MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7.1M 640K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(68) Canavar Ve Güzel.

76K 7.1K 8K
By Maral_Atmc6

"Bazı insanların görünüşü canavara benzerdi. Bazı insanlar da güzel maskelerin ardına ne canavarlar gizlerdi."

Itır bahçede boş boş gezmek yerine askerlerin antrenman yaptığı alana doğru yürüdü. Ne zaman canı sıkılsa yumruklarını konuşturacak şeyler yaparak rahatlıyordu. Gediz ile nasıl konuşacağını bilmediği için şu anda canı fazlasıyla sıkkındı. Birkaç yumruk atmak belki Gediz'i aklından çıkarması için işe yarayabilirdi. Sinirden güldü. "Sanki mümkünmüş gibi. Medusa'nın torununun aşk acısı çektiği görülmüş şey değil. O sapık ayarlarımla oynadı!" Söylenerek adımlarını hızlandırdı.

Eğitim alanına geldiğinde az kalsın gülecekti. Gediz'i aklından çıkarmak için kendi ayaklarıyla Gediz'in olduğu bir yere gelmişti. Hafız ile kılıçlarla müsabaka yapıyorlardı. Yürüyüp açık alana çıkarak, "Hafız," diyerek ona yaklaştı. "Yerini bana ver," dediğinde ikisi dövüşmeyi bırakıp ona doğru döndüler. Hafız gülerek, "Ah, şu Tenebrisler. Verir misin demelisin Itır," dedikten sonra dövüş alanının dışına çıktı. "Senindir."

Itır yürüyüp Gediz'in karşısına geçince ikisi Hafız'a döndü fakat gülen adam, "Buradan bir yere ayrılmıyorum," diyerek onların sessiz isteğini geri çevirdi. "Itır'ın bir refakatçiye ihtiyacı var." Gediz ile burada yalnız kalması hoş olmazdı. Bu yüzden onlardan biraz uzakta olup ikisini izleyecekti. Itır buranın adetlerini bilmiyordu ama Gediz kural tanımıyordu. İkisini bir skandaldan korumanın tek yolu burada kalmasıydı.

Gediz, Itır'ı izlerken, "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu. Gerçekten onunla dövüşmeyi mi düşünüyordu?

Itır omuz silkerek kılıcını kınından çıkardı. "Bir müsabaka da benimle yap," deyince Gediz kaşlarını çattı. Belli ki onunla konuşmak istiyordu ama normal kadınlar gibi konuşmak varken neden dövüşmek gibi bir yolu seçiyordu ki? Araf'takilerden daha vahşiydi.

Gediz elindeki kılıcı kenara attığında, "Başla," derken kılıçla dövüşmeyeceğini az önce göstermişti. Itır kılıçlar konusunda henüz yeteri kadar iyi değildi.

Itır'da kılıcını kenara atarak ona doğru yürüdü. "Kazanan için bir ödül olmayacak mı?" dediğinde Gediz güldü. "Gerçekten kazanacağını mı düşünüyorsun?" diyerek ilk hamleyi yapan Itır'ın yumruğundan başını eğerek kurtuldu. Ona karşı hiç şansı yoktu.

Hafız sırtını yasladığı saman balyasının yanında onları izliyordu. İkisi dövüşmeye başlamıştı fakat Gediz hep savunmada kalarak Itır'ın darbelerini savuşturuyordu. Böyle yapması Itır'ı kızdırdığı için gittikçe daha sert hareketlerde bulunuyordu. Başını iki yana sallayıp homurdanarak, "Normal bir şekilde konuşmayı bilmiyorlar," diye sitem ettiğinde yanı başında bir ses duydu. "Çünkü içlerinden biri Tenebris ve Tenebrisler yumruklarıyla konuşmayı severler." Hafız duyduğu sese doğru dönünce Bülbül'ü gördü. Elinde kilden bir testi ve bakır bardak tutuyordu. Bu kadını hep fazla ürkütücü bulmuştur.

Bülbül'ün elindeki testiyi işaret etti. "O elindeki nedir hatun?" dediğinde Bülbül onun yanına oturdu. "Zülüf Hanım efendi Ge-" dediğinde hemen sustu çünkü onun adını zikredemezdi. "Oğluna hurma şırası gönderdi," dedikten sonra bardağı hurma şırasıyla doldurup Hafız'a uzattı. "İster misiniz?"

Hafız ona uzatılan şıraya dik dik baktı. Bu kadın Savcı'nın sadece kölesi değil aynı zamanda en yakın arkadaşıydı. Savcı'nın Hafız ve arkadaşlarından nefret ettiğini bilmeyen yoktu. Hal böyleyken korkunç hizmetçisiyle pekâlâ onları zehirletebilirdi. Tamam, görünüş olarak Bülbül çok güzeldi ama buz gibi bakan gözleri ve soğuk tavrı onu korkutucu biri yapıyordu. Bu kadın bir zamanlar zamanı kontrol ettiğini bile herkesten saklamıştı. Öylesine büyük bir gücü hiç zorlanmadan gizlemişti. Şimdi bir Koruyucuydu fakat hâlâ ona güvenmiyordu.

Bülbül, Hafız'ın tereddüt ettiğini görünce elindeki bardağı dudaklarına yaklaştırıp birkaç yudum içti. Daha sonra tekrar ona uzattı. "Şimdi içebilirsiniz."

Hafız umursamaz bir tavırla önüne döndü. "Zehir olmasa bile kesin büyü yapmışsındır, içmem onu," deyince Bülbül afallayarak ona bakıyordu. "Size neden büyü yapayım ki?" dediğinde şaşkındı. Araf'ta bir türlü anlayamadığı üç kişiden birine bakıyordu. Diğer ikisi de onun arkadaşlarıydı. Bu üçünün kafası herkesten bağımsız çalışıyordu.

Hafız, "Kadınların büyü yapmak için bir nedene ihtiyaçları yok," diyerek dövüşen ikiliyi izlemeye devam etti.

"Ama şu zamana kadar hiçbir kadın size büyü yapmadı değil mi? Kadınlar size kötülük yapmaz."

"Neden?"

"Çünkü onlara iyi davranıyorsunuz."

"Sana da iyi davrandığımı mı söylüyorsun?"

"Benim dışımdaki tüm kadınlara iyi davranıyorsunuz hatta benim gibi olan hizmetçilere bile," diye ruhsuzca konuştuktan sonra bardağı ve testiyi yere bırakıp ayağa kalktı. "Benden hoşlanmadığınızı biliyorum ama sebepsiz yere kimseye zarar vermem," dedikten sonra gitmek için arkasını dönünce Hafız içinden kendisine küfretti. Onu kırmış mıydı? Bu buz kütlesinin kırılmak için bir kalbi olup olmadığından bile emin değildi fakat yine de suçluluk çekmeye başlamıştı.

"Hey," diyerek onu durdurdu. Bülbül ona doğru dönünce yerdeki bardağı alıp tüm şırayı içti. "Şimdi oldu mu?" dediğinde Bülbül boş gözlerle ona bakmaya devam etti. Şimdi neden ona böyle bakıyordu ki? İstediği gibi şırayı içmişti işte!

Bülbül tekrar onun yanına oturunca bu kadının ne yapmaya çalıştığını anlayamadı. Gediz bir an evvel işini bitirsin diye dua eder olmuştu çünkü yanındaki beyaz cadı onu geriyordu. Ayağa kalkıp gidemiyordu da bunu yapmak her kadını incitebilirdi. Bülbül ona bakıp, "Sizce ben çok çirkin veya çok mu korkuncum?" diye sorunca başını çevirip ondan cevap bekleyen kadının yüzüne baktı. Kimsede olmayan gümüş gözleri eşsizdi. Bakışlarıyla insanın içini delip geçiyordu. Beyaz saçları gözleriyle uyum içindeyken kan kırmızı dudaklarının rengini yeni fark ediyordu. Hayır, olağanüstü bir güzellikteyken ona çirkin demek haksızlık olurdu. Fakat bu ürkütücü biri olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

"Bunu neden bana soruyorsun?" dedi. "Savcı'ya sorsan sana gerçeği söyler."

"Efendi Savcı'nın değil sizin cevabınızı bilmek istiyorum," dediğinde Hafız sinirli bir şekilde nefesini koyuverdi. "Ne kadar güzel olduğunu benden mi duymak istiyorsun?"

"Evet."

"Güzelsin Bülbül, ne yazık ki çok güzelsin."

"Ne yazık ki mi?"

"Güzelliğin soğuk karakterinin yanında sönük kalıyor."

"Sizce soğuk biri miyim?" Tanrı aşkına, ona neden soruyor ki!

Sabrı tükenen adam, "Değil misin?" diyerek onu azarladı. "Bunları bana sorman çok yersiz yapacak başka bir işin yok mu senin?" dediğinde Bülbül aynı tepkisizlikle dik dik ona bakıyordu. Gerçekten bu kadından ürküyordu.

Bir süre sessizce oturdular fakat bu sefer sessizliği bölen Hafız olmuştu. "Neden adın Bülbül?" diyerek merak ettiği soruyu sordu. Bülbül'ün ona cevap vermeyeceğinden çok emindi çünkü bu konuda bir tek Savcı'ya açıklama yapıyordu.

