Savaş ve Barış

By ClassicsTR

7K 170 16

I. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Na­poléon'un Rusya'yı işgalini anlata... More

Savaş ve Barış İçin Önsöz Taslağı (1865)
Savaş ve Barış Adlı Kitap İçin Birkaç Söz (1868)
BİRİNCİ KİTAP
III - IV
V - VI
VII - VIII
IX - X - XI
XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII
XIX - XX
XXI
XXII
XXIII - XXIV
XXV
İKİNCİ BÖLÜM
III - IV
V - VI
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX
XX - XXI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
III - IV
V - VI - VII
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX
İKİNCİ KİTAP
IV - V - VI
VII - VIII - IX - X
XI - XII - XIII - XIV
XV - XVI İkinci Bölüm I - II
IV - V - VI - VII
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
VI - VII - VIII - IX
X - XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII
XIX - XX - XXI - XXII - XXIII
XXIV - XXV - XXVI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII
XIII - BEŞİNCİ BÖLÜM
IV - V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI - XII
ÜÇÜNCÜ KİTAP
V - VI - VII - VIII
IX - X - XI
XII - XIII - XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI
XXII - XXIII - XXIV - İkinci Bölüm I - II - III
IV - V - VI
VII - VIII - IX - X
XI - XII -XIII - XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX - XX -XXI
XXII - XXIII - XXIV - XXV - XXVI
XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI
XXXII - XXXIII - XXXIV - XXXV - XXXVI - XXXVII
XXXVIII - Üçüncü Bölüm I - II - III - IV
V - VI - VII - VIII - IX - X
XI - XII - XIII - XIV - XV - XVI
XVII - XVIII -XIX - XX - XXI - XXII
XXIII - XXIV - XXV - XXVI
XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI
XXXII - XXXIII - XXXIV
Dördüncü Bölüm I - II - III - IV - V - VI
VII - VIII - IX - X - XI - XII
XIII - XIV - XV - XVI
Beşinci Bölüm I - II - III - IV - V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII - XIII -XIV
Altıncı Bölüm I - II - III - IV - V - VI
VII - VIII - IX - X - XI -XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII -XIX
Yedinci Bölüm I - II - III - IV -V - VI - VII
VIII - IX - X -XI - XII -XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII - XIX - XX
EPİLOG
VII - VIII - IX - X - XI
XII - XIII - XIV - XV
XVI - İkinci Bölüm I - II - III - IV
V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII

XV - XVI - XVII- XVIII - XIX

11 0 0
By ClassicsTR


Ekim ayının ilk günlerinde Napoléon'un (kendisi Kutuzov'un az ilerisinde, eski Kaluga yolunda bulunduğu halde aldatma amacıyla Moskova'dan yazılmış gibi işaretlenen) bir mektubuyla ve anlaşma önerisiyle Kutuzov'a bir görüşmeci daha geldi. Kutuzov bu mektuba da Lauriston'la gönderilen ilk mektuba verdiği yanıtı verdi: Anlaşmanın söz konusu olamayacağını söyledi.

Çok geçmeden, Tarutino'nun solunda çete kuvvetleriyle dolaşan Dorohov'dan, Fominskoye'de düşman askerlerinin görüldüğüne, bunların Broussiér'nin tümeninden ibaret olduğuna, öbür birliklerden ayrılmış olan bu tümenin kolayca yok edilebileceğine dair bir haber geldi. Askerler ve subaylar yine taarruz istiyorlardı. Tarutino önlerindeki kolay zaferi düşündükçe heyecana gelen kurmay generalleri, Dorohov'un yaptığı önerinin uygulanması için Kutuzov'u sıkıştırıyorlardı. Kutuzov taarruzu gerekli görmüyordu, ikisinin ortası, yani yapılması gereken şey yapıldı; Fominskoye'de Broussiér'ye hücum edecek küçük bir müfreze gönderildi.

