Büyüdüğüm YOL

By aatalantee

61.6K 6.3K 8.3K

••• Kim sadık kabuslarından kaçabiliyordu ki ben yakamı kurtaracaktım bu korkudan? Bütün çabam kurtulmak için... More

BY ' TANITIM
Büyüdüğüm YOL ' 1
Büyüdüğüm YOL ' 2
Büyüdüğüm YOL ' 3
Büyüdüğüm YOL ' 4|1
Büyüdüğüm YOL ' 4|2
Büyüdüğüm YOL ' 5
Büyüdüğüm YOL ' 6
Büyüdüğüm YOL ' 7
Büyüdüğüm YOL ' 8
Büyüdüğüm YOL ' 9
Büyüdüğüm YOL ' 10
Büyüdüğüm YOL ' 11
Büyüdüğüm YOL ' 12
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 15
Büyüdüğüm YOL ' 16|1
Büyüdüğüm YOL ' 16|2
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 18
Büyüdüğüm YOL ' 19
Büyüdüğüm YOL ' 20
Büyüdüğüm YOL ' 21

Büyüdüğüm YOL ' 13

2.4K 274 502
By aatalantee

•Ryan Caraveo - Take Me Down•
•••

Sen onu öptün Zeynep!

Sen onu en son gördüğünde, karşısında soyunup, bedenini ona sunduğun yetmezmiş gibi bir de gidip öptün!

Sezer'i son hatıladığım yerde, hem de beni reddetmek için itelerken...

Beynimin verdiği ilk alarm bu oldu, yuvarlak ela gözleri üzerime kilitlenmiş Sezer'e bakarken. Okul sınırını geçmemişti ama sadece beş altı adım uzağımda, ilgiyle beni izliyordu.

Şiddetli dönüşümden geriye kalmış, yüzüme yapışan bir tutamı kulağımın arkasına bilinçsizce sıkıştırırken, ağzım açıldı ama adını söylemeye dilim dönmedi.

Beni baştan aşağı kontrol ederek tarayan gözleri etrafıma, etrafımdaki canlı cansızlara yöneldiği an panikle harekete geçtim.

Boktan hayatımın tanıştırılma listesindeki en son iki kişi bile değillerdi. Sezer mecburen biriydi ama Ata... asla.

Hızlı ve telaşımı yere pat pat vuran adımlarımla anında kapattım aramızdaki mesafeyi.

"Senin burada ne işin var?!"

Hiçbir şeyi yoklamadan "Seni ziyarete geldim." derken öylesine olağanmış gibiydi ki!

İyi halt ettin!

Zeynep sen onu öptün! Yüz yüzesiniz şu an!

Çığlık çığlığa bağıran anılarım beynimin kapısına dayanmış, bu ayrıntıyı biz bilmiyormuşuz gibi duyurmaya çalışırken inanılmaz bir hızla ısındı yanaklarım ve rezilliğimin utancı kulaklarımdan dumanını salmaya başladı bir anda.

"Bana sorma zahmetine girmedin değil mi? Seni görmek isteyip istemememin bir önemi yok çünkü!"

Sezer nasıl bir beklentiyle geldi bilmiyorum ama kaşlarını çatarak bir adım üzerime gelirken başını anlamaya çalışır gibi hafifçe yna çevirdi.

"Görmek istememen için bir sebep mi vardı? Son görüştüğümüzde..." dediği an bir anda panikleyerek atıldım ileri.

"Sakın!"

Bir anda yükselen sesim yüzünden o da gerildi çünkü az önce, az kalsın neyi söyleyeceğini, o da farketmişti. Bilmiyorum belki başka bir yaşanmışlığa değinecekti ama bu, duymaya, hatırlamaya, Sezer ile yüzleşmeye hazır olduğum bir konu değildi.

Gerizekalısın Zeynep. Onu öpmek de ne demek!?

"Sakın geçmişimi alıp buraya taşıma Sezer."

