Dolunayın Altında

By Berceste_sb

1.1M 69.1K 31.1K

Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne ya... More

1. Bölüm
2. bölüm
3. bölüm
4. bölüm
5. bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm -Sezon Finali-
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm |Final Part 1| "Aydınlıkta ve Karanlıkta..."
85. Bölüm |Final Part 2| "Sonda ve Sonsuzlukta..."

69. Bölüm

9.1K 767 818
By Berceste_sb

Ben geldimm. Bu bölüm 200 bin özel bölümü gibi bir şey oldu, o yüzden uzun bebeklerim. Okumaya başlamadan önce oy vermeyi unutmayınn.

Multideki şarkıya bakabilirsiniz.

İyi okumalarr 🖤

Savaş'tan;

Ne kadar süredir bu karanlık zindanda olduğumu hatırlamıyordum. Zaman önemini yitirmişti artık. Her gün sanki tekrarlanıyormuş gibi aynı geçerken, içimdeki boşluk ve göğsümün üzerindeki iz kendini belli etmek istermişçesine yaralı vücuduma eşlik ediyordu. Bu küf ve kan kokulu karanlık zindandan her ne kadar nefret etsemde katlanmak zorunda kalıyordum. Aileme zarar gelmemesi için...

İki duvardan sarkan ve bileklerime bağlanmış zincirleri sinirle çekiştirdim. Bileklerim aşınmıştı artık. Kurtulamıyordum bu sikik zincirlerden. Halsiz ve yaralı olmam yetmiyormuş gibi, birde sarı saçlı şizofren bir piçin teki her gün olduğum zindana uğrayıp başımı şişiriyordu. Bana sorular soruyor, ben cevap vermeyince de kendi sorusunu kendi cevaplıyordu. Gitmeden önce ise halsiz hissetmemi sağlayan bir büyü yapıyordu. Bunu anlamıştım.

Bazen saatlerce zindanın önünde durup beni izliyordu. Tercihlerim arasında olmasa da bana aşık olduğunu bile düşünmeye başlamıştım. Ama hayır, o kesinlikle sadist piçin tekiydi. Acı çekmemi izlemeye bayılıyordu.

Zindanları koruyan muhafızlar... soğuklardı. Asla konuşmuyor, bütün gün hiç hareket etmeden zindanların önlerinde duruyorlardı. Bu yerde tek ben vardım, buraya getirilmeden önce görmüştüm. Yani sesimi kimse duyamıyordu, bu haldeykende bütün muhafızlarla baş edebileceğimi sanmıyordum.

Bu saraya nasıl gelip tutsak düştüğümü hatırlayamıyordum. Gerçi bundan öncesinide hatırladığım söylenemezdi. Gözlerimi bu karanlık zindanda açmış gibi hissediyordum.

Sanki biri hafızamı silmişti...

Zihnimde bir kızın sesini duymam ve o sadist piçin sürekli eşim olduğundan bahsetmesi bunu kanıtlar nitelikteydi.

Benim bir eşim vardı... benim eşim.

Ama neden hatırlamıyordum?

Dişlerimi sıkıp zincirlerden kurtulmak için bir kez daha çekiştirdim parlak çelikleri. Böyle kalmaya devam edersem aklımı yitirecektim. Eski anılarımı hatırlamaya çalışsamda her seferinde bir duvara takılmaktan sıkılmıştım. Biri hafızamı silmişti ve ben o sarı saçlı adamdan şüpheleniyordum. Şizofrende olmuş olabilirdim... bilemiyordum. Artık bir şey bildiğimden bile emin değildim.

Belkide zihnimde benimle konuşan kız gerçek değildi.

Ama gerçek olmasını istiyordum. İlk başlarda kendimi kaybetmememi engelleyen o'ydu. Her gün, her saat ve her dakika benimle konuşuyor, sohbet ediyor ve beni buradan çıkaracağını söylüyordu. Ona inanmıştım başta... Beni kurtaracağına inanmıştım. Ama zaman geçtikçe umudumu yitirmiştim. Sadece onu bir kez görmek istiyordum. Nedense onu yanımda istiyordum. Gerçek olduğuna inanmak istiyordum. O hayal olamazdı.

Çünkü sesi hayal olamayacak kadar güzeldi...

Benimle konuşsun, hiç susmasın istiyordum. Elimde olmadan onu hayal etmeye çalışıyordum. Ve bu bile kalbimin hızlanmasını sağlıyordu. Sessiz kaldığı zamanlar ona bir şey olacak diye korkuyordum. Korkmamın bir diğer sebebi ise o sarı saçlı adamın sürekli eşimi öldüreceğini söylemesiydi.

Ona bir şey yapacak diye korkuyordum. Tek isteğim onu, yani eşimi bir kere de olsa görmekti. Yüzünü bile hatırlamadığınız birinin kokusunu merak etmek kolay değildi... adını bile bilmiyordum.

Zihnimden benimle konuşan kız kesinlikle eşimdi. Onu bulacaktım. Tabi buradan kurtulmayı başarabilirsem. Biraz yardım fena olmazdı. Buradan birlikte çıkacağımızı söylemişti. Şimdi neredeydi? Yaklaşık iki ya da üç saattir benimle konuşmuyordu ve bu endişelenmeme neden oluyordu.

Tam gözlerimi kapatıp pes edecektim ki, küçük bir çocuğun çığlığı sarayın duvarlarında yankılandı. Kaşlarımı çatarak zorlukla da olsa başımı kaldırdım. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?

Dışarıdan bir takım konuşma sesleri gelince kaşlarım daha fazla çatıldı. O sırada ise bir ses, zihnimi ele geçirdi.

"Seni kurtaracağım şeytan..."

Buradaydı...

Onu hissedebiliyordum. Yutkunarak başımı kaldırdım. Bir anda, küçük bir hançer havayı yararak, zindanımın önündeki muhafızın tam alnının ortasına saplandığında irkildim. Muhafız kanlar içinde yere düşerken ise gözlerimi kırpıştırdım. Bunu o mu yapmıştı?

Gözlerimi etrafta gezdirsemde kalabalık gölgelerden başka bir şey göremiyordum. Biri muhafızlarla boğuşuyordu. Bunun o olduğunu anlamak zor değildi. Her ne kadar yardım etmek istesemde zincirlerden kurtulamıyordum.

Ona bir şey olmazdı değil mi?

Bir muhafızın daha bedeni kanlar içinde zindanın önüne serildiğinde gözlerim irileşti. Bu kız bütün muhafızlarla nasıl başa çıkıyordu? Kılıçların birbirine çarpma sesi sıralı zindanlarda yankılanırken, bakışlarımı yerde kanlar içinde yatan muhafızdan ayıramıyordum. Eşimi göremesemde içimden bir his bunun uzun sürmeyeceğini söylüyordu.

Gelmişti...

Bizi kurtarmaya gelmişti ama tek başına mı gelmişti? O sadist piç ona zarar verebilirdi. Tedirginlikle titrek bir nefes aldım. Ona yardım etmem gerekiyordu...

Ben düşüncelere dalmışken, zindanın dışından gelen seslerin kesildiğini farketmemiştim. Sadece giderek bana yaklaşan, titrek nefes ve adım sesleri duyuyordum. Buraya geliyordu. Ve bu kalbimin hızlanmasını sağlıyordu. Sonunda onu görebilecektim...

İlk siyah botlar görüş açıma girdi. Sonra ise kana boyanmış beyaz sargılı kanatlar. Üzeri kan içinde kalmıştı. Bu içimi sızlatsa da bakışlarımı yüzüne çıkardım. Aradan geçen saniyeler, onu izlerken saatler gibi gelmişti. Çünkü onu bütün gün izleyebilirdim.

