Büyüdüğüm YOL

By aatalantee

61.7K 6.3K 8.3K

••• Kim sadık kabuslarından kaçabiliyordu ki ben yakamı kurtaracaktım bu korkudan? Bütün çabam kurtulmak için... More

BY ' TANITIM
Büyüdüğüm YOL ' 1
Büyüdüğüm YOL ' 2
Büyüdüğüm YOL ' 3
Büyüdüğüm YOL ' 4|1
Büyüdüğüm YOL ' 4|2
Büyüdüğüm YOL ' 5
Büyüdüğüm YOL ' 6
Büyüdüğüm YOL ' 7
Büyüdüğüm YOL ' 8
Büyüdüğüm YOL ' 9
Büyüdüğüm YOL ' 10
Büyüdüğüm YOL ' 11
Büyüdüğüm YOL ' 12
Büyüdüğüm YOL ' 13
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 15
Büyüdüğüm YOL ' 16|1
Büyüdüğüm YOL ' 16|2
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 18
Büyüdüğüm YOL ' 19
Büyüdüğüm YOL ' 20

Büyüdüğüm YOL ' 21

1.6K 145 37
By aatalantee

•after dark * sweat water - daddy's girl & creamy

•••

Oturduğum yerden karanlık sokakları takip eden bir yolda kıvrılarak yükselen bulutlarına kaldırdım yüzümü. İki elim yanlarımda, avuçlarım birkaç  aydınlığın damlalarını yakalama umuduyla açık, gökyüzünde parlayan havai fişeklerin renklerini izledim, aldığım zor nefesler arasında. Yüzüme vuran ışıkların parlattığı kanı görebiliyordum burnumun ucunda, geride bıraktığı sis gibi silikti görüşüm ama oradaydı her şey.

Adımlar yaklaştı ama yavaştı. Beni kurtarmaya mı hevesli değildi yoksa bu zayıf bedenimden korkacak kadar ürkek miydi?

Çok da uzak olmayan sokakların birinde insan çığlıkları yükselmeye başlamıştı bile, onlar yüzünden değil miydi yardım çığlıklarımın duyulmayışı.

"Zeynep?"

Ata. Ağzımdaki kanı yutkunarak izledim patlamaya devam eden renklerin cızırtılı çoşkusunu, nefes nefeseydim, dinlenebilecek miydi bedenim artık? Biraz daha devam ederse tıpkı böyle patlayıp dört bir yana savrulacakmış gibi hissediyordu tüm bedenim.

Karanlığın içinden bana yaklaşarak yavaş yavaş kapattı gökyüzümü, saklandığım Ata değildi ama sakladıklarım o kadar çoktu ki... yavaş yavaş, bir adım uzağımda yere çöktü bana yaklaştığı an yaralı ellerimle onu yakalayacağımı biliyordu.

"Biliyordun." En başından...

"Gel. Önce buradan gidelim." İnkar etmedi. Hayır demedi, sorgulamadı. Gözlerimi kapatarak bir kez daha kan yutkunurken insan çığlıklarına kulak verdim, o seslerin içimden koparak gelip gelmediğine emin olmak için.

Aptalsın... Hep aptaldın. Hep inandın.

Başımı iki yana sallayarak bacaklarımı iyice kendime çektim aynı anda bütün acılarım için savunma duvarımı kuşanarak. Acıyordum hem ona hem kendime, geçirdiğim zamana ve bizi bu pis sokakta buluşturan hayatlarımıza.

"Benden bir şey isteyeceksin değil mi, diye sormuştum sana." Hatırlıyor musun?

Ben unutmadım. Gözlerim kapalı bana, sevgilim ol, dediği anı tüm ayrıntılarıyla hatırlamaya çalıştım. Huzursuzdu, memnun değildi o an ki hislerim, hep bir şeylerin yanlış olduğunu söylemişti, bana. Gerçekten istediği sevgililik veya lanet olası hiçbir duygu değildi.

"Sevgilin olmamı değil, başka bir şey isteyecektin." Cevap vermedi. Buna da itiraz etmedi. Bütün hikayeyi benden mi dinleyecekti? Gözlerimi açıp hemen karşımdaki gerçeklikle yüzleştim, gerçekten dinlemek isteyip istemediğini görebilmek için.

Yine karanlık, yine acıdan ağladığım ama bu kez çırpınmadığım bir kış günü daha. Bu kez uzatılan el yardım eli değil bir bela.

"İste..." Yutkunurken başımı bir kez indirip kaldırdım gözlerine bakarak, ardı arkası kesilmeden dolan gözlerimden akıttığım son gözyaşlarımla.

"En başından peşinden koşup durduğun şeyi iste benden."

• 1 hafta önce •

Pazar sabahı Ata'nın güneş emojisi bırakılmış kısacık mesajıyla başladım güne. Dışarıda fırtınalı karla karışık bir yağmur ekranımdaki güneşle alakası bile yoktu.

Odam loş, hava soğuk ama yorganımın altına saklanarak bakıştığım ekran sarı ve aıcaktı. Ona cevap vermedim. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum çünkü. Ama bir şey yazmazsam da yine penceremden içeri tırmanacak kadar onu merakta bırakacağımı bilerek akşam sekizde salak gibi gök gürültülü yağmur emojisini gönderdim.

Yaptığımız şeyin havayla alakası yoktu. Eğer konu nasıl hissettiğimizse, yaklaşan bir fırtınaya olan korkumu paylaşıyordum Ata'yla.

"Alaz'a sen söylemek ister misin?"

İstemem. Bu konu uzamadan bitirmeliymişim gibi hissediyordum sadece. Başladığı gibi sessizce bitir.

Mahkeme vardı. Bu durum yanlışlıkla teyzemin daha kötüsü Nil vasıtasıyla annemin kulağına giderse, erkeklere olan bütün nefretini benden çıkarabilirdi.

Bir merhabam bile olsun istemezdi karşı cinsle çünkü hislerin bir kadını ve bir erkeği ne kadar aptal edeceğini en iyi tecrübe edenlerden biriydi.

Diğer yanda Ata'nın yakın zamanda bitecekmiş gibi durmayan merakı, aramızdaki yakınlık arttıkça iyice üzerimde yoğunlaşacaktı. Ona güvenip güvenmediğimden bile emin değildim.

"Biraz ağırdan alabilir miyiz?"

"Benim için önemli bir ayrıntı değil. O yüzden sen bilirsin." Dedi ve ardından daha rahat hissetmem için olsa gerek küçük beyaz bir bulut gönderdi.

Temas takıntılı, görsellere önem veren ve ne yaparsa yapsın insanların yüzlerini görmeye çalışan ve bu yüzden çoğu şeyi ondan saklayamadığım biriyle nasış devam edecektim.

