MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 635K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
Buraya Toplanınn

(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)

118K 9.3K 11.6K
By Maral_Atmc6

"Zor olan sadece ben değildim. Sende pek kolay değildin hani. Bu sen ve benim zorluğumdan doğan biz olma zaferiydi."

Çayımdan bir yudum alırken Kırım'a dik dik bakıyordum. Kırım ve Gazi ile birlikte soğuk havayı umursamadan terasta çay içmek belki de iyi bir fikir değildi. Özellikle Kırım'ın evlendiğini duyduktan sonra aynı masada olmamız hiç iyi bir fikir değildi. Onun yüzünden Meliz'in ne kadar acı çektiğini düşündükçe elimdeki sıcak çayı kafasına dökmek istiyordum. Duyduğuma göre Meliz babamla bir gece geçirdikten kısa süre sonra Kırım evlenmişti. Neredeyse yirmi dört yıllık evliydi öyle mi? Sırf Meliz'e kızdı diye gidip evlenmesi gerekmiyordu. Bir Oyunbazdan beklenmedik bir aptallıktı çünkü bizler asla öfkemizle hareket etmezdik. Kırılmıştı ve Meliz'i de kırmak için olmayacak bir şey yapmıştı. Bu yaptığı affedilir şey değildi. Evet, eskiden Meliz'den nefret ederdim fakat onu tanıdıktan sonra aslında mutluluğu en çok hak eden kişilerden biri olduğunu anlamıştım. Herkese göre ikinci kez babamla birlikte olması yanlış olabilirdi ama her şeyden önce o bir anneydi ve bir anne evladı için her şeyini feda edebilirdi.

Gazi bana bakınca Kırım'ı bırakıp ona odaklanmaya çalıştım. "Seni oğluyla evlendirerek Cihangir'in klanlar arasında büyük bir avantaj elde ettiğinin farkında mısın?" deyince başımı salladım. Elümhan'ın gelini olmam Azınlıkları diğer klanların bir adım önüne taşıyordu. Faniler de dahil Araf'ta Tanrı Tanımaz Asi'nin yaptıklarını ve yapacaklarını bilmeyen kimse yoktu. Böyle bir gücün Azınlıkların gelini olması Azınlıklar için artı bir puandı.

"Ama bir Oyunbaz olmam da Sicim için büyük bir avantaj," diyerek güldüm. "Evlenecek olmam hangi klana ait olduğumu değiştirmez. Oyunbazların bana ihtiyacı olunca her konuda kendi halkımın yanında olacağımı biliyorsunuz. Tabii bu-" diyerek Gazi'nin gözlerinin içine baktım. "Daha önce bahsettiğim o üç köyü bana verdiğiniz sürece geçerli olacak." Sicim ve Keng şehrinin sınırlarını birbirinden ayıran o köyleri hâlâ istiyorum. Ne olursa olsun onları alacağım.

Gazi'nin bedeni kaskatı kesilirken, "O köyleri hâlâ neden istiyorsun?" diyerek bana baktı. Ne planladığımı anlamak ister gibi bakıyordu. "Artık Elümhan'da yaşayacaksın onlara ihtiyacın yok." Yanılıyordu çünkü şartlar tamamen değiştiği için artık eskisinden daha çok o köylere ihtiyacım vardı. Eskiden o köyleri kendim için istiyordum ama artık bunun için farklı sebeplerim vardı. İleride doğacak çocuklarımı da düşünmeliyim. Eğer bir Oyunbaz olarak doğarlarsa onların benden daha çok Sicim'deki topraklara ihtiyacı olabilirdi. Benden doğan çocuklardan hangisi Oyunbaz olarak doğarsa onun Sicim'de saygı görüp mevki sahibi olması için o köylere ihtiyacım vardı. O köyleri gelecekteki çocuklarıma vermek için istiyorum.

Evet, daha ortada bile olmayan çocuklarımın geleceğini şimdiden kurmaya başladım.

Gerçek niyetimi ustaca gizleyip klan liderime tebessüm ettim. "Aslında son olanlardan sonra istediğim tek şey Savcı ile huzurlu bir hayat. Sınırdaki köyleri çoktan unutmuştum fakat Araf'ta evlenecek kızların değerini çeyizlerinin belirlediğini öğrendim." Bunu onaylamadığımı göstermek için yüzümü buruşturdum. "Burada çeyizimi belirleyecek bir ailem olmadığı için bunu sizden isteme cüretinde bulunuyorum. Mihrimah kendi melezinin çeyizi için Doğa'ya tam üç sandık altın ve gümüş verdiğini Abraham'a iletti. Doğa Lut'tan gelin çıkarken üç sandık altın ve gümüş, yüz at ve üç yüz kumaş toplarıyla kocasının klanına gelin gidecek. Cihangir kendi üç gelininden çeyiz talep etmedi fakat Sicim halkı bu duruma kayıtsız kalmamalı," dedikten sonra çay bardağını masaya bırakıp sandalyeme yaslandım. "Sizler için onca şey yapmışken beni çeyizsiz gelin etmek insanların gözünde beni Sicim halkı için değersiz kılar," diyerek bu sefer daha inandırıcı bir sebep sundum. Evet, Abraham ve Asil'de gelinleri için herhangi bir çeyiz talebinde bulunmadı. Fakat Mihrimah çeyizsiz bir gelinin farklı bir klanda yeteri kadar saygı görmeyeceğini biz kızlara söylemişti. Bu yüzden Doğa'ya verdiği değeri göstermek için ona yüklü bir çeyiz hazırlamıştı. Böylece Tenebris halkı onunla gelen çeyizi görünce Doğa'nın yalnız olmadığını ve tüm Işıktan Gelenlerin arkasında durduğunu anlayacak. Bu şekilde Tenebrislerden kimse onu aşağılayıp ezmeye kalkışamazdı.

Ben çeyizimi bu yüzden istemiyorum çünkü Gazi'nin desteği olmasa bile kimse kolay kolay beni ezemezdi.

O üç köyü istememin sebebi başkaydı.

Son söylediklerim Gazi'nin aklına yatmış olmalı ki, "Haklısın," diyerek başını salladı. "Sınırdaki köyleri almayı çok önceden hak ettin," dediği an yanımdaki çantadan hemen köyleri bana devrettiğini gösteren belgeyi çıkartıp masaya koydum. Mürekkep şişesi ve yanımda getirdiğim tüyü de onun önüne koydum. "O zaman hemen şimdi imzalamanızın bir sakıncası yok değil mi? Hem sözleşmeyi özellikle sizin dilinizde hazırlattım," diyerek sevimlice gülümsedim. Vereceğim deyip beni oyalamasına izin vermeyeceğim sonuçta söz uçar yazı kalır. Bu çay partisini keyfimden organize etmedim herhalde.

Eğer imzalamazsa yemin ederim düğün hazırlıklarını bırakıp Sicim'i devirme hazırlıklarına başlarım! İhtiyacım olan tek şey Meliz ve Soya'ydı. Bu iki kadınla birleşince üçümüzün karşısında hiçbir klan duramazdı. Soya'da yıkımı yapacak güç vardı, bende zekâ ve strateji ve Meliz'de ise... Lânet olsun, bu kadının hiçbir meziyeti yok ki! Ancak bana ayak bağı olsun. Hususi yere masraf gibi bir şeydi.

Bir anda çıkardığım belgeleri gören Gazi kaşlarını çatarak, "Bakıyorum da hazırlıklı gelmişsin," dediğinde delici bakışları beynime sızıp içindekileri görmek ister gibi bakıyordu.

"İşimi şansa bırakmıyorum," dediğimde ılımlı tavrımı koruyordum. "Yarın evleneceğim bunun için geç bile kaldığımızı anlamalısınız." Bir şeyler planladığımı anlamasına izin vermeyeceğim. En azından devir sözleşmesini imzalayana kadar.

İmzalazsa yapacaklarım konusunda şaka yapmıyordum.

Neyse ki endişelendiğim gibi olmadı. Bu konuda yarım saatlik karşılıklı konuşmadan sonra onu ikna etmeyi başarmıştım. Kırım'da bu konuda bana destek olunca Gazi sonunda herhangi bir planım olmadığına kanaat getirmişti. Belgeyi uzun uzun okuduktan sonra imzalayınca rahat bir nefes almıştım. Bir çay daha içtikten sonra onların yanında ayrılırken bile fazla soğukkanlıydım. Hemen sonrasında Cihangir'i görmeye gitmiştim. Buranın muhasebecisi noteri nasıl oluyor, bu tür işler nasıl yürüyor bilmediğim için bu konuda Cihangir'den yardım istemiştim. Kalemdarını ve danışmanını çağırdıktan sonra Gazi'nin imzaladığı belgeleri benim için onaylatmıştı. Geriye kalan birkaç evrak işini benim adıma halledeceğini söylemişti. Fazladan bir gün bile beklemeden sınırdaki köylerin üzerinde olduğu tüm toprakları almak için harekete geçmiştim. Tüm bu süreci büyük bir soğukkanlılıkla idare ettim. Ta ki odama girene kadar. Sırtımı duvara yaslayıp rahat bir nefes aldım. Yakın zamanda çocuk sahibi olmayı düşünmüyorum ama şimdiden gelecekteki çocuklarım için bir şeyler yapmaya çalışıyorum. "Ne çelişki ama," diyerek güldüm. Çocuk istemiyorum fakat olursa diye de onlar için bir şeyler yapmaya çalışıyorum.