Çok güzeldi...

Kahverengi saçları dağılmış, kaşındaki yaradan süzülen kan çenesine doğru uzanmıştı. Burnunun üzerinde ise küçük bir kesik vardı. Canı acıyor muydu ki? Bana dolu gözlerle baktı ilk, sonra ise hafifçe gülümsedi.

"Seni buldum şeytan" Bu kesinlikle o'ydu. Ben büyülenmiş gibi onu izlerken gözlerini istemese de benden çekti ve kemerindeki hançere uzandı. Zindanın parmaklıklarını kilidi kırarak açtığında hançeri yere bırakıp titreyerek yanıma geldi. Kollarını boynuma dolayıp başını boynuma yasladığında yavaşça iç çektim. Bende ona sarılmak istiyordum ama bileğimdeki zincirler buna izin vermiyordu.

Kanatlarımı yavaşça etrafına sardığımda kokusu burnuma doluyordu. Benim gibi koksada arada başka bir koku da vardı. Evet, o kesinlikle benim eşimdi. Şimdi ise burada, bana sarılıyordu. Göz yaşlarını tenimde hissettiğimde başımı hızla boynundan kaldırdım.

"Hayır, hayır lütfen ağlama!" Dedim çaresizlikle. "Anlamadığım bir şekilde benimde canımı acıtıyorsun, ağlama lütfen..."

"Beni unuttun..." dedi hıçkırıklarının arasından. "Oysa ben her şeyimi verirdim unutmaman için. Neden böyle oldu ki?" Dudaklarımı birbirine bastırıp yutkundum. "Bana... eskisi gibi bakmıyorsun," burnunu çekip başını boynumdan kaldırdı ve kana bulanmış avcunu yanağıma yasladı. "Savaş..." kızarmış gözlerine baktım. "Benim adım ne?"

"Ben..." bakışlarımı kaçırdığımda buruk bir şekilde gülümseyip eliyle yanağımı okşadı. Onu çok kırmıştım. Bunu istememiştim ki ben. "Bana öyle bakma," dediğimde ağlamamak için dudaklarını dişledi. "Seni çok kırdım değil mi? Özür dilerim..."

Başını hızla iki yana sallayıp alnını alnıma yasladı. "Senin suçun değil" dedi ve parmaklarını saçlarıma daldırdı. "Sadece biraz kalbim acıdı o kadar" yavaşça iç çekti. "Benim adım Dolunay" dediğinde kaşlarımı çattım. Adı çok tanıdıktı. Sanki anılarımızın üzerine bulanık bir örtü serilmiş gibiydi. Kendimi arafta kalmış gibi hissediyordum.

Burnunu burnuma sürttüğünde gözlerimi kapattım. Ona sarılmak ve bırakmamak istiyordum. Elimde olmadan ona çekiliyordum ve bu durumdan memnundum. Kısa bir süredir yanımda olmasına rağmen bana iyi geliyordu. Kana bulanmış ellerini saçımdan çekti ve çıplak göğsümde yavaşça gezdirdi. Yaralarım hızlıca iyileşirken, gözlerimi gözlerinden ayıramıyordum. Sonunda bakışlarını benden çekip göğsüme indirdiğinde titrek bir nefes aldım.

"Bunu nasıl yaptın?" Derin bir nefes alıp benden uzaklaştı. Kanatlarımı isteksiz bir şekilde etrafından çektim. O sırada ise sarayın üst katlarından sesler gelmeye başlamıştı. İlk başını çevirip hızla oraya baktı sonra ise aceleyle bana döndü.

"Şimdi bunları düşünmenin sırası değil sevgilim" dedi ve saçlarını tekrar topladı. "Buradan çıkınca her şeyi anlatacağım" kaşından süzülen kanı elinin tersiyle sildiğinde derin bir nefes almak zorunda kalmıştım. Sanki onun yerine benim canım acıyordu.

Bileklerimin bağlı olduğu zincirlere ilerleyip ellerini kaldırdı. İnsan parmakları yerini pençelere bırakırken kaşlarımı çattım. İşte bunu beklemiyordum... "Nesin sen?" Diye sorduğumda zincirleri kırmaya çalışırken gülümsedi.

"İlk tanıştığımızda bende bu soruyu sana sormuştum" dediğinde bakışlarımı duvarda sabitledim. Sanki... sanki zihnimde bir şey olmuştu. Bahsettiği anı çok tanıdık geliyordu ama bulanıktı. Başımı sallayıp tekrar ona döndüm. Açıkçası zincirleri kırmaya çalışırken çok tatlı gözüküyordu. Bütün gün onu izleyebileceğimi söylemiş miydim?

Zincirleri kıramayınca sinirle kaşlarını çattı. Zincirleri kırmak yerine onları kendine dolamış gibi gözüküyordu. Dudaklarımı büzüp kanadını zincirlerden kurtarmaya çalışan eşime baktım.

"Beni kurtarabilecek misin yoksa ben mi seni kurtarayım?" Dediğimde gözlerini kıstı.

"Ben hallederim" dedi ve kanadını zincirlerden kurtarmak için çekiştirdi. Kanadını zincirlere nasıl doladığı hakkında hiçbir fikrim olmasada, onu izlemeyi bırakıp konuşmaya karar verdim.

"Bu arada..." dediğimde somurtarak bana döndü. "O zincirler sihirli, onları o küçük şirin pençelerinle açamazsın" gözlerini kıstığında gülümsememe engel olamadım. Çok tatlı gözüküyordu.

"Bunu bana şimdi mi söylüyorsun şeytan!" Onun bu hali yüzümde bir tebessüm uyandırırken omuz silktim.

"Sormadın ki" dediğimde kaşlarını kaldırdı. "Ayrıca çok tatlı gözüküyorsun" oflayıp önüne döndü.

"Yakalanırsak seni suçlayacağım" Gülerek pençelerini geri çekişini izledim.

"Olur" dedim hevesle. "İspiyonlarsın beni küçük bir çocuk gibi" yavaşça iç çektim. "Yeter ki yanımdan ayrılma"

Başını salladı. "Bundan sonra ayrılık yok" dedi ve zincirleri avcundan yansıyan küçük bir yeşil ışıkla kırdı. Dudaklarını büzüp bana döndüğünde ağrıyan bileklerimi ovuşturdum. Ben ayağa kalkarken konuştu. "Eskiden çenen bu kadar düşük değildi..." Diye mırıldandığında sırıtarak başımı salladım.

"Yanılıyorsun bebeğim, benim çenem her zaman düşüktür" deyip bekleme yapmadan belinden tuttum ve onu kendime çektim. İşte şimdi sarılabilirdim. Başımı boynuna gömüp burnumu tenine yasladım ve derin bir nefes aldım. Onu daha önce hiç görmemiş gibi hissediyordum ama çok özlemiş gibiydim de. Bu ne kadar sikik bir durumdu böyle?

Teni sürekli tenime değsin istiyordum...

Ellerini göğsüme yaslayıp gözlerini kapattı. "Gitmemiz gerekiyor" Diye mırıldandığında omuz silktim. "Gitmezsek gerçekten yakalanacağız şeytan"

Elimi kaşındaki yaraya çıkardığımda irkildi. "Bunları iyileştirsene" dediğimde sıkkınca iç çekti.

"İyileştiremem" dedi sakince. Sonra ise başını hızla kaldırdı ve endişeyle gözlerime baktı. "Biri geliyor" dediğinde kaşlarımı çattım. Dışarıya kulak kesildiğimde buraya yaklaşan zarif adım sesleri duydum. Bu adım seslerinin kime ait olduğunu gayet iyi biliyordum.

