Büyüdüğüm YOL

By aatalantee

61.6K 6.3K 8.3K

••• Kim sadık kabuslarından kaçabiliyordu ki ben yakamı kurtaracaktım bu korkudan? Bütün çabam kurtulmak için... More

BY ' TANITIM
Büyüdüğüm YOL ' 1
Büyüdüğüm YOL ' 2
Büyüdüğüm YOL ' 3
Büyüdüğüm YOL ' 4|1
Büyüdüğüm YOL ' 4|2
Büyüdüğüm YOL ' 5
Büyüdüğüm YOL ' 6
Büyüdüğüm YOL ' 7
Büyüdüğüm YOL ' 8
Büyüdüğüm YOL ' 9
Büyüdüğüm YOL ' 10
Büyüdüğüm YOL ' 11
Büyüdüğüm YOL ' 12
Büyüdüğüm YOL ' 13
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 15
Büyüdüğüm YOL ' 16|1
Büyüdüğüm YOL ' 16|2
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 18
Büyüdüğüm YOL ' 19
Büyüdüğüm YOL ' 20
Büyüdüğüm YOL ' 21

Büyüdüğüm YOL ' 14 | 2

2.2K 284 420
By aatalantee

•jaymes young - indinity•

•••

Uyanmamın nedeni neydi bilmiyorum ama algılarım açılana kadar birden bire açtığım gözlerimle baktığım odanın içi kıpırtısız duruyordu. Çok derinden bir uğultu, ben uyandıkça yükselmeye başlayan güneş gibi etkisini her an daha da yükseltirken, bunun güçlü bir müzik vuruşuna ait olduğunu anlayarak yattığım yerde sırt üstü döndüm.

Perde kapalı olduğu için saatin kaç olduğunu bilmiyordum; az veya çok , öyle derin uyumuştum ki sanki haftalardır uyumamış ve acısını çıkarır gibi diriydim.

Aşağıdaki yüksek sesli müziğin arasında yine duyabileceğim yükseklikte konuşma sesleri gelirken, birbirini duyamayan iki insanın bağırışlı sohbeti olduğunu anladım bunun.

Evin diğer üyeleri de gelmiş olmalıydı. Ata'da gelmiş ve odasını işgal ettiğim için belki de önceki misafirperverliği kadar memnun değildi.

Bunu düşünerek yorganı üzerimden iteleyip sırtımı yatak başlığına yaslamak için doğrulurken bir müzik sesi her geçen saniye daha çok bana yaklaşıyordu. Biraz daha ve biraz sonra kapıyı çalmadan dalar gibi odadaydı.

İpek'in kısık başlayan sesi, "Uyanmış bile." şakıdı resmen ve arkasına bakarak sırıtırken içeri girdiğinde onu , çalan şarkıya eşlik eden Alaz takip ediyordu.

Bir elinde telefonu, diğerinde gürültünün öteki kaynağı ses topuyla öylesine tuhaf görünüyordu ki. Süslenmiş, ışıl ışıl sarı saçlarını savurarak..?

"Kalk hadi."

İpek yorganı bir anda üzerimden çekip odanın ışığını yaktığında ikisinin de giyinmiş süslenmiş haline baktım önce hangisini inceleyeceğimi bilemeyerek. Alaz buna bile fırsat vermedi, bağıra bağıra çalan şarkının sözlerini söyleyerek bana yaklaşırken üzerime eğildiğinde onu iteledim uyku sersemi halimle.

"Alaz!"

Gülerek tekrar bana doğru eğilirken söylediği şarkının ritmine göre işaret parmağıyla burnuma vururken, "Love to hate me, crazy, shady!" Diye bağırdığında bu defa eline vurdum onu itelemek için.

"Ya..!" Beni ve üzerindeki askılı siyah mini elbiseyi umursamadan birden üzerime atladığında onu itmeye çalıştım.

"Bugün onsekizsin tatlı kız! On sekiz. Doğum günün kutlu olsun!" Bağırarak kafasını karnıma koyup kollarını boynuma sardığında, elindeki ses topunun, tam kulağımın dibinde bağırmaya devam edişine aldırmadan buruşmuş suratımla güldüm.

Bu cümleyi onca sene boyunca sadece ikinci kez duyuyordum. Ama en güzeli buydu, kabul ediyorum.

"Hadi kalksana."

"Üzerinden kalkarsan o da kalkacak Alaz. Hadi."

İpek, onu ayağından, beni de kolumdan çekerek banyoya sürükledi.

"Yüzünü yıka toparlan çık, Ege pastana penis çizecek kadar sarhoş." Dedi ve hızına yetişemediğim kelimelerin şokuyla baktığım sırtıyla arama, kapıyı çekti. Müzik sesi hala kesilmemişti.

Başımdaki damarlar bir anda attı, yetişemediği hızın tıkanıklığıyla ama Alaz'ın sabırsız söylenmeleri hemen kapımda, tırnaklarıyla ritim tutarken bir türlü odaklanamıyordum tam olarak ne olduğuna.

Düşünmeme izin vermeden beni aşağı katta müziğin kaynağına daha yakım kendi odasına sürükledi ve dolap kapağına astığı askılı turuncu bir elbiseyi bana uzattı.

"Sana ayırdım. Çok güzel değil mi hadi giy bunu."

Giyemem. Koksuz bir şey giyindiğimde genelde evde tek olurdum ve bugün, herkesin gözünü üstümde istediğim o gün değildi. Hayır!

"Beğenmedin mi?" Kısacık kot eteğinin üzerine abartılı, kolları kabarık pembe bir bluz giyen İpek'e zoraki gülümsemeye çalıştım.

