradan akrabasının evine geri dönene dek de işini yapmaya devam etti ki, farklı bir şey düşünmesin peşindekiler.

Oradan uzaklaştığına sevindi, yollardan geçerken dikkatle geçti. Evine yaklaştığında peşinde kimsecikler göremedi ama gerçekten peşini bırakıp bırakmadıklarından emin olamazdı. Bir daha buralara gelmeyeceğine kendi kendine yemin etti ama sonra hemen tövbe etti. Ya bir daha gelmezse, bu gelişinde bir şüphe aramazlar mıydı?

Öyle yorgun, öyle bitap geldi ki eve akrabası şaşkına döndü dilenci kadının. "Hani gezip gelecektin kız? Resmen sürüne sürüne geldin," demişti o da.

"Halimi maruz gör Karanfil, bugün pek bir yer gezdim."

O gün dilenci kadın ilkokulun önünde birkaç dakika daha kalsaydı şayet, Damla'nın sıcaktan bunalıp çilek desenli suluğundan içtiği bir yudum su ile nasıl yere yığıldığını da görebilirdi. Görseydi bir yardımı dokunmazdı ama çokça telaşı daha da artardı.

Damla arkadaşlarının arasında pat diye yere kapaklandı, küçücük göğsü acı içinde inip kalkarken bahçede dolaşan öğretmenlerden biri hemen yanına koştu. "Kızım? Kızım iyi misin? Tatlım kalk hadi!" diyerek miniği uyandırmaya çalışan öğretmenin çabaları boşa çıktı. Damla orada bilincini yitirdi, nabzı yavaşlayan kızın başına bir iş geleceği korkusuyla onu kucakladığı gibi kızla okula koştu.

Koridora girer girmez sağlık odasına doğru bağırdığında diğer öğrenciler de korkup kenara çekilmişti.

Baygın kızı veliler görmemişti, bahçedeki birkaç öğrenci dışında onu fark eden olmamıştı çünkü bahçe bir hayli kalabalıktı.

Uraz, Farah'ın önüne geçip "Artık eve gidelim Farah," diye ısrar ettiğinde Farah hemen eşini itelemiş ve gözünü bir kez olsun ayırmadığı kızını yine radarına almıştı. İşte o anda kızını baygın bir halde öğretmeninin kucağında görüverdi.

"Damla!" diye adeta haykırıp okula koştuğunda Uraz şaşkın bir halde onu tutmaya çalıştı. "Ne oldu? Ne oldu?" diye sayıklarken karısını sımsıkı tutuyordu. "Bayılmış! Bırak beni!" diye bağırıp bahçeden içeriye daldı Farah. Herkes, onun telaşlı ifadesini görür görmez merakla ayaklandı ve dönen hadiseyi çözme telaşına girişti.

Farah ve Uraz okula girip sağlık odasını bulduklarında ter içinde kalmış kızlarına sarıldı sıkıca. Odada adeta bir kargaşa, adeta hayata karşı savaş vardı; iki veli de kızına ne olduğunu, neden bu halde olduğunu ve nasıl bayıldığını sorguluyordu. Sesleri o kadar yüksekti ki okul müdürü de merakla odasından çıkıp aşağı kata inmek zorunda kalmıştı.

Sağlık görevlisi de, öğretmen de onlara açık bir cevap veremedi. "Sıcaktan fenalaşmış ya da stresten bayılmış olabilir," dediler sadece.

Ailesi Damla'yı apar topar hastaneye götürdüğünde onun bayılmasına sebep olan hiçbir şey bulamadılar. Sıcaktan da kaynaklanmadığı bilindiğinden, sebebinin psikolojik olduğunu savundu doktorlar.

Bunun sonrasında Uraz ve Farah büyük bir yaygara kopardı ama öfkeleri en çok da kendilerineydi. O gün görüştükleri psikolog durumun vahimliğinden söz edince çift, sözsüz bir barış antlaşması imzaladı. Bundan sonra anlaşmazlıklarını Damla'ya yansıtmayacak ve kimin haklı, kimin haksız olduğu yarışına girmeden yalnızca onun zihin sağlığının iyiliği için uğraşacaklardı.

Eve döndükleri sırada sirke satan suratlarından bir terslik olduğu anlaşıldı. Harika hemen merdivenlerden inip çiftin yanına geldi ve neler olduğunu sordu.

Olay Damla'nın yanında konuşulmadı; aslında Farah'ın yaşananları hiç anlatmaya hevesi yoktu ama Uraz, gerçekleri ağabeyi ile paylaştı.

"Yani aslında her şey Farah'ın tutarsız davranışları yüzünden," dedi Lokman. "Altı yılın sonunda, okulun ilk günü için böyle bir senaryoyu tahmin etmeliydik."

"Farah'ın hiçbir suçu yok, ağabey!" dedi Uraz ciddiyetle. Salondaki koltuklarda oturmuş, birbirlerini seyrederken gizli mesajlar döndü o sırada.