Onu arkama çekerek yere düşen zincirlere uzandım. Gelen kişiyi öldüremezdim ama kandırabilirdim. "Ne yapıyorsun?" Diye fısıldadı kaşlarını çatarak. Ne yapacağımı anladığında başını iki yana salladı. "Savaş buna gerek yok"

"Arkama geç" dedim zincirleri bileklerime dolarken. Eskisi gibi dizlerimin üzerine çöktüğümde bana itiraz etmeden arkama saklanmıştı. Kanatlarımı aralayıp görünmemesini sağladığımda Sare zindanın kapısının önünde durmuştu.

Gözlerini kısarak ölen muhafızları inceledikten sonra tatlı bir şekilde bana döndü. "Arkadaşları aileni kurtarmaya gelmiş Savaşçığım" Dolunay'dan bahsediyordu. "Ama bu uzun sürmez, saraydan çıkamayacaklar"

Arkamda saklanan bedenin kasıldığını hissetsemde açık vermeden Sare'ye döndüm. O adamla iş birliği yaptığını bana zindana kadar eşlik ederken öğrenmiştim. "Bu kadar emin olma, Sareciğim" dedim sinirle gülümseyerek. "Sonra üzülen sen olursun"

"Sareciğimmiş!" Eşimin sesini zihnimde duyduğumda nefes alır gibi güldüm. Beni kıskanıyordu. Arkamda olsa bile onu özlemem normal miydi?

Kanatlarımı daha fazla araladığımda Sare bir şey anlamamıştı. Dudaklarını büzüp kaşlarını çatarak vücudumu inceledi. Siktir! Yaralı vücudum artık yaralı değildi. Bunu farketmiş olmalıydı.

"Nerede o sürtük?" Demesiyle eşim daha fazla dayanamamış olacak ki kanatlarımı çekerek Sare'nin karşısına geçti.

"Ayıp oluyor ama Sare" dedi ellerini arkasında birleştirerek. Sare tiksinircesine ona baktığında zincirleri bırakıp ayağa kalktım. Dolunay kemerindeki hançeri saniyeler içinde alıp, Sare'yi duvara doğru itip keskin metali boynuna yaslamıştı bile. Bu görüntüyle kaşlarım çatıldı.

"Bana bak" Dediğinde Sare sinirle bakışlarını Dolunay'ın gözlerine çıkardı. "Seni bir daha eşimin yanında görmeyeceğim. Yoksa hançer buraya değil..." dedi ve Sare'nin boynuna yasladığı hançeri oradan çekip, başının tam yanındaki duvara sapladı. Hançer, Sare'nin kulağını sıyırıp geçsede kulağında ufak bir çizik bırakmıştı. "Buraya saplanır"

Olaya el atmak için onlara yaklaştım ve eşimi belinden tutup kendime doğru çektim. Sinirli gözüküyordu. Dudaklarımı kulağına yaklaştırıp konuştum. "Bence yeterince korktu" dediğimde sinirli olsada korkan Sareden bakışlarını çekti.

"Bir kerecik öldürsem?" Dedi masumca.
Sırıtarak dudaklarımı kulağına sürttüm. Bu hareketimle yavaşça iç çekmişti.

"Krallıklar arası savaş başlatmak istiyorsan neden olmasın güzelim?" Sare'nin büyücü prensesi olması sinirini bozmuştu anlaşılan. Ona kısa bir bakış atıp arkasını döndü.

"İyi" dedi memnun olmayan bir ses tonuyla. "Hadi gidip Bulut'lara yardım edelim" dediğinde Bulut'un kim olduğunu bilmesemde başımı salladım. 

"Şu çığlık atan çocuk sizden miydi?" Diye sordum Sare'yi arkamızda bırakıp zindandan çıkarken. Gülerek başını salladı.

"Kız gibi çığlık atıyor değil mi?" Dedi. "Aslında çok tatlıdır ama sanırım başları dertte" önümden ilerleyerek karanlık koridora girdi. Onu yıllardır tanıyormuş gibi hissediyordum. Gerçektende öyle olabilirdi aslında. Sadece hatırlamıyordum. Sanırım buna bir çözüm yolu bulmamız gerekecekti çünkü onunla olan anılarımı merak ediyordum.

Benim neden hafızam silinmişti ki?

Bu sorunun cevabını krallığa dönünce alacaktım. Hızlı adımlarla üst katlardaki zindanlara ilerlerken, önümden ilerleyen eşim bir anda durdu. Kaşlarımı çatıp tedirgin yüzünü inceledim. "İyi misin?" Burnu kanıyordu... Neden kanıyordu?

Elinin tersiyle burnundaki kanı silip bacağına bağladığı kemerdeki hançeri aldı ve "Dirilmek yan etki yapıyor" Diye kısık sesle mırıldandı.

"Ne?" Tam ilerleyecekti ki önüne geçip onu durdurdum. "Dirilmek yan etki yapıyor da ne demek?" Gözlerini devirip beni geçti ve bakışlarını karanlık koridorda gezdirdi.

"Sonra anlatacağım" dediğinde nefesimi yavaşça dışarı verdim. Karanlık koridorda ilerleyen siluetini izlerken mırıldandım.

"Sana bir şey olmasın..." Dediğimde buruk bir şekilde gülümseyip yüzüme baktı.

"Bana çok şey oldu Savaş" dedi titrek bir sesle. "Ben pes etmesemde bazı şeylerin önüne geçemiyoruz. Bende istemezdim eski anılarımızı unutmanı" derin bir nefes aldı. "Onlar çok özeldi..."

Onu üzdüğümü farkettiğimde dudaklarımı birbirine bastırdım. Onu sürekli üzüyordum. Karşılaşmamızın ardından yarım saat bile geçmemişti. "Siktir ya!" Sinirle arkasını dönüp daha demin çıktığımız mahsene baktı. "Okumu zindanda unuttum" deyip kemerlerini kontrol etti. "Ve bir hançerim kaldı. Buradan nasıl çıkacağız?"

"Buraya gelen sensin melekcik. Nasıl çıkacağımızı ben bilmiyorum" dedim ve yanına yaklaşarak elimi beline koyup ilerlemesini sağladım. "Acele etmezsek arkadaşlarında çıkamayacak çünkü sesleri kesildi" kaşlarını çatarak yerinde durdu. Sonra ise dediklerimin farkına varmış olacak ki hızla bana döndü.

"Onlar kardeşlerini ve kralla kraliçeyi çıkaracaklardı" dediğinde başımı salladım. "Ya Ateş onları bulmuşsa?" Kaşlarımı çattım.

"Ateş'te kim?" Diye sormamla bıkkınlıkla yüzünü sıvazladı ve elimden tutup beni karanlık koridorda merdivenlere doğru çekiştirdi.

"Şizofrenin teki" dediğinde dudaklarımı büzdüm. Demek o sadist piçin adı Ateş'ti.

Sarayın üst katlarından bir patlama sesi geldiğinde eşim irkildi. Derin bir nefes alıp onu kendime çektim. Etrafı dikkatle incelerken duraksadı. "Bir dakika..." dedi ve duvarda asılı olan siyah tabloyu inceledi. "Biz bu koridordan geçmemiş miydik?"

Başımı çevirip arkama baktım. Karanlıktan başka bir şey göremedim. Bu sarayda pencere falan yoktu. Bu kötü olmuştu işte...

Sinirle inleyip bana döndü. Yavaşça iç çekip konuştum. "Pencere olsaydı dışarı çıkıp üst kata uçabilirdik"

"Pencere..." Diye mırıldanıp bakışlarını tabloda gezdirdi. "Tablonun arkasında bir pencere var" dediğinde kaşlarımı çattım.