"Şey... ben bu elbiseyle üşürüm. Aslında kazağımla da kalabilirim..."

Alaz, "Hayır!" diyerek, resmen elimden hırsla kaptığı elbiseye çemkirdi, itiraz etmemin nedeni oymuş gibi.

"Elbise giyeceksin. Senin doğum günün en güzel senin olman lazım."

Alaz anında ayağını yere vurarak itiraz ederken dolabının içine daldı ve aynı anda iki elbiseyle döndü bana. Biri uzun kollu ve eteği uzun, yeşil bir elbiseydi; diğeri ise lacivert üzerinde beyaz küçük beneklerin olduğu mini.

Yeşili eledim ama kolları uzun olsa bile, daha önce hiç bu kadar kısa bir etek gitmemiştim. Sahip olduğum tek elbise siyah, uzun kollu, eteği de uzun kışlık elbisemdi ve giyindiğimde yanmış bir ağaca benzediğimi söylerdi annem.

Onları uğraştırmamak için lacivert olanını giyindim ben de. Altımda üçgen desteksiz sütyenim olduğu için şanslıydım çünkü yakası derin bir v olarak açıktı.

Alaz giyinmeme izin verdikten sonraki görüntümü beğenmedi tabi ki, by yüzden belimdeki kuşağı teklifsizce çözdüğü an ben önümün açılmaması için panikle tutarken, benim bağladığımdan daha sıkı bir düğüm attı belime.

Göğüs oluğum kapanmıştı ama bu kez de etek boyu kısalmıştı. Saçlarımı açtı, bunu yaparken de sürekli topladığım için beni azarlıyordu.

Sporlarımı giyindim. Kıçında kurt varmış gibi yerinde duramayan Alaz'ın, gözümü çıkaracağını sebep gösteren İpek, kirpiklerime rimeli kendi sürdü. İki kat uzadıklarını bildiğim için ben şaşırmadım, İpek hiçbir şeyin bunun önüne geçmesini istemediği için çok az şeftali allık ve yarısını çaktırmadan sildiğim parlatıcılarından biriyle boyadı beni.

"İnanılmaz güzel oldun."

İpek'in iltifatına karşılık dudaklarımı birbirine bastırarak gülümserken, Alaz kendi rujunun üzerinden bir kez daha geçerken omuzlarını dikleştirdi hemen.

"Ben cevheri gözünden, güzeli yüzünden tanırım."

İpek ile aynı anda devirdik gözlerimizi. Elbise dolabının yanındaki ayaklı boy aynasından bir kez daha baktım kendime. Büyük odanın ortasındaki boşlukta öylesine sıradandım ki onların yanında, ama ilk defa bu kadar süslüydüm...

"Çok abartı olmadı mı sizce de, alt trafı küçük bir pasta..."

"Küçük mü?!" İkisi de aynı anda şokla kabullenemedi söylediğimi , ben de şaşırdıkları küçümseyişim büyüklüğünü hesap ederek korkmamaya hazırladım kendimi.

"Birleştirince yeteri kadar büyük! Görmen lazım."

Alaz hemen arkama geçip beni itelerken İpek'de ona eşlik etti.

"Ayrıca güzelsin ve bu gecenin özeli sensin. Abartı olmak senin hakkın Zeynep."

Hakkım olan şeyler konusunda beynimin eline bir uğraş vermek istediğimden emin değildim o an.  İpek'in açtığı kapıdan gülüşmeleri arasında beni iteleyerek çıkardıkları daha ilk anda, Ata ile burun buruna gelerek anında durdum.

Hızımı takip etmeyen iki kızda bana çarparak bir adım daha itelediklerinde artık tamamen karşı karşıyaydım kaçtığım yüzüyle. Montu, şapkasını kafasına taktığı kazağından belli olan saçlarının ön tutamlarındaki ıslaklık ve kıyafetlerine baktım bir anda göz göze geldiğimiz için afallayarak. Spordan dönüyordu. Darma dağınıktı ama aralık dudaklarında zorlukla farkettim ya da benim hayalim olan bir hareketlenme olduğunda yutkunarak gözlerimi kaçırıp ikimizin arasında yere indirdim.

Alaz da görüntüsüne olan hoşnutsuzluğunu kanıtlarcasına cırladı hemen. "Iyy. Sonunda gelebildin, şu haline bak Ata ya! Git yıkan on dakika içinde de aşağıda ol hadi!"

Beni iteledi ve Ata'ya değmemek için son anda yana bir adım atabildiğim için sesszice geçtim yanından. Odasını toplamamıştım, eşyalarım oradaydı ama geri dönüp toparlamak için çok geçti artık.

Arkama bakmak istiyordum, beni itekleyip duran Alaz'ı azarlama bahanesiyle yapabilirdim de bunu ama... beni sürükledikleri kapı ağzında onlar içeriye dalarken görünmez bir engele çarpmış gibi kalakaldım o eşikte.

Kalabalıktı. Çok kalabalıktı. Beklediğim iki üç kişi kesinlikle değildi çünkü müziğin bastırdığı insan sesleri duyulduğundan daha çok görünüyordu.

Böylesi beni her zaman ürkütürdü, alışık olmadığım için çekinerek kendi içime tünerdim ben. Bir adım geri gitmek ve kendimi tuvalete kapatmak istedim.

Bu kadar insan benim doğum günü pastam için buraya toplanmış olamazdı.

"Şuna da bakııın!"

Kocaman açılmış, gördüğü her ayrıntıya şok içinde bakan gözlerim kollarını iki yana açmış üzerime yürüyen Ege'yi farkettiği an, dudaklarımı kapatıp yutkundum.

