2. Buz ve Rüzgarın Kızı

بواسطة epope_glcn

18.5K 3K 565

Ölümcül Hazineler Serisi 2. Kitabıdır. Seri birbirinden bağımsızdır. Lakin küçük bağlantı noktaları bulunur... المزيد

Başlangıçta
1. BÖLÜM: Av
2. BÖLÜM: Yeniden Yeşermek
3. BÖLÜM: Ortak Kader var mıdır?
4. BÖLÜM: Hayat Her Zaman Yeniden Başlar
5. BÖLÜM: Umuda Tutunmak
6. BÖLÜM: Sabır Güzel Nimettir
7. BÖLÜM: Ani Ziyaretler
8. BÖLÜM: Gerçek Yalanlar 1
9. BÖLÜM: Gerçek Yalanlar 2
11. BÖLÜM: Ne Dilediğine Dikkat Et! 2
12. BÖLÜM: Beklentiler
13. BÖLÜM: Yaşamın Özü
14. BÖLÜM: Gerçekler Bazen Yalanlardan Ağırdır 1
15. BÖLÜM: Gerçekler Bazen Yalanlardan Ağırdır 2
16. BÖLÜM: Herkesin Kaderi Kendi Elindedir
17. BÖLÜM: Hayat zalimdir
18. BÖLÜM: Kristal Tabut
19. BÖLÜM: Karmaşa
20. BÖLÜM: Olması Gereken, Olması Gerektiği Yerde 1
21. BÖLÜM: Olması Gereken, Olması Gerektiği Yerde 2
22. BÖLÜM: Davetsiz Misafirler
23. BÖLÜM: Geride bırak
24. BÖLÜM: Rüzgarın Kızı 1
25. BÖLÜM: Rüzgarın Kızı 2
26. BÖLÜM: Kim?
27. BÖLÜM: Asıl Gerçekler
28. BÖLÜM: Yem
29. BÖLÜM: Kumpas
30. BÖLÜM: Sert Oyunlar
31. BÖLÜM: Hazırlanın!
32. BÖLÜM: Af Yok! Merhamet Yok!
33. BÖLÜM: Aydınlanma Yolculuğu (FİNAL🙊)
Son Söz 😬

10. BÖLÜM: Ne Dilediğine Dikkat Et! 1

455 91 1
بواسطة epope_glcn

"Ölüm nedir büyükbaba? Annem oradan geri döner mi?"

"Sakin ol küçük sincap," dedi gülümseyerek. "Şuradaki ağacı görüyor musun?" İşaret ettiği yöne bakıp başını sallamıştım. "Yaşadığımız hayatın o ağaç olduğunu hayal et. Meyveler bizleriz, yapraklar ise sıkıntılarımız." Ağacı hayatımıza benzetmeye çalıştığımı anımsıyorum. Açıkçası pek başarılı olamamıştım ama kendimi zorlamıştım. Meyveler bizsek, bir süre sonra olgunlaşan meyveler yere düşüyordu. Ama mevsimler değişene kadar yapraklar tek tük düşüyordu.

"Yapraklar neden uzun süre kaldıktan sonra düşüyor o zaman büyükbaba?" diye sormuştum bu kez de. Evet, sınırları zorlayıcı bir çocuktum.

Bana tatlı tatlı gülümseyip başımı okşamıştı. "İşte biz insanlar bir meyve gibi doğar, büyür ve olgunlaşırız. Ve sonra meyve gibi toprağa düşeriz. Öldüğümüzde yaprak olarak örnek verdiğim sıkıntılar geride kalır. Yani öldüğümüzde peşimizde getirebileceğimiz bir şey yoktur. Yeniden hayat bulmak için ölmek gerekir. Ölüm bir son değildir, evrenimizden kurtuluş ve nihai başlangıcımızdır. Öze dönüp göğe yükseliştir O yüzden ölüm kötü değildir ve giden geri gelmek istemez."

Büyükbabanın taklit ederek başını sallamıştım. "Hem annem neden geri gelsin ki bu sıkıntı dolu evrene? Orada iyidir annem, değil mi büyükbaba?"

"Her sıkıntının bir ödülü ya da cezası var bu evrende. Öyleyse neden olmasın aynı sistem göklerde?" Anlamış gibi başımı sallamıştım. Ama büyükbabam küçük oyunumu anlayıp kahkaha atmıştı. Ve sonra "Büyüyünce anlayacaksın küçük sincabım. Anlayacaksın her şeyin bir düzende olduğunu" demişti.