Fakat Bülbül onu şaşırtarak, "Çünkü bir zamanlar hayatımda bir guguk kuşu vardı," dedi. Hafız afallayarak ona doğru dönünce başını salladı. "Guguk kuşları tembel ve kurnaz hayvanlardır. Kuluçkaya yatmazlar bunun yerine yumurtalarını başka kuşların yumurtalarına benzeterek onların yuvasına bırakırlar. Bunu çoğunlukla saz bülbüllerine yaparlar. Anne kuş geri döndüğünde yuvasındaki düşmandan habersiz yumurtalarını bekler. Guguk kuşu ilk kuluçkadan çıkan olursa yuvadaki tüm yumurtaları yuvadan aşağıya atarak öldürür. Guguk kuşları yeni yumurtadan çıktığında kuyruğunun üzerinde çok hassas bir doku olur. Bu yüzden hareket ettikçe yuvada ona değen yumurtalardan rahatsız olur. Hepsini yuvadan atarak onlardan kurtulur. Eğer üvey kardeşlerinden sonra doğarsa, bu seferde biraz büyüdükten sonra hepsini öldürür. Sivri, çengelli gagasıyla onları öldürür çünkü yuvadaki kuşlar farkında olmadan onun hassas olduğu dokuya temas ederler. Yuvada bir guguk kuşu varsa diğer tüm kuşlar ölmeye mahkûmdur," dediğinde Hafız soluğunu tutarak onu dinlemeye başladı. Devamında anlatacaklarını merak ediyordu.

Bülbül ellerini yerdeki samanların üzerinde gezdirdi. Kar olduğu için askerler üzerinde oturmak için buraya saman balyası taşımıştı. "Üvey bir kız kardeşim vardı, onu severdim ve onun da beni sevdiğini sanıyordum," diyerek iç çekti. "Fakat onun bana karşı hisleri kıskançlık ve nefretten başka bir şey değilmiş. Sürekli ailemi bana karşı kışkırtırdı lakin o yıllarda bunu anlamazdım. Bir gün çok ileri gitti ve sevgilisiyle anlaşıp onu benim odama gönderdi," dediğinde Hafız'ın bedeni kaskatı oldu. Bülbül bunları ruhsuzca anlatırken Hafız ondan daha fazla etkilenmeye başlamıştı.

"Uyuyordum," diyerek yerdeki samanları avucunun içinde sıktı. "Onun odada olduğunu bile bilmiyordum. Sonra kız kardeşimin bağırışlarıyla gözlerimi açtım. Sevgilisi hemen yanıma gelip bağırmayayım diye ağzımı kapattı. Bir faniydim ve korkuyordum. Dışarıdaki koşuşturmaları duyuyordum. Kapı açılmadan hemen önce bana sarıldı ve kapı açıldı. Babam bizi olmayacak bir halde görmüştü. Kız kardeşim ise dışarı çıkıp köylüleri kışkırtıyordu. Bağırarak, 'Yetişin ablam odasına bir erkek alarak adımızı lekeledi. O adam babama bir şey yapmadan yetişin!' diyen sesini duyuyordum. Artık herkesin haberi vardı," dediğinde daha dün yaşanmış gibi Bülbül her şeyi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu.

"Daha sonra ihtiyar heyeti toplandı. Tabii ben bu sırada babamdan çok kötü dayak yiyerek kilere kapatılmıştım. Köyün ahlâkını bozup diğer kızlara yanlış örnek olduğum için hakkımda infaz kararı çıktı. Kardeşimin sevgilisine kimse bir şey yapmadı çünkü onlara göre tek suçlu onu odasına alan kadındı." Aradan yıllar geçmiş olabilir lakin bu konudaki yarası hiç eskimiyordu.

Başını çevirip Hafız'a baktığında duyduklarından sonra Hafız yutkunamadı. "Babama defalarca bir suçum olmadığını anlattım ama beni tekmelerken sesim ona ulaşmadı. Köylüler toplandığında ve babam en önde saçlarımdan sürükleyerek beni dağa sürüklerken bile sesimi ona duyuramadım." Saç diplerinin kanadığını bir kez daha hatırladı. Köylüler onları takip ederken babası yolmuştu tüm saçlarını. Onu uçurumun tepesine çıkarmak için saçlarına asıldıkça saçları kökünden koparak babasının elinde kalıyordu. Dizleri yerdeki taşlara sürtünmekten kanıyor ve bedeni yediği dayaklardan mosmordu. Bülbül o gün yaşadıklarını bir türlü unutamıyordu.

Tırnaklarını avuçlarının içine bastırırken, "Beni yüksek bir uçurumun üzerine çıkardılar," diye fısıldadı. "Babam ve köylüler tam karşımdaydı ve sırtım uçuruma dönüktü. Hepsinin ellerinde koca koca taşlar vardı." Gülüşü ilk kez o gün solmuştu. Hafız'ın gözlerine baktı ve "İlk taşı babam attı," dedi kısık bir sesle.

Onu öldürmek için ilk taşı çok sevdiği babası atmıştı.

Bülbül elini kaldırıp kalbinin üzerine bastırdı. "Babamın attığı taş göğsüme çarptı, nefes alamadım. Göğsüme çarpan taş sanki oracıkta kalbimi buza çevirip öldürdü. O kadar çok acıtmıştı ki o gün babamın gözlerine bakıp son gözyaşımı akıttığımı hatırlıyorum. Sonra köylüler beni taşladı ve attıkları taşlar beni uçuruma itti. Yere doğru savrularak düşerken öleceğimden çok emindim fakat öyle olmadı." Bülbül bakışlarını kaçırıp avuçlarındaki tırnak izlerine baktı. O gün ölmeyi ne çok isterdi.

Hafız konuşacak durumda olmadığı için sessizlik içinde onun devam etmesini bekledi. Bülbül'ün geçmişinde böyle hazin bir mazinin saklı olduğunu tahmin bile edemezdi. Bülbül ona bakarak saçlarını tuttu. "Biliyor musunuz bir zamanlar saçlarım siyahtı ama hepsi babamın ellerinde kaldı. Gözlerim elaydı ama rengi soldu ve bu hâle geldi. Tenim canlı ve kalbim sıcaktı ama her şey gibi onlar da değişti. Uçurumdan yere düştüğümde bedenim paramparça oldu ama ruhum Ölüler Diyarına gitmek yerine küçük bir çocuğun bedenine süzüldü. Ruhu henüz yeni bedenini terk edip gökyüzüne yükselen küçük bir çocuğun bedenine hayat verdi. Tanrılar zamanın efendisi olarak beni seçmişlerdi ve bana yeniden başlamam için bir şans vermişlerdi. O çocuğun bedenine girdiğim an sarı saçları beyaza dönüştü ve mavi gözleri gri oldu. Kimsesiz bir çocuktu ve artık o çocuk bendim çünkü tanrılar beni o bedene hapsetmişti. Üstelik köle bir çocuktu. Bir yıl içinde beş farklı aileye satıldım ama ürkütücü buldukları çocuğu kimse uzun süre yanında barındırmadı. Son sahibim beni severdi ancak o da çok hastaydı. Öldükten sonra bana olacaklar yüzünden endişelendi ve beni Efsun Hanım'a sattı. Daha sonra ise efendi Savcı beni Efsun Hanım'dan satın aldı ve gittiği her yere beni de yanında götürdü." Savcı akademide olduğu sürece boş durmak yerine orada çalışıyordu. Savcı akademinin dışına çıkınca Bülbül'de onunla akademiden ayrılıyordu. Tıpkı şu anda ikisinin Elümhan'da olması gibi.

Bülbül ayağa kalkıp, "İşte bu yüzden adım Bülbül," diyerek eteğindeki samanları çırptı. "Çünkü bir guguk kuşu yüzünden yuvamdan kovulup buralara sürgün edildim," dedikten sonra Hafız'ın yanından ayrıldı. Hafız'ın, "Peki, gerçek adın neydi?" diyen sesini duydu ama cevap vermedi. Zamanı geldiğinde bunu ona söyleyecekti ama şimdi değil.

Bütün bunları Hafız'a anlatmasının sebebi Bülbül'e karşı olan ön yargılarını kırmak istemesiydi. Çünkü Bülbül zamanı kontrol ettiği yıllarda bir seferinde geleceğe gitmişti ve orada Hafız'ın kocası olduğunu görmüştü. Araf'ta her şey yeni yeni rayına otururken Bülbül artık her yıl ailesinin evini uzaktan izlemek yerine kendi için bir şeyler yapmak istiyordu. Bugün taşlandığı gündü ve her yıl yaptığı gibi bugün ailesinin mezarına gitmek yerine Hafız'a gelmişti. Ona her şeyi anlatırken aslında kendi içinde ailesini ve geçmişini geride bırakmıştı. Bugünden sonra yas tutmak yerine Takva'nın tavsiyesine uyup mutlu olmaya çalışacaktı. Şu anda Hafız ile birbirine karşı bir şeyler hissetmiyorlardı ama gelecekte evlendiklerine göre belli ki bu değişecekti. Onların bir şey yapmasına gerek yoktu çünkü kaderleri bir yazıldığı için ikisi de bundan kaçamazdı. Aradan geçen zaman onları birbirine yaklaştıracaktı.

Hafız giden kadının arkasından uzun süre baktı. Ne tuhaf bir kadındı. Bir anda yanında biterek önce onu rahatsız etmiş daha sonra da geçmişiyle üzerek gitmişti. İnsanları dinlemeden önce yargılamanın ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha anlayarak önüne döndü. Itır ve Gediz'e bakınca yüzünü buruşturdu. "Artık bitirecekler mi bu savaşı?" Onları beklemekten burada soğuktan donmuştu.

Itır nefes nefese kalmış bir şekilde bu sefer Gediz'e vurmayı başardı. Yumruğu onun karın boşluğunu bulunca, "Nihayet!" diyerek geriye çekildi. Dakikalardır ona vurmaya çalışıyordu fakat Gediz ona karşılık vermediği gibi aynı zamanda hep savunmada kalıyordu!

Gediz karnındaki acıyı yok sayıp doğruldu. "Nihayet mi?" diyerek alay etti. "Ben izin vermeseydim sence bana vurabilir miydin? Duş almam gerekiyor neden bu işi uzatmak yerine artık konuşmaya başlamıyorsun?" Buraya onunla dövüşmek için gelmediğini biliyordu. Onu yeterince yorduğuna göre artık konuşabilirdi.

