Savaş ve Barış

By ClassicsTR

6.9K 168 13

I. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Na­poléon'un Rusya'yı işgalini anlata... More

Savaş ve Barış İçin Önsöz Taslağı (1865)
Savaş ve Barış Adlı Kitap İçin Birkaç Söz (1868)
BİRİNCİ KİTAP
III - IV
V - VI
VII - VIII
IX - X - XI
XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII
XIX - XX
XXI
XXII
XXIII - XXIV
XXV
İKİNCİ BÖLÜM
III - IV
V - VI
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX
XX - XXI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
III - IV
V - VI - VII
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX
İKİNCİ KİTAP
IV - V - VI
VII - VIII - IX - X
XI - XII - XIII - XIV
XV - XVI İkinci Bölüm I - II
IV - V - VI - VII
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
VI - VII - VIII - IX
X - XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII
XIX - XX - XXI - XXII - XXIII
XXIV - XXV - XXVI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII
XIII - BEŞİNCİ BÖLÜM
IV - V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI - XII
ÜÇÜNCÜ KİTAP
V - VI - VII - VIII
IX - X - XI
XII - XIII - XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI
XXII - XXIII - XXIV - İkinci Bölüm I - II - III
IV - V - VI
VII - VIII - IX - X
XI - XII -XIII - XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX - XX -XXI
XXII - XXIII - XXIV - XXV - XXVI
XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI
XXXII - XXXIII - XXXIV - XXXV - XXXVI - XXXVII
XXXVIII - Üçüncü Bölüm I - II - III - IV
V - VI - VII - VIII - IX - X
XI - XII - XIII - XIV - XV - XVI
XVII - XVIII -XIX - XX - XXI - XXII
XXIII - XXIV - XXV - XXVI
XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI
XXXII - XXXIII - XXXIV
Dördüncü Bölüm I - II - III - IV - V - VI
VII - VIII - IX - X - XI - XII
XIII - XIV - XV - XVI
Beşinci Bölüm I - II - III - IV - V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII - XIII -XIV
XV - XVI - XVII- XVIII - XIX
Altıncı Bölüm I - II - III - IV - V - VI
VII - VIII - IX - X - XI -XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII -XIX
Yedinci Bölüm I - II - III - IV -V - VI - VII
VIII - IX - X -XI - XII -XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII - XIX - XX
EPİLOG
VII - VIII - IX - X - XI
XII - XIII - XIV - XV
XVI - İkinci Bölüm I - II - III - IV
V - VI - VII - VIII

IX - X - XI - XII

107 3 0
By ClassicsTR



Tarih için özgürlük ve zorunluluk sorununun çözülmesi, bu sorunu çözen öbür bilimler karşısında şu üstünlüğü taşır: Tarih için bu sorun insan iradesinin özüyle değil, bu iradenin geçmişte yaşanan olaylara bakışıyla ilgilidir.

Bu sorunun çözülmesi konusunda tarih, deneysel bilimlerin değil, teorik bilimlerin arasında duruyor.

Tarihin konusu insan iradesinin kendisi değil, bizim bu irade hakkındaki yorumumuzdur.

Bu nedenle tarih için tanrıbilim, ahlak ve felsefe için de olduğu gibi, özgürlükle zorunluluğun birleşmesinde çözülmez bir sır yoktur. Tarih, bu iki tezadı birleştiren insan anlayışını inceler.

Gerçek hayatta her tarihsel olay, insanın her hareketi, olayların kısmen özgür, kısmen zorunlu görünmesine karşın, en küçük bir çelişki hissedilmeden açıkça anlaşılır.

Özgürlükle zorunluluğun nasıl birleştiği ve bu iki kavramın özünü oluşturan şeyin ne olduğu sorununu çözmek için tarih felsefesi öbür bilimlerin gittiği yola aykırı bir yoldan gidebilir ve gitmek zorundadır. Tarih, özgürlük ve zorunluluk kavramlarının tariflerini bizzat bu kavramlardan çıkarmaya ve olayları böylece elde edilen tariflere uydurmaya çalışacak yerde bu tarifleri, göz önünde duran ve her zaman özgürlükle zorunluluğa bağlı bulunan olayların düzenli yığınından çıkarmalıdır.

İnsanların çoğunun ya da bir tek kişinin eylemine nasıl bakarsak bakalım, onu kısmen insan özgürlüğünün, kısmen zorunluluk yasalarının sonucu gibi anlarız.

Kavimlerin göçünde olsun, barbar istilalarında olsun ya da III. Napoléon'un emirlerinde, birinin az önce, örneğin bir gezinti için çeşitli yollardan birini seçme eyleminde olsun en küçük bir çelişki görmeyiz. Bu insanların eylemlerini yöneten özgürlük ve zorunluluk ölçüsü bizim için açık olarak belli olmuştur.

