ÖLÜMCÜL SIR

By maysamellia

1.7M 93K 96.5K

"Gözlerime bak Ezgi..." Artık yaşlarım akıyor muydu bilmiyorum. Sadece tek gördüğüm; karanlık. Islak ve sıcak... More

GİRİŞ
1. Bölüm: ORMAN
2. Bölüm: ACI KARŞILAŞMA
3. Bölüm: ŞOK DALGASI
4. Bölüm: GÖREV
5. Bölüm: KUPA
6. Bölüm: SONUÇ
7. Bölüm: ZAMAN EN İYİ ÖĞRETMEN
8. Bölüm: NE İLE MUTLUSUN?
9. Bölüm: NEFRET VE FEDAKÂRLIK
10. Bölüm: KAÇIŞ VE YÜZLEŞME
11. Bölüm: DERİN KORKU
12. Bölüm: UMULMADIK HABER
14. Bölüm: KAR KOKUSU
15. Bölüm: ÖLÜMÜN CESARETİ
16. Bölüm: AKLIN OYUNU
17. Bölüm: CAM KIRIĞI
18. Bölüm: AVCILIK ZAMANI
19. Bölüm: YALNIZLIK ORTAĞI
20. Bölüm: ÖZGÜRLÜĞE GİDEN YOL
21. Bölüm: ÖLÜMÜN HUZURU
22. Bölüm: ATEŞTEN TAHT
23. Bölüm: ZEMHERİNİN ACI KESİĞİ
24. Bölüm: HAYATIN SOĞUK YÜZÜ
25. Bölüm: UYANIŞ
26. Bölüm: ÜMİTLERDEN VAZGEÇİŞ
27. Bölüm: KORKUNUN KARANLIK SOĞUĞU
28. Bölüm: SICAK FIRTINA
29. Bölüm: SIĞINAK
30. Bölüm: BEYAZ KALP
31. Bölüm: KARANLIK ZİHNİN SULARI
32. Bölüm: BİLİNMEZLİĞE YOLCULUK
33. Bölüm: KARDELENİN YALNIZLIĞI
34. Bölüm: GÖRÜNMEZ ZİNCİR
35. Bölüm: GİRDAPTAKİ İHTİRAS
36. Bölüm: ÖLÜMÜN YASAKLI YERİ
37. Bölüm: ÖFKE VE ŞOK
38. Bölüm: KARANLIKTA UZANAN EL
39.Bölüm: ARZULU ARAF
40. Bölüm: GERÇEĞİN SIRATINDAKİ CEHENNEM
*AYDINLANMA METNİ*
41. Bölüm: KALBE AKAN ZİFİR
42. Bölüm: İKİ TEN, TEK NEFES
43. Bölüm: CESARETE BÜRÜNEN HIRS
44. Bölüm: ÖLÜMLE GELEN İLK İLHAM
45. Bölüm: KIRIK PARÇALAR, AYRI HİSLER
46. Bölüm: KÂBUS VE GERÇEK
AÇIKLAMA
47. Bölüm: ZAMANSIZ DÜET
48. Bölüm: SÜRPRİZ BAĞ
49. Bölüm: DEJAVU

13. Bölüm: GÖRÜNENİN ÖTEKİ YÜZÜ

33.4K 1.8K 1.4K
By maysamellia

Görünenin ardında var olduğunu düşündüğümüz şey ya yoksa?

Keyifli okumalar

Tutmuş olduğum kapı kolunu aşağı indirirken kalbime inen yokluğun ağırlığı tüm benliğiyle kendini gösteriyordu. Yavaşça kapıyı aralarken, yaşamanın aslında sonu yoklukla biten bir çırpınış olduğunu bilmem fakat bunu canımdan bir parçayı kaybettikten sonra geç idrak etmenin acısını hissediyordum.

Yavaşça kapının karşısında, duvarın kenarında duran yatağa oturdum. Karşımdaki pencerenin önündeki beyaz, sık pileli tül; gökyüzünün griliğini içine çekip kendi beyazlığını feda etmişti.

