KAYBOLMUŞ RUHLAR SARAYI (Tama...

By DilaraKeskin2

618K 42K 52.6K

"Savaşın ortasında doğan kaç çocuğun seçim şansı vardır ki?" İki düşman aile, iki düşman ülke: Zirakov ve Sen... More

BÖLÜM BİR: Ölüme Yolculuk
BÖLÜM İKİ: İrina'nın Kızı
BÖLÜM ÜÇ: Kanlı Oda
BÖLÜM DÖRT: Taht Oyunları
BÖLÜM BEŞ: Havada Çarpışan Kılıçlar
BÖLÜM ALTI: Son Akşam Yemeği
BÖLÜM SEKİZ: Aşk ve Güç
BÖLÜM DOKUZ: Beklenen Misafirler
BÖLÜM ON: Kaderin Kırmızı İpliği
BÖLÜM ON BİR: Gözyaşları
BÖLÜM ON İKİ: Korkunç Tiyatro Gecesi
On Üçüncü ve On Dördüncü Bölümler
BÖLÜM ON BEŞ: Veliaht
Kaybolmuş Ruhlar Sarayı Serisi
BÖLÜM ON ALTI: Cadının Kehaneti
BÖLÜM ON YEDİ: Deniz Kızı
BÖLÜM ON SEKİZ: Kalp Kırıklıkları ve Ölen Kelebekler
BÖLÜM ON DOKUZ: Fırtınanın Başlangıcı
BÖLÜM YİRMİ: Vahşetin Sureti
BÖLÜM YİRMİ BİR: Yalanlar ve Aşk
BÖLÜM YİRMİ İKİ: Sevgiyle Yeşeren Umutlar
BÖLÜM YİRMİ ÜÇ: Ortaya Çıkan Gerçekler
Bölüm Yirmi Dört: Geçmişin Yankıları
BÖLÜM YİRMİ BEŞ: Veda
2. Kitap/ Bölüm 1: Zirakov'a Dönüş
2. Kitap/ Bölüm 2: Kâbusun Kalbi
2. Kitap/ Bölüm Üç: Mahşerde Yeşeren Çiçek
2. Kitap/ Bölüm Dört: Yeniden Açan Kırmızı Güller
2. Kitap/ Bölüm Beş: Savaşın Öncesi
2. Kitap/ Bölüm Altı: Karar
2. Kitap/ Bölüm Yedi: Balo Gecesi
2. Kitap/ Bölüm Sekiz: Acının Dansı
2. Kitap/ Bölüm Dokuz: Mahşerde Solan Çiçek
2. Kitap/ Bölüm On: Tehlikeli Sırlar
2. Kitap/ Bölüm On Bir: Eve Dönüş
2. Kitap/ Bölüm On İki: Senteria Sokakları
2. Kitap/ Bölüm On Üç: Tehlikeli Planlar
2. Kitap/ Bölüm On Dört: Saray Oyunları
2. Kitap/ Bölüm On Beş: Çapkın Prens
2. Kitap/ Bölüm On Altı: Denizin Haydutları
2. Kitap/ Bölüm On Yedi: Gerçekler
2. Kitap/ Bölüm On Sekiz: Savaş Çanları
2. Kitap/ Bölüm On Dokuz: Fedakârlık
2. Kitap/ Bölüm Yirmi: Soylu Kanın Bedeli
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Bir: Senteria'nın Vârisi
2. Kitap/ Bölüm Yirmi İki: Gerçek Zafer
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Üç: Öldükten Sonra Bile
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Dört: Ölüm ve Yaşamın Cilvesi
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Beş: Savaşın Sonu
2. Kitap/ Bölüm Yirmi Altı: Tutulmamış Sözler
FİNAL

BÖLÜM YEDİ: SADAKAT

20.3K 1.6K 3.1K
By DilaraKeskin2




HERKESE MERHABA! OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN <3


*

İştahımı kaçırdıktan sonra neşeyle afiyet olsun demek tam da Estes'e yakışacak bir hareketti. Kral neşe içinde çorbasını içmeye başlarken yaşadığım içsel karmaşa yüzünden yutkunmakta bile güçlük çekiyordum.

"Baba." Andre'nin sesi duyulduğunda kral yemek yemeğe ara verdi. "İkisinin evliliği gerçekten de doğru bir karar mı sence?"

"Neden doğru olmasın ki?" dedi Ezra. Sesinde meydan okuyan bir tını vardı. Sanki kardeşini kendisine karşı çıkmaması konusunda uyarır gibiydi.

Andre, Ezra'nın sesindeki sertliği fark etmemiş ya da umursamamış olacak ki, "Kitana düşman kraliçenin kızı," diye itiraz etmeyi sürdürdü. "Halk bunu ne kadar hoş karşılar?"