"Eve düzenli olarak özel öğretmen çağıracağız, ders veriyor gibi görünecek ama aslında Damla'nın psikolojisinden sorumlu olacak. İlk sürece göre, Damla'nın sorunlarının ergenlik yaşına etki etmemesi için dikkatli davranmamız gerektiğini söylediler. Sizin de bu konuda titiz olmanızı umuyoruz."

"Sen bizi dert etme Uraz," dedi Harika. Gözleri, bir süre Farah'ın kırmızı suratında dolanmış ve gözleriyle verdiği mesajla onu rahatsız etmişti. "Damla için elimizden geleni yaparız."

O günün gecesinde herkes uyuyup Harika ve eşi Lokman'da odasına çekildiğinde dönen konuşmanın konusu her zamanki gibi Damla'ydı.

"Hastane de hiçbir şey bulamadıkları için şanslıyız Lokman!" diye kızmıştı Harika. "Biraz daha az göze batamaz mısın? En azından bir haftadan daha fazla bir zaman gerektiğini söylemiştim sana."

"Bekleyemezdik."

"Ama beklemezsen fark edileceğiz."

Lokman başını iki yana salladı usulca. "Hayır, bu işin içinde başka bir iş var."

"Ne olabilir?" diye adeta sessiz çığlıklar attı Harika. Üzerindeki siyah geceliği çekiştirip eşinin yanına sokuldu. "Sabırsızlığının sonuçlarını çekmek istemiyorum."

Lokman güldü. "Sabırsızlık mı? Ben bu evi üstüme geçirmek için on yıldır uğraşıyorum be kadın? Bana mı sabırsız diyorsun?"

"Beklemeyeceğiz, beklemeyeceğiz diye tutturan sensin. Bana ne kızıyorsun?"

Lokman gözlerini devirdi. "Odaklanman gereken kısım bu değil... Anlamıyor musun? Damla'da bir şeyler var."

"Ne gibi?" derken alaycıydı Harika. "Berbat bir psikolojik baskıyla büyümesine rağmen normal davranması gibi mi?"

"Hayır... Bu defa kesinlikle ölmesi gerekiyordu."

"Ne?"

"Harika... Bu Damla'yı bebekliğinden beri on sekizinci zehirleyişimiz. Son iki hafta içinde ise iki... Bu ne demek anlamadın mı hala?"

"Ne demekmiş?"

Lokman ellerini çırptı. "Bir şekilde... Bir şekilde o zehirlenmiyor. Yani düşünsene... Zehirlendiğine dair belirtiler var; ateşi çıkıyor, kimi zaman kusuyor ya da bayılıyor ama... Sonuç yok."

"Damla'nın okunmuş üflenmiş bir çocuk olması dışında bir fikrim olup olmadığını soruyorsan yok."

"Bir şekilde zehir ona etki etmiyor Harika."

"Ah ne harika ama!"

Lokman bir süre sessizce bekledi. "Ona bu defa kanında kolayca bulunabilecek güçlü bir zehir verelim," dedi.

"Saçmalama, bu defa yakalanırız."

"Hayır, deneyip görmek istiyorum. O çocuk şimdiye dek ölmeliydi, hele ki şu üç yaşındayken verdiğimiz zehir bir bebeğin kaldırabileceği bir zehir değildi."

"Yani ona kesinlikle tolere edemeyeceği bir zehir verip, üstüne de herkes zehirlendiğini anlasın mı istiyorsun?"

"Evet."

"İlk şüphelenilecek kişi biziz."

"Suçu başkasına atarız."

"Çıldırmışsın."

"Bekleyip görelim. Eğer basit bir tahlille bile kolayca açığa çıkan bir zehirle bile ölmüyorsa, asıl sorun ondan sonra başlıyor demektir."

Harika içten içe Çelikkollar tarafından öleceği konusunda yakınsa da geceliğini toparlayıp yatağın içine kıvrıldı. "Ne halin varsa gör, akılsız herif," diye de söylendi. "Beni karıştırma."

"Emin ol, sen karışmak isteyeceksin. Çünkü problem sandığımızdan daha da büyük..." 

Continue Reading

You'll Also Like

489K 77.2K 36
Ben yeryüzündeki lanetin vücut bulmuş haliyim. Kimi sevdiysem, kime dokunduysam hepsini lanetledim. Sıra da sen varsın. Lanetimi, sevgime katıp sana...
266K 20.9K 26
''Hayır biz sadece arkadaş değiliz ve hiç olmadık."
BAHAR KOKUSU By dilan engin

Historical Fiction

2.3K 1.3K 9
DÜZENLENİYOR... Bölümlerimiz hâlâ yayında fakat düzenlenme aşamasındadır. 30/03/2024 tarihinde ilk kitap finali verilecek, Nisan ayında özel bölümler...
17K 6.2K 33
**Watty2022 Kazananı (Gizem/Gerilim)** İllegal bir tarihi eser kaçakçılığı ve kendisini bu bataklıkta aksiyon halinde bulan bir genç kız... Bataklık...