Annesinin Elzem Akay olduğu bir çocuğun sırtı kolay kolay yere gelmezdi.

Çatıdaki kuşların ruhlarının kokusunu bile soluyunca inledim. Bir devin ruhunu sömürdüğüm halde yoğun bir açlık çekiyordum. Sanırım farklı diyardaki bir ruh yeterince doyurucu değildi. Ormana gidip birkaç hayvan avlamak iyi olabilirdi. Pelerimi alıp odadan çıktım. Koridordaki kalabalık açlığım açısından hiç iyi değildi. Kalede düğün telaşı olduğu için giren çıkan belli değildi. Konuklar Araf'ın dört bir yanından gelmeye başladığı için bana selam veren çoğu kişiyi tanımıyordum. Cihangir oğulları için eşi benzeri olmayan bir düğün yapmak istiyordu ve böyle giderse gerçekten arzuladığı düğünü yapacaktı. Bir haftadır kaleye giren erzakların haddi hesabı yoktu. Aşçılar harıl harıl çalışıp yemekleri yetiştirmeye çalışıyordu. Etler soğuk bir yerde tutuluyor ve içkiler fıçılarla mahzene taşınıyordu. Leyla ve Zülüf Hanım gelinleri için en güzel kumaşlar getirtip onlar için elbiseler diktiriyordu. Elümhan'ın tüm terzileri kepenkleri kapatıp kalenin gelinleri için kolları sıvamıştı. Beden ölçülerimi aldıkları için sık sık modellik yapmıyordum. Savcı'nın odasındaki çoğu şeyi değiştirerek iki kişinin yaşayacağı bir hale getirmişlerdi. Eşyalarımı bile onun odasına taşımaya başlamışlardı. Bu gece son kez ayrı odalarda uyuyacaktık.

Gizlice kaleden ayrılmak isterken odasından çıkan Mara yüzünden durmak zorunda kaldım. Kapıyı arkasından çeken kız beni görünce durmak zorunda kaldı. Birbirimize bakarken ikimiz de hareketsizdik. Gergin bir bekleyiş vardı çünkü sonsuza kadar birbirimizden kaçamayacağımızı biliyorduk. Özellikle aynı evin gelinleri olmak üzereyken artık istesek de birbirimizden kurtulamazdık.

"Elzem."

"Mara." Aynı anda birbirimizin ismini söylediğimizde tekrar bir sessizlik oluştu. Konuşmaya nasıl başlayacağımızı bile bilmiyorduk.

Mavi gözlerinde artık bana yönelik bir nefret veya kıskançlık yoktu. Ellerini nereye koyacağını bilmez bir halde bana bakarken ondan farklı değildim. Hadi ama, ben böyle çekingen ve özgüvensiz biri değilim. Utangaçlığı bırakıp bu kahrolası yüzleşmeyi yaşamalıyım. Mara, "Acaba-" deyip sustuğunda hemen başımı salladım. "Çok isterim."

"İyi ama daha ne diyeceğimi duymadın."

"Birlikte küçük bir yürüyüş yapmak istemiyor musun?" diye sordum çünkü ben böyle anladım.

"Kesinlikle."

"Güzel."

"Evet."

"Yani?"

"Yürüyelim işte."

"Olur."

"Tamam."

"Tamam," dediği esnada arkamda kopan kahkahalarla başımızı çevirdik ve Gevheri ikizlerini gördük. Aybars hâlâ gülerken bana baktı. "Tanrılarla savaşırken bile böyle zorlandığını görmedim," diyerek alay ettiğinde ne yazık ki çok haklıydı! Burada resmen can çekişiyorum.

Dehliz tebessüm ederek yanımıza geldi. "Bunu yapabilirsiniz," dediğinde gülüşünü saklamaya çalışıyordu fakat bu konuda pek başarılı değildi. Gözleriyle koridorun sonundaki terası gösterdi. "Oraya gidin ve şu işi bitirin." Bizimle alay ettiklerini daha iyi gösteremezlerdi!

"Rica ederim şunu kesin," dedikten sonra hızlı adımlarla terasa doğru yürümem bile ikizleri güldürmüştü. Mara ise peşimden gelirken onları, "Yalnız konuşacağız ve siz ikiniz olmayacaksınız," diye uyarmayı ihmal etmemişti.

İkimiz terasa çıktıktan sonra arkamıza bakınca orada durduklarını gördük. Evet, ikizler kendi aralarında konuşup koridorda bizi bekliyordu. Yüzümü buruşturup, "Birbirimize zarar vereceğimizi düşünüyor olamazlar değil mi?" dediğimde Mara tebessüm ederek Aybars'a bir şeyler anlatan Dehliz'e baktı. "Her şeyin yolunda olduğuna emin olmak istiyor." Yani sevdiği kadını bir Oyunbaz ile yalnız bırakmaktan korkuyordu. Özellikle bu Oyunbaz şu anda delicesine bir açlık çekerken.

Soğuk havadan dolayı pelerinimi iyice omuzlarıma çekerken Mara, "Tuhaf bir deneyimdi," diyerek başını gökyüzüne kaldırdı ve yağan karın kızıl saçlarına düşmesine izin verdi. "Yirmi dört yılım senden nefret etmekle geçti fakat son yirmi dört yılım da seninle yakın dost olarak geçti. Bu durumu özetleyecek tek kelime sanırım tuhaftır." Aynı durumda olduğum için neler hissettiğini çok iyi anlıyordum.

Ellerimi terasın soğuk mermerine bastırıp dışarıyı izlemeye başladım. "Evet, garip bir deneyimdi," diyerek havayı içime çektim lakin bu iyi bir fikir değildi. Yakınlardaki tüm ruhları solumak bu durumda iyi değildi. Itır yine o Azınlık ile ne halt ediyor? İkisinin kokusunu aynı yönde soluyorum. "Ama kötü bir deneyim olduğunu söyleyemem," dediğimde kendimi tutamayıp güldüm. "Dostluğun güzeldi Zühre." Ona diğer ismiyle hitap ettiğimde iç çekti. Bu ismi bir tek ara sıra annesinden duyardı.

"Senin de öyle." Bana doğru dönüp burukça gülümsedi. "Sanırım ikinci hayatımızda tanıdığım Elzem aslında herkesten sakladığın Elzem." Tıpkı onun da herkesten gizlediği Mara'yı ikinci hayatında bana göstermesi gibi bir şeydi. "Elzem," diyerek gözlerime baktı. "Ben ikinci hayatımda tanıdığım arkadaşımı kaybetmek istemiyorum. Biliyorum sinir bozucu birisin ama katlanır bir yanın da var," deyince güldüm. Onu gerçek anlamda tanıdıktan sonra artık bende onu kaybetmek istemiyordum.

"O zaman kaldığımız yerden devam edelim bu garip dostluğumuza," dediğimde gülerek bana doğru atılmıştı ki elimi uzattım. Durdu ve afallayarak elime baktı. "Sarılmak varken el mi sıkışacağız?" dedikten sonra kaşlarını çatarak bana baktı. "Anlaşma yapmıyoruz Elzem, daha önce de çok sarıldık!"

"Rica ederim şunu hatırlatma," diye homurdanarak ikimizin arasında duran elimi gösterdim. "El sıkışarak dostluğumuzu pekiştirebiliriz. Hadi ama, Mara henüz sana sarılmaya hazır değilim. Üstelik ben Itır'a bile sarılırken zorlanan biriyim." Böyle vıcık vıcık ilişkilerden nefret ettiğimi iyi biliyordu. Mesafeli ilişkiler hep favorilerim olmuştur.

Onu kızdırdığım için, "Ne var biliyor musun," diyerek bana yaklaştı ve yüzüme karşı, "Sen gerçekten çekilmez birisin!" diye bağırarak terastan çıkınca güldüm. Bazı kadınlardaki bu duygusal patlamaları bir türlü anlamıyorum.

Sarılınca ne halt oluyor ki?