"Emin misin?" Başını hızla sallayıp elini kaldırdı. Elini yana doğru savurduğunda tablo yerinden çıkıp parçalanarak yere düşmüştü. Arkasında kalan küçük pencere ise kendini gün yüzüne çıkarmıştı. Dışarıda güneş vardı. "Bunu nasıl yaptın?" Diye sorduğumda omuz silkip pencereye ilerledi.

"Biri yardım etti" dediğinde söylediklerinin fazla üzerinde durmadan pencereye ilerledim ve sargılı kanatlarına kısa bir bakış atıp elimi ona uzattım. Uçamayacağını anlamıştım. "Eve gidince bazı sorularıma cevap istiyorum" Diye fısıldadım kulağına onu kucağıma alarak.

Ben kanatlarımı aralarken göğsüme daha çok sindi. "Evimize gidince..." Diye mırıldandı kısık bir sesle.

Benim evim onun, onun evi ise benim yanımdı. Onu hatırlamıyor oluşum hiçbir şeyi değiştirmezdi. Eski anılarımız gitmişse, bizde yenilerini yaratırdık...

Pencereden çıkarken kollarını boynuma doladı. Birkaç kanat çırpışıyla havada asılı kalıp diğer pencereyi aradım. "Sesler nereden geliyor?" Sorumla eliyle ikinci kattaki kapalı pencereyi işaret etti. "Başını sakla" dediğimi yaptığında pencereyi kırıp içeri girdim. Kaşlarımı çatarak etrafı incelediğimde yavaşça yutkundum. Kucağımdaki melekcikte başını kaldırıp kucağımdan indi ve kıyamet kopmuş gibi görünen alanı inceledi.

Karanlık koridoru muhafızlar kaplamış, siyah mermer ise kan gölüne dönmüştü. Her yer muhafız cesedi ve kanıyla kaynarken, ortada muhafızlarla savaşan bir grup genç dikkatimi çekmişti. Sanırım yardım edeceğimiz kişiler onlardı çünkü içlerinde Alp ve Orkun'da vardı. En azından onları unutmamıştım. Kendimi yaşlılar gibi hissediyordum.

"Gayet gençsin şeytan" Yanımda duran eşim hançerinin kulpunu kavrayıp savaş pozisyonu aldığında düşüncelerimi okuduğunu anlamıştım. Bu da sırıtmama sebep olmuştu.

"Batu!" Diye ortaya seslendiğinde başka genç bir komutan ona doğru döndü. Zırhı ve yüzü kan ter içinde kalmıştı ama iyi iş çıkarıyordu.

Yaklaşık on beş yaşlarındaki bir çocuk elinde tuttuğu kanla kaplı kılıçla muhafızları aşıp yanımıza geldi. Dolunay'a sarıldığında kaşlarımı kaldırdım. Sanırım çığlık atan bu çocuktu. "İyisiniz" dedi çocuk. Eşimde ona sarılarak başını salladı. "Kral ve kraliçeyi geçitle krallığa götürdük ama..." dedi ve yutkunarak muhafızlara baktı. "Ayaz ve Mira geçitten geçtikten sonra geçit kapandı. Burada kaldık Dolunay"

"Ateş'in her şeyi öğrenip yanımıza gelmesi an meselesi" dedi genç bir kız okunu tutarak yanımıza gelerek. Yüzünde küçük yaralar vardı. "Ela geçidi tekrar açamıyor"

Tam ağzımı açıp konuşacağım sırada yeşil ve şeffaf bir koruma kalkanı etrafımızı sardı. Bunu Dolunay yapmıştı. Ellerini kaldırıp kalkanı sağlamlaştırdı ve bize döndü. "Buradan çıkacağız" Diye mırıldanıp hâlâ muhafızlarla savaşan Alp, Orkun ve diğer komutanlara baktı. "Onları kalkanın içine almalıyız"

"Ben yaparım" dedi küçük çocuk ve elini kaldırıp bileklerini birleştirdi. Mavi bir koruma kalkanıda diğerlerinin üzerine kapanınca dikkatimi kalkanın içindeki sarı saçlı ve mavi gözlü bir adam çekti.

Bu beni zindana götüren adamdı. Ona gözlerimi kısarak baktım ve konuştum. "O adama güvenemezsiniz" dediğimde eşim adama dönmüştü. "Ateş'le iş birliği yapıyor" dediğimde yanımda duran çocuk başını salladı.

"Biliyoruz..." dedi ve kalkanı aşmaya çalışan muhafızları izledi.

"Hera..." Diye seslendi eşim. "Bulut'a kalkanı tutması için yardım et" dediğinde genç kız, çocuğun yanına gitti.

Bende kalkanı tutarken zorlandığını anladığım eşimin yanına gidip arkasından beline sarıldım ve gücümü ona aktardım. Kalkan daha fazla parlayıp sağlamlaştığında rahat bir nefes almıştı.

"Ateş geldi!" Diye seslendi çocuğun yaptığı mavi kalkanın altındaki diğer komutan.

Eşim, "Ruh koruyucularından nefret ediyorum" Diye mırıldandığında gözlerimin önüne gelen eski bir anıyla geriye doğru sendeledim.

Ruh koruyucusu... o adamdı.

Ablamı öldürdüğünü hatırlıyordum sadece. Ondan sonrası yine yoktu. Afalladığımı gören eşim kaşlarını çatarak bana döndü. "Savaş?" İnce sesini duyduğumda gözlerimi kırpıştırdım. O sırada ise şeffaf kalkanın ardından Ateş'in yüzü görüldü. Sırıtıyordu pis bir şekilde.

"Sonunda kavuşmuşsunuz" dedi dudaklarını büzerek. "Aman ne şirin..."

Muhafızlar geri çekilmiş, Ateş öne çıkmıştı. Arkasında buğulu gölgeler dolaşıyordu. Yani ruhlar.

"Dolunay?" Dedi Ateş eğlenceli bir ses tonuyla. "Ölen birine göre çok enerjik görünüyorsun"

Bu adamın kapatma tuşu falan var mıydı? Yüzündeki eğlenen ifade onu yumruklama isteği uyandırıyordu.

"Yazık..." dedi eşim sırıtarak. "Sen gerçekten öldüğüme inandın mı? Kıyamam sana," elleriyle kalkanı kontrol ederken bir yandanda konuşuyordu. "Hayallerinde yıkılmıştır şimdi ruhumu alamayınca," başını hafifçe yana eğdi. "Ama şansına küs Ateş. Ruhumu anca rüyanda görürsün" dedikten sonra ellerini hızla çekerek kalkanı bıraktı ve bana döndü.

Saniyeler içinde ellerini göğsüme koyarak beni geri doğru ittirdiğinde ben daha ne olduğunu anlamadan arkamda sarayın büyük salonuna açılan bir geçit açılmıştı. Ben altta, o üzerime düşerken ruhlar sarayından çıkmıştık. Büyük ışıklarla dolu salona girerken başka bir geçit daha açılıp diğerlerinin de büyük salona gelmesini sağlamıştı. Kimsenin ayakta duracak gücü olmadığı için hepimiz kendimizi beyaz zemine bırakmıştık.

"Oha!" Diye bağırdı çocuk. "Ölmedik!" Dediğinde üzerime düşen eşime gülümsedim. Kollarımı beline dolayıp kokusunu içime çektim. Ona bir şey olmamıştı. Başını göğsüme yasladığında gözlerimi kapattım. Şu anda bu anın tadını çıkarmak istiyordum.

"Üzerimden kalk velet!"

"Ben velet değilim!"