Bir elinde bira şişesi, diğerinde küçük bir alkol bardağı daha vardı. Elinin dolu olması mı onu durdurdu yoksa bana dokunmamak konusunda duyduklarına saygı mı duydu bilmiyorum ama gözleri ışıl ışıl, sadece birkaç düğmesi kapalı olan pembe gömleğiyle tam karşımda durdu sırıtarak.

"Sen sap, ben sap. Bu ne demek biliyor musun?"

Kaşlarımı indirerek şüpheyle başımı sola çevirdim hafifçe, "Ne demek?" Bu kalabalık be demek, lütfen ben bir kriz geçirmeden açıkla bana!

"Bu, Doğum günü kızının kavalyesi olarak, gecenin en şanslısı benim demek oluyor." Dediğinde, gerginliğime rağmen, gülmemek için dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım çünkü İpek'in de dediği gibi gerçekten sarhoştu.

Bu kadar çabuk mu? Saat kaçtı hala bilmiyordum. Etrafımda duvar saatini görmeye çalışarak bakınmak istiyordum ama gözgöze geldiğim herkes sanki Ege gibi üzerime yürüyerek beni sıkıştıracak ve konuşmaktan bir haber kelime darağacımı zorlayarak beni bastıracakmış gibi hissediyordum.

Hızlanan nefesimi kontrol altına almak için dudaklarımın arasında küçük bir delik açıp farkettirmeden vermek istediğimde göz göze geldiğim Fırat bana gülümsedi.

Bir kolunun altında tutmaya devam ettiği Alaz'ı da alarak yanıma gelirken, İpek'de Ege'yi kolundan tutarak benden uzaklaştırmıştı. İki adım geri gittim ve kalabalıktan uzaklaşarak sırtımı dış kapıya yasladım kaçınarak. Hatta saklanarak.

"Bu kadar gerileceğini düşünmemiştik."

Biliyorum , Fırat bunu söylerken gülüyordu ama bir anda şüpheyle baktığında bu sorgularının beni köşeye çekmek için olduğunu anlamıştım.

"Sadece alışık olmadığım bir ortam."

"Eğer seni rahatsız eden bir durum varsa bitirebiliriz Zeynep, hazırlık senin içindi, istemezsen sorun değil."

Hayır. Hayır beni asıl rahatsız eden şey bunu kendime bile çok görmemdi.

Mahçup olarak ve kendi huzursuzluğumla onları da huzursuz etmenin kızgınlığıyla sıktım kendimi.

"Ben..." Alışık değilim işte, başka nasıl tarif edecektim. Daha önce bırak kutlamayı bir doğum günü pastam bile olmamıştı. Yıllar e ilk defa bugün kendime bir hediye almıştım, bir pasta da alırım diye kurmuştum kafamda ve şimdi burada...

Gözlerimi sıkıca kapatıp açarken eteğimin uçlarını sıkan ellerimi farketmemeleri için, arkama sakladım.

"Nereden öğrendiniz?"

"Ben ben ben." Alaz anında hevesli bir öğrenci gibi sıçradı yerinde.

"Rehberlik servisinde, tebrik kartları arasında vardın. Sordum, pazartesi dağıtacaklarmış ve ben de bu fırsatı asla kaçıramazdım! On sekiz önemli bir yaş Zeynep! Seni gece kulübüne sokabilirim artık."

Gözlerimi kocaman açarak hızla üzerime gönderdiği kelime dizisine ve onu çenesinden tutarak kendine çeviren Fırat'ın çatık kaşlarına baktım, Alaz'ın ciddiyetini anlayabilmek için.

"Kendine arakadaş diye suç ortakları buluyorsun farkındasın değil mi?"

Alaz gülerek omuz silkerken Ata gibi asla vazgeçmeyerek omuz silkip, koluma girdi.

"Ama böylesi en samimisi, bebeğim... sen de biliyorsun."

Beni, sessiz kalan Fırat'ın yanından yavaşça çekerken aralarında geçen bir espriye gülüyordu Alaz. Anlamak istemedim, asla. Sadece geniş arkadaş gruplarının doluştuğu salondan beni geçirerek mutfağa girerken, siyah ohelerine rağmen, kırmızı tırnaklarına bakarak kıkırdayışını görür gibi olduğum an güçsüz bir itiraz ettim.

"Ben o kadar da samimi değilim aslında Alaz."

"Evet değilsin." Kolumdan çıkarak tezgahın üzerinde sıralanmış dört tane farklı farklı beyaz kremalı pastaların başına geçti. "Ama samimi olmaman için bir sebep göremiyorum ben."

Ben gördüm. Samimiyeti hiç tatmadım ama kötü ellere geçtiğinde nasıl da insanı sömürdüğünü biliyordum. Samimiyet kendinden bir şeyler vermek demekti çoğu kişi için ve ben bu tanıma öylesine aksi bir indandım ki...

"Üstelik konuştuğun zamanlarda gayet tatlı bir kızsın. İçeridekileri parti var diye çağırmadım. Zeynep'e doğum günü süprizi yapacağız katılmak ister misiniz diye sordum..."

Alaz beni, neye olduğunu asla anlamadığım bir şekilde, inandırmaya çalışmak için son hızla konuşurken son söylediği şeyde takılı kalarak kafamı çevirip baktım tezgahın diğer tarafındaki salona.

Kendi sınıftaki grupları, diğer sınıfta beni tanıştırdığı birkaç kız, Ege ile aynı takımda olduklarını bildiğim birkaç çocuk, ortak arkadaşları sayesinde yirmi kişiye yakındı sayıları.