O kadar farklı karakterlerdik ki... fazladan bir kelime kurmamak için çırpınan, temastan nefret eden ve gözgöze gelmemek için insanları yok sayan ben ve Ata...

Belki de hayattan beklediğim özrü bu kez kendime dilemeliydim, ya da belki de işlerin kontrolümden çıktığı o güne kadar biraz gerçeği görebilseydim.

Ata'nın ilgisi azalan enerjilerden değildi. Her geçen gün Alaz'ın neden böylesine vurdumduymaz bir çocuk gibi davrandığını anlayabiliyordum.

Ata birilerini memnun etmek, hoşlarına gidecek anlar yaratmak, onlara daha iyi hissettirmek için özel bir çaba vermiyordu ama öylesine sanki önemli bir uğraş verilmiş gibi öylesine değer veriyordu ki.

Yaşımın azizliğine uğruyordum. Ergenlik dönemlerinde gençlerin duygu durumlarını anlatan tonlarca şey okutulup, dinlemiştim. İlgi hoşuma gidiyordu, duygular hoşuma gidiyordu ve ben ilk kez başıma gelenlere yüksek sesle isyan etmiştim.

Günlerden çarşambaydı ve ben okuldan gelir gelmez annemle telefondaydım. Yeni yıla iki haftadan az, benim katılmam gereken mahkemeye ise üç hafta vardı.

"O adamla bir daha yüz yüze sikseler gelmem," diye bağıran annemin sesi ahizeden taşıp odamın duvarlarına çarparak şiddetini yavaşlattı.

"Ne yapacağımı bilmiyorum ki? Daha önce kendimi savunmadım. Pedagoglar yine konuşacak mı?" Lütfen konuşacak olsunlar.

Beş yaşımdan bu yana sürekli benimle ve annemle ilgilenen o doktorların beni geride tutan varlıklarına o kadar ihtiyacım vardı ki...

"Ne doktoru ne anası bacısı, gerizekalı," diye azarlayan annem gerçeği kabullenmeyişime kızıyordu.

"Zaferin derdi seninle yüzleşmek. Zırlayarak arkana bile bakmadan kaçacağını biliyor." Kaşlarımı çatarak onunla, öz amcamla, en son ne zaman yüz yüze geldiğimi hatırlamamaya çalıştım.

"Kaçarım. Doğru biliyor!"

"Salak salak konuşma şimdi, sıçmayayım ağzına!"

Havanın rüzgarını kesen kapımızın sesi bir sessizliğin üstüne kapandıktan hemen sonra annem buradan bile sesini duyabileceğim bir darbeyle anahtara vurup ışıkları açtı.

"Dinle beni. Konuş avukatla sağlıkla ilgili bi bahane bulsun, şimdilik gitmene gerek kalmaz.!

"Öyle oluyor mu?"

"Ne bileyim kız ben. Ağla zırla o karıya, kıyamıyo işte sana, aklını kullan da duygu sömürüsü yap biraz," dediğinde verdiği aklı kabul etmeyen vicdanım kendi kendine başını iki yana sallarken , yüzümü buruşturdum.

"Ben öyle bir şey yapamam!" Avukatım en başından bana hem nazik hem de karşılıksız bir iyilikle yaklaşmıştı, bunun karşılığı olarak onu sömürecek miydim? Hem akıllıydı, annemle bile başedecek kadar dişli biriydi bu yüzden onun karşısında yalan bir ifadeyi asla yutturamazdım.

"İyi yürü git, Zafer'e de selamımı götür, götüne soksun."

Annem az önce ışığı açmak için kullandığı tokatı bu kez benim suratıma indirir gibi sertçe kapattı telefonu. Gözlerimi sıkıca yumarak, ahlak kurallarımızın milyonuncu kez çatışması arasında ne yapacağımı düşündüm.

Telefonum bir bildirimle titrediğinde annemin vicdana gelip attığı can simidini yakalayabilmek için hamle yaptım ama Ata'ydı. O kadar gergindim ki bu kez beni heyecanlandırmadı.

"Alaz beni sorguya çekiyor, ne kadarını bilsin."

"Mümkünse beni hafızasından silsin."

Hızlıca yazdığım mesajın üzerine Ata zaman kaybetmeden, veryansınıma karşılık verdi.

"İyi misin? Geleyim mi?"

"Yarın okulda görüşürüz." Dedim çünkü ikinci bir aksi cevapta, saati umursamadan geleceğini biliyordum.

Bir insanın ağzımdan çıkacak tek kelimeye baktığını bilmek garipti. Ata gel desem geliyordu, git dediğimde gitmemişti o ayrı meseleydi tabi ama... benim iyiliğimi düşünerek bir şeyler yapma çabası bazen garip buluyordum. Kişiselleştirmekten ayrı bir pencerede baktığımda, insanlara bakış açımı değiştiren zincirin halkası Ata'ydı. İlk önce avukatım, sonra Sezer ve Alaz en sonda da Ata. Hepsi kendi seviyelerinde en kötümü bilerek yanımda olma isteği ve çabası içindelerdi.

İnsanlar karşılıksız da bir şeyler yapıyormuş, Zeynep, farkındalığı bende tam o an oturdu.

Ama hala bir yere kadar böyle devam edecek korkusu, beni onların varlığına şükretmekten alıkoyuyordu. Fazla naz aşık usandırır, kendi canları daha tatlı gelir, korkar, korkutulur ve geri püskürtülür veya hikayenin bir yerinde içimdeki kötü onlara musallat olur...

Kötüyü düşünme Zeynep.

Kendime çok yüklendiğim günlerin birinde okul rehberliğinden aldığım desteğin birinde bu yönümü törpülemem için bana ipuçları vermişti, hocam.

Hayatın belli bir akışı var, seni kaderinin çizdiği yola götürmek için, daha sen doğmadan akmaya başlayan bir akış. Karşı koyup direnme, bu seni yorar yupratır; kendini o akıntının kollarına bırakma bu da istediğinde seni yutup kaybolmana neden olur. sadece o akışa uy o akışla bütünleş... sen sadece kaderinde nereye dokunmak istiyorsan ona kulaç at, demişti.

Karışıktı. Rehberlik hocam alnındaki kırışıklığa doğru gülümserken imalı bir tonda, "Sen bunu bir düşün," demiş ve anlamadığım için afallayan yüzüme gülmeye devam ederek, beni yollamıştı. Kırkbeş yaşında bir erkek ne kadar gençlerin sorununa ayak uydurabilirdi bilmiyorum ama benim için fazlasıyla verimli bir konuşma olmuştu, düşündükçe ve anlamlandırmaya başladığımda.

