Büyüdüğüm YOL

By aatalantee

61.6K 6.3K 8.3K

••• Kim sadık kabuslarından kaçabiliyordu ki ben yakamı kurtaracaktım bu korkudan? Bütün çabam kurtulmak için... More

BY ' TANITIM
Büyüdüğüm YOL ' 1
Büyüdüğüm YOL ' 2
Büyüdüğüm YOL ' 3
Büyüdüğüm YOL ' 4|1
Büyüdüğüm YOL ' 4|2
Büyüdüğüm YOL ' 5
Büyüdüğüm YOL ' 6
Büyüdüğüm YOL ' 7
Büyüdüğüm YOL ' 8
Büyüdüğüm YOL ' 9
Büyüdüğüm YOL ' 10
Büyüdüğüm YOL ' 11
Büyüdüğüm YOL ' 12
Büyüdüğüm YOL ' 13
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 15
Büyüdüğüm YOL ' 16|2
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 18
Büyüdüğüm YOL ' 19
Büyüdüğüm YOL ' 20
Büyüdüğüm YOL ' 21

Büyüdüğüm YOL ' 16|1

2.4K 260 360
By aatalantee

•emm-freedom•

•••
"Bu kadar ilgisiz olma..! Kime diyorum Zeynep!?"

Bilmem. Bu okulda benden başka onlarca Zeynep varsa onlardan birine olabilirdi belki. Ama bana demiyorsun, lütfen, kusacağım artık bu mevzulardan.

"Kızı sıkıştırıp durmasana."

Pazartesinin kuru yağışsız soğuğu altında oturmak istemediğimiz için öğle arasını kızlara ayırmıştım. Ayırmak zorunda kaldım. Alaz beni, sessiz olunması gerektiğini küçük bir çocuğun bile bildiği kütüphaneden paldır küldür diliyle çıkarmış, çok istiyorsam onların yanında soru çözmemi istemişti.

Okulun kalabalık kantininde, o gürültü arasında ve kendi yanında!

Odaklanmaya çalıştım olmadı tabi ki, ben de en azından dinlemiyormuş gibi yapmak için boş boş karalıyordum sayfaları, akşam hepsini silip baştan çözmem gerekecekti.

İpek'in, beni rahat bırakması uyarısına karşılık yüzüne bakmadan bile çatık kaşlarını gördüğüm Alaz tekrar başladı konuşmaya.

"Ben onu rahatsız etmiyorum. Sevgilisi olsa kötü mü?"

İçim şişti şu konudan. İnsanların neden konu ilişkiler olunca tahammülsüz olduğunu, her anlamda tahammülsüz, sanırım anlamaya başlamıştım.

Ama bu kadar ısrar hem de istemediğim şimdiye, Ata'ya, kadar asla bir beklentimin olmadığı bir konunun ortasına düşmek, istediğim sıradan gençliğin bir zulmüydü.

"Belki istemiyor?"

Anlamıyorlar İpek. İnan bana istememek bir cevap olarak kabul edilmiyor. Ata ve Alaz'ın çocukluk arkadaşı olmalarına daha büyük bir kanıt yok. Israrcılar.

"Ya ama Ege önce gelip bize sormadı mı?"

"Dayanamadın yetiştirdin değil mi?" Ege!

Bir anda oturduğumuz masaya yerleşen kalabalığın arasında Ege, kolunu sandalyemin arkasına yerleştirdiğinde kollarımı yasladığım masada sabit kalmaya çalıştım. Diğer yerlere kimlerin oturduğunu bilmiyordum ama Ata ile yanlışlıkla göz göze gelmek asla ama asla istemiyordum şu an.

Özellikle de dün geceden sonra. Onu son söylediğiyle bırakıp gidip gitmediğine bile bakmadan girmiştim eve. Uyuyamadım. Yine.

Onu öperek eline verdiğim kozun mu siniri yoksa her şeyi zorlaştıran güvensizliğin kırgınlığımı bilmiyordum, beni uyutmayan. O kadar çok şey düşündüm ki sabaha kadar. Yüzüne nasıl bakacaktım, onu öpmemle ilgili bir ima duyacak mıydım, nasıl ilerleyecektim?

Ama öğlenin bu saatine kadar sadece varlığıyla sınıftaydı. Konuşma yok, biyoloji dersinde Serpil hocayla yeni bir atışması yok, bakış yok.

Biraz da bu tavırlarıydı beni korkutan. Sinir olmam gerekirdi, gıcık olmam hatta. Ama öylesine dengesizdi ki, ilgisiz tavrı altında yatan bir akıldan şüphe etmek kadar bilinmez bir korku yoktu.

Aklında bir şey var mıydı yoksa sadece hoşlanıyor muydu benden?

"Ben yetiştirmedim. Sen zaten soracaktın!"

"Mevzu ne?" Fırat'ın sesini duyduğum an kafamı anında kaldırarak yüzüne baktım ve belirsizce itiraz ettim konuyu açmaması için.

Yüzü bir anlığına geç kalınmışlığın pişmanlığıyla buruştu çünkü üç çenesi düşük, resmen Fırat'ın bu sorusunu bekliyormuş gibi aynı anda duyurdu.

"Koray Zeynep'i seviyormuş." Oha Alaz.

"Takımdaki Koray Zeynep'le aramı yap dedi." Ege'nin söylediği daha makul.

