MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

Da Maral_Atmc6

7M 638K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... Altro

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(60) Tanrı Tanımaz Asi.

81.5K 7.8K 14.6K
Da Maral_Atmc6

Meliz'den.

Zamanı geri almaktan daha kötü bir şey varsa o da Elzem'in yapması gereken her şeyin bana kalmış olmasıydı. Sanki rolleri değişmişiz gibi onun gibi düşünmeye kendimi zorluyor, onun gibi entrikalar çeviriyordum. O lanet kız bugün doğacaktı ama ben burada ona daha güzel bir gelecek sunmak için çırpınıyorum! Bana ne ki? Büyük ihtimalle tanrılar ölü doğan bir bebeğin takasını kabul etmeyecekti. Ben neden onu kurtarmanın planlarını yapıyordum? Ah, bu kız yokluğunda bile beni rahat bırakmıyordu! Hayır yani, onun gibi başarılı planlar yapıyor olsaydım içim yanmazdı. Fakat Elzem gittikten sonra tam bir beceriksiz olduğumu fark etmenin acısını yaşıyordum. Onun yanındayken kendimi çok zeki hissediyordum çünkü planları yapan o olduğu için hep kazanıyorduk. Bu da kendimi çok akıllı hissetmemi sağlıyordu. Şimdi ise tescilli bir geri zekâlı olduğumu kanıtlama yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Bu lanet kız neden tanrılara meydan okudu ki? Hadi bunu yaptı ama zamanı yüzyıl geriye almak nedir! Ergenliğimin en berbat yılını üç yüz yaşındaki bir kadının anılarıyla geçirdim! Hadi bizi geçmişe savurdunuz bari anılarımızı da silin değil mi? Neyseki son yetmiş beş yılı kazasız belasız yaşamayı başardım. Evet, yüz yıl geriye gittik ve biz yetmiş beş yılı yeniden yaşadık! Hiç geçmeyecek gibi gelen koskoca yetmiş beş yıl! Bir faninin neredeyse tüm ömrü!

Savcı, Asil, Gediz ve Dehliz için bu son yetmiş beş yıl işkence gibi geçiyor olmalı. Malum hepsi kızların doğmasını bekliyordu.

Gerçi Doğa şu anda yeni yeni emekliyordu, ama Asil daha onun büyümesini beklemeliydi.

Mara ve Elzem doğmak üzere, Itır ise henüz çekirdekte bile değil.

Akayların konağının dışında durmuş bahçeyi gözetlerken yine ruh formundaydım. Bedenimi Elzem'in dünyasına getiremediğim için ruhum uzun zamandır buraya geliyordu. Evet, Munure'yi dışarıdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı koruyordum! O kadından nefret ediyorum ama bana vermesi gereken iki kız çocuğu varken tırnağı bile kırılamazdı. "Ama canımdan bezdim ben artık," diye söylendim. Elzem ve Itır kazasız belasız bir doğsun bunun acısını çıkartacağım o ikisinden!

Tüm pis işler neden hep bana kalıyordu! İşgüzar Oyunbaz ortalığı karıştırıp çekip gitmişti!

Bir araba konağın önünde durunca plakasından kim olduğunu hemen anladım. Evet, bir de sevgi pıtırcığı Gorgon teyzemle uğraşıyordum. Son on yılın içinde tıp fakültesini bitirmesine ne demeli? Eskiden dedektifti şimdi ise bir doktor. Neden mi? Çünkü bu akıl hastası Munure'nin doktoru olmayı başardı! Elzem'in doğumu bu sefer öncekinden daha sorunlu olacağı için her şeyi ayarladık. Soya son on yılını tıp okuyarak geçirdiği için başarılı bir doktor olmuştu. Elzem'in doğumunda fanilerden hiç kimse olmamalıydı. Daha önce onu doğurtan ebe sadece gölgemi görerek aklını kaçırma raddesine gelmişti. Bu sefer doğum bizi bir hayli zorlayacağı için ayak altında dolaşan faniler istemiyorduk. Savcı yetmiş beş yıldır bu doğumu beklediği için o Araf'ta hazırlıkları yaparken, ben ve Soya buradaki hazırlıklarla ilgileniyorduk. Bizi zorlayan Elzem'in doğumu değildi, ölü doğacak bir bebeğin ruhunu tanrılardan kurtarmaktı. Hepsi Elzem'e çok kızgın olduğu için kolay kolay yaşamasına izin vermeyeceklerdi.

Bizim hafızalarımızı bile olanlardan ders almamız için silmemişlerdi. Aynı şeyleri tekrar yaşamak tüm Ölümsüzler için cezaların en büyüğüydü.

Soya arabadan indiğinde beni hemen fark etti. Tüm ruhları gördüğü için beni ruh formundayken görüyor olmasına artık şaşırmıyorum. Eskiden olduğu gibi çirkin maskelerin ardına saklanmıyordu. Kumral saçları tüm ışıltısıyla omuzlarından salınıyordu. Fakat Soya saçlarını uyardığı için canlı saçları fanilerin olduğu yerlerde hareket etmiyordu. Kan kırmızısı gözlerini hep olduğu gibi yine bir lensle gizlediği için gözleri kahverengi görünüyordu. Pürüzsüz teni, çocuksu yüzüyle bu kadın gerçekten çok güzeldi. Hava her zamankinden soğuk olduğu için montuna sıkıca sarılarak bana doğru yürüdü. Dün hiçbir şey yoktu ama bugün aralıksız kar yağmaya başlamıştı. Evet, bugün bir ocaktı, yani Elzem ve Mara'nın doğacağı gün. Soya ise Elzem'in doğum işini kaptığı için son haftalarda konakta yatılı kalıyordu. Böylece Munure Hanım'ın her şeyiyle ilgileniyordu. Gerçi gününün çoğunu Sıraç'la oynamakla geçiriyordu! Daha dört yaşında olan çocuğu bir saniye bile yalnız bırakmıyordu. Hadi ama, onu konağa Elzem için gönderdik sevdiği adamı büyütmesi için değil!

Neyseki boynundaki garip kolyesi sayesinde Avcılar onun bir Ölümsüz olduğunu anlamıyordu.

O kolye bir şekilde Soya'nın yaydığı enerjiyi bastırıyordu.

Yanıma geldiğinde fazla heyecanlıydı. Onun dışında kimse beni göremediği için telefonu çıkartıp kulağına koydu. "Bu gece Mara ve Elzem doğacak," dediğinde bunu zaten bildiğim için başımı salladım.

"Kolay bir doğum olmayacak," dedim. "Tanrılar onu bize vermeyecektir." Elzem onları alt ettiği için ikinci kez onu piyon olarak seçmezlerdi. Karşılarında nasıl bir kadın olduğunu gördükleri için ikinci kez risk alacaklarını sanmıyorum.

Soya sırıtarak, "Evet zor olacak," dedi. "Ama zor olanı başarmak bizim işimiz. Hatırlatırım biz Araf'ı ve zamanı yıkmayı başaran kişileriz." Ya ne demezdi. Bu yüzden hepimizin Araf'ta kötü bir şöhreti vardı. Zamanı yıkarken tüm Araf halkı bizi Ölüler Diyarında izlediği için aradan geçen yıllar bile yaptıklarımızı unutturmamıştı. İnsanlar ateş başında çocuklarına bunu anlatır olmuştu! Araf'ın en gözü kara grubu olmayı başarmıştık! Hele tanrılara meydan okuyan Elzem'in şöhreti asla unutulmayacak gibiydi. Hep istediği gibi tarih kitaplarına adını yazdırmayı başarmıştı. Ciddiyim, Araf'ın kitaplarında Tanrı Tanımaz Asi adında onun için kocaman bir kitap vardı. Tamam, o kitaplarda onun hakkında pek güzel şeyler yazmıyordu ama Gediz'in deyimiyle şöhretin iyi ve kötüsü olmazdı, değil mi?

Sonuçta Elzem hep, "Araf'ta kimse adımı unutmayacak çünkü ben bu şehirde bir tarih yazacağım!" deyip duruyordu. İstediğini de almıştı artık Araf'ta onu tanımayan, adını bilmeyen yoktu.

Kız söylediği uçuk şeyleri bile başaran bir deliydi.

Neyseki tanrıça olmak konusunda ciddi değildi, yoksa başımıza daha neler gelirdi kestiremiyorum.

Soya karşımda soğuktan dolayı üşürken, "Ben Araf'a dönüyorum," dedim. "Savcı doğumun bu gece olacağını henüz bilmiyor. Oradaki son hazırlıkları kontrol etmeliyim." Munure zaten bu gece ikinci kez beni çağıracaktı. Eskiden olduğu gibi ilk seferinde oğullarının Avcı yönünü köreltmem için çağırmıştı. Fakat büyülerimiz Avcılara işlemediği için pek işe yaramamıştı. Ancak bir iblisle yaptığı bu anlaşma karnındaki bebeği, yani Elzem'i lanetlemişti. Aynı şekilde Berna Hanım'ın kısırlığını tedavi ederek Mara'nın da lanetlenmesine sebep oldum. Doğa'nın hasta annesini iyileştirdim ve Doğa'da lanetlendi. Evet, büyük bir başarıyla o üçünün tekrar lanetlenmesine sebep oldum. Itır zaten benim kızım olduğu için lânetli doğacaktı.

Bunu yapmayabilirdim, kızların annelerinin çağrısına kayıtsız kalarak Kalkanların lanetlenmesini engelleyebilirdim. Avcı olarak büyümelerine izin verebilirdim fakat o zaman da kızlar benim tanıdığım kişiler olmazdı. Lanetleri onları olduğu kişi yapan en büyük etkendi. Bunu değiştirmek istemedim çünkü Avcı veya lanetli fark etmez onlar her şekilde buraya ait değildi. Zamanı geldiğinde yapmam gerekeni yapacak ve onları kendi dünyalarına, yani Araf'a götüreceğim. Belki yine çok karşı çıkacaklar, belki yine geri dönmenin yolunu arayıp duracaklardı. Fakat Soya burada kalacağı için aradıkları çıkış yolunu asla bulamayacaklardı. Zaten bir süre sonra daha önce olduğu gibi Araf'a alışacakları için eskisi gibi çıkışı aramayacaklardı. Elzem bile Savcı'ya aşık olduktan sonra orada kalmak için bahanelerin arkasına sığınıp durmuştu. Avcı kardeşi ona gidelim dediğinde bile mutlu olmamıştı, çünkü o da içten içe Araf'a ait olduğunu biliyordu. Yirmi dört yıl sonra Araf'a gittiklerinde baştaki kararlılığı bir yıl içinde değişecek ve Araf'ta kalmayı isteyecekti.