Uyum sağlamak için cuma günü daha odaklanmıştım güne. Ata ile en son çarşamba akşamı Alaz'la konuşmalarını haber verdiğinde konuşmuştuk. Dün okula gelmemişti, meraktan kudursam bile bir şeylere ivme kazandırmamak için ona mesaj atmamıştım. Alaz ise normaldi. Günaydınlaşmış, bütün teneffüsler birlikte geçirilmiş ve evlere dağılmıştık ama asla Ata'nın veya herhangi bir imanın konusu açılmamıştı.

Ata'yı boğup gömdükten sonra üzerinden mini motoruyla defalarca geçti.

Hayır sadece boğdu.

Cuma günü son ders zili çalar çalmaz kendimi kütüphaneye kapatmıştım. Okul çıkışları belirli bir Yoğunluk olsa bile kimse haftanın son yorucu gününde hala okulda olmak istemedikleri için belirli bir boşluğa doğru ders çalışıyorduk. Evet, sınav tarihi yaklaştıkça onu kitaplarla daha bağlı gördüğüm Alaz'da benimle birlikteydi. Genelde, klüp etkinliklerine veya ek derslere kalan öğrenciler için saat altıdaki son servisi beklerdim ama Alaz, Fırat'ın gelip bizi alacağını söyleyerek beni bunu düşünmekten kurtarmıştı.

Denize doğru masaların dizildiği orta genişlikteki salonun en arka sırasındayken, hemen arkamdaki cam duvarın kapısı açıldı ve içecek bir şeyler almaya giden Alaz'ın patırtılı halinden beklenmeyecek bir sakinlikle kapandı. Birkaç saniye içinde o yavaş hareket eden kişi hemen arkamdaydı.

"Seni bulmak bu inekliğin sayesinde çok kolay." Ata önce ensemde gevşek bağladığım saçlarımın arkasından kulağıma eğilerek yakınlığından korkmamı önlemek için haber verdi, hemen sonra iki kolu benim iki yanımdan geçerek kitabımın açık durduğu masaya tutundu. Florasanların aydınlattığı görüş alanım bir anda onun gölgesiyle kısık bir ışığa geçmiş, koca salon birkaç metrekare daha daralmıştı.

"Keşke sen de bir inek olsaydın." Ağzımın içinden kısık sesle ona cevap verirken bir yandan da umursamazca diğer sayfaya geçtim ama gerçek anlamda onu tepemde hissetmek odaklanmama engel oluyordu. Ona çaktırmamaya çalışarak az önce giden Alaz'ın gelip gelmediğini kontrol ederken aklımda onlarca ihtimalli soru geçiyordu.

Ata güldü. Nefesini bir anlığına tam başımın üzerinde titreşen saç tellerimde hissettim. Yüzünü eğdi, tam da yanağımı kapatan saçlarımın ona engel olmasına şükredecekken, sol eliyle sağ tarafımdaki saçlarımı alıp diğer omzuma doğru çekti. Sol taraftaki iz hassasiyetime özellikle mi dikkat etti bilmiyorum ama sesindeki insanı sinir eden ton asla düşünceli bir insana ait olamazdı.

"Ben cahil zengin olacağım sense okumuş fakir."

Kendi söylediğine kendi güldü, acı gerçeğin sinir bozuculuğuna karşılık ben de güldüm. Bütün yüz kaslarımı anında sıkarak onunla eğlendiğimi sanıp yüz bulmasın diye, başımı biraz geri çekip ters ters ona baktım.

"Alaz burda, ders çalışıyoruz. Birazdan gelir."

"Haberim var. Fırat söyledi." Sonunda kollarını çekip beni hapsettiği yerde bırakarak, Alaz'ın sandalyesine yan bir şekilde oturdu.

"O zaman niye geldin?"

"Çalışıyorum ya hani. Mesaim bitti. Maaşımı aldım birlikte ezelim mi?" Ata alttan alttan sırıtarak saçlarıma elini uzatıp bana asılarak teklif yaparken eline vurarak onu uzaklaştırdım. Tekrar uzattı bu defa masanın altında tutmaya çalıştığı elimle daha sert vurdum.

"Ata ya! Of!"

"Hasret gideririz hem. Özlemedin mi?"

"Bir günde kimse kimseyi özlemez." Sanırım dördüncü kez okuduğum soruya beşinci kez başlıyordum.

"Alaz gelir şimdi. Ne konuştunuz bilmiyorum, ne tepki vereceğini de... O yüzden, gelmeden gitsen iyi olur." Ata bir kolunu masaya yaslayıp nefesini verdiğinde, konuşmalarına dair sormadan bir şeyler öğrenebilir miyim diye belli etmeden yüzüne baktım hemen. Etrafa bakındı, onu defetme çabama da alınmış durmuyordu herzaman ki gibi.

Sandalyesinin tekerlerini kaydırarak bana biraz daha yaklaşarak kalemlerimden birini alıp soruyu karalayan kalemimi dürttü hafifçe.

"Alaz'ı ek." Yazmayı bırakmayan kalemimle uğraşmaya devam ederken, bir sır veriyormuş gibi yapıyordu bu kez teklifini. "Bir şeyler yapalım."

"Geç oldu."

"Teyzen umursamaz." Gerçekliği bu kadar çabuk benimsemesine ne demeliydim bilmiyorum. Bir yandan beni fazla açıklamalardan ve yalanlardan kurtarıyordu diğer yanda ise her şeyi bilme çabasıyla korkutuyordu.

"Atacım canım?"

Onu reddetmek istemiyordum. Bahanem de yoktu isteğimde ve bu yüzden Alaz'ın gelişi beni o an ki cevap zorunluluğumdan kurtardı.

Ata iç çekerek içine koca bir sabır doldururken gözlerime bakarak kaşlarını bir kez kaldırıp indirdi, "Alazım küçük kıvılcımım."

Aralarındaki absürt sürtüşmeyi gülmemeye çalışarak izlerken, Alaz'ın uzattığı karton bardağı aldım sessizce.

"Ne işin var burda?"

Ata, benim sorguma kaldığı yerden devam eden Alaz'a da dayanamayarak, ellerini dizkapaklarına bastırarak oturduğu e kalktı.

"Bir işim yok. Zeynep'i almaya geldim. Fırat'da beş dakikaya burda olur. Toparlanın, kahvenizi çayınızı sonra içersiniz."

"A-ah..." Her ne söyleyip, neyle saldıracaksa hepsini resmen Alaz'ın ağzına tıkarak geldiği gibi sesszice çıktı çıkarken de bana, "Ana kapıda bekliyorum." Diye emrivaki yapmayı ihmal etmedi.