Garip bir tesadüf eseri olarak, sonraları anlaşıldığı gibi, bu en güç, en önemli görev Dohturov'a, hiç kimsenin bize, savaş planlarını tertip eden, kıtalarının önünde hücuma kalkan, bataryalara haçlar atan bir komutan olarak anlatmadığı, kararsız, basiretsiz sayılan, öyle anılan, fakat Austerlitz'den 1813 yılına kadar bütün Fransız savaşlarında durumun güç olduğu her yerde kumandayı eline aldığını gördüğümüz o küçücük, alçakgönüllü Dohturov'a verildi. Austerlitz'de herkes kaçarken, perişan olurken, artçı kuvvette bir tek general yokken o Augezd Bendi'nde kalıp alayları topluyor, kurtarılması mümkün her şeyi kurtarıyor. O, hasta, sıtmalı bir halde yirmi bin kişiyle bütün Napoléon ordusu karşısında savunma için Smolensk'e koşuyor. Smolensk'te, Malahov Kapısı'nda, sıtma nöbetleri içinde tam gözleri kapanırken Smolensk'i döven topların sesi onu uyandırıyor ve Smolensk bütün gün dayanıyor. Borodino Savaşı'nda Bagration'un vurulduğu, sol kanadımızdaki askerlerin dokuzda birinin kırıldığı ve Fransız topçusunun bütün kuvvetini oraya yöneltildiği zaman bir başkası değil, işte o kararsız, basiretsiz Dohturov oraya gönderiliyor; ilk önce başkasını gönderen Kutuzov hemen hatasını düzeltiyor. Küçücük, sessiz Dohturov oraya gidiyor ve işte Borodino; Rus Ordusu'nun en büyük şan ve şereflerinden biri. Şiirle, düz yazıyla bize çok kahramanlar anlatıldı, ancak Dohturov tek kelimeyle bile anılmamıştır neredeyse.

Fominskoye'ye, oradan da Malo Yaroslavets'e, Fransızlarla son savaşın verildiği, Fransızlar için felaketin artık başladığı yere yine Dohturov gönderiliyor; bize seferin bu aşaması için yine dâhiler, kahramanlar anlatılıyor ama Dohturov'dan hiç söz edilmiyor ya da çok az ve şüphe uyandıracak şekilde söz ediliyor ondan. Dohturov hakkındaki bu sessizlik, onun değerini kanıtlar.

Makinenin nasıl çalıştığını bilmeyen bir insanın, çalıştığı sırada makinenin içinde düşen, böylece onun hareketine engel olan bir çöpü aracın bir parçası zannetmesi doğaldır. Makinenin yapısını bilmeyen insan, onun en önemli parçasının bu çöp değil, sessizce dönen küçük, dişli bir çark olduğunu anlayamaz.

10 Ekim'de Dohturov, Fominskoye yolundaki Aristovo köyünde durarak, verilen emri noktası noktasına yerine getirmeye hazırlandığı sırada Fransız Ordusu zorlu bir yürüyüşle Murat'nın mevzilerine kadar gelerek ansızın sola, yeni Kaluga yoluna döndü, önce yalnız Broussiér'nin bulunduğu Fominskoye'ye girdi. Dohturov'un komutası altında o sırada Dorohov'dan başka Figner'le Seslavin'in iki küçük müfrezesi vardı.

11 Ekim akşamı Seslavin, yakalanan bir Fransız muhafız eriyle birlikte Aristovo komutanlığına geldi. Esir, Fominskoye'ye giren kıtaların öncü olduğunu, Napoléon'un da orada bulunduğunu, ordunun Moskova'dan beş gün önce çıktığını söyledi. Aynı akşam, Borovsk'tan gelen bir malikâne hizmetçisi büyük bir ordunun şehre girdiğini söyledi. Dorohov müfrezesinin Kazakları, yolda Borovsk'a doğru ilerleyen Fransız muhafız kıtalarını gördüklerini bildirdiler. Bütün bu haberlerden açıkça belli oluyordu ki bir tek tümeni bulacaklarını umdukları yerde, şimdi Moskova'dan eski Kaluga yolunu takip ederek beklenmedik bir yönde ilerleyen bütün Fransız Ordusu vardı. Dohturov tedbir almak istemiyordu. Çünkü görevinin ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Fominskoye'ye saldırması emredilmişti. Ama Fominskoye'de daha önce yalnız Broussiér vardı, şimdi bütün Fransız Ordusu oradaydı. Yermolov kendi bildiği gibi hareket etmek istiyordu ama Dohturov, Serenisim'den emir alması gerektiğinde ısrar ediyordu. Karargâha bir rapor göndermeye karar verildi.