Elbette büyüyünce ne demek istediğini anladım. Eğitmen Moiz'in anlattığı Küller Şehri tam karşımdayken o çocukluk aklıma gelmişti. Bu insanlar çok acılar çekmişti. Neden bu tehlikeli yerde yaşamak için hala inat ediyorlardı? Ödül için miydi yoksa cezalandırıldıklarını mı sanıyorlardı, anlayamamıştım.

Başkent halkı sıcaktan daha az etkilenmek için bol pantolon ve uzun tunikler giriyorlardı. Gördüğüm kadarıyla genelde seçtikleri renk beyazdı. Ama özellikle siyah ve kırmızı renkler en çok tercih edilenler gibiydi. Garip buldum, oysa siyah renk ısıyı daha çok çekerdi. Neyse ki önceden bizi uyardı için Eğitmen Moiz'e teşekkür etmeliydim. Sıcaklığa uygun kıyafetlerimiz sayesinde çok bunalmayacaktık.

Ansızın Kaya ağabey, " En uzaktan gelen biz olmasaydık, geç kalmamız hoş karşılanmayacaktı," dedi.

"Büyükbabamı bilirsin: Biraz geç gitmek, tam zamanında gitmekten iyidir der," dedim umursamayarak.

Pes eder gibi başını salladı, arabacıyla aramızda olan perdeyi çekip hızlı olmasını söyledi. Zavallı atlar darbe üstüne darbe yiyerek hızlanmak zorunda kaldılar. Benim şaşkınlığımın bedelini atlardan çıkıyordu. Bu durum beni üzdü. Bedel her zaman vardı.

Küller Şehri sokaklarını arabada sağa sola savrularak geçtik. Hızla gelen arabanın yolundan kaçan insanlar, bu duruma alışkın olmadıklarından eminim içlerinden sessizce küfür etmişlerdi. Hiç üzerime alınmamaya karar verdim. Sonuçta kırbacı vuran ben değildim. Hızla gitmemize rağmen yine de engellerle karşılaştık ve de biraz daha geç kaldık.

Nihayet Lord Fang'ın sarayının olduğu Cehennem Kayalıkları'na vardığımızda, atlar da dâhil hepimiz rahat nefes aldık. Sarayın bu noktada olmasının nedenini arabadan indiğimde anladım. Burası en yüksek tepedeydi ve yanı başında bir baca gibi tüten volkan vardı. Yaklaşan felakete erken önlem almak için saray buraya konuşlandırılmış olmalıydı. İsminin Cehennem Kayalıkları olmasına şaşırmamalıydım, kayalar simsiyahtı.

Basamakları ikişerli atlayarak çıktık. Nöbetçileri geçip Eğitmen Moiz'in söylediği tek girişi olan ana kapıdan içeriye girdik. Kapı ardımızdan sonsuza kadar sürecekmiş gibi gelen gürültülü gıcırdamayla kapandı. Tekrar basamakları çıkmaya başladığımızda bu kez bir adam önümüze çıkıp bizi selamladı.

"Hoş geldiniz, Varis" dedi hiç beklemediğim heyecanlı tavrıyla. "Lordum sizi bekliyor," diye ekleyip kibarca gideceğimiz yönü işaret etti.

Aynı samimiyetle karşılık verdim: "Teşekkür ederim. Cehennem Kayalıklarında iyi karşılanmak hoşuma gitti," deyince adam kibar ve samimice gülümsedi.

Gösterdiği yöne doğru ilerlerken Kaya ağabeyim sağımda biraz geride, Ekin ağabeyim ise sol yanımda konuşlandılar. Royan ağabeyim ise geriden bizi takip ediyordu. Rehberimiz ise nezaket sınırları içerisinde biraz daha önden ilerliyordu. Lord Fang'ın söylentilerdeki gibi kaba biri olmadığını anladım. Astlarını iyi eğitmişti.

Şapkamın tülü yüzümü örtmeseydi, sarayın görkemi karşısında tam bir aptal gibi görünebilirdim. Her bir taş, oyuk bir sanatkâr zarafetindeki zanaatkârların elinden çıkmış gibiydi. Tüm o siyah duvarlar cilalanmış gibi parlıyordu. Kelimelerde çirkin olan şey bu kadar güzel başka bir şeye dönüştürülebilir miydi? Başkalarını bilmem ama ben sarayın siyahlığımdan çok hoşlandım. Emeği takdir ettim.

Coşkulu sesleri kulağıma ilişince hayallerden sıyrıldım. Rehber kenara çekilip "Varis, Lordum karşıda sizi bekliyor" dedi.