Alaz mavi gözlerini kocaman açarak anında bana döndü. "Onunla mı sözleştin gerçekten?"

Başımı iki yana sallayarak kitabımın kapağını kapattım yavaşça. Alaz'la bu ikinci yüzleşmem olacaksa eğer bu defa ben yoktum o yüzden bir cevap olarak eşyalarımı çantama tıkmaya başlarken, uzun konuşmalardan kaçınarak sordum.

"Bana vereceğin bir akıl varsa durma Alaz. Lütfen." Kalemlerimin hepsini ön göze koyup fermuarı çektiğim an yardıma muhtaç bakışlarım Alaz'ın florasanlar altında parlayan mavi gözlerine dikildi.

Neyse ki tepkisizdi ve gerçekten yanımda olduğunu kanıtlayarak bir omzunu kaldırıp indirdi.

"Sıkışırsan soru sor. Ata bir şeyleri uzun uzun açıklamaktan nefret eder."

"Daha kalıcı bir akılı tercih ederdim." Gözlerimi devirerek oturduğum yerden kalkarken Alaz'da toparlanmaya çalışırken burnunun ucuyla güldü.

"Onu, başına bela etmeden önce düşünecektin."

"Pardon?"

Tam dışarı adımımı atmışken, Alaz'ın aynı zamanda beni de şuçlayıp Ata'yı savunan tavrına bakakaldım.

"Benim suçum yani?"

Alaz sırıtarak tek omzunu silkerken memnuniyetini dile getirdi. "Aranızdaki bu şeyin beni ilgilendiren tek kısmı, kumamdan beni kurtarmış olman Zeynep. Ata, Fırat'ın yakasından düştükten sonra kime musallat oldu inan umrumda değil."

Ağzım açık, inanamayarak Alaz'a baktığımda çantasını sırtına atıp bana da öpücük atarak açık tuttuğum kapıdan dışarı çıktı.

"Sonrası için haberleşiriz tatlı kızım. Kıymetimi anlayacağın akşamlar diliyorum." Diyerek köşeyi dönüp kayboldu.

Alaz'ın beni kurtaracağına dair bir beklentim vardı en başından. Benimle iletişimi keserek veya yardımcı olarak farketmez ama işin sonunda Ata ile aramda kesinlikle mesafe olacaktı. Ama her şey sanki öylesine hızlı ve sorunsuz ilerliyordu ki, sanki gelecekten bir güç beni direkt kendine çekiyor diğer her şey etrafımda şekillenip geride kayboluyordu.

Kastettiğiniz akış buysa hocam, iyiydi yani.

Alaz beş adım kadar önümde yürüyerek onu bekleyen arabaya bindi ve sanki arkasından atlıyla kovalıyormuşum gibi benden kaçtı. Alaz'ın konuşması ve bazı konular hakkında, asla ne hakkında olduğu önemli değil, benim başımı şişirmesi gerekiyordu.

Bir haltlar karıştırıyor olabilirler mi?

Güvenemiyordum.

Adımlarımı hızlandırdım ve kapının önüne konulmuş kuma gibi kaldırımda oturan Ata'yı, okul çıkışında sigara içerken buldum. Ege olsa gülerdi ve sol koluma asılmış beni sallayan hevesim, bu kuma zedeyi ona duyurmak istiyordu.

Ceplerimde olan ellerimden birini çıkarıp Ata'nın fotoğrafını çektim bir an ne yaptığımı bilemeyerek. Ata sese döndüğü an bunun hakkında o bir şey söylemeden, derin bir nefesle sırtımı dikleştirerek daha da yaklaştım.

"Benim başıma kalmış olman dışında, bu durumun Alaz'a ne kadar zevk veriyor, biliyorsun değil mi?" Elimle öylesine oturuşunu işaret ederken Ata bir kez daha dizlerinden destek alarak doğrulduğunda onu ilgisiz kalmaya çalışarak baştan aşağı süzdüm.

"Hem Fırat'ı hem de seni aldığımı farkettiğinde o zevki göreceğiz."

Yorgun görünüyordu. Dik durmuyordu ve sürekli ağırlığını bir ayağına verip sonra diğerine sırayı veriyordu. Beden diline bakılırsa tek istediği oturmaktı.

Boş boş sokaklarda yürümeyi seversin Zeynep. Yürüyün!

Ayağının altına çivi de çakalım mı yürütürken?

Bekledikçe saçmalayan akıl mantık vicdan seslerim arasında yanına yürüyüp, benimle devam etmesi için durmadan devam ettim. Böylece cümlesindeki birkaç ayrıntıya da, cevap vermek zorunda kalmamıştım.

"Hava buz gibi. Şurdan otobüse binelim yürüyemem ben."

Kışın ortasında okulumuzun yolu o kadar güzeldi ki, hava kararmak üzereydi; çıplak, yağmurda ıslanmış ağaç dalları, birkaç inatçı sarı kırmızı yaprak ve akşam üzeri karanlığına yakalanmadan son ışıkları alan çam ağaçları. Böyle yollardan yürüyerek geçmeyi çok severdim ama bugün değil.

"Ne yapalım?"

"Aç değilim gidip bir yere oturalım. Bana Alaz'la ne konuştuğunuzu anlatacaksın."

Ata, önce bize sonra da merkezdeki daireye gitmeyi teklif etti, istediği eminim gidip uyumaktı ama sıcak havada gevşeyen bir maddeydi o yüzden kabul etmedim. İki katlı, dar bir binanın giriş katına kurulmuş yerel bi tatlıcı vardı ve büyük camları yoldaki ışıklı sokağa bakıyordu.

İki büyük finacan çayın ve sadece bir çikolata koması tatlının gelmesinin ardından konuşmaya başladım.

"Anlat." Ata montunu sandalyesinin arkasına asarken kaşlarını çatarak sordu, "Neyi?"

"Alaz'ı Ata. Bana mesaj attığın akşam ne konuştunuz? Konu bana nasıl geldi? Alaz ne biliyor? Fikri ne? Düşüncesi ne?"

"Tamam tamam." Kaşlarını alnına doğru kaldırken kaşığını ortamızda duran tatlı kasesine daldırdı.

"Burdaki evdeyim birkaç gündür. Çatkapı geldi. Bayaa da sinirliydi." Tatlısını yerken gözlerini kocaman açıp başını aşağı yukarı sallıyordu, söylediği şeyi destekleyerek.

"Eee Ata. Eee..?!"

"Beliz'le ne oluyor, diye sordu. Ayrıldığımızı söyledim. Seninle alakalı olup olmadığını sorunca konu sana geldi."