Gördüklerimizin ardında aradıklarımız, belki de aramadıklarımızın cevaplarını içeriyordu. Şu an bu perdedeki griliğin ardında aradığım beyazlık, belki de siyahın arayışına bir cevaptı.

Gökyüzünün ağırlığı sanki bu odaya çökmüş, bütün düşüncelerimi zamana tutsak etmişti. Geriye hüzünle yoğrulmuş kalbimin atışları kalmıştı.

Özlüyordum... Geleceğimi özlüyordum. Geçmişimi değil. Anne yarım bildiğim kadınla olan hayallerim hep bir adım ilerisine dönüktü çünkü. Geleceği vaat eden hayallerimiz, umudu barındırıyordu kökünde. İnanıyordum. Birlikte olacak geleceğimize. Özlüyordum geleceğimizi. Savaştığımız geçmişi değil, umutla yoğurduğumuz, hayallerimizle süslenen geleceğimizi...

Başımı koyduğum yastıktan burnuma nüfus eden koku, şu an ki beni var eden kadının kokusuydu. Derince bir nefes aldım, bu kokunun ciğerlerime işlemesini diledim. Belki de geriye kalan tek şey, yok olan bedeninin kokusuydu. Buğulanan gözlerimi sıkıca kırpıp yanağımdan süzülen ıslaklığa aldırmadan yüzümü yastığa dayadım. Bu ıslaklık sadece acının değil, aynı zamanda içimdeki hasretin yağmuruydu.

Özlemek... Var olanları da özleyebilirdik. Ama yok olanları özlemek... Onlarla aynı kefeye girebilir miydi bu kavram? Var olana elbet bir gün kavuşabilirdin. Bu yüzden yüreğinde bekleyiş peydah olurdu. Ama yok olan... Geri gelmeyeceklerini bilmek, en büyük gerçeklerle yüzleşmene sebep olurdu. İşte bu yüzden daha da çok acıtırdı. Daha da çok yorardı. Tek çaresi alışmaktı. Ne kadar sürerdi alışmak? Zaman ne kadar düşmanlık ederdi sana? En hırçın oklarını yüreğinin derinlerine saplarken acımazdı zaman. En acımasız öğretmen oydu belki de, en iyisi olmasına rağmen...

Derinlerimde hissettiğim korkuya rağmen nasıl çıkabilirdim bu evden? Nasıl bırakabilirdim her karışında hatıra olan bu hâneyi? Yok olanların ardında kalanlar sevdikleriydi. Bir de hatıraları... Alışacaktım. Alışmalıydım. Sadece geriye bıraktıklarıyla yetinmeliydim. Yalnızlığım ve hatıralarımla...

Yalnız değildim ki. Sevdiğim adam vardı. Bana ne kadar yakın hissetsem de uzağımdaydı. Ne kadar yanımda istesem de o kadar dışarıdaydı. Yalnız olmasam da hissettiklerim yalnızlığın tanımıydı. İçimdeki savaşta beyaz bayrağım yine O'na kalkıyordu. Daha çok isterdim O'nu. Daha çok tanımak, daha erken hayatıma sokmak...

Pişmanlıklarım içimdeki özlemle birlik kurarken elimden kayıp giden ablamla daha önce tanıştırmak isterdim O'nu. Ama O istememişti. Kendince de haklıydı belki de. Yine de isterdim. Yine de haykırmak, zincirlerimden kurtulmak...

Yüzümü beyaz tavana dönüp şakaklarıma süzülen yaşları silmeden bir kez daha nefes alıp yavaşça verdim. Usulca kapadım gözlerimi. Hasretin kokusunu içime çekerek... Varlığını özlediğim, yokluğuyla hasret giderdiğim ablamı hâyâl ederek...

-----

Duyduğum sesle, irkilerek yataktan kalkmam bir olmuştu. Kuvvetli bir şekilde evin kapısına vuruluyordu. Hızlı adımlarla evin uzun koridorunu ilerleyip kapıyı açtım.

"Ezgi? Yaklaşık 15 dakikadır kapıdayım. Aradım telefonlarıma da cevap vermedin. Bir şey oldu sandım."