Teşekkür edip çılgın izleyicilerin bulunduğu platforma doğru ilerledim. Ama karşıya bölge temsilcilerinin olduğu bölüme geçebilmek için karşılaşma sahnesinin yanından geçmem gerekiyordu. Ve bunu öylece yapmam riskliydi. O yüzden olduğum yerde kalıp izlemeye karar verdim. Çünkü bazen insanları anlayabilmek için onların seviyesine inmek gerekirdi. Bunu Lord koltuğunun yanında oturarak yapamazdım.

Karşılaşma platformu oldukça genişti. Tarafsız bölgeden gelen tarafsız hakem platformun gerisinde karşılaşmayı izliyordu. Yarışmacıların etrafı mavi şeffaf kalkanla korunuyordu. Bu kalkanı nasıl yaptıkları konusunda bir fikrim yoktu. Lakin platformun hemen yanındaki sütuna beş ya da dört güç eli sahibi gücünü yükleyince, kalkanın aktifleştiğini biliyordum. Bu yılki katılımcılar arasında her yıl olduğu gibi yine Dağcaz'dan kimse yoktu. Yani kalkan zayıf ama bu zayıflık sadece ruh güç elini taşıyanlar içindi. Çünkü diğer güç eli sahiplerinden hiçbiri ruh güç eline sahip olmadığı sürece kalkandan geçemezdi.

Olduğun yerde kalmaya devam ederken Lord Fang'ın beni gördüğünü ve yakınındaki adama işaret verdiğini fark ettim. Hiç istifimi bozmadan bakışlarımı karşılaşmacılara çevirdim. Buz ve Ateş güç eline sahipti karşılaşmacılar. Ezeli düşmanlık sahibi rakipler beni gülümsetti, karşılaşma eğlenceli geçecekti.

"Varis!" Lordun işaret ettiği adamdı bana seslenen. "Size eşlik etmek için görevlendirildim," deyince başımı sallayarak onay verdim. Lord Fang ayağıma kadar adam göndermişken itiraz etmek nezaketsizlik olurdu.

Adam yolumuza açarak ilerlerken biz de peşi sıra takip ettik. Platforma yaklaştığımız vakit bir şey durmama sebep oldu. Bu her neyse hem bir anda üşümemi sağlayıp tüylerimi dikenleştirirken, bir yandan da kucaklıyormuş gibiydi. Boğucu olmayan sıcaklık dalga dalga bedenime yayıldı. O an karşılaşmacılardan biriyle daha önce karşılaştığımı fark ettim. Bu kişi Karagolas Eyaletinde kurtardığım Dağhan Noyan'dı.

Sanki aynı anı bekliyormuş gibi rakibin elinde ansızın beliren kılıcın gücüyle geriye doğru savrulmuştu. Doğrulmaya çalışırken rakibi hala üstüne doğru ilerliyordu. Seyirci bölümünden itirazlı haykırışlar yükseldiğinde nedenini hatırladım. Karşılaşma rakiplerden birinin silah eşleşmesi ile sona erdi. Kimse silahı olmayan rakibin üzerine gitmezdi.

"Öldürecek onu!" Fısıltısı dudaklarımdan buz gibi aktı. Bazıları bana döndü. Bunlar Rüzgâr güç ile sahipleri olmalıydı.

Sıcaklık beni iyice sararken tuniğimin etekleri havalandı. "Ona yardım etmelisin, Varis Aysera!" dedi biri. Başımı çevirdim ve zaman akışının yavaşladığını devasa kutsal hayvan Pars ile göz göze gelince anladım. Pars'ın bıyıkları oynadı: "Acele et! Varis o genç adamın hayatı senin ellerinde!" diyerek beni uyardı.

Başımı Dağhan'a çevirdim. Rakibi buz hançerleri fırlatmaya başlayınca kendini zorlukla korumaya almış gibi görünüyordu akmayan zamanda. Güçlenmişti ama yeteri kadar iyi değildi. Zaman akışına tekrar girdi. Buz saldırısı ardı arkasına kesilmezken savunması kırılmak üzereydi. Hakemin uyarıları işe yaramıyordu.

"Bu haksızlık!" diye acıyla fısıldadım. Pars'ın devasa patisinin nazik dokunuşunu sırtında hissetmemle aynı anda kendimi havada süzülürken buldum. Bu çok kısa bir an sürdü çünkü kalkanı bir perdeyi aşar gibi aşıp seyirci çığlıklarının coşkusuyla platformda yerimi aldım. Yarışmacılar, hakem, seyirciler hatta Lord ve elçiler kadar şaşkındım Ama şaşkınlığım buz eli rakibinin kendinin dizginleyemeyip kılıcını bana, daha doğrusu arkamdaki Dağhan'a uzatırken son buldu.

