Artık Çok Geç

By Hilalklcsln

18.1K 3.2K 1K

Küçük bir kızın kahramanı ne Superman ne de Batman'dir. Onlarla daha sonra tanışır. Ancak doğduğu andan beri... More

1. Bölüm: "Söz"
2. Bölüm: "Buluşma"
3. Bölüm: "Sahil"
4. Bölüm: "Lunapark"
5. Bölüm: "Ayrılık"
6. Bölüm: "Kavga"
7. Bölüm: "Nakil"
9. Bölüm: "Küçük Sır"
10. Bölüm: "Konferans"
11. Bölüm: "Tutku"
Duyuru
12. Bölüm: "İntihar Mı Etti?"
13. Bölüm: "Kıskandırma Operasyonu"
14. Bölüm: "Uzak Dur Benden"
15. Bölüm: "Zavallı"
16. Bölüm: "Deli Gibi Seviyorum"
17. Bölüm: "Eski Sevgili Alarmı"
18. Bölüm: "Zaferlerim"
19. Bölüm: "Güvenli Koku"
20. Bölüm: "Kaybetmemek Uğruna"
21. Bölüm: "Komedi"
Grup Dört
22. Bölüm: "Doğru Mu?"
23. Bölüm: "Yeni Çocuk"
24. Bölüm: "Geriye Dönmem (Cennet vs Cehennem)"
25. Bölüm: "Bedel"
26. Bölüm: "Aldatılmış"
27. Bölüm: "Bırakma O Zaman"
28. Bölüm: "Oluruna Bırak"
29. Bölüm: "Kayıp"
30. Bölüm: "Sinir Krizi"
31. Bölüm: "Tersine"
32. Bölüm: "Doğru Bildiğimiz Yanlış"
33. Bölüm: "Kötülere Bir Şey Olmaz"
34. Bölüm: "Ne kıskanması?! Gözüme toz kaçtı."
35. Bölüm: "Parti Başlasın"
36. Bölüm: "Labirent"
37. Bölüm: "Sadece Bir Kere"
38. Bölüm: "Cenaze" (Sezon Finali)
39. Bölüm: "Eziyet"
40. Bölüm: "Gizemli"
41. Bölüm: "Umut"
42. Bölüm: "Hata"
43. Bölüm: "Prenses"
44. Bölüm: "Tercih"
45. Bölüm: "Unut"
46. Bölüm: "Unutunca Yok Olsa"
47. Bölüm: "Dönüşü Yok"
48. Bölüm: "Kıskanırdım..."
49. Bölüm: "Farklı Koşullar"
50. Bölüm: "Güven"
51. Bölüm: "Son Öpücük"
52. Bölüm: "Farkındalık"
53. Bölüm: "Gece Nöbeti"
54. Bölüm: "Deli Dolu"
55. Bölüm: "Sevemedim Vedaları"
56. Bölüm: "Sır Perdesi"
57. Bölüm: "Senin yüzünden"
58. Bölüm: "Bir Arkadaş"
59. Bölüm: "Mecburiyet"
60. Bölüm: "Doğum Günü"

8. Bölüm: "Affetsen?"

460 93 35
By Hilalklcsln

Multimedyada Balum'un bara giderkenki hali var.

Bölüm şarkıları: Grup Seksendört - Söyle
Pera - Sevdiğim Kadın

İyi okumalar!

Öğretmenlerin, sınıftan içeriye girdiklerinde öğrencilere neden 'günaydın' dediklerini anlayamıyordum. Çünkü o öğretmen içeriye girdiğinde, yani ders başladığında, gün aydın olmuyordu. Hatta tam tersine kararıyordu. Acaba bize gıcıklığına mı böyle diyorlardı?

Ders Almanca'ydı. Bir süre derse odaklanmaya çalışsam da öğretmenin ne dediğini anlayamayacağımı fark ettiğimde bu çabamdan da vazgeçtim.