Mara ile birbirimize zarar vermeden tek parça halinde ayrılınca rahat bir nefes aldım. Onunla olan en iyi dostluğumuz genelde hep böyle olduğu için gülmeden yapamadım. Sürekli birimiz diğerini kızdıracak bir şeyler illa ki bulurdu. Bu da onunla bir nevi anlaşma şeklimizdi. Üstelik konuşmamız kısa sürmüş olsa bile aramızdaki sorunları hallettiğimiz için omuzlarımdan büyük bir yük kalkmıştı. Kalenin kapısından daha yeni çıkmıştım ki Meliz'i gördüm. Dalgın bir şekilde tek başına yürüyordu. Kırım ile aynı çatı altında olduğu için bu halde olduğunu biliyorum. Çektiği yoğun acıyı soluyorum. "Neden?" diyerek ona doğru yürüdüm. "Neden o meyveyi kendi aşkın için kullanmadın?" Dileğini Kırım ile olmak için kullanabilirdi. Ya onu Aykırı bir Oyunbaz yapsaydı ya da kendisini. Elindeki tek şansı bir rüya için heba etmesini hiçbir zaman anlamayacağım.

Beni görünce kendisini toparlayıp çektiği acıyı gizlemeye çalıştı. "Ne önemi vardı ki? O yirmi dört yıldır evli," dediğinde acı çekercesine güldü. "O meyveyi aldığımda yirmi dört yıllık bir evliliği ve hamile bir karısı vardı."

"Mutsuz bir evlilik."

"Ama gerçek bir evlilik."

"Ne önemi var!" diye bağırarak üzerine yürüdüm. "Sana hiçbir şey öğretemediğimi görmek beni deli ediyor!" Karşımda böyle acı çektiğini görmek bile öfkemi harlıyordu. "Eğer o esnada Kırım'dan ayrıldığını bilseydim yemin ederim o meyveyi senden alırdım," diyerek gözlerine baktım. "Evliliği veya çocuğu umurumda bile değil! Benden yardım isteseydin onu senin için mümkün kılardım ve hâlâ yapabilirim!" dediğimde korkuyla yutkunarak bana bakıyordu. Bu konuda bir şeyler yapacaksam onun iznine ihtiyacım vardı.

Yapacaklarım konusunda sınır tanımadığımı bildiği için endişeyle bana bakıyordu. "Yine aklından ne geçiyor?"

"Bana ne istediğini söyle?" diyerek dibine kadar girdim. "Sadece istediğin şeyi söyle ve kenara çekilip beni izle." Kırım'ı istediğini söylediği an onunla olması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Yeter ki bu konudaki kararlılığını bana göstersin.

Onu savunmam hoşuna gitmiş olmalı ki gözleri dolarak bana baktı. "İstediğim tek şey sen ve Itır," dediğinde gözlerinden bir damla yaş süzüldü. "Kırım tercihini yaptı ve bana düşen buna saygı göstermek. Yoruldum Elzem," diye fısıldadığında ruhundaki ıstırabı solumamak için tüm algılarımı devredışı bırakmak isterdim.

Yeşil gözleri yaralı bir şekilde bana bakarken, "Yoruldum," diye tekrarladı. "Hep savaşan taraf olmaktan çok yoruldum. Kırım bile benim için savaşmayı seçmedi böyle bir durumda senden nasıl yardım isteyebilirim. Bir tek sen," diyerek yorgunca gülümsedi. "Bir tek sen şu zamana kadar benim için bir şeyler yapmaya çalıştın ve hâlâ çalışıyorsun. Kırım senin gibi savaşmadığı için ondan vazgeçtim. Acıtıyor mu? Evet, çok acıtıyor ama benim için savaşmayan biri için daha fazla küçülmek istemiyorum." Gurur değildi bu hayal kırıklığıydı. Meliz gururu yüzünden vazgeçmemişti çünkü yeteri kadar sevilmemişti. Evet, yeteri kadar sevilmemişti çünkü Kırım onu gerçekten sevseydi soluğu başka bir kadının koynundan almazdı. Aşk sadece tensel değildi ki birine dokunmadan da onu sevebilirdik. Kırım farkında değildi ama Meliz babamla olarak ona çok istediği ayrılık bahanesini vermişti. İşte Meliz bu yüzden o dilek meyvesini saçma bir rüya için heba etmişti.

"Unutacaksın," diyerek kolunu tuttum. "Kimse unutulmaz değil sonuçta."

"Sen olsaydın Savcı'yı unutur muydun?"

"Bir günümü bile almazdı." Gülerek başımı salladım. "Bana ihanet etseydi emin ol ona dair her şeyi unutmam bir günümü bile almazdı." Elimle şakağıma hafifçe vurdum. "Beynimin kontrolü bende olduğu için kendime bir şeyleri unutturmak konusunda gerçekten iyiyim," dedim ama bunu zaten biliyordu.

"Yakınlarda bir mezarlık yoksa ormana gidelim hadi," diyerek yürümeye başladım. "Beslenmem gerekiyor."

Peşimden gelirken, "Yakın zamanda devasa bir devin ruhuyla beslenmedin mi?" diyerek beni sorguladu.

"Demek ki yeterince doyurucu değilmiş. Ayrıca devasa ve dev kelimeleri benzer anlamlar taşıdığı için aynı cümlenin içinde kullanmak pek mantıklı değil."

"Boş ver şimdi cümlede mantık aramayı," diyerek kolumu tuttu ve beni durdurdu. "Sen bir kez beslenince sekiz ay dayanan birisin." Gözlerini kısarak bana baktı. "Hiç bu kadar kısa aralıkla açlık çektiğin olmadı." Bunu neden bu kadar abarttığını anlayamıyorum. Sonuçta ben bir Oyunbazım, yani ruh emici. Bazen uzun soluklu beslenirim bazen ise şimdi olduğu gibi doyumsuz olurum. Bu benim doğamda var.

Kolumdaki elime bakıp güldüm. "Yerinde olsam ben beslenene kadar temastan kaçınırdım çünkü her geçen saniye daha fazla acıkıyorum," dediğim an elini hemen çekmişti.

Gitmeyi beklerken Meliz, "Savcı kaleye dönünce seni merak etmesin diye ona haber bırakıp geliyorum," dedi fakat bunları söylerken bile kıstığı gözleriyle beni inceleyip neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Oyalanmadan ne yapmak istiyorsa hemen yapmalı çünkü bekledikçe onun ruhu da tehlike altındaydı.

Kahretsin, gerçekten çok açım!

Meliz'i beklerken ahırdaki atlara bakıyordum. Hepsi de açlığımı sezmiş gibi huysuzdu. Hayvanların içgüdüleri biz insanlara göre daha güçlü olduğu için bazı şeyleri hissediyorlardı. Kızların sesini duyunca yavaşça arkama döndüm. Meliz ile birlikte bana doğru geliyorlardı. Hepsi de kendi klanının renginde giyinmişti. Meliz'e bakıp gözlerimle kızları işaret ettiğimde Itır güldü. "Leyla Hanım bizim de sana eşlik etmemizi istedi," diye açıklayınca göz devirdim. "Meliz zaten eşlik ediyordu," dediğimde gülüşü büyüdü. "Zaten bu yüzden Leyla Hanım özellikle Kalkanların sana eşlik etmesini istedi. Düğüne bu kadar az kalmışken sorun çıkarmanı istemiyor ve siz ikiniz ne zaman yalnız kalsanız mutlaka ortalığı karıştıracak bir şeyler buluyorsunuz. Annem ve ablam berbat bir ikili." Yaptığı saçma açıklamaya Meliz ile ikimiz surat asarken, üçü keyifli bir şekilde atlarına doğru yöneldiler.

Bence biz çok iyi bir ikiliydik. Sonuçta Araf'ta taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan üç kadından ikisiydik.

"Savcı'nın annelerinden hoşlanmıyorum," dediğimde Meliz tiksinti içinde başını salladı. "Afra'yı doğuran bir kadından bende hoşlanmıyorum." Anlaşılan Leyla Hanım'dan nefret etmek için hepimizin kendince sebepleri vardı.

Ata bindiğimde atım sürekli bana sorun çıkartıyordu. Ön ayaklarını her defasında kaldırıp beni düşürmek için çabalıyordu. Ona zarar vermemden korktuğu için sürekli huysuzluk çıkartıyordu. Atı dizginlemeye çalışırken, "Kes şunu," diyerek kafasını okşadım. "Sana zarar vermem." Yumuşak tüylerini okşarken ruhumdaki açlığı bastırmaya çalıştım. İşe yaramış olmalı ki biraz sakinleşmişti.

Kalenin kapısından daha yeni çıkmıştık ki kaleye doğru gelenleri gördük. Savcı, Üç Silahşörler ve Gevheri ikizleri kaleye dönüyorlardı. Düğün için Elümhan'da ki soyluları bizzat davet etmek için Cihangir onları görevlendirmişti. İşleri sonunda bitmiş olmalı ki dönüyorlardı. Atlarımızı durdurmadan sürmeye devam ettik. Onlara yaklaştıkça Savcı'nın ruhu dizginleyemediğim açlığımı tetikliyordu. Karşı karşıya atlarımızı durdurduğumuzda Savcı, "Nereye gidiyorsunuz?" diye sordu.