Alışana kadar Savcı'ya bir hayli çektireceğini tahmin etmek zor değil. Neyse ki Savcı bu konuda daha önceden tecrübe sahibiydi.

Tabii bütün bunların olması için önce yaşaması gerekiyordu.

Soya gitmem konusunda beni onaylayınca elinde tuttuğu poşeti yeni fark ettim. "O ne?" dediğimde güldü. "Sıraç'a çok sevdiği oyuncak arabalardan birini aldım," deyince sinirden ağlayabilirdim. Neden herkes gibi normal bir teyzem yok ki!

"Sen burada şifacılık okuluna gittin, değil mi?"

"Şifacılık okulu değil Meliz, fâniler buna tıp fakültesi diyor."

"Her ne haltsa artık! Fanilerin verdikleri isimleri bu kadar ciddiye alıyorsan yetişkin birinin küçük bir çocuğa beslediği hislere ne isim verdiklerini de biliyorsundur."

"Pedofili diyorlar."

"İşte sen ondansın!" diye bağırdım. "Dört yaşındaki bir çocuğa aşık olamazsın Soya, bu kadarı senin için bile fazla!" Bu kadın neden böyle anlamıyorum. Haylaz çocuklar gibi sürekli beni kızdıracak bir şeyler yapıyordu!

Kıkırdayarak başını iki yana salladı. "Ben pedofili biri değilim çünkü Sıraç'a aşık olduğumda dört yaşında bir çocuk değildi." Hayallere dalarak iç çekti. "Uzun boylu ve ağız sulandıran kasları vardı." Neden ondan bir yemekmiş gibi bahsediyordu?

"Erkeksi yüz hatları, o derin bakışları ve gülümseyişini nasıl unutabilirim ki?" dediğinde burada sinir krizleri geçiriyordum. "Bir an önce büyümeli artık. Biliyor musun fazladan ona vitamin takviyesi yapıyorum," deyince avazım çıktığı kadar sinirden bağırdım. Beni çıldırtıyordu! İlaçla onu büyütmeye çalıştığına inanamıyorum!

"Biliyor musun şu hayatta katlanamadığım iki kişi var!" diyerek kaşlarımı çattım. "Biri Elzem diğeri de sen! İkiniz de dengesizsiniz ve ben birine katlanamazken diğer akıl hastasını kurtarmaya çalışıyorum!" Ben bu iki kadınla tanışana kadar öfke nedir bilmezdim ama onlar hayatıma girdiğinden beri sinirden her gün duvarları yumrukluyorum!

*****

Araf/ Sulakkar Toprakları.

Akademiye girdiğimde çok gergindim. Bu gece olacaklar beni çok korkutuyordu. Elzem herkese istediğini verdikten sonra hiç var olmamış gibi gidemezdi. Zamanı geriye alması Araf'a yepyeni bir çağ getirmişti. Gazi ve Ayvaz gelecekten olanlardan ders alarak sulh imzalamıştı. Böylece Gazi yasaklı büyülere başvurmadığı için halkı tekrar parazite dönüşmemişti. Sicim'i hiç kaybetmeden yetmiş beş yıldır orada mutlu mesut yaşıyorlardı. Her biri bunun Elzem sayesinde olduğunu biliyordu. İlkinde laneti kaldırarak onları kurtaran kız, veda ederken halkını zamanın ötesine taşıyarak kurtarmıştı. Böylece aynı hataları yapmadılar ve yıllarca bir parazite dönüşerek eksilmediler. Elzem Akay son nefesinde bile herkesi kurtarmayı başarmıştı.

"Meliz," diyen bir ses duyduğumda çardakta bana seslenen Afra'yı gördüm. Zamanı geriye almak en çok bu şeytanın işine yaramıştı. Klanlar geçmişte olanlardan ders aldıkları için geriye dönünce Aykırı diye Afra'yı bu sefer öldürmeye kalkışmadılar. Ailesiyle en başından yeni bir başlangıç yaptığı için eski Afra'dan çok farklıydı. Artık kötü planlar yapmak yerine erkek kardeşleri için iyi bir abla olmuştu. Yaptıklarından bir ders aldığı için nişanlısını canavara dönüştürmeden önce onu dinlemeyi öğrenmişti. Bahoz'un Afra'yı ifşa etmediği ortaya çıkınca ikisi evlenmişti. Meğerse Savcı, Bahoz'a Afra'nın Aykırı olduğunu söylerken bir hizmetçi onların konuşmasına kulak misafiri olmuş. Hizmetçi bu bilgiyi klan liderlerine uçurarak ortalığı karıştırmış. Bahoz bunu kanıtlayınca Afra ile barışması uzun sürmedi. Açıkçası değişimi bile Afra'dan nefret etmemi engellemiyordu. Bu kız Elzem'den, Elzem'de ondan intikam almaya çalışırken bana çok çektirmişti. Bu yüzden Afra ve Suzan'dan sonsuza kadar nefret edeceğim.

Afra, Gediz ve Savcı'yı ziyaret etmek için akademiye gelmiş olmalıydı. Zaten şu anda çardakta Elzem'in deyişiyle Üç Silahşörlerle birlikte oturuyordu. İsteksizce onlara doğru yürüdüğümde Gediz beni baştan ayağa süzüp ıslık çaldı. Onca şey yaşadık ama bu çocuğun çapkınlıklarından eksilen hiçbir şey yok! "Meliz," diyerek sırıttı. "Hâlâ seni kendi bedeninde görmeye alışamadım." Bedenim zaten Elzem yirmi dört yaşındayken ölüyordu, yani hâlâ zamanı vardı. Hayır, bu sefer bedenimin ölmesine izin vermeyeceğim.

"Beni her gördüğünde asılmaya son ver artık. Unuttuysan hatırlatayım ben Itır'ın annesiyim!" dediğimde gülerek başını iki yana salladı. "Güzel hatunlara güzel demenin nesi yanlış? Ayrıca Itır seneye doğuyor," diyerek yüzünü buruşturdu. "Neden en son o doğuyor ki?" Elinde gelse Elzem'den önce Itır'ın doğmasını sağlardı.

Afra dışında diğer üçüne selam vererek çardağa girdim. Hafız'ın yanına ve Afra'nın karşısına oturmuştum. Asil, "Günışığı nasıl?" diye sorunca güldüm. "İki yaşındaki bir bebeğin olması gerektiği gibi uslu uslu sütünü içip uyuyor," dedim. Asil'in yoğun ısrarları üzerine Soya, Doğa'yı almayı başarmıştı. Doğa doğduğunda Soya bir şekilde hastanede bebekleri karıştırmıştı. Doğa'nın gaddar ailesi başka bir bebeği kendi kızları sanırken, fâni bir çift Doğa'nın yeni anne ve babası olmuştu. Böylelikle çocukları lanetli diye öz annesi intihar etmeyecekti ve babası suçsuz kızına işkence çektirmeyecekti. Avcıların tek yeteneği ruhları görmekti, yani yeni bebeklerinin ruhları görüp görmediğinden asla emin olmayacaklardı. Doğa'nın yerine geçen bebek bir Avcı olmadığı için tabii ki ruhları göremezdi. Fakat Avcı aile bu konuda kızlarına baskı yapmayacaktır çünkü tıpkı Yavuz gibi korktuğu için bunu sakladığını düşüneceklerdir. Doğa'nın öz anne ve babasını gizlice izlemiştim. Doğa'nın yerine geçen bebekle oldukça mutluydular. En azından Doğa'dan esirgedikleri sevgiyi o bebeğe veriyorlardı.

Doğa ise yeni ailesinin yanında oldukça huzurlu ve mutlu bir bebeklik geçiriyordu. O fâni çift Doğa'nın öz çocukları olmadığını bilmedikleri için onu gerçekten seviyorlardı. Bebekleri değiştirmenin yanlış olduğunu biliyorum ama Asil bunu yapmamız için gerçekten çok baskı yapmıştı. Daha Doğa doğmadan bir yıl önce bana bu planla gelmiş ve bir yıl boyunca kabul ettirene kadar uğraşmıştı. Tıpkı Savcı gibi o da sevdiği kadına güzel bir çocukluk yaşatmak istiyordu ve Asil bunu başardı. Bir yıllık çabası sonucunda sevdiği kadına daha iyi bir çocukluk vermeyi başarmıştı. İki farklı dünyalarda olsalar da Asil buradan Doğa'nın her şeyiyle ilgileniyordu. Hatta Soya'nın her ay Doğa'nın ailesine para vermesi de Asil'in işiydi. Asil burada beni altına boğuyordu, karşılığında ise Soya'da Doğa'nın ailesine para yardımında bulunuyordu. Soya buraya gelmediği için benimle ilgilenemiyordu çünkü gelmek için kalkan olarak kullanacağı Avcılara ihtiyacı vardı. Fakat Asil, Soya'nın yeğenine yardım ettikçe Soya'da onun sevdiği kadının her şeyiyle ilgileniyordu. Soya'nın diğer dünyada olması bizim için çok iyiydi çünkü orada bizim elimiz kolumuz oluyordu.

Asil'e bakıp elimi uzattım. "Bu ay ki altınlarımı hâlâ vermedin," dedim. "Teyzem iyi niyetinden kazandığı tüm parayı altını ıslatan bir bebeğe harcamıyor, değil mi?"

Kaşlarını çatarak bana tersçe baktı. "Bildiğim kadarıyla bebekler o yaşta tuvalete gitmeyi bilmiyor, değil mi?" diyerek bana dik dik baktı. "Mümkün olsa onu buraya getirtir kendim büyütürüm," dedikten sonra pelerinin cebinden çıkardığı bir kese altını bana uzattı. "Acaba Mara ile bir akrabalığın var mı?" deyince güldüm. Her ay ondan aldığım altınlar yüzünden aklına Mara gelmişti. Malum Mara burada uçan kuşu bile haraca bağlamayı düşünmüştü.

Gediz küçük bir detay yakalamış gibi Asil'e döndü. "Şimdi sen ışığınla daha önce evlenmiştin, değil mi? Hani Hafız ve ben de şahitlerinizdik?" deyince Asil başını salladı ve Gediz sinsice sırıttı. "Yani birlikte oldunuz?" Peki ben neden böyle bir sorunun sadece Gediz'den gelmiş olmasına şaşırmadım acaba?