Beliz ile sonunda resmen ayrılmış olmalarına seviniyordum evet, çünkü düşünmem gereken birçok ayrıntı vardı. Mesela Fırat buna ne diyecekti?

"Beliz'le sevgili olmamın nedenini bilmiyordu ama yürümediğini zaten barizdi. Benim Beliz'i koruma çabamla, Beliz'in beni paravan yapma çabası çakışınca, Beliz bunu kaybetmek istemedi. O yüzden sürekli Alaz'ı darlıyordu... işin özü."

Verdiği ayrıntılardan sıkışmış bir yüz ifadesiyle ellerini iki yana açtı. "Beliz yerine seni istemiş olmam, Alaz'ı mutlu etti. Bu konuda ondan çekinme."

İçim rahatladı. Evet ne kadar gergin olduğumu Ata'ya belli etmemek için derin bir nefes vermedim ama eminim gevşeyen yüz kaslarımdan da hemen anlaşılırdı, bunun heyecanıyla bir anda kurduğum cümleden de...

"Sevgili olduğumuzu biliyor yani?"

"Sevgili olduğumuzu sonunda kabul ettin yani?"

Ata'nın tek kaşı anında kalkarak çok hızlı bir şekilde bu gerçeği vurdu yüzüme ve ben geç kalınmış bir aydınlanmayla kabul ettim.

Bir sevgilin var Zeynep, tebrikler.

Gözlerim, bu günleri de görmüş olmasına inanamayarak ağlayacaktı birazdan.

"Ettim Ata ettim. Allah, ey kulum bu da son sınavın, demiştir inşallah."

Ata veryansınıma sadece güldü. "İnşallah."

"Fırat?" Ata tatlısını yerken Fırat'ın ne alakası olduğunu anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattığında önemli ayrıntıyı verdim.

"Beliz'in kuzeni ya, hani?"

"Fırat öyle uçuk hareketli kızları sevmez. Beliz'i kötülemek istemiyorum ama genelde saygısız ve düşüncesiz bir kızdır. Sürekli bir hareketi yüzünden onu uyarman gerekir. Fırat'ın tahammülü bile yok. Sadece..."

"Sadece ne?"

"İkinizin arasında bu kadar kısa ve yakın bir zaman olması onları sinirlendirdi." Beklediğim gerginliğin aksine, destek bulmanın kibri yerleşti yüzüme.

"Aklın yolu bir." Ata'nın her kaşıkta biraz daha önüne çektiği kaseyi elime alıp tamamen arkama yaslanırken Ata elinde kaşığıyla bakakaldı bana.

"Pardon, çalışan akılların yolu bir." Diye eklediğimde gözleri kısıldı.

"Ödleğin teki olmasan, acayip kendini beğenmiş bir kızsın biliyorsun değil mi?"

Omuz silkerken tatlının kalanına gömüldüm. Beni her halimle tanıyan annem, her zaman kibirli bir insan olduğumu söylerdi. Ama Ata'nın da dediği gibi, korkuyor olmam insanlara karşı her zaman başkaldırabilecek özelliklerimi bastırıyordu. Ama cesaret edip dile dökemediğim cevapları içimden vererek tatmin olmaya alışmıştım.

Konuşmamızın devamı benim ders çalışma trafiğimle alakalıydı. Kendimi kurtarma çabamı dinlerken, gerçekten de beni destekliyordu. Sadece Ata için değil, çevremdeki insanların verdikleri karşılıklar, doğru yolda olduğumun farkına varmamı ve endişemi azaltmamı sağlıyordu.

"Yurtdışını düşünüyor musun?"

Hemen, "Şimdilik hayır." Dedim.

Bu hayatta öğrendiğim bir şey daha varsa o da, her zaman kimsenin bilmediği bir planının olmasıydı.

Danışman hocam çoktan bana bu fikri vermişti ve bende kabul etmiştim. Amacım her zaman daha uzağa gitmekti ve sınırlara göz diktiğim günlerim hep olmuştu. Son sınıfta bu okula gelirken amacım tüm bu imkanları sömürmekti, Antalya'da ki okulum bana asla kaliteli bir referans sunmayacaktı çünkü.

Korkutucu bir seçenekti benim için ama öğretmenim bana yapmam gerekenler konusunda yardımcı olacağını, sadece hiçbir şeyi düşünmeden tam konsantre çalışmaya devam etmemi istemişti. Öyle yapıyordum.

Bütün muhabbetin sonunda Ata bana yine inek dedi; ben de ona; haftosunu benimle kütüphaneye geleceğinin haberini verdim. İtiraz etmesi bir şey değiştirmedi, ne kadar yorgun olduğunu söylemesi veya işe gitmesi gerektiği...

Haftasonunun neredeyse tamamını birlikte geçirdik. Ben yatağımın altına tıktığım dosyaları unuttum Ata'da sürekli meşgule düşürdüğü babasının ve diğerlerinin aramalarını.

Eğlenceli biriydi, bunu okulun ilk haftalarında onu izlerken bile farketmiştim. Bazen gerçekten de on dokuz yaşında biri gibi davranıyordu. Aklımdan geçirdiğim an konuşacak bir şeyler bulma umuduyla sordum.

"Neden okula bir sene ara verdin."

Bu kez araba Ata'daydı ve aldığımız yemekleri teyzemlerin evine birkaç blok ötede yiyorduk. Yağmur açıkta duran arabanın ön camını şiddetle döverken, kararmaya başlayan havada yanan sokak lambaları birer yıldız gibi parlıyordu. Ata kendi payını çoktan bitirmiş ve benim son dilimimi yememi beklerken telefonunda biriken mesajlara bakıyordu.

Ya anlamadı ya da telefona odaklandığı için kaçırdı bilmiyorum; sadece bana bakarken kaşları çatılmıştı.

"Sen nerden biliyorsun?"

Bir bacağımı altıma almış ona dönük otururken, kutuya düşen mısırları topluyordum. Özellikle ona bakmadım çünkü bunu sorgu sanıp kendi hayatını anlatmaktan kaçınmasını istemiyordum.

Omuz silktim, " Alaz söyledi. Yaşına bakılınca tahmin de edilebilir." Başımı kaldırarak ona baktım.

"Kaçıncı sınıftın?"

Direkt yüzüme bakarak anında "Üç." Dedi.

Neden bu kadar tetikteydi. Öylesine sormuştum, altında bir şey çıkacağına dair bir kovalamacam yoktu çünkü.

"Geçen sene mi?"

"İlkokul üç."

O dönemde sınıfta kalma uygulanıyor muydu ki? Hiç öyle bir ihtimalle karşılaşacak kadar notlarım düşmemişti ama bunun nedeni sadece derslerde değildi zaten.