"Ona çıkma teklif edecek."

Ata'ya bakma!

Sakın bakma!

Sağ ve solumun aynı anda birnirini destekleyişine şaşırdığım için reflekslerime engel olup bakmadım ona. Bu konuda üzerime geldiği yetmezmiş gibi şimdi onun önünde ısrarla istemediğimi söylemek yerine böyle sessiz kalmak Ata'yı daha da hırslandırır mıydı bilmiyorum?

Hep böyle yapıyordu. Ne zaman bir olayın ertesinde böyle sessiz kalsa, arkasından mutlaka bir şey çıkarıyordu başıma.

Sürekli başımda konuşup duran çenelerin arasında İpek, Ege'nin olumsuz tutumuna karşı itiraz etmek isterken sebepsizce sesi yükseldi.

"Neden Koray'dan bir pislikmiş gibi bahsediyorsun. Arkadaştınız hani?!"

"Pis değil piç."

Başımda yeterince piç yokmuş gibi...

Doğum günümde davetliler arasında olduğu söylenilen ve asla hatırlamadığım için Nil tarafından sosyal medyası gözüme sokulan kişi hakkında ne en ufak bir fikrim vardı ne de bana ulaşmadan herkese yayılan bu saçmalığa verecek biraz olsun samimiyetim.

Ege, "Arkadaşız evet." Diyerek kabul etti.

"Zaten bu sayede ne mal okduğunu biliyorum. Ben Zeynep'i ona yedirir miyim..?" Derken sandalyemde yaslı duran eliyle hafifçe arkadan kafama vurdu.

"Di mi kız?"

Nefesimi vererek tepkisiz kalmaya çalıştım ama gerilen omuzlarımı görmüyormuş gibi bu kez üsteledi, "Ha isterim derse o ayrı."

Sana bakma dedim!

Sadece anlık bir meraktı!

Ata ile göz göze geldiğim an hiçbir işe yaramayan test kitabımın kapağını anında kapatarak ayaklandım.

"Birebirim var. Görüşürüz."

Hareket etmedi. Tam karşımda, küçük yuvarlak masanın biraz uzağında kollarını kolçağa yaslamış, kaykıldığı yerde öylece bana bakıyordu.

Bu bakışı kimse sorgulamazdı, konu bendim, Ata'nın bu göz dikmesi altında kimse bir artniyet aramayacaktı. Ama ben biliyordum, aklından geçenleri az çok tahmin edip, ihtimal verebiliyordum.

Kızgındı. Dün ki itirafıyla onu yüzüstü bırakmam, düşündükçe her bir kelimesinde nasıl da saçmaladığımı farkedip daha sonrasında kendimi yediğim o konuşmadan sonra , sinirli bile sayılırdı.

Arkama bile bakmadan kaçtım. Alaz bir kez seslendi, Ege, "Seni kurda kuşa yedirmem!" Diye bağırdı arkamdan.

Keşke kurdun büyüğünü de alabilsen başımdan da ben de dünyevi hayat sıkıntılarım arasına dönebilsem tekrar.

Telefonum titredi. Ata olduğunu bile bile bu kez bakamamazlığa gelemedim. Ama mesajına bu kadar hevesle koştuğumu görmesin diye de önüme çıkan ilk tuvalete kapandıktan sonra telefonumu kontrol ettim.

"Koray mevzusu uzanmadan önünü kes."

Şerefsiz adi piç oğlu piç.

Klozetin kapağına vurarak kapatıp hırsla üzerine otururken kitabımı bacağımın üzerine atarak, resmen telefona tekme tokat girştim o an.

"Bu yaşıma kadar ne yapacağımı kimseye sormadım, sana da soracak değilim!!"

Yalan. Her kelimem ezberletilmişti. Ben yönlendirilmeye muhtaç kafasız bir iskelettim.

"Beni biraz tanıdıysan, müdehale etmemi istemezsin."

Müdehale ederse ne olacağını da bilmiyordum ki. Tanıyordum bazı şeylere verdiği tepkileri artık biliyordum da ama bir insanı tanıdım demek için birkaç ay yeter miydi. Bu kadar da saf olamazdım? Öyle miydim?!

"Orospu çocuğusun!"

"Öyleyim!"
"O teklifi alıp o itin götüne sokturtma bana."

"İlişki istemiyorsan, bana kestiğin ahkamı burda da konuştur."

"İlişki istemiyorum değil Ata."
"Seninle olan bir ilişki istemiyorum."

Cevap vermedi.

Aynı şeyi yeniden yaptı ve bana, cevabını deli gibi merak ettiğim bu sert çıkışıma hiçbir karşılık vermedi. Ders zili çalana kadar neredeyse yarım saat boyunca bir tuvalet deliğinde, sürekli açık tuttuğum telefonumdan ayırmadım gözlerimi. Yazmasını bekledim. Bana laf yetiştirip, soktuğum lafın altında kalmamasını.

Derse döndüğümde sınıftaydı ama bir kez bile bakmadı bana.

Gücenecek birine de benzemiyordu hiç. Hatta yüzsüzün tekiydi. Hatta daha çok umursamazdı bu tavırları ve buna rağmen benden ilgi mi bekliyordu?

Telefonumu kontrol etmeyi geceye kadar bıraktım. Sürekli onun üzerine gitme planları yapmama rağmen sanki aklımdan geçeni görüyormuş gibi kendini geri çekiyor; tam hazır o vazgeçmişken ben de planımdan vazgeçtiğim an üzerime geliyordu.