"Öylesin" sarı saçlı adamın sesini duyduğumda gözlerimi araladım. Çocuk geçitten geçerken üzerine düşmüş olmalıydı. Sinirle çocuğu üzerinden ittirip ayağa kalktı.

"Gıcık" dedi çocuk ve üzerini silkeledi.

"Tartışmayı keser misiniz?" Diye sordu okunu yana koyan kız.

"Abi o kadar yoruldum ki burada uyuyabilirim"

"Sana katılıyorum Berk" dedi Orkun. Başını beyaz zemine yasladı ve gözlerini kapattı. "Beni rahatsız edeni gece cinler s-"

"Orkun!" Dedi Alp uyarıcı bir tonlamayla, yerden kalkarken. Orkuna kaşlarını çatarak baktığında yerde uzanan adam omuz silkti.

"Kalkın" dedi adı Batu olan komutan. Sonra ise yerde uzanan bize döndü. "Siz kalkmasanızda olur" diye mırıldandı. Bu sırıtmamı sağlamıştı. Sonsuza dek melekciğe sarılı bir şekilde burada uyuyabilirdim.

"Ben halimden memnunum" Diye mırıldandı uykulu bir sesle eşim. Saçlarının arasına küçük bir öpücük kondurduğumda gülümsedi.

Annemle babamı başımızın dibinde gördüğümde gözlerimi devirdim. O sırada ise Ayaz'da görüş açıma girmişti. Bir rahat verseler olmazdı değil mi?

En azından zarar görmeden kurtulmuşlardı. Bu yeterdi...

Melekcik boğazını temizleyerek üzerimden kalktığında homurdandım. Bende ayağa kalkıp derin bir nefes alarak babama baktım. Yüz ifadesi fazla ciddiydi. Aslında o hep böyleydi.

Mira koşarak bana sarıldığında güldüm. "Seni çok özledim abi" dedi ağlamaklı bir sesle.

"Bende seni özledim küçük cadı" dediğimde biraz daha sıkı sarıldı. Sonra ise benden ayrılıp yanımda duran eşime sarıldı.

"İyiki geldiniz" Geri çekildiğinde bakışları ikimizin arasında gidip gelmişti. Sonra ise bana imalı bakışlar atıp Ayaz'ın yanına geçmişti. Ona boşuna küçük cadı demiyordum.

"Savaş," babam ciddi bir ses tonuyla konuştuğunda yavaşça iç çektim. "Odanıza gidin" dediğinde kaşlarımı kaldırdım.

"Ne?" Diye sordu Orkun. Babam onlara kısa bir bakış atıp, Dolunay'a döndü.

"Driad'lar dışında herkes odasına çekilsin" dedi. "Onlarla bir şey konuşacağız"

Annem huzursuz bir şekilde yerinde kıpırdadığında şüphelenmeye başlamıştım. Tekrar babama döndüm. "Bende kalacağım" dediğimde başını iki yana salladı.

"Odana gideceksin" dedi.

"Hayır" dedim gözlerimi kısarak. Dolunay elimi tuttuğunda ona döndüm.

"Tanımadığın bir kız için bize karşı gelmezsin sen" dedi babam. O ve saçma istekleri... Beni sinir ediyordu.

"Onunla olan anılarımızı hatırlamamam onu tanımadığım anlamına gelmiyor" dedim sinirle. Ne yapmaya çalışıyordu?

"Baba..." Ayaz araya gireceği sırada onu engelledi.

"Ela!" Diye seslendi. Ela korkuyla ve yavaş adımlarla yanımıza geldiğinde kaşlarımı çattım.

"Üzgünüm..." dedi Ela. Anlamaz bir şekilde ona baktım. Elini kaldırıp değişik sözler söylediğinde kendimi odamdaki kapıyla bakışırken bulmuştum.

Ela beni odama ışınlamıştı...

Ama neden?

Gözlerimi kısarak kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi. Babamın amacını anlamış değildim ama kesinlikle benim hoşlanmayacağım bir şey yapacaktı. Balkondan çıkacağım sırada görünmez bir duvara hızla çarpmamla sinirle inleyerek geriye sendeledim. Bir küfür mırıldanıp duvarı açmak için zorladım. Burada sıkışıp kalmıştım. Yatağımın yanındaki gri kurt ulumaya başladığında dişlerimi sıktım.

"Savaş..." Dolunay'ın sesi zihnimde yankılandığında kalbim hızlandı. Bizi ayırmışlardı. Bir kez daha...

Buna izin vermeyecektim. Bu sefer olmazdı...

Dolunay'dan;

Gözlerimi kırpıştırıp şaşkınlıkla şeytanın olduğu yere baktım. Daha demin elimi tutuyordu, şimdi ise Ela'nın söylediği sözlerle ortalıktan kaybolmuştu. Aynı şekilde Alp ve Orkun'da. Hera, Berk, Batu, Bulut ve Yiğit anlamsız bir şekilde krala bakarken sinirle konuştum.

"Ne istiyorsunuz?" Diye sordum dişlerimin arasından. "Sizi kurtardık, şimdi bırakında birlikte olalım"

Kral başını salladı. "Bu mümkün değil" dediğinde Bulut sinirle yanıma geldi ve araya girdi.

"Ne demek mümkün değil?! Onlar bağlı, ayıramazsınız"

"Bu yaptığınız onursuz bir davranış efendim" dedi Batu krala hitaben, saygı çerçevesinde. "Sizi kurtardık, şimdi eşlerin birlikte olmasına izin vermek zorundasınız"

"Onuru senden öğrenecek değilim komutan" dedi kral ve bana döndü. "Krallığınıza geri dönün. Bağlı olmanız bir şeyi değiştirmez"

Dişlerimi sıkıp sakin olmaya çalışarak derin nefesler aldım. Ben buraya bir hiç için gelmemiştim, eşimi almadanda gitmeyecektim. Sonra krallıkları istediklerini yapabilirdi ama şeytan benimdi.

"Savaş'ta bizimle gelecek" dedim çenemi dikleştirerek. "Eşimi talep ediyorum, aksi taktirde krallıklar arası savaş başlatmaktan hiç çekinmem"

Kral gözlerini kıstı. Kraliçe başını önüne eğmişti. Ayaz gözlerime bakamıyordu, Mira ise sessizce ağlıyordu. Ela bana mahçup bir şekilde bakıyordu. Onunla konuşacaktım.

"Bu deneyimsizlikle savaş falan başlatamazsınız" dedi kral. "Siz hayatımıza girmeden önce her şey daha iyiydi. Şimdi karşımıza geçip sizi kurtardık demeye hakkınız yok, çünkü siz olmasaydınız o zindanda haftalarca tutulmayacaktık. Ayrıca halkımız bu halde olmayacaktı" Ciddi bir ifadeyle başını bana çevirdi. "Savaş seni unutmuşken ve daha çok bağlanmaya başlamadan gidin. Ateş'le olan savaşınız artık bizi ilgilendirmiyor"

"Siz melek ve şeytan kralıysanız, bende Driad kraliçesiyim. Driad kralını almadan buradan ayrılmayacağım" dediğimde Kral sinirle güldü.

"O zaman çıkışa kadar muhafızlar size eşlik etsin" arkalarında duran muhafızlar yanıma gelip kollarımdan tutmaya çalıştığında onlardan tiksintiyle kurtuldum.

"Bırak, kendim giderim" kolumu kendime doğru çekip sarayın kapısına ilerledim.

Neden bir türlü birlikte olamıyorduk? Neden buna izin vermiyorlardı? Tek istediğim şeytanın yanında olmaktı...