Bunun için zeki bir subay, yazılı rapordan başka bütün durumu sözle de anlatacak olan Bolhovitinov seçildi. Gece saat 12'de Bolhovitinov zarfı ve sözlü emri alarak yanında bir Kazak'la ve yedek atlarla dörtnala genel karargâha doğru yola çıktı.


XVI


Karanlık, ılık bir sonbahar gecesiydi. Dört gündür yağmur yağıyordu. Atları iki kez değiştirip çamurlu ve yapışkan bir yoldan bir buçuk saatte otuz verst gittikten sonra Bolhovitinov gece saat ikide Letaşovka'ya geldi. Önünde "Genel Karargâh" tabelası asılı bir köy evinin önünde indi, atını bırakarak karanlık sofaya girdi.

Sofanın karanlığı içinde ayağa kalkan ve hızlı hızlı soluyan birine, "Nöbetçi general, çabuk! Çok önemli!" dedi.

Bir emir eri sesini alçaltarak, "Dünden beri çok hasta, üç gecedir uyumuyorlar," diye fısıldadı. "Önce yüzbaşıyı uyandırınız."

Bolhovitinov el yordamıyla bulduğu açık kapıdan girerek, "Çok önemli, General Dohturov'dan," dedi. Emir eri önüne geçti, birisini uyandırmaya koyuldu. "Ekselans, Ekselans, bir kurye."

Uykulu bir ses, "Ne, ne? Kimden?" diye sordu.

Bolhovitinov, "Dohturov ve Aleksey Petroviç'ten. Napoléon Fominskoye'de," dedi. Kendisiyle konuşanı karanlıkta görmüyor, ama sesinden bunun Konovitsin olmadığını tahmin ediyordu.

Uyandırılan adam esneyip gerindi. Eliyle etrafını yoklayarak, "Onu uyandırmak istemiyorum," dedi. "Çok hasta! Belki bir söylenti bu."

"İşte rapor," dedi Bolhovitinov, "hemen nöbetçi generale verilmesi emredildi."

"Durun, ışığı yakayım. Nereye sokarsın şunu be!" diye çıkıştı emir erine. Bu, Konovitsin'in yaveri Şçerbin'di. "Buldum buldum," dedi sonra.

Emir eri çakmağını çaktı, Şçerbin el yordamıyla şamdanı arıyordu. Tiksinti ifade eden bir öfkeyle, "Ah, alçaklar!" dedi.

Bolhovitinov kıvılcım ışığında, elinde bir şamdan tutan Şçerbin'in genç yüzünü ve karşıki köşede uyuyan bir adamı gördü. Bu Konovitsin'di.

Kükürtlü kibritler, ince, mavi, sonra kızıl bir alevle kav üstünde tutuşunca Şçerbin, altından mumu kemiren hamamböceklerinin kaçıştığı şamdanı yaktı ve haberciye baktı. Bolhovitinov baştan aşağı çamur içindeydi, koluyla silinerek yüzünü çamura buladı.

Şçerbin zarfı alarak, "Peki, raporu kim gönderiyor?" diye sordu.

Bolhovitinov, "Haber doğru," dedi. "Esirler de, Kazaklar da, casuslar da, hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyorlar."

Şçerbin kalktı, "Çaresi yok, uyandıracağız," diyerek gece takkesi giymiş, üstü kaputla örtülü adama yaklaştı.

"Piyotr Petroviç," diye seslendi. Konovitsin kıpırdamadı. Şçerbin gülümseyerek, "Genel karargâha!" diye ekledi; bu sözcüklerin onu uyandıracağını biliyordu. Gerçekten de, gece takkesi içindeki baş hemen doğruldu. Elmacık kemikleri sıtma ateşiyle yanan Konovitsin'in güzel, derin yüzünde, gördüğü rüyanın izi kaldı bir süre, sonra ansızın silkindi: Yüzü her zamanki sakin, kararlı ifadeyi aldı.

"E, ne var? Kimden?" diye ışıktan kamaşan gözlerini kırpıştırarak telaşsız, ama çabuk sordu. Subayın raporunu dinledikten sonra Konovitsin zarfı açıp okudu. Bitirir bitirmez yün çoraplı ayaklarını toprağa indirdi, ayakkabılarını giymeye koyuldu. Sonra takkesini çıkardı, saçlarını tarayıp kasketini giydi.