Ona cevap vermek istedim fakat huysuzluk çıkartan atım yüzünden bunu yapamadım. Ön ayaklarını kaldırıp sertçe yere vurdukça beni sırtından düşürecek hareketler yapıyordu. Dehliz atıma bakarak kaşlarını çattı. "Bunun sorunu ne? Dehşete kapılmış gibi," dediği esnada at şaha kalkınca çığlık attım. Savcı'nın, "Sıkı tut!" diyen telaşlı sesini bile güçlükle duymuştum. At bir anda iki ayağını yukarı kaldırınca arkaya doğru savruldum. Savcı, "Elzem!" diye adımı haykırdığında yere düşerek karın içinde birkaç tur yuvarlandım. Lânet olsun!

Düştüğüm yerden sırtüstü durunca nefes nefese gökyüzüne baktım. O lânet hayvan beni yere atmıştı! Herkesin attan inip etrafımı sardığını gördüm. Savcı koşarak yanıma gelip, "İyi misin?" dediğinde elini enseme koydu ve boynuma dikkat ederek oturmama yardım etti. Endişeli gözleri iyi olduğumdan emin olmak ister gibi beni inceliyordu. "Boynunu kırabilirdin," dedikten sonra rahat bir nefes alıp beni göğsüne çekti. Başımı göğsüne bastırırken, "İyi olduğunu söyle Elzem," deyince tebessüm ederek, "İyiyim," dedim. Bunu duymadan rahat edemezdi.

Savcı'nın yardımıyla ayağa kalkıp üzerimdeki karı silkelemeye başladım. Neyse ki ciddi bir hasar almamıştım. Itır kaçan atın arkasından ters ters bakıp, "O aptal hayvanın nesi var? Onun yüzünden Elzem yaralanabilirdi!" dediğinde Gediz bana baktı. "Açlık mı çekiyorsun? Bazı hayvanların hisleri keskin olduğu için bunu hemen anlar. Atın senden ürkmüş gibiydi," dediğinde Savcı itiraz etti. "Bu mümkün değil Elzem henüz açlık çekmeye başlamadı." Anılarımızı geri almak için bir devin ruhunu sömürdüğümü ona anlattığım için bu konuda çok emindi.

"Açım," dediğimde hızla bana doğru döndü. "Beslenmek için ormana gidiyordum." Bunu beklemediği için gafil avlanmıştı. Herkesin içinde bunu kurcalamadığı için ona minnettarım. Tıpkı Meliz gibi gözlerindeki soru işaretleriyle bana bakarken sesli bir şekilde beni sorgulamadı. Az önce geçirdiğim küçük kaza yüzünden hâlâ endişeli olduğu için, "Seninle geliyorum," dedi. "Orman sizi tek başına göndermek istemeyeceğim kadar tehlikeli." Oysaki şu anda en büyük tehlike bendim. Diğer erkekler de bize eşlik edeceğini söyleyince hep birlikte yola koyulduk. Savcı'nın atına bindiğim için sırtım onun göğsündeydi. Bir eliyle karnımdan tutarken diğer eliyle hiç zorlanmadan atı yönlendiriyordu. En azından Savcı'nın atı onun kontrolü altındayken bize zorluk çıkarmıyordu.

***

Bir yaban domuzunun ruhunu daha tüketince rahat bir nefes aldım. Toplamda on üç hayvanı öldürerek açlığımı bir nebze kontrol altına almıştım fakat hâlâ yeterli değildi. Diğerlerini gölün yanında bırakıp Savcı ile ikimiz onlardan uzaklaşmıştık. Beslenirken kimse yakınımda olmamalıydı. Ayağa kalkınca Savcı'yı sırtını bir ağaca yaslayıp beni izlerken buldum. Bakışları fazla düşünceliydi çünkü ilk kez bu kadar kısa aralıklarla besleniyordum. Üstelik bu sefer bir ruh benim için yeterli olmamıştı. Ona doğru yürürken gözleri karnımda oyalandı. "Hamile olabilir misin?" dediğinde afallayarak durdum. Bunu da nereden çıkardı?

Henüz anne olmaya hazır değilim.

"Hayır değilim." Birkaç günlük cinsel birliktelik beni hamile bırakabilirdi fakat hamilelik birkaç günde belli olmazdı. Açlığımı gebeliğe yorduğu çok açık lakin hamile değilim.

Bana doğru yürürken, "Oyunbaz kadınların en tehlikeli olduğu dönemler hamile kaldıkları zamanlardır," diyerek küçük bir açıklama yaptı. "Kendi klanındakiler dışında kimseyle birlikte olamadıkları için taşıdıkları bebekte bir Oyunbaz olur. Bu yüzden iki kat daha fazla açlık çekerler." Karşımda durduğunda ona belli etmeden ruhunu soludum. Bir bebeğin varlığı onu korkutmuyordu aksine deli gibi heyecanlandırıyordu.

"Öyle olsa bile bu hemen anlaşılmaz," dediğimde elimi tuttu ve usulca karnıma koydu. "Bir şifacı rahmine düşen bebeği ilk günden hisseder, özellikle Oyunbaz bir şifacı onun körpe ruhunu çok kolay solur," dedikten sonra gözlerime baktı. Elâ gözleri güzel bir haber duymanın umuduyla kıvranıyordu. "Kontrol et hadi." Kendimi muayene etmemi istiyordu. Birkaç günlük birliktelikten çok fazla beklentisi vardı. Baba olmayı mı istiyordu?

Hamile olmadığıma emindim ama sırf o istedi diye gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Elimi iyice karnıma bastırarak orada küçük bir yaşam enerjisi aradım lakin yoktu. Bir ruh aradım o da yoktu. Rahmimde bir bebeğe ait herhangi bir belirti veya iz yoktu. Gözlerimi usulca açtığımda soluğunu tutarak benden bir cevap beklediğini gördüm. Rahatlayarak nefesimi koyuverdim. "Sizinle yaşadığım birliktelikten dolayı bedenim kadınlığa geçiş yaptığı için böyleyim," dedim. "Hormonsal bir geçiş çünkü kulübede birlikte olduktan sonra Ölüler Diyarına gidince o zamanda böyle açlık çekmiştim. Bir hafta sonra normal halime geri dönmüştüm. O zamanda sebebi hamilelik değildi," deyip gözlerine baktım. "Şimdi de değil." Gözlerindeki tüm umutları sözlerimle paramparça etmiştim fakat gerçek buydu. Benzer şeyleri ilk kez birlikte olduğumuzda da yaşadığım için açlığımın sebebini biliyorum. Bunun hamilelikle hiçbir ilgisi yoktu.

Üzülmüştü fakat kendisini toparlamaya çalışarak bunu benden gizledi. Oysaki ruhundaki hayal kırıklığını çok yoğun bir şekilde soluyorum. Keyifsiz bir halde, "Diğerlerinin yanına gidelim," deyince başımı sallayıp onunla birlikte yürümeye başladım. Bir bebek için fazla aceleciydi.

Yan yana yürürken, "Hamile olmadığımı duyunca üzülmüş gibisiniz?" dediğimde başını çevirip bana baktı. "Sende fazla rahatlamış gibisin." Sesinde gizlemeye çalıştığı kırgınlıkları vardı.

"Çocuk mu istiyorsunuz?"

"Annesinin senin olacağın bir çocuk istiyorum," dediğinde gözlerime baktı. Ne zaman gözlerime baksa ruhu huzurla doluyordu. "Gözlerini annesinden alsın," dedi. "Tıpkı senin gibi yeşilleri olsun ama senin gibi ıslak bakmasın." Elini uzatıp saçlarıma dokundu. "Sarı tutamları olsun ve annesinin zerafetiyle onları omzundan geriye savursun." Parmakları yüzüme sürtünüp dudaklarımın üzerinde durdu. "Dudaklarında tatlı bir tebessüm, dilinde ise bir zehir olsun ki kızına bakarak etrafındakilere ne çektirdiğini daha iyi gör," deyince kıkırdadım. "Kız mı?" Başını salladı. "Kızımız olsun mu?" Cinsiyetini biz belirleyemeyiz fakat bunu o kadar istekli bir şekilde sormuştu ki onu kırmak istemedim. "Olsun," dedim. "Bir kızımız olsun." Belki ileride kendimi hazır hissettiğimde gerçekten bir kızımız olurdu.

Fakat yakın zamanda değil çünkü her ilişkiden sonra gizlice bazı otlar tüketerek gebeliği engelliyorum.

Annemi uzun zamandır tanıyamamıştım. Anne diyerek büyüdüğüm iki kadın vardı ve onlardan biri bir iblis diğeri Suzan Hanım'dı.

Anne dediklerim bana çok çektirdiği için henüz anne olmaya hazır değildim.

Diğerlerini bulmak için birlikte yürürken aklıma gelen soruyu sormadan duramadım. "Evlendikten sonra Sulakkar'a mı gideceksiniz?" Sonuçta akademide bir öğretmendi.

Güldü. "Karımı bırakıp farklı bir klana gidemem. Elümhan'da ki akademide ders vermeye karar verdim."

"Bir süre daha Sulakkar'da ders vermeye devam etmenizi istiyorum. En azından bir çocuğumuz olana kadar. Bu süreçte bende sizinle akademide kalırım."