Masada gözler bir Ezra'ya bir Andre'ye dokunuyordu. Az önce yüzünde rahatsız edici bir gülümseme olan Rena şimdi kıskançlık içinde Andre'ye bakıyordu.

"Kardeşim," dedi Ezra. "Seninle evlenseydi bu söylediğinde haklı olabilirdin ama Vincent'i kendinle ya da bizimle bir tutma."

Andre tek kaşını kaldırdı ve bakışlarıyla abisinin öfkeli bakışlarına karşılık vermeye başladı. "Ne demek bu?"

"Şu demek," dedi Ezra. "Halk Vincent'i geleceğin kralı olarak görüyor. Ona gösterdikleri saygı apayrı. Onun kararlarını sorgulamazlar, direkt kabul ederler."

Andre ne söyleyeceğini şaşırmış bir şekilde abisine baktıktan sonra derin bir nefes aldı. Ardından tekrar babasına baktı. "Peki İrina ne olacak?" diye sordu. "Kızının evlenmesini kabul etmeyecek, bunu otoritesine bir hakaret olarak görecektir." Ezra tekrardan bir şey söylemek üzereydi ki Andre ondan daha önce duymadığım sert bir ses tonuyla, "Babamla konuşuyorum, Ezra," dedi. "Fikrini sorduğumuzda söylersin."

Ezra kaşlarını hafifçe kaldırdı. Gözlerinden kardeşine olan öfkesi anlaşılsa da dudaklarına sinir bozucu bir gülümseme yerleştirdi. Masada tansiyonun yükseldiğini anlayan Estes, "İrina sorun çıkarmayacak," dedi. "Bu evlilikten haberi var. Bu evliliğin aramızdaki savaşı da sonlandıracağı yönünde karşılıklı umutlarımız var."

Ya kulaklarım ya zihnim bana büyük bir oyun oynuyor olmalıydı. Kalbim sanki atmayı bırakmış gibiydi. Şu an yaşadığım şeyin bir kâbus olmasını diliyordum. Annem beni barış karşılığı satmış mıydı gerçekten?

"Annem mi istedi bunu?" diye mırıldandım. Nefes almayı unutmuştum.

Estes orada olduğumu yeni anımsamış gibi baktıktan sonra başını aşağı yukarı salladı. "Evet. Ona çocuklarımızı evlendirme kararı aldığımı söyleyen bir mektup yazdım. O da bu evliliğin aramızdaki kavgayı sonlandırabileceğini söyledi."

Sakinliğimi korumak için elimi masanın altına koyup dizimi sıktım. "Yani barış teklifi annemden geldi, öyle mi?"

Kelimenin tam anlamıyla söylenen her şeyi tekrar eden bir aptal gibi göründüğümün farkındaydım ama duyduklarıma inanasım gelmiyordu bir türlü. Annem gibi hırslı, savaşı kazanmak için öz kızını düşman topraklarına gönderecek kadar gözü dönmüş bir kadın barış yanlısı olamazdı.

Zihnimde şimşekler çaktı. Belki de planı buydu en başından beri, kim bilir?

Estes soruma cevap vermezken Andre, "Saçmalık bu," diyerek yorumda bulundu. Kralın kararını apaçık bir şekilde aşağıladığını yeni fark etmiş olacak ki gözlerinden kıvılcım çıkan babasına baktı. "Öyle demek istemedim," diye lafı çevirdi. "Özür dilerim fakat İrina barış kurallarına asla uymayacaktır. Böyle bir kadın için neden abimi evlendiriyorsunuz ki?"

İvan'ın kıkırdamaları yemek salonunda yankılandı. "Vincent'i bu kadar düşünmen ne hoş."

"Bu kadar yeter," dedi Estes. Sakin bir ses tonu kullanmasına rağmen herkes gerginlikle sessizliğe gömüldü. "Aldığım kararları sizinle tartışacak değilim. Şimdi yemeğinizi yiyin ya da odanıza dönün."

Kısa bir sessizliğin ardından herkes yemeğe başladı. Hayatımın sonsuza dek değişişi bu kadar basit olmuştu işte. Kendimi bildim bileli savaşta olduğumuz, her gün lanetler yağdırdığımız Senteria mensubu olmama sıradan bir akşam yemeğinde karar verilmişti.

Ve ben her şeyin sona erdiğini zannederken benim için asıl başlangıcın o an olduğunun farkında bile değildim.

*

Yemek sırasında Andre, Vincent ve benim haricimde herkesin keyfi yerindeydi. Saygı gören soylu bir prenses olarak hiç bu kadar yok sayıldığımı, umursanmadığımı hatırlamıyordum. Çevremdeki insanlara baktım. Rena bana zafer kazanmış gibi, aşağılayıcı bir yüzle bakıyordu. Benim ülkemdeki insanlar bu bakışı atmak şöyle dursun, benimle göz göze gelmeye bile kaçınırdı.