Özgürlüğün azlığı ya da çokluğu bize hâkim olan türlü görüşlere göre çok değişir; fakat her zaman aynı şekilde, insanın her eylemi bize ancak özgürlük ve zorunluluğun belirli bir çeşidi gibi görünür. İncelediğimiz her eylemde belli bir özgürlük ve zorunluluk payı görürüz. Ve her zaman, herhangi bir eylemde ne kadar çok özgürlük görürsek o kadar az zorunluluk ve ne kadar çok zorunluluk görürsek o kadar az özgürlük buluruz.

Özgürlükle zorunluluk arasındaki ilişki, eylemin incelendiği görüşe göre azalır ya da çoğalır ama bu ilişki her zaman ters orantılı kalır.

Boğulmakta olan ve başkasına sarılarak onu da boğan bir adam ya da çocuğunu emzirmekten bitkin bir hale gelerek yiyecek çalan aç bir anne ya da korunmasız bir insanı saflara dizerek komutla öldüren, disipline alıştırılmış bir adam bu insanların bulundukları koşulları bilen bir kimseye daha az suçlu, yani daha az özgür ve zorunluluk yasasına daha çok tabi görünür; bu adamın kendi kendine boğulduğunu, annenin aç, askerin saf düzeninde olduğunu bilmeyen biriyse daha çok özgür görünür. Tıpkı bunun gibi, 20 yıl önce birini öldürmüş, sonra da rahatça, ceza almadan toplumda yaşamış olan biri daha az suçlu görünür; onun eylemi, 20 yıl sonra onu inceleyen biri için zorunluluk yasasına daha çok tabi, aynı eylemi işlendiği günden bir gün sonra inceleyen biri içinse daha çok özgürdür. Tıpkı bunun gibi, bir delinin, bir sarhoşun veya şiddetli bir heyecana kapılmış bir adamın hareketi, onun ruh durumunu bilen bir kimseye daha az özgür, daha çok zorunlu, bilmeyen bir kimseye ise daha çok özgür, daha az zorunlu görünür. Bütün bu durumlarda özgürlük kavramı azalır ya da çoğalır; buna uygun olarak da zorunluluk kavramı, eylemin incelenmesinde hâkim olan görüşe göre, azalır veya çoğalır. Öyle ki zorunluluk ne kadar çok görünürse özgürlük o kadar azdır, özgürlük ne kadar çok görünürse zorunluluk o kadar azdır.

Din, insanlığın sağduyusu, hukuk ve tarih biliminin kendisi zorunluluk ile özgürlük arasındaki bu ilişkiyi aynı şekilde anlıyorlar.

Özgürlük ve zorunluluk anlayışımızın artıp eksildiği tüm durumlarda yalnız üç esas vardır:

1) Eylemi gerçekleştiren kişinin dış dünyaya karşı duruşu.

2) Zamanla ilişkisi.

3) Eylemi doğuran nedenle ilişkisi

Birinci esas, insanın dış dünyayla az ya da çok ilişkisi ve her insanın, kendisiyle aynı anda mevcut olan her şey arasında işgal ettiği yer hakkındaki düşüncemizdir. Boğulan adamın karada duran adamdan daha az özgür ve zorunluluğa daha çok tabi olduğu açıktır; kalabalık bir toplumda diğer insanlarla sıkı bir ilişki içinde yaşayan, aileyle, işle, kurumlarla ilişkili bir kimsenin hareketleri, şüphesiz tek ve yalnız başına olan kimsenin hareketlerinden daha az özgür, zorunluluğa daha çok tabidir.

Bir insanı tek olarak, çevresiyle ilişkileri dışında incelersek onun her hareketi bize özgürce yapılmış hareketler olarak görünür. Ama onun çevresiyle arasındaki herhangi bir ilişki, onu herhangi bir şeyle, konuştuğu insanla, okuduğu kitapla, meşgul olduğu işle, onu çevreleyen havayla, hatta etrafındaki eşyaya düşen ışıkla bağlayan bir bağ görürsek bu şartlardan her birinin onun üzerinde etkide bulunduğunu, eyleminin hiç olmazsa bir yanını belirlediğini anlarız. Bu etkileri gördüğümüz oranda onun özgürlüğü hakkındaki görüşümüz zayıflar, tabi olduğu zorunluluk hakkındaki görüşümüzse güçlenir.

İkinci esas, insanın yaşadığı zamanın az veya çok belli şartları, eylemin zaman içinde işgal ettiği yer hakkındaki az veya çok açık fikirdir. İlk insanın düşüşü, açık olarak bugünkü insanın medeni evliliğinden daha az özgür görünür. Bir yüzyıl önce yaşayan ve bana zamanla bağlı bulunan insanların hayatları ve eylemlerinin sonuçları benim henüz tam olarak göremediğim bugünkü hayat kadar özgür görünemez.

Eyleme uygulanan özgürlük ve zorunluluk derecesi, bu bakımdan, eylemin gerçekleştirildiği anla üzerinde fikir yürütüldüğü an arasında geçen zamanın uzunluğuna veya kısalığına bağlıdır.