Dişlerimi öfkeyle sıkarak bir adım daha yürüdüm üzerine ve uzun boyunun, gerçek bir nefret karşısında, hiçbir fiziki avantajı olmadığını yüzüne vururcasına devem ettim.

"Hepinizi arkamda bıraktım ben. Her şeyi anlıyor musun? Durduk yere ortaya çıkıp, kurduğumu bozacak ne varsa alıp, hayatıma öylece sokmana izin vermem, duydu mu beni?"

Sezer sert bir soluk verdi burnundan. Söylediklerime kızmıştı, üstelik ben daha henüz gerçek anlamda ağzımı bile açmamışken.

Burada olmamalıydı. Korkuyla yutkunurken etrafımdaki bütün gözler yine üzerimdeymiş, fısıldamalar yine benim etrafımda dönüyormuş gibiydi...

"Şimdi defol git buradan Sezer. Sana yemin ederim burayı da kaybedersem hepinizi mahvederim!"

Geride bıraktığım Ata'nın bu ana şahit olduğunu bilerek iyice gerildim o an. Başka biri değil ama o, öylesine meraklı ve beni kurcalarken, Sezer'in varlığından haberdar olması benim için tamamiyle bir felaket olurdu.

"Hadisene!" Dişlerimi sıkarak Sezer'e gizlerimle yol verdim gitmesi için. Gittiğini görmeden bu okuldan çıkamazdım.

Güldü. Her şeye burnunu sokması, üzerimde kararlar verecek hakkı kendinde görmesi kibirindendi. Ne derse desin, ailesinin gücü onun da karakterine işlemişti işte.

Sınırlarımızı, zoraki de olsa, çoktan aşmış olmanın verdiği rahatlıkla bir anda aramızdaki mesafeyi kapatıp, kolunu omzuma atarak beni yürümeye zorladı.

"Gel bi yemek yiyelim. Açsın sen, sakinleşirsin."

"Çek elini." Onunla zorunlu birkaç adım atmak zorundaydım. Ani hareket edemedim çünkü lanet olası varlığı yıllardır hayatımda, yıllardır bana dokunuyordu.

Sezer benim korktuğum, çekindiğim biri değildi. Karşısında soyunacak kadar nasıl alışmıştım bilmiyorum, bunun güven veya başka yaptıklarıyla alakası mı vardı karar vermek o anın görevi değildi.

Ata...

Hemen arkamızda bizi izlediğini bilerek, onu defalarca bana dokunmaması yüzünden uyarırken...

Gözlerimi sıkıca kapatarak, Sezer'i iteleyip basıp buradan gidememenin çaresiz sıkışmışlığını yok saymaya çalıştım.. Dışarıdan bakıldığında birinin müdehale etmesine ihtiycım varmış gibi görünmek istemiyordum. Özellikle Ata'nın müdehale etmesini...

Sezer ve Ata'yı karşı karşıya düşünmek bile korkuyla nefesimin kesilmesine neden olduğunda, direnmeden açtığı kapıdan Sezer'in arabasına bindim.

Hala orada olup olmadığını bilmiyordum. Aynadan kontrol etmek istedim ama okulun duvarları içeriyi görmeme engel olduğunda tekrar arkama yaslandım,ağrıyan başıma parmaklarımı bastırarak.

"Yakın mısınız?"

Sezer arabayı çalıştırırken aynı anda sorduğunda, iki parmağımı ağrının indiği göz pınarlarıma bastırdım bu defa.

Cevap vermedim, Ata'yı sorduğunu biliyordum.

Aynadan kontrol ettiğimi farketmiş olacak ki, "Hala bakıyor." diye bana bilgi verdiğinde omuzlarımı düşürerek çöktüm bir anda.

"Buraya gelmemeliydin Sezer."

Olabilecekleri düşündükçe... Başımı iki yana sallayarak gözlerimi açıp bakındım etrafıma.

Buraya gelmek için verdiğim uğraşı, en başında bütün nedenleri biliyordu.