Başını çevirip bana baktığında sinirden güldü. "Elif hatundan intikam almadan durmayacaksın değil mi?" Bunu neden istediğimi hemen anlayacak kadar beni iyi tanıyordu.

"Olgun elma geçmişte olanlar için pişman göründüğü için onu affedebilirim," diyerek omuz silktim. "Ama o süpürgesiz cadıyla ödeşmeden akademiden ayrılmayacağım. Kahya bana yaptıklarının cezasını çekecek." Akademiye safkan bir Oyunbaz ve soylulardan birinin karısı olarak dönecektim. Orada kaç gün boyunca hizmetçilik yaptıysam o kadar kalacağım. Bu süreçte Savcı ders verirken ben o suratsız kahyayı kendi işlerim için koşturacağım. Ona daha önce dediğim gibi bana yapılan hiçbir şeyi unutmam. Kahyayla işim bittikten sonra Savcı'yla birlikte Elümhan'a döneriz. Böylece Savcı Elümhan'da öğretmenlik yaptığı için hiç ayrılmayız.

Aklına bir şey gelmiş gibi durup bana baktı. "Akademide yanımda olacağın için içim rahat ama ben Elümhan'da ki akademide öğretmenlik yaparken sen ne yapacaksın?" Bu konu ciddi anlamda aklını kurcalıyor olmalı ki sıkıntısını gizleyemiyordu.

"Boş durmayı sevmiyorsun ve ne zaman seni kendi haline bıraksam başına bir iş açıyorsun." Tüm gün okulda ders verirken acaba şu anda ne işler karıştırıyor diye beni düşünüp duracaktı, değil mi? Dersleri biter bitmez hiç vakit kaybetmeden kaleye geleceğine eminim çünkü aklı hep bende kalacaktı. Belki de her defasında kaledekiler hâlâ tek parça halinde mi diye düşünecekti. İşte bu Elzem Akay etkisiydi.

"Kalede boş durmayacağım ki," dedim masumca. "Annelerinize sinir krizleri geçirtecek olsam bile kalenin yönetimini ele almayı düşünüyorum. Yaşadığım yerde tek bir toz zerresi bile olmamalı bu yüzden çalışanların disiplinli olmasını sağlayacağım. Açlıktan ölmek istemiyorsam mutfağa da bir çeki düzen vermeliyim. Herkesin çalışma programını düzenlerken annelerinizle şiddetli bir çatışmanın içinde olmak sıkılmamı engeller. Merak etmeyin boş kalacak hiç zamanım olmayacak hatta sizin de olmayacak çünkü her akşam eşinizi size şikayet edip duracaklar," dediğimde yüksek sesle gülerek beni göğsüne çekti vu saçlarımdan öptü. "Araf'ı yıkmaya kalkışmadığın sürece buna alışabilirim." Tabii ki alışabilirdi çünkü ona vereceğim en az hasar buydu.

Bir elma ağacının önünde geçerken ağaçtaki elmalar beni afallattı. Dalları üzerindeki kardan dolayı bükülmüştü fakat elmaları kıpkırmızı görünüyordu. Soğuk almamıştı ve dökülmemişti. "Bu nasıl olur?" dediğimde Savcı, "Kış elması," dedi. "Sonbaharın sonlarına doğru çiçek açtığı için yılın bu zamanında meyve verir." Kış elmasını duymuştum ama ironi yapıyorlar sanıyordum. Kışın gerçekten elma verdiğini bilmiyordum.

Ağacın meyveleri yüksekte olduğu için uzanıp almak mümkün değildi. "Elma istiyorum," dediğimde güldü. "Sende haklısın insanları deli etmek için bu meyve aksesuar gibi hep elinde olmalı. Kaleye gidince istediğin kadar yersin."

Ağacı gösterdim. "Bu elmadan istiyorum hem de şimdi."

"Ağaca tırmanmayacağım."

"Ben tırmanırım."

"Düşüp güzel boynunu kırmaya bu kadar hevesliysen ağaca gerek kalmadan bunu ben yapabilirim!"

"Boynumu güzel mi buluyorsunuz?"

"Öperken evet," deyince güldüm. Bazı konularda hiç lafını esirgemiyordu.

İnat ederek ağacı gösterdim. "Bana bu ağaçtan bir elma almanızı talep ediyorum."

Dudağının köşesi kıvrıldı. "Reddedildi!"

"Bana bu ağaçtan bir elma almanı talep ediyorum."

Gülüşü büyüdü. "Reddedildi!"

"Savcı bana bu ağaçtan bir elma almanı talep ediyorum."

Hızla bana doğru döndü, soluğu kesildi, gözlerime baktı ve "Kabul edildi!" dedi. İşte bu.

Aradaki resmiyeti kaldırıp adını söylediğim an inadı kırılmış ve kabul etmişti.

Başından beri ne yapmak istediğini tam şu anda anlayınca, "Yalnız skor 1:1!" diye ona açıklama yaptım. Taleplerimi başından beri bu yüzden kabul etmiyordu değil mi? Defalarca bunu benden istemesine rağmen ona adıyla hitap etmez ve sürekli siz derdim. Çok istese de aradaki resmiyeti hiç kaldırmazdım. Ben bu konuda inat ettikçe buna karşılık taleplerimi reddediyordu. Hep olduğu gibi aslında bu konuda da aramızda gizli bir rekabet vardı. Adıyla hitap ettiğim an bana karşı kazandığı için skoru 1:0 yapmıştı. Fakat hemen sonrasında talebimi kabul ettirdiğim için skoru 1:1 olarak eşitledim. Aramızdaki yarışlar hiç bitmeyecek gibiydi çünkü oyun oynamayı seven Oyunbaz bir sevgilisi vardı. Haliyle ona yenilmemek için karşılık verip duruyordu.

Gözlerindeki yoğun duyguyu gizlemeden bana yaklaştı. Yüzümü soğuk ellerinin arasına alıp üzerime eğildi. Gözleri çok güzel bakıyordu. "Adımı tekrar söylersen ağaçta tek bir elma bırakmam," deyince gülerek kollarımı boynuna doladım. "Beni sevdiğini söylersen belki söylerim," diyerek bende ona kendi şartımı sundum.

Gözleri dudaklarımı buldu. "Beni öpersen söylerim." Sanırım tekrar yeni bir rekabet başlatmıştık.

Parmaklarımı ensesindeki saçlarının arasına daldırdım. "Beni kucağına alırsan öperim."

Üzerimdeki elbiseyi işaret etti. "Bu şeyi çıkartırsan kucağımda olacağını garanti ederim."

Kirpiklerimin altından ona bakarken arzu dolu ruhunu sesli bir şekilde soludum. "Bize küçük bir kulübe bulursan bunları çıkartırım," dediğim an belimden tutarak kendisini bana bastırdı. Dişlerinin arasından, "Pekâlâ," diyerek yenilgiyi kabul etti. "2:1 sen kazandın şimdi çıkar şunları!" dedi ve bana itiraz şansı tanımadan beni öpmeye başladı. Şimdi mi? Hem de buz gibi karın içinde öyle mi?

Öpüşüne karşılık verirken aceleyle elbisemin önündeki bağcıkları çözmeye başladım. Evet, şimdi ve bu karın içinde.

***

Aceleyle çıkardığı kıyafetlerimi büyük bir özenle giydirmişti. Pelerinimin tokasını boynumun altında taktıktan sonra saçlarıma uzandı. Saçlarımı iki yanımdan önüme çekerek boynumdaki öpücük izlerini gizledi. Pelerinimin şapkasını da takınca her şey tamamdı. "Üşüdün mü?" diye sorarken ceketinin cebindeki eldivenleri ellerime takıyordu.

"Az önce sıcak ve soğuğu aynı anda yaşadım," dediğimde güldü. "Ben sadece sıcağı yaşadım." Saçlarındaki karı ellerimle silkeleyip dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. "Yarından sonra bedenimdeki izleri gizlemeye çalışmayacağız," dediğimde sen öyle san dercesine bana bakıyordu. "Diğer erkekler sana bakınca o izlerin nasıl olduğunu kafalarında hayal edip duracaklar." Kaşlarını çattı. "Sence birinin seni çıplak düşlemesine izin verir miyim?" Anlaşıldı bedenimdeki morlukları sadece o görebilirdi.

Somurtarak onu bırakıp yürümeye başladım. "Sevişirken fazla kibarsın ama sonrasında tam bir mağara adamısın. Bu fazla can sıkıcı," dediğimde bana yetişip yanımda yürümeye başladı. "Sevişirken çoğu zaman sana zarar vermemek için kontrollü olmaya çalışıyorum." Muzır gözlerle bana baktı. "Aslında o anlarda da pek kibar değilim."

"Barbarlığınla övünüyor musun?"

"Elzem biz böyle insanlarız sen fazla kibarsın."

"Bundan rahatsız mısın?"