Fakat sorun şu ki Itır ne söyleyeceğini bilmiyordu. Doğrudan ona sevgilim ol diyecek hâli yoktu ya. Üstelik Gediz aralarında hiçbir şey yaşanmamış gibi davranıyordu! Böyle bir durumda nasıl bir konuşma başlatabilirdi ki? "Söylemek istediğim bir şey var ama bu konuda bana yardım etmelisin," diyerek alnındaki teri sildi. "Sen konuyu aç ben de söyleyeceğim şeyi söylerim."

Gediz kafası karışmış bir halde ona baktı. "Açmam gereken konuyu söylersen sana yardım edebilirim."

"İşte bu konuda sana yardımcı olamam ne olduğunu sen bulmalısın."

"Bir başkasını ilgilendiren bir durum mu?"

"Hayır."

"O zaman bizi ilgilendiren bir durum?"

"Evet."

"Seni öperken bana karşılık vermiştin ve anıların geri gelince bunun bir hata olduğunu fark ettin. Şimdi bana hiç yaşanmamış gibi davranmayı mı teklif edeceksin?"

"Hayır."

"Itır bana biraz yardımcı olur musun? Evet ve hayırla bir yere varamıyorum. Derdin neyse açık açık söyle hatun," diyerek ağaca astığı ceketini alıp giydi. "Ne oldu? Elzem istemediği için bu işin yürümeyeceğini söylemeye mi geldin?" dedikten sonra güldü. "Merak etme daha fazla etrafında dolanmaya niyetim yok. Kalede senden daha güzel kadınlar da var," diyerek onu bırakıp Hafız'a doğru yürüdü. Itır tarafından daha fazla görmezden gelinmeyi kabul etmiyordu. Onu daha fazla üzmesine izin vermeyecekti.

Itır son duyduklarından sonra yutkunarak, "Kalede benden daha güzel kadınlar mı var?" diye sordu. Asıl sormak istediği o varken Gediz'in diğer kadınları güzel bulup bulmadığıydı çünkü seven biri sevdiğini herkesten daha güzel görürdü. Hatta bununla ilgili birçok öykü ve efsane vardı. Onlardan biri de Leyla ve Mecnun'du. Padişah ikisinin dillere destan aşkını duyunca onları huzuruna çağırırdı. Leyla beklediği gibi güzel çıkmazdı ve padişah Mecnun'a, 'Ey Mecnun uğruna çöllere düştüğûn Leyla o kadar da güzel değil der.' Bunun üzerine Mecnun, 'Siz birde onu benim gözümle görün,' diyerek cevap verir. Burada da anlatıldığı gibi insan gerçekten sevince sevdiğinin kusurları gözüne görünmezdi.

Gediz ona sırtı dönük bir şekilde durdu. Tam karşısına bakarken, "Evet, var," diyerek bu konuda dürüst oldu.

"Peki, senin için benden daha güzel bir kadın var mı?" diye sorunca Gediz iç çekti. "Senden daha güzel kadınlar var ama benim için artık senden daha güzeli yok," dediğinde Itır tebessüm ederek ona yaklaştı. Arkasında durunca, "Benim için de senden başkası yok," diyerek konuşmak için kendisini cesaretlendirmeye çalıştı. "Elzem seninle olmama izin verdi, eğer sen de hâlâ istiyorsan belki yeniden deneyebiliriz," dediğinde Gediz o kadar hızlı bir şekilde ona doğru döndü ki Itır bir adım geriye çekilmek zorunda kaldı.

"Elzem izin verdi mi?" diyen adam şaşkındı. O inatçı kadının fikrini değiştirmek için ne yapmış olabilir ki? Tanıdığı kadarıyla Elzem kolay kolay geri adım atacak biri değildi.

Itır başını sallayarak gülümsedi. "Seni sarhoş bir şekilde Savcı ile konuşurken görmüş ve senin hakkındaki düşünceleri değişmiş," dedikten sonra gözlerini kısarak ona baktı. "Savcı'ya tam olarak ne anlattın?"

Hatırlamıyordu ki! Ne zaman Savcı'nın odasına gitti, ne zaman ona bir şeyler anlattı, hiç hatırlamıyordu. Dün gece olabilir miydi? Dün gece çok içtiğini hatırlıyordu fakat sabah gözlerini kendi yatağında açtığı için devamında olanları hatırlamıyordu. Umurunda da değildi çünkü kırk yılın başı içmesi bir işine yaramış ve Elzem nihayet onay vermişti. Yüzünde bir gülümseme oluştuğunda, "Yani artık benimle olabilir misin?" dediğinde Itır'ın gülümseyerek başını sallaması uzun zaman sonra ona rahat bir nefes aldırdı.

Itır'a yaklaşıp, "Dokunabilirim de değil mi?" diyerek elini uzatınca Itır gülerek geriye çekildi. "Bu konuda Elzem'den henüz izin çıkmadı. Seninle adımın karışacağı en küçük bir skandalda ruhunu emeceğini söyledi. Bazı şeyleri evlenmeden önce yasakladı," dediğinde Gediz onun ne demek istediğini anlamıştı. Sorun değildi onu bekleyebilirdi. Bunca zamandır beklediği kadını biraz daha bekleyebilirdi.

Ama yapmak için yanıp tutuştuğu bir şey vardı. Itır'a elini uzattı. "Elini tutmama Elzem bir şey demez herhalde?" dedikten sonra etrafını kontrol etti. Hafız ve egzersiz yapan askerlerden başka burada kimse yoktu. Özellikle etrafta kadın görmediği için mutlu olmuştu çünkü erkekler kadınlar gibi dedikodu peşinde değildi. Bu konularda birbirlerinin arkasını kollayıp sessiz kalırlardı. Itır'a bakıp, "Elimi kısa bir anlığına tutman bir skandala yol açmaz," dediğinde Gediz ilk kez bir kadının elini tutmayı her şeyden çok istiyordu. Bunu en son çocukken yapmıştı ve o günden sonra annesinin elini bile tutmaktan kaçınmıştı. Yıllar sonra elini tuttuğu tek kadın Itır'dı ve bunu yaparken Itır yaşamıyordu. Şimdi Gediz onun elini yaşarken tutmalıydı ki avuçlarındaki yas hissi yerini umuda bıraksın.

Itır, Gediz'in ona uzattığı eline bakınca boğazı düğüm düğüm oldu, yutkunamadı. Bunun ikisi için ne anlama geldiğini o da iyi biliyordu. O ölüm anından kolay kolay kurtulamazken onu nasıl geri çevirebilirdi ki? En az Gediz kadar o da geçmişi geride bırakmayı düşünüyordu. Elini Gediz'in avucuna bıraktı. "Elimi tutan ilk erkeksin," dediğinde burukça gülümsedi. "Bizden gerçekten olur mu?"

Gediz avucundaki eli sıkarken artık ikisinden bir çift olacağından emindi. Itır'ın eli sanki parmaklarından kayıp kalbine uzanıyor gibi onu esir almıştı. Hissettiği bu duyguyu sevmişti. Sadece eline dokunmak bile ona tarifi olmayan bir mutluluk veriyorsa daha fazlasını istemeye hakkı vardı. Avuçlarında tuttuğu bu eli hiç bırakmak istemedi. Birileri görecek mi kaygısı yaşamadan doyasıya onun elini tutup onunla vakit geçirmek istedi. Gediz uzun zaman sonra bir kadının elini tutmanın ve o kişinin Itır olmasının heyecanını yaşıyordu. Onu hiç bırakmak istemezcesine elini tutuyordu. Acaba Itır onun karısı olmayı ister miydi? Şu zamana kadar evlilik bir kez bile aklına uğramamıştı fakat Itır geri döndüğünden beri evlilikten başka bir şey düşünemiyordu. Daha önce biri ona bir kadınla evlenmek için yanıp tutuşacağını söyleseydi gülüp geçerdi fakat şimdi her şey kökünden değişmişti.

"Itır," diyerek ona doğru yaklaştı. "Senin dünyanda erkekler bir kadınla evlenmek istediklerini nasıl belirtirler?" diyerek Itır'ı şoke etmeyi başarmıştı. Bu fazla mı hızlı olmuştu? Keşke önceden bu konuda Asil'den bir şeyler öğrenseydi çünkü ürkütmeden bir kadına nasıl evlilik teklifi yapıldığını bilmiyordu!

Itır'ın donmuş yüzüne bakıp Hafız'a doğru dönünce Hafız, "Hiç bana bakma çünkü daha önce evlenmedim," diyerek güldü. "Sen bildiğin şekilde devam et en kötü ihtimal birkaç yumruk daha yersin. Sonuçta sana ilk kez vurmuyor değil mi?" Hafız'ın işe yaramaz tavsiyelerine yüzünü buruşturarak Itır'a döndü. "Bir ara evlenelim mi?" dedi ama bu da hiç olmadı sanki.

Neden yüzüne bakmak yerine bir tepki vermiyor ki! Bu hâli daha çok gerilmesine neden oluyordu!

"Itır seninle evlenmek istediğimi nasıl belirtebilirim?" Eğer ona söylerse Gediz'de ona göre bir şeyler yapabilirdi.

Evlilik teklifi bu kadar zorsa evliliğin kendisini düşünemiyordu.

Bir evet demek bu kadar zor olmamalı! Burada kıvrandığını görmüyor mu?

Itır nihayet kendisine gelip, "Ablama sormalıyım," deyince bu sefer Gediz'i afallatan o olmuştu. "Ablana mı soracaksın?" dedi şaşkınca. "Ablanla evlenmek istesem gider ona sorarım!" diyerek kaşlarını çattı. "Bana cevap vermek yerine neden ona soruyorsun? Onun iznine göre mi evet veya hayır diyeceksin?" dediğinde çıldırmak üzereydi. Elzem her yerden çıkıyordu. Adeta kaynanası gibi tepelerinden inmiyordu!