"Ne kadar sürdü gelmen? Serenisim'in yanına gidelim." Konovitsin, haberin önemini, zaman kaybedilemeyeceğini hemen anlamıştı. Bunun iyi mi, kötü mü olduğunu düşünmüyor, sormuyordu. Bu onu ilgilendirmiyordu. Savaşı aklıyla, muhakemesiyle değil, başka bir şeyle görürdü. İçinde, her şeyin iyi olacağı ama buna inanmamak, bunu söylememek, yalnızca işini yapmak gerektiği yolunda derin bir inanç, ifade edemediği bir inanç vardı. Kendi işini de bütün gücüyle yapardı.

Piyotr Petroviç Konovitsin de Dohturov gibi 1812 yılı kahramanları denen Barclay'lerin, Rayevski'lerin, Yermolov'ların, Platov'ların, Miloradoviç'lerin listesine adeta sırf nezaket icabı sokulmuştu; Dohturov gibi, yeteneği ve bilgisi sınırlı biri olarak tanınmıştı; Dohturov gibi Konovitsin de hiçbir zaman savaş planları yapmazdı, ama durumun en güç olduğu yerde bulunurdu hep; nöbetçi generali olarak atandığından beri her zaman kapısı açık uyurdu, kurye gelince de uyandırılmasını emretmişti. Savaş boyunca düşman ateşinin altındaydı, öyle ki Kutuzov bu yüzden onu azarlar ve bir yere göndermekten çekinirdi; Dohturov gibi o da, takılmadan, gürültü etmeden, makinenin en önemli kısmını oluşturan görünmez çarklardan biriydi.

Köy evinden çıkıp da kendini nemli, karanlık bir gecenin ortasında bulan Konovitsin, kısmen artan baş ağrısından, kısmen de bütün karargâhın, bu nüfuzlu adamlar yuvasının, özellikle Tarutino'dan sonra Kutuzov'la kanlı bıçaklı olan Bennigsen'in bu haberi alınca nasıl heyecanlanacağını düşünerek yüzünü ekşitti; kim bilir ne öneriler ileri sürülecek, tartışılacak, emirler verilecek ve geri alınacaktı. Bu önsezi, başka türlü olamayacağını bilse de, hoşuna gitmiyordu.

Gerçekten, yeni haberi bildirmek için yanına girdiği Toll, birlikte kaldığı generale hemen kendi düşüncelerini açıklamaya koyuldu; sessizce ve yorgun yorgun dinleyen Konovitsin, Serenisim'in yanına gitmek gerektiğini hatırlattı ona.


XVII


Kutuzov, bütün yaşlılar gibi, geceleri az uyurdu. Gündüzleri sık sık ve ansızın uyuklamaya başlardı ama geceleri soyunmadan yatağına uzanır, çoğu zaman uyumaz, düşünürdü.

Şimdi yine karyolasında yatıyor, ağır, kocaman yara izleriyle şekli bozulmuş başını tombul eline dayamış, açık tek gözünü karanlığa dikmiş düşünüyordu.

Kutuzov, hükümdarla mektuplaşan ve kurmay heyetinde herkesten çok nüfuz ve iktidara sahip bulunan Bennigsen kendisiyle yüz yüze gelmekten çekinmeye başlayalı beri, yararsız taarruzlara kalkışmaya yeniden zorlanmayacağını düşününce rahatlıyordu. Tarutino Savaşı'nın ve içinde acı bir iz bırakan bir gün önceki olaylardan alınan dersin de etkisini göstermesi gerekirdi, diye düşünüyordu.

İçinden, "Taarruza girişmekle kaybetmekten başka elimize bir şey geçmeyeceğini anlamaları gerek. Sabır ve zaman: İşte benim en iyi askerlerim!" diyordu. Elmayı olgunlaşmadan koparmamak gerektiğini biliyordu. Olgunlaşınca o kendi kendine düşecektir, ham koparırsan elmayı da, ağacı da berbat edersin, dişlerin de kamaşır. Tecrübeli bir avcı olarak, hayvanın yaralı olduğunu, Rus gücünün etkisiyle yaralı olduğunu biliyordu; ama bu yaranın öldürücü olup olmadığı daha çözülmemiş bir meseleydi. Şimdi Lauriston ve Berthiér'nin mektuplarından ve çetelerin raporlarından, onun öldürücü bir yara almış olduğunu az çok biliyordu Kutuzov. Ama daha delil gerekiyordu, beklemeliydi.