Benim için mi buradalardı yani? İnanamayarak kendi kendime gülerken bile hala şüpheliydi bakışlarım. Alaz veya diğerleri olmasa çoğuyla konuşmazdım bile ve benim gibi onlara hiçbir şey vermeyen birinin doğum günü için toplanmaları beni tatmin eden bir davranış değildi. Olmalıydı, belki hepsinin günahını alıyordum, son derece nankör olmalıydım kafamdan geçen şüpheler için ama...

Bir pastayla işini bitirip diğer pastaya geçerken kızgın kızgın bir şeyler söyleyen Alaz'a baktım ne dediğiyle çok da ilgilenmeyerek.

Benim için gerçekten bu kadar uğraşması? Niye, diye sorma Zeynep?

Koşulsuz sevgi, saygı veya merhametin varlığına inanmak için ideal bir kişiliğim yoktu ama işte... kanlı canlı duruyordu karşımda örneği.

"Alaz..."

"Hım?" Parmağına bulaşan kremayı emerek omzu üzerinden bana baktığında bir an ne söyleyeceğimi bilemeyerek durdum öylece.

"Bu yaptığın... yani bu kadar uğraş ve zahmet..."

Alaz benim gereksiz sancılarımı anlamadı tabi ki, ben de nasıl kelimelere dökeceğimi bilemeyerek baktım çaresizlik içinde yüzüne.

Çok anlayışlıydı. Omuzlarını düşürerek tamamen bana dönerken arkasındaki tezgaha tutunarak, ricadan çok yalvarır gibi baktı bana.

"Bu kadar mahçup olma Zeynep. Her sene olduğu gibi sadece bir doğum günü."

Olurum. Olurum Alaz bunun benim için anlamını keşke anlatabilseydim sana. O kadar garip hissediyordum ki, karma karışıktım. Yine de kuvvetle her yanımı sarmıştı suçluluk.

Neden bu günü kutlamak bana suçlu hissettiriyordu?

Annem hamile kalışına da doğumuma da öylesine içten, öyle büyük bir öfkeyle dert yanıyordu ki, buna karşılık benim yaptığım bir mum yakmaktı.

"Bu benim kutlanan ilk doğum günüm," derken utanacağımı asla düşünmedim. Alaz'da bana öyle hissettirmedi ama ben yaşadığım hayatı dile dökerken, tuhaflığının utancıyla baktım Alaz'ın korku dolu yüzüne.

"Yanlış bir şey mi yapıyorum?" derken ki korkusu o kadar masum ve tatlıydı ki, içimdeki bütün karayı aydınlatan küçük bir ışık yandı anında ve ben bu konunun bu anı mahvetmesine izin vermeyerek, başımı iki yana salladım hemen.

"Hayır, öyle büyük sarsıcı bir sebebi yok."

Var işte, annenin isyanı boşa mı!?

"Ama nasıl? Kutlamamak sadece birkaç senedir senin tercihin olabilir, daha küçüklen ailen..?" Dedi ve öylesine sert abandı ki kelimelerinin frenine.

Daha önce hiç konuşmadığımız bir konuya böyle bodoslama dalacak bir kız değildi Alaz, özellikle de burada. Her geçen gün bana karşı merakı artıyordu biliyorum ama gittiği yere kadar zorlayarak, saklayarak götürmek işimdi benim.

"Annem böyle şeyleri gereksiz bulur."

Hayır saçma bulur.

Gözü döndükçe lanetler okuduğu bir geceyi mum yakarak kutlayacak kadar anlayışlı bir insan değildi.

O yüzden doğum günümün varlığını ilk kez kabul ederek dile getirip bana para gönderdiğinde bu kadar şaşırmıştım. Annem bile bununla yetinirken, Alaz'ın yaptığı bu kadar masraf bu kadar zahmet ve beni hazırlarken ki heyecanı...

"Yaptığın şeyin benim için anlamını bilemezsin." Ben bile bunun nasıl bir şey olduğunu yıllar sonra ilk kez tecrübe ediyorken hem de...

"Bırak biraz mahçup olayım yoksa her şeyi mahvedebilirim. Ama her şey mahvedilmeyecek kadar inanılmaz görünüyor."

Hemen sağ tarafımdaki salonun kapalı perdelerinin önünde, parlak açık renkte balonlar ve aynı parlaklıkta kurdeleleri tavandan yere sarkıyordu. Tezgahın üstü doluydu ve kenara itilen koltukların boşluğunda yüksek ayaklı küçük bir masa daha vardı. Işık kısılmış küçük bir disko topuna hedeflenmiş renkli ışıklar sayesinde içeride sürekli renk değişiyor ve hareket ediyordu her şey. Müzik dışarıdan nasıldı bilmiyorum ama salonda yeteri kadar yüksekti. Herkes mutluydu, fotoğraf çekinen, konuşan, gülen, benim için... mi?

"Teşekkür ederim."

Alaz'a, hayatımın kupkuru ağacına bir kova su döktüğü için minnetle baktım.

Anında aramızdaki mesafeyi kapattı ve gelip bana sıkıca sarıldı. Onu itemedim, bana değer değmez irkildim ama geri çekilmek hissine ulaşacak kadar büyük bir rahatsızlık değildi verdiği.

"Doğum günün kutlu olsun Zeynep. Gerçekten... İyi ki buradasın."

Evet. Bazen ben de iyi ki buradayım diyordum. Her şeyden ayrı, Alaz benim için okulumdan sonra bulduğum en büyük şanslardan biriydi.

"Güzel oldu mu lan!?"

Alaz'la aynı anda ayrıldık ve o saçlarını savurarak arkasını döndüğü an panikle bağırdı az önceki tuhaf duygu halimizden bizi çıkararak.

"Ege!"