Asil arkadaşına dik dik bakarak, "Neden merak ediyorsun?" dedikten sonra kılıcını çıkartıp masanın üzerine koydu. "Hayatın vereceğin cevaba bağlı p*ç kurusu!" dedi.

Gediz gülerek geriye çekildi. "Sakin ol birlikteliğinizin nasıl geçtiğini sormayacağım ama anlatmak istersen iyi bir arkadaş olarak dinlerim." Buna can attığını hepimiz biliyoruz.

Hafız uslanmaz arkadaşına uyaran bakışlarını çıkardı. "Şansını zorlamasan mı?" Hafız kadınların yanında bu konuların konuşulmasından çok rahatsız oluyordu.

Gediz, "Hayır," dedi. "Merak ettiğim asıl konu bu değil. Şimdi Asil ışığıyla geçmişte evlenip birlikte oldu ama kadın yeniden doğdu, yani buraya geldiğinde Asil'in karısı olmayan bir bakire olacak," dedikten sonra yine suyu bulandırıp Asil'e baktı. "Bakireydi değil mi? Belki de bu sefer buraya bir bakire olarak gelmeyecek." deyince Asil'in yumruğu onun çenesiyle buluştu. Gediz patlayan dudağına dokunup güldü. "Ve geçmişte seninle yaşadığı hiçbir şeyi hatırlamıyor olacak. Umarım bu sefer daha önce olduğu gibi seni uzun süre peşinden koşturmaz. Kabul edelim o hallerin hiç çekilir gibi değildi."

Asil, "Sinirlerimi bozuyorsun!" diye homurdanarak önüne döndü ama Gediz'in son söyledikleri onu çok korkutuyordu. Daha önce Doğa'nın sevgisini kazanmak için çok uğraşmıştı. Ya bu sefer başaramazsam diye şimdiden endişelenmeye başlamıştı. En önemlisi Doğa bu sefer kalbinde başka bir adamın aşkıyla gelir diye korkuyordu.

Sürekli bana kaçamak bakışlar atan Afra, en sonunda dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkardı. "O ne zaman doğuyor?"

Kollarımı göğsümde birleştirip, "O dediğin kişinin adı Elzem," dedim.

Hemen düzeltti cümlesini. "Elzem ne zaman doğuyor?"

"Bununla neden ilgileniyorsun? Bu seferde doğmamış bir bebeğin üzerinde mi yapacaksın planlarını?" dedim. Pişmanlık içinde bana bakması umurumda değildi. Ben Elzem değilim ki merhamet edeyim. Ben Itır'ın annesiyim ve biz anne kız çok pis kin tutardık. Itır zaten bu yönünü benden almıştı.

Afra derin bir nefes alarak, "Meliz," dedi. "Neden artık değiştiğimi anlamak istemiyorsun? Bu kinin bir tek bana, oysaki geçmişte bedenini öldüren kızı bile affettin." Ne? Kendini Elzem ile mi kıyaslıyordu? Elzem benim üvey kızımdı, yani ailemden biriydi. Aile arasında olan sorunlarımız kimseyi ilgilendirmezdi. Üstelik Elzem'in verdiği zararlar yaptığı iyiliklerden daha büyük değildi. Elzem Akay öylesine sıradışı bir kadındı ki, düşmanını bile korumasını bilirdi. Asla kin tutmaz, kimseyi geçmişiyle yargılamazdı. Ona ne yaparsanız yapın onun için fark etmezdi çünkü kapısına gittiğinizde o kapı mutlaka sizin için açılırdı. Geçmişi hatırlatıp kapıyı yüzünüze çarpmazdı, aksine hoş geldin der gönlünün baş tacı yapardı. Kanatıyor gibi görünür ama gizlice yaralarınızı sarardı. Elzem'in yanındayken hiçbir şeyden korkmanıza gerek yoktu çünkü kibar bedeninin içinde bir savaşçı vardı. O savaşçı karşısında duranı ezip geçerdi ama yanında olanı canı pahasına korurdu. Elzem'i tek bir kelimeyle anlatmam istenilse hiç düşünmeden koruyucu derdim. Evet, Elzem'in en bilindik özelliği hayatındakileri sahiplenip korumasıydı. Dışarıdan bakınca güzel ve nahif bir kadın görürdünüz, fakat o kadının beyni tehlikelerle dolu bambaşka bir dünyaydı.

Ayağa kalkıp ellerimi masaya bastırarak Afra'nın üzerine eğildim. "Neden Elzem'in yaptıkları için ona kin tutmuyorum biliyor musun?" diyerek gözlerine baktım. "Çünkü şu anda yaşadığımız hayat için kendi canını ortaya koyan o. Sen sana yapılanlar için bir tek onu bitirmek istedin ama Elzem ona yapılanlara rağmen tüm Aykırılara özgürlük verdi. Benden önce bedenimi aldı fakat daha sonra bedenimle birlikte bana çok daha fazlasını verdi," dedim. En önemlisi o bana dostluğunu sunmuştu. Elzem'den önce de uzun bir hayatım olmuştu ancak herkes için bir böcekten farkım yoktu. Bana birlikte çalışmayı teklif ettiğinde, "Benimle olursan kaybetmezsin, yanımda olanların kaybetmesine izin vermem. Klan liderlerinin seni kullanmasından bıkmadın mı? Ben sana bir konum, saygınlık vadediyorum," demişti ve söylediği her şeyi fazlasıyla vermişti.

Afra'yı bırakıp akademiye girdim. Savcı'nın dersi bitmiş olmalıydı bu yüzden onun odasına çıktım. Son günlerde eskisinden daha fazla kütüphanede zaman geçiriyordu. Doğum yaklaştıkça Savcı daha çok araştırma yaparak Elzem'i kurtarmanın yollarını arıyordu. Neden mi bu kadar endişe ediyorduk? Çünkü ilk seferinde Elzem'i Afra'yla takas yaparak kurtarmıştık. Ancak şimdi Afra klan liderleri tarafından aranmıyordu ve hayatı tehlikede değildi. Elimizde Elzem'in ruhu karşılığında tanrılara takas olarak sunacağımız hiçbir şey yoktu. Doğuma sadece saatler kalmıştı ve biz Elzem'e eşdeğer bir takası hâlâ bulamamıştık! Bir Aykırıya karşılık bir Aykırıyı sunsak bile tanrıların takası kabul etme ihtimali çok düşüktü. Tanrıların öfkesini üzerine çekmek zorunda değildi!

Kapıyı çaldım fakat içeriden hiç ses çıkmayınca içeri girdim. Daha attığım ilk adımda bir kitaba takılınca güldüm. Odanın içi her yere saçılmış kitaplarla doluydu. Savcı adeta kütüphaneyi odasına taşımıştı. Masanın üzerinde bir sürü açık kitap dururken Savcı hararetli bir şekilde elindeki kitabı okuyordu. Bülbül yatağın üzerinde farklı bir kitabı okumaya dalmıştı ve muhtemelen Takva'da buralarda bir yerde kitap okuyordu. Hiçbiri geldiğimi fark etmemişti. "Bir şey buldunuz mu?" diye sorduğumda nihayet odada yalnız olmadıklarını anladılar.

Savcı beni görünce okuduğu kitabı bırakıp hemen ayağa kalktı. "Meliz," diyerek bana doğru yürüdü. "Neden buradasın? Elzem'in yanında olman gerekiyordu. O iyi mi?" Evet, ama oradan birileri beni çağırmadıkça ruhum kızların dünyasına gidemiyordu. Neyse ki Soya her gün beni çağırıyordu.

"Şu an için iyi," dedim. "Ama doğum bu gece Savcı." Sertçe yutkunduğunda bunu beklemiyordu. Artık sadece saatlerimizin kaldığını anlamıştı. Savcı eski görünüşünden sadece bir yaş daha genç gösteriyordu. Biz Ölümsüzler geç yaşlanırdık. Yetmiş beş yıl geriye gittiğimizde sadece birkaç yaş gençleşmiştik. Aradan geçen son yetmiş beş yıl eski yaşımıza yeniden dönmemizi sağladı. Belki şu anda bir yaş daha genciz ama kızlar buraya geldiğinde aradaki son yaşı da kapatmış olacaktık. Yani bizi en son bıraktıkları yaşta göreceklerdi. Daha doğrusu eskisinden daha yaşlı olacaktık ama görünüşümüz onların son gördüğü şekilde olacaktı. Oysaki onlar buraya geldiğinde aradan koskoca yüz yıl geçmiş olacaktı. Evet, Savcı sevdiği kadını yüz yıl boyunca beklemiş olacaktı. Ne uzun bir zaman değil mi? Bu bekleyiş Savcı için hiç kolay değildi.

"Bugün mü doğacak?" dediğinde rahatlayarak nefesini koyuverdi. "Şükürler olsun."

Afallayarak ona baktım. "Şükürler olsun mu? Savcı o bu gece ölü doğacak ve biz onun karşılığında tanrılara ne vereceğimizi hâlâ bulamadık!" Bu sevindirici bir haber değildi çünkü elimizde takas yapacak hiçbir şey yoktu.

Savcı pencerenin yanındaki koltuğa otururken fazla düşünceliydi. "Uzun zamandır araştırma yapıyorum Meliz," diyerek hâlâ kitapları karıştıran Bülbül'ü gösterdi. "Yani yapıyoruz," dedi. "Elzem için takasta kullanacağımız birilerini bulmak zor değil ama işe yaramaz çünkü tanrılar onu bize vermeyecektir." Bunu ben de biliyorum zaten korkmamı sağlayan tam olarak buydu.

"Peki ne yapacağız?"

Eliyle yüzünü buruştururken sıkıntılı görünüyordu. "Bilmiyorum!" dedi. "Eğer laneti yüzünden ölü doğuyor olsaydı daha ilk aylarda anne karnında ölürdü. Her şey yolunda giderken bir bebek son anda neden ölür ki? Bunun cevabını bulursak takasa hiç gerek kalmaz!" dediğinde soluğum kesilmişti. Savcı şu zamana kadar hiç düşünmediğimiz bir detaya değinmişti. Soya bile gebeliğin sorunsuz ilerlediğini söylemişken bu kız neden ölü doğmuştu?