Itır onun sinirli haline bakıp güldü. "Hayır, Elzem'e seninle evlenmek istediğimi söyleyeceğim ama büyüğüm olduğu için rızasının olup olmadığını sormalıyım," dediğinde Gediz rahatlayarak nefesini verdi. "İyi en azından kabul ettin," dedikten sonra başını hızla kaldırıp Itır'a baktı. "Ne? Kabul mü ettin?" Afallayarak kendisini gösterdi. "Benimle gerçekten evlenmek istiyor musun? Emin misin? Tamam, her kadın benimle evlenmek ister ama sen herkes değilsin, yani fazla zorsun." Kafası karışmış bir halde Itır'a baktı. "Hayır diyeceğinden çok emindim."

"Hayır dememi mi bekliyordun? Yani nasıl olsa ben hayır derim diye mi evlenelim dedin?"

"Hayır."

"Hayır mı?"

"Evet."

"Evet mi? Yani gerçekten o amaçla sordun?"

"Hayır."

"Az önce evet dedin."

"O anlamda bir evet değildi!"

"İyi şimdi de ben hayır diyorum!"

"Bunu yapamazsın az önce evet dedin!"

"Asla evet demedim Elzem'e evlenmek istediğimi söyleyeceğim dedim!"

"Evlenmek istediğin kişi kimdi?"

"Sendin."

Gediz güldü. "Centilmen bir erkek olduğum için teklifini kabul ediyorum evlenebiliriz," deyince Itır şaşkınca onun yüzüne bakıyordu. Evlenmek isteyen o değil miydi? Saçma ve karışık bir konuşmanın sonunda ne ara evlenme teklifi eden kişi kendisi olmuştu? Az önce ne konuştuklarını bile anlamamıştı!

Elini hızla çekip Gediz'den uzaklaştı. Dişlerinin arasından, "Sen!" dediğinde daha fazla dayanamayıp yumruğunu onun çenesine geçirdi. "Sen pisliğin tekisin Azınlık!" dedikten sonra, "Tamam," dedi. "Evlenelim!" diye bağırdıktan sonra hızlı adımlarla kaleye doğru yürüdü. Bu adama katlanamıyordu!

Gediz dudaklarındaki kanı silerken gülümseyerek giden kızı izliyordu. Hafız'ın, "Siz ikiniz derhal bir hekime görünün," diyen sesini duyunca ona doğru döndü ve Hafız'ın şaşkın yüzünü gördü. "Az önce olanlar da neydi? Konuşmanın başı iyiyken sonu nasıl yumrukla bitti anlamış değilim," deyince Gediz güldü. "Fazla ateşliydi değil mi?" Mest olmuş gibi iç çekti. "Bitiyorum bu hatuna," deyince Hafız yaratık görmüş gibi ona bakıyordu. "Ateşli miydi? Yüzüne yumruk atarken evliliği onayladı ve sen bunu ateşli mi buluyorsun?" Hafız bu serseri arkadaşının kafa karıştıran zevklerini hiçbir zaman anlamayacaktı.

"Gidip bir şeyler içelim mi?"

"Asil olmadan sana uzun süre katlanamıyorum Azınlık. Yalnız başına iç."

"O zaman gidip Asil'i bulalım. Işığıyla neler olduğunu merak ediyorum."

"Senin gibi yumruk yemediğine bahse girerim."

"İşte bu yüzden her zaman sıkıcı bir ilişkisi olacak," dediğinde ikisi gülerek Asil'i bulmak için kaleye doğru yürüdü. Üçüz gibi oldukları için uzun süre birbirlerinden ayrı kalamıyorlardı.

***

Öte yandan Asil cephesinde işler pek iyiye gitmiyordu. Sabah gözlerini açtığında Günışığını kollarında bulmak güne güzel bir başlangıç yapmasını sağlamıştı. Fakat günün devamında babasının huzuruna çağrılması berbat bir gün geçirmesine neden oluyordu. Tenebrislerin lideri uzun zaman sonra oğlunu huzuruna çağırıyorsa bunun altından iyi bir sebep arayamazdı. Üstelik salona geldiğinde anne ve babası dışında diğer liderleri de burada görmüştü. İhtiyar heyeti kim bilir yine hangi can sıkıcı konu için toplanmıştı. Hepsi gözlerini Asil'e dikip otururken Asil kurbanlık koyun gibi neden ayakta dikildiğini sorguluyordu. Konuşmak için bir şeyleri veya birilerini daha bekler gibiydiler. Çok geçmeden kapı açıldı ve içeriye kendi aralarında konuşan arkadaşları girdi. Hafız, "Sence bizi neden çağırdılar?" diye sorarken Gediz, "Belki de canları sıkıldı ve hadi yine bu üçüne sürgün kararı çıkartalım dediler. Bir grup ihtiyarı dinleyeceksem daha fazla içkiye ihtiyacım var," diyerek başını kaldırdı ve kınayan gözlerle onu izleyen liderleri görünce güldü. "Bu ifadeyi çok iyi biliyorum, kesin sonumuz sürgün," dediğinde Asil ve Hafız gülüşünü saklamaya çalışıyordu. Liderler ise bu üç saygısızın asla uslanmayacağını düşünüyordu. Onlar burada yokmuş gibi rahat davranıyorlardı.

Hafız ve Gediz'de Asil'in yanındaki yerini alınca Hafız kısık sesle, "Neler oluyor?" diye sorduğunda Asil omuz silkti. "On dakikadır beni ayakta bekletmeleri dışında pek bir şey olduğu yok," deyince Gediz güldü. "En fazla iki dakika beklerim daha sonra otururum," dediğinde üçü tekrar gülmeye başlayınca liderler sinirden renkten renge giriyordu.

Koruyucuların lideri Ayvaz onlara bakıp, "Kendi klanınızın yüz karası olduğunuzun farkındasınız değil mi?" diye sordu. Ayvaz bu üçünün Koruyuculardan olmadığına şükrediyordu.

Gediz pişkince, "Yüz karası mı?" dedi. "Neye dayanarak bunu söylüyorsunuz?" Kimsenin yüz karası olmadığına emindi.

Işıktan Gelenlerin kadın lideri Mihrimah, "Hâlâ akademide mezun olmadığınızı duydum," diyerek onları iğneleyince Asil, "Bunun için suçlanması gereken kişi Savcı değil mi?" diye savunmaya geçti. "Her yıl bizi inatla sınıfta bırakan ondan başkası değil. Eğer akademinin kurallarında küçük bir değişiklik yaparsanız mezun olabiliriz. Gerçekten tüm derslerden geçmemiz şart mı?" En azından bir derste kalmak öğrenciler için sorun olmamalıydı. Ya kuralları esnetsinler ya da Savcı'nın işine son versinler. Aksi takdirde asla mezun olamayacaklar.

Gazi, "Akademideki kurallar değişmeyecek," diyerek onlara baktı. "Neden akademiyi bırakıp kendi klanınıza dönmüyorsunuz? Artık bir çocuk değilsiniz."

Hafız güldü. "Ben zaten kendi klanımdayım," diyerek onlara küçük bir hatırlatma yaptı. "Akademi Sulakkar topraklarında," dediğinde klan lideri Feti, "Ama klanından bağımsız hareket ediyorsun," dedi. "Orduya katılmalısın Hafız, kaledeki generallerden biri olmanı istiyorum," deyince Hafız afallayarak ona baktı. Şu zamana kadar kendi klanı tarafından görünmezken şimdi ona ordudan yer mi veriliyordu? Hem de generallerden biri olması mı isteniyordu? Bu liderlere bugün ne olmuştu?

Cihangir kendi oğluna döndü. "Sen de artık serseliği bırakıp kaleye dönmelisin. Bir aile kurmak istiyorsan onlara hak ettikleri saygın yaşamı vermelisin. Sürekli benim gölgem altında yaşayamazsın. Kaleye geri dön ve burada Dehliz'e yardım et," diyerek oğluna yeni bir başlangıç yapması için bir fırsat daha sundu.

Aybars klanın ticari işleriyle görevliydi Dehliz ise orduyu komuta ederdi. Savcı asla bunların bir parçası olmadığı için klanın dışında bir yaşam seçmişti. Dehliz tek başına çok zorlandığı için ona yardım edecek birilerine daha ihtiyacı vardı. Dehliz babasına bu kişinin Gediz olması gerektiğini söylemişti. Tanrı biliyor ya Cihangir bu konuda Gediz'e hiç güvenmiyordu. Sorumsuz oğlu ilk günden orduda iç savaş çıkartabilirdi fakat Dehliz, Gediz'e bir şans vermeleri konusunda onu ikna etmişti. Üstelik Savcı'da bu kararı destekliyordu. Gediz'e büyük bir sorumluluk verilmedikçe asla düzelmeyeceğini söylüyordu. Cihangir bazen Gediz'in neden böyle asi ve başına buyruk olduğunu sorguluyordu. Tek sebebi kardeşinin ölen karısı olmamalıydı. Evet, çocukken yengesine duyduğu saplantılı sevgisi onu çok değiştirmişti ama biraz düşününce tek sebebinin bu olmadığını anlıyordu. Gediz annesinden bile daha çok sevdiği birini kaybetmişti ve o yıllarda atlatacak diye herkes onu kendi haline bırakmıştı. Daha sonra değişmeye başlamıştı ve değiştikçe Cihangir onu cezalandırmıştı. Böylelikle Gediz kural tanımaz bir asiye dönüşmüştü. Aldığı her cezayla daha fazla isyankâr biri olmuştu. Cihangir ara ara düşünüyordu; o kayıptan sonra ilk hatasında onu cezalandırmak yerine yanında olsaydı her şey farklı olabilir miydi?