Artık evinde değilsin.

Zihnime düşen bu üç kelime boğazıma öyle bir yumru oturttu ki sertçe yutkunmama rağmen oradan gitmedi.

Her şey bu kadar mıydı? Bundan sonraki hayatım adına saray dedikleri bu altın kafeste yaşamak, Rena ve Cassandra'nın üstün bakışlar atmasına katlanmak, istemediğim bir adamı karısı olarak temsil etmek ve düşmanımın çocuğuna onun annesi olarak bakıcılık yapmakla mı geçecekti?

Zirakov ülkesinin imparatoriçesi olmak için eğitilmişken Senteria prensinin eşi olmakla mı yetinecektim?

Sofradan kalktığımızda başımın ağrıdığını söyleyerek izin istedim ve bahçeye çıktım. Havanın ne kadar soğuk olduğu ve üzerimde pelerinimin olmaması umurumda bile değildi. Zaten şu an soğuktan donarak ölmek istemediğim bir evlilik yaparak uzun bir hayat sürmemden daha iyi bir seçenekti.

Sarayın bahçesi o kadar büyüktü ki çeşitli bölgelere muhafızlar dizilmişti. Nöbet tutan askerlere baktım. Birkaç hafta öncesine kadar beni yok etmekle görevliyken şimdi tek gayeleri beni korumak mı olacaktı?

Onlara baktığımı fark eden askerler soru soran gözlerle beni inceleyince bakışlarımı kaçırdım ve yoluma devam ettim. Bahçenin arka kısmında kalan küçük bir göl vardı. Etrafına yerleştirilen meşaleler ve küçük kapların içine yerleştirilip suda yüzmeye bırakılan mumlar sayesinde göldeki canlıları rahatlıkla görebilirdiniz.

Gölün tepesinde durup aşağı baktığımda kendi yansımamla yüzleştim ve bu nedenini bilmediğim bir şekilde kalbimi kırdı. Eskiden gördüğüm kızı göremiyordum orada. Gözü kara, hırçın Kitana yoktu karşımda. Hayatının değiştirildiğini kabul etmek zorunda kalan, aciz bir zavallı vardı.

Dizlerimdeki gücün tükendiğini hissettim ve yavaşça yere çöktüm. Sofrada yaptığım gibi dik durmaya çalışmak zorunda değildim. Yalnız kalmak gerçek duygularımı yaşamama yardımcı olmuştu.

Yansımadan kendimi incelerken orada yalnız olmadığımı fark ettim. Arkamda ayakta duran bir sürü yüz belirdi aniden. Annemin, babamın ve kardeşlerimin yüzü. Hepsi bana bakıp gülümsüyor, konuşmasa da beni özlediklerini haykırıyordu. En küçük kardeşimiz Armin'in bakışlarından anlıyordum ki bana tarihi hikayeler anlatmak için sabırsızlanıyordu. Annem ve babam sevgiyle birbirine sarılmış, takdir eden bakışlarla beni izliyordu. Beni her daim aşağılamaya çalışan kardeşlerim Arlo ve Lena bile beni özlemiş gibiydi.

Bunun zihnimin bana sunduğu acımasız bir hayal olduğunun farkındaydım. Başımı çevirdiğimde orada olmayacaklarını biliyordum. Ben de arkama bakmayı reddettim. Bu hayale sığınmak bile ruhumu dinginleştirmişti. Arlo ve Lena'nın hayaline bakıp huzur bulacağımı kim bilebilirdi ki?

Ne zamandır ağladığımı bilmiyorum. Elime birkaç damla yaş düşünce ve yağmurun yağmadığını fark edince elimi yüzüme götürdüm. Ardından kendimi daha fazla tutmayıp hıçkırıkların bedenimi ele geçirmesine izin verdim.

"Ağlamanın sana bir faydası olmaz."

Aradan ne kadar zamanın geçtiğinin farkında değildim ama duyduğum sesle irkilip kafamı kaldırdım. Vincent tepemde durup birkaç saniye göl manzarasını izledikten sonra benim gibi diz çöktü. O otururken ailemin hayalini görmek için tekrar suya baktım ama tahmin ettiğim gibi, sadece iki yüz vardı suyun üstünde.

Gölü dikkatle incelediğimi fark eden Vincent tek kaşını kaldırıp suya baktı. "Ne var?"

Deli muamelesi görmemek için omuzlarımı silktim. "Hiç." Ardından gözyaşlarımı silip Vincent'e baktım. "Neden geldin?"