Bir dakika önce aşağı yukarı şimdi bulunduğum şartlar içinde gerçekleştirmiş olduğum bir eylemi incelersem, bu eylem bana özgür gibi görünür. Ama bir ay önce gerçekleştirilmiş bir eylemi incelersem, başka şartlar içinde bulunduğum için, ister istemez kabul ederim ki bu eylem gerçekleştirilmemiş olsaydı doğurduğu yararlı, iyi, hatta zorunlu sonuçlar olmayacaktı. Eğer zihnimde daha uzak bir eyleme, on yıl geriye gidersem gerçekleştirdiğim eylemin sonuçları bana daha açık görünür; bu eylem olmasaydı ne olacağını düşünmek benim için zor olur. Hatıralarımla ne kadar geriye veya yargılarımda ne kadar ileriye (ki bu aynı şeydir) gidersem eylemin özgür olduğu hakkındaki yargım da o kadar şüpheli olacaktır.

İnsanlığın ortak eylemlerinde özgür iradenin rolü hakkındaki görüşte, tarihte de aynı değişimleri görürüz. Bugün yaşanan bir olay bize kesin surette bazı tanınmış insanların eseri gibi görünür; fakat daha uzak bir olayda biz onun artık başka bir şey düşünmemize engel olan zorunlu sonuçlarını görürüz. Olayları incelerken ne kadar geriye gidersek bunlar bize o kadar az keyfî görünürler.

Avusturya-Prusya Savaşı bize kurnaz Bismarck'ın hareketlerinin şüphe götürmez sonucu vs. gibi görünür.

Napoléon savaşları her ne kadar artık şüpheli de olsa, bize hâlâ kahramanların iradesinin eseri gibi gelirler; ama Haçlı seferlerinde biz açıkça yerine oturan bir olay görürüz ki, onsuz Avrupa'nın yeni tarihi düşünülemez; bununla birlikte tarihçiler için bu olay yalnızca bazı kişilerinin iradesiyle gerçekleşmişti. Kavimlerin göçü söz konusu olunca, Avrupa'nın ilerlemesinin Atilla'nın keyfine bağlı olduğu düşüncesi zamanımızda artık kimsenin aklına gelmez. Gözlem konumuzu tarihte ne kadar uzaklara götürürsek insanların özgürlüğü de o kadar şüpheli bir şekil alır, zorunluluk yasası da o kadar açık görünür.

Üçüncü esas, aklın zorunlu kıldığı sonsuz nedenler dizisinin bizim tarafımızdan az veya çok kavranılabilir oluşudur ki, anlaşılan her olayın ve dolayısıyla insanın her eyleminin, daha önceki eylemlerin sonucu ve daha sonrakilerin nedeni olarak, bu dizide belli bir yerinin olması gerekir.

Bu esastan dolayı kendimizin ve başkalarının eylemleri bize bir yandan insanın tabi olduğu, gözlemlerden çıkarılmış fizyolojik, psikolojik ve tarihî yasaları ne kadar biliyorsak, eylemlerin fizyolojik, psikolojik ve tarihsel nedenlerini ne kadar dikkatle incelemişsek; öbür yandan gözlenen eylemin kendisi ne kadar basitse, eylemini incelediğimiz adam karakter ve zekâ bakımından ne kadar az karışıksa o kadar özgür ve zorunluluğa o kadar tabi görünür.

Bir eylemin nedenini hiç anlamadığımız zaman (suç olsun, hayırlı bir iş olsun ya da iyilikle de kötülükle de ilgisi olmayan bir eylem olsun) ona büyük bir özgürlük payı tanırız. İşlenen bir suçsa her şeyden önce bu eylemin cezalandırılmasını isteriz; hayırlı bir işse bu hareketi takdir ederiz. İyilikle de kötülükle de ilgisi olmayan bir eylemse özellikten, orijinallikten, özgürlükten söz ederiz. Ama eğer sayısız nedenlerden birini olsun biliyorsak zorunluluğa belli bir pay tanırız; suç için daha az ceza isteriz, hayırlı işte daha az değer, orijinal görünen eylemde daha az özgürlük kabul ederiz. Katilin kötü kişiler arasında terbiye görmüş olması suçu hafifletir. Babanın, annenin fedakârlığı, takdir edilebilecek bir fedakârlık sebepsiz bir fedakârlıktan daha akla yatan bir şeydir; bunun için daha az sempatiye layık, daha az özgürdür. Bir tarikat kurucusu, bir parti kurucusu, bir bilgin, eyleminin nasıl ve ne ile hazırlandığını bildiğimiz zaman bizi daha az hayrete düşürür. Eğer deneyimimiz çoksa, gözlemimiz sürekli olarak insanların eylemlerinin nedenleri ve sonuçları arasındaki ilişkilerin araştırılmasına yöneltilmişse, sonuçları nedenlere ne kadar sağlam bağlarsak, bu eylemler bize o kadar zorunlu ve o kadar az özgür görünür. Eğer incelenen işler basitse ve gözlem için elimizden böyle pek çok işler geçmişse onların zorunluluğu hakkındaki görüşümüz daha tam olacaktır. Şerefsiz bir baba evladının şerefsizce hareketi, belli çevreye düşmüş bir kadının kötü hareketi, bir ayyaşın ayyaşlığa dönüşü öyle hareketlerdir ki, nedenleri tarafımızdan ne kadar anlaşılır şeylerse o kadar özgür görünürler. Eylemini incelediğimiz kişinin kendisi bir çocuk, bir deli, bir budala gibi, zekâ bakımından çok aşağı bir gelişme seviyesinde bulunuyorsa eylemin nedenlerini, karakterin ve zekânın basitliğini bilmekle biz artık onda o kadar büyük bir zorunluluk payı ve o kadar az özgürlük görürüz ki eylemi doğuracak nedeni öğrenince onu önceden haber verebiliriz.