Bu yüzden liderlerle bir araya gelip bu üçünü tekrar klanlara kazandırmaya karar vermişlerdi. Onlara sorumluluk verilmedikçe değişip değişmeyeceklerini asla anlayamazlardı. Üçü kendi klanlarında en iyisi olmaya adaydı fakat yeteneklerini klanlarına faydalı olmak için kullanmak yerine arada serserilik yapmak için harcıyorlardı. Şu anda karşılarında duran bu üç saygısız çocuk belki de ileride herkesin gıpta ettiği kişilerden biri olabilirlerdi. Sonuçta iyi bir kılıç elde etmek için demiri büyük bir sabırla dövmek gerekirdi. Zor olan bu üç adam doğru şekilde yontulunca ortaya muazzam bir şeyler çıkabilirdi.

Şimdi ise Abraham'ın gözleri kendi oğlunun üzerinde oyalanıyordu. Abraham'ın Asil'den yaşça büyük iki oğlu daha vardı fakat biri kadın düşkünü diğeri ise sarhoşun tekiydi. İkisi de işe yaramazdı ve ikisinde de liderlik vasfı yoktu. Fakat Asil öyle değildi. Kabul etmek istemese de Asil her yönden ona benziyordu. Abraham gibi güçlü, kılıçta rakip tanımaz ve stratejik biriydi. Kendinden sonra liderliği bırakacağı tek kişi sadece Asil olabilirdi. Diğer oğulları klanın başına geçerse klanı büyük bir sefalete sürükleyebilirdi. Liderlik vasfı olmayan biri klana liderlik yapamazdı bu yüzden klanı Asil'den başkasına emanet edemezdi. Fakat Asil'in de bir kusuru vardı ve bu göz ardı edilecek bir kusur değildi. Asil kendisine eş diye çok yanlış bir kadını seçmişti. Abraham yaptığı hatayı anlayıp pişman olması için onu klandan bile kovmuştu. Fakat pişman olup af dilemesi şöyle dursun yüz yıldır kendi klanına bir kez bile uğramamıştı.

Asil dayanamaz döner diye düşünmüştü fakat küçük oğlu fazla inatçıydı. Yüz yıl boyunca o kadına olan ısrarını sürdürüyordu. Sanki hâlâ kırılan kılıcı için babasına kızıp yemek yemeyi reddeden o çocuktu. Abraham onun için daha sağlam bir kılıç yaptırana kadar yemek yemeyen o çocuk gibi davranıyordu. Çocukluktan bu yana hep böyle biriydi. Bir şeyi isteyince istediği olana kadar asla geri adım atmazdı. Abraham'ın ona verdiği yeni kılıcı bile beğenmeyip çocuk yaşta kendi kılıcını dövüp işleyecek kadar inatçı bir çocuktu. Ta o zamanlarda Asil ile başının dertte olduğunu anlamıştı. Ama babasına sırtını dayamak yerine kendi işini kendisinin yapmasını sevmiş ve onunla gurur duymuştu. Şimdi yine aynı şeyleri yaşıyorlardı. Işıktan Gelen o kadını kılıcı gibi sahiplenmiş ve ona sahip olmak için babasına karşı geliyordu.

Pekâlâ, madem istediği buydu o zaman bu ihtiyar ona istediğini verecekti.

Eğer oğlu ısrarla o kadını istiyorsa o zaman Asil için onu kabul edecekti. Oğlunu kaybetmemek için ikisinin evliliğine göz yumacaktı. Bu kararı kendi rızasıyla vermiyordu çünkü Asil onu buna mecbur bırakmıştı. "O kadını hâlâ istiyor musun?" dediğinde Asil hiç düşünmeden, "Her şeyden çok efendim," deyince başını salladı. "O vakit benimle birlikte klana geri dön çünkü yapmamız gereken bir düğün var," deyince oğlunun yüzünde oluşan tebessümü gördü. Abraham uzun zamandır Asil'in ona bakarken gülümsediğini görmemişti. Şimdi ise bir baba olarak en doğru kararı verdiğini anlıyordu. Belki de Cihangir haklıydı, belki de farklı klanlarla olan evliliklere artık izin vermelerinin zamanı gelmişti.

Şimdi tüm liderler onların vereceği kararı bekliyordu. İlk konuşan Hafız olmuştu. "İstediğim zaman bu ikisini göreceğim," diyerek klan liderine baktı. "Sadece bu şartla kabul edebilirim."

Aynı şartı Gediz'de dile getirdi. "İkisi istedikleri her an önceden ulak göndermeden benim klanıma gelebilecek ve ben de aynı şekilde onların klanına gidebileceğim," diyerek babasına baktı. "Aksi takdirde akademiye geri dönerim."

Asil'de başını sallayarak onları onayladı. "Kendi klanlarımıza dönsek bile bu konuda bize ayrıcalık tanınmalı. Onları görmek istediğim her an önceden liderlerinden izin almak için ulakla uğraşmak istemiyorum. Aynı şeyler onlar için de geçerli olmalı." Araf'ta biri farklı bir klanın topraklarına girmeden önce bunu o bölgenin liderine bildirip gereken izni almalıydı. Üçü bununla uğraşmadan canları istediği gibi eskiden olduğu gibi birbirini görmeye devam etmek istiyordu.

Liderlerin hepsi hiç düşünmeden kabul edince afalladılar. Hafız, "Bu kadar kolay kabul edeceğinizi beklemiyorduk," deyince Cihangir güldü. "Sanki hayır desek bu konuda bizi dinleyeceksiniz. Daha çocukken sen ve Asil'i kaç kez izinsiz bir şekilde kendi topraklarımda yakalamıştım. Bugün bile davetli olmadığınız halde burada olacak kadar yüzsüzsünüz." Cihangir oğlunun arsız arkadaşlarına alıştığı için artık çat kapı çıkıp geldiklerinde onları hiç sorgulamadan evinde ağırlıyordu. Aynı bela diğer liderlerin de başında olduğu için hepsi üçünü bu konuda kendi hallerine bırakmıştı. Ne yaptılarsa bir türlü onları ayırmayı başaramadıkları için bir süre sonra görmezden gelmeyi öğrendiler.

Üçü salondan gayet keyifli bir şekilde ayrıldı. Nihayet Araf'ta hak ettikleri mevkiye geleceklerdi. Bunu kutlamak için bir şeyler içmek isterken Meliz ile karşılaştılar. Gediz onun üzerindeki eflatun elbiseyi hemen fark etmişti. Meliz çoğunlukla siyah giyindiği için bu rengi ona çok yakıştırdı. Ona doğru yürürken baştan ayağa Meliz'i inceleyip güldü. "Muhteşem görünüyorsun hatun, akşama bir randevun var mı?" dediğinde arkadaşları ona küfrederken Meliz kıkırdadı. "Asılman gereken kişi ben değilim kızım," diyerek Itır'ın annesi olduğunu bu sapığa bir kez daha hatırlattı.

Gediz, "Ben de zaten kızın hakkında konuşmak için akşam benimle buluşmanı istiyorum," diyerek yanındaki arkadaşlarını gösterdi. "Endişe etme yalnız olmayacağız bu ikisi de bizimle olacak." Meliz, Itır'ın annesi olduğu için evlenmek için onun da onayını almak istiyordu. Fakat Gediz bir kadınla ne zaman yalnız kalsa herkes yanlış anladığı için arkadaşları da onlarla birlikte olmalıydı. Bazen gerçekten kötü şöhretinin kurbanı oluyordu.

Meliz giden üçlünün arkasında boş boş bakarak önüne döndü. Gediz'in onunla konuşmak istediği konuyu az çok tahmin edebiliyordu. Merdivenlere yöneldiğinde yukarıdan inen Kırım'ı görünce kaskatı kesildi. Merdivenlerden aşağıya inen Kırım'da onu görünce durmuştu. Dün geceyi saymazsak Meliz neredeyse yirmi dört yıldır onu hiç görmemişti. Itır için Munure'nin bedenine girdiği gün aralarındaki ilişki bitmişti. Kırım onun başka bir adamla geçirdiği tek gecelik bir ilişkiyi aşkına ihanet olarak saymıştı. Bedenen bir ihanet değildi ama ruhen yapılmış bir ihanetti. O gece farklı bir kadının bedeninde olsa da başka bir adamla yatmış ve onu hissetmişti. İğrendiği ve katlanmak zorunda kaldığı bir geceydi fakat Itır'a sahip olmak için dayanmıştı. Meliz için hiç kolay değildi ama Kırım bunu anlamak istememişti. Meliz'den ayrıldıktan kısa süre sonra evlenmişti. Evet, Kırım evlenmişti ve duyduğuna göre karısı hamileydi. Bu yüzden karısını buraya getiremedi çünkü at sırtında uzun bir yolculuk anne ve bebeğe iyi gelmezdi. Meliz, Kırım'ın karısının hamile olduğunu duyduğunda evlendiğini öğrendiği günden daha fazla gözyaşı dökmüştü. Çünkü Kırım'ın hep istediği çocukları Meliz çok istese de ona veremezdi. Onunla evlenmişti ve gerçek bir ilişki yaşamıştı, yani ona dokunmuştu. Bu da Kırım'a yönelik tüm umutlarını tüketmişti.

Keşke o da Elzem gibi Aykırı bir Oyunbaz olsaydı diye çok gözyaşı döküp dua etmişti. O zaman tıpkı Elzem'in yaptığı gibi Kırım'da kendi lanetini kontrol edebilirdi fakat Kırım bir Aykırı değildi ve onlar her şekilde birlikte olamazdı. Zor olsa da ikisi de artık bunu kabul etmişti. Birlikte olamazlardı ikisi de bunun farkındaydı ve buna göre farklı hayatlar yaşıyorlardı. Lakin Meliz hâlâ uzaktan onu seviyordu ve Kırım'ın da hâlâ onu unutamadığını bakışlarından anlıyordu. Bu yasaklı aşkı derinlere gömerek hiç yaşanmamış gibi devam edeceklerdi. Meliz derin bir nefes alarak basamakları çıkmaya başladı. Kırım'ın karşısında durunca yumruğunu göğsüne bastırarak ona selam verdiğini gördü. Meliz elbisesinin eteklerini tutarak onun karşısında dizlerini büktü. "Uzun zaman oldu general," diyerek tebessüm etmek için kendisini zorladı. "Her zaman ki gibi iyi görünüyorsunuz."