"Koşup onu nasıl vurduklarını görmek istiyorlar. Durun, görürsünüz. Hep manevra, hep taarruz!" diye düşünüyordu. "Ne gereği var? Hep sivrilmek için! Çekişme eğlenceli şey de ondan. Tıpkı, işin nasıl gittiği hakkında kendilerinden bir şey öğrenilemeyen çocuklar gibi, hepsi de nasıl iyi dövüştüklerini kanıtlamak isterler. Ama şimdi mesele bu değil. Bana ne ustaca manevralar öneriyorlar! Kaç olasılık düşündüler ki? (Petersburg'dan gelen genel planı hatırladı.) Her şeyi düşündüklerini sanıyorlar. Oysa olasılıklar sayısız!"

Borodino'da açılan yaranın öldürücü olup olmadığı sorusu bir aydır Kutuzov'un zihnini kurcalayıp duruyordu. Bir taraftan Fransızlar Moskova'yı işgal etmişlerdi. Diğer taraftan Kutuzov, var gücüyle indirdiği müthiş darbenin öldürücü olması gerektiğini bütün varlığıyla hissediyordu. Ama yine de delil gerekiyordu ve o bunu bir ay beklemişti; zaman geçtikçe sabırsızlığı artıyordu. Uykusuz gecelerinde yatağında uzanırken bütün bu genç generallerin yaptığı şeyi, onları azarlamasına neden olan şeyi yapıyordu. Onlar gibi bütün olasılıkları aklına getiriyordu, ama şu farkla: Bu tahminler üzerine bina kurmuyordu, bunların birini, ikisini değil, binlercesini görüyordu o. Ne kadar düşünürse o kadar çok olasılık görüyordu. Bütün Napoléon ordusunun veya bu ordunun bir kısmının her hareketini, Petersburg'a, kendisinin üstüne yürümesini, çevrilmesini ve (en çok korktuğu da buydu) Napoléon'un kendisine karşı kendi silahıyla mücadeleye kalkması ve Moskova'da kalıp onu beklemesi olasılığını düşünüyordu. Napoléon ordusunun geriye, Medin ve Yuhnov üzerine doğru hareketini bile düşünüyordu hatta; önceden göremediği tek şey, gerçekleşen şeydi, yani Napoléon ordusunun Moskova'dan çekilişini izleyen ilk on bir gün içinde kendini yerden yere vurarak çılgınca atılışı, o zaman Kutuzov'un daha ne de olsa düşünmeye cesaret edemediği şey: Fransızların tamamıyla yok edilmesini mümkün kılan bozgundu. Broussiér'nin tümeni hakkında Dohturov'un raporu, Napoléon ordusunun uğradığı felaketlere dair çetelerden gelen haberler Moskova'yı boşaltma hazırlıklarına dair söylentiler, Fransız Ordusu'nun bozguna uğradığı, kaçmaya hazırlandığı tahminini doğrulamaktaydı. Fakat bunlar Kutuzov için değil, ancak gençler için önemli görünen tahminlerdi. Altmış yıllık deneyimiyle o, söylentilere ne derece kulak asmak gerektiğini, bir şeyleri çok isteyen kişilerin, duydukları bütün haberleri isteklerine uygun şekilde yorumlamaya eğilimli olduklarını, burada da arzularına uygun düşmeyen her şeye seve seve göz yumduklarını biliyordu. Kutuzov bunu ne kadar istiyorsa, o kadar az inanıyordu. Bu konu onun bütün varlığını işgal ediyordu. Geri kalan her şey onun için sıradan, önemsiz şeylerdi. Bunlar, kurmaylarla konuşmaları, Madam Staël'e Tarutino'dan yazdığı mektuplar, okuduğu romanlar, dağıttığı ödüller, Petersburg'la haberleşmeler gibi işlerdi. Ama Fransızların uğrayacağı bir felaket, yalnız kendisinin önceden gördüğü bu felaket, onun biricik ve candan arzusuydu.

11 Ekim gecesi elini başına dayamış yatıyor ve bunu düşünüyordu. Yan odada bir hareketlenme oldu, Toll'ün Konovitsin'in Bolhovitinov'un ayak sesleri duyuldu.

"Hey, kim var orada? Gir! Yeni bir haber mi?" diye sordu feldmareşal.