Sanki çok komik bir espri yapmışım gibi güldü. "Babam müstakbel karımın iyi olup olmadığını kontrol etmem gerektiğini söyledi." Bu cümle ağzında ekşi bir tat bırakmış gibi yüzünü buruşturdu. Kiremit rengi gömleği kalçasının altına kadar uzanıyor, siyah pantolonuyla bütünlük sağlıyordu. Siyah, topuğuna kadar uzanan ceketinin cebinden küçük bir kağıt, bir parça da tütün çıkardı. Tütünü kağıdın üstüne koyduktan sonra güzelce sardı, tükürüğüyle yapıştırdı. Ardından köşedeki meşaleler yardımıyla kağıdın ucunu tutuşturdu ve dumanı içine çekmeye başladı.

"Sigara içtiğini bilmiyordum," dedim.

"Sadece canım sıkkın olduğunda," diye yanıtladı. Birkaç saniye sonra sigara içişini incelediğimi fark edince bana uzattı. Annem ciğerlerimize zararlı olduğu için sigara uzak durmamız konusunda çok katı kurallar koymuştu. Bu yüzden ister istemez ilk başta tereddüt ettim ama... Sanırım artık evimde olmadığımın farkına varmam gerekmişti.

Tütün rulosunu Vincent'in elinden aldım ve dudaklarıma götürdüm. Dumanı içime çekmemle küçük bir öksürük nöbeti geçirmem bir oldu. Hemen ardından yaşaran gözlerle elimdeki zehri Vincent'e geri uzattım.

Dumanı içine çekerken, "Neden babana karşı çıkmadın?" diye sordum. "Eğer istemeseydin bu evliliği yapmazdı."

Dirseklerini hafifçe kendine çektiği dizlerine dayadıktan sonra bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yıldızlar bu gece o kadar parlak ve yakın görünüyordu ki insanın içinde birkaç adım geri çekilme isteği uyandırıyordu. "Babamın gözlerindeki ifadeyi gördüm," diye yanıtladı sorumu. "Kararını değiştirmezdi."

"En azından şansını denemeliydin," dedim. "İstemediğin bir evlilik yapmaktan daha kötü bir sonuçla karşılaşmazdın herhalde."

"Daha kötü bir sonuç var aslında," diye cevap verdi. "Babamın gözünden düşüp veliahtlığı kaybetmek." Ardından bakışlarını bana çevirdi. "Senin başına gelen şey yani, Kitana," dedi. "Sessiz kalışımı anlaman lazım."

İster istemez gücenmiştim. "Benim başıma bir şey geldiği yok," diye çıkıştım. "Annemin kafası karışmış olmalı, hepsi bu."

Kaşlarını hafifçe kaldırıp başını anlıyorum dercesine salladı. "Kafası karıştığı için buraya gelmene sebep oldu, kafası karıştığı için seni almaya çalışmadı, kafası karıştığı için benimle evlenip sonsuza dek burada kalmana razı geldi, öyle mi?" diye sordu alaycı bir sesle. Söylediği her kelime kalbime saplanan bir ok kadar can yakıcıydı. "Bu kadar aptal olma, Kitana."

"Başka bir yolu olmalı," dedim. "Babanı ikna edebilirsin. Her şey abinin dediği gibi kusursuz işlemezse ne olacak? Ya halk düşman prensesle evlenmeni nefretle karşılar ve sana kin güderse?"

"Bunları düşünmediğimi mi sanıyorsun?" dedi. "Ama yapacak bir şey yok, karar verildi."

"Sana sormuştu," diye mırıldandım onun gibi otururken. Ardından kollarımı kendime çektiğim dizlerimin etrafına sardım. "Senin fikirlerini önemsiyordu," diye söylenmeyi sürdürdüm ama Vincent'le mi yoksa kendimle mi konuştuğumun farkında değildim. "Her şeyi değiştirmek senin elindeydi ve sen sessiz kaldın."

Bir şey söylemesini bekleyerek yüzüne baktım ama yıldızlara bakmayı ve sessizliğini korumayı sürdürünce bakışlarımı tekrar göle çevirdim. Şakaklarım zonkluyordu, vücudum yorgundu.

Aramızda geçen sessizlik dolu dakikaların ardından, "Hayatı elinden alınan tek kişi sen değilsin," diye mırıldanarak beni şaşırttı. "Yaşananlara bencilce bakmayı bırak."

Vincent'e beni göndermesini söylemeyi düşündüm ama bunu yapmayacağını, babasını arkadan vurmayacağını çok iyi biliyordum. Sanırım Vincent'in ölümcül zayıflığını öğrenmiştim: sadakat.

Vincent'e söyleyecek daha fazla bir şeyim kalmadığını hissediyordum. "Umarım şu an sessiz kaldığın için gelecekte çok büyük pişmanlıklar yaşamazsın."