Tüm dersi, sınıfı izleyerek geçirmiştim. Sınıfın duvarları, diğer sınıflarınki gibi, soluk yeşil ve beyazdı. Kirlenmeye yüz tutmuş renkler, zaten kendi solgunluklarından dolayı insanı karamsarlığa sürüklüyorken bir de kirli oldukları için iyice boğuyordu.

Sınıf mevcudu fazla değildi. Buna oranla sınıf da büyük değildi. Sınıfta üç tahta da vardı. İsteyen akıllı tahtayı kullanırdı, isteyen kara tahtayı, isteyen de beyaz tahtayı. Normal tahtaların iki katı kadar bir ene sahip olduğu için bir duvar sadece tahtadan ibaretti.

Sıralar normal okullardan farklı olarak tahta değildi.

Etrafı incelemekten de sıkılıp elimle sırada ritim tutmaya başlamıştım ki dersin sonuna geldiğimizi ifade eden zil sesi, neyse ki, imdadıma yetişti.

Ne yazık ki ders bitmesini dört gözle beklememe rağmen teneffüste de yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu yüzden konuşma amacıyla sıra arkadaşım Mete'ye döndüm. Mete, sadece sıra arkadaşım değildi. En yakın arkadaşımdı, uzun zamandır.

Mete de bana bakıyordu. Yüzünde sinsi bir ifade vardı. Ben bu ifadeyi biliyordum. Ne zaman saçmalamayı planlasa bu ifadeyi yapıştırırdı yüzüne.

"Balum, yeni bir kızla tanıştım. Çok tatlı bir insan. Hem de bu okuldan. Belki tanıyorsundur. Adı Kıymet."

"Hayır, tanımıyorum." dedim, soğuk bir sesle.

Hayal kırıklığıyla suratını asıp önüne döndü. Ama bu pek uzun sürmedi. "Ağabeyi var. O da bu okulda. Belki onu tanıyorsundur. Onun da adı..." bir süre düşündü. Adını aklına getiremiyormuş gibi bir hali vardı. "Kadir."

"Onu da tanımıyorum Mete." dedim bıkkınlıkla. Ben popülerim diye herkesi tanıyacak değildim ya. Zaten popülersen sen herkesi değil herkes seni tanırdı.

Dudaklarını büzüp tavana bakmaya başladı. Neye baktığını merak ederek ben de baktım. Fakat göze batan herhangi bir şey göremedim.

Biraz sonra dertli dertli içini çekti. "Eller kadir kıymet bilmiyor, anne." dedi. Ardından bir kahkaha patlattı.

Yüzümü buruşturdum. Yaptığı şaka, tek kelimeyle, iğrençti. "Ben de seni adam yerine koymuş, dinliyorum salak gibi. İğrençti. Hayattan soğudum."

Gülmekle yetindi. Aslında çok iyi bir insandı, Mete. Zor zamanlarımda yanımda olmuştu. Uzun zamandır tanıyordum, onu. Her insan gibi onun da bir kusuru vardı ve o da kötü esprileriydi. Ama ben buna alışmıştım artık.

O sırada sınıftan içeriye Uzay girdi. Ne ara iyileştiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Yanıma geldi. Bana olan ilgisi tamamen bitmişti, nakil döneminde. Buna seviniyordum. Nedenini bilemiyordum ama içim daha rahattı. Gülerek konuşmaya başladı. "Senin şu eski sevgilini gördüm. Ege'yi... Dağılmış durumda. Çok az zamandır tanıyorum ama hiç böyle görmemiştim onu. Zaten taş çatlasa iki kez görmüşümdür ama korkunç görünüyordu. Affet bence."

"Bunun seni ilgilendireceğini sanmıyorum. Ayrıca o, benim için bitti. Hayatının hatasını yaptı ve şimdi de sonuçlarına katlanıyor. Bu hayatta, herkes yaptıklarının bedelini öder. O da ödemeli."

"Yalan söylüyorsun, Balum. Bana değil... Kendine yalan söylüyorsun. Farkında değilsin. Ege'yi aklında bitirmişsin. Ama kalbinde bitirememişsin. Çok belli oluyor, onu sevdiğin. Sen ne kadar inkar edersen et... Ondan bahsederken bile gözlerin parlıyor."