Uşak mumu yakarken Toll haberin içeriğini anlattı. Mum yanınca Kutuzov Toll'ü şaşırtan soğuk ve sert bir yüzle sordu:

"Kim getirdi haberi?"

"Haber doğru, Altes."

"Çağır, çağır onu buraya!"

Kuzutov, bir ayağını karyoladan indirip kocaman karnıyla öteki bükük ayağının üstüne çökmüş, oturuyordu. Gelen memuru iyi görmek için gören gözünü kırpıştırıyor, sanki onun yüzünde, kendisini meşgul eden şeyi okumak istiyordu.

Açılan gömleğini örterek yavaş, yaşlı sesiyle Bolhovitinov'a, "Söyle, söyle dostum," dedi. "Yaklaş, daha yaklaş. Nasıl haberler getirdin bana bakalım? Ha? Napoléon Moskova'dan çıktı öyle mi? Gerçekten mi? Ha?"

Bolhovitinov öncelikle, söylenmesi emredilen şeyleri etraflıca anlatmaya başladı.

Kutuzov, "Söyle, çabuk söyle, hadi," diye sözünü kesti.

Bolhovitinov her şeyi anlatarak sustu; emir bekliyordu. Toll bir şey söylemek için söze başlamıştı ama Kutuzov onun sözünü kesti. Bir şey söylemek istiyordu, fakat ansızın yüzünün derisi titredi, buruştu; Toll'e elini salladı, öbür tarafa, köy evinin, kutsal resimlerden dolayı kararmış gibi duran kızıl köşesine (kutsal resimlerin bulunduğu köşe)  doğru döndü.

Ellerini kavuşturarak titreyen bir sesle, "Tanrım! Dualarımızı kabul ettin..." dedi. "Rusya kurtuldu. Sana şükürler olsun, Rabbim!" Ve ağladı.


XVIII


Fransızların Moskova'dan çıktığı haberinin alınmasından seferin sonuna kadar Kutuzov otoriteyle, kurnazlıkla, ricayla ordusunu gereksiz, manevralardan ve eriyen bir düşmanla çatışmadan uzak tuttu.

Dohturov, Malo Yaroslavets'e gidiyor ama Kutuzov ordu ile birlikte yavaş ilerliyor, Kaluga'nın arkasından geri çekilmeyi mümkün görerek bu şehrin boşaltılmasını emrediyor.

Kutuzov her yerde geri çekiliyor ama düşman onun çekilmesini beklemeden tersi yönde kaçıyor.

Napoléon'un tarihçileri bize onun Tarutino ve Malo Yaroslavets'teki ustaca manevralarını anlatırlar, Napoléon zengin güney illerine sokulabilseydi ne olurdu, diye tahmin yürütürler.

Napoléon'un önünde bu güney illerine gitmek için hiçbir engel bulunmadığını bir tarafa bırakalım (çünkü Rus Ordusu ona yol vermişti), tarihçiler Napoléon ordusunu hiçbir şeyin kurtaramayacağını unutuyor; çünkü bu ordu felaketin kaçınılmaz şartlarını daha o zaman kendi içinde taşıyordu. Moskova'da bol erzak bulan ve onu koruyacak yerde ayak altında çiğneyen, Smolensk'e geldiği zaman erzakı toplayacağına yağma eden bu ordu, Moskova'daki Ruslarla aynı karakteri taşıyanlarla dolu Kaluga'da kendini nasıl toplayacaktı?

Bu ordu hiçbir yerde kendini toplayamadı. Borodino Savaşı'ndan, Moskova'nın yağma edilmesinden beri içinde kendi çözülüşünün kimyevi şartlarını taşıyordu.

Bu eski ordunun askerleri, başbuğlarıyla birlikte, nereye gittiklerini kendileri de bilmeksizin (Napoléon'dan sıra erlerine kadar) yavaş yavaş anladıkları bu içinden çıkılmaz durumdan kendilerini elden geldiği kadar çabuk kurtarmak arzusuyla kaçıyorlardı.

Ancak bunun içindir ki, Malo Yaroslavets'teki kurulda generaller kendilerine, aralarında müzakere ediyorlarmış süsü vererek türlü fikirler ileri sürdükleri sırada, basıp gitmek, mümkün olduğu kadar çabuk gitmek gerektiğini söylemek suretiyle herkesin düşündüğü şeyi ifade eden saf yürekli er Mouton'un bu son görüşü herkesi susturmuştu. Kimse, hatta Napoléon bile herkesin kabul ettiği bu gerçeğe karşı bir şey söyleyememişti.