Bunu tekrar yaparsa bu defa sonu ne olursa olsun onu buna pişman edeceğime yeminler ederek uyudum o gece.

Yeminimi tuttum. Beni buna zorlayan da kendisiydi çünkü. Sabah uyandığımda telefonumda, gece dörtte atılmış bir mesaj vardı.

Aynı terane, "Dışarıdayım."

İyi ki, İYİ Kİ görmemiştim yoksa uyanıp yanına gidecek kadar salak olduğumu kendime çoktan kanıtlamıştım.

Kontrollü olmam gerekiyordu, bir yandan da asıl amacımı unutmamak için beni Muğla'ya getiren ve malesef Ata'yı başıma musallat eden okulumun ipini kaçırmamam gerekiyordu.

Bana sağladığı tek iyilik de buydu zaten. Onu düşünmemek için meşguliyet ararken, aklıma en iyi gelen şey ders çakışmaktı. Kaçmak için kütüphaneler, ek soru çözüm saat talepleri beni rehberlik servisinden, biraz olsun kendime yüklenmemem konusunda, uyarı almama bile neden olmuştu.

Ders çalışmakla  sıkıntım olmadı hiçbir zaman. Ağlayarak da masanın başındaydım, yorgunluktan bayılmak üzereyken de, o yüzden Alaz bana bir okul çıkışı teklifiyle geldiğinde onu kabul ettim.

Aralığın ilk haftası bitmek üzereyken cuma gününün yağışsız havasında yapabileceğimiz tek şey sadece bir yemek yemekti.

İpek ve Barış gelmedi; bu, ben onların hayatını didiklerken fazladan bir gözün radarından beni kurtaran bir ayrıntıydı.

"Fırat ve Ata haftasonu yok. Ben de anneme söz verdim. En azından cuma akşamını birlikte geçirelim nolur!" Diye yalvarmıştı bana, yalvarmasına gerek yoktu çünkü kabul ettim.

Alaz itiraz etmememe şaşırsa da çabuk toparladı ama sonra beklediğim ayrıntıyı söylemek için ıkınışını izledim memnuniyetsizce.

"Ata'da bizimle gelse sorun olur mu?"

Olur.

Evet olur ama onu benden kaçıracak bir şeyler lazımdı bana. Benden uzaklaştıracak, vezgeçirecek kadar kuyruğuna basacağım bir şeyler.

İçimdeki sebepsiz çocuksu bir savaş başlamıştı ama yine de her şeyden ayrı duran son mantık kalıntıları değerli bir görüşü sunar gibi açıklama yaptırdı bana.

"Ata senin çok yakın arkadaşın Alaz. Biz anlaşamıyoruz diye ikiye bölünmene veya birimizi idare etmene gerek yok. Birbirimize girecek halimiz yok."

"Hah! Doğru hiç yapmadığınız bir şey sonuçta."

"Abart."

Gözlerimi devirerek tamamen boşalmış sınıfta çantamı alarak ayaklandım ama içten içe beni yiyen, kemirirken de canımı yakan bir şeylerin rahatsızlığını, Alaz'a belli etmemeye çalışıyordum.

Yaptığımız diğer şeyler hakkında en ufak bir fikri olsaydı eğer, Alaz'ı kaybederdim. Henüz yeteri kadar kazanmış hissetmiyordum, yeteri kadar kendimi ona açmamıştım çünkü.

Ama yakın arkadaşı, sevgilisinin kuzenini mağdur duruma düşürdüğümü öğrendiği an kıçıma bir tekme daha yiyip, gözünde Nil'ile aynı yere atılacağıma o kadar emindim ki.

Her şey yeniden başlarsa bu defa kaçacağım bir yerim olmayacaktı.

Beliz'in aldatması konusunda Ata'ya güvenmiyordum. Hangi erkek veya kadın göz göre göre buna göz yumardı ki. Çok mu aşıktı, arada başka sebepler mi vardı veya Ata aldatıldığını idda ederken bunun kiminle olduğunu biliyordu, o zaman neden kimseye bir şey söylemeden devam ediyordu.

Çünkü yalan söylüyor. Yalan söylüyoruz, ikimiz de, dediğinde neredeydin.

Oradaydım ve o an kendi hakkında bir sırrı çoktan benimle paylaşmış gibi hissediyordum.

Merak iyi bir şey değil Zeynep...

Başını iki yana sallayarak bakıyordu, korkudan sindirilmiş ve daha fazla tantana istemeyen gizlenmiş bir yanım.

Diğer yanım ise yıllardır kuru ekmek yemekten bıkmış, içine atıldığı lezzet dünyasında her şeyden tatmak isteyecek kadar obur.

Bu dürtümü nasıl bastıracaktım ben?

"Of, Ata çaldırıp duruyor!" Alaz bir anda koluma girip neredeyse bomboş koridorda beni öne savurarak hızlandırdığında nasıl olurda tek yumurta ikizi olmadıklarını sorguladım bir an.

"Bana diyor ama asıl onda kurt dönüyor. Biraz sabretse ölür."

Bana mı anlatıyorsun, Alaz. İnan o kadar iyi biliyorum ki ne kadar sabırsız, ısrarcı biri olduğunu.