Elindeki çikolata sosu şişesini havada tutarak bize döndü. Kızarmış gözleri ve sersem gülümsemesiyle gerçekten de bahsedildiği gibi erkenden sarhoştu.

"Bak ne yaptım, Alaz."

"Ay, iyi halt ettin!"

Elindeki şişeyi alıp hırsla tezgaha çarptıktan sonra Ege'yi kolundan yakaladı ve önünde durduğum mutfak penceresinin önüne kadar iteleyip yere oturttu.

"Ama güzel olmuş değil mi?"

Alaz, onu umursamadan "Zeynep şuna acı bir kahve yap nolur!" Dediğinde hemen harekete geçerek tezgaha yürürken, Ege hala ısrarla güzel olup olmadığını soran çenesi düşük bir çocuk gibiydi.

"Güzel olmuş değil mi Alaz?"

"Tıpkı sana benzemiş!"

"Zeynep sen de bak."

Bulduğum kahve tozunu suyla karıştırarak ocağa koymak için önünden geçerken tezgaha dizilmiş pastalara baktım göz ucuyla.

İpek haklıydı, sanırım Ege sarhoş olduğunda bunu daha önce yapmıştı ki önceden tahmin etmişti. Pastaların birinin üzerine penis çizmiş, yanında dil çıkarmış basit bir gülen surat duruyordu.

"Gerizekalı ya! Bunu sana yedireceğim!"

Alaz'ın öfkeli sesinin yanından sessizce geçerken gülmemeye çalıştım aralarındaki laf dalaşına. Kahveyi yaptım ama Ege içmek konusunda o kadar da istekli değildi. Karşısında diz çöküp ısrar edecekken biri hafifçe koluma dokundu ve tezgahla arama sıkışmaya çalışan siyahlığın taze kokusunu aldım hemen.

"Ben hallederim."

Ata elimdeki fincanı aldı teklifsizce , ve Ege'nin karşısında yere çökerken yanağına hafif bir tokat attı. Anında parmaklarının temas ettiği sağ elimi diğerinin içine alıp sıkarak bir adım geri gittim.

"Şşt! Uyan lan..."

Biri salondan adımı seslendiğinde bir adım geri çekildim gitmek için ama... yine o kopuk konuşmalar, zorunda kalmadıkça uzatılmayan bakışmalar...

"Zeynep gelsene..."

İpek beni çekiştirerek salona götürüp kattı kalabalığa. Herkesle konuştum ama herkesle. Ata dışında herkese merhaba dedim, bir anda bu kadar ilgiden ürkerek, bulduğum ilk fırsatta çekildim en köşeye.

Daha önce ne görmüştüm ne bulunmuştum bu kadar kalabalığın arasında. Sayılar belki ama ortam asla içine alındığım bir yer değildi.

Salonu süslemişlerdi. Tek tonda renkli parlak ve pul dolu balonlar, salonun küçücük balkonunun kapısına tek kanadından beceriksizce asılmış doğum günü yazısı, kullan at bardaklar, her yerde kokusunu aldığım alkol, sürekli çalan müzik, sürekli gülüşerek eğlenen ve telefonlarıyla bu anları kaydeden okul... arkadaşlarım?

Ege'yi ayıltma işini tamamlayan Ata, mutfak tezgahının arkasından çıktığı an etrafına bakınarak bir bardak ve şişeyle mesgul olan gözleri üzerime dönmeden ben izledim onu.
Fırsat kolluyordum ona bakabilmek için, hayır gözlerini üzerinde isteyecek kadar yüzsüzsün, diye anında gerçeği yüzüme vurdu mantığım.

Duymazdan geldim. Buna takılsaydım onu geri iterken ne istediğini bilmez tavırlarımı iyice vuracaktı yüzüme, biliyordum. Sadece baktım.

Tamamen siyahtı. Siyah kot, üzerinde derli toplu duran, etekleri kemerinin dışına bırakılmış siyah bir gömlek giyiniyordu. Kendisine bir şişe açmak için uğraşırken aynı anda hala yerde oturan Ege'yle konuşmak için döndüğünde, uzun süredir görmediğim siyah küpesi vardı kulağında. Saçlarının daha uzun üst tutamları hala nemli, kıvırdığı gömlek kollarından görünen siyah kordonlu saatiyle tamamen hazırdı.

İyi görünüyordu ve ben biraz daha ona bakarsam geri çekilemeyecek bir adım atacağımı bilerek çektim gözlerimi ondan.

Elime telefonunu tutuşturarak deli gibi dans edişlerini kaydetmemi isteyen Alaz bütün dikkatimi aldı üzerine. Beni de çekiştirmek istedi ama kaslarımın böylesine aktiviteler için işlevsiz olduğunu anlarken , aynı anda kollarımı sağa sola salladı iyice emin olabilmek için.

Kendi yerimde hafifçe salınmaktan fazlasına alışık değildim. Ama konuşmak konusunda da eskisi kadar yabani.

Buraya benim için geldiklerini kendime defalarca hatırlatarak konuşmaya zorladım, denk geldiğim herkesle.

Neyseki ayılan Ege beni bu karmaşanın arasında asla yalnız bırakmadı. Tanıdıklarımla iki laf kurmamı sağladı diğerleriyle kısaca tanıştırdı.

Pastamın kesilme anı tamamen bir kaostu. Ege ısrarla kendi pastasının mumunu üflememi istedi Alaz ise kendi süslediğini. Fırat en sonunda bütün o kavgaya dayanamadı ve en çok sesini çıkaran Ege'ye elinde tuttuğu pastasını yedirdi.