Kurduğum cümle sonrası bakışlarını bana çevirdi. Bir şey söylemedi ama bunun olacağını bildiğini hissedebiliyordum.

*

Vincent'le bir süre daha oturduktan sonra soğuk yüzünden dişlerim titremeye başladı. Kış tüm kuvvetiyle şehri bastırıyordu. Artık her geçen gün birbirinden daha soğuk, her geçen gece birbirinden daha dondurucu olacaktı. Hastalanmamak için saraya dönmek zorunda kaldık.

Vincent odasına giderken hiçbir şey demedi. Açıkçası sessizliği işime gelmişti çünkü onunla nasıl konuşmam gerektiğinden emin olamıyordum bir türlü. Bilerek ya da bilmeyerek üzerimden büyük bir yük almıştı.

Odamın önüne geldiğimde her zaman orada bekleyen muhafızlar orada yoktu. Belki de Estes artık ailesinden birine casus muamelesi yapmaktan vazgeçmişti, kim bilir?

Odama girdikten sonra kapıyı kapattım. İçerisi pencereden süzülen ay ışığı harici karanlıktı. Oda soğuktu ama şömineyi yakmamla ısınacağını biliyordum. Bu yüzden pelerinimi çıkarıp köşedeki sandalyenin üstüne koydum ve yarı karanlık odada ilerlemeye başladım ama bir elin dirseğimi yakalamasıyla bu girişimim başarısız oldu.

Hemen çığlık atmak üzere dudaklarımı araladım fakat bana saldıran her kimse hareketlerimi tahmin ederek büyük eliyle dudaklarımın üstünü örttü. Çığlıklarım zayıf vızıltılara dönüşürken saldırganın kollarından kurtulmak için debelenmeye başladım. Belimde bir kol hissetmemle ayaklarım yerden kesildi. Ayaklarımı panikle boşlukta sallamayı sürdürürken sırtım aniden yumuşak yatakla buluştu. İçerisi karanlıktı ama gözlerimi açınca saldırganın yüzünü görebilmiştim.

Andre.

Gözlerimi kısıp omzuna bir tane vurmamla ağzımdaki elini çekti ama üzerimden kalkmadı. Sarı saçları özensizdi, üstünde siyah bir pijama vardı ama bu haliyle bile yakışıklıydı. Burnum arada bir onun burnuna değecek kadar yakında olmamıza rağmen öfkem dinmedi. "Ne yapıyorsun sen?" diye fısıldadım. "Beni öldüreceğini sandım."

Gariptir ki onun gözlerinde de en az benimkiler kadar şimşekler çakıyordu. "Neredeydin?" diye sordu. "Ne kadar zamandır burada seni bekliyorum, haberin var mı?"

"Sana ne?" diye tısladım. "Hatırlarsan cesedimi isteyen koca bir topluluğu benden sakladığından beri seninle konuşmuyordum."

"Neredeydin, Kitana?"

Neden bilmiyorum ama onu öfkelendirmek istedim ve her bir kelimeye vurgu yaparak, "Abinleydim," dedim. "Yani eşim olacak sevgili prensle."

Yüzü o kadar gerildi ve çenesi o kadar kasıldı ki bu hali bana garip bir zevk verdi. "Ne konuştunuz o kadar?"

Yüzüme sahte ve tatlı bir gülümseme yerleştirdim. "Gelecekteki çocuklarımız hakkında," diye mırıldandım. "O kız istiyormuş ama ben erkek çocukları daha sevimli buluyorum."

Kollarımı tutan elleri daha da sıkılaştı ve yüzünü benimkine yaklaştırdı. Sanki bir şeyler anlatmak, bir şeyler kanıtlamak istiyormuş gibiydi. "Bu evlilik olmayacak, Kitana," dedi. Vahşi bir kurt konuşabilseydi ses tonu muhtemelen Andre'ninkiyle eşdeğer olurdu. "Bunu aklına iyice kazı ve hayallerine veda et."

Onu yine terslemek üzereydim ki bakışlarındaki bir şey beni durdurdu. Acı çekiyordu. Kalbi kırılmıştı ve çaresiz görünüyordu. Onu bu kadar kısa sürede bu kadar etkilediğimi bilmiyordum.

Karşımda bana duygularını açan bir adam vardı ama ben ister istemez kendimi düşündüm. Bunun için kendimden utanmalıydım belki ama öyle bir durumdaydım ki kendimi düşünmem gerekiyordu.