Okul bahçesini geçtik, Ata arbalarının direksiyonunda oturan Fırat'la konuşurken açık beklettiği kapıdan hafifçe içeri eğilmişti.

Huzursuz bir konuşmanın gerginliği vardı arabanın tavanına yasladığı kollarında.

Sanki bir uyarı almış gibi döndü arkasını ve bizi gördüğü an toparlanarak ön yolcu koltuğunu öne eğdi.

"Geç kalma huyun asla sekmiyor."

"Senin de huysuzluğun!"

Ata, arabanın içine atlarken laf sokan Alaz için bıraktığı boşluğu bana tanımadı. Arka koltuğa yerleşmem için öne eğilmem gereken yere daha yakın durdu.

Ona değmemek için bedenimi olduğu gidi dışa doğru gerip kendimi Alaz'ın yanına bıraktım.

Ata, koltuğu tekrar iteleyip arabaya yerleştiğinde bu kadar gerileceğimi düşünmemiştim bile. Üç yakın arkadaşın bir anda hayatına dalmak, bu kadar yakınlarında durmak yetmezmiş gibi, kendimi bir anda köşeye sıkışmış hissettim.

Önümde yüzüne baktıkça onu öptüğüm ve bütün kararlılığımı mahvettiğim Ata, çarprazımda yaşananları öğrendiği an beni buna pişman edecek Fırat, yanımda ise her şeyden habersiz, arkadaş ilişkilerine zarar verdiğimi bilmeden benim için kolları sıvamış Alaz ve sağ tarafımda kaçıp kurtulmamı engellercesine olmayan bir kapı.

"Seversin değil mi Zeynep?"

"Hım?"

"Balık yer misin?"

Başımı hafifçe uzattığımda aynadan beni görmeye çalışan Fırat'ın yan profiline baktım boş boş. Aynı anda Alaz normalde sevmeyeceğim bir şey yapsa da cıvıldayan sesiyle iki koktuk arasına yaklaşarak benim adıma konuştu.

"Yer. Yiyecek. Çöpten başka bir şey yemiyor."

Gözlerimi devirerek kapatıp Fırat'ın çoktan döndüğü Akyaka yoluna ve denize bakmadım. Sezer geldiğinde de yine aynı yolu kullanmak veya hergün aynı manzaraya karşı yürümek beni alıştırmaya yetmemişti çünkü.

Aklım doluydu. Alaz'ın söylediğine öylesine bir itiraz da savunma da yapmadım bu yüzden.

İçimde mantıklı olduğunu sanan ve mantığın bir halta yaramadığını söyleyen diğer yan bile sessizdi o an. Kafamı karıştırmalarına veya bana olabilecekler hakkında bir şeyler anlatmalarına o kadar ihtiyacım vardı ki...

Fazladan bir felaket tellallığı daha yapsalar arkama bile bakmadan uzaklaşırdım hepsinden de.

Ama merakım ve Ata... Beni öylesine kışkırtmıştı ki, günün sonundan ne kadar kötü olacağımı bilmeden çomak sokma derdindeydim.

Günün sonu kötü değildi. Her zaman kötülüğün bir sınırı yok, diye düşünürdüm ama  on sekiz yaşımdan daha büyüktü dünya.

Keşke gitmeseydim.

Araba durdu, daha o ilk an kimseden ses çıkmadığında da anlamalıydım zaten.

"Neden inmiyoruz?" Diye soran bendim bu kez.

Üçünün aynı anda susması, Alaz'ın susması, mümkün olmamaıştı daha önce.

Fırat, "Ne yapalım?" Diye ağzının içinden sordu, Ata'nın tek yaptığı birkaç saniye bekledikten sonra arabadan inmek oldu.

Koltuğu öne çektiğinde inmem için bu kez yeterince uzaktı ama bu kez benim gözlerim neden garip hissettiğimizi anlamak için Ata'nın burnunun dibine girmek istiyordu.

Koltuğu tekrar yerine iteledi ve önden giden Fırat'a yetişme çabası içinde olmadan hemen önünde durduğumuz küçük mekanın merdivenlerine yürüdü.

"Bir sorun mu var?"

Alaz etrafa boş boş baktığını sandığım gözlerini bana çevirdiğinde önce gülmek istedi, o an beni geçiştireceğini sanmıştım ama her ne söyleyecekse bundan vazgeçerek astı suratını.

"Bizim evde yemek yediğimiz gece..."

Ata'nın, sevgili olmayı istediği ilk gece.

"Babası hakkında söylediği şeyi hatırlıyor musun?"

"Babası mı burada?"

Alaz dudaklarını birbirine bastırarak başını salladığında ahşap yapının pencerelerinden içeriyi görmeye çalıştım anında.

O adamı merak ediyordum. Ata'yı hem bu kadar delirtmiş hem de bu kadar soğuk kanlı yetiştirmiş birinden korkmalı mıydım bilmiyordum da o an. Ama bana Atahan'ı tanıtacak onu benden uzaklaştıracak bir şeyler verebilir miydi elime öğrenmek için iyi bir fırsat gibi gelmişti saflığıma.

Belki de tam tersiydi ve ben bunu göremeyecek kadar acemiydim.

"Bir şeyler bildiğini belli etme lütfen. Zaten bir ileri beş geriler."

İki değil beş Zeynep. Uzaklaşıyorlar, çok büyük bir hızla hem de. 