"Bülbül," diye fısıldadım. "Bülbül bizi geleceğe götürsün, yani bu geceye. Doğuma gidelim ve izleyelim. Eğer önceden doğumda bulunursak belki Elzem'in neden ölü doğduğunu anlarız." Biliyorum bu çılgınlık ama aklıma başka bir fikir gelmiyordu. Araf ve Elzem'in dünyasındaki zaman akışı aynı değildi belki de şu anda orada doğuma bir saatten daha az kaldı. Her ne yapacaksak bunu bir an önce yapmalıydık.

Bülbül elindeki kitabı bırakıp bıkkınlık içinde bana baktı. "Bilmiyorsun sanırım," deyip elbisesinin kolunu sıyırdı ve ok mührünü bana gösterdi. "Kural ihlali yapıp zamanı geriye aldım. Tanrılar elimden yeteneğimi alıp beni bir Koruyucu olmakla lanetlediler. Artık hiçliğin bekçisi değilim," deyince şaşkınlıkla kolundaki dövmeye bakıyordum. O artık Koruyucuların klanında mı?

Tanrıların hiç acıması yoktu. Bülbül'ü böyle cezalandıran Elzem'e neler yapardı.

Umutlarım tükenerek boş bir koltuğa oturdum. "Doğuma önceden gitmezsek Elzem'in neden ölü doğduğunu nasıl anlayabiliriz?" dediğimde Savcı'nın gözleri vazodaki beyaz gülleri izlemeye daldı. "Elzem olsa bu durumda ne yapardı acaba? Onun her zaman yedekte tuttuğu bir planı olurdu," diye mırıldandı. Tabii olurdu çünkü kız doğuştan Oyunbazdı ve Oyunbazlar Araf'taki en zeki yaratıklardı.

Bülbül, "Ne yapardı bilmem ama en iyi yaptığı şeyi bence herkes biliyor," dediğinde nedir o dercesine ona baktık. Dudaklarında küçük bir gülümseme oluştuğunda belki de Bülbül'ü ilk kez tebessüm ederken görüyordum. "Meydan okuma," dedi. "O kızın yaptığı en iyi şey tüm meydan okumaları kabul etmek ve herkese meydan okumak." Haklıydı çünkü son resti tanrılara çekip onlara haddini bildirmişti. Araf'takilere iyi bir ders vererek adını unutulmaz kılmıştı. Elzem Akay sadece Araf'ı değil tanrıları da alt ederek gitmişti.

"O zaman Elzem gibi düşünmeyi deneyin," diyen Hafız'ın sesini duyduk. Üç Silahşörler açık kapının önünde dikiliyordu. Elzem yüzünden ben de bu üçüne böyle hitap etmeye başlamıştım.

Üçü içeri girerken Hafız, "Biz gidelim Kalkanların dünyasına ve doğuma girelim," deyince güldüm. Bu yapacağımız en saçma şey olurdu.

Hafız'ı ciddiye almadığımızı gören Gediz, "Aklınıza daha iyi bir fikir geliyor mu?" dedi. "Üçümüzün bulduğu çözüm bu, oraya gidelim."

Savcı üç arkadaşa yüzünü buluşturarak kapıyı gösterdi. "Dışarı çıkın. Şu zamana kadar yaptığınız tek şey sorun çıkarmak. Fikirlerinizde her zamanki gibi işe yaramaz," deyince Asil gülerek arkadaşlarına döndü. "Zamanı yıkmak için Elzem'e yardım ettiğimiz için hâlâ kızgın. Oysaki arada yetmiş beş yıl geçti ama bizi ne zaman görse yüzünde hep aynı ekşi ifade," dedi.

Hafız, "Ve hâlâ dersinde bizi bırakıyor," diyerek homurdandı. "Yetmiş beş yıl boyunca geçemediğim tek ders onun dersi."

Gediz ise gülerek, "Çünkü herkes gibi o da bizi kıskanıyor," dedi. "Koskoca zamanı yıktık daha ne olsun. Şimdi herkes her zamankinden daha fazla benden korkuyor," deyince Savcı tarafından kafasına fırlatılan kitap onu susturdu.

"Ben bir şeyi yıllardır anlamıyorum," diyerek Gediz'e baktım. "Zamanı geriye sarınca her şey düzeldi fakat sen ikinci kez adını lanetledin. Neden?" Evet, her şey en başından başlayınca ailesiyle sorunlarını halletmişti fakat buna rağmen adını yine lanetlemiş ve herkese yasaklamıştı. Araf'ta değişmeyen tek şey insanların hâlâ Gediz'in adından korkmasıydı.

Gediz sırıtarak raftaki içki şişesini alıp kafasına dikti. Yarısına kadar içtikten sonra bana döndü ve "Kötü şöhretimden hiçbir şey kaybedemem," dedi. "Hatunlar korkulan adamları daha çekici buluyor," deyince ben homurdanırken arkadaşları gülmeye başlamıştı. Bu uçkur düşkünü çocuk asla değişmeyecekti.

"Evet," dedim. "Tam olarak ne yapıyoruz?"

Tüm gözler Savcı'ya dönünce başını salladı. "Tamam, doğuma bizde girelim," diyerek kabul etti. Zaten başka da çıkar yolumuz yoktu. Orada olmalı ve gerektiğinde müdahale etmeliydik. Şimdi geriye kalan tek şey Soya'nın beni çağırmasını beklemekti. Gün içinde en az on kez çağırırdı çünkü bunu ondan ben istemiştim. Biri çağırmadan fânilerin dünyasına gidemediğim için Soya'dan gelecek olan çağrıyı beklemeliydim. Soya beni çağırırsa oraya gider ve çocukları da çağırmasını söylerim. Böylelikle hepimiz doğumda bulunurduk.

Umarım Sıraç'ı büyütme planları yaparken beni çağırmak aklına gelirdi.

Soya beni çağırırsa diye Savcı ve diğerlerine kolay ulaşmak için akademiden ayrılmadım. Araf'taki tek arkadaşım Efsun ile birlikte akademinin bahçesinde yürüyüş yapıyordum. Efsun henüz akademinin yönetimine getirilmemişti. Yanlış hatırlamıyorsam bunun için daha dört yılı vardı. "Meliz?" diyerek arka bahçeye doğru yürürken bana baktı. "Biz seninle kaç yıldır dostuz?" Bu konuşmanın amacını biliyorum.

"Yüz yıldan fazla," dedim. "Son yetmiş beş yılı saymıyorum."

Başını sallayarak beni onayladı. "Peki Elzem'i kaç yıldır tanıyorsun?" Onu geri getirmemi istemediğini çok belli ediyordu.

"Yirmi beş yıl," dedim. "Son yetmiş beş yılı saymıyorum."

Yürümeyi bırakıp bana döndü. "Ve sen onu bana tercih ediyorsun, neden?" Bunun çok fazla nedeni vardı ama en önemli sebebini ona söyledim. "O benim üvey kızım."

"Sana ve herkese sürekli sorun çıkaran üvey kızın."

"Yaradılışı bu Efsun. Oyunbazlar genelde hep can sıkıcı olmaz mı?"

Derin bir nefes aldığında beni bazı şeylere ikna etmeye kararlıydı. "Artık üvey kızın değil Meliz. Bu gece onun dünyasına gitmezsen üvey kızın olmaz." Onu kaderine, yani ölüme bırakmamı istiyordu. Ondan annesini ve tüm hayatını almışken bunu yapmamı istiyordu.

"Elzem'e bir hayat borçluyum," diyerek iç çektim. "Ben artık o eski Meliz değilim. Afra, Bahoz, klan liderleri ve Araf eskisi gibi değil," dedikten sonra gözlerine baktım. "Elzem hayatımıza girdikten sonra herkes değişti. Fakat biri hâlâ aynı," dediğimde kimden bahsettiğimi iyi biliyordu. "Savcı hiç değişmiyor Efsun. Elzem'den önce de kendisini tüm kadınlardan soyutlardı, Elzem gittikten sonra da. Savcı'nın kadınlara olan bu tutumu bir tek Elzem için değişiyor," dedim. Savcı'nın Elzem'den başka hiçbir kadına ilgi duymayacağını artık anlamalıydı.

Efsun bana kırılmıştı. Bir arkadaştan beklediği desteği ona vermediğim için kırılmıştı. Gözleri dolarak, "Savcı'yı seviyorum," diye fısıldadı. "Onu çok seviyorum." Bunu biliyorum ama sevmek bazen yeterli olmuyordu. Elzem ve Savcı'nın arasındaki bağ azımsanmayacak kadar büyüktü.

"Ben de sevdim," dedim kederli bir halde. "Ama oluru yoksa vazgeçmeyi bilmeliyiz." Kırım'dan vazgeçmenin benim için ne kadar zor olduğunu biliyordu. Itır için sevdiğim adamdan vazgeçmiştim. Kırım'ın bana sunduğu tek seçeneği kabul etmeyince ilişkimiz üç yıl önce bitmişti. Ya kızımdan vazgeçecektim ya da Kırım'dan.

Kızların babasıyla ikinci kez birlikte olmama şiddetle karşı çıkmıştı. Kırım bunu bir ihanet olarak görüyordu. Her ne kadar kendi bedenimle Ragıp Bey ile birlikte olmasam da bu Kırım için ihanet demekti. Karısının bedeninde olmam hiçbir şey ifade etmiyordu. İçindeki ruh ben olduğum için o geceyi hissedecektim ve Kırım bunu kabul edecek biri değildi. Ben Munure'nin bedenini almayınca da Itır'ın doğacağını söylemişti. Evet, ama benim kızım olarak doğmazdı. Itır sahip olduğum tek şeydi ve onu Itır yapan şey benim ruhumu taşımasıydı. Karanlığın kızı eskisi gibi doğmalıydı. Kırım bu konuda beni hiç affetmeyecekti fakat ben artık kızımdan vazgeçen bir anne olmak istemiyorum. Ben bundan sonra kızıma iyi bir anne olmak istiyorum. Elzem'e söz verdiğim gibi annesini Itır'a geri vereceğim ama bunu yaparken Munure karnında benim ruhuma sahip bir bebeği taşıyor olacak. Munure'nin bedenini zamanı gelince yine alacağım ama bu sefer çok kısa sürecek. Munure'nin bedeniyle kocasından hamile kaldıktan sonra Munure'yi özgür bırakacağım. Böylelikle çocuklarını bir anne olarak büyütecek. Yirmi dört yıl boyunca ikimizin kızı olan Itır'a annelik yapmasına izin vereceğim. Itır Araf'a geldiğinde ise hep burada kalacakları için ben kendi kızıma annelik yapacağım.