Yüzümü avuçlarının arasına almıştı. Açık kahve gözlerini gözlerimle buluşturdu.

"Uyuyakalmışım. Telefonum da diğer odadaydı. Hiçbir şey duymadım. Hem sen, hastanede değil miydin?" Kaşlarımı çatmıştım.

Yüzümü saran ellerini indirip vizon rengi kabanını çıkartmaya başladı.

"Bugün izinliydim ya bebeğim. Unuttun mu yoksa?" Gözlerini benden ayırmamıştı.

Elimi açık dalgalı saçlarımın arasından geçirdim. "Ah, evet. Unutmuş olabilirim."

Arkamda kalan oturma odasına yönelirken ellerimle şakaklarımı ovmaya başlamıştım. Ağlayarak uyuyakaldığım için başım sızlamaya başlamıştı. Midem bulanıyordu. Üşütmüştüm sanırım.

O da peşimden gelerek ben daha koltuğa oturmadan arkamdan ellerini belime sarıp, burnunu boynuma gömmüştü. Sıcak nefesi yüzünden tüylerim diken diken olsa da hafifçe gıdıklanmıştım.

"Özledim seni..."

Saçlarımı yanağına sürterek hafifçe tebessüm ettim. Ben de özlemiştim. En çok da ablamı... Solan tebessümümle belime sarılmış olan kollarını tuttum. Hafifçe gevşettiği kollarından ayrılarak koltuğun sağ köşesine yerleşip bağdaş kurdum. Cevap bekler gibi yüzüme bakıyordu.

"Sen de beni?"

Başımın ağrısının izin verdiği kadar gülümsedim. "Evet, ben de..." Yan tarafıma oturup gözlerini gözlerimden ayırmadan yüzü bana dönük bir şekilde başını bacaklarımın arasına yerleştirdi. Parmaklarını çenemin altında gezdirmeye başlamıştı. "Nasılsın?"

Bakışlarımı orta sehpadaki küçük krem rengi vazoya sabitleyerek sağ elimi geniş gövdesine yerleştirdim. Sol elimdeki parmaklarım da siyah saçlarında gezinmeye başlamıştı. "İyiyim." Ne kadar iyi denilirse...

Bakışlarının yüzümde gezindiğini hissedebiliyordum. "Emin misin?"

Derin bir nefes aldım. "Ne kadar iyi olmam gerekiyorsa o kadar iyiyim işte... Her şey üst üste geldi." Buğulanan gözlerimi yukarı kaldırarak yaşlarımın yanaklarımdan süzülmesini engellemeye çalıştım.

Çenemde gezinen parmaklarını sabitleyip, çenemin ucundan tutarak yüzümü yüzüne doğru çekmeye başlamıştı. Gözlerim gözleriyle buluştu tekrardan. Saçlarım omuzlarımın üzerinden düşerek yüzlerimizin etrafını örtmüştü. Yüzüne yaklaştıkça sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. Burunlarımız birbirine değdiğinde dudaklarını araladı. Saçlarında olan parmaklarım sabitken, göğsünde olan elimi seyrek sakallarına doğru yönelttim. Aralık dudaklarını dudaklarımla buluştururken çenemde olan elini yukarı doğru çıkararak yanağımda sabitledi. Tüylerim tekrar dikleşmeye başlamıştı.

Alt dudağımı ıslak dudaklarının arasına alıp küçük ama sıcak bir öpücük kondurdu. Dudaklarımı dudaklarından ayırıp yüzümü yüzünden ayırırken konuştu. "Daha iyi olacaksın." Kısık sesle konuşurken nefesi tekrardan yüzümle buluşmuştu. Bu sefer yüzümde olan elini enseme koyup yukarı kaldırmaya çalıştığım başımı engellerken tekrardan yüzümü yüzüne yaklaştırmaya çalışmıştı.

Islak dudaklarını tekrar dudaklarıma değdirip alt dudağımı az evvelki gibi dudaklarının arasına aldığında bu sefer ki öpüşü diğer öpüşüne göre daha sertti. İçimde sebepsiz bir korku vardı. Hatta... Hatta, şüphe. Olmasını istemediğim bu hissi bir an önce içimden atmak istiyordum.