Tüm yasalarda suçun sorumluluğu ve suçu hafifleten durumlar ancak bu üç esas üzerine kurulur. Sorumluluk, eylemi incelenen kişinin bulunduğu şartlar hakkındaki bilginin ve eylemin gerçekleştirilmesinden, hakkında yargıya varılıncaya kadar geçen zamanın çok ya da az olmasına, eylemin nedeninin anlaşılma derecesine göre, büyük veya küçük görünür.


X


Böylece, özgürlük ve zorunluluk anlayışımız dış dünyayla eylem arasındaki bağın derecesine, zamanın yakınlık veya uzaklığına, incelenen olayların nedenlerine bağlılık oranına göre derece derece azalır ve çoğalır.

Öyle ki, eğer biz insanı, dış dünyayla bağının en çok bilindiği, eylemin gerçekleştirildiği zamanla vardığımız yargıyı ayıran dönemin en uzun ve eylemin nedeninin en açık olduğu bir durumda incelersek zorunluluğa daha çok hak veririz. Eğer insanı dış koşullara en az bağlı bir durumda incelersek; eğer eylem yakın bir zamanda gerçekleşmişse, nedenleri kavrayamıyorsak bu durumda da eylemin daha çok özgür iradeyle yapıldığı fikrine varırız.

Her iki durumda da, görüşümüzü ne kadar değiştirirsek değiştirelim, insanın dış dünyayla arasındaki bağı ne kadar iyi görürsek görelim ya da o bize ne kadar kavranılmaz görünürse görünsün, arada geçen zaman devresini ne kadar uzatır veya kısaltırsak kısaltalım, nedenler bizim için ne kadar anlaşılır ya da kavranılmaz olursa olsun hiçbir zaman ne tam özgürlük ne de tam zorunluluk düşünebiliriz.

1) İnsanı ne kadar dünyadan kopuk düşünürsek düşünelim, hiçbir zaman mekân içinde özgürlük fikrine varamayız. İnsanın her hareketi zorunlu olarak kendi cismiyle ve onu çevreleyen şeylerle bağlıdır. Elimi kaldırıyor ve indiriyorum. Hareketim bana özgür iradeyle yapılmış gibi geliyor. Ama elimi her yöne kaldırabildim mi, diye kendi kendime sorduğum zaman görüyorum ki, beni çevreleyen eşya içinde olduğu gibi kendi gövdemin durumuna göre de hangi yönde bu hareket için en az engel varsa elimi o yönde kaldırdım. Seçilmesi mümkün bütün yönlerden birini seçtimse bu yönde az engel bulunduğu için onu seçtim. Hareketimin özgür olması için hiçbir engelle karşılaşmaması gerekir. Özgür bir insan tasarlayabilmek için onu mekân dışında hayal etmemiz gerekir, ki bunun imkânsızlığı meydandadır.

2) Yargı zamanını eylem zamanına ne kadar yaklaştırırsak yaklaştıralım, hiçbir vakit, zaman içinde özgürlük fikrine varamayız. Çünkü eğer ben bir saniye önce işlenmiş bir eylemi incelersem, eylem, gerçekleştirildiği zamanla zincirli bulunduğuna göre, bu eylemin özgür olmadığını yine de kabul etmek zorundayım. Elimi kaldırabilir miyim? Onu kaldırıyorum; ama kendi kendime soruyorum: Geçen o anda elimi kaldırmayabilir miydim? Bunu anlamak için sonraki anda elimi kaldırmıyorum. Ama onu, özgür olup olmadığımı kendi kendime sorduğum ilk anda kaldırmamış değilim ki. Onu durdurmak gücünde olmadığım bir zaman geçti; o zaman kaldırdığım el şimdi kaldırmadığım el değildir, o hareketi yaptığım zamanki hava şimdi beni çevreleyen hava değildir. İlk hareketi yaptığım an bir daha geri gelmez; o anda ben ancak bir tek hareket yapabilirdim ve nasıl bir hareket yaparsam yapayım bu hareket ancak tek bir hareket olabilirdi. Sonraki anda elimi kaldırmamış olmam kaldırmayabileceğimi ispat etmez. Hareketim bir an içinde ancak bir tek hareket olabileceğine göre, bu başka türlü olamazdı. Bu hareketi özgür bir hareket olarak düşünebilmek için onu bulunduğu durumda, geçmişle geleceğin sınırında, yani zamanın dışında düşünmek gerekir, ki bu da imkânsızdır.