Biliyorum bu bencillik ama Kalkanlar eski karakterinde doğmalıydı. Bu yüzden bir kez daha koruyucuları olan annelerini kandırıp kızların lanetlenmesini sağladım.

Kırım ve ben zaten birlikte olamazdık. Bu yüzden Itır'ı seçtiğim için asla pişman olmayacağım. Elzem yüzünden farklı bedenlerde geçirdiğim o bir yıl bedenimin değerini anlamamı sağlamıştı. Tekrar annesinin bedenini yıllarca alarak ikinci kez bedenimin ölmesine izin veremem. Sadece Itır'a hamile kalana kadar Munure'nin bedenini alıkoyacağım. Ve bunu yaptığımda Kırım beni tamamen bitirmiş olacaktı. Ancak bunu yapmayınca da Kırım ve benim birlikte olmamız gibi bir seçenek yoktu. Zaman geriye alındığı için Oyunbazlar lanetlenip parazite dönüşecek hatayı yapmadılar. Haliyle Sicim hiç feth edilmedi ve Oyunbazlar helak olmadı. Akademi dahil her yerde artık Oyunbazları görebilirsiniz. Evet, lanetlenmeyince eskisi gibi en güçlü klanların içinde yer almaya devam ediyorlardı. Araf'ta liderlik babadan en büyük oğula geçerdi lakin Raven'de liderlik vasfı yoktu. Bunun farkında olan sadece ben değil tüm Oyunbazlardı. Gazi bile büyük oğlunun iyi bir lider olmayacağını içten içe biliyordu. Öte yandan Kırım babasından bile daha iyi bir lider olabilirdi. Halk Gazi'den sonra klanın başına Kırım'ın geçmesini istiyordu çünkü Kırım kendisini onlara defalarca kanıtlamıştı.

Geçmişte Oyunbazlar bir parazite dönüştüğünde bir avuç insanla halkını yıllarca hayatta tutması bile onu iyi bir lider yapardı. Zaten Raven'de liderlik için kardeşiyle savaşacak biri değildi. Raven'in güce yönelik hırsları olmadığı için Gazi tahtını Kırım'a bıraksa bile sorun çıkarmazdı. Ve Kırım'ın ileride Gazi'nin yerine geçmesi benim için üzücü bir olaydı. Oyunbazlar genç klan liderlerinin onlardan biriyle olmasını isterdi. Kırım'a onay vermeyecekleri tek şey bir iblisi kendisine eş olarak seçmesiydi. Zaten ikimizin bir geleceği olamazdı.

Bazı aşklar yasaklardan geçilmezdi. Kırım ve benim aşkımda en büyük yasağı içinde barındırıyordu. Ne zaman bir araya gelsek Sicim'de küçük bir kulübe sığınağımız olurdu. Kasabada gözden uzak bir kulübe bulmuştuk ve yetmiş beş yıldır o kulübede gizlice buluşurduk. Az değil koskoca yetmiş beş yıl fakat aramızda fiziksel bir yakınlık hiç olmazdı. Her ikimizde birbirimizi ölesiye arzuluyor, lakin dokunamıyorduk. Kırım, Elzem gibi Aykırı bir Oyunbaz olmadığı için genlerini taşıdığı ırk aramızdaki en büyük sorundu. Dudakları ne zaman dudaklarıma temas edecek gibi olsa gözlerinin rengi kırmızıya dönüşürdü. Öyle anlarda hemen birbirimizden uzaklaşır, aramızdaki yasağı hatırlardık. Biliyorum aşk sadece tensel bir yakınlık değildi ama bu durum aşkımızı kanatıyordu. İncitiyor her ikimizin canını yakıyordu. Bu kadar yakınken dokunamayacağın kadar uzak olması üzüyordu işte. Üstelik Kırım alalede biri değildi ki. Eldivenler olmadan dokunamadığı bir kadını nasıl kendisine eş olarak seçebilirdi ki? Tamam, bu çılgınlığı yaptı diyelim peki ya çocuk meselesi? Gazi'den sonra klanın başına geçecekti. Oyunbazlar genç liderlerinin çocuğu olmasını isterdi. Kırım'da bunu çok isterdi. Bir bebeği kucağına almayı, soyunun devam etmesini o da çok isterdi. Ve bunları ona ben değil sadece kendi klanında olan bir kadın verebilirdi. İşte bu yüzden aşkı değil kızımı seçtim çünkü benim aşkım imkânsızlıklarla doluydu.

"Vazgeçelim Efsun," dedim bir kez daha. "Vazgeçelim." Olmayacak bir hayale tutunup kalamazdım çünkü yasaklar aşka geçit vermiyordu.

Soya'nın, "Meliz," diyen fısıltısını zihnimde duyunca kaskatı kesildim. "Meliz buraya gelmelisin. Kahretsin, doğum başladı!"

Büyük gün gelip çatmıştı.

*****

Soya'nın çağrısına cevap verdikten sonra kendimi Munure'nin yatak odasında bulmuştum. Daha önce de olduğu gibi Mara'nın annesinin doğumu da başlamıştı. Munure Hanım yatağında doğum sancıları çekerken, Berna Hanım'a yer yatağı hazırlayarak onu da burada doğuma hazırlamışlardı. İki kadının çığlıkları odayı doldururken, hizmetçiler arada koşturuyordu. Soya çatı katına çıkmış Savcı ve diğer üçünün ruhunu çağırıyordu. Hal böyle olunca herkes telaşla doğumu yaptıracak ebeyi arıyordu. Hizmetçiler beni görmüyordu lakin bir Avcı olan Munure ve hizmetçisi Berna Hanım beni görüyordu. Doğum sancısı çekerken bile gözleriyle neden burada olduğumu sorguluyorlardı. Berna Hanım'a yaklaştığımda acılar içinde şişkin karnına sarıldı. "Ha-hayır," diyerek ağlamaya başladı. "Onu benden alma." Hızlı hızlı nefesler aldığı için ter içinde kalmıştı. Daha önceki gebelikleri hep düşükle sonuçlanmıştı. Mara'ya hamile kalınca beni çağırmıştı. Bu sefer bebeğinin kürtajla ondan alınmasını istememişti. Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek istiyordu. Avcılara büyülerimiz etki etmediği için tıpkı Doğa'nın hasta annesine yaptığım gibi Araf'taki şifalı ilaçlarımızla Berna Hanım'ı da tedavi etmiştim. Bunun karşılığında Doğa gibi Mara'da lanetlenmişti. Berna Hanım henüz bunu bilmediği için yaptığım yardımın karşılığında ondan bebeğini alacağımı sanıyordu.

"Onu almayacağım," dedikten sonra üzerine eğildim. "Ama bebeğin artık buraya ait değil," dedim acıdan dolayı solgun yüzüne bakarak. "Karnındaki bilge kâhin lanetlendi. O artık Araf'a ait Berna Hanım," diyerek ağlamaktan kızaran gözlerine baktım. "Kızın yirmi dört yaşlarına geldiğinde buradan sonsuza kadar ayrılacak. Bunun bilincinde olarak onunla her gününü dolu dolu yaşa." Bu gerçeği özellikle ona söyledim. Zamanı geldiğinde Mara'nın gideceğini önceden bilirse kendisini buna hazırlar ve daha az acı çekerdi. En azından kızıyla geçirdiği her günü iyi değerlendirirdi.

Munure Hanım yoğun geçen kasılmaları yüzünden, "Soya nerede?" diye çığlık attı. "Şimdi doğuramam," diyerek hıçkırdı. "Bebeğimin daha günü vardı." Evet, fakat Elzem daha önce de olduğu gibi yine erken doğuyordu. Belki de ölü doğmasının sebebi bu erken doğumdu.

Savcı'nın ruhu odada belirdiğinde hemen arkasında Hafız, Gediz ve Asil'in ruhları da gelmişti. Soya nihayet onları buraya getirmeyi başarmıştı. Soya koşarak içeri girdiğinde Berna ve Munure şaşkın gözlerle odadaki ruhlara bakıyordu. Yüzüne yapışan saçlarını çekmeye çalışan Munure Hanım, "Bu lanetlilerin benim evimde ne işi var?" demişti ki karnına giren sancıyla bağırarak karnını tuttu. "Ragıp'ı çağırın bana! Burada neler oluyor!" Bir Avcı olduğu için gördüğü ruhların Ölümsüzlere ait olduğunu hemen anlamıştı.

Soya onu dinlemedi ve odadaki hizmetçilere bakıp, "Dışarı çıkın!" diye bağırdı. Çok geçmeden hepsini odadan kovarak kapıyı içeriden kilitlemişti. Bu yaptığı Munure ve Berna Hanım'ı daha fazla korkutunca, "Bebekleriniz zarar görmeyecek," diyerek onları sakinleştirmeye çalıştı. "Önce beni dinleyin sonra isterseniz herkesi buraya çağırabilirsiniz," dedikten sonra Berna Hanım'a yaklaştı. "Sağlıklı bir bebek doğuracaksın hemde kız. Fakat o lanetli doğacak çünkü bir anne koruyucudur ama sen farkında olmadan kendi bebeğinin lanetlenmesine sebep oldun. Meliz ile yaptığın anlaşma yüzünden kızın lanetlendi." Berna Hanım duydukları karşısında ağlayarak başını iki yana salladı. Kendisi bir Avcıyken kızının düşman ırktan olmasını kolay kolay kabul edemezdi.

"Bu doğru değil." Hıçkırarak titreyen elini karnında gezdirdi. "Zühre lanetlenmiş olamaz," dediğinde Soya, "Zühre mi?" dedi. Berna Hanım yaşlı gözlerle başını salladı. "Ona vermek istediğim isim," deyince Soya, Mara'nın iki ismi olduğunu bilmediği için kafası karışmış gibi ona baktı. "Sen Zühre'yi değil Mara'yı doğuracaksın. Tanrı aşkına sen tam olarak kimin annesisin?" deyince zavallı kadını korkutmayı başarmıştı. "Mara annemin adıydı," diyerek bir kez daha acıyla haykırdı. "Kızıma vereceğim diğer ismi sen nasıl biliyorsun?" deyince Soya'ya istediği cevabı vermiş oldu.