"Hey! Dokunma bana" Muhafızlar Bulut'u ve arkadaşlarımı hiçte nazik olmayan bir şekilde kapıya doğru yürütürken bu görüntüye sırtımı çevirmiştim. Yanlış bir şey yapmamak için dişlerimi sıkıyordum.

"Keşke onları kurtarmasaydık" dedi Berk muhafız yüzünden düştüğü yerden ayağa kalkarak. Zaten yaralılardı, bu muameleyi kesinlikle haketmiyorlardı.

Biz sarayın dışına postalanmışken ve sarayın büyük çıkış kapısı yüzümüze kapanırken hiçbir tepki vermediğim için endişelenen arkadaşlarım beni izlediler. Bana dokunmaya cesaret bile edemiyorlardı. En sonunda Yiğit perişan bir halde yanıma gelip omzuma dokunacağı sırada geri çekilip onu engelledim.

Dokunulmak istemiyordum.

Biliyordum ki dokunulursam ağlardım...

Ama Kral bizi sarayın penceresinden izlerken ağlamayacaktım. Tek bir göz yaşı bile döktüğümü göremeyecekti.

Hava kararıyordu. Halkın meraklı bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Arkamı dönüp yanımda beliren Nova'yı elimle ittirdim. "Yoruldum..." Diye mırıldanıp şehire ilerlemeye başladım. Arkadaşlarımda sessizce beni takip ediyorlardı.

Saraydaki bütün komutanlar nasıl dışarı atıldığımıza şahit olmuşlardı. Onlarda biz çıkmadan önce krala kınayan bakışlar atsalarda bir şey diyememişlerdi. Hoş, deselerdi görevlerinden edilirlerdi zaten.

"Dolunay..." Nova ısrarla benimle konuşmaya çalıştığında durup ona baktım.

"Kalbini kırmak istemiyorum ama konuşacak halim yok Nova" deyip onu önümden tekrar çektim. Halkın meraklı ve tuhaf bakışları arasından geçerken boğazım düğümleniyordu. Sıra sıra dizilmiş ev ve dükkanların yansıttığı ışıklar yüzüme yansıyordu hava karardığı için.

Ellerimdeki kurumuş kanı üzerime silerek arkamı dönüp arkadaşlarıma baktım. Aşırı çaresiz duruyorduk. Yiğit'in saçları karışmış, birbirine girmişlerdi. Her birimizin gözlerinden yorgunluk aksada yürümeye devam ediyorduk.

Biraz daha ilerledikten sonra küçük bir kafe gibi bir dükkan bulmuştuk. Dinlenmek için oraya girdiğimizde kafedeki melek ve şeytanlar bize dehşetle bakmışlardı. Sanırım her yerimiz kanla kaplı olduğu içindi. Ben masanın başındaki sandalyeye oturduğumda Yiğit ve Bulut pencere kenarındaki koltuğa kendilerini bırakmışlardı. Diğerleri de sandalyelere oturduklarında bir kız siparişlerimizi almak için gelmişti ama onu geçiştirmiştim. Paramız yoktu bizim.

"Kalacak yerimiz yok" Diye mırıldandı Hera kısık bir sesle. Acıyan koluma dikkat ederek başımı masaya yasladım. Kanatlarımıda yerde sürünmelerini umursamadan serbest bıraktığımda kafedekilerin kınayan bakışlarını umursamamıştım bile. Melek ve şeytanlar arasında kanatlarınızı serbest bırakmak saygısızlıktı. Hoş, umrumda da değildi.

"Krallığımıza da geri dönemeyiz, yüzükler tek kullanımlıktı" dedi Batu. Bulut sinirle güldü.

"Şuna ortada kaldık desene" dedi ve gözlerini kapattı. "Artık melek ve şeytanlardan da nefret ediyorum" gözlerini açıp bana baktı. "Alınma sakın Dolunay"

Gözlerimi devirip önüme döndüm. "Beş parasızız ve akşam oldu. Birazdan kafede kapanır" dedi Yiğit ve başını cama yasladı. "Evsizler gibi sokakta kaldık" Gülerek bana baktı. "Buraya ne umutlarla gelmiştik. Sanırım bir daha asla birini kurtarmayacağım"

"Sadece Savaş'ı kurtarsak daha kârlı çıkardık" dedi Berk başını masaya eğerek.

Nova omzuma konup başını boynuma yasladı. Derin bir nefes alıp konuştum. "Hepinizi peşimden sürükledim" dedim buruk bir gülümsemeyle. "Özür dilerim bunları yaşadığınız için"

"Özür dileme" dedi Hera okunu yere koyarak. "Yine olsa, yine yapardık Dolunay. Bunları yaşayacağımızı bilsekte seninle gelirdik"

"Evet" dedi Bulut. "Öleceğimi bilsemde seninle gelirdim"

"Bende" Diyerek Bulut'a katıldı Batu. Berk'te başını salladı. Yiğit ise gülümsedi.

"Sanırım bende" dediğinde derin bir nefes aldım.

"Neredesin?" Şeytanın sesini zihnimde duymamla yutkundum. "Neredesin Dolunay?"

"Buradayım" dedim. "Gitmedim, seni almadan da gitmeye hiç niyetim yok"

"Geleceğim tamam mı? Şu sikik kalkandan kurtulup yanına geleceğim." Dedi. "Gitme lütfen. Beni tekrar bırakma"

"Bir yere gitmeyeceğim şeytan" dedim. "Ama o babana söyle, karşıma çıkmasın" Diye homurdandım. "Yoksa karşısında saygılı bir kraliçe göremeyecek"

Eşimin babasıyla ne güzel anlaşıyordum değil mi? Hayatım boyunca buna katlanacak olmak can sıkıcıydı. Tabi bir hayatım olursa...

"Geleceğim" dedi tekrar. "Kalkanı açıp yanına geleceğim meleğim"

İşte o zaman anladım bana meleğim diye seslenmesini ne kadar özlediğimi. Eski anılarımızı hatırlamasını ne kadar çok istesemde bununla yetinmek zorundaydım...

Uyuklayarak geçirdiğimiz birkaç saatin ardından kafeden de postalanmıştık kapandığı için. "İşte şimdi sokakta kaldık" dedi Yiğit. "Evsizler gibi yerde uyuyacağız"

"Hep yerde uyumak istemişimdir" Diye sinirle homurdandı Bulut. Ayın yansıdığı ıssızlaşmış sokağı izlerken düşünmeye çalışıyordum. Bizim krallıkta kimsemiz yoktu ki...

Boğazımı temizleyip arkadaşlarıma döndüm. "Sanırım gerçektende sokakta kaldık" Diye mırıldandığımda hepimiz sessizleştik.

"Hera..." siyah kapşonunu başına geçirdiği için yüzü gözükmeyen bir adam sokağın başından bize seslendiğinde irkilerek son hançerime uzandım. Arkadaşlarımda savaş pozisyonu aldığında adam kapşonunu açtı.

Bu... Bu şeytanın arkadaşıydı. Evlerine gittiğimiz, hatta bize kremi verende o'ydu.

Hera heyecanla adamın boynuna atladı. "Kuzen!" Diye bağırdığında Batu homurdandı. "Senin burada ne işin var?"

"Sizin buraya geleceğinizi duydum" dedi Şeytanın arkadaşı Hera'ya sarılarak. "Sanırım kalacak yere ihtiyacınız var" 

"Evet" Diye atladı konuya Bulut. "Kesinlikle kalacak yere ihtiyacımız var" dediğinde ona yan bir bakış attım.

"Dolunay..." Hera bana dönüp adamı işaret etti. "Bu kuzenim Eren, ona güvenebiliriz" dedi ve tekrar adama döndü. "Ne zaman döndün?"