3) Nedenleri kavramanın güçlüğü ne kadar artarsa artsın hiçbir zaman tam özgürlük fikrine, yani sebebin yokluğu sonucuna varamayız. Kendimizin ya da bir başkasının herhangi bir eyleminde ifade edilmiş bir iradenin nedeni bizim için ne kadar kavranılmaz olursa olsun, aklın istediği ilk şey, varlığı dışında hiçbir olay düşünülemeyen nedenin tahmini ve araştırılmasıdır. Hiçbir nedene bağlı olmayan bir eylemde bulunmak istemiş olmam, eylemimin nedenidir.

Hatta tüm etkilerin dışında bir insan düşünüp de yalnızca onun ani bir hareketini incelersek ve bunu hiçbir nedenin doğurmadığını farz ederek sıfıra eşit sonsuz küçüklükte özgürlük ve zorunluluk kalıntısı kabul etsek bile yine de tam bir özgürlük kavramı elde edemeyiz; zira dış dünyanın etkisini kabul etmeyen, zaman dışında bulunan, nedenlere bağlı olmayan bir varlık artık insan değildir.

Tıpkı bunun gibi biz hiçbir zaman özgürlüğün katılımı olmadan meydana gelen ve yalnız zorunluluk yasasına tabi olan bir eylem düşünemeyiz.

1) İnsanın bulunduğu mekân şartları hakkındaki bilgimiz ne kadar artarsa artsın, sonsuz olan mekân gibi bu şartların sayısı da sonsuz büyüklükte olduğu için, bilgi hiçbir zaman tam olamaz. Onun için insana etki eden şartlar bütün olarak belirlenmedikçe tam zorunluluk yoktur, eylemde özgürlüğün belli bir payı vardır.

2) İncelediğimiz olaydan yargımızın belirdiği döneme kadar olan süreyi ne kadar uzatırsak uzatalım bu süre sonlu olacaktır, zamansa sonsuzdur, onun için bu bakımdan hiçbir zaman tam zorunluluk olamaz.

3) Herhangi bir eylemin nedenler zinciri ne kadar açık olursa olsun, sonsuz olduğuna göre, zincirin tamamını hiçbir zaman bilmeyeceğiz ve yine hiçbir zaman tam zorunluluk elde etmeyeceğiz.

Bundan başka, "çok az" özgürlüğü sıfıra eşit farz ederek herhangi birinde, örneğin can çekişen bir insanda, bir ceninde, bir budalada özgürlüğün tam yokluğunu kabul etmiş olsak bile bununla, incelediğimiz insan hakkındaki kavramın kendisini ortadan kaldırmış oluruz; çünkü özgürlük yoksa insan yoktur. Bu nedenle özgürlüğün kırıntısının bile kalmadığı, yalnızca zorunluluk yasasına tabi bir eylem de tamamıyla özgürlüğe dayalı bir eylem gibi imkânsızdır.

Böylece, yalnız zorunluluk yasasına tabi özgürlüksüz bir eylem tasarlayabilmek için "sonsuz" sayıda mekân şartının, "sonsuz" bir zaman devresinin ve "sonsuz" bir sıra nedenin bilindiğini kabul etmek gerekir.

Zorunluluk yasasına tabi olmayan, tamamıyla özgür bir insanı ancak "mekân ve zamanın dışında, nedenlere bağlılıktan uzak" tasavvur edebiliriz.

Birinci koşulda, eğer salt zorunluluk mümkün olsaydı aynı zorunlulukla zorunluluk yasasının tarifine, yani içerikten yoksun bir biçime varırdık.

İkinci koşulda, eğer zorunluluğa koşulu olmayan bir özgürlük mümkün olsaydı mekân, zaman ve nedenler dışında mutlak bir özgürlüğe varmış olurduk ki bu özgürlük mutlak olduğu, hiçbir şeyle sınırlanmış bulunmadığı için kendisi bir hiçten, biçimsiz bir içerikten ibaret olurdu.

Böylece insanoğlunun dünyaya bakışını belirleyen iki genel görüşe, yaşamın kavranılmaz içeriğine ve bunu saptayan yasalara kanunlara gelirdik.

Akıl şunu söylüyor: 1) Mekân, görünüşünün (maddenin) ona verdiği tüm şekilleriyle sonsuzdur, başka türlü düşünülemez. 2) Zaman, sonsuz bir harekettir, başka türlü düşünülemez. 3) Sebepler ve sonuçlar zincirinin başlangıcı yoktur, sonu da olamaz.