İki avucu arasında tuttuğu pastayı alttan iteleyip Ege'nin suratına bastırdığında Alaz'ın gülerek ve aynı anda çığlık atarak, "Üfle! Üfle!" Diye panikle bağırmasına güldüm ben de.

İpek beni ortaya çekti ve herkes yıllarca üzerine kim kusan doğumumun önüne gelen güzel dilekli o şarkı eşliğinde Alaz'ın elinde tuttuğu pastayı üfledim.

Bir dilek tut, diye uyarmıştı Alaz ama ben çoktan üflediğim mumların silik dumanlarına baktım bocalayarak. Ne dileyebilirdim ki kendimi kurtarmaktan başka, bunu dilemekiydim ama sönmüş munların erimiş damlalarına bakarken aklımdan geçirdiğim tek şey bugünü hep hayırlamaktı.

Bir daha kutlanacak mıydı bilmiyorum, bir kez daha yeni yaşımı alacak mıydım? Bu bilinmezliğin içinde tek dileğim, ilk ve belki de tek olan bu günü asla unutamayacağım şekilde yaşamak oldu.

Maytapların ışıltılarıyla karanlık biraz aydınlandı, Alaz pastayı birinin eline tutuşturduktan hemen sonra üzerime atlayıp bana sıkıca sarıldı.

"Daha güzel yaşlara tatlı kızım."

Teşekkür etmekten son anda vazgeçirdim kendimi. Uygun kelime bulamadım. Karşılık veremedim minnetimi gösterebilmek için. Onu hafifçe tutan kollarımla ilk defa karşılık vererek kendime çekerken, kendi kendime güldüm içimden.

Umursamadığımı sanıyordum. Önemli değil, takmıyorum derken bile aslında ne kadar özendiğimi farkettim alt tarafı bir mumu üflemeye.

Bunun heyecanıyla İpek'e de sarıldım, Ege bütün kremalı haline aldırmadan üstüme yürüdüğünde ondan kaçtım ama beni kirletmeyeceğini bilseydim, ona da sarılacak kadar duygu patlaması yaşıyordum o an.

Herkes yeni yaşımı kutladı, kalabalıktan uzakta bir an göz göze geldiğim Ata dışında. Yüzü rahat, gülmek istese yüz hatları anında o şekle girecekmiş gibi hazırdı. Bana hiç yaklaşmadı, aksi olur sanıyordum ama son reddedişimden sonra gerçekten de aramıza giren bir mesafe vardı.

Belki de bu defa işe yaramıştı. Beliz olsa da olmasa da sevgilisi olmayacağım, dahası ona güvenmeyişim yetmişti, peşimi bırakması için.

Fırat omzuma dokunup ilgimi kazandığı an elini çekti üzerimden ve zarf şeklinde üzerinde bir fiyonku olan kağıdı uzattı bana.

"Ne alacağıma karar veremedim." Bir mağazanın hediye kartıydı. Oradan alabileceğim en ucuz şeyi bile hesap etmek ağzımın açık kalmasına neden oldu, cömertliği karşısında.

"Ama..."

"Doğum günün kutlu olsun."

Beni geçiştirerek, itirazımı görmüş gibi Alaz'ın ellerine attı hemen.

Sert kapaklı siyah bir kutuyu elime tutuştururken, bana sarılarak kulağıma fısıldadı. "Sakın burada açma." Kıkırdayarak geri çekilirken yüzündeki sırıtmadan korkarak kutuyu sıkıca tuttum odaya bırakmak için.

"Ne aldığını sormayacağım Alaz ama gerek yoktu gerçekten. Zaten yeterince şey yaptın."

"Gerek olduğu için değil, senin için yaptım. Biraz tadını çıkarsana ya..."

Omuzlarımdan tutarak beni sarstığında onun gülen yüzüne bakarak suspus kalmak öylesine zordu ki...

"Hadii. Toplanın. Herkes derli topluyken fotoğraf çekeceğiz!"

Herkes salon kapısı ile mutfağın girişi arasındaki duvarın önünde yerleşme çabası içindeyken hediyesini veren İpek ve temizlenmiş yüzüyle gülümseyen Ege'nin hediyelerini bahane ederek oyalandım kenarda.

Heryerde paylaşıyorlardı bu fotoğrafları, biliyorum Alaz bunu da paylaşacaktı kendi hesabında. Fotoğraflanmak, onların yayılması, bilmediğim ellerden geçeren etrafa saçılması düşüncesi midemi burktuğunda en köşeye adımladım sessizce.

Şanslıysam bir adım yana kayıp kareden çıkar ya da bahanesi olan bir hareketle kendimi gizleyebilirdim. Bilmiyorum...

En solda Fırat'ın uzun boyunun gölgesinde kalmak için sessizce sinerken, gerginilikten takip etmeyi bıraktığım Ata bir anda sağ tarafımda belirerek yaklaştı bana. Bu, gerginliğimi iki kat arttırdı.

"Biraz daha sıkışın!" Masanın üzerinde süreli ayarladığı telefonuna son kez bakan Alaz'ın sesiyle tamamen Fırat'a yaklaştım. Ata beni takip etmedi neyseki ama, "Seri çekim yapacak!" Derken koşturan Alaz, Fırat ile arama sıkışabilmek için beni itelediğinde Ata'ya çarptım elimde olmayarak.

İlk çekim sesi geldi ve ben panikle nereye koyacağımı bilemediğim ellerimden biriyle saçlarımı düzeltmek isterken ikincisini çekti. Ve Ata elleri ceplerinde olsa bile biraz daha bana doğru eğildiğinde put gibi durarak üçüncü fotoğrafa baktım aval aval.

Anında arkasından geçerek ayrıldım yanından.