Elini tekrardan yüzüme indirip öpüşlerini derinleştirmeye başladığında hafif zorlanarak dudaklarımı dudaklarından ayırarak, yüzümü ondan uzaklaştırıp biraz dikleştirdim. İçimdeki savaş buna müsaade etmiyordu. Zihnimdeki sorular kalbimi de işgal etmeye başlamışken şu an yapamazdım. Nedensizce derinlerimde olan korkunun varlığını hissetmeye başlamıştım.

Şaşkınlıkla yüzüme baktı. Hâlâ bacaklarımın arasında yatıyordu. Ellerimi seyrek sakallı yüzünden çekip koltuğa dayadım. "Ne oldu?"

"Pek...", dudaklarımı aşağı doğru kıvırdım, "İyi hissetmiyorum. Midem, başım, zihnim çok yerinde değil gibi." Tek elimle alnımı ovaladım.

Bacaklarımın arasından kalkıp koltukta bana doğru gövdesini çevirdi. "Yarın sana ilaç yazayım ama başka bir şey var gibi." Şüpheyle yüzümü inceliyordu. Bağdaş yaptığım bacaklarımı koltuktan sarkıtıp ayaklarımı yerle temas ettirdim. "Ah.. Hayır, dediğim gibi biraz rahatsızım."

Gözlerindeki şüphe inanmadığını gösteriyordu. "Yoksa.." kaşlarını çattı. "Benimle ilgili bir şey mi?"

Bu sefer kaşlarını çatan taraf bendim." Ne gibi?" Dudaklarını büzüp cevapladı. "Bilmem, benimle ilgili bir şey mi duydun?"

Çatık olan kaşlarım daha da derinleşmişti. "Duyacağım bir şey mi var yoksa?" Gövdesini karşımızdaki duvara doğru döndürüp göz temasını keserken konuştu. "Fakültede dedikodular olabiliyor, biliyorsun. Bunları kastetmiştim." Yandan tebessüm etmişti hafifçe.

"Hayır, dediğim gibi biraz rahatsızım." Ayaklanıp mutfağa doğru yönelirken bakışlarını üzerimde hissetmiştim.

Belki de derinlerimde hissettiğim korku sebepsizdi. Belki de korkularım içimdeki şüpheyi besliyordu ama şüphesiz bir gerçek vardı içimde. Savaş... Bunları sevdiğim bu adama karşı bastırmaya çalışan bir savaş... Beni sevgimden bile şüphe etmeye vesile kılan bu savaşı yenecektim. Yenecektik. Susup sadece gözlemleyecektim. Duyduklarımla soracağım sorular belki daha da derin bir korkuya itecekti beni. Bu yüzden O'na karşı sadece susacaktım... Kaybedecek bir avuç sevgim vardı. Ona sımsıkı sarılmaya çalışacaktım.

Kafamdaki düşüncelerden kurtulmak için tezgâha yaslanıp yaktığım sigaranın dumanını izlemeye başladım.

&

Bazen ummadıklarımız, bizi şoka uğratırken zekamızdan da şüphe ettirebilirdi. Aslında görünen tarafın başka bir yüzü olduğunun da farkına varırdık. Ve bunun farkına varmak bizi güçsüz hissettirebilirdi.

Dedektif Yavuz hiç beklemediği bu sonuç karşısında şaşırmıştı. "İsmi nedir bu kadının?"

"Hülya Çet."

Yavuz kaşlarını çatarak bir kez daha teyit etmek istedi duyduklarını. "Hülya Çet mi?"

Başkomiser Aslan nefesini sıkıntıyla verip Dedektif'i onayladı. "Evet, Hülya Çet."

Kulağına bastırdığı telefonu içinde yaşadığı kızgınlığın etkisiyle biraz gevşetti. Nasıl böyle bir şey gözünden kaçmıştı. Evet, içinde biraz kuşku vardı ama üzerine düşmemişti. Hep görünenlerin üzerinden ilerlemişti. Görünmeyen tarafa odaklanmamıştı. O tablo, gözler...