Belki de uzaklaşmaktan kopmaya yakın oldukları döneme denk gelmiştim. Bilmiyorum.

Her şey o kadar karmaşık geldi ki o an, hepsi birleşip etrafımda dönen bir girdapmış gibi içinden çıktığım bir adım attım ileriye.

Fırat oturmak için bizi beklerken Ata çoktan içeride bir masaya oturmuştu. Kapıdan girince hemen karşıda açık havada duran masaların altındaki iskele denizin üzerindeydi ve orayı tercih etmemişti.

Saçmalama...

Bu ayrıntıya benim değil de kendi için dikkat etmiş gibi hissettim o an. Sudan kaçıyordu, ama Alaz'ın paylaştığı eski fotoğrafların bazılarında denizin kenarında veya içindelerdi.

Bu bile takıntılarını takıntı yapmam için lanet bir meraktı işte.

Masaya oturduk. Sanki anlaşmışlar gibi Alaz yine karşımda, Fırat ise yanımda oturuyordu.

Alaz, kendinden asla emin olmayan bir sesle, "Sipariş verecek miyiz yoksa başka yere mi gideceğiz?" Diye sordu.

Bu konu onları gösterdiklerinden daha çok geriyor olmalıydı ki, Ata'nın bomboş yüzünün gerisindeki yıkımı görmeden hissedebiliyordum.

Yerimden huzursuzca kıpırdandım. İnsanların zayıf noktalarıyla ilgilenirdim ama bunu onlara karşı koz değil, tedavisi mümkünse bir panzehir için elimde bulundurmayı tercih ederdim.

Şimdiye kadar bu iyi niyetime layık birkaç insanla karşılaşmıştım sadece ve Ata'yı onlardan biri saymamak o an bana kötü bir insanmışım gibi hissettiriyordu.

Bunu yapmak zorunda mıyız?

Yap! O da senin özeline hadsizce saldırdı!

Bir anda, "Ben çok acıktım. Başka yere gidene kadar dayanacağımı sanmıyorum," diye tek nefeste konuşurken buldum kendimi.

Alaz'ın mavi gözleri biraz açıldı, bu tavrımın altında bir şeyler saklı olduğundan şüphelenerek. Yemek yemek, Ata ile yemek yemek ve zorla dahil edildiğim sırlarının gerginliğinden kaçmak için bir fırsatı tepmiş ve bu mekandan kalkmak istemediğimi açıkça dile getirmiş sayılırdım.

O adamı görmek istiyordum. Ata'yı bir de onunlayken görmeliydim.

Alaz'da bir şüphe uyandırdığımı bilerek her zamanki ağzının içinden konuşan ilgisiz tavrımla ekledim.

"Yani... sorun olmayacaksa tabi. Şey ben eve de gidebilirim."

Sen bu değilsin.

Sen bir melek değilsin.

Bu kadar içten pazarlık yapacak biri olduğumun farkına varamamıştım hiçbir zaman. Evet kontrolümü kaybettiğim anlarım olmuyor değildi. Yine de kurcalamayı sevmezdim. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyecek kadar bazen ahmaklaşırdı zihnim. Ama Ata dokunmuştu, Ata benim annem dışında kimsenin dokunmadığı yere, başka hiçkimsenin ulaşamadığı içimdeki o yere, dokunmuştu.

Bunun karşılığı onu adam yerine koymadığım umursamazlığım olamazdı. Sadece bu kadarla mı yanına kalacaktı yaptığı. Ona, eğer kalın kafası basarsa bir empati yaşatmak istiyordum.

"Gençler!"

Kimsenin bana cevap vermeyeceğini sanırken masamıza çarpan ses boş cam bardaklarını şıngırtacakmış gibi kuvvetli geldi bir anda ve ben arkamı dönüp bahsi geçen adamla yüzleşemeden bir beden karşılıklı oturan Ata ve Fırat'ın arasında, ayakta, durdu.

Hayır, o değildi. Upuzun bir boy, ince bir fizik, temiz sakalsız yüz, hafif dolgun beyazlaşmış saçlarla yeşilçamın jönlerine benzeyen adam, tıpkı Fırat'a benziyordu.

"Kemal amca!" Alaz bütün gerginliğini boşaltırcasına şakıyarak kalktı yerinden ve sevgilisin babasına sarılmak için harekete geçen ilk kişi oldu.

Birbirlerini sevgiyle kucaklayışlarını, bunun bile diğer ikisi üzerindeki gerginliğe çare olmayışının verdiği huzursuzlukla izledim.

Bu üç ailede neler oluyordu, öğrenmek hem cazip hem iticiydi.

"Yeni mi geldiniz yoksa bu haytalar okulu mu astı?" Diye sorarken düz sesindeki tınıya karşılık Alaz, omzu üzerindeki kolun sahibine iyice sığındı.

"Teklif ettiler ama ben izin vermedim! Okuldan kaçtıkları ilk an sana haber vereceğimi bildikleri için paşa paşa son dersi beklediler Kemal amcacım."

"Aferin benim güzel kızıma." Alaz sarı kafasının üzerine takdir dolu bir öpücük alır almaz bulduğu can simidine tutunur gibi beni attı hemen ortaya.

"Kenal amca bak bu Zeynep. Hani sana bahsettik ya,"

Adamın ilgili açık kahve gözleri anında bana döndüğünde sırtım gerginlikle dikleşirken yutkundum.