Eren omuz silkti. "Birkaç gün önce" dedi ve homurdanan Batu'ya baktı. "Sakin ol koca adam, sizi yemeyeceğim. Kralın sizi saraydan attığı şehirde çok hızlı yayılıyor" diyerek gülümsedi. "Bende kalacak yere ihtiyacınız olur diye düşündüm"

Batu ona kısık gözlerle bakmaya devam ettiğinde yanına ilerledim. Sanırım Erenden hoşlanmıyordu. "Bir sorun mu var?" Diye sordum sadece onun duyabileceği bir sesle.

"Erenden fazla hoşlanmıyorum..." dedi. "Hareketleri sinir bozucu olsada ona güvenebiliriz. Zaten sen onu tanıyorsun, Savaş'la yanına gitmiştiniz"

Başımı sallayıp Yiğit'e döndüm. Sanırım bugün duyduğumuz en iyi haber buydu. Yoksa sokakta yatmak zorunda kalacaktık...

"Dolunay, seni tekrar görmek ne güzel" Eren konuştuğunda gülümsedim.

"Senide öyle" dedim kısık bir sesle. Birkaç sorunun ve konuşmanın ardından sessizce Eren'i takip etmiştik. Sokaklarda sadece biz kalmıştık sanki.

"Babaannem nasıl?" Diye sordu Eren Hera'nın yanından yürürken.

"İyi, krallıkta kalıyor tekrar" dedi Hera ve bana döndü. "Bu arada Dolunay Driad kraliçesi. Ama sen çoktan öğrenmişsindir" hafif bir şekilde gülümsedim.

"Biliyorum..." dedi Eren ve önümde hafifçe eğildi. "Hizmetinizdeyiz kraliçem" başımı iki yana sallayıp konuştum.

"Buna gerçekten gerek yok" dedim. Batu Eren'i ensesinden tutup önden yürüttü.

"Yılışık" Diye mırıldandı. Eren sırıttı.

"Hera'ya yakın davrandığım için beni kıskanıyorsun değil mi?" Diye sorduğunda Batu donup kaldı. "Ama merak etme koca oğlan, o benim kuzenim-"

"Eren eğer susmazsan seni bu kaldırım taşlarına gömerim" Bulut kıkırdadı.

"Yapar mı? Yapar" deyip önündeki bir taşı ayağıyla ittirdi. Berk gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken, Eren Batu'dan kurtulmuştu.

"Kaç yaşında adamlarsınız hâlâ çocuk gibi davranıyorsunuz" dedi Hera gülerek başını sallarken.

Eren sırıtarak yürümeye devam etti. "Genlerimizde var güzelim" dedikten sonra şeytanla geldiğimiz tanıdık kulübenin önünde durup anahtarlarla kapıyı açtı. İçerideki ışığı açtığında girmemiz için yol verdi. Derin bir nefes alıp sırayla içeri girdik.

Eren arkamızdan kapıyı kapatıp içeri girerken konuştu. "Kendi eviniz gibi rahat olun" dedi ve mutfağa ilerledi. "Ben içecek bir şeyler getireceğim" Tam mutfağın kapısından girecekken durdu ve kaşlarını çatarak üzerimizi inceledi. "Yukarıda duş var, sanırım üzerinizdeki kandan arınsanız çok iyi olur" dediğinde hepimiz onu onayladık. Kan kokuyordum ve bu midemi bulandırıyordu.

Gözlerim etrafta Nova'yı ararken, kulübenin kapısı sert bir şekilde çaldı. Hepimiz irkilerek kapıya baktık. Biri mi gelmişti?

"Misafirin mi gelecekti?" Diye seslendim mutfaktan kaşlarını çatarak çıkan Eren'e. Başını olumsuz anlamda salladığında Batu ayağa kalktı ve köşeye bıraktığı kılıcına uzandı.

Berk yavaşça kapıyı araladığında bir kız üzerine giydiği pelerinin şapkasını açarak ve Berk'i önünden çekerek içeri girdi. Ela... Onu görmemizle şaşkınlıkla yüzünü inceledik. Ela bana dönerek dolu gözlerle baktı.

"Özür dilerim Dolunay..." dedi titrek sesiyle. "Kral Savaş'ı odasında tutmam için zorla büyü yaptırdı. Orkun ve abimi ise size yardım etmesinler diye bir süreliğine zindana kapattı" yanına yaklaşıp ona sarıldım.

"Senin suçun değil" dedim kısık sesimle.

"Keşke büyücü olmasaydım" dedi bana sarılırken. "O zaman daha kolay olurdu..."

"Sen olmasaydın onları kurtaramazdık Ela..." dedim. "Lütfen böyle söyleme"

Başını sallayıp göz yaşlarını silerek geri çekildi. O sırada ise Nova yanımda belirmişti.

"Kraliçe ne kadar ısrar etsede Kral Savaş efendimizi odasında tutmaya kararlı" dedi Nova. Nefesimi yavaşça dışarı verdim.

"Buraya gelmemen gerekiyordu Ela" dedim ona bakarak. "Kral bunu öğrenir" Ela başını olumsuzca salladı.

"Öğrenemez" dedi. "Size yardım edeceğim, lütfen yaptığım şeyi böyle telafi etmeme izin verin"

"Peki" dediğimde gülümsedi. Oturması için Bulut'un yanını işaret ettim. Koltuğa oturduğunda bir süre hepimiz sessiz kaldık. Eren mutfağın kapısına yaslanarak hepimizi teker teker inceledi.

"Çok kötü gözüküyorsunuz" dediğinde Batu ona gözlerini kısarak baktı.

"Teşekkür ederiz" dedi dişlerinin arasından.

"Şey..." Ela çekinerek konuşmaya başladığında hepimiz ona döndük. "Şu kaplan," dedi. "İşinize yaradı mı?"

"Ormandaki beyaz kaplandan mı bahsediyorsun?" Diye sordum şaşkınlıkla. O nereden biliyordu?

Başını salladı. "Size yardım etmesi için ufak bir büyü yapmıştım. Yerinizi bularak yardım edecekti." Dedi.

"Kesinlikle çok yardımcı oldu" dedi Bulut. "O kaplan olmasaydı şu anda Dolunay yanımızda olamazdı"

Aklıma gelen düşünceyle Ela'ya döndüm. "İyide gözleri..."

Ela gülümseyerek bana katıldı. "Savaş'ın gözlerine çok benziyordu değil mi? Gözleri dikkatini çekmeseydi, Dolunay, ona aldırış etmeden, normal bir kaplan sanıp yanından geçip gidecektiniz. Ama durdun, o sırada da kaplan yaranı iyileştirdi."

"Bu çok zekice..." dedi Eren. Ela başını salladı.

"Aslında bu Orkun'un fikriydi" dedi. Sanırım Orkuna bir teşekkür borçluyduk...

Bir saat içinde herkes üzerindeki kandan arınmış, Ela'nın getirdiği yeni kıyafetleri ne kadar itiraz etselerde giymek zorunda kalmışlardı. Üzerime beyaz bir elbise giyip kanatlarıma çekmecelerden bulduğum temiz sargıları sarmıştım. Şimdi ise hepimiz günün verdiği yorgunlukla koltuklarda uyukluyorduk. Eren bana elindeki diğer kahve fincanını uzatırken teşekkür ettim. Sıcak kahveden bir yudum alıp gözlerimi arkadaşlarımın üzerinde gezdirdim.

"Şimdi ne olacak?" Diye sordu Bulut kısık bir sesle. "Saraydan kovulduk, krallığımıza geri dönemiyoruz ve Savaş eski anılarını hatırlamıyor. Bu yüzdende tamamen savunmasız. O kaçık kralında ona bir şey anlatacağını sanmıyorum" bıkkın bir nefes alıp gözlerimi kapadım.