Bilinç şunu söylüyor: 1) Yalnız ben varım, var olan her şey benden ibarettir; demek ki mekân da benim. 2) Koşan zamanı içinde bulunduğum durumun hareketsiz anıyla ölçüyorum ve yaşayan bir varlık olduğumu yalnız içinde bulunduğum durumda anlıyorum, demek ki zamanın dışındayım. 3) Nedenin de dışındayım, çünkü kendimi hayatımın her türlü belirtilerinin nedeni gibi hissediyorum.

Akıl, zorunluluk yasalarını ifade eder. Bilinç, özgürlüğü temsil eder.

Hiçbir şeyle sınırlı olmayan özgürlük insanoğlunun bilincinde yaşamın özüdür. İçeriği olmayan bir zorunluluk, insanın (üç şekliyle) akıl ve mantığıdır.

Özgürlük, incelenen şeydir. Zorunluluksa inceleyen. Özgürlük, içeriktir. Zorunluluksa, biçim.

Ayrı ayrı yargılara varabilmek için bu iki anlayışı öncelikle ayırmak, ayrı olarak ele almak gerekir.

Ve ancak onların yeniden birleşmesiyle insanoğlunun yaşamı hakkında açık bir fikir edinilir.

Biçim ve içerik bakımından birleşerek birbirini belirleyen bu iki kavram yaşam anlayışımızı oluşturur.

İnsanların yaşamı hakkında tüm bildiklerimiz ancak özgürlükle zorunluluk, yani bilinçle akıl yasaları arasındaki ilişkidir.

Doğa hakkında bildiklerimiz, doğa yasalarıyla zorunluluk ya da yaşamın özüyle akıl yasaları arasındaki ilişkilerle sınırlıdır.

Doğa yasaları bizim dışımızdadır, mantığımız onları kavramaz; bu yasaları biz çekim, süreklilik, elektrik, yaşam gücü vs. diye adlandırırız; ama insanın yaşam gücünü kavrar ve onu özgürlük diye adlandırırız.

Ama nasıl kendi özü içinde kavranılmaz olanı, tabi olduğu zorunluluk yasalarını (tüm cisimlerin ağır olduğu hakkındaki ilk bilgiden Newton kanununa kadar) bildiğimiz oranda anlıyorsak, bunun gibi, kendi özü içinde kavranılmaz olan, herkesin sezdiği özgürlük kuvvetini de ancak tabi olduğu zorunluluk yasalarını (her insanın öleceğini bilmekten başlayarak en karışık iktisat ve tarih kanunları bilgisine varıncaya kadar) ancak bilgimiz oranında anlarız.

Bilgi, yaşamın özünü aklın yasalarına tabi kılmaktan ibarettir.

İnsanın özgürlüğü, bütün diğer kuvvetlerden, insan tarafından anlaşılabilen bir kuvvet olmakla ayrılır; ama akıl için öbür kuvvetlerden hiçbir biçimde ayrılmaz. Çekim, elektrik ya da kimyevi ilişki, birbirinden yalnızca aklın ayrı ayrı tarifleriyle ayrılırlar. Aynı şekilde insan özgürlüğünün gücü de akla göre, doğanın öbür güçlerinden ancak bu aklın kendisine yaptığı tarifle ayrılır. Zorunluluklardan bağımsız özgürlük, yani kendisini tarif eden akıl ve mantık yasaları dışında özgürlükse çekimden ya da ısıdan ya da bitkinin gücünden hiç farklı değildir; akıl ve mantık için o yalnızca yaşamın anlık, belirlenemez bir duyumudur.

Nasıl gök cisimlerini hareket ettiren gücün belirlenemez içeriği, ısının, elektriğin, kimyevi belirlenimin, astronominin, fiziğin, botaniğin, zoolojinin içeriğini oluşturursa bunun gibi özgürlük gücünün özü de tarihin içeriğini oluşturur. Ama nasıl her bilimin konusu yaşamın bu bilinmeyen özünün belirtisi ise ve bu özün kendisi ancak metafiziğin konusu olabilirse bunun gibi insanların özgürlükten gelen gücünün mekân ve zaman içinde nedenlere bağlı olarak ortaya çıkışı da tarihin konusunu belirler; özgürlük de metafiziğin konusudur.

Canlı cisimlere yönelmiş bilimlerde bilebildiğimiz şeylere zorunluluk yasaları diyoruz; bilinmeyenlere ise yaşam gücü. Yaşam gücü, yaşamın özü hakkında bildiklerimizden artakalan bilmediklerimizin ifadesidir.

Aynı şekilde, tarihte tarafımızdan bilinen şeylere zorunluluk yasaları diyoruz; bilinmeyenlere ise özgürlük. Tarih için özgürlük ancak insan hayatının yasaları hakkında bildiklerimizden artakalan bilmediklerimizin ifadesidir.


XI


Tarih, özgürlüğün belirtilerini zaman içinde dış dünyaya bağlı ve çeşitli nedenlere tabi bir halde inceler, yani bu özgürlüğü aklın yasalarıyla belirler; bu nedenle tarih ancak bu özgürlük bu yasalarla belirlenebildiği oranda bir bilimdir.