Kimse cesaret edemezken benim için sofrada babasının kararlarını sorgulamış, yanlış yaptığını söylemişti. Onu kararından döndürmek elinden gelmese de en azından denemişti. Bana hissettiği şeyin aşk olduğunu sanmıyordum. Muhtemelen onu reddettiğim ve şimdi de dokunmaması gereken kadın olduğum için gözüne cazip gelmiştim ama ne fark ederdi ki? Aşık ya da takıntılı, iki türlüsü de işime gelirdi. Beni korumak için orada bir yerde olan bir prense ihtiyacım olacaktı bu sarayda.

Üstelik bana bu kadar yakın oluşu sinir bozucu bir şekilde hoşuma gidiyordu.

Andre bakışlarını dudaklarıma çevirdi ve sadece birkaç saniye sonra beni öpmeye başladı. Sıradan bir öpücük değildi bu, bir hikâyesi olan bir öpücüktü

Kısa bir kafa karışıklığının ardından öpüşüne karşılık verdim ve elleri bedenimde gezerken kollarımı boynuna sardım. Dudaklarımızı ayırıp başını boynuma gömdüğünde göğsüm hızla nefes alıp verdiğim için şiddetle inip kalkıyordu.

Elbisemin düğmelerini açmak için geri çekilirken, "Andre," diye mırıldandım. "Odana gitmelisin. Biz... Olmaz."

Fakat o beni duymayarak korsemin iplerini çözdü ve elbisemi bir çırpıda çıkardı. Bunu o kadar hızlı yapmıştı ki özel bir ders alıp almadığını merak ettim.

Hafifçe doğruldu ve bakışlarını bedenimde gezdirdi. Beni böyle tutku ve arzu dolu bir bakışla incelemesi dudaklarımda sinsi bir gülümsemenin yer etmesine neden oldu.

Dudakları bedenimde gezerken vücudum hilal şeklinde gerildi. Başım geriye doğru sarkarken gözlerimi kapatıp kendimi bu yoğun duyguya bıraktım. Bedenimi tamamen Andre'nin ellerine teslim etmiştim.

Dudaklarını boynuma gömmeden hemen önce, "Neden bu kadar güzelsin?" diye sordu. Sesindeki tını cidden bundan şikayetçi olduğunu haykırır gibi olunca kıkırdamadan edemedim. "Neden senden uzak kalmak bu kadar can sıkıcı?"

Beni öpmeye ara verip biraz geriledi ve üstündekileri çıkarmaya koyuldu. Tekrar üstüme eğildiğinde sabırsızca bedenlerimizi bir bütün haline getirdi. O aklını ve ruhunu bedenimde kaybetmişken zihnimden geçen tek bir cümle vardı. Buraya gelmeden önce annemin söylediği bir söz: Yönetmek, Kitana.

Zaman ve mekân bilincimi yitirmiştim. Saatlerin mi yoksa yılların mı geçtiğini kestiremiyordum. Andre'yle bedenlerimiz bir bütün gibiydi, bir elmanın iki yarısı gibi. Vücudumu dilediği gibi kaldırıyor, kendine çekiyor, bunu yaparken hiç zorlanmıyordu.

Sonunda geri çekildiğinde az önce yaşananların gerçekten olup olmadığını bile anlayamıyordum. Ben kendini toparlayıp odamdan çıkmasını bekliyordum ama o hiçbir şey söylemeden başını göğsüme dayadı. Kolumu kaldıracak halim yoktu ama Andre kalp atışlarımı dinlerken kollarımı başının etrafına sararak ona sarıldım.


*

Yüzüme çarpan güneş ışığıyla yüzümü buruşturarak gözlerimi araladım. İşaret parmağımla gözlerimi ovuşturduktan sonra yavaş yavaş rüya aleminden koptum ve gerçeklikle buluştum. Gerçeklikle buluşur buluşmaz dün gece yaşanan anılar zihnime bir bulut gibi çöktü.

Hızla doğrulup arkama baktım ama büyük odada yalnızdım. Çıplak vücudum kalın örtülerle sarılıydı ve oda sıcacıktı. Andre'nin ne zaman gittiğini hatırlamıyordum ama şükürler olsun ki gitmeden önce üstümü örtmeyi ve şömineyi yakmayı akıl etmişti.

Az önceki telaşım yerini sakinliğe bırakırken yavaşça yatakta uzandım. Bakışlarımı tavana sabitlerken bir elimi alnıma götürdüm ve dün gece yaptığımız şey hakkında düşündüm. Andre'nin korumasının işime geleceğine inandığım için o an yapmak zorunda olduğumu düşündüğüm şeyi yapmıştım ama artık bu karar o kadar doğru gelmiyordu. Ya ben sadece bir hevessem? Ya beni hiç umursamamışsa?

Hadi diyelim umursadı, bu evliliğe engel olmak için ya yaşadıklarımızı Estes'e anlatırsa? İşte o zaman sarayda işler karışırdı. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bir iddia ortaya atarsa inkâr ederdim. Bana olan ilgisini bilmeyen yoktu zaten. Sofrada söylediklerinden sonra kıskançlıktan yalanlar uydurduğuna herkes inanırdı ve zararlı çıkan o olurdu.