"Normalde olmam gerekiyor ama seninle ilgili her şey hoşuma gidiyor," dedikten sonra elinde tuttuğu meyveyi bana uzattı. "Elman." Evet, tamamen soyunmadan önce bana söz verdiği elmayı ağaca çıkıp almıştı.

Elmayı pelerinimle birkaç kez silip ısırdım. Ağzımdaki lokmayı çiğnerken beni izliyordu. "Bu şeyden ölesiye nefret ederken nasıl yiyebiliyorsun?" dediğinde güldüm. "Alışkanlıklarım beni ben yapıyor. Böyle olduğum için bana tapıyorsun hatta böyle olmam için bana tanrılardan özür diletmeye kalkıştın," diyerek kırgınca gözlerine baktım. "Eğer senin yüzünden ikinci hayatımdaki Elzem tanrılardan af dileseydi seni asla affetmezdim," dediğimde iç çekerek başını salladı. "Elzem ben kusursuz biri değilim ve söz konusu sen olunca çoğu zaman yaptıklarımda mantık aramıyorum." Yürürken bana baktı. "Sen gururun için kendinden vazgeçebilirsin fakat ben seni almak için gururumu feda edebilirim. Öyle bir anda sana sahip olmak varken sence senin sarsılmaz gururun umrumda mıydı?" Bu açıdan bakıldığında o haklıydı, benim açımdan bakıldığında ise ben haklıyım. Çok karışık bir durum.

Ağaçların arasından çıkınca diğerlerini göl başında kamp yaparken bulduk. Yaktıkları büyük ateşin etrafında oturarak sohbet ediyorlardı. Ateşin üzerinde ise avladıkları yaban ördeği vardı. Onu temizleyip bir dala geçirerek ateşte pişiriyorlardı. Bizi gördüklerinde Itır kaşlarını çatarak, "Nerede kaldın Elzem?" diye bana kızdı. "Birkaç hayvanın ruhunu sömürmek bir saat sürmüş olamaz!" dediğinde kızlar bir şey anlamazken sinsi erkekler bıyık altında gülüyordu. Neden geciktiğimizi biliyorlardı!

"Kaybolduk," diye yalan söylediğimde Gediz sırıtarak, "Oysaki Savcı bu toprakları avucunun içi gibi bilir," dedi ve meydan okurcasına bana baktı. "Bizde mi Itır ile bir yürüyüşe çıksak? Bakarsın bizde kayboluruz." Şu zamana kadar onu süründürdüğüm için benden intikam alıyordu pislik!

"Yarından önce kardeşimle kaybolursan, sende kaybolacak tek şey ruhun olur."

"Yarından sonra bana hiçbir şey yapamayacaksın," diyerek güldü. "Ama ben kardeşinle çok şey yapacağım," dediğinde Itır yerdeki karı avuçlayıp onun suratına fırlattı. "Ne yapacakmışsın benimle?" dediğinde Gediz gülerek ona bakıp, "Yalnız kaldığımızda tekrar sor bu soruyu," diyerek göz kırptı. Bu sapıktan gerçekten nefret ediyorum!

Hâlâ ara ara bu çocuğu öldürmek istiyorum.

Savcı ile ikimiz ateşin yanında kendimize yer bularak oturduk. Pişmek üzere olan ördekten enfes kokular geliyordu. Yiyemeyeceğim için iç çektiğim esnada Doğa, "Merak etme," diyerek gülümsedi. "Sen de ye diye iyice temizlenip yıkandı." Buna sevindim çünkü çok açım.

Asil bana ters ters bakarak, "Sen de ye diye bana yıkattırdı hem de beş kez!" diyerek bana kızdı. "Sen Savcı'yla kaybolurken ben senin için burada ördek yıkıyordum. Neyse ki yolu bulabildiniz." Bu da fazla kinayeli konuşmuştu.

Doğa, "Ne var bunda Asil? Biz kaybolsaydık Elzem'de aynısını bizim için yapardı," diye ona çıkıştığında bahsi geçen kaybolmanın ne anlama geldiğini bile bilmiyordu.

Asil sinirleri bozulmuş gibi güldü. "Günışığı sen neden böylesin?" Karşısındaki masum aptala bunu nasıl anlatabilirdi ki.

"Ve hâlâ faniler," diyen Dehliz başka bir konu açarak Mara'ya baktı. "Sonsuza kadar karım kalmanın tek yolu ölümsüz olman," dediğinde Asil'de aynı dertten muzdarip olduğu için o da Doğa'ya bakıyordu. Mara ve Doğa Kalkanlarda fâni olan tek kızlardı.

Mara yanındaki kuru dalları ateşe atarken güldü. "Endişe etmeyin bu geçici bir durum," diyerek Doğa'yı işaret etti. "Daha önce gelecekten bir şeyler gördüm ve orada birer ölümsüzdük. Nasıl olacağını bilmiyorum ama gördüğüm şeylerde hem Doğa hem de ben birer fâni değildik." Sanırım bir şekilde Asil ve Dehliz gelecekte onları da ölümsüz yapmayı başarıyordu. Belki de gelecekte bu konuda benim yardımımı isterler çünkü Ölüler Diyarına bir fâni olarak girip bir ölümsüz olarak çıkmıştım. Mara tam olarak ne gördü bilmiyorum fakat Dehliz ve Asil bu konuda bana gelirse, tapınakla ilgili küçük sırrımı seve seve onlarla paylaşabilirim.

Doğa afallayarak, "Yani bizde mi bir ölümsüz olacağız?" dedi. "İyi ama ben bunu istemiyorum." Bende istememiştim ama mührüm ayak bileğimin iç tarafındaydı ve ben bir ölümsüz olarak doğdum. Bazı şeyler bizim isteğimize bağlı değil.

Mara, "Ben sadece gördüklerimi söylüyorum," diyerek rahatça omuz silkti. Hadi ama, zamanı geldiğinde tapınağı yıkma fikrine bayılacaklar.

Hepimiz etin pişmesini beklerken Mara yanaklarının içini havayla doldurdu. "Sıkıldım hadi bir oyun oynayalım," deyince anında itiraz ettim. "Çocukça oyunlardan hoşlanmam. Oynayacaksanız beni dahil etmeyin." Her ne oynayacaklarsa ben sadece seyirci olabilirdim.

Savcı, "Sürünün içindeki kara koyun gibisin," diyerek iğneliyici bir tavır takındı. "Çoğunluğa ters gitmeden rahat edemiyorsun."

"Ne münasebet! Koyun diyerek bana hakaret edemezsin. Ayrıca sizler bir sürü olacaksanız ben o sürünün içindeki kara koyun olmam," diyerek omuzlarımı dikleştirip başımı kaldırdım. "Sürüyü güdecek çoban olurum," deyip saçlarımı omuzlarımdan arkaya doğru savuracaktım ki elimi yakaladı. Gözleri saçlarımın gizlediği boynumdan oyalanırken, "Şu hareketi bir kez yapmayınca bir şey kaybetmezsin." Bu adama da ne yapsam batıyor. Anladık morlukları göstermek yok lakin morartırken bu kadar düşünceli değildi!

Hafız merak edip, "Nasıl bir oyun?" diye sorunca Mara sırıttı. "Bir kelime söyleyerek başlıyoruz ve yanımızdaki kişi o kelimeye uygun farklı bir kelime bulmak zorunda. Hadi ilk sen başla." Mara'dan daha iyi bir oyun fikri çıkamazdı zaten. Nerede çocukça şeyler varsa onu bulsun.

Hafız oynamaya gönüllü olduğu için, "Klan," diyerek başlayınca Aybars, "Güç," dedi ve oyuna katıldı. Itır gücü, "Elzem," diye yorumlayınca güldüm. Savcı ise gözlerimin içine bakıp, "Vazgeçilmez," dediğinde ruhum tam teslimiyetle ona doğru çekilmeye başlamıştı.

Derin bir nefes aldım ve ona bakarken, "Kader," diyerek kendi kaderime bakarken vazgeçilmez olanımı açıkladım.

Dehliz kader kelimesine uygun bir şeyler ararken Mara'ya bakıp göz kırptı ve "Gelecek," dedi. Mara ise hiç vakit kaybetmeden gülümseyerek. "Huzur," dedi. Asil huzuru, "Işık," olarak yorumladı. Doğa sevdiği adama tatlı tatlı bakarken yanmaya meyilli bir pervane misali, "Ateş," dedi ve Itır kıkırdayıp, "Gediz," deyince hepimiz gülmeye başladık çünkü Gediz'den daha ateşli kimse yoktu. Gediz ise sırıtarak ateşi, "Kadın," olarak yorumladı.

Meliz derin bir nefes alıp, "Medusa," diyerek tanrıların gazabına uğrayan bir kadını hatırlattı. Ona baktım ve "Ölü Kumlar," diyerek Medusa'nın Ölü Kumlarına, yani biz Kalkanlara değindim.