"Zeynep..." Bana elini uzattı.

Resmi bir tanışmanın tersine, gülüşü kucaklayıcıydı ve ben o tebessüme tutunur gibi bana uzatılan elini sıktım hemen.

"Alaz senden bahsetmedi. Alaz, Zeynep diye diye başımızı şişirdi,"

"Bilmeden verdiğim rahatsızlık için özür dilerim," derken adamın sesindeki muzipliğe ortak olmaya çalıştım ama bunu ne kadar başardım bilmiyorum.

Gülerek bıraktı elimi ve Alaz yerine geçerken iki elini de cebine koyup sessizce sağa sola masaya bakan iki çocuğa döndü.

"Eee beyler..? Durumlar nasıl? Yüzünüzü gören cennetlik."

"İş güç tekrar iş güç baba, hani üzerimize yıktığın var ya?"

"Oğlum işten çıkıknca eve gelirsiniz ya hani, o zaman yüzünüzü görmekten bahsediyorum. Nerdeee..! Ata."

"Efendim Kemal amca?" Ata kaşlarını kaldırarak bayık bakışlarını açıp, tepesinde dikilen adamı görebilmek için arkasına yaslandığında, gözlerimi ikisi arasında sürekli hareket ettirerek ne varsa yakalamaya çalıştım.

"Arada bir eve uğra da yolunu unutmayasın." Diyen adama uzatmadan, "Uğrarım," dedi sadece ve beklediğim o ismi sonunda konuya katarak devam etti.

"Baban burda, adama haber vereyim de çıkarken ensenden tutsun eve götürsün seni."

"Baba..."

Fırat'ın konuyu kapatmaya çalışan tavrına karşılık, adam oğluna dönerken elleri ceplerinde omuzlarını geri iterek güldü. "Ben de seni tutup götüreceğim çünkü. O evi kapattırmayın bana."

"Kenal amca sen hiiiç merak etme!" Alaz gerilen masada anında kendini göstererek araya girdiğinde sanki kendi kızıymışçasına yüzü bir anda gülen adamı izledim, Alaz'ın bir büyücü olmadığına kendimi inandırmaya çalışırken. İnsanlar üzerindeki etkisi inanılmazdı.

"Ben evi kapatır anahtarlarını da sana veririm. Sokakta yatamayacaklarına göre..!"

"Yatarlar kızım yatarlar. Bunları ahıra koy orada da yatarlar..."

Adam derin bir iç çekerek cebindeki ellerinden birini çıkarıp Ata'nın omzunun arkasına bir kez vurdu.

"Atahan." İtiraz etmeden sandalyesini geri iteleyişini ve onu götürmesine sesini çıkarmadan sadece, "Sipariş verin geliyorum." deyişini izledim, tam bir yumağa dönen konuşmanın garipliği ve hızı arasında.

Arkamda bir yerdelerdi, Alaz'ın gözünü dikip baktığı yerde de olmadıklarını bilerek sessizce bekledim. Ben rahatsızlığı Ata'ya vermek istiyordum, şu an neler olduğunu sorduğum an zorla dahil edildiğim hayatlarına burnumu sokuyormuş gibi olacaktım.

Ata geri geldi. Babasıyla görüşmesi hem kısa hem sorunsuz geçmiş olacak ki döndüğünde gergin omuzları daha rahattı.

İlk kendini bırakan Alaz oldu. Fırat'ın yüzüne gözümü dikmiş olmamak için onun ne durumda olduğuna bakmadım. Masanın gündemi çok hızlı değişiyordu. Bir konu hakkında konuşurken, aradan küçük bir ayrıntıya yorum yapan Alaz oraya yoğunlaştığı için takip etmekte zorlanıyordum. Yine de artık eskisi gibi uzak değildim hayatlarına.

Akif diye bir adamın adı geçtiğinde Ata'nın kendisinden sekiz yaş büyük bir ablası ve eniştesi olduğunu o anlarda öğrendim. Adı geçmedi, Alaz ablanlar gelecek mi, dediği bir cümlede bilmeden varlığıyla bilgilendirdi beni.

Sekiz yaş Zeynep. Bu babasının yaşını, doğal olarak öğretmeninle olan yaş farkını daha da açıyor.

Aklım sadece bu konuyla meşguldü. Bir umut onunla karşılaşırız diye yemek bitip kalktığımızda gözüm sürekli etraftaydı. Arabaya binerken ardını görürüm diye baktığım yerle arama Ata'nın gözleri girdiği an açtığı kapıdan içeri attım kendimi.

Önce beni bıraktılar eve. İnmem için yol vermesi gereken Ata, iki koltuk arasına sıkışıp bana pembe çiçekler saçan Alaz'ın aksine, iyi akşamlar diledi ağzının ucuyla.

Burnumun dibine giren biri için fazla kaçınıyordu hareketleri ve ben kaçan kovalanır diye kıymetini yıllardır kaybetmeyen atalarımın sesini duymazdan gelerek, bile bile koştum arkasından o gün.

"Atahan?"

Yatağımın ayakucuna oturur oturmaz, üzerimi bile değiştirmeden tırnağımın köşesini kemirerek yazdığım ilk mesajdı bu.