Hafız ona bakarak, "Mara çok güzel bir isim," dedi. "Biliyorum bizden korkuyorsunuz ama buraya yardım etmek için geldik." Yürüyüp Berna Hanım'ın yanında diz çöktü. "Eğer bir Avcı olmasaydınız size kızınızın büyüdüğünde neye benzediğini gösterebilirdim." İnce ruhlu biri olduğu için Hafız bir kadını yatıştırmayı iyi biliyordu. "Biz gelecekten geliyoruz. Dilerseniz size kızınızı tarif edebilirim," deyince zavallı kadın soluğunu tuttu. Berna Hanım burada henüz otuzlu yaşlarında olduğu için çok gençti. Nemli yüzü parlarken gözleri dolarak karnını tuttu. "Onu tanıyor musun?" deyince Hafız başını salladı. "Yirmi dört yaşına girmesine yakın bizim yaşadığımız yere, yani Araf'a geldi. Yalnız değildi yanında-" deyip çığlık atmaktan başka bir şey yapmayan Munure Hanım'ı gösterdi. "Onun iki kızı ve Doğa adında genç bir kadınla geldi." Hafız onu sakinleştiriyordu. Berna Hanım'ın kasılmaları artarken Hafız'ın sözleri acısını yatıştırıyordu.

Soya, Berna Hanım'ın geceliğini biraz yukarı sıyırıp onun bacaklarının arasındaki yerini almıştı. İlk doğan Mara olacağı için Soya doğumu yaptırmaya başlamıştı. Savcı, Gediz ve Asil asla Berna Hanım'a bakmıyordu çünkü şu anda her yeri görünüyordu. Hafız ise Berna Hanım'ın yanında diz çökmüş ve elini tutarak onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ancak bunu yaparken bile gözlerini bir saniye Berna Hanım'ın yüzünden çekmiyordu. Soya, "Derin derin nefes alıp verin," dediğinde Berna Hanım ağlayarak bağırdı. Canı çok yanıyordu. Hafız genç kadına tebessüm etti. "Mara'nın kıvır kıvır kızıl saçlarının olacağını biliyor musunuz?" diyerek Berna Hanım'ın aklını acıdan uzaklaştırmaya çalıştı. "Kor gibi kızıl saçlar ve mavi gözler," deyince Berna Hanım'ın gözleri Hafız'ın mavi gözlerini bulunca, "Evet," dedi. "Onun gözleri de mavi olacak. Çok güzel bir kızınız olacak ve çok akıllı. Bilgelerin lanetini taşıdığı için her durumda hayatta kalmayı biliyor. Araf'ta hep istediği gibi zengin bir hayat sürdü ve onu orada bekleyen biri var. Doğru anladınız, Mara daha önce yaşadı. Âşık oldu ve zaman geriye alındığı için yeniden doğuyor," deyince Berna Hanım nihayet neden burada olduğumuzu anlamıştı. Ben ve Soya, Hafız gibi onu ürkütmeden bu gerçeği açıklayamadık. Neyseki sürekli bağırıp dursa da Munure Hanım'da bunları duyuyordu.

"Yani-" diyen kadın daha fazla ağlamaya başladı. "Zühre'nin kaderinde burada yaşamak yok mu?" Bu gerçeği kabul etmek onun için hiç kolay değildi. Fakat zaman geçtikçe o da kabullenecekti. Lanetli kızının kendi gibi olmayan insanların arasında yaşamaktan mutlu olmadığını görünce kızı için en doğru kararı verecekti. Mara geçmişte yaşadığı dünyada hep şikayet edip durmuş ve yeteneklerini herkesten saklamak zorunda kalmıştı. Berna Hanım artık gerçekleri bildiği için öyle anlarda Mara'nın burada mutlu olmadığı gerçeğiyle yüzleşecekti. Onun için çok zor olsa da Mara için en doğru kararı verecekti.

Berna Hanım'ın sancıları iyice çoğalınca Soya'nın komutları ve Hafız'ın yatıştırıcı sesiyle doğumun üstesinden geldi. Bebek doğunca Soya hemen bebeğin göbeğini kesti. Bebeği temizleyip önceden hazırlanan kundağa sardı. Bebeği Berna Hanım'ın kucağına verince rahat bir nefes almıştı. Neyseki aldığı dersler ve eğitimin faydalarını görmüştü. Berna Hanım avaz avaz ağlayan bebeğine ıslak gözlerle bakıp, "Hoş geldin," diye fısıldadı. "Seni o kadar çok bekledim ki." Daha önceki başarısız gebeliklerini düşünürsek gerçekten çok beklemişti.

"Zühre," dedi bebeğine. "Senin adın Mara Zühre olsun," derken ağlayarak bebeğine bakıyordu.

Munure'nin suyu gelince Soya hemen yatağın üzerine çıktı. Diz çökerek tıpkı Berna Hanım'a yaptığı gibi Munure Hanım'a da gereken komutları vermeye başladı. Erkekler başını başka tarafa çevirip bunun bitmesini bekliyordu. Fakat her biri ölü doğacak bir bebeği kurtarmak için tetikteydi. Munure Hanım'ı sakinleştirme işini ben üstlendiğim için yatağın kenarına oturdum. Ter içinde kalmış nemli saçlarına baktım. Alnında boncuk gibi terler birikiyor yüzüne doğru süzülüyordu. Burnundan hızlı hızlı nefesler alıyor ve Soya'nın onun ağzına koyduğu bez parçasını ısırıyordu. Dişlerini sıkarak tüm gücüyle ıkınan kadının doğumu Berna Hanım'a göre daha şiddetli geçiyordu. Üstelik odadaki ruhlar daha çok stres yapmasına sebep olduğu için bu bebeğe zarar verebilirdi.

"Neden buradayız biliyor musun?" diyerek genç kadının simsiyah gözlerine baktım. "Çünkü bebeğin daha önce ölü doğmuştu." Gözlerini irice açtığında başımı salladım. "Hafız'ın söylediklerini duydun, yani bu anı ilk kez yaşamıyoruz. Oğulların için beni ilk kez çağırdığında kızına hamile olduğun için o lanetlendi. Daha önce kızın ölü doğdu ve sen beni ikinci kez kızının hayatı için çağırdın. Kızını kurtardım ve karşılığında bedenini aldım," dediğimde ağzındaki bez parçasına rağmen bağırdığı için sesi boğuk çıkmıştı. Kendini yataktan geriye çekmeye çalışarak benden kurtulmaya çalışıyordu. Munure'nin korkuyla yaptığı şuursuz hareketler Soya'nın işini güçleştiriyordu. Bu yüzden Soya, "Meliz!" diyerek başını kaldırıp bana baktı. "Doğum esnasında anneyi korkutmak nedir? İstediğin ölü bir bebek doğurması mı?" diye beni azarlayınca yaptığım hatanın farkına vardım. Kadın zaten hem acı çekiyor hemde çok korkuyordu. Bende ona doğumdan sonra bedenini nasıl aldığımı anlatıyordum. Acaba bu sakinleştirme işini Hafız'a mı bıraksaydım? Ben sanki bu işi doğru yapamıyorum.

Bu sefer farklı bir yol deneyerek Munure'ye tebessüm ettim. "Hayır, yine bedenini almayacağım," dedim. Itır'a hangi ayın hangi gününde hamile kaldığımı çok iyi biliyorum. O gün geldiğinde bu sefer yirmi dört yıllığına değil sadece bir geceliğine onun bedenini alacağım. Bir gece kocasıyla birlikte olduktan sonra bedeninden çıkıp Araf'a geri döneceğim. Böylelikle Itır olması gerektiği gibi bir Tenebris olarak doğacaktı. Tabii Munure'nin bedenini almam için bana borçlanması gerekiyordu. İlkinde Elzem ölü doğduğu için borçlanmıştı. Muhtemelen yine aynısı olacaktı.

Yatağın çarşafını sıkan kadın iniltileriyle odayı doldurmaya devam ediyordu. "Bedenini yirmi dört yıl boyunca aldım," diyerek ona daha önce olanları anlatmaya devam ettim. "Kocanla birlikte oldum ve sen Itır adında bir kız daha doğurdun." Kaşlarını çattığında Soya'nın, "Meliz dışarı çık!" diyen kızgın sesini duydum. Hayır, Soya'yı dinlemedim. "Dört çocuğun oldu ve hepsi yıllarca anne sevgisinden mahrum kaldı," diyerek anlatmaya devam ettim. "Kocan oğullarını aldı ve iki kızını burada bir iblisle bırakıp gitti," dediğimde ağlayarak başını iki yana salladı. "Ya-yapmaz," dedi ama yaptı.

"İki kızın konakta çok acı çekti ama benim yüzümden değil," dedim derin bir nefes alarak. "Annen, yani Suzan Hanım onlara çektirdi." O kadından ve olanlardan özellikle bahsediyorum ki çocuklarını bu sefer korusun. Daha önce yaptığı hataları tekrarlamasın ve iyi bir anne olsun diye bunları bilmeliydi.

"Suzan senin bir iblisle yaptığın anlaşmayı hiçbir zaman kabullenemedi. Aynı hataları birazdan doğuracağın kızın, yani Elzem'de yapmasın diye tüm hayatı ona zehir etti. Elzem'i bir kukla gibi yetiştirdi ve her defasında ona şiddet uyguladı. Itır'ı hep ezdi, küçük düşürdü. Bir iblisin ruhunu taşıdığı için onu asla kendi torunu olarak görmedi. Yavuz anne ve baba sevgisinden uzak yaşadığı için Avcı olmayı kaldıramadı. Kendi gölgesinde bile korkan bir zavallıya dönüştü. Sıraç ise kardeşlerinden bağımsız bir hayat yaşayan biri olmuştu," dedikten sonra duyduklarının şaşkınlığıyla doğum sancısını unutan kadının gözlerine baktım. "Peki seni kim kurtardı biliyor musun?" dedim.

Kireç gibi solgun bir yüzle bana bakarken, "Kim?" diye fısıldadı. Ağzındaki bez parçası yüzünden doğru düzgün konuşamıyordu.

Ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerine bakarken karnını gösterdim. "Elzem," dedim. "Küçük bebeğin büyümüştü ve bedenimi öldürerek seni kurtardı. Seni kurtardı fakat kendisini ateşe atmıştı. Itır, Mara ve Doğa'yı da ateşe atarak seni kurtardı. Ama sen onu hiç görmedin çünkü seni kurtardığı an Araf'a çekildi. Annesini kurtarmak için kendi hayatı başta olmak üzere herkesin hayatını tehlikeye attı. Peki sonra ne oldu biliyor musun? Araf'ta kızları da kurtardı ve bunu kendi hayatını ortaya koyarak yaptı. Kızın çok acılar çekti Munure, ölmeyi hatta silinmeyi isteyecek kadar çok acılar çekti," dediğimde artık ne doğum sancısı canını yakıyordu ne de korkuları. Duydukları karşısında henüz doğmamış bebeğine ağladı. Ağzındaki bezi çıkartıp, "Bunlar doğru değil," diye ağlarken bedenindeki kasılmalardan daha çok duydukları canını yakmıştı. "Ben kızımı korurdum!" diyerek odada Elzem için hazırladığı beşiğe bakıp ağladı. "O annesini değil annesi onu korurdu." Annesi onu korusun diye bunları anlatıyordum. Annesi bu sefer onları korumalıydı.

Soya örtünün altında kafasını çıkartıp, "Bebeğin başı görünüyor!" dedi heyecanla. "Munure Hanım ıkınmaya devam edin! Meliz sende sus artık!" diye bağırıp başını tekrar örtünün altına soktu. Tanrıya şükürler olsun ki bu doğurtma işini ben üstlenmemiştim.

Munure çığlık çığlığa ıkınmaya devam ederken Savcı, kız babası gibi odada volta atıyordu. Sabırsızca odanın içinde dönüp duruyor fakat yatağa bakamıyordu. Gediz bile gerginlikten gömleğinin yakasını çekiştirirken, "İleride evlenmek gibi bir hata yaparsam karımın çocuk doğurmasına asla izin vermeyeceğim! Bir gecede iki kadının doğumuna şahit olmak verdiğim en kötü karardı!" diyerek isyan etti. Berna ve Munure Hanım'ın çektiği acılar yüzünden bebeklerin kolay doğmadığını anlamıştı.

Asil'in ise beti benzi atmıştı. "Günışığı böyle acı çekmesin diye ona elimi bile sürmem," diye homurdandı. "Hiç çocuğumuz olmasa da olur," deyince gülmeden duramadım. Erkekleri bir doğuma sokmak kesinlikle iyi bir fikir değildi.

Hafız içlerinden en rahat olanıydı. "Tüm hayatımı bekâr kalmaya yönelik planladığım için benim açımdan sorun yok," dedi. Henüz karşısına âşık olacağı kadın çıkmadığı için böyle konuşması normaldi.

Çocukların konuşmalarını dinlerken Munure çarşafları sıkarak son bir kez haykırdı ve farklı bir bebek ağlayışı duyduk. Herkes soluğunu tutarak yerinde kaskatı kesilmişti. Bu ağlayan bebek Mara değildi çünkü annesi şu anda Mara'yı emziriyordu. Soya hemen Munure'nin üzerini örterek yatağın ucuna Elzem'i koydu. Hepimiz hayretler içinde ağlayan bebeğe bakıyorduk. Soya hızlıca onun göbek bağını kesmiş ve onu temizleyip beyaz kundağa sarmıştı. Elzem yaşıyor mu? Ama bu nasıl olabilir? Munure bile anlattıklarımdan yola çıkarak ölü bir bebek beklemişti. En az bizim kadar şaşkın olmasının başka bir açıklaması olamazdı.

Savcı, "Ya-yaşıyor," diyerek güçlükle konuştu. "O yaşıyor."

Ama ölmesi gerekmiyor muydu? Yani yaşamasına sevindim ama ölü doğması gerekiyordu.

Soya gülümseyerek Elzem'i kucağına alıp doğruldu. "Neden şaşırıyorsunuz ki? Onun en büyük dileği kainat üzerinden silinip yok olmaktı. Tanrılar ona bu kadar kızgınken sizce ona istediği şeyi verirler mi?" dediğinde hepimiz sesli bir şekilde nefesimizi verdik. Evet, tanrıları kızdırdı lakin bunu yaparken ölümü arzuladığı için tanrılar ona istediğini vermedi. Şükürler olsun ki tanrıların intikam anlayışı kırk yılın başı bir işe yaramıştı.

Savcı, Soya'nın kucağındaki bebeğe bakarken bir şeyi fark etmiş gibi yüksek sesle gülmeye başladı. "Yine yaptı," diyerek keyifli gülüşüyle odayı doldurdu. "Tanrıları oyuna getirdi. O aslında hiç silinmeyi veya ölü doğmayı istemedi. Tanrıları kandırmak için önce kendisini sonra bizi buna inandırdı. Böylece tanrılar da buna inanacaktı. Yaptığı en iyi şey kendi yalanlarına inanmak. Herkesi kandırmak için kendi yalanına kalpten inanmalıydı. Ölü doğduğu için sadece annesi ve ailesini kaybetmemişti. Ruhuna karışan karanlık yüzünden tüm hayatı işkence içinde geçti. Bu kadının tek istediği sorunsuz bir şekilde doğmak ve herkes gibi bir çocukluk yaşamaktı. Son oyunu zamanı yıkmak değildi, son oyunu ölü doğmamaktı. Ve tanrıları bir kez daha alt ederek istediğini aldı," deyince herkes tarafından ağız dolusu küfürler havada uçuştu. Savcı haklı olabilir miydi? Elzem silinmek isteyen biri gibi davranarak tanrıları kandırmış olabilir mi? Yeni bir hayat arzulasaydı tanrılar ona asla istediğini vermezdi. Bunu bildiği için kendisine ölümü aşılamış ve bakışlarıyla bile ölüm istediğini haykırmıştı. Böylelikle asıl istediğini gizleyip tanrıları tuzağa düşürmüştü. Bu kızdan gerçekten korkulurdu!

Elzem Akay tek başına tanrıları bile alt etmişti.

Savcı tebessüm ederek Soya'nın kucağındaki bebeğe doğru ellerini uzattı. Elzem bebek avaz avaz bağırırken Soya, "Bir elin ensesinde olsun diğer elin bebeğin belinde," diyerek Savcı'yı uyardı. Daha sonra dikkatli bir şekilde bebeği Savcı'nın ellerine bıraktı. Munure garip bir şekilde tepki vermeden sadece izliyordu. Buraya bebeğe zarar vermek için değil de onu kurtarmak için geldiğimizi anlayınca sakinleşmişti.

Az önce ciyak ciyak ağlayan bebek, Savcı onu ellerinin arasına alınca susmuştu. Bu Savcı'nın tebessüm etmesini sağladı. "Çok küçük," diye fısıldadı. Evet, el kadar bir bebekti. Savcı onu kucağında değil ellerinde tutuyordu çünkü Elzem gerçekten minicik bir bebekti. Pembe teni ve ödemden dolayı kapalı gözleriyle kollarını çırpıp duruyordu.

Savcı onu yüzünün yakınına getirerek üzerine eğildi. "Elzem," diye fısıldadı. Sesinde büyük bir özlem vardı. "Hoş geldin," dedi. "Ömrüme hoş geldin." Uzanıp bebeğin alnına küçük bir öpücük kondurdu. "Başardın," dediğinde onunla gurur duyduğunu gizlemedi. "Kendi hayatında dahil herkesi kurtarmayı başardın. Yeni hayatını olması gerektiği gibi yaşa," dedikten sonra Munure'ye doğru yürüyüp bebeği ona uzattı. "Elzem önceki yaşamında hiç çocuk olmadı. Bırakın hata yapsın ve hatalarıyla büyüsün. Kural tanımasın, belli sınırlar içinde büyümesin. Yaptıklarının sonuçlarını düşünmeden doyasıya yaşasın," dediğinde Munure yutkunarak Savcı'ya bakıyordu. "Önceki hayatında seninle-" deyip devamını getiremedi. Evet, anlamıştı. Elzem'in önceki hayatında Savcı ile birlikte olduğunu anlamıştı.

Savcı bebeği annesinin kollarına bıraktı. Geri çekileceği esnada bir şey olmuştu. Elzem'in minicik parmakları Savcı'nın baş parmağını kavradı. Herkes hüzünlü gözlerle bu tabloya bakıyordu çünkü Elzem'in incecik parmakları Savcı'nın parmağını yakalamıştı. Gözlerini açtığında henüz yeni doğduğu için yeşil rengi belli olmuyordu. Savcı eğilip parmağını tutan minik parmaklara küçük bir öpücük kondurdu. "Bana gelmeyi unutma," dedi. "Sen belki de hatırlamayacaksın ama bir yerlerde seni bekleyen biri var," dedikten sonra cebinden çıkardığı pusulayı Elzem'in kundağına sıkıştırdı. Pusulanın içinde kimsenin ruhu yoktu ama bu pusula onlar için derin anlamlar içeriyordu.

Savcı son kez bebeğe bakıp, "Beni hatırlatacak sadece bu var," dedi. Elzem çok fazla ellerini ve ayaklarını hareket ettirdiği için sol ayağını kundağın içinden çıkarmıştı. Savcı, "Bu da nedir?" dediğinde hepimiz bebeğe yaklaşıp ayağına baktık. Sol ayak bileğinin iç tarafında mavi bir pusula mührü vardı. Rengi bizim taşıdığımız mühürlerin aynısıydı. Soya, "Safkan bir Oyunbaz olarak doğdu," dedi. Kahretsin, bu Elzem için kötü bir durumdu.

"Yani bizler gibi bir ölümsüz olarak mı doğdu?" dediğimde Soya başını salladı. "Tanrıları ölmek isteyen biri gibi kandırdı ve onu ölümsüzlükle cezalandırdılar." Ama neyseki kırmızı mühürle bunu yapmadılar. En azından Soya gibi sonsuza kadar yaşamak yerine bizler gibi uzun bir ömrü olacaktı.