İkinci tura döndüklerinde tebessüm ederek her birine baktım. Ateşin etrafında çember oluşturarak oturan bu insanlar artık benim ailemdi. Onlara bakarken ister istemez Araf'a ilk geldiğim günleri hatırladım. Mara benden ölesiye nefret ediyordu, Doğa fazla zayıftı ve Itır düşmemi dört gözle bekliyordu. Meliz benden intikam almak için fırsat kolluyordu ve ben yabancısı olduğum bir şehirde nasıl hayatta kalacağımızı sorguluyordum. Ölüler Şehrinden nefret etmiş, yana döne dönüş yolunu bulmaya çalışmıştım. Araf kendine ait olan dört kadının gitmesine kolay kolay izin vermemişti. Tüm bu süreçte canımızı yaktığı kadar bize çok şey öğretmişti. Hizmetçi olduğum günlerde insanları küçümsememeyi öğrenmiştim. Meliz ile işbirliği yaptıktan bir süre sonra en değerli dostlukların bazen kurt postuna gizlendiğini öğrenmiştim. Itır'ın ihanetinden ders çıkartıp kendi hatalarımı görmüştüm. Savcı'yı tanıdığımda ise gerçek aşkı tatmıştım. Araf benden aldıkları kadar çok şey vermişti.

Avcıların gelişiyle kendi dünyama gitmeye hazırlandığım esnada Ölüler Şehri benden kardeşimi almıştı. Kardeşimi alarak bir kez daha bana sen buraya aitsin demişti. Fakat durmamıştım. Tanrılardan ve Ölüler Şehrinden bir alacağım varken duramazdım. Dipteydim ve kaybetmek üzereydim. Bir canım dışında elimde hiçbir şey kalmamıştı. Bende elimde kalan son şeyi, yani hayatımı masaya koyarak büyük bir kumar oynamıştım. Ya kardeşimi ölümün kollarından çekip alacaktım ya da onunla birlikte ölecektim. Bir hayata karşılık onlarca hayatı feda ederken gözümü bile kırpmadım. Öfkem koskoca bir şehrin sonunu getirerek büyük bir yıkıma sebep oldu. Buna rağmen durmadım çünkü tanrılardan herkes için alacağım yeni bir başlangıç vardı. Kardeşim, sevdiğim adam, yakın arkadaşlarım ve tüm insanlık ölmüşken bile yas tutmadım. Canım o kadar çok yanmıştı ki bunu tarif edemem. Dizlerimin üzerine düşüp boğazım yırtılırcasına bağırmak ve dolu dolu ağlamak istemiştim. O yıkımı yaparken hissettiklerim böyle şeylerdi fakat henüz pes edemezdim. Yıktığım şehri daha yaşanabilir kılmak için rolüme devam etmeliydim. Tanrıları silinmek istediğime inandırmak için önce benim kendi yalanıma inanmam gerekiyordu. Aksi takdirde kendi aileme ve Araf'takilere asla yeni bir başlangıç veremezdim. Tanrılar bana baktıklarında herkesin sonunu getirerek silinmek isteyen bir kadın gördüler ve bana istediğimi vermediler. Aslında ikinci bir hayatı ceza olarak bana sunarken tam olarak istediğim şeyi vermişlerdi. Evet, onları kandırarak kendi hayatımı sonunda onlardan almıştım.

Ben sonun başlangıcını görerek kazanmayı başarmıştım.

Tünelin sonundaki ışığa ulaşmak için sahip olduğum tüm ışıkları söndürerek o tünelden çıkmıştım. Kimse kolay olacak dememişti fakat kimse bu denli zor olacak da dememişti. Evet, ben kazandım lakin bu hiç kolay olmamıştı. Kanlı bir savaşın içinde ellerimi kirleterek çıkmak hiç kolay olmamıştı. Ne çok ah, ne çok minnet vardı üzerimde. Ben Elzem Akay olmanın bedelini en ağır şekilde ödeyerek kazanmış ve Tanrı Tanımaz Asi namını almıştım. Daha Araf'a adımımı attığım ilk gün iddia ettiğim şeyi öyle veya böyle gerçekleştirmiştim.

"İddia ediyorum kimse adımı unutmayacak! Ben Elzem Akay, bu şehirde bir tarih yazacağım!" diyen sesim hâlâ kulaklarımda yankılanır.

Savcı elimi tutunca derin bir nefes alarak düşüncelerimden çıktım. Herkes oyunu bitirmiş gülerek sohbet ediyordu. Savcı beni izlerken, "Ne düşünüyordun?" diye sordu. Parmaklarımı onun parmaklarının arasından geçirdim. "Bizi," diyerek elini sıktım. "Artık sadece bizi düşünüyorum." Artık başka şeyler düşünmek yerine onunla olan mutluluğu düşünüyorum. Hepimiz çok şey yaşamıştık ve artık durup soluklanmamızın zamanı gelmişti.

Avuçlarındaki elimin üzerine bir öpücük konduran adam güldü. "O sevdiğim beynini bizimle meşgul etmen güzel," dedi. "Düğüne bu kadar az kalmışken müstakbel gelinimin yeni bir sorun çıkarmasına hazırlıklı değilim."

"Hadi ama, sürekli sorun çıkartan biri değilim."

"Elzem seni ne zaman kendi haline bıraksam her defasında daha büyük bir sorunla bana geldin."

"Eğlenceli olduğunu inkâr edemezsin."

"Herkesin iyiliği için eğlence anlayışını gözden geçirmelisin," deyince gülüşüm onun da gülmesini sağlamıştı. Kalbindeki yoğun sevginin sıcaklığı beni sarıp üşümemi engelliyordu. Bu adamı gerçekten çok seviyorum. Ona olan sevgimi anlatacak doğru kelimelere henüz sahip değildim. Aramızdaki tatlı atışmalar bizi birbirimize bağlarken aynı zamanda mutlu ediyordu. Bugün ilk kez geleceğimizle ilgili düşler kurmaya başladım. Belki ileride yeni sorunlar kapımıza gelip çatacaktı fakat biz hep birlikte tüm sorunların üstesinden gelirdik. Birlikte olduğumuz sürece aşamayacağımız hiçbir şey yoktu. Ateşin etrafında oturan bu ekip sayıca az olabilirdi ama bir orduyu devirecek kadar güçlüydü. Ben bu ekibin lideri değilim bir parçasıyım. Şu anda burada olan insanlarla zorlu bir maceranın üstesinden gelmeyi başarmıştık. Tanrılar istedikleri gibi oyunlar oynayıp bana tuzaklar kursunlar çünkü artık yalnız değilim. Her türlü fırtınaya birlikte göğüs gerecek dostlar edinmiştim.

Uzun ve zorlu bir yolculuktu fakat yola çıkan azimli, yoldaşları ise fazla sabırlıyken kazanmayı başarmıştık.















































BU KISIM BİRAZ UZUN AMA OKUMADAN GEÇMEYİN!

Ve son. Birlikte başladığımız bir kurgunun daha sonuna geldik. Tüm bu süreçte yanımda olan herkese çok teşekkür ederim. Medusa'nın Ölü Kumları yazdığım ilk fantastik kurgumdu ve ilk bölümünü yayınlarken çok endişeliydim. Aslında paylaştığım her kurgunun ilk bölümlerini yayınlarken çok gergin oluyorum. Bu asla aşamadığım bir korku gibi ve her yeni kurguyla bunu yaşıyorum. Yeni bir kurgu ve sıfır okuyucu çünkü yazdığım her kitabın kendi okuyucusu var. Sıfırdan bir maceraya atıldığım için ilk kurgumu paylaştığımdaki o yalnızlık hissi saklandığı yerden çıkıp beni sarıp sarmalıyor.

Sonra ilk bölüme düşen bir yorum görüyorum, sizlerden birinden gelen bir yorum. Bir anda yanımda onun ruhu beliriyor. Hemen sonrasında farklı yorumlar görüyorum ve her biri yanımda onlarca ruh oluyor. Birbirimizden kilometrelerce uzakta olsak bile ortak bir karede buluşuyoruz. Yeni bölüm ne zaman diyen sorularınız bu yüzden beni hiç rahatsız etmedi çünkü farkında değilsiniz ama aslında siz o esnada bana, "Devam et," diyorsunuz. "Bak bu yolda yalnız değilsin, seni bekliyoruz, hadi yazmaya devam et," diyorsunuz ve ben sizlerin desteğiyle ilerliyorum. Son sayfaya gelene kadar beni destekliyor ve o sayfaya taşıyorsunuz. İşte bu yüzden hep dediğim gibi bu bizim kurgumuz. Kalem bendeyse mürekkebi sizde. Bu yüzden şu zamana kadar bir kez bile benim kurgum demedim hep bizim kurgumuz dedim ve hep böyle diyeceğim.