Kırım bu yüzleşmenin bir gün yaşanacağını biliyordu fakat bu şekilde olmasını beklemiyordu. Bir çocuğu olacağını öğrendikten bir hafta sonra onu görmeyi beklemiyordu. "Sizi tekrar gördüğüme sevindim. Kızınız nihayet Araf'a geri döndü bunun için sizi kutlarım," dediğinde Meliz ile böyle iki yabancı gibi konuşması canını yakıyordu fakat gerçek buydu; onlar artık iki yabancıydı.

Meliz onun karşısında güçlü durmaya çalışıyordu fakat bu hiç kolay değildi. Tıpkı Elzem'den öğrendiği gibi acısını içine gömdü ve dudaklarına küçük bir tebessüm kondurdu. "Duyduğuma göre karınız hamileymiş," diyerek Kırım'ın gözlerine baktı. "Kutlarım, dilerim sağlıklı bir şekilde doğar ve babasının onunla gurur duyacağı bir çocuk olarak büyür," dedikten sonra dolan gözlerini kontrol edemeyince hızlıca, "İzninizle," diyerek yanından geçip yukarı çıkmaya başladı. Geri dönüp yakasına yapışarak bunu nasıl yapabildin demeyi çok istese de yapmadı. Ondan hesap sormaya bile hakkı yoktu. Tıpkı arkasında bıraktığı adamın içinde kopan fırtınaları dindiremediği gibi kendi yürek yangınını da dindirecek bir merhemi yoktu. Farklı insanlarla farklı hayatlar sürmek onların kaderiydi.

Klanların hepsi bir şekilde farklı klanlarla olmayı başarırdı fakat ruh emici olan Oyunbazlar bir tek kendi klanlarındaki kişiyle olabilirdi. Elzem ne kadar şanslı olduğunun farkında bile değildi. Çünkü eğer bir Aykırı olmasaydı ya kendi klanındaki biriyle olmak zorundaydı ya da sonsuza kadar kimseyle olamazdı. Meliz'in en büyük talihsizliği bir Oyunbaza âşık olmasıydı.

Güç bela kendisini odasına attığında kapıyı arkasında kapatarak dizlerinin üzerine düştü. Daha fazla dayanamayıp ellerini yere bastırdı ve omuzları sarsılarak ağlamaya başladı. Canı hiç olmadığı kadar çok yanıyordu. İçinde onu yakıp tüketen bir ateş vardı ve o ateşi söndüremiyordu. Omuzlarına dokunan bir el hissedince başını kaldırdı ve Itır'ı gördü. Islak gözlerle, "Senin odamda ne işin var?" dediğinde Itır'ın burada olduğunu fark etmemişti bile.

Itır onun karşısında diz çökerek, "Annemin odasında olmamın nesi yanlış?" deyince anne kelimesini duyan kadın hıçkırarak ona sımsıkı sarıldı. Itır onun ağladığını görünce bir kez olsun onu mutlu etmek istemişti ve işe yaramıştı. Kırım'la olanları duyduktan sonra eskisi gibi Meliz'den nefret etmiyordu. Onun için her şeyini feda eden bir kadını daha fazla görmezden gelemezdi.

Meliz onun annesi olabilirdi ama şimdi kollarında küçük bir çocuk gibi ağlarken fazla savunmasızdı. Itır kollarını ona sararken, "Geçecek," diye fısıldadı. "Biliyorum şu anda hiç geçmeyecek gibi geliyor ama zamanla eskisi kadar acıtmayacak," diyerek onun yarasına şifa olmaya çalıştı. Meliz'i böyle görmeye alışık olmadığı için ne yapacağını bilmiyordu. Böyle anlarda Elzem'in yokluğunu daha çok arıyordu çünkü o, bir şekilde Meliz'i sakinleştirmeyi iyi biliyordu.

Meliz uzun zaman sonra kızının kokusunu içine çekerken burukça gülümsedi. Bu koku için yaptığı hiçbir şeyden pişman değildi. Itır ona sarılıyor ve onu annesi olarak kabul ediyordu. Meliz bu anı yıllardır beklediği için verdiği karardan asla pişman değildi. Sevdiği adamı kaybetmiş olabilirdi ama kızını kazanmıştı. Yaptığı seçimden dolayı bir an bile pişman olmadı çünkü Itır'ın annesi olması için artık elinde ikinci bir şans vardı. Bu şansı en iyi şekilde değerlendirip kızının yanında olacaktı.

Bazı şeyler büyük fedakarlıklar yapılmadan kazanılmıyordu.

***

Doğa koridorun penceresinden dışarıyı izlerken içini yakan bir nefes koyuverdi. Artık her şeyi hatırlıyorlardı, tabii Avcılar'da öyle. Gerçek anne ve babası şu anda her şeyi hatırladığına göre Doğa yerine sahiplendikleri bebeğin onlara ait olmadığını biliyorlardı. Gerçeği bilmeleri hiçbir şeyi değiştirmezdi çünkü kaldıkları yerden o kızı sevmeye devam edeceklerini biliyordu. O kızı sevmeye devam etsinler istedi. Doğa'nın yaşadıklarını yaşamasın diye onun çok sevilmesini istedi. Ailesi kötü biri değildi, kızları lanetlenmedikçe kötü değillerdi. Doğa'dan kurtuldukları için mutlu olduklarına emindi. Aslında Doğa artık eskisi gibi buna üzülmüyordu. Dört gün önce Asil ile geçirdiği o gece sabaha kadar bunları konuşmuşlardı. Yeni ailesini ona veren kişinin Asil olduğunu artık biliyordu. Dudaklarındaki gülümsemeye engel olamadı. Asil onun başına gelen en güzel şeydi.

Doğa ikinci ailesinde aradığı her şeyi bulmuştu. Babası emekli bir astsubaydı annesi ise bir ev hanımı. İlk adımlarını attığında heyecanla ona kucak açan onlardı. Düştüğünde annesi içi acıyarak ona doğru koşardı. Düşüp canı yanacak diye babası ona bisiklet sürmeyi bile öğretmeye korkardı. Hafta sonları hep birlikte bir yerlere gidip günü dolu dolu geçirirlerdi. Doğa'yı o kadar çok sevmişlerdi ki Doğa onları gururlandırmak için her şeyi yapmıştı. Onları üzmekten kaçınır, sırf endişe etmesinler diye bir kez bile gece dışarı çıkmazdı. İyi bir savunma avukatı olduğunda bile bunu onlar için yapmıştı. Fakat ölüm ansızın düşmüştü hayatlarına. Anne ve babasını bir araba kazasında kaybettikten sonra hayatı tepetaklak olmuştu. Artık onu seven bir ailesi yoktu. Doğa'ya en güzel yıllarını yaşatıp bir anda onu kimsesiz bırakmışlardı. Onların ölümünden sonra Doğa çekilmez biri olmuştu. İçindeki sevgi yerini yoğun bir acıya bırakınca farklı birine dönüşmüştü. Kimseye karşı tahammülü kalmayan biri olup çıkmıştı. Onun bu tutarsız davranışları bir süre sonra arkadaşlarını da ondan uzaklaştırmıştı. Yanında kalan tek arkadaşının da ölümüne sebep olmak Doğa'yı yıkıma doğru sürüklemişti.

İşinden istifa edip günlerini evde yas tutarak geçirmeye başlamıştı. Ta ki bir gece Soya salonunun ortasına bomba gibi düşüne kadar. Bu yüzden Araf'a gelmeyi kabul etmişti çünkü geride bıraktığı hayatı bitmişti. Her şeyden kaçıp buraya gelmekten başka şansı yoktu. Şimdi ise anıları geri geldiği için yaşadıklarını daha iyi anlıyordu. Elzem zamanı yıktı ve Asil ona yeni bir aile verdi. Bu ikisi Doğa'nın sahip olduğu her şeydi. "Hey, Doğa hatun," diyen sesini duyunca tebessüm ederek arkasını döndü ve ona doğru gelen arkadaşını gördü. Evet, bu gelen Elzem'di.

Doğa gıpta ederek onu izlemeye başladı. Dimdik bir şekilde yürüyordu, Elzem hep böyle yürürdü. Sanki eğilirse kafasındaki görünmeyen tacı yere düşecekmiş gibi hep bir kraliçe edasıyla yürürdü. Attığı her adımda yoğun bir güç fışkırırken çoğu zaman onun yenilmez biri olduğunu düşünürdü. İnsan onun yanındayken korku nedir bilmezdi çünkü krizi yönetmesini çok iyi bilirdi. Gülümseyerek Doğa'nın yanına gelip, "Duyduğuma göre Abraham evlenmenize izin vermiş," dediğinde Doğa adına mutlu olduğunu görebiliyordu.

"Dört gündür sürekli ortalarda kayboluyorsun bunu duyman bile mucize," diyerek arkadaşına dik dik baktı. "Yine ne işler karıştırıyorsun?"