Haklı olduğunu biliyordum. Yine de inkar etmek daha kolay geliyordu. Sevsem bile onu affedemezdim. Ben affetmek istesem de gururum beni dinlemezdi. Eğer affedersem gururumu tamamen kaybederdim. Bu da beni, babama ihanet ediyormuşum gibi hissettirirdi. Böyle hissetmek istemiyordum.

Sınıfın kapısı tekrardan açıldı. Bu teneffüs ne çok misafir gelmişti öyle.
Başımı, yavaşça kapıya doğru çevirdim. İşte bu sefer gelen, istenmeyen misafirdi. Ege'ydi...

Bakışlarımı kaçırmak istesem de içimdeki engel olamadığım dürtü, bakmak için can atıyordu.

Birkaç adım attı. Tahtanın önüne geldi. Gözlerini, gözlerime sabitledi. Bu saatten sonra bu göz kontağını bozamazdım.

Boğazını temizledi. Hep neşe saçan çehresi, eski sevincini kaybetmiş gibiydi. Yorgunluk kalıntıları, yüzünde yer edinmişti. "Biliyorum ne kadar özür dilersem dileyeyim beni affetmeyeceksin. Ama bir umut ışığı var yüreğimde. Söndüremiyorum. Belki de söndürmek istemiyorum. Balum, zifiri karanlıkta bulduğum tek ışığı da sen söndürme, ne olur!" dedi yalvarırcasına.

Hiçbir düşüncemi belli etmeyecek bir ifade yerleştirdim suratıma. Birkaç senedir bunu yapmak çok kolay geliyordu bana.

"Yine biliyorum, hayatımın en büyük hatasını yaptım. Ama acıdan mahmurlaşmıştı gözlerim. Bir çıkar yol göremedim, mahmurlu gözlerle."

Sustuğum her saniye konuşmaya devam edecekti. Yine de konuşmayacaktım. Tepkimi gösterebilmem için illaki konuşmam gerekmiyordu.

Sıramdan yavaşça kalktım. Gözleri, içindeki söndüremediği umut ışından mıdır bilemiyorum, parıldadı. Birkaç adımda sınıfın, sıralardan arta kalan boş alanına vardım. Sonra sağa dönüp kapıya doğru yürümeye devam ettim.

Şaşkınlığını göremesem de nasıl şaşırdığını biliyordum. Ben de şaşkındım. Bunu nasıl yapabildiğime şaşırıyordum. Daha da önemlisi Ege'nin bunu nasıl yapabildiğini merak ediyordum. Bir insanın gururunu yenip de böyle bir şeyi yapması ne kadar zordur, bilirim.

Kendime güvenebilseydim, konuşmasını sonuna kadar dinlerdim. Fakat, maalesef, kendime güvenmiyordum. Sözleri son bulduğunda kollarına atlayıp barışmak istemiyordum.

Hemen sınıf kapımızın yanındaki kalorifere dayandım. Yüzüm kapıya dönüktü. Ege, sınıftan çıktığı anda bunu fark edip rahatça sınıfıma girebilirdim.

Kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Biraz sonra o da dışarı çıktı. Bir an gözlerimiz buluştu. Kızarmış gözlerini gördükçe acı çekiyordum. Omuzları çökmüş, her an kendini boşluğa bırakabilirmiş gibi duruyordu.

Gözlerimizi ayırmak istemedim. Biz ayrılsak da bu gözler birbirinden ayrılmamalıydı.

Bizi ayırdığı gibi, gözlerimizi de ayırdı, Ege. Önüne dönüp kendi sınıfına doğru, yavaş adımlarla, yürümeye başladı.

Bir süre olduğum yerde kaldım. Bunu planlamamıştım. Onun yıkılmış halini görüp kalbimin yumuşamasını plana dahil etmemiştim.