Tabii her kurguda bazen ters düşüp çatıştığımız oluyor, hatta çoğu zaman karşılıklı küsmelerimiz bile oluyor. Bu da bu yolculuğun tadı tuzu. Sonuçta hepimiz farklı karakterlerdeyiz ve zıtlıklarımız bizi biz yapan en değerli şeylerden biri. Sizi gerçekten çok seviyorum, benim için hep bir okuyucudan fazlası oldunuz. Bu serüvenimizden farkında olarak veya olmayarak kalbini kırdıklarım varsa affola ve bana hakkını helal etsin. Hepiniz hakkınızı lütfen helal edin ve varsa benimkisi sonuna kadar helal olsun. 💙

Ben bu kurgumuzda sizi Elzem Akay ile tanıştırdım. Bir erkeğin desteği olmadan da tek başına bir şeyler başaran bir kadını size tanıtmak istedim. Dik başlı ve inatçı, fakat bir o kadar kırılgan ve hassas. Fazlasıyla akıllı fakat aynı zamanda aptalı oynamayı da iyi bilen bir karakterle sizleri tanıştırdım ve şimdi bu bölümle ona ve diğerlerine veda ediyoruz.

Bu bölüm diğerlerinden biraz kısa oldu bunun sebebi yazılması gereken her şeyin yazılmış olmasıydı. Hatırlar mısınız elli bölümlerde final kararı almıştım. Fakat o kararın üzerinde neredeyse yirmi bölüm daha yazıldı. Çünkü yazar bitirme kararı alsa bile kurguda eksikler varsa yazdığın o kurgu yazarın bitirmesine izin vermez. Daha bunlar bunlar var diyerek aklını meşgul eder. Fakat yazılması gereken her şeyi yazdıktan sonra da dur artık sana der. İstesen bile devam ettiremezsin çünkü kalemin durur ve sen daha fazla yazamazsın. Yazılacak olan her şey çoktan yazıldığı için uzatmak için yazdığın bölümler zorlamaya girer. Ve şimdi ben durmam gerektiğini bu bölümde anladım. Diğer bölümlerden iki bin kelime eksik olunca eşitlemek istedim. Fakat hikâyenin başından beri hiç tıkanıklık yaşamazken bir anda duraksadım. Zihnimi kontrol ettiğimde kurguya dair yazılacak hiçbir şeyin kalmadığını gördüm. Evet, kalemim durarak bana artık final olması gerektiğini bir kez daha gösterdi.

Eğer sizde benim gibiseniz eminim finallerden sonra size de şöyle bir şey oluyordu. "Yeterli değil devam etmeliydi." Evet, çoğunlukla okuduğum kitapların finalinde bana hep bu oluyor. İtiraf ediyorum burada yazmaya başlayana kadar bu konuda hep yazarları suçlardım. "Pek doyurucu bir final değildi," der onlara kızardım. Fakat yazmaya başlayınca ilk final ettiğim kurgumla bir gerçekle yüzleştim. Aslında sorun finallerde değildi asıl sorun bendeydi, ben henüz o kitaplarla vedalaşmaya hazır değildim. Özellikle seri olan uzun soluklu kitaplarda bir şekilde oradaki karakterlere bağlanıyorum ve finale gelince kendimi boşlukta hissediyorum. Bitmesine hazır olmadığım için ister istemez final hakkında kendime bahaneler sunuyorum. Eğer sizde böyleyseniz kesinlikle yalnız değilsiniz çünkü bir kitabı seven kimse finalinde bir tatminsizlik mutlaka yaşar. Biz farkında olmayız ama aslında finalin öyle olması gerekir. Bir süre sonra kitabın etkisinden çıkınca bunu yavaş yavaş kabullenmeye başlarız. Bu benim hep yaşadığım bir şey ne yazık ki.

Final size yeterli geldi mi gelmedi mi bilemem fakat şunu bilin ki bu konuda elimden gelenin fazlasını yapmaya çalıştım. Ben genellikle kalabalık kadrosu olan kurgular yazıyorum ve MÖK şu ana kadar karakter açısından yazdığım en kalabalık kadrosu olan kitap. Tuttuğunuz karakteri daha çok okumak istediğiniz için size yeterli gelmediği yerlerde şunu düşünün; karakter açısından bu kadar zengin bir kitaba hepsi nasıl sığdırılır? Hepsinin hayatına değinmeye çalıştım, hepsini size tanıtmaya çalıştım, hepsine yer vermeye çalıştım, hepsinin ilişkisini size göstermeye çalıştım ve finalde hepsinin hayatını bir düzene sokmaya çalıştım. İnanın bana bunu yapmak hiç kolay değildi çünkü MÖK resmen şampiyonlar ligiydi, her karakterin bir ağırlığı vardı ve birini yazarken diğerini gölgede bırakmamak için hepsine karşı eşit olmalıydım.

Elzem, Savcı ve Meliz kurgumuzda başrolü paylaştıkları için onları daha fazla göz önünde tutmalıydım. Eğer onları arka plana atsaydım bu kitabın birden fazla ana karakteri olurdu ve işin içinden çıkamazdık. Olması gereken her şeyi yerinde yaptığımı düşündüğüm için rahat bir nefes alarak kurgumuzu burada sonlandırıyorum.

Her bölümün sonunda bölümde geçen karakterlerin yaptıkları üzerine soru sormayı çok seviyorum. Fakat bu bir veda bölümü olduğu için bu kısımları bu sefer kurguya veda etmek ve kendimi açıklamaya ayırdım.

Kurguyla ilgili gereken son açıklamayı sizler için yaptım. Hiç boşluk kalmadığını düşünüyorum ama kalmışsa bile, insanlık hali sonuçta mutlaka gözden kaçırdığım birkaç detay olabilir. Onları düzenlerken kapatırım. Örneğin Yaralasar'da birkaç boşluk vardı. Yazarken insan o an farkında olmuyor ama kurgudan bir süre uzaklaşıp dışarıdan bir göz olarak okuyunca bunu daha iyi anlıyor. Yaralasar'ı bir süre sonra tekrar okuyunca hatalarımı daha iyi gördüğüm için ona göre bir düzenleme yapmıştım. Sonra Ötanazi Okulu, bu kurgumuzda da Yeşil'in Drew'e aldığı hediyeyi göstermeyi unuttuğumu finalden çok sonra fark ettim.

Şimdi ara sıra boş zamanlarımda Ötanazi Okulu'nu düzenliyorum. Hatta 17 veya 18 bölüm düzenlemişimdir. Düzenlediğim bölümler belli olsun diye o bölümlerin başına siyah yazıyla eklemeler yaptım. Her yazdığım kurguyla kendimi daha iyi geliştirdiğim için kitap biter bitmez hemen düzenlemeye başlamıyorum. Bir süre dinleniyorum, eğer o esnada yeni bir kurgu yayımlamışsam o kurguyla kendimi iyice geliştiriyorum ve o kurgu bitince ondan edindiğim deneyimle dönüp ondan önce yazdığım kurguyu düzenliyorum. Şimdi düzenlenme sırası Ötanazi'de.

Fakat Ötanazi'nin ilk 17 bölümünü düzenlerken veya Yaralasar'ın dört kitabını düzenleyip bir yıl içinde çıkartırken bile bunun için sizden ekstra zaman istemedim. Sadece anlayış ve sabır istedim çünkü bu bir yıl benim için gerçekten dolu dolu ve çok yoğun geçti. Buna rağmen elimden geldiğince bölümler için sizleri çok fazla bekletmemeye çalıştım. Farkına vardınız mı bilmiyorum ama nadiren bir bölüm için en fazla bir ay bekletmişimdir. O da en fazla birkaç kez olmuştur fakat hemen sonrasında bunu telafi etmek için haftada iki bölüm atmışlığım bile oldu. Bir şekilde kendimi affettirmeye çalışmıştım.

Şimdi gelelim bir diğer konuya; Zihnimdeki Fısıltı. MÖK bitti, Yaralasar ise tamamlandı, yani yoğunluğumun büyük bir kısmı dağıldı. Fısıltı'ya hemen başlayacağım ama öncesinde biraz dinlenmek istiyorum. Yorgun bir zihinle istediğim gibi verimli bölümler çıkartamam. Çok fazla değil ama bir ay olsa da gerçekten dinlenmeye ihtiyacım var. Daha sonra eskisinden daha iyi bir şekilde dönüp Fısıltı'ya başlayacağım.

Hepiniz çok seviliyorsunuz ve iyi ki varsınız. Şuraya yeni bölümde görüşmek dileğiyle yazmamanın burukluğunu yaşıyorum. Hepiniz Allah'a emanet olun.💙

Continue Reading

You'll Also Like

535 181 16
YAsemin-KUTay Şuan gecenin bir yarısı ve ben her gece hayatı yeniden keşfettiğim penceremden, bu gece de ikimiz için bakıyorum. Bu gece ıslak sokakla...
44.4K 2.3K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
5.1K 803 18
Ne sen vardın ne ben. Olduğumuzu sanarken sürüklenip duruyorduk oradan oraya. Ya da var olmaya çalışırken. Ne varım ne yokum aslında ben. Var olmaya...
93.7K 3.9K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...