Doğa'nın düşündüğü gibi bir işler karıştırmıyordu. Gizli saklı Savcı'yla küçük kaçamaklar yaşamak dışında hiçbir şey karıştırmıyordu. Düğün hazırlıkları çoktan başlamıştı fakat düğüne kadar bekleyecek değillerdi. Leyla Hanım sırf Gevheri adına zarar gelmesin diye bir kez onu kurtarmıştı. O günden sonra Savcı'yla ikisi daha dikkatliydi. İnsanların şüphelerini üzerlerine çekecek her türlü eylemden kaçıyorlardı. Fakat gözden uzak bir yer bulduklarında Leyla Hanım'ın koyduğu tüm kuralları çiğniyorlardı. Yakalanmadıkları sürece sıkıntı yoktu ve yakalanmaları çok zordu çünkü Elzem bir ruh emiciydi. İnsanların yaklaşan kokularını soluduğu an gereken tedbirleri alıyorlardı. Doğa'ya bakıp, "Düğünden sonra ayrılacağınızı duydum, doğru mu?" diye sordu. Elzem, Itır ve Mara'nın düğünü bir arada olacaktı. Fakat Doğa'nın düğünü onlardan sonra ve Tenebrislerin klanında olacaktı. Ne Asil ne de Abraham kendi klanları varken düğünü burada yapmayı kabul etmiyordu.

Doğa, "Evet," dediği esnada gözleri Asil'i buldu. Arkadaşlarıyla bu tarafa doğru geliyordu. Asil, Doğa ile göz göze gelince gülümsedi. Elzem'in, "Geldi işte sevimsiz," diyen sesiyle onun bakışlarını takip etti ve Gediz'e baktığını gördü.

Gediz eliyle kendisini gösterdi. "Ben miyim sevimsiz?" dediğinde Elzem ona göz devirerek, "Sen bile ablan kadar sevimsiz olamazsın Azınlık. Arkana bak," deyince üçü aynı anda arkasını döndü ve Afra'nın annesiyle birlikte kalenin kapısından içeri girdiğini gördüler.

Gediz yanındaki sinir küpüne dönerek, "Düğün hazırlıklarına yardım etmek için burada," diyerek onu rahatlatmaya çalıştı. "Afra değişmiş olabilir ama babam onun yaptığı hataları göz ardı etmedi. Evlendikten sonra onu kaleden uzaklaştırdı. Bahoz'u Elümhan'ın güney sınırına atadı ve hal böyle olunca karısı da mecbur onunla birlikte gitmek zorunda kaldı. Bu görev yirmi dört yıldır Afra için bir nevi sürgün. Sadece önemli günlerde geliyor," dediğinde Cihangir'in bu konuda kayıtsız kalmaması Elzem'i sevindirmişti. Affetmeyeceği ve sonsuza kadar nefret etmeye devam edeceği sadece iki kişi vardı ve onlarda Suzan Hanım ve Afra'ydı.

Her şeyi affedebilirdi ama kardeşinin canını yakanlara affı yoktu.

Karşılarında durduklarında Afra'nın gözleri hemen onu bulmuştu. "Elzem," diyerek ona atıldığını görünce bir adım geriye çekildi. Bu kadının yüzsüzlüğü karşısında şapka çıkartılır çünkü hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.

Elzem açık bir şekilde tavrını ortaya koyunca Afra'nın tüm keyfi kaçmıştı. Gülümsemeye çalışarak, "Savcı ile düğününüzü kutlarım. Sizin adınıza çok sevindim," dediğinde Meliz'in gülen sesini duydular. "Eminim çok sevinmişsindir," diyen kadın alay ederek merdivenlerden Itır ile birlikte indi. İkisi Elzem'in yanında durduğunda Meliz bu kadını görmeye tahammül edemiyordu.

Afra, "Beni artık geçmişimle vurmayı bırak Meliz," diyerek onu uyardı. "Eskisi gibi olmadığımı biliyorsun." Geçmişte yaptığı hataları değiştiremezdi fakat gerçekten çok değişmiş ve yaptıklarına pişmandı.

Elzem, Itır'ın gerginliğini soluyunca derin bir nefes alarak Afra'ya baktı. "Bazı şeyleri sonunda anladığın için senin adına mutluyum," diyerek onun gözlerine baktı. "Ama seni onların etrafında görmeyi istemiyorum." Gözleriyle Meliz ve Itır'ı gösterdi. "Seni ailemin etrafında görmeyi istemiyorum. Biz nasıl yapıyorsak sende bizleri görmezden gel." Hatasını anlaması onun için iyi bir gelişmeydi fakat hiçbiri bir ölümü yok sayacak kadar iyi bir rol sergileyemezdi. Onlara yakın olmaya çalışmak yerine selamlaştıktan sonra yanlarından geçip gitmeliydi.

Leyla Hanım kızına yapılan muameleye üzülüyordu lakin yapabileceği hiçbir şey yoktu. Onlara müdahale edemezdi çünkü Afra yaptıklarının sonuçlarıyla yüzleşmeliydi. Herkes gerginlik içinde birbirine bakarken Meliz gülerek, "Elzem," deyip ona yaklaştı. "Az önce ailem derken beni de içine mi kattın?" dediğinde farkında olmadan gerginliği dağıtmıştı.

Doğa, "Ne ilgisi var?" diyerek yüzünü buruşturdu. "Elzem onu öylesine söyledi," deyince Asil kısık sesle homurdanıp, "Beni bile bu kadar kıskanmıyor," diye sitem etmişti.

Leyla Hanım, "Bahoz nerede?" diyerek kızına baktı. Askerlerle birlikte kaleye giren arabada sadece Afra inmişti.

Afra tam, "Onlar kasabada biraz oyalanıyorlar ama gelmek üzereler," demişti ki Elzem yutkunarak, "Geldi," dedi. Yıllarca içinde bir canavar olarak hapsolan adamın ruhunun kokusunu solumuştu. "O burada," dedikten sonra herkesi afallatarak kapıya doğru koştu. Onu o kadar çok özlemişti ki bir saniye bile bekleyemezdi.

Elzem koşarken bir anda önüne çıkan Savcı'nın omzuna çarpmıştı fakat buna rağmen durmadı. Savcı'nın arkasından, "Yine ne işler karıştırıyorsun!" diyen sesini duydu fakat daha hızlı koşarak kalenin kapısından dışarı çıktı. Geride bıraktığı herkes peşinden geliyordu.

Dışarı çıktığında bir atlının kalenin devasa kapısından içeri girdiğini gördü. Nefes nefese durduğunda Bahoz onu görmüştü. Bu uzaklıkta bile, "Elzem," diyen fısıltısını duydu. Bahoz atını durdurup attan atlayarak ona doğru koşunca Elzem gülümsedi ve eteklerini toplayıp koşmaya devam etti. Herkes tarafından izlendiklerinden habersiz birbirine doğru koştular.

Elzem ona yetişip boynuna atlayınca Bahoz onun belini kavradı ve ayaklarını yerden keserek sıkıca sarıldı. Kollarında kaybolan kadına sımsıkı sarılırken kokusunu içine çekti ve "Canavar Güzel'ini çok özledi," diye fısıldadı. Boğuk çıkan sesi ona olan özlemini bir kez daha anlatıyordu. Bahoz uzun zamandır Elzem'in geri dönmesini bekliyordu. Elzem'in ondaki yerini ve değerini kimse anlayamazdı.

Elzem onun göğsüne sokulurken ağlamaklı bir sesle, "Güzel'de Canavarını çok özledi," dedikten sonra hâlâ ona sarılırken başını kaldırıp ona baktı. Bir çift yeşil gözle karşılaşınca iç çekti. Gözlerinin yeşili Elzem'e baktıkça daha da ışıldıyordu. İşin trajikomik tarafı Bahoz'da sarışındı. Tıpkı Elzem gibi yeşil gözleri ve sarı saçları vardı. Ona Sıraç'ı hatırlatınca Elzem abisine bakar gibi ona baktı. Saçlarını arkaya doğru taradığı için alnındaki birkaç çizgi belli ediyordu. Yüzüne çok yakışan orantılı burnu ve fazla uzun olmayan sakallarıyla çok yakışıklıydı. "Tanıdığım o yaratıktan çok uzaksın," diye itiraf etti. Öylesine korkunç bir yaratığın içinde böyle birinin çıkmasını beklemiyordu.

Eskiden ona yaptıklarını hatırlayınca Bahoz'un gözleri gölgelendi. Hiçbirini yapmak istememişti ama lanetini kontrol edemiyordu. Elzem'e baktıkça mazileri bir bir gözlerinin önünde canlanıyordu. Küçücük bir çocuk görüyordu. Ağlamamak için dişlerini sıkarken bedenindeki yaralara gizlice merhem sürmeye çalışıyordu. Elindeki merhemi açık yaraya dokundurduğu an inleyerek elini çekip, 'Acıyor,' diyen sesini duyuyordu. Aynaya bakıp ıslak gözlerle, 'Neden bu kadar acıtıyor?' diyen kederli sesi kulağında hiç eksilmiyordu.

Bir tek onu her şeyden korumayı çok istemişti ama en büyük zararı bir tek ona vermişti.

Bahoz o hiç hata yapmasın diye her günü dua ederek geçirmişti. Elzem'in canını yaktıkça birbirlerine acıyla bağlı oldukları için aynı acıyı o da yaşıyordu. Fakat Elzem'in hata yapmamasını bu sebepten ötürü istememişti. Onun canı yanarken kendi acısını umursamıyordu. Elzem doğduğu an ruhuna karışmış ve ilk adımlarına kadar onunla büyüyüp olgunlaşmıştı. İkisi tek bir bedeni yirmi dört yıl boyunca paylaşan iki farklı ruhtu. Sanki hiç sahip olmadığı kardeşi gibiydi. Kanlı bir geçmişe rağmen birbirlerine saygı duymayı başarmışken, Elzem Akay'ın ondaki önemi paha biçilmezdi.

Elzem onun üzgün bakışlarından neler düşündüğünü anlamıştı. "Konuşacak çok şeyimiz var," diyerek yavaşça ondan ayrıldı. "Ama böyle ayaküstü konuşulacak şeyler değil." Bahoz onu onaylayınca birlikte kaleye doğru yürüdüler.