Peki ya şimdi nasıl bir yol izlemeliydim? Andre'yle küçük kaçamaklarımızı sürdürmeli miydim yoksa onu da huylandırmadan aramıza mesafe mi koymalıydım?

Andre'yi ve dün geceyi daha fazla düşünmeyi bırakıp ayaklandım ve kendimi banyoya, sıcak suyun altına attım. Banyoda bedenimdeki tüm kirleri arındırdıktan sonra ısıtılmış demir yardımıyla saçlarımı kuruttum ve kırmızı bir elbise giydim. Göğüs kısmı kare şeklinde inen, köprücük kemiklerim dışında hiçbir dekolte vermeyen sade bir elbiseydi. Elbisemin omuz kısmına birkaç tül tutturulmuştu fakat tüller çıplak kollarımı örtmüyordu. Hafif bir makyajla görüntümü tamamladıktan sonra aynaya baktım. Korsem sayesinde belim olduğundan daha ince duruyordu ve bu beni oldukça güzel gösteriyordu. Saçlarımsa ensemde zarif bir topuz altında toplanmıştı.

"Güzel görünüyorsun," dedim aynadaki yansımama bakıp. "Güzel ve sahte."

Dışarıdan tanıdık bir gülme sesi duyunca dikkatim dağıldı ve sesin nereden geldiğine bakmak için pencereye yöneldim. Rena ve Andre bahçede dolaşıyor, sohbet ediyordu. Andre ellerini arkasında birleştirmiş yavaş adımlarla ilerlerken yüksek sesle kahkaha atan, zıplayıp duran Rena'yı dinliyordu. Yaşanan olayın taraflarından biri olmasam kahkahalarla gülmek isterdim. Demek benim kollarımdan çıkıp nişanlısıyla sabah yürüyüşüne gitmişti.

Bakışlarım ikide bir pencereme odaklanan Rena'ya kaydı. Nişanlısının yanımdan geldiğini bilse mutluluğunu bana sergilemek için sahte kahkahalar atar mıydı acaba?

Onları incelerken kapı çalındı. "Efendim, kıyafetlerinizi getirdim."

Dikkatimi o kadar çok Andre ve Rena'ya vermiştim ki, "Tamam," diyerek geçiştirdim konuşan kadını. Ona bakmaya bile tenezzül etmemiştim.

"Buraya koyuyorum," diye konuşmayı sürdürdü hizmetkar. "Uygun mu?"

"İstersen yere at, fark etmez."

"Bu yere mi yoksa şu yere mi?"

Kadın sabrımın sınırına gelince ona amacının ne olduğunu sormak için arkamı döndüm ama tanıdık bir gülümsemeyle karşılaşınca afalladım. Karşımdaki kadın sarı saçlarını bir kuyruk altında toplamıştı. Ela gözleri ışıl ışıldı, mutlulukla parlıyordu. Bu kadın Zirakov'daki en sadık hizmetkarımdan başkası değildi.

"Diana," diye mırıldandım. Burada geçen yalnız haftalar sonrası tanıdık bir yüz görmek o kadar iyi gelmişti ki. Kendimi tutamayıp koşarak genç kızın boynuna atladım.

Kısa bir sarılma faslının ardından kendimi geri çekip Diana'nın gözlerine baktım ve umutla, "Annem mi gönderdi seni?" diye sordum.

Diana'nın yüzündeki gülümseme yavaşça solarken başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Efendim," dedi. "Kraliçenin planı var mı bilmiyorum ama sizden vazgeçmiş gibi."

Birkaç adım geri çekildim. "Ne demek bu?"

Konuşmadan önce bakışlarını kaçırdı. Kelimeleri özenle seçtiği aşikardı. "Emin değilim," dedi. "Ama kraliçe bildiğiniz kraliçe değil. Siz gittiğinizden beri çok değişti. Ne düşündüğünü anlamak imkânsız. İnanmak istememiştim ama sanırım sizi gerçekten tek başınıza bıraktı."

Gözlerim tekrar dolmak üzereydi fakat kendimi dik durmaya zorladım. "Sen nasıl geldin peki?"

"Dediğim gibi, kraliçe çok değişti. Hiçbirimiz güvende değiliz orada. Ben de iki kızla birlikte buraya kaçtım. Size daha yakın olmam gerektiğini hissettim."

Söyledikleri zihnimde dolaştıktan sonra bir elimle teşekkür eder gibi omzuna dokundum. Artık yalnız olmadığıma sevinmeliydim fakat işler o kadar rayından çıkmıştı ki tebessüm bile edemiyordum.