Savcı endişeyle parmağını Elzem'in mühründen gezdirirken, "Safkan bir Oyunbaz olarak doğması onu çok zorlayacak," dedi. "İlk yaşamının aksine daha ilk adımlarında ruhları soluyacak. Açlığı henüz çocukken hat safhaya ulaşacak," diyerek sıkıntılı nefesler vermeye başladı. "Girdiği her ortamda kim olduğunu gizlemek için çok zorlanacak. Kahretsin, yoğun bir güçle doğdu ve bunu kontrol etmeyi başaramazsa ikinci hayatı onun için cehennem gibi geçebilir!" deyince duydukları karşısında Munure Hanım'ın yüzü kireç gibi soldu. "Yani mutsuz mu olacak?" Sertçe yutkunarak bebeğini gösterdi. "Bunu durdurmanın bir yolu yok mu?" Bu dünyadayken hayır. Eğer Araf'ta olsaydı tıpkı diğer safkan Oyunbazlar gibi o da daha çocukluktan eğitim almaya başlardı. Açlığını ve gücünü kontrol etmeyi öğrenebilirdi. Ancak fânilerin eğitim sistemi Araf'takilere göre çok hafif kaldığı için Elzem büyük sıkıntılar yaşayabilirdi. Kontrolünü kaybettiği her an sevdikleri için tehlike arz ediyordu. Mühürlü doğması onu bir melez olmaktan çıkartıyordu. Melez bir lanetliyken güçleri daha geç ortaya çıkmıştı. Fakat bu sefer safkan bir Oyunbaz olarak doğduğu için daha emeklerken laneti şahlanacaktı. Kazara bile sevdiklerine zarar verirse bunun pişmanlığını sonsuza kadar çekecekti. Lânet olsun! Tanrıların ona kestiği ceza da tam olarak buydu! Kardeşi için tanrılara baş kaldıran biri şimdi kardeşi için bile tehdit arz ediyordu!

Savcı'nın gözleri Elzem'in kundağında oyalandı. "Bir şeyler yapılabilir," diye mırıldandı. "Pusula ruhlarımız içinde olmasa da hâlâ Elzem ve benim aramda bir köprü görevi görüyor. Daha önce her ikimizin ruhunu içinde taşıdığı için ikimize mühürlü. Pusulanın sağladığı mühür farklı dünyalarda olsak bile birbirimizi hissetmemizi sağlayacaktır. Onu eğitebilirim," diyerek Munure baktı. "Elzem'e söylediğim şeyi aşılarsanız rüyalarına girer ve ona gereken eğitimi verebilirim," dedi. Ruh olarak veya bedenen buraya sık sık gelemezdi. Bir iblis olmadığı için bunu uzun süre yapamazdı. Soya bile onların ruhunu buraya getirmek için çok zorlanmıştı. Zaten şu anda bile hepsinin ruhları şeffaflık kazanmaya başlamıştı çünkü uzun süre burada kalamazlardı. Lakin Elzem'in rüyasına girebilirdi. Pusulanın ikisi için sağladığı köprü sayesinde bunu yapabilirdi. Evet, böyle bir ihtimal vardı. Fakat bunun için Elzem'in pusulayı bir kez bile çıkarmaması gerekiyordu. Bir eşya sizi farklı dünyadaki birine bağlıyorsa bir saniye bile olsa onu yanınızda ayıramazsınız. Eğer bu olursa köprü kırılır ve iki kişi arasındaki iletişim kopardı.

Munure Hanım Savcı'nın gittikçe kaybolan ruhunu görünce telaşa kapıldı. "Ona ne söylemeliyim?" diyerek yatakta doğrulmaya çalıştı. "Kızıma tam olarak ne aşılayacağım?" Savcı'nın ona bu bilgiyi vermeden kaybolmasından korkuyordu.

Savcı yok olmadan hemen önce, "Pusulayı onun boynuna takın," dedi. "Ben kendi dünyama döndüğümde pusula Elzem'in boynunda olmalı. Ona aşılayacağınız tek şey asla ama asla pusulayı çıkarmaması gerektiği," dediği an Savcı ve Üç Silahşörlerin ruhu kaybolup Araf'a dönmüştü. Munure Hanım ise bir saniye bile düşünmeden pusulayı Elzem'in boynuna takmıştı. Bir Avcı olarak kızı için Ölümsüzlere güvenmeyi seçmişti.

Munure kızını kollarına alıp kokusunu içine çekerken bana baktı. "Önceki hayatında adı Elzem miydi?" dediğinde başımı salladım. "Ona bu ismi kim koydu?" diye sordu. Elzem'in babası koymuştu zaten birkaç gün içinde Ragıp Bey kızına bu ismi verecekti.

Buradaki işimiz bittiği için bende daha fazla kalamazdım. Merdivenlerden gelen seslere bakılırsa kocası ve annesi buraya geliyordu. Beni görmelerini istemiyorum. Zaten ölümsüz doğan bebeğin enerjisini hemen soluyacaklardı. Munure Hanım'ın onlara bir açıklama yapması gerekiyordu. Ruhum yok olmaya başlayınca son kez Elzem'in annesine baktım. "Elzem'de artık bir ölümsüz olduğu için bu durum ailenin hoşuna gitmeyecektir. Onlardan gerçeği gizleme ve sana anlattığımız her şeyi anlat. Zamanın geriye sardığını, zamanı geldiğinde iki kızının sonsuza kadar buradan ayrılacağını anlat. Elzem ve Itır ölümsüz oldukları için fânilerin içinde yaşayamazlar. Onların annesi olabilirsin ama bu konuda bencillik yapamazsın. Sadece onlar gibi olanların yanında mutlu olabilirler. Kendini ve aileni buna hazırla. Daha sonra herhangi bir pişmanlık yaşamamak için bu sefer onlara gerçekten iyi bir anne ol," dediğimde benim de ruhum yok olup Araf'a dönmeye başlamıştı. Bu Munure'yi son görüşüm olmayacaktı. Itır için yeniden gelecektim. Elzem ölü doğmadığı için ikinci kez benden yardım istememişti, yani bedenini almam için bana borçlanmamıştı. Fakat Itır için Elzem'in neler yaptığını anlattığımda kızına kardeşini olması gerektiği gibi vermeyi kabul edecekti. Tek bir gece için bedenini alıp kocasıyla birlikte olmama bir şekilde ikna olmalıydı. Bunun için elimden geleni yapacağım.

Onun kızı kurtuldu şimdi sıra benim kızımda.

Elzem'i kurtarmak için buraya gelmiştik ama Elzem bir şekilde tanrıları oyuna getirip kendi hayatını kurtarmıştı. Elzem gerçekten inanılmaz biriydi. Hiçbir konuda kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan kendi işini son nefesinde bile başaran tek kadındı. Bugün ölü doğmayarak bunu bir kez daha kanıtlamıştı.

Kalkanlar yeni hayatında acaba nasıl karakterlere sahip olacaktı?

Bakalım sevgi dolu bir ailede büyümek Doğa'yı nasıl biri yapacaktı?

Mara büyük ihtimalle aynı kişilikte olurdu çünkü onun hayatında değişen bir şey yoktu.

Itır yine Tenebris olarak doğacaktı fakat hep istediği anne sevgisini yaşayacaktı. Acaba bu onu nasıl biri yapacaktı?

Ya Elzem? Ruhunda onu kontrol eden bir canavar yokken o kuralcı, mükemmeliyetçi kız nasıl biri olarak karşımıza çıkacaktı?

Bunu yirmi dört yıl sonra Araf'a geldiklerinde görecektik.

Kahretsin, ben bir de onları Araf'a getirmenin planlarını yapacaktım!
























































Ve bir bölümün daha sonuna geldik. Gördüğünüz gibi Elzem başardı ve bir şekilde hayatta kaldı. Fakat bu sefer safkan bir Oyunbaz olarak doğdu. Sizce bunun üstesinden gelmeyi başarır mı?

Elzem pusulayı çıkarmadığı sürece Savcı onu rüyasında eğiteceğini söyledi. Savcı gerçekten Elzem'in rüyalarına girebilir mi?

Peki Savcı'nın sevdiği kadının doğumunda bulunmasına ne demeli? Bence bu onun için oldukça garip bir deneyimdi. Sonuçta her erkek sevdiği kadın henüz bebekken onu ellerinde tutmuyordur.

Asil ise resmen Doğa'nın kaderini yeniden yazdı. Doğa'yı başka bir bebekle değiştirmek sizce ne kadar doğruydu?

Çoğu kişi Elzem'in zamanı neden yıktığını tam olarak anlayamadı sanırım. Şöyle anlatayım bunun gerçekten olması gerekiyordu. Elzem bunu aslında sadece Itır için değil herkes için yaptı.

Evet, Araftakiler her şeyi hatırlıyor, yani Elzem yüzünden son yaşadıklarını unutamazlar. Fakat bu herkese büyük bir ders oldu. Zamandan geriye gidince Oyunbazlar ikinci kez hırslarının kurbanı olmadığı için lanetlenmediler. Elzem parazite dönüşerek ölen birçok Oyunbazı kurtardı aslında. Oyunbazların sayısı artık çok az değil ve daha önceki gibi bir deri bir kemik değiller.

Klanlar artık Aykırı doğanları öldürmüyorlar. Elzem gibi bir Aykırının onlara yaptıklarından sonra ikinci kez Aykırılar konusunda aynı hatayı yapmıyorlar. Elzem sayesinde artık Araf'ta tüm Aykırılar korkmadan ve gizlenmeden yaşayabilecek.

Afra hatalarından ders aldı ve hırslarından kurtulup yeni bir başlangıç yaptı.

Nişanlısı Bahoz ise bir canavara dönüşüp Elzem'in ruhuna karışmadı.

Itır'ın yeniden yaşama şansı oldu.

Meliz bedenine kavuştu.

Munure Hanım bedenini kaybetmediği için ailesiyle kaybettiği tüm zamanı yaşayabilecek.

Doğa yeni bir aileye kavuştu.

Ve Elzem çektiği onca sıkıntıdan sonra yeniden doğarak kendisine bir çocukluk hediye etti.

Tüm bu saydıklarım Elzem zamanı yıktığı için oldu. Araftakilere çektirdiği acılardan daha fazlasını onlara hediye etti. Anlayacağınız Elzem'in bu yıkımı yapması gerekiyordu. Silinebilirdi de, bu büyük bir ihtimaldi. Elzem bu riski göze alarak bir kumar oynadı ve kazanarak herkesi kurtardı.

Anlayacağınız zamanın yıkılması boş bir amaç uğruna değildi.

Bakalım yeni bölümde bizi neler bekliyor? Kızların hayatındaki değişiklik onları nasıl biri yapacak? Bu konuda tahminleri olan var mı?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continua a leggere

Ti piacerà anche

77K 389 1
Yıllar önce terk ettiği sevgilisi, elinde bir silahla gecenin karanlığında Umut'un arabasına bindiğinde, yaşanacak olayların fitili de ateşlenmiş old...
734K 67.8K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
280K 24.6K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
2.6K 253 56
En mükemmel şarkıların videoları ve çevirileri...