Basıp gitmek gerektiğini gerçi herkes biliyordu ama bir de kaçmak gerektiğini kabul etmenin utancı vardı. Bu utancı yenecek bir dış hamle gerekiyordu. Bu hamle gereken anda kendini gösterdi. Bu, Fransızların "İmparatora hurra," dedikleri şeydi.

Napoléon, şûradan bir gün sonra erkenden orduyu, geçmiş ve gelecek savaş alanlarını teftiş etmek bahanesiyle maiyet mareşalleri ve muhafız müfrezesiyle hatlar arasından geçiriyordu. Ganimetlerin etrafında dört dönen Kazaklar imparatorla burun buruna geldiler; onu az kalsın yakalıyorlardı. Kazaklar Napoléon'u bu kez esir etmedilerse, onu Fransızları perişan eden şey kurtardı: ganimet; Kazakların Tarutino'da da, burada da insanları bırakıp üstüne saldırdıkları ganimet. Kazaklar Napoléon'a bakmayıp ganimete saldırdılar, Napoléon kaçmayı başardı.

Don çocukları imparatoru kendi ordusunun içinde neredeyse yakalayabileceklerdi, böyle olunca bilinen en yakın bir yoldan mümkün olduğu kadar çabuk kaçmaktan başka yapılacak bir şey olmadığı apaçıktı. Napoléon kırk yıllık göbeğiyle, kendinde eski çevikliğini, cesareti artık hissetmiyor, bu ihtarı anlıyordu. Kazakların verdiği korkunun etkisiyle derhal Mouton'un fikrini kabul etti ve tarihçilerin dediği gibi, Smolensk yoluna çekilme emrini verdi.

Mouton'un fikrini kabul etmesi ve ordunun geri dönmesi, Napoléon'un bunu emrettiğini değil, fakat bütün orduyu (onu Mojaisk yoluna yöneltmekte) etkileyen kuvvetlerin aynı zamanda Napoléon'u da etkilediğini kanıtlar.


XIX


İnsan, yapacağı işler için bir amaç edinir. Bin verst yol gitmek için insanın kendisini bu bin verstin ötesinde iyi bir şeyin beklediğini bilmesi gerek. Yürüme gücü bulabilmek için insanın toprak hakkında bir fikri olması gerekir.

Toprak, Fransızların taarruzu sırasında Moskova'ydı, geri çekilme sırasında vatandı. Ama öz vatan çok uzaktı; bin verst yürüyen bir adamın, amacını unutarak kendi kendine mutlaka, "bugün kırk verst gidip dinlenme yerine varacağım" demesi gerek; ilk aşamada bu dinlenme yeri esas amacı kapatır, tüm isteği kendi üzerinde toplar. Kişide görülen istek, kalabalıkta daima artar.

Eski Smolensk yolundan geri dönen Fransızlar için vatana ulaşmak amacı artık çok uzaktı; kalabalıkta, tüm isteklerin büyük ölçüde şiddetlenip yöneldikleri en aldatıcı amaçtı Smolensk. Smolensk'te pek çok erzak ya da yeni kıtalar bulunduğu, onlara böyle söylendiği için değil (tersine, ordunun yüksek rütbeli subayları ve Napoléon'un kendisi orada az erzak bulunduğunu biliyorlardı) ama ilerlemekte ve yoksunluklara katlanmakta yalnız bu onlara güç verebildiği için böyleydi. Bilenler de, bilmeyenler de aynı şekilde kendilerini aldatarak, vaat edilmiş toprağa gider gibi Smolensk'e ulaşmaya gayret ediyorlardı.

Büyük yola çıkınca Fransızlar şaşılacak bir enerjiyle, görülmemiş bir hızla tasarladıkları hedefe doğru koşmaya başladılar. Fransız yığınlarını bir bütüne bağlayan ve onlara biraz enerji veren bir neden daha vardı. Bu neden, onların sayısıydı. Sahip oldukları muazzam kalabalık, fizikte çekim kanununda olduğu gibi, ayrı ayrı insan atomların kendine çekiyordu. Yüz bin kişilik bir kitle halinde bütün bir devlet gibi ilerliyorlardı.