Cevap vermekte o kadar da aceleci değildi benim aksime. Defalarca ikinci mesajı atmamak için direndim, büyük ihtimalle Alaz'ı bile bırakmamışlardı henüz.
Dönüş için ona müsade ettiğim iki saatin ardından üstümü değiştirip oturduğum aynı yerden bu defa ne diyeceğimi bilmediğim ikinci mesajı attım.

"Cevap vermeyecek misin?"

"Senin gibi mi?" Diye anında laf sokan bir mesaj geldiğinde hem haklı oluşuna hem içerlemiş bu kuruntusuna öfkelenerek parmaklarımı sıktım.

"Senin gibi? Ben taciz etmiyorum Ata!"

"Sadece ne söyleyeceğimi bile bilmediğin tek kelimelik bir mesajdı. Sadece adını yazdım başka bir şey söyledim mi? Başka yere çekiyorsun."

"Sinirlenince çenene vurduğunu daha önce farketmemiştim."

"Sinirlenince çeneme vurmaz ben birilerine vururum."

"... ve şiddet eğilimin oluğunu da."

"Ata!"

"Efendim."

Iıııığh!

Dişlerimi yaptıracak param olsaydı eğer sıkmaktan, süt dişime kadar kırardım hepsini. Bilerek yapıyordu, emindim bilerek saçma sapan yorumlarını bana yolluyordu ama onunla tanıştığımdan bu yana, sakinliğim övündüğüm bir özelliğim değildi artık.

Telefonum açık ekrandaki cevaplanmayı bekleyen mesajın üzerine çaldığında, panikle yerimden fırlayıp kapımı kilitledim ve onu azarlarken suyu açmak için banyoya yürüdüm.

"Düzgün cevap verecek misin?"

"Zeynep. İlk mesajı hep ben atacarım sanıyordum. Beni şaşırttın hadi yine şaşırt dışarı gel." Dedi ve konuşmama bile izin vermeyen, nefessiz kendinden eminliğiyle kapttı telefonu.

Gideceğimi biliyordu... ikimizin de.

Daha az önce kitlediğim kapıyı bir kez daha kontrol ederken arkasına asılı montumu hırsla alıp geçirdim üzerime ve kararan havaya güvenerek penceremi bu suça alet ettim.

Ata beni bıraktıkları arabanın içinde bu kez yalnız ve sitenin dışında bekliyordu. Tam durduğu noktada arabadan daha önceki iki inişim aklıma gelmek için iyi bir zamanlama tercih etmemişlerdi.

"Geldin."

Arabanın kapısını açar açmaz bana söylediği ilk kelimeye karşılık binmekten vazgeçerek daha fazla aptal olmak istemezken yüzüne baktım ters ters.

"Ne?" Kaşları hafif çatılır gibi olsa da arkasından gülerken şüpheyle baktı bana. Ama hiçbir mimiğin gerçekçi olmadığını o kadar iyi biliyordum ki. Piç.

Benimle alay edecekti, "Saçma sapan imalarını dinlemek için gelmedim buraya!"

"Sadece şaşırdım. En son bu civarlarda arkana bile bakmadan kaçıyordun." Dediği an direksiyondaki eliyle eve giden yolu ve oradaki son buluşmamızı hatırlattığı an kan beynime sıçradı.

Ben dangalağın alası hatta tekiydim!

Onun yaptığı şerefsizliğe karşılık ben gerizekalı ben ah, onun iyi görünmemesi üzerine nasıl olduğunu merak etmiştim bir de!

"Seni düşünen aklıma..." Öfkeyle çarpmak istediğim kapıya benden önce uzandı ve resmen öne yatarak bana ulaşıp montumdan tuttuğu gibi sertçe içeri çekti.

"Ya..!"

Elinden kaçacakmışım gibi kuvvetli tutması yüzünden suratımı tavana vurmadan son anda koktuğa devrildiğimde, kapıyı kapatmak için tekrar ama bu sefer üzerimden eğilen sırtına art arda sertçe vurarak onu yerine itelemeye çalıştım.

"Dur da kapıyı kapatayım."

"Çekil üzerimden gerizekalı! O kapı bir tarafına kapanır inşallah çekil!"

Ata cık cıklayarak geri çekilmek üzereyken aynı anda kapıyı kilitledi bir yerden. Boşuna bir çabayla kapıya asılmadım bu kez, yine yeniden ona yalvarmadım.

"Yine aynı şeyi yaparsan yemin ederim bu kez seni buna pişman ederim! İnmeyeceğim. Aç kilidi."

"İneceksin." Dediği an burnumdan sokuyarak karşıya diktiğim gözlerimi hırsla yüzüne çevirdim. İki eli benim gibi kucağında o da sadece yüzünü çevirerek bana bakarken dudak büktü bu ihtimali bildiğini göstererek.

"Kaçmakta ustalaştın."

Ustalaşmadım. Kaçan annem arakasından sürüklediğiyse bendim. Şu an olan da buydu. Alışılmış o davranışlardı beni sürükleyen. Belki durmam gerekirken bile buna gerek varmış gibi hareket ediyordum sadece.

"Kaçmak gibi bir derdim olsaydı, beni kilitleyeceğini bile bile buraya gelmezdim. Sadece aç şunu."

Daha küçük alanlarda daha kötü anlarım olmuştu. Arabanın bütün camları bana uzak bir aydınlığın vadini verirken rahat hissetmememin tek nedeni ulaşmama engel olan kilitlerdi.