Kalçamla ittim kendimi. Kollarımı çözmek istemiyordum. Yapayalnız hissetmek istemiyordum. Ama zaten öyleydim.

Tekrardan sınıfa girdim. İçeriye girmemle bütün gözler bana döndü. Onları umursamayarak yerime oturdum.

Bir ders de kıskanç bakışlar ve fısıldaşmalar eşliğinde geçti. Her zaman yaptığım gibi umursamamaya çalışsam da başaramıyordum. Şu sıralar zaten yeterince sinirliydim bir de bizi çekemeyenler üzerime geldikçe sinirim tepeme geliyordu.

Öğretmen sınıftan çıktığında başımı sıraya koydum. Deve kuşu gibi hissediyordum kendimi. Başını toprağa gömdüğünde kimsenin onu göremeyeceğini sanan bir deve kuşu gibi...

İki kızın konuşmaları kulağıma geldi. "Bu kıza sinir oluyorum ya! Bulmuş güzelim çocuğu bir de naz yapıyor."

"Ben de sinir oluyorum. Kendini bir şey sanıyor. Ama helal olsun. Çocuğu parmağında oynatıyor. Tıpkı diğerlerine yaptığı gibi."

"Ama Ege farklı. Çok hassas bir insan. Tabii bizim prensesimiz bunu fark edemeyecek kadar kör. Ege, benim sevgilim olacak var ya..."

Artık dayanamayacağımı fark ettiğimde hışımla başımı sıradan kaldırdım. Yerimden kalktım. "Ama değil. Ege senin sevgilin değil ve yorum yapmak da sana düşmez." daha sonra tüm sınıfa hitaben konuşmaya başladım. "Sizi ilgilendirmeyen şeylere burnunuzu sokmayın. Sokarsanız, o burnunuzu yerinden sökerim! Herkes kendi işine baksın. Başkalarının özel hayatı sizi ilgilendirmez."

Benim uyarımla herkes sussa da ben olmadığım ilk anda dedikodumu yapmaya başlayacaklarını biliyordum. Milletin ağzı torba değildi ki büzeyim...

Kendimi sakinleştirip yerime tekrardan oturdum. Başımı sıraya koydum. Gözlerimden yuvarlanmayı bekleyen birkaç damla yaşa izin verdim.

Biraz sonra saçlarımda bir el hissettim. Hafifçe çevirdim başımı, kim olduğunu görebilmek için.

Mete bana şefkatle bakıyordu. Özgürlüğünü ilan eden gözyaşlarımı parmaklarıyla teker teker sildi. Koca cüssesi sayesinde beni saklıyordu. Kimse ağladığımı görmüyordu.

"Üzülme be Balum. Çok da önemli değiller. Canını sıkmaya değmez."

Hafiften çatallaşmış sesimle "Canımı asıl sıkan bunlar değil, Mete. Ne olduğunu bilemiyorum ama içimde bir sıkıntı var. Kalbim daralıyor." dedim.

Alayışla gülümsedi. Bir şey demesine fırsat kalmadan öğretmen içeriye girdi ve son ders başlamış oldu.

Başımı camdan tarafa çevirip dışarıyı seyretmeye koyuldum. Artık sınıfta izlemek isteyeceğim herhangi bir şey olduğunu sanmıyordum.

Özel okulda okumanın en güzel yanı kimsenin bana karışmamasıydı. Karışamayacaklarını biliyorlardı. Bunun verdiği rahatlıkla izledim gökyüzünü.

Belki de bu ayrılık işini abartmıştım. Ege'ye hâlâ sinirliydim. Ama bir yandan da korkuyordum. Benim sayemde okuldaki kızların dikkatini çekmişti. Beni unutacağından değil de pes edeceğinden korkuyordum. Nedense içimde bir his vardı ve Ege'nin vazgeçmesini istemiyordu.

Düşündükçe delirecek gibi oluyordum. O gülüşü geliyordu aklıma. Eğer karşısındaki şeyi görmek istemezse insan, gözlerini kapatır. Ama aklında beliren görüntüyü görmek istemezse... İşte buna engel olamaz. Tıpkı şimdi benim olamadığım gibi.