Tek şey istiyorlardı: teslim olmak, bütün bu korkunç şeylerden, felaketlerden kurtulmak. Fakat bir taraftan Smolensk'e doğru yapılan hamle herkesi aynı tarafa çekerken öbür taraftan bir kolordu bir bölüğe teslim olamazdı; birbirinden ayrılmak, küçük ve uygun bir bahaneyle teslim olmak için her fırsattan yararlanmalarına rağmen bu vesileler her zaman ortaya çıkmıyordu. Sayılarının çokluğu, sıkışık olmaları, hızlı yürüyüş onları bu imkândan mahrum ediyor ve bütün enerjilerini verdikleri bu hareketi durdurmak Ruslar için yalnızca güç değil, imkânsız da oluyordu. Nesnenin mekanik şekilde parçalanması, çözülmeyi yalnız belirli oranda hızlandırabilirdi.

Kartopunu bir anda eritmek imkânsızdır. Zaman ister; derecesi ne kadar yüksek olursa olsun hiçbir ısı belirli süreden önce karı eritemez. Tersine ısı ne kadar çok olursa kalan kar o kadar sertleşir.

Rus askerî şefleri arasında Kutuzov'dan başka kimse bunu anlamamıştı. Smolensk yolu üzerinde Fransız Ordusu'nun kaçış yönü belli olunca 11 Ekim gecesi, Konovitsin'in önceden tahmin ettiği şey gerçekleşmeye başladı. Ordunun bütün yüksek rütbeli subayları sivrilmek, Fransızların çekilme hattını kesmek, onları çevirmek, esir almak, yok etmek istiyorlardı.

Yalnız Kutuzov, bütün gücünü (bu güç her başkomutanda böyle büyük değildir) taarruza karşı çıkmak için harcıyordu.

Bizim şimdi söylediklerimizi o onlara söyleyemiyordu; çatışma, yolları tıkama, asker kaybına meydan verme, felakete uğramış kimseleri insanlığa sığmayacak bir şekilde öldürmek niye? Moskova'dan Vyazma'ya kadar bu ordunun üçte biri savaşsız erimişken bütün bunlara ne lüzum var? Ama o, yaşlılara özgü anlayışıyla, anlayabilecekleri şeyi söylüyordu; altın köprüden söz ediyordu onlara; onlar da kendisiyle alay ediyor, ona iftira ediyor; yaralı hayvan karşısında taşkın bir heyecanla itişerek ileri atılıyorlardı.

Vyazma önlerinde Yermolov, Miloradoviç, Platov ve başkaları, Fransızlara yakın bulunduklarından iki Fransız kolordusunun çekilme hattını kesme, onu ezme arzusundan kendilerini anlamıyorlardı. Niyetlerini Kutuzov'a bildirmek için ona bir zarf içinde rapor diye beyaz bir tabaka kâğıt gönderdiler.

Orduyu tutmak için Kutuzov'un sarf ettiği bütün gayretlere rağmen askerlerimiz yolları tıkamak amacıyla saldırıya geçtiler. Piyade alayları, anlatıldığına göre, bando ve trampetlerle hücuma kalktılar, binlerce kayıp verdirdiler ve kayıp verdiler.

Çekilme hattını kesmeye gelince, kimsenin yolunu kesmediler, kimseyi tepelemediler. Tehlikenin daha sıkı birleştirdiği Fransız Ordusu, düzenli bir şekilde eriyerek, Smolensk'e doğru uğursuz yoluna devam etti.


Continue Reading

You'll Also Like

37.6K 1.2K 20
Beyaz Diş vahşi bir hayvanın gözünden, hem doğal hayata hem de insanların acımasız dün yasına eleştirel bir bakış... Beyaz Diş Alaska'nın sert doğa k...
158K 4.2K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...
47.3K 3.9K 24
Romeo ve Juliet, İngiliz oyun yazarı William Shakespeare tarafından yazılmış bir oyundur. İngiliz edebiyatının klasiklerinden biri olan eser, yazarın...
37.2K 1.1K 33
Vadideki Zambak, ilk yayımlanışında (1836) beklenen ilgiyi görmemiş, Balzac'ın en az satan kitaplarından biri olmuştu. Oysa yazar, üzerinde en çok ça...