"Her şeyi geride bırakmamı söyledin. Neden geldin, sen de o her şeyin içindesin! Neden beni bırakmıyorsunuz artık!?"

Ağlayacaktım sinirden. O kadar doluydum ki, boğazım o kadar ağrıyordu ki,geçtiğim yolda yürüyen ve beni tanımayan bütün öğrencilerin birkaç gün sonra hakkımda çoğu şeyi öğreneceklerini düşünerek iyice çöktüm koltuğuma.

Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyordum. Ben annemi bile Antalya'da bırakmıştım sırf bu yüzden ve şimdi Sezer, yeni hayatımın tam ortasına, Ata'nın ilgisinin kucağına düşmüştü resmen.

"Düzenini bozmaya gelmedim. Sadece her şey yolunda mı diye kontrol etmek istedim Zeynep. Korkacak bir şey yok bunda, şu paranoyaklığından kurtul artık."

Ilıman başlayan konuşmasının sonunda bu halime dayanamıyormuş gibi beni azarladığında, yıllardır bununla yaşadığımı bildiği halde unutmasına inanamayarak baktım.

"Paranoyak olması gereken en son kişiyim çünkü değil mi!? Ağzıma sıçtılar benim Sezer. Tek bir insanla göz göze geldim diye ağzımı burnumu kırdılar. Niye!?"

Niyesi yoktu, çok nedeni vardı hepsinin ama Sezer'i ilgilendiren kısmıyla azarladım onu.

"Başkanın oğlu, ağamız paşamız bu kızda ne buldu da dibinden ayrılmıyor, diye herkesin gözüne soktun beni! Annem yetmiyormuş gibi bir de senin yüzünden eşelediler!"

"Ben sadece yardımcı olmaya çalıştım!" Dediğinde dayanamayarak bağırdım artık.

"İstemiyorum!"

Bugün burada, bu okulda olmamı sağlayan kişi Sezer'di ama, artık çıkamadığım o yokuşu da buraya sürenlerden biriydi. Vicdan muhasebemde, yaşadıklarım yine ağır basıyordu , yine bu kadar bencil yapıyordu beni.

"Hiçbir şey istemiyorum sizden. Sadece bırakın beni. Rahat olmasa da olur, yeter ki kendi halime bırakın; ben bulurum kendi yolumu."

Bunalmıştım. Dayanmam gerekiyordu biliyorum ama nereye kadar. Ensesinden tutulup suya basılmış gibi hissettim kendimi o an; dayan, birkaç saniye daha tut nefesini.

Ama hayatım öyle değildi. Dayanmam gereken noktayla aramdaki mesafeyi bilmemek o kadar yorucuydu ki, vazgeçmek istiyordum bazen.

Bu hayattan , dünyadan, kendi bedenimden siktir edilmek!

Önce camı sonuna kadar açtım ama aldığım hava yetmediğinde, "Dur." Dedim.

Sezer anında durdurdu arabayı. Şehir içi yerine Akyaka'nın merkezine dönmüştü ve ben denize burnunu vererek işerleyen arabadan inmeye bile korkarak kapımı açıp, bacaklarımı çıkardım dışarı.

"İyi misin?"

Değilim. Görmüyor musun!?

"Ne zaman döneceksin?"

"Akşam dönerim heralde? Karar vermedim."

Dirseklerimi bacaklarıma yaslayarak şakaklarımdan tuttum nefes aldıkça sıkışıp ağrıyan nabzıma bastırabilmek için.

Yine bozuk televizyonumun takıldığı anlardan birindeydim. Sezer'in gelişi, yaşandığını bile hatırlamadığım o kadar çok şeyi varlığını farkettirmişti ki bana.

Buradaki yaşantım önceki yaşadığım yerlerde huzurlu uyuduğum bir uyku kadar sakin geldi bir anda gözüme.

Kızıyordum ama en azından Sezer'in varlığı sayesinde kurtulduğum bütün o kötü ve travmatik anıları düşündükçe de, ilk anda ki sinirimi yatıştırmaya çalıştım.