Biz bitmiştik...

Tamamen batırmıştık.

"Kralın bahanesi Savaş'ın hatırlamaması" dedi Ela. "Savaş hatırlasaydı kimse ona karşı koyamazdı çünkü seninle anıları vardı. Ne kadar istesede sizi ayıramazdı. Ama şimdi öyle değil, Savaş'ın zaman ilerledikçe seni unutacağına inanıyor" 

Titrek bir nefes alıp elimdeki kupayı daha sıkı tuttum. "Ne yapacağız o zaman?" Diye sordum. "Bende çözüm kalmadı artık. Bir şeyler bulmaya çalıştıkça daha fazla batırıyorum"

Pes etmemiştim... sadece yorulmuştum.

"Çözüm basit Dolunay" dedi Ela. "Ona anılarını tekrar hatırlatacağız."

"Bu nasıl olacak?" Diye sordu Batu. "Ateş'i bile hatırlamıyor"

"Böyle lanetlerin hep bir çözümü vardır" dedi Ela Batu'ya bakarak.

"Savaş'ın yanına bile gidemiyoruz Ela..." dedim kısık bir sesle.

"Aslında benim bir fikrim var" Ela tekrar konuştuğunda hepimiz merakla onu dinlemiştik. "Krallıkta bir akademi var, oraya eğitim görmek için herkes gidiyor"

"Savaş bir prens, sence o akademiye gider mi?" Diye sordu Bulut. Ela başını salladı.

"O akademiden kişinin konumu farketmeksizin herkes mezun olmak zorunda. Bu kuralı Kral bile değiştiremiyor. O yüzden Savaş oraya gidecek" dedi. "Sizde orada olacaksınız"

"Okula mı gideceğiz yani?" Diye sordu Bulut. "Ben gitmesem mi?"

"En çok senin gitmen gerekiyor Bulut" dedi Hera. "En dikkat çekmeyecek olanlar biziz"

Bakışlarımı yere indirip düşündüm. Bu... çok mantıklı bir fikirdi. Şeytan sadece o zamanlar saraydan çıkabilirdi. Kralın karışamayacağı tek orası vardı.

"Üniversite gibi düşünün" Diye mırıldandı Ela. "Sizi yarın gidip kayıt ettiririm. Böylelikle içeri girebilirsiniz"

"Biz eğitim görüyormuş gibi yapıp dikkatleri Dolunayla Savaş'ın üzerinden çekeriz" dedi Yiğit. "O sırada Dolunay Savaş'a anılarını hatırlatmaya çalışır"

Herkes onaylayan bir mırıltı çıkardığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Biz Savaş'la aynı yaşta değiliz, aynı sınıfta nasıl olacağız?" Dediğimde Ela gülümsedi.

"Sanırım yaşlarda biraz oynama yapmam gerekecek" Yiğit kaşlarını kaldırarak Bulut'u işaret etti.

"Kimse bu veletin yirmi yaşında olduğuna inanmaz"

"Onu biraz alt sınıflara koyacağız" dedi tekrardan Ela. "Bu Savaş'ın son senesi zaten, son sınıf melek ve şeytanların bizi umursayacağını sanmıyorum"

"Şu akademi..." Diye mırıldandı Berk. "Ne zaman başlıyor?"

"İki gün sonra..." dedi Ela. "Acele etsek iyi olacak."

"Pekala," dedi Bulut ve ayağa kalktı. "O zaman Dolunay'ı Savaş'a hatırlatma operasyonu başlasın..."

Gülümseyerek başımı salladım. "Başlasın..."

🍃

Herkes uyumak için bir yer bulmuştu. Saat gecenin ikisiydi ve biz çözüm yolumuzu kararlaştırıp uyumayı tercih etmiştik. Bu gece şeytansız uyuyabileceğimi pek sanmıyordum.

Ela gitmemişti. Ben pencerenin kenarında otururken herkesin uyumasını beklemiş, sonra ise yanıma gelmişti. Kaşlarımı çatıp başımı ona çevirmiştim. "Dolunay..." deyip karşımdaki sandalyeye oturdu. "Savaş çok endişelenmişti. Seni onun yanına götürmemi ister misin?" Diye sorduğunda şaşkınlıkla yüzünü inceledim.

"Bunu nasıl yapacaksın?" Diye sordum. Gecikmeden cevap verdi.

"Odasındaki kalkanı tamamen kaldırırsam dikkat çekerim ama birkaç dakikadan bir şey olmaz" dedi. "O sırada sen içeri girmiş olursun. Şafak sökmeden seni odadan çıkarmak için gelirim"

"Bu... olabilir" dedim ve yavaşça ayağa kalktım. "Onu görmem gerekiyordu"

Ela başını sallayıp elimi tuttu. "Gözlerini kapat, bizi sarayın içine ışınlayacağım" gözlerimi kapattığımda serin bir rüzgarı yüzümde hissetmiştim. Sonra ise geçmişti.

Gözlerimi açtığımda karanlık bir odadaydım. Ela yanımda değildi, onun yerine karşımda homurdanarak odasının kilitli kapısını açmaya çalışan bir adet şeytan vardı. Üzerine tişört giymemişti. Göğsü hâlâ kan doluydu. Sanırım gittiğimden beri kapıyı açmak için uğraşıyordu.

Arkasını döndüğünde beni görmeyi beklemediği için afalladı. Işığı ise açmadı. Ay ışığının yansıttığı kadar görebiliyordu yüzümü.

Yüzünde eğlenceli bir ifade belirdiğinde gülümsedim. "Cık cık cık" dedi ve duvara yaslanıp kollarını önünde kavuşturdu. "Odamdan çıkar mısınız hanımefendi?"

Dudaklarımı büzdüm. "Hayır"

"Bir prensin odasına izinsiz giremezsiniz" dedi rol yaparak.

"Girebiliyormuşum" Gülerek yaslandığı duvardan doğruldu ve bana yaklaştı.

"Dışarı çıkamayacaksınız değil mi?"

"Hayır" ellerini belime dolayıp alnını alnıma yasladı.

"Çıkmayın" dedi burnunu burnuma sürterek. "Asla gitmeyin"

"Gitmem" Diye mırıldandım ve avcumu yanağına yasladım. "Seni öpsem hatırlar mısın?" Gözlerini gözlerimden çekip dudaklarıma indirdi.

"Bilmem..." dedi kısık bir sesle. "Deneyelim mi?"

Gülerek başımı salladım. "Sakın yanlış anlamayın, size dokunmaya meraklı değilim beyefendi"

Güldü. "Öylesin"

"Öyleyim"

Elini belimde gezdirerek dudaklarını yanağıma sürttü. "Bu konuda endişelenmem gerekiyor mu?" Diye sordu.

"Evet" dediğim sırada beni yavaşça yatağa yatırarak üzerime çıktı. Dudaklarıma yaklaşırken kısık bir sesle fısıldadı.

"O zaman birlikte endişelenelim..."

.............

Gerisi bana kalsın kxmxksm.

Şaka şaka yazarım bir dahaki bölüm. Onlardan mahrum kalmayalım değil mi?

Oy ve yorum sınırımız 210  hay maşallah.

Çabuk gelir heralde.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Krala sövme yeri;

Hepinizi çok seviyorum sonra görüşmek üzere 😘

Devam edecek inş...

Continue Reading

You'll Also Like

23.8M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
19.6K 2.1K 19
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
38.8K 894 24
"Oyun oynamayacaksak ne yapacağız?" "Ben seni sikeceğim o kadar. İstediğin bir sex türü varmı kedicik?"
32.1K 432 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...