Kaşlarım beklenmedik bir şaşkınlıkla havalansa bile Ata, benim aksime, rahatsız görünüyordu. Ona bakmama karşılık bir şey söylemeden tekrar telefonuna döndüğünde, bu konu hakkında konuşmaya hevesli olmayışına karşılık üstelemekle ısrarcı olmamak arasında kaldım bir an.

"Dövmenin bir anlamı var mı?"

Ata bu kez derin bir nefes alarak telefonunu kilitleyip elini benim koltuğuma atarak, tüm ilgisiyle bana döndü.

"Hayırdır?"

"Ne?" Ağzımdaki lokmaya aldırmadan ilk tepkiyi verdikten sonra yutup devam ettim. "Çok sıkıcısın, muhabbet edecek konu bulmaya çalışıyorum."

"İlgi mi istiyorsun? Hım?"

Hayır!

Evet.

Ata gülerek koltuk başında duran elini yüzüme yaklaştırdığı an yana kaçtım. "Yağlı ellerini sakın saçıma sürme."

"Dövme serserilikten, okul da şımarıklıktan. Başka soru?"

Ata gülmeye devam ederek ne kadar kaçsam da yanağımdan bir makas almayı başardı.

"Yok soru! Ne zaman bir şey sorsam önce bi' tripler sonra cevap vermeler..." Aynısını ailesi ve ablasını sorduğumda da yapmıştı. Önce terslemişti sonra çok alakasız bir anda anlatmaya başlamıştı. Alaz haklıydı ,gerçekten cevap veren taraf olmaktan nefret ediyordu!

"İlk tartışmamızı bu kadar romantik bir anda yapmak istediğine emin misin?" Alaylı haline karşılık yüzümün sol tarafını buruşturarak, ben de aynı alaycılığa büründüm.

"Romantik? Ayrıca ilk tartışma mı? İlk mi sence? Tartışmadığımız bir anımız var mı?"

"Çok ateşli bir ilişkimiz var, ne güzel işte."

İşaret parmağının ucuyla yanağımı dürtmeye çalıştığımda elimin tersiyle vurarak uzaklaştırdım elini.

"Seninle muhabbet edende kabahat. Şunu yiyip gidicem o zamana kadar gömül telefonuna ne yaparsan yap."

Ata gülmeye devam ederken sesini çıkarmadı ama kısık nefesindeki o kıkırtılar bile sinirime dokunduğu için müziğin sesini biraz daha verdim.

Ata'nın kolu birkaç dakika daha öyle bekledikten sonra eski düzenine geçerek, tekrar telefonuna döndü ve yine aynı şeyi yaparak benim sinirime dokundu.

"Üçüncü sınıftayken istanbul'a taşındık bir süreliğine."

"Anlatma istemiyorum."

Trip atarken iğrenç görünüyorsun!

Ata tek nefeslik bir gülüşle devam etti. "Ablam okulundan ayrılmak istemediği için bizimle gelmedi. Yeni ev, yeni düzen... adapte olamamışım. Ufak çaplı bir depresyon diyebilirsin. Fırat'la sürekli okulu ekiyorduk. Koca bir yıl içinde toplasan bir ay bile gitmeyince bizimkiler cezasız bırakmadı, tekrara kaldık."

"Arkadaşın camdan atlasa sen de mi atlayacaksın falan filan." Ağzımın içinden dalga geçerken, ailelerinin bu kadar yapıcı kurallar koymalarının ne kadar sağlıklı olduğunu düşündüm bir an.

"Fırat benim kırmızı çizgim ama, lütfen!" Kırılmış gibi yumuşattığı ses tonuna elimde olmadan güldüm.

"Ege bana kuma derse seni mahvederim. Dua et bizi öğrenmesin."

Ata'nın sırıtan dudakları birbirine bastırdığı dişleri yüzünden bir an titredi, hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyecekti ve ben onu daha o an anladım.

"Ona sevgili olduğumuzu mu söyledin!?" Ensemdeki tüyler panikle bir anda kabardı.

"Söylemedim ama birazcık beyni varsa, görünce anlar zaten."

"Neyi görünce!?"

Adın çıkacak! Annen öğrendiği an seni saçından sürükleyip götürecek buradan gerizekalı.

Telefonum bu soruyu duymaya kodlanmış gibi anında titrediğinde, Ata kaşlarını bir kez kaldırıp indirerek alt dudağını emdi. Bacaklarımın arasında duran telefonumu kaptığım gibi Alaz ve İpek'le kurduğumuz gruba yazılmış mesajlara baktım hemen.

İlk mesaj İpek'ti ve bir fotoğraf göndermişti.

"Ben bu ceketi bir yerden tanıyorum."
"Hemen!"
"BİRİ BANA NELER OLDUĞUNU ANLATACAK MI???"

Ve Alaz...

"OMG! OMG! OMG!"
"Çığlık atıyorum ama nedenini bilmiyorum."
"ÇIĞLIK!"

"Ne yaptın?!"

Ata'nın açık telefonunu elinden aldığım gibi uygulamaya girip paylaştığı hikayeye baktım hemen. Sadece birkaç dakika önce yakın arkadaşlarında paylaşmıştı. Az önce benim koltuğumda duran elindeki telefonla, oradan birkaç saniyelik bir video çekmişti.

Ön konsol, yağmurdan bulanık görünen ön cam, bacaklarımızın bir kısmı, Ata'ya dönük otururken ikimizin arasındaki yemek kutusunun üzerinde duran elim ve ceketimin kol kısmı.

" Şsst aramızda <3 "

Tam ortaya iliştirilmiş basit notu okumak için hikayedeki müziği tekrar tekrar çaldırdım.

"Ata lütfen..." Gözlerimi sıkıca kapatarak bütün dilek hakkımı orada kullanarak yalvardım. Çenemi sıkmaktan bütün dişlerimi kıracaktım!

"Lütfen, yakın arkadaşlarında Nil'e haber verecek kimsenin olmadığını söyle, lütfen."

Ata telefonu elimden kaparken sırıtarak hikayeyi bir kez de kendi izlerken, bönürlenerek cevap verdi.

"Seni zor ikna ettim, teyzeni sence başıma sarar mıyım?"

Oh. Evet büyük bir oh çektim ama bu kısa sürdü.

Telefonuma bildirim gelmeye devam ederken, onlar beni sıkıştırdıkça bende Ata'nın üzerine eğilerek ellerimle tek kolunu yakalayıp öfke kriziyle titrerken sıktım.

"Bana sormadan neden böyle bir şey yaptın?"