"Varis!" Haykırışları ile birlikte refleksle kılıcı tutuşum aynı anda oldu. Keskin, uzun zamandır kan dökmemiş kılıç etimi yardı. O an kılıcın çığlığını duyduğumu sandım. Ama kardeşlerimin öfke ve korku dolu bağırışları da olabilirdi. Kılıç durdu, büyükbabamın akmasına asla müsaade etmediği kutsal kanım kılıçtan ve elimden süzüp zemine aktı.

Saniyeler sonra zemin sallanmaya başladığında, bu kez insanların çığlık sebebi volkanın aniden patlama olasılığıydı. Ama bunun olmadığını Umay Vadisi öğrencisi olarak biliyordum. Sarsıntı gittikçe şiddetlenirken üçümüz de olduğumuz gibi kalmıştık. Ama toprak güç eli insanları haricindekiler korkuyla ne yapacaklarını şaşırmış vaziyetteydiler. Lord Fang ise aksine ayakta dimdik vaziyetteydi. Sanki sebebini biliyormuş gibi rahattı. Onun rahatlığını geç de olsa fark eden insanlar, sarsıntılara rağmen sakinleşebildiler.

Sarsıntılar şiddetlendikçe şiddetlendi ve gürültülü bir patlamanın ardından yeniden yerlere kapaklanan insanlarla alay edercesine durdu. Buz eli rakibiyle göz göze geldik. "Ne yaptığını gördün mü?" dedim. Soru farkında olmadan ağzımdan çıkmıştı. Anlamayarak bana baktığında, "Geri çekil! Ritüelin amacı bu yaptığın değil" dedim.

Gülüşünü tarif edebilmem için Ekin ağabeyin korku kitaplarındaki resimleri görmeniz gerekir. "Ne olursa olsun, o ölmeden bitmeyecek!" dedi bana. Başını iki yana salayı ekledi: "Bu burada olmamalıydınız sevgili Varis."

"Olmam gereken yer tam da burasıydı," diye karşılık verdim. Hemen sonra buz adam iyi niyetsizce kılıcını çekerken, ben ise gücümün yalnızca küçük bir kısmını yelpazemle bırakıverdim. Dalgalanarak yayılan gücüm buz adamı platform dışına, izleyenleri ise geriletirken Dağhan ve bende değişim yoktu.

Kanı hala akmaya devam ediyordu. Binlerce kişinin ıslığının birleşimi olan sesin, kulakları kapatmaya zorlayan yankısı gittikçe yaklaşmaya başladı. Korku çığlıklarının ardı arkası kesilmiyordu. Bir anda hem ıslık seni hem de çığlıklar sustuğunda zavallı kulaklarım rahat etti. Duyma yetimi kaybedebileceğimi bile düşünmüştüm.

"Bu da ne?" dedi biri.

Bir başkası cevap verdi: "Bir silah! Hayır, bu çok eski bir şey. Büyük Tanrı'm!"

"Yaklaşıyor! Böylesini hiç görmedim," dedi bir başkası.

"Mızrak değil mi o? Nasıl, nereden geldi?" diye sordu başkası şaşkınlıkla.

Yanındaki cevap verdi: "Sadece elde belirliyordu silahlar. Bu kez neden farklı olsun? Birine ait olabilir ama uzaktan geliyor gibi görünüyor. Oysa benlikleri yok, uzaktan gelemezler ki."

Bakışlar tekrar platforma, yani bana doğru dönerken kapkara mızrak hızla geldi. Herkesi şok edecek bir şey yaptı: Kalkana saplandı. Kalkan anında parçalara ayrıldı. Mızrak ne yaptığını biliyormuş gibi kendi etrafında dönmeye devam ederken, aynı zamanda platformun da etrafında dönmeye başladı. Birilerine gözdağı vermeye çalışıyor gibiydi. Bu gerçekten de çok garipti.

"Kim için geldi?" diye sordu biri. Ama sesinde korkudan eser yoktu.

Başka biri hayranlığını gizlemeden "İnanılmaz! Söylentilerdeki kara mızrak olmalı." Diye cevapladı onu.

Duyduklarından hoşlanmayan mızrak dönmeyi bırakıp aniden insanların önünde belirdi. Anlamsızca "Yapmamalısın!" diye seslendim. Ama anlamsız olmadığını mızrak hemen önümde belirince anlamış oldum. Bundan tam bir benliği olduğu anlamını çıkardım. "Kimsenin zarar görmesinden hoşlanmıyorum. Benim için bunu yapma olur mu?" dedim bu kez. Cevap olarak anında etrafımda dönmeye başladı. "Sakinleş" dedim nazikçe. "Bence o kadar da kötü görünmüyorsun. Sadece biraz parlatılmaya ihtiyacın var," diye ekledim. İzleyen ve dinleyenlerin bana çıldırmış gözüyle baktığının farkındaydım. Ama umurumda değildi. Çünkü mızrak diğer silahlar gibi değildi, bilince sahipti!