Sağ omzumun arkasında yaslanmıştı bana, dokunma yok, istediğim gibi hiçbir konuşma yok ama... bu defa benim suçumdu bu kaçışım.

Ata'nın suçu yoktu, o istediğimi yaparken ben bir ikiyüzlü gibi bocalıyordum bu tavrı karşısında.

Ne istiyorsun Zeynep? İstediğini yapmıyor mu!?

İstediğim değil, istemek zorunda olduğum.

Bu fark öylesine küçük ama öylesine acıtıyordu ki beni, kendime bile dürüst değildim.

Hediyelerimi ayak altından alma bahanesiyle salondan çıkıp yine onun odasına kaçarken ayağımla kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladım, biraz olsun alışık olduğum o sessizliğin nefesini alabilmek için.

Yatağı toplu, camı yine açık ve içerisi yüksek intimalle hazırlanırken kullandığı parfümü kokuyordu.

Derin bir nefes alarak elimdekileri kapının dibinde yere bırakarak tekrar çıktım dışarı. Ama bunalmıştım ve kaçtığım terasın kapısını iteleyerek attım kendimi dışarı.

Buz gibi hava suratıma, çıplak bacaklarımdan bütün bedenime yayıldı anında, bu çarpışma sonunda rahatça aldığım bir nefesti.

Üşümek nadiren bana iyi hissettirirdi. Yağmur yağıyordu. Terasın sonuna kadar çekilmiş brandaya çarparak ileride aşağı akan suya yaklaştım esen rüzgarı daha iyi hissedebilmek için.

Ne yapıyordum? Neredeydim, bir an da geldi bu soru aklıma. İnanması güç bir hayat değildi yaşadığım ama benim için öylesine ihtimal verilmez bir yaşamdı ki bu.

Arkadaşlarımın olması, bir erkeğe beslediğim hisleri yaşayacak kadar tasasız hissedişim. Kaçışım, geçmişten bu kadar uzaklaşarak nefes alışım.

Kapı açıldı ve ben aklımdakileri doğrularcasına kalbim tekleyerek kapanmasını bekledim.

Korkmam gerekenler nerdeydi, endişelerim, üzüntülü bekleyiş ve günümü öylesine geçiştirmelerim?

Kalbim duracakmış gibi hissediyordum sadece. Başka derdim yokmuş gibi, hemen yanımda duran bedenin paniği vardı sadece içimde.

"Doğum gününü kutlamak için sıra gelmedi."

Bir adım yana kayarken ona döndüğümde o çoktan dönmüştü benden tarafa. Balkon ışıklandırmaları, boğuk müzik, tenteleri şiddetle döven yağmurun soğukluğunun karmaşasında öylesine sakin bir köşedeydi ki...

"Son güz günü." Gözlerinin içinde bir şey kıvrıldı sanki bunu dile getirirken.

"Doğmak için güzel bir gün."

"Öyle görünüyor," diye mırıldandım ama çok da katılmıyordum bu söylediğine. Gün güzel değildi, yaşadığım birkaç saat, kısacık anlardı güzel olan.

Şu an gibi...

Elini gömleğinin cebine daldırıp işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırdığı bir zinciri çıkardığı an nefesimi tutarak heyecanımı bastırdım hemen.

Benim için miydi?

"Alaz didiklerlen kutusunu ne yaptı bilmiyorum."

İncecik zinciri elinde düzeltirken zincirle ilgilenen yüzünü kaldırdığında, ona bakıp kaldığım için göz göze geldik.

Nasıl görünüyordum bilmiyorum. Yanaklarım soğuğa rağmen sebepsizce yanıyor, henüz utanacağım bir şey yapmamıştı bile ama... titriyordum.

"İyi ki doğdun."

İşaret parmağı üzerinden sarkan, avucundaki kolyeyi bana uzattığı an aralık dudaklarımı kapatarak yutkundum, dilimi de beraberinde yutmaktan korkarak.

Ben...

Hipnoz olmuş gibi, "Teşekkür ederim." Dedim ama gözlerimi alamıyordum avuç içinden.

Altın rengi, neredeyse ip kadar zincirin ucunda küçük bir damla şeklinde mor bir taş duruyordu. Işıltılı, güzel ama öylesine küçüktü ki...

"Takmayacak mısın?"

Yutkunarak etkisinden çıkmaya çalıştım hemen ve iki elimle özenerek aldım kolyeyi elinden.

"Ata... kutlaman yeterliydi, gerçekten."

"Ben de kurluyorum zaten... Hadi tak."

Takma Zaynep!

Nolur... yalvararak baktım her şeye itiraz eden o sese karşı.

N'olur engel olma artık, sadece bir kolye, sadece bir his, sadece lanet olası bir duygu hissettiğim, alma onu benden.

İtiraz etmek gelmiyordu içimden. Takmak istiyordum, basit bir teşekkürün ardından gitmek istiyordum sonra da.

İki parmağım arasında sıkıştırdığım uçlarını saçımın altından geçirdiğim an Ata bir adım daha yaklaştı bana. Sırtıma bıraktığım saçlarımı tutarak, ben kolyeyi takarken elime dolanmamaları için uzaklaştırdı ensemden.

Takamadım. Ellerim titriyordu yakınlığı yüzünden, tekrar tekrar uğraşarak zorunda kaldım bu yüzden.

Kolları iki yanımda uzanmış, yüzüm gömleğinin açık yakasından boynuyla burun burana duruyordu. Titrememi durdurmak için kendimi kasmaktan canım acıyordu artık.

"Teşekkür ederim." Zinciri okşayarak ucundaki taşa dokundum görmeye çalışarak.