Diana yanıma oturup neler olduğunu sorunca tane tane anlattım her şeyi. Andre'nin bana olan ilgisini, Estes'in Vincent'le evlenme kararımızı verişini, dün gece yaşananları...

Sözlerimi tamamladığımda Diana suratını buruşturdu. "Prenses," dedi. "Sizi korkutmak istemem ama unuttuğunuz bir şey var."

"Nedir o?"

"Vincent."

Hiç beklemediğim bir taraftan bakıyordu olaya. "Vincent mi?"

"Dün gece yaşananları öğrenirse kötü şeyler olabilir."

İstemeden gülümsedim. "Beni sevmiyor bile," dedim. "Kiminle ne yaptığımla neden ilgilensin?"

"Mesele sizi sevip sevmemesi değil ki," diye karşılık verdi. "Sizi önemsemiyor olabilir ama eşinin kendisine sadakatsizlik etmesine göz yumacak kadar gurursuz olamaz. Bir prens o. Koruması gereken bir itibarı var." Diana konuştukça haklılık payının ne kadar fazla olduğunu anlıyordum. "Andre'nin size bağlanması iyi oldu," diye sözlerini sürdürdü. "Ama artık ondan uzak durmalısınız. En azından uzun bir süre odanıza almayın onu."

Söyledikleri zihnimde büyük bir labirentin oluşmasına neden oldu. "Sen git şimdi," dedim. "Bir hizmetliyle bu kadar vakit geçirmemden şüphelenirler."

Başını onaylar gibi salladıktan sonra oturduğu koltuktan kalktı. "Sizin yanınızda olamayacak mıyım?"

Duruşumu dikleştirdim. "En çok şimdi yanımda olmalısın," dedim. "Seninle gelen diğer iki kızın adı ne?"

"Lisa ve Sarah."

"Sizi bir şekilde yanıma aldıracağım," dedim. "Benden haber bekle."

Diana'nın yüzüne bir gülümseme yayılırken selam verdi ve odadan çıktı. Tanrıların varlığına inanmamıştım ama aralarından birkaçının bana elini uzattığı aşikardı. Birilerine en çok ihtiyacım olduğu an en sadık hizmetkarım çıkagelmişti. Üstelik benim için gelen iki kişiyi de yanında sürüklemişti.

Bu saray insanı şüpheci birine dönüştürüyor, yıllardır tanıdığım kadının bile bana ihaneti ihtimali üstünde durmama neden oluyordu ama bu ihtimali zihnimden attım. Birilerine ihtiyacım vardı, güvenilecek birilerine.

Estes aniden böyle bir kararı vermiş olamazdı. Onu birilerinin teşvik ettiği çok açıktı ama kimdi karşımdaki düşmanlar? Benden ne istiyorlardı?

Yaşamak için kazanmak zorunda olduğum kanlı bir oyunun başladığını hissediyordum. Ve bu oyunda kaybeden olmayacaktım.

*
BÖLÜM SONU!
İşler kızıştı... Geçen bölümün her şeyi değiştireceğini söylemiştim. Umarım neden öyle dediğim artık az çok anlaşılmıştır. Eheheh 😈

Gelelim bölüm sorularına...

Andre ve Kitana hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kitana, Andre'ye karşı nasıl bir tutum izleyecek?

Vincent, Andre ve Kitana arasındakileri öğrenecek mi? Öğrenirse tepkisi ne olacak?

Kitana'yı Vincent'le mi daha çok yakıştırıyorsunuz Andre'yle mi?

Bu hafta benden bu kadar... bir sonraki bölüm haftaya cuma sizlerle olacak. Ancak şunu da ekleyeyim, bölüm daha önce de gelebilir. Yani siz ne olur ne olmaz Instagram hesabımı takip edin bence 🙂🙂

Sizi seviyorum, öpüldünüz. 💖

IG: dilara.keskin

Continue Reading

You'll Also Like

292K 19K 31
Sürekli aynı kâbuslarla uykuları bölünen Rena, yine bir gece aynı kâbusun etkisinden korkuyla uyanır. Rüyanın üzerinde bıraktığı etkiden kurtulmak iç...
1.2M 117K 68
| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu diğerlerinden ayıran mükemmel bir dış gör...
MİMOZA By Ecrin

Teen Fiction

3.6K 69 12
"Etrafımdaki tüm ışığı alsalarda elimden, gözlerime bak ve alamayacakları tek ışığa tanıklık et" Leyla Mimoza Sungur lisedeyken yanlış bir insana güv...
77.1K 523 10
Çürük vişneler diyarına hoş geldin. Bu kitabı okurken damağında biraz ekşi ve biraz bayat bir tad olacak . Tıpkı geceden kalma bir sevişme gibi . Ar...