Tarih için, insanların özgürlüğünü, tarihsel olaylara etkide bulunabilen, yani yasalara tabi olmayan bir güç olarak kabul etmek neyse, astronomi için gök cisimlerinin hareketinde özgürlüğün gücünü kabul etmek de odur.

Bunu kabul etmek, yasaların varlığını, yani tüm bilimleri ortadan kaldırmaktır. Özgür olarak hareket eden tek bir cisim bile varsa Kepler ve Newton yasaları artık mevcut değildir, gök cisimlerinin hareketi hakkında hiçbir fikir artık mevcut olamaz. Eğer bir tek özgür insan hareketi varsa hiçbir tarih yasası ve tarihî olaylar hakkında hiçbir fikir yoktur.

Tarih için insan iradelerinin birtakım hareket hatları vardır ki bunların bir uçları belirsizliğin içinde kaybolur, öbür uçlarındaysa mekân ve zaman içinde, çeşitli nedenlere bağlı bir halde insanların özgürlük bilinci hareket eder.

Bu hareketin alanı gözlerimizin önünde ne kadar uzanırsa yasası da o kadar açıktır. Bu yasaları belirleyip betimlemek, tarihin görevidir.

Tarih bilimi, belirtilerin nedenlerini insanların özgür iradelerinde arayarak yasa koyamaz, çünkü insanların özgürlüğünü ne kadar sınırlandırırsak sınırlandıralım, onu yasalara tabi olmayan bir güç olarak kabul ettiğimiz anda yasanın varlığı imkânsız hale gelir.

Ancak bu özgürlüğü sonsuza kadar sınırlandırarak, yani ona sonsuz küçüklükte bir nicelik gibi bakarak nedenlerin bütünüyle kavranılmaz olduğuna inanırız ve o zaman tarih kendi önüne, nedenleri araştırma yerine yasaları araştırma görevini koyar.

Bu kanunları araştırma işi çoktan başlamıştır; tarihin benimsemesi gereken yeni düşünüş tarzları, olayların nedenlerini gittikçe daha çok parçalara ayırarak eski tarihin yok olmaya doğru gitmesiyle bir anda hazırlanıyorlar.

Bütün sosyal bilimler bu yolu izledi. Bilimlerin özü matematik, sonsuz küçüğe vararak parçalanma yolunu bırakıyor, yeni bir yola, bilinmeyenlerin, sonsuz küçüklerin bütünlenmesi yoluna giriyor. Matematik, neden kavramından ayrılarak bir yasa, yani bütün bilinmeyen sonsuz küçük unsurlar için ortak özellikler arıyor.

Diğer bilimler de, başka bir şekilde olmakla birlikte, aynı düşünüş yolunu izlediler. Newton çekim yasasını açıklarken bunun güneşin ya da dünyanın çekme özelliği olduğunu söylemedi; en büyüğünden en küçüğüne kadar bütün cisimlerin birbirlerini çektiğini söyledi, yani cisimlerin hareketlerinin nedenlerini bir tarafa bırakıp sonsuz büyükten sonsuz küçüğe kadar tüm cisimler için ortak özelliklerini ifade etti. Doğa bilimleri de aynı şeyi yapıyor: Nedenler sorununu bırakıp yasaları arıyorlar. Tarih de aynı yol üzerinde bulunuyor. Tarihin konusu insanların hayatından bazı olaylar anlatmak değil de ulusların ve insanlığın hareketlerini incelemekse, nedenler sorununu ortadan kaldırıp özgürlüğün eşit ve birbirine bağlı tüm sonsuz küçük unsurlarına ortak yasalar araştırması gerektir.


XII


Copernic sistemiyle birlikte güneşin değil, dünyanın döndüğü kabul edilince, bu, eskilerin bütün kozmografyasını altüst etti. Bu sistemi reddedip cisimlerin hareketi prensibine dayanan eski görüş üzerinde durmak mümkündü ama onu çürütmeden Ptolemaios (Klaudios Ptolemaios, MS II. yüzyılda yaşamış ünlü astronom gökbilimci. Almagest adlı yapıtında gökcisimlerinin karmaşık hareketlerini inceledi ve dünyanın evrenin merkezi olduğunu açıkladı)  cisimlerini incelemeye devam etmek imkânsız görünüyordu. Yine de Copernic'in keşfinden sonra da Ptolemaios cisimleri daha uzun zaman incelenmeye devam etti.

Doğum ya da cinayet sayısının matematik yasalara tabi olduğu ve bazı coğrafi, siyasi ve ekonomik şartların bu veya şu yönetim biçimlerini belirlediği, nüfusla toprak arasındaki ilişkilerin halk hareketlerini doğurduğu kanıtlandığından beri tarihin dayandığı temeller esasından yıkıldı.