"Sen osun! Kanın beni çağırdı, Varis." Dedi zihnime

Şaşırmama engel olamadım. "Yaşım eşleşme ritüeline uygun olmadığı için silah istememiştim," diye cevap verdim zihnimde. Ama zaten istemeye gerek duymadığımdan söz etmedim.

Aniden dönmeyi kesip birkaç dakika önce platformun diğer ucuna fırlattığım adamın önünde belirdi. Çünkü adam güç eliyle kılıcını güçlendirmeye hazırlanıyordu. Buz adamın önündeyken yeniden zihnime fısıldadı: "İyi düşün Varis. Kutsal kanın toprakla buluşurken aklından geçen neydi?"

O an aydınlanma yaşadım. "Ritüelin anlamı öldürmek mi? Barış için ille de kan dökülecekse sadece kendi kanımın görüntüsüne dayanabilirim. Öldürmek için değil, savunmak için silahım olmalıydı," diye düşünmüştüm.

"Beni çağırdın, üzüntünü duydum. Sen o olmalısın, benim Efendim. Başka hiç kimsenin ne kanı ne de ruhu çağırabilirdi beni."

Büyükbabamla olan konuşmalarımız birer birer doldu kulaklarıma. Her zaman olduğu gibi bir kez daha hissetmişti olacakları büyükbabam. O zaman doğru yolda olduğuma karar verdim, gülümsedim. Bu kez de başımın üstünde belirip kendi etrafında dönmeye başladı. "Efendin olmaktan onur duyarım," diye cevap verdim.

Bir şey diyecekti ki, hızla saldırıya geçen buz eli öğrencisine doğru fırladı. Aklımdan geçenleri duyan mızrak, önce buzul darbeyi parçalara ayırdı. Sonra buz adamın kılıcını bir tüy dokunuşuyla ama binlerce patlamanın gücüyle, tıpkı buz gibi parçalara ayırdı. İncecik mesafeyle buz adamın iki kaşının ortasında durdu. Herkes ama en çok buz eli insanları dehşet içindeydi. Küçük dokunuşla bir kılıcı parçalara ayıran mızrak, bir insana neler yapmazdı ki?

"Bugün burada üç büyük hata yaptınız," dedim birden. Herkes sustu, ağabeylerim bana doğru hareketlenecekken vazgeçtiler. "Siyah eşleşmesi ritüeli bir kutlama, bir birleşmedir. Bugünün lekelemek niyetiyle rakibinizi öldürmek istediniz," derken sesim haddinden fazla gür ve öfkeli çıktı. "Bu kabul edilemez! Böyle kirli düşünceye sahip güç eli sahibi, ataların bıraktığı silahla eşleşme ritüelini kirletip silah ruhunu lekeleyemez!" Sesimin sakin çıkmasına gayret ederek, "Böyle bir günde lekelenen ne silah ne de güç eli sahibi eşleşmeyi hak etmez," diye ekledim.

Acıma, hayret duygularının hepsini birbirine karıştıran bağışların arasında buz adam dizlerinin üzerine çöktü. Gösterdiği tüm gayret, fedakârlık ve de ahmaklık boşa gitmişti. Mızrak tehlikenin geçtiğini anlayıp önümde belirdi. Bu benim için yeni bir başlangıç olabilir miydi?

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

UFUK ÜLKESİ بواسطة nfesss

الخيال العلمي

6.7K 1.3K 61
Aleda; adamın başının arkasına geçti. Ellerinden çıkan ışınlar bu kez tamamen ateş renginde ve çok daha yoğundu. Beş saniye sonra zavallı inlemeye ba...
BAL ÇİÇEĞİ +18 بواسطة Kübra Öz

الخيال (فانتازيا)

45K 2.3K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
MİU ( TAMAMLANDI ✔️) بواسطة azamet-29

الخيال (فانتازيا)

2K 285 12
( KISA HİKAYE) Hayatınızda büyük konuşunuz mu hiç? Ben konuştum. O günden sonra büyük konuşmaya tövbeliyim. " Valla kadın haklı. Ben bu adamın karısı...
3.3K 773 23
tamamlandı. × "Bir yıkımın altında kaldım. Yıkılan ise benim içim." × 28.02.2020, Cuma 20.06.2020, Cumartesi 10.06.2020, Çarşamba × @siwien'e