Savcı ve diğerlerini görünce biraz gerilmişti. Elzem yanlış bir şey yapmamıştı lakin yanlış anlaşılmaktan endişe ediyordu. Onları kınamayan bakışları görünce bir an afalladı. Leyla Hanım bile aralarındaki bağın dostluktan öte olmadığını biliyormuş gibi anlayışla onlara bakıyordu. Afra zerre kadar kıskançlık duymadan tebessüm ederek onları izliyordu. Savcı homurdanarak, "Bu gerçekten gerekli miydi?" demek dışında en küçük bir sorun çıkarmamıştı.

Savcı yürüyüp onun yanına geldiğinde gönülsüz bir şekilde Bahoz ile selamlaştı. Daha sonra Elzem'e dönüp, "Burası çok soğuk hasta olacaksın," dediğinde Elzem tebessüm ederek onunla içeri girdi. Diğerleri Bahoz'u karşılarken ikisi koridorda yürümeye başladılar. Elzem yanındaki adama dönüp, "Yalnız ben hasta olmam," diyerek şifacı olduğunu hatırlattı.

Dümdüz bir şekilde karşısına bakan adam başını salladı. "Biliyorum."

"O zaman neden havayı bahane edip beni ondan uzaklaştırdınız? Bahoz'u da kıskanmış olamazsınız değil mi?

"Kıskanmadım çünkü aranızdaki karışık ilişkiyi biliyorum ama buna rağmen onun kollarına atlaman hoşuma gitmedi."

"Peki, nereye gidiyoruz?"

"Gelinliğini dikecek terzi kaçtı bu yüzden yeni terziyle tanışacaksın," deyince Elzem kaşlarını çatarak ona doğru döndü. "Ne yaptınız adama?" derken sinirden hemen şuracıkta onun ruhunu emebilirdi. Düğüne çok az kalmıştı fakat Savcı sürekli giyeceği gelinlik yüzünden ona sorun çıkartıyordu!

"Asıl sen ona ne yaptın?" diyerek Savcı'da ondan hesap sordu. "O çizdiğin şeyi dikecek biri değildi. Onu nasıl ikna ettiğini sorabilir miyim?" Dekoltesi olan bir gelinliği kolay kolay giydirmeyecek gibi görünüyordu.

"İstediğim türden bir gelinlik olmazsa asla giymem."

Savcı güldü. "Giyinmende sana yardım edebilirim," dedikten sonra arsız bakışları sinirli sevgilisinin bedeninde oyalandı. "Çıkartırkende büyük bir zevkle yardım edebilirim."

"Bazen gerçek anlamda sinirlerimi bozuyorsunuz."

"Oysaki bu senin hep yaptığın bir şey değil mi?"

"Bakıyorum da bugün keyfinize diyecek yok," dedikten sonra yürümeyi bırakıp ona doğru döndü. "Bana meydan okumayın çünkü geri çevirmek doğamda yok," dediğinde Savcı onun bu korkusuz tavırlarına deli oluyordu. Acaba şu anda ne kadar kışkırtıcı olduğunu bilse yine böyle davranır mıydı?

Elzem onun ruhunda yükselen şehveti soluyunca gülmemek için yanaklarının içini ısırdı. "Benimle yalnız kalmak mı istiyorsunuz?" Kısık sesle konuşurken koridorda yalnız olmadıkları için aralarındaki mesafeyi koruyorlardı. Alt dudağını ısırarak kışkırtıcı gözlerle Savcı'ya baktı. "Yalnız kalacağımız bir yere gidelim istiyorsunuz, değil mi?"

Savcı gözlerini onun dudaklarından ayırmazken hızlanan soluklarının arasından, "Bunu inkâr edemem," dedi. Şu lânet dudaklarını rahat bırakmazsa burada yalnız olmadıklarını unutubilirdi.

Elzem başını yan tarafa eğip düşünüyormuş gibi yaptı. Bunu yaparken parmakları kuğu gibi olan ince boynundaydı. Parmağını boynundan yavaşça aşağıya doğru kaydırdıkça Savcı'nın nefes alışları hızlanıyordu. Bilerek onu tahrik ediyordu değil mi? Savcı'nın gözlerine şuh bir ifadeyle bakıp, "Yalnız kalacağımız bir yer biliyorum," dedikten sonra parmakları elbisenin yakasını düzeltirmiş gibi yaparak gerdanına kaydı. Savcı kaskatı bir halde onu izliyordu. Gözlerinin içine bakan kadın, "Ama öncesinde bir talebimi kabul etmelisiniz." O kahrolası parmakları gerdanında oyalandıkça her şeyi kabul edecek durumdaydı. Yalnız kaldıkları ilk fırsatta giydiği elbiseden kurtulacaktı!

Elzem'in parmakları elbisenin önündeki bağcıkları bulunca, "Nedir?" dedikten sonra dişlerinin arasından, "Talebin nedir?" diye sordu.

Elzem uzun kirpiklerini süzerek ona baktı."Çizdiğim gelinliği giymeyi talep ediyorum."

İyi denemeydi.

Savcı hiç düşünmeden, "Reddedildi!" deyince Elzem'in yüzünün aldığı ifadeye kahkahalar atabilirdi. Oyunbaz sevgilisi aklınca onu baştan çıkartıp onca erkeğin içinde o kısacık şeyi giyebileceğini mi sanıyordu? Hem de Araf gibi bir yerde?

Beklemediği bu cevap karşısında küplere binen kadın, "Reddedildi mi?" diyerek yumruklarını sıkarak ona baktı. "Hâlâ mı? Tanrı aşkına taleplerimi reddetmekteki bu ısrarınızın sebebi nedir?" Oysaki az önce sergilediği kışkırtıcı hareketlerden sonra bu sefer kabul edeceğine çok emindi.

Savcı omuz silkti. "Bir sebebi yok, şu ana kadar kabul edeceğim taleplerle bana hiç gelmedin."

"Canın cehenneme lânet adam!"

"Sinirli misin sen?"

"Ne münasebet! Her fırsatta beni geri çeviren bir vahşiyle evlenecek olmanın mutluluğunu yaşıyorum!" diyerek Savcı'yı bırakıp hızlı adımlarla yürümeye başladı.

Savcı giden kadını izlerken ona takılmadan duramadı. "Nereye gidiyorsun? Hani yalnız kalacağımız bir yere gidecektik?"

Elzem, "Reddedildi!" diye bağırınca gülerek başını iki yana salladı. O sinir bozucu gelinliğin intikamını ondan almadan durmayacaktı.

Kolay kolay yenilgiyi kabul etmeyen bir kadına aşıktı. Şu anda durum 1-0'dı ama Elzem'in karşı atağa geçmek için fazla beklemeyeceğini çok iyi biliyordu.

Ona karşı hep kaybediyor olabilir ama gelinlik konusunda hiç şansı yoktu. O saçma şeyi giyip yeni bir skandala imza atmasına izin verecek değildi!
































Evet, bölümün kalan kısmını da okumuş bulunuyorsunuz. Bundan sonra atacağım son bir bölüm olacak ve o da final bölümü olacak.

Bu bölümde Itır ve Gediz'i okuduk. Gördüğünüz gibi onlarda sonunda bir düzen tutturdu. Peki Gediz'in bile biriyle evlenmek isteyeceğini daha önce hiç düşündünüz mü? Günü birlik ilişkiler yaşayan birinde büyük değişiklik var.

Asil ve Doğa cephesinde de işler bundan daha iyi gidemezdi. Abraham'ın evliliklerini onaylamasını bekliyor muydunuz?

Hafız ve Bülbül mü? Sonlara doğru gelirken onlar için de küçük bir yeşil ışık yakmış olabilirim.

Ve Meliz, gördüğünüz gibi bu kurguda aşktan yana kaybeden sadece Meliz oldu. Bunun sebebi Kırım'ın bir Oyunbaz olması. Kontrolünü kaybettiği ilk anda Meliz'e zarar verirdi bu yüzden onların aşkı en başından beri imkânsızdı.

Yorumlarda hâlâ, "Elzem bir Oyunbaz, nasıl Savcı'yla olabilir," gibi şeyler gördüğüm için buna da cevap vermek istiyorum. Elzem Aykırı bir Oyunbaz olduğu için diğer Oyunbazlara göre daha uzun açlığa dayanabiliyor ve bunu kontrol edebiliyor.

Final olacağı için şu son iki bölümde kurgudaki tüm karakterlere değinmek istedim. Elimden geldiğince her birini okumanızı istedim ve hepsinin hayatını bir düzene koymaya çalıştım. Yapabileceğim her şeyi yazdığımı düşünüyorum. Bundan sonraki bölüm veda bölümümüz olacak.

50. bölümde aldığım final kararı neredeyse 70 bölümü buldu. Ama size ta o zaman demiştim final yapana kadar ortaya normal bir kitaptan bir tane daha çıkar diye.

Umarım bu sefer önceki gibi bölümü yayınlamak beni çok uğraştırmaz çünkü bir haftadır Wattpad'da bazı sorunlar yaşıyorum.

Veda bölümünde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun. 💙

Continue Reading

You'll Also Like

3.3K 118 10
Seninle paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki..Hangisiyle başlasam bilmiyorum.Seninle.. evimi, kanepeyi hatta televizyon kumandasını bile paylaş...
BOREAS By A.TUNAHAN MIZRAK

Historical Fiction

730 511 6
"Tarih boyunca insanlar farklı coğrafyalarda yaşadılar ama asla yönetimsiz yaşayamadılar. Kendilerine liderler, krallar seçtiler. Çünkü toplulukları...
124K 15.1K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
672 276 10
Baksana Karanlığın diğer tarafını buldum sonunda Affet beni kalbimdeki Kalbim olan Hislerim olan Affet beni sevgilim Seni seviyorum Hayır Baksana A...