"Siktir..." Ağzından çıkan küfüre engel olamamıştı. Ama kimdi bu kadın? Adem Çet'in nesiydi? Yakınlarına ait araçla bu işe girişmiş farkedilmeyeceğini zannetmişti kendi aklınca.

Belki de bir kadındı. Sonuçta cesetlerde herhangi bir boğuşma veya güç uygulandığına dair bir iz yoktu. Onları ketaminle etkisiz hâle getiriyordu ve hedefine ulaşıyordu.

"Aslan. Hastanede çalışan Adem Çet'le bir bağlantısı olabilir. Hemen bir ekip yolla ve şu adamın icabına bakalım. Savcılıktan izin çıkarmayı unutma." Anahtarı kontağa sokup çevirerek arabayı çalıştırmıştı. Egzozdan çıkan ses sokağın sessizliğini bozmuştu.

"Tamamdır. Şu kamera işi iptal mi o zaman?"

"Hayır. Her türlü veriyi elimizde bulundurmamızda fayda var. Kamera işini de hâllet."

"Tamam o hâlde. En kısa sürede baktıracağım.", diyerek telefonu kapattı.

Adem Çet... Göz doktoru... Bu işi bir kadının yaptığına inanmıyordu. Yazdığı şiirlerinin bir tanesinde 'Sevgilim' kelimesini kullanmıştı. Bu kişi bir erkekti ve öldürdüğü kadınlardan bir tanesinde bu kelimeyi kullanmıştı şiirinde. Ya eşcinselse? Bu ihtimal de vardı. Hayır, Şair bir erkekti. Hastanede çalışan kadın doktorlar Sevda Kartaş cinayetinde nerede olduğunu ispatlamıştı şahitleriyle beraber. Bir kadın olamazdı. Bir kadın, bir kadına bunları yapamazdı. Adem Çet'in sorgusunda bir adım daha ilerleyebileceğine inanıyordu.

Belki de görünenin ardında bambaşka bir şey vardı.

&

"Anne, babam nerede?"

Küçük çocuk uzun kirpiklerinin ardından annesine merakla bakıyordu. Genç kadın, krem renkli fayansların aydınlık kattığı beyaz dolaplı geniş kare mutfakta, bir duvarın köşesinden diğer köşesine uzanan tezgâhın üzerinde tost yapıyordu. Kadın yavaşça tezgahın karşısındaki masada sütünü içen çocuğa döndü.

"Tatlım, nerede olduğunu biliyorsun. Odasında.", diyerek tebessüm etti.

Çocuk, hüzünle yan tarafında bulunan boydan pencerenin ardında görünen ağaca gözlerini dikerek konuştu.

"Hayır, o babamdan bahsetmiyorum.", uzun kirpiklerinin ardındaki gözlerini sütüne çevirerek devam etti. "Eski babamdan..." Çocuk babasına dair hiçbir şey hatırlamıyordu.

Kadın çocuğun son cümlesiyle sinirlenmeye başlamıştı. "Senin eski baban yok. Öldü. Bunu konuşmuştuk. Hem O seni hak etmiyor demiştim unuttun mu?" biraz evvelki sesine nazaran daha da yüksek tonda konuşmuştu.

Çocuk, gözlerini annesine çevirmekten korkarak sütüne bakmaya devam etti. "Ama yeni babam da yok ki..."

Genç kadın, elindeki ekmek bıçağını bırakmadan çocuğun yanına gidip ayakta dikildi. "Nasıl yeni babam yok?" Tek kaşını havaya kaldırmıştı.

Çocuk, annesinin elindeki bıçağı görünce daha da korkmuştu. Ama korkusuna inat annesinin gözlerine baktı. "Babam hiç konuşmuyor eskisi gibi. Gülmüyor, yürümüyor. Benimle oynamıyor. Sadece çok kısa bir zaman oyun oynayabilmiştik."

Genç kadın, elindeki ekmek bıçağını masaya yavaşça koyup dizlerinin üzerinde eğilerek çocukla yüzünü aynı hizaya getirdi. "Hasta olduğunu sana söylemiştim." Çocuğun gözlerinin içine bakarak kıkırdamıştı. Yavaşça doğrulup masadaki bıçağı alarak tezgâha yöneldi.