"Yemek yiyelim. Sonra gidersin. Olur mu?"

"Nasıl istersen."

Sanki her istediğim oluyormuş gibi, sanki her şeyin kararını ben verebiliyormuşum gibi. Bu kadar küçük, sıradan ve önemsiz bir konuşmadan nasıl bu kadar büyük anlam ve dertler çıkarıyordum bilmiyorum.

Ben mi dramatiktim yoksa hayatım mı? Sinirli olduğum her an, bazı şeyleri abarttığımı bilsem bile kendimi kontrol edememek çok sinir bozucuydu.

Oturduğum yerde döndüm ve derin bir nefes alarak tekrar yerime yerleşirken kapıyı kapattım.

Sezer güzergahından vazgeçmeden sürmeye devam edince, tek yapabildiğim gözlerimi kapatmak oldu.

Ata.

Hala aklımdaydı. Hala. O kadar kargaşaya, kalabalığa, başkalarına rağmen tek başına hala en görünür yerde duruyordu.

Telefonum arka arkaya defalarca titrediğinde çantamın ön gözüne baktım, sanki görebilirmişim gibi. Aynı şeyi Sezer'in de yaptığını farkettiğimde ekrana bile bakmadan elimi içeri sokup tuşuna basılı tutarak telefonu tamamen kapattım.

Ata olmalıydı. Bu tacizi ondan başkasının yapacağını sanmıyordum. Parmaklarımı iç içe geçirip, kemiklerimi birbirine sıkıştıracak kadar bastırırken ne yazdığını düşğnmemeye çalıştım. Merakıma yenilip kontrol ettiğim ekranda okuyacağım tek bir kelimesinin beni küplere bindireceğini bilerek bütün gün kapalı tutmaya karar verdim telefonumu.

"Seni beklerken bakındım biraz. Şurda balık yiyelim mi?"

Sevmezdim ama uzatmadan salladım başımı. Sezer tamamen kıyıya inmek yerine kalabalıkta kalmayı tercih ederek arabayı durdurdu.

Anlamadığım için o seçti balığımı ve sessizce beklediğim bütün o anların ardından, o da gözlerini üzerimde tutmaya devam ederek konuştu.

"Son gördüğümden daha zayıfsın?"

Son gördüğünde karşısında soyunmuştun Zeynep, belki de ondandır.

Beynim bana bu bilgiyi ne zaman unutturacaktı? Ne zaman sonunda, sahibinin tarafını tutması gereken sadık bir köpek olmayı kabul edecekti bilmiyorum. Kızardım. Kazağımın içine tıkıştırdığım saçlarım bu sıcaklığı arttırdığında, onları çıkarıp sırtıma bıraktım.

"Yemek yemiyor musun?"

"Yemek yemeyi sevmiyorum."

"En azından yediğim o saçmalıkların kilo aldırması gerekmez mi?"

Son zamanlarda onları da yemeyi azaltmıştım. Bu aralar tek düzenli aldığım gıda kahve ve Alaz ağzıma ne tıkarsaydı.

"O kadar yolu kilolarımı konuşmak için gelmedin heralde."

Önüme bırakılan balığı soğuması için tabağıyla ileri ittirip, kollarımı masaya saylayarak tamamen Sezer'e odakladım bakışlarımı.

O kadar da eski bir zaman diliminde değildi ama onunla kahvaltı ettiğimiz o ilk yemek  sanki yıllar öncesinde kalmış gibi bir anda aklıma gelmişti.

Gözlerinin ne kadar güzel göründüğünü düşünmüştüm, hoş hala aynı düşüncedeydim ama o günki gibi elim ayağım dolaşmadı birbirine.

Kendi kendime gülerek başımı dışarıya çevirdim. Ne kadar tecrübesizdim, ne kadar kandırılması kolaydı, hislerim.

Belki de aynı şeyi yaşıyordum şu an. Ata'yı da iki ay sonra unutacak kadar silecektim kafamdan ve bu defa başka birine asılacaktı ayran gönüllülüğüm.