"Sana kalsa sevgili bile olamıyorduk. Gel şöyle..." ellerimi geri iteleyip kolunu boynuma atarak beni kendine çekip art arda birkaç tane fotoğrafı da çekerek beni bıraktı.

Ciddi ruh sağlığı sıkıntıları olan biriyle birlikteydim emindim artık. Ata ben inatlaştıkça inatlaşıyor ben biraz rahatladıkça hemen gevşiyordu. Resmen itişe kalkışa beni eve bıraktı. Ondan kaçınmaya çalışırken teyzemlerin kapısında beni yakalayıp ona olan sinirimi hızlı bir öpücükle almaya çalıştı. Ben kızgındım, o sırıtıyordu.

Pazar akşamım Alaz ve İpek'in grup aramasıyla geçti, erteleyebildiğim kadar erteledim, kısa tutabildiğim kadar kısa tuttum hatta bir yerde, yükselen sesleri için teyzem duymasın diye, can havliyle kulaklık arıyordum.

İpek bu yeni habere, aramızdaki tuhaf elektriğe sonunda cevap bulabildiğini söyleyerek görüş bildirdi. Benim doğum günümde, Ata'nın pastadaki kalp ayrıntısından beri böyle bir şeyi bekliyordu. Yakışıyorduk. Kesinlikle İpek tarafından kalp tufanıydık.

Alaz ise Ata'dan asla bu paylaşımı beklemediği için şoktaydı. İlk kez böyle bir paylaşım yapıyordu. Evet şoktaydı. Çok tatlıydık ve kesinlikle yakışıyorduk.

Ayrıntılarda boğulduk.

O gece kaç kez sinirden ve gerçekten komik geldiğinden kahkahamı bastırdım bilmiyorum. Gerginliğim bir gecede bitsin diye özellikle uğraşsam asla yeni haftaya o kadar rahat başlayamazdım.

Pazartesi beni Ege karşıladı, benden önce gelmiş ve benim sırama oturmuşken, beni gördüğü ilk an günaydın bile demeden mırıldandı.

"Sen de benim kumam mı oldun şimdi?" Büzdüğü dudağına kaç kuvvetinde vursam dişlerine eline verirdim bilmiyorum.

"Saçmalama, ne alakası var?" Göz ucuyla sadece ikimizin olduğu sınıfı süzdüm, Nil bir yerden fırlayacakmış endişesiyle.

"Burası saplar sırası. Sen geç," elini ağlamaklı bir edayla yan sıraya salladı, "Orası çiftlere tahsis edildi, geç geç..."

Gözlerimi devirerek tepki verdim çünkü bize yetişen İpek, Ege'yi sinir ederek aldı başımdan. Kimse bir şey söylemedi. Alaz ve Ege'nin kaşı gözü durmadı bazen ama yine de herkes Ata'nın, aramızda, mesajına saygı duyuyordu. Bense asıl saygıyı Fırat'dan görüyordum. Dün neyse oydu, bir ters bakış bile yakalamadı, ifadesine dikilmiş gözlerim.

Önceden uyarıldılar mı, yoksa benim içe kapanık bir kız olduğumu sonunda farkettikleri için iyice ürkmeyeyim diye mi olağan karşıladılar bilmiyorum. Yıl sonuydu muhasebede çalıştıkları için bu zamanlar genelde yoğun olunduğu için Ata ve Fırat'ın fazla mesai zamanıydı. En azından Alaz'ın söylediği buydu. Neredeyse okula gelmiyordu ikisi de, aslında bu durum bana derin bir nefes alacağım alan yaratmıştı. Ata diğerleri gibi değildi, gözgöze geldiğimiz her an sırıtıyor, kuyruğumdan bir an olsun düşmüyordu. Okul sınırlarını çıktığımız zamanlarda artık bende onun kadar durumu kabullenmiş ve rahat davranıyordum. Ama yaklaşan mahkemeden haberdar olan teyzemin paikolojik baskısı altında yeterince gergindim ve Nil'in ona başka bir stres kaynağı ulaştırmasını istemediğim için, diken üzerimdeydim.

Günlerden perşembeydi ve yılbaşına sadece iki gün kala Alaz yanıma sıçramıştı. Az önce annemle günlük birbirimiz yeme konuşmamızı yapmıştık, çünkü onu tek bıraktığım için gerçekten sıkılıyordu ve sanki evdeymişim gibi beni en yersiz anda arayıp sataşarak kapatıyordu. Bu kez övündüğü şey sattığı kıyafet dolabımdı, onun suçu değildi, seraları su bastığı için işverenden parasını alamamıştı. Başımın etini yediği yetmezmiş gibi, aynı anlarda Ata'da mesaj atarak okuldaki yokluğunda ne yaptığımı sormuştu.

Cevap vermek üzereyken Alaz oturduğum geniş minderli tekli koltukta yanıma sıkıştı.

"Alaz..." Beni sarsmasına karşılık uyarıyla gözlerimi kapatıp soluklanarak sabır diledim.

"Eee annem ne diyor. Yılbaşı cumartesiye geliyor, eve gidecek misin?"

Plan yapılacak bir konu bile değildi bizim için, annem kendi deyimiyle cıngılıbel durumlarından nefret ederdi.

"Buradayım." Dedim ama anında gelen teklifi duyduğumda, evet demediğim için pişman olmuştum.

"Bence de burada ol. Cumartesi Ata'yla biz ailecek Fıratlara gideceğiz. Yeniyıl daveti gibi bir şeyler ama erken dağılacağız, herkesin bir planı var. Saat sekizden sonrası için bizim de müthiş planlarımız var kaçırdığın için pişman olurdun ve ben de birlikte ilk yılbaşımızı kaçırdığım için kahrolurdum."

"Yavaşla Alaz." Bir fırtına gibi gelip geçen uzun açıklamasını yavaşlatmak için araya girdim yoksa nefes almadığı için bayılacaktı.

"Yavaşlayamam tatlı kııız!" Alaz hem bu kadar hızlı konuşmasını hem de beni rahatsız etmesini sevmediğimi bile bile sırıtarak kollarıyla bana sarılıp bir kaç kez sarstı. "Yeni yıl geliyor. Mezun olmaya daha yakınız."

"Ve sınavlara," diye hatırlattığım an, Alaz bana sarılı kollarıyla beni sertçe iterek, zorlukla sıkıştığı yerden çıktı.

"Tam bir heves kıransın." Derken sonunda onu yenebildiğime gülerek ellerini kollarını savurarak gidişinin arkasından bağırdım.

"Nereye?"

"İkiyüz bin tane birebir ders yazdırmaya!"

Gülerek ben de oturduğum yerden kalkarken , dönem sonu sınavları için kendime ayarladığım bir soru cevap etüdüne katılmak için Alaz'ı takip ettim.