Küçük çocuk, bazen annesini anlayamıyordu. Bazen gülümsemesi ona hayranlık beslemesine sebep olurken bazen de korkutuyordu. Ilık sütünden bir yudum alıp annesine baktı. "Peki ne zaman iyileşecek? Ben hep tek mi kalacağım?"

Kadın, elindeki bıçağı tezgâha vurarak bırakıp çocuğa döndü. Kaşları çatıktı. "Sen tek misin tatlım?" Çatık kaşlarına inat tebessüm etmiş ama dişlerini sıkarak konuşmuştu.

Çocuk annesinin bu hâlinden daha da ürkerek cevap verdi. "Evet, tekim. Hiç arkadaşım yok."

"Ben varım, öyle değil mi tatlım? Okulda da fazla arkadaş yapmak yok. Kimsenin senin içini bilmesine izin verme ve kimseye sır verme. Yoksa her zaman acı çeken taraf olursun." Kadın tebessüm etmeye çalışıyordu.

"Benim hiçbir sırrım yok zaten.", dedi çocuk annesine bakarak.

Genç kadın, mutfak önlüğünü çıkarıp çocuğun yanındaki sandalyeye oturdu. "Evet şu an olmayabilir ama bu hiçbir zaman sırrın olmayacağı anlamına gelmez." Dalgalı açık saçlarını bileğindeki toka yardımıyla başının tepesinde toplamaya başlamıştı.

Çocuk sütünden bir yudum daha almak için bardağına uzanırken başını usulca olumlu anlamda salladı.

Kadın saçlarını topladıktan sonra masanın ucundaki sigaraya uzanıp dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra çocuğuna baktı. "Hem sen kendin bir sırsın zaten." Tek eliyle çakmağını ateşlerken diğer eliyle çocuğun başını okşamıştı.

"Nasıl yani?" Çocuk anlamaz gözlerle annesine kaldırdı bakışlarını.

Kadın tekrar kıkırdadı. Çocuk yine ürkmüştü bu kıkırdamadan.

"Senin varlığından kimsenin haberi yok."

Çocuk aklındaki soruları annesine sıra sıra sormak istiyordu. "Ama okuldaki herkes beni biliyor."

Kadın tebessümünü bozmadan cevap verdi. "Ama eskiye ve yeniye dair ailenden kimse bilmiyor tatlım.", çocuğun saçlarını okşadığı elini çekip devam etti. "Sadece ben nereye ait olduğunu biliyorum. Senin ailen benim, ben..." Sigarasından çıkan duman mutfağa çökmüştü.

"Peki ya yeni babam?"

Kadının bir anda yüzüne hüznün gölgesi düşse de, dişlerini göstererek sırıtmıştı. Sigarasından verdiği nefes çocuğun ciğerlerine dolarken gözlerini küçük çocuğun gözlerine sabitledi.

"Onun zaten bir ölüden farkı yok tatlım. Ölüler aileden değildir."

##

Selam:) Ezgi'nin hisleri hakkındaki düşünceleriniz neler?

Sizce Şair bir erkek mi yoksa kadın mı?

Peki son kısım hakkındaki düşünceleriniz neler?

Oy vermeyi unutmayın canlarım.

Hepiniz seviliyorsunuz.( Şair'in yazarı tarafından😈)

Continue Reading

You'll Also Like

MELÂL By MENİS

Mystery / Thriller

3M 133K 46
Kanla kazıdığın kelebek dövmesinin üzerini çizdir. Noktalı virgülle değiştir. Bu, devam edecek gibi değil ama bitmedi, demektir. Kanatları kanlı kele...
15.3M 615K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
5.5K 597 31
"Kimse gerçekten sevmedi mi seni?"
92.1K 5.6K 30
İyi kahramanlara ait masum aşkların tatmin etmediği, tehlikeyi seven ve her seferinde hikayenin kötü adamına aşık olan kadınlar için. 🌑🌙 "Planda bu...