Açıldı. Arabanın içinde tur atan mekanik bir sesin ardından başımı çevirip hala aynı şekilde bana bakan Ata'ya döndüm, yine alışılagelmiş bir tepki veren rahatlamış yüzümü.

"Nasılsın?"

O afalladı. Düşünen sağ lobum ve eyleme geçiren sol lobum da bir an anlayamadılar ne yaptıklarını.

Ata gözle görürlür bir şüpheyle büktü mimiklerini ve bir anda bu kadar alakasız bir girişe "İyi?" diye cevap verirken de bu yüzden temkinliydi.

Gözlerimi devirmeme engel olamadım ama en azından tepkimi küçülterek onu tersledim.

"Aptal aptal bakmayı keser misin? Normal iki kelime konuşmaya çalışıyorum."

Hayır Zeynep. Nasıl olduğunu gerçekten merak ediyorsun.

"Afedersin." Yüzü bir an buruşup doğru mizacı bulmak için uğraştı.

"Kendimi sana laf yetiştirmeye hazırlamıştım." Ata bunu söylerken alayla gülüyordu ama hala biraz şaşkın ve şüpheli sayılırdı.

Kendi kendime omuz silkerek iç çektim. Onun peşini bırakma ve kurcalamaktan vazgeçme planlarımın bir adım önüne geçti nasıl olduğu.

Ve ben onu biraz daha şaşırtmaya karar vererek bir anda attım o adımı, tıpkı onun gibi hadsiz bir soruyla hayatına burnumu soktum. Toslayacağımı bilmiyordum.

"Babanla sorunun mu var?"

Gülüşü, sorumdaki bir kelimeye takılarak düştü yüzünden. Konu nasılsından nasıl bir anda buraya atladı bilmiyorum; onun kadar planlı adımlarla yürümediğim için daha o an pişman oldum çünkü ona bir şeyler hatırlattığımı biliyordum. Ben de öyleydim, biri bana babamı sorduğunda gözümün önüne gelen bir silüet değil yaşanmışlıklar oluyordu her zaman ve ben bunun ne kadar huzursuz hissettirdiğini bilirken, bir o kadar da düşüncesizdim.

"Sence?"

Bence mi? Yeteri kadar ayrıntı bilmeden konuşmaya mecbur bıraktığı için en kötüsü yerine olağanı dile getirdim.

"Bilmem. Bugün yemekte huzursuzdun. Sebebinin baban olduğu çok belliydi, eve de gitmiyorsun bu yüzden..."

"Aferin iyi gözlemlemişsin," diye bir anda sert bir dille kesti sözümü. Konuşmak için ağzımda beklemek zorunda kalan nefesi yavaşça verdim ve yuvalarında sabit kalamayan gözlerine diktim bakışlarımı.

"... Gözlem değil Ata. Bunun seni nasıl etkilediğini anlamaya çalışıyorum sadece. Nasıl olduğunu bu yüzden sordum..." derken hiçbir şekilde yumuşamayan yüzünün sağ profiline baktım ne diyeceğimi bilemeyerek.

O da sustu. Hatta bir an beni duyduğundan bile şüphe ederek uyuz bir sinek gibi üsteledim.

"...babanın ilişkisini kabullenememiş olman mı sorun? Yetişkin biri ve sen çocukluk yapmayacak kadar olgun davranan birine benziyordun."

Bu kadar yeter.

Hayır Zeynep. İnanılmaz huzursuz ve içindekini dökecek kadar patlamaya hazır.

Değil. Değil Zeynep onu üzüyorsun.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

"Onu benden iyi tanıyorsun!" Nefesini burnundan vererek güldü. Hatta bir anda daha da uzadı bu gülüşü ve neredeyse dişlerini gösterecek kadar gerildi dudakları.

"Sadece dışardan gördüğümü söylüyorum Ata. Babanı senden iyi tanıdığımı idda etmiyorum."

"Peki." Alt dudağını ağzının içine alarak dişlerinin ucuyla bırakırken kafasını sertçe indirip kaldırdı ve bunu tekrar yaparken, "Peki," diye yineledi.

"Seni onunla tanıştıracağım."

Aynı anda abandı arabanın her ayrıntısına ve teyzemlerin bile duyduğuna emin olduğum bir gürültüyle ileri sürdü arabayı.

"Hayır. Ata...!"

Bir anda yükselen sesimle koltuğumdan ayrılan sırtımı, gözlerimi kapatıp başımı iki yana sallarken tekrar yasladım arkama.

Sanki beni dinleyecek miydi? Soğukkanlılığından geriye hiçbir şey bırakmamıştım. Ben akıllanmazdım. Onun yanına kendi ayaklarımla gelip beni kıstıracağını bile bile üzerine sürmüştüm dilimdeki her şeyi.

Neden buna bizi pişman edecekmiş gibi hissediyorum, Zeynep.

Çünkü hissediyoruz. Ata'ya olan hislerimizde hiç yanılmadık, bu hadsiz saldırıya bizi pişman edeceğini biliyorduk.

•••

•••

Merhabaaa🌸
Kimler geldi kimler kaldı geriye bilmiyorum. Tek bildiğim sonunda yeni bir bölümle burada olduğum için çook ama çooook mutlu olduğum.
Hepinizi özlemişim 💜 hem de nasıl.
•••

Continue Reading

You'll Also Like

965K 60.2K 39
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
479K 13.8K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
2.1M 132K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
664K 44.6K 43
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...