Hep onu takip ettim.

Cuma akşamı yılın son gününe saatler kala mesaj yağmuruna tuttu beni.

"Plan değişti."
"Yemek iş ortakları davetine döndüğü için bizi dışladılar."
"Kendine bir çanta hazırla, yarın sabah beşte seni alacağız."
"Harika bir yeni yıl partisi planladım."
"Aslında Fırat'ın fikriydi ama ben geliştirdim."

"Alaz."
...

Mesajlarımı devam ertirmemi beklemeden, "Sakın uyuya kalma sabah sabah beni Nil ile muhatap etme. Sabah beş. İyi uykular tatlı kıııız."

Alaz anında çevrimdışı olduğunda gözlerimi devirerek Ata'nın mesaj kutusuna girdim. Yeni duş almıştım ve başımdan kayan havlu saç tellerimi çekerken hırsla vurdum klavyeye.

"Alaz bir sürü şey saydırdı. Plan yapmışlar Fırat'la, ne planı."

"Bilmiyorum. Bugün ikisiyle de hiç konuşmadım."

"Katılmak zorunda mıyım."

Ata yana doğru sırıtan bir emojiden hemen sonra cevap verdi. "Sence?"

"Of."

"Merak etme Fırat plana el atmışsa korkacak bir şey yok. Acısız geçmesi için yanından ayrılmam," göz kırpmasına diyecek bir şey bulamadığımda ve gerçekten mantıklı bir itirazım olmadığı için bulduğum diğer ayrıntılara saldırdım.

"Sabah beş çok erken!"

Ata mesajıma satece sırıtan bir emoji gönderip o da anında çevrim dışı oldu. Sabah insanı olmadığımı biliyordu. Erken uyanmaktan ve haftasonundan nefret ettiğimi biliyordu ve ikisinin de denk gelmiş olmasının açısını ondan çıkarmamdan kaçar gibi bir daha çevrim içi olmadı.

Sabah alarm kurdum ama akşam kendime bir çanta hazırlamakla uğraştığım için uyanamadım tabi ki. Alarmım dört buçukta çalmaya başladı, on dakika sonra da Alaz sürekli çaldırdı kapattı çaldırdı kapattı, bir o delikten bir bu delikten çıkıp asla kafasına vuramadığım bir sıçan gibi elimden kurtularak beni çileden çıkardı.

Hırsla yorganımı üzerimden atıp saçlarımı savurarak kalktım yatağımdan, çantama takıldım, banyonun ışığını ararken dirseğimi kapıya vurdum, küfrederek çıktım odamdan.

Savurarak açtığım garaj kapısının arkasında burun buruna geldiğim Ata, beni görünce şöyle bir süzüp sırıttı, "Günaydın güzellik."

"Dalga geçme yemin ederim cinayet işleyebilirim."

Onu geçip ağır demir kapıyı sessizce kapattıktan sonra dışarı yürürken, arkamdan takip eden Ata tek omzumda duram çantamı teklifsizce aldı, ben de itiraz etmedim. İçimde, dar uzun kollu bir penye, üzerinde ise en geniş kazağım, toplamadığım için kazağın altında kalan dağınık saçlarım, öylesine savurduğum şalım ve eminim tepesi fıkracı temeli andıran şapkamla bir güzellikten çok uzaktım.

"Neyseki yolumuz uzun da birkaç saat uyumak, içindeki canavarı da uyutur."

"Ata istersen şu bahçede çay içelim, diyin, bir yere oturduğum ilk an uyuyacağım. Kendi irademle gözümü açmadığım sürece bana dokunma."

Söylenerek, ve teyzemlerden site girişine giden yokuşu pat pat inerek çalışır halde bekleyen arabaya yürüdüm. Araba farklıydı, siyah, daha yüksek ve büyük duruyordu ama karanlıkta belli olan başka hiçbir şey yoktu. Ata çantamı bagaja koyarken arka kapıyı açıp direksiyondan bana selam veren Fırat'a kısaca gülümserken hemen ardından eski memnuniyetsiz halime büründüm.

"Selam."

"Tatlı kııız, günaydın."

"Merhaba Fırat. İyi geceler Alaz."

Dışarının soğuğunu keserek arabaya binen Ata, "Heyecandan sabaha kadar uyuyamamış ondan bu kadar huysuz," dediğinde ters ters gözlerimi devirdim ama sesimi çıkarmadım. Saat gerçekten beşti ve herkes için erken bir saat olmalıydı ki kimse enerjisiyle bizi çileden çıkarmadı.

"Bana güven tatlı kızım," Alaz bir yastığı bacağıma koyarken esnemesinin arkasından uyuklayarak konuşuyordu, "Heyecanlanacağım kadar güzel." Uyudu. Ben de abarttığım kadar olmadığını kanıtlarcasına gerçekten uyudum.

Ona güvenmemem gerektiğini biliyordum. Daha ilk tanıştığımızda Fırat beni uyarmıştı ve arabadan inip "Neredeyiz?" diye sorduğumda bunu tekrar hatırlattı.

"Aydın," diye şakıyan Alaz eliyle birkaç ahşap evin olduğu, karla kaplı dağ başını işaret ederek bağırdı. "Yayladayız."

Zeynep...

Hayır şu an değil!

Sadece Fırat'ın gülen yüzüne bakarak Muğla'nın bilmediğim bir ilçesinden bahsetmesini bekleyerek yineledim. "Aydın mı?"

"Alaz'a güvenip yola çıkarsan kendini başka bir şehirde bulabilirsin, demiştim sana."

Bir daha ölsem ayak basmam, diyen annemin nefreti bütün bedenime çarparak bir adım geri gitmeme neden olduğunda çok uzakta olmamıza rağmen arkamı dönüp ağaçlar arasında kıyıları görmeye çalıştım. Annem burada doğmuştu, o nefret beni burada boğmuştu.

•••

•••

Merhabaa.💜

Uzun zamandır selamsız sabahsız gelip gidiyoruz affedin lütfen. Avcı'nın bölümlerinin gelmemesinin nedeni benim şehir dışında bilgisayarımın da evde olması yüzünden. Birkaç günlük olur diye planladım bu yüzden yanımda taşımak istememiştim ama bir ayı geçti malesef ve bölümleri sıfırdan yazdığım için kayıtlar mail veya wattpad de kayıtlı değil, üzgünüm.
2023 için dinlemekten yorulacağınız kadar çok iyi dilekler diliyorum hepinize.

Görüşürüz 🤍

•••

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 75.5K 58
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
114K 3.4K 39
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz nie peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öde...
599K 26.7K 17
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
1.7M 105K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.