Nereye kadar? Nereye kadar doymayacak bu açlığın Zeynep?

Onsekiz yılın hangi anı için soruyordum bunu kendime? O kadar çoktu ki yıllarca birikmiş o boşluk.

Artık daha erken batan güneş iyice alçalmış, dışarısı hafiften eserken altında oturduğumuz çınar ağacının birbirine sürtünerek döktüğü yapraklarını izledim kendime acıyarak.

"Annenle görüşüyor musun?"

"Yanına gittim bir kez. Gelmedi mi haberi?"

Ne yaparsam yapayım bırakamadığım saldırganlığım karşısında Sezer dudaklarını birbirine bastırdı. Haklı olduğumu biliyordu çünkü hakkımda, attığım adıma kadar, her şeyi bilmeyi kendine görev bilmişti.

"En son yaz tatilinde Muğla'daydım."

Benden önce ayrılmıştı oradan. Abisinin de işini gücünü bırakıp Sezer'e, annem ve benden haber taşımadığına emindim.

"Üniversiteye kayıt oldun mu?" Diye sorduğumda, benim aksime yemeğine başlamak için balığına limon sıkarken omuz silkti.

"Hukuk."

Benim kalkan kaşlarım aksine , onun kıvrılan dudak ucu okdupu yerden o kadar da memnun görünmüyordu. Alanında girilebilecek en iyi bölümlerden biriydi ama hiçbir zaman bu hayatta gelmek istediğimiz yerler hakkında konuşacak kadar samimi olmadığımız için, asıl isteği neydi bilmiyordum.

Annesini tanımıyordum, babası Orta Doğu Tekniğin Siyasi bilimlerinden, abisi aynı okulun iktisat bölümünden mezundu. Sezer ise aile geleneklerinin kırıldığı farklı bireyi gibiydi. Harıl harıl derslere vurduğunu görmemiştim hiç. Özel bir üniversitede de okuyabilirdi benim amaçlarım arasında da vardı bu.

"Memnun değil gibisin."

"Herkes okuyarak bir yerlere gelecek diye bir şey yok."

Önümdeki tabağıma dönerek söylediği şeyi kabul ettim. Haklıydı. Fırat o zenginliğe rağmen çalışıyordu, Ata'nın okul ile bağlantısı o kadar da kuvvetli değildi, ben ise tam tersi okumayı bir altın bilezik olarak görmek zorundaydım.

Aileden zengin değildim. Bugün çalıştığım işin beni yirmi yıl sonra da ayaklarımın üzerinde tutmasını isteyerek, uzun vadede planlar yapıyordum. Kendi halimde bir girişim işiyle yükselmek de bir seçenekti tabi ama, her şeyimi elimden almak isteyenler pusuda gün sayıyordu.

Benim sıfırı görmek gibi bir lüksüm yoktu; ben zaten eksiden başlayıp, zorla yükselerek görmüştüm o sıfırı.

"Babanın mı tercihi."

"İzmir de yalnızdı. Yanına isteyince kırmadım."

Kıramadığın için mutsuz görünüyorsun.

Alt dudağımı ısırarak sağa sola boş boş bakmayı bırakıp, nefesimi yavaşça verdim içimdeki kızgınlığı da kendimden uzaklaştırarak.

İyi görünmüyordu. O kadar yolu benim için gelmişti ve ben kör gözlerle saldırarak veriyordum karşılığını.

"Sezer..."

Başını tabağından kaldırıp, hiçbir şeye elimi sürmemiş halde ona baktığımı görünce kaşları hafiften çatılır gibi oldu.

"Bağırdığım için özür dilerim."

"Genel olarak her zaman bağırdığın için alıştım." Dedi gülerek.

Kalın dudaklarını daha fazla sırıtmamak için zaptetme çabasına bakarak gözlerimi baydığımda onun da gülümsemesi kesildi ve çatalını bırakarak eski ciddiyetini takındı tekrar.