Ege'yi bu kadar özleyeceğim, aklımın ucundan geçmezdi.

Bir düşünceden diğerine atlarken zil çaldı. Zaman ne kadar da çabuk geçiyordu.

Herhangi bir eşyamı çıkarmamıştım. Bu yüzden toparlanmam da pek uzun sürmedi. Çantamı sırtıma aldım ve sınıftan çıktım. Hiçbir şey hissetmeyerek indim merdivenlerden, indiğimi bile bilmeden...

Arabamı fazla hırpalamıştım. Bakım zamanı da gelmişti. Bu yüzden tamirdeydi. Mecburen yürüyecektim.

Canım şarkı bile dinlemek istemiyordu. Hislerim uyuşmuş gibiydi.

Yanımda bir hareketlilik hissettim. Bir an ürksem de bu kişinin Uzay olduğunu fark ettiğimde rahatladım.

Nefes nefeseydi. Durmasıyla birlikte ben de durdum. "Yarım saattir bağırıyorum. Duymuyorsun. Koşmak zorunda kaldım. Ölüyordum."

"Beter ol, derdim ama... Bilge'nin hayatını kurtardığın için demiyorum. Sana borçluyum."

Borçlu olmaktan nefret ediyordum. Borçlu olmak, bir insanın karşısında mahcup olmak demekti ve ben herhangi birinin karşısında ezilip büzülmeyi sevmiyordum.

"İstersen borcunu ödeyebilirsin." dedi ve dudaklarını büzüp bana döndü. Büzdüğü dudaklarına vurdum.

Gülerek başını iki yana savurdu. Böyle yapınca çok karizmatik oluyordu.

Bu yollardan Ege'yle geçişimizi hatırladım. Neden her şey Ege'yi hatırlatıyordu bana? Affetmiyordum işte. Acı çektirmenin ne anlamı vardı ki?

Birden ciddileşti. "Daha ne kadar inat edeceksin, merak ediyorum."

"Ne inadı?" dedim bilmezlikten gelerek. Bazı şeyleri bildiğiniz halde bilmezlikten gelmek daha kolaydı. Yüzleşmek zor geldiğinde en büyük kaçıştı, bilmezlikten gelmek...

"Bilmiyormuş gibi yapmayı bırak. Ege'den bahsettiğimi adın gibi biliyorsun. Sen sınıftan çıktıktan sonra resmen yıkıldı çocuk. Gözleri doldu lan. Bir erkek için o gözyaşının ne kadar değerli olduğunu bilemezsin. Bir erkek gerçekten ağlıyorsa çok sevdiğindendir. Gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. neşesini emip de gitmişsin."

"Yapma be!" diye fısıldadım hayıflanırcasına.

"Ne dedin sen?" kaşlarını kaldırıp şaşkınca baktı. Böyle bir şey dememi beklemiyordu galiba. Aslında ben de beklemiyordum. Bir anda ağzımdan çıkmıştı ve artık geri alamazdım. En iyisi lafı dolandırmaktı.

"Ne zaman?"

"Az önce."

"Ne zaman dedim."

"Hayır salak ondan önce."

"Şey dedim ben. Ne dedim ki? Bak gördün mü ben de hatırlamıyorum." dedim kıvırmaya çalışarak. Ama çabaladıkça batıyordum.

"Doğruyu söyle!"

"Dedim ki... Bana ne."

"Yalancı." dedi sırıtarak.

"Tamam. Beni yakaladın." diye yalandan telaş yaptım. Sonra ciddileştim. "Olmaz Uzay. Onu affedemem. Deli gibi istiyorum. Ama olmaz."

"Saçmalama Balum. Sen istersen eğer olmayacak bir şey yok."

"Saçmalamak değil be Uzay. Bizi hiç ayrı düşünmemiştim. O farklıydı. Yine farklı ya... Beni terk eden ilk erkek. Zaten ikincisi de sensin." dedim gülerek.