Yeni yasaları reddedip eski tarih görüşünü korumak mümkündü, fakat onları reddetmeden, herhalde, tarihsel olayları insanların özgür iradelerinin eseri olarak incelemeye devam etmek imkânsızdı. Zira bu ya da şu yönetim şekli, bu veya şu halk hareketi, bu veya şu coğrafi, etnografik veya ekonomik şartların sonucu olarak kurulmuş ve meydana gelmişse bize idare şeklini kurmuş veya halk hareketini uyandırmış gibi görünen insanların yönetimi, bir "neden" sayılamaz artık.

Öyleyken eski tarih, kendi prensipleriyle doğrudan doğruya çelişki halinde olan istatistik, coğrafya, siyasi ekonomi, karşılaştırmalı filoloji ve jeoloji yasalarıyla yan yana incelenmeye devam ediyor.

Doğa felsefesinde eski ve yeni görüşler arasındaki savaş uzun ve şiddetli oldu. Tanrıbilim eski görüşün koruyuculuğunu yaptı, yeni görüşü, vahyi yıkmakla suçladı. Ama gerçeklik üstün gelince tanrıbilim yeni temeli üzerine yine öyle sağlamca yerleşti.

Eski ve yeni tarih görüşleri arasındaki savaş şimdi de öyle uzun ve şiddetli oluyor, tanrıbilim yine eski görüşün koruyuculuğunu yapıyor, yeni görüşü vahyi yıkmakla suçluyor.

Birinci halde olduğu gibi ikincisinde de savaş her iki tarafta hırsları uyandırıyor, gerçeği boğuyor. Bir yandan yüzyılların yükselttiği bina için beslenen korku ve acıma duygusu; öbür yandan yıkma hırsı baş gösteriyor.

Doğa felsefesinin yeni gerçeğiyle savaşan insanlara, bu gerçekleri kabul etmekle Tanrı'ya, evrenin yaradılışına, Nun oğlu Yeşu'nun mucizelerine inançları yıkılıyormuş gibi geliyordu. Copernic ve Newton yasalarını savunanlara, örneğin Voltaire'e astronomi yasaları dini yıkıyor gibi geliyor ve o, çekim yasalarını dine karşı bir silah olarak kullanıyordu.

Şimdi de aynı şekilde, öyle sanılıyor ki ruh, iyilik, kötülük kavramlarının ve bu kavramlar üzerinde yükselen tüm devlet ve kilise kurumlarının yıkılması için zorunluluk yasasının kabul edilmesi yeterlidir.

Şimdi de aynı şekilde, zamanında Voltaire gibi zorunluluk yasasının takdir görmemiş savunucuları da bu yasayı dine karşı bir silah olarak kullanıyorlar; oysa astronomide Copernic yasası gibi tarihte zorunluluk yasası da devlet ve kilise kurumlarının yükseldiği temeli yok etmek şöyle dursun, sağlamlaştırıyor.

O zaman astronomide olduğu gibi şimdi de tarih alanında tüm görüş ayrılıkları, görünür olaylara ölçü hizmetini gören mutlak birimin tanınması ya da tanınmaması üzerinde temellenmiştir. Astronomide bu, dünyanın hareketsizliğiydi; tarihte kişinin bağımsızlığı, özgürlüğüdür.

Nasıl astronomide dünyanın hareketini kabul etmenin güçlüğünü, onun hareketsizliğini ve aynı şekilde gezegenlerin hareketini düşünmekten vazgeçmek belirlemişse, tarih için de kişinin mekân, zaman ve nedensellik yasalarına bağlılığını kabul etmenin güçlüğünü de onun kendi kişiliğinin bağımsızlığını doğrudan doğruya düşünmekten vazgeçmesi sağlar. Ama nasıl astronomide yeni tez, "Doğru, dünyanın hareketini biz duymuyoruz ama onun hareketsizliğini kabul etmekle saçmaya, hissetmediğimiz bir hareketi kabul etmekle ise yasalara varırız," diyorsa, tarihte de yeni tez, "Doğru, bağımlılığımızı biz duymuyoruz ama özgürlüğümüzü kabul etmekle saçmaya, dış dünyaya, zamana, çeşitli nedenlere bağlılığımızı kabul etmekle ise yasalara varırız," diyor.

Önce mekânın hareketsizliğini düşünmekten vazgeçmek, duymadığımız bir hareketi kabul etmek gerekiyordu; burada yine aynı şekilde, varsayımsal bir özgürlükten vazgeçmek, duymadığımız bir bağımlılığı kabul etmek gerekiyor.


SON

Continue Reading

You'll Also Like

38.3K 1K 45
Dünya edebiyatının en önemli klasik yapıtlarından biri olan İki Şehrin Hikâyesi, Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla, tarihin en hareket...
8.1K 735 9
Stiles telefonu parmakları arasında çevirmeye devam etti. Çevirdikçe parlak ekran karanlık odasını ve yüzünü aydınlatıyordu. Parmakları hızlıca harek...
3M 161K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
870 293 13
Cinayet ... Hiçbir insanın yaşamaması gereken bir olay ...