Sesim titredi, "Çok güzel." Derken.Farkedip farketmemesini bile umursayacak mesafe yoktu aramızda.

"Öyle."

Saçlarımı bırakırken mırıldanışı yavaştı. Ama beni bırakmadı.

Elleri benim gibi boynumdaki zinciri takip ederken belirsiz bir iç çekmeye tenezzül ettim, aynı eller yüzümü tutarken yüzüne bakmak zorunda kalarak alamadım o soluğu.

Nefes almaya ihtiyacım vardı. Geri gitmek için hamlemi görmüş gibi bir eliyle belimden yakalayarak tuttu beni yerimde sonra da birbirimize değeceğimiz o son adımı attı aramızdaki.

"Bırakır mısın?"

Bakışlarımı yakınlığından kaçırabileceğim tek yer göğsü ve omuzlarıydı, gözlerim deli gibi bir sağa bir sola koşturuyordu onun yeşillerine takılmamak için.

"Sana tekrar soracağımı söyledim, hatırlıyor musun?"

Evet.

Başımı iki yana sallarken yalanımı durdurmak için yanağımdaki elinin başparmağını bastırdı gerilen mimiklerimin üzerine.

"Ata lütfen..." İki elimi göğsüne koyarak onu engelledim.

İtmedin. Bu mu engelin! Böyle mi uzaklaştıracaksın onu kendinden, tutunarak, dokunarak!?

"Tekrar başlamak istemiyorum."

"Daha hiç başlamadık." Derken öyle hızlı itiraz etti ki...

Yüzünü hafifçe bana eğdiğinde çenemin altındaki baskı yüzünden kaldırdığım yüzüme olan yakınlığı sınırlarımın ötesindeydi. İçerideydi. İçimde öylesine bir yerdeydi ki...

"Zeynep..."

"İstemiyorum."

"Sevgilim ol."

Hayır. Hayır Ata hayır.

Gözlerimi kapatarak çığlık çığlığa bağırdım içimdeki bütün boşluklara. İstiyordum!

Deli gibi evet, diye dönmek isteyen dilimi sıkıştırdım ağzımın içinde, ezmem gerekiyordu, evet doğru cevap değildi.

"İstiyorsun..." kulağıma yaklaşan dudaklarındaki o kısık ton bir anda bastırdı geriye kalan bütün uğultuyu. Neden bu kadar yakındı?

Yanağı yanağımda, belimdeki eli beni sıkaca tutarken konuşamıyordum. Cevap vermeliydim, durdurmalıydım onu. Yaptığım aptallıktı.

"Sen de bunu istiyorsun."

Dudakları yanağıma değdiği an irkilen bedenim dikkeşti, bilinçsizce göğsüne yasladı vücudumu bu hareketim.

Nasıl böylesine biliyordu? Titredim ama korkudan mıydı yoksa yanağımdan kayıp daha aşağı dokunan dudaklarının o hafif sürtünüşü yüzünden mi?

Beni öptü. Evet bu bir öpüştü. Bu defa ki bastırışını alt dudağımın köşesiyle çenem arasında, o ince deride hissettiğimde, ellerimi göğsüne bastırarak panikle geri ittim kendimi.

Bu kadar yakınıma nasıl girmişti, nasıl farkettirmeden böylesine ileri gitmişti dokunuşları!? Kafayı yiyecektim, ne zaman oldu bu!?

Keşke bana dokunsaydı, sarılsaydı, alıkoysaydı ama böylesine bir suçluluğun tadını lezzetli kılmasaydı içimde.

Kendimden iğrendim. Ona direnemediğim, yeterince güç gösteremediğim için kendimi bıraktım iyice.

"Bana bir cevap ver."

"Bana bunu yapma..." Bu bir cevap değil Zeynep.

Verecek cevabım yok! İstemiyorum ama deli gibi istiyorum, nasıl açıklayacaktım bunu ona... kendime.

Hayatımda ilk defa bir şey istiyordum böylesine acı hissederek.

Kapalı gözlerimi sıkarken ardında birikmeye başlayan yaşlar bile öylesine anlamsızdı ki...

"Hadi Zeynep."

"Ata.." Korkmak istiyordum dokunuşundan, iğrenmek, onu itmek. Dudaklarını çeneme sürterek dudaklarımın diğer tarafına geçtiği an yıkılmamaya çalıştım.

Teslim olmamaya...

"Sevgilim ol..." derken tekrarlayışına vermediğim cevabın cesaretiyle yaklaştı sınırıma.

"İst..." Bu kadar yeterli miydi?

O, cevabımın eksik harflerine tutundu; ben de, bütün o korkularıma tutunur gibi göğsüne, gözümden bir damla yaşı bırakarak.

Tenime dokunarak yaklaşan sıcak nefesinin beni yerime çivileyen o zehirli dudakları, üst dudağımı arasına aldığı an biliyordu cevabını. O yüzden beklemedi, o yüzden dinlemedi.

Beni tam da, reddedişimin gizleyemediğim yalanından öptü.

•••

•••
Selamlaaar💜

Dün bazı medenlerden dolayı bölümü yükleyemedim, bekleyenlerden özür dilerim.

Umarım beğenerek okuduğunuz iki part olmuştur.  Bir hata veya sorum varsa ilgilenmem için bana bildirin lütfen.

Yorumlarınız oylarınız ve desteğiniz için çoook teşekkür ederim. Öyle güzel geri  dönüşler alıyorum kiii 💜💜

Yeni bölümde görüşene kadar iyi bakın kendinize, Hoşçakalııın🌸

•••

Continue Reading

You'll Also Like

25.2M 900K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
1.6M 26.9K 33
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.6M 85K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
1M 60.5K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...