O da gülmüştü. Gülüşü bana Ege'yi hatırlatmıştı. Ah, bu korkunçtu. Onsuzluk... Hâlbuki ben sonsuzluk istemiştim.

Onu unutamıyordum. Hoş, yollar bile bana onu hatırlatırken unutmak nasıl mümkün olabilirdi ki?

***

Akşam bara gitmek için Uzay, Mete ve Maya ile anlaşmıştık. Evet, Maya. Hiç sevmediğim kız. Yalaka. Ama işte yapacak bir şey yoktu. Eğer kafasına bir şey koyduysa yapıyordu. Kimseyi takmıyordu. Bazen bana benzediğini de düşünmüyor değildim.

Dolabımın karşısına geçip elbiselerime bakmaya başladım. Hangisini giyeceğime karar verdiğimde vakit kaybetmeden üzerime geçirdim.

Bu elbiseyi seviyordum. Elbise maviydi ve ben maviyi çok severdim. Ege de maviyi çok severdi. Neyse. Sıfır kol, sırt tarafında çok derin bir dekolte vardı. Dekolte kısmı koyu renkle çevrelenmişti. Dekoltenin, bele yakın bir yerinde kurdele vardı. Ve sarı kemeri çok tatlı görünüyordu. Kısalığı pek umurumda değildi doğrusu.

Siyah, rugan topuklu ayakkabılarımı da giyip hafif bir makyaj yaptım. Saçlarım normalde de düz olduğu için sadece uçlarını düzleştirdim.

Hazırdım. Uzay'ı aradım. Aslında taksiyle de giderdim ama çok ısrar etmişti.

Beklemeye başladım. Telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim.

Gönderen: Uzay

Geldim. Dışarı çık.

Bekletmeden dışarı çıktım. Çıktığım anda şok oldum. Büyük bir topluluk vardı evimizin önünde. Topluluğun en önünde de Ege. Elinde de bir demet çiçek.

Ben şok içinde ona bakarken dizlerinin üstüne çöktü. Ay, sanırsın evlenme teklifi edecek. Salak ya! Hatta 'Abartılar Kralı'. Evet, evet. Bundan sonra ona Abartılar Kralı diyebilirdim.

"Balum! Affet beni! Lütfen. Yalvarırım. Tamam kabul ediyorum hayatımın en büyük hatasını yaptım seni terk etmekle."

"Uzay, yok mu?" dedim sadece. Başka ne diyebilirdim ki?! Onu affetmek istemiyordum. Böyle bir durumdan başka nasıl kaçabileceğimi bilmiyordum.

Etrafa bakındım. Kalabalığa... Boşuna bakındığımın farkındaydım. Orada olsa da beni götürmezdi.

Birden kalabalıktan "Balum, Ege'yi affet!" diye bağırışlar yükselmeye başladı. Aynı anda bağırmak zor değil miydi? Sözleşmiş gibi... Hatta sözleşmiş az kalıyordu. Sanki defalarca kez çalışmışlar gibiydi. Yine de umursamamayı başardım.

Ta ki Ege "Balum. Affetsen?" diyene kadar... Artık kararsızdım ve bu yüz ifademden anlaşılıyordu. Ne yaparsam yapayım gizleyemezdim.

Ne demem gerektiğini düşündüm. Ya da ne yapmam gerektiğini... Kalbim bana çoktan ihanet etmiş, yerinde çırpınıyordu. Aklımsa kalbime inat, Ege'nin beni terk ettiği sahneyi gözümün önüne seriyordu. Şimdi ne diyecektim?

Balum ne diyecek sizce? Barışacaklar mı artık?

Continue Reading

You'll Also Like

5.9M 193K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
122K 8.7K 88
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
1.8M 163K 82
Gök Dalaman. Yüksek anksiyete ve epilepsinin mahvettiği hayatında, yeni umutlar ve yeni deneyimlerle hiç tatmadığı bir şefkati tadacaktı. Baba şefka...
752K 51.4K 33
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...