"Korkunu anlıyorum Zeynep..." üst dudağımı dişlerimle sertçe ısırıp bırakırken başımı salladım iki yana. Anlamayacaktı beni..

" Ama sana zarar verecek bir şey yapmam."

Bilerek hiç yapmamıştı. Ama bilmediği ayrıntıların birinde, sana zarar vermeyeceğim, diye mırıldanan yalancıyı da duymamıştı, sonrasında attığım  yardım çığlıklarımı da.

Bu sözü aldığım herkesten en büyük zararı görmüştüm ben, bir söze güvenemeyecek kadar perişan olmuşluğumu bilmiyordu.

Suçlayamazdım bu yüzden onu ama güvenmek de istemiyordum kimseye.

Bunu Sezer'e söylemedim, evet sana inanıyorum da diyemedim, o benden bir cevap beklerken.

"Yerinden memnun musun?"

Sonunda çatalı elime alıp salatanın domateslerini kovalarken dudak bükerek omuz silktim.

"İdare ediyorum."

"Arkadaşın var mı?"

Alaz var. Sonra İpek de bana karşı iyi biriydi. Ege, Fırat, diğer sınıfta beni gördüklerinde sadece mimikleriyle bile olsa selam veren bir iki kız daha...

Arkadaş sıfatı karşılıklıydı benim için. Alaz benim ilk bakışta en yakın arkadaşımdı ama ben onun en yakın arkadaşıyım diyemediğim sürece, asla tamamlanmış hissettirmeyecekti bu ilişki bana.

"Kimse boğazıma çökmedi hala."

"Kapıdaki çocukla tartışıyor muydun?"

Ata'yı da, son anlarda ona bağırır gibi konuşurken ki hal ve hareketlerimi de görmemesi inkansızdı.

Onu biriyle konuşma fikri beni rahatsız etti. İçimi açmam gerekiyordu ve Ata o kadar büyük bir yerdeydi ki göğsümü boydan boya yarmam gerekecekti onu tamamen çıkarabilmem için.

Bu ne zaman olmuştu bilmiyorum. Onu ne zaman ekip, ne kadar çok sulayıp büyütmüştüm bu kadar?

"Hayır. Sadece aynı aınıftayız. Bir ödev konusunda anlaşamadık."

Balığımın tamamını yiyemeyeciğimi bildiğim halde, didik didik ettim Sezer'in yüzüne bakmamak için.

O kadar saçma düşünceler geçiyordu ki kafamın içinden. Şüpheli hareket edersem sanki Ata'nın aslında nasıl biri olduğunu, benimle alakasını anlayacaktı. Karşımda asla kendimden beklemeyeceğim bir şekilde, ilk kez öptüğüm biri oturuyordu. Sadece dudaklarımızın değmiş olması bunu masumlaştırmıyordu gözümde ve Sezer'le, sevgilisi olmamı isteyen Ata hakkında asla konuşmayacaktım.

"Telefonum hala kayıtlı mı?"

Küçücük bir lokmayı ona bakmadan çiğnerken başımı salladım. Kısıtlı rehberimde neyse ki adı listenin en altındaydı.

"Bir sorun olursa arayabileceğini biliyorsun." Diye tekrar hatırlattı.

Tekrar başımı salladım ama içimde itiraz eden  yanım sessizdi. Onu aramayacaktım. Sezer veya bir başkası, ne kadar dışarıda olursa benim için o kadar iyiydi.

Yemeğin devamını, konuşacak giçbir şeyi olmayan iki insan gibi büyük bir sessizlikle yedik. Ona evimin adresini vermedim, belki de çoktan biliyordu. Yine de çevre yolunda beni indirmesini isteyip, benim tam aksi yönümde İzmir'e sürdüğü arabasına bakarken, söylediğimin ağırlığını kendi omuzlarımda hissediyordum artık.

"Gelme bir daha."

Ela gözlerinde tek bir titreme bile olmadı bana bakarken. Onu kırdı mı bu isteğim ya da belki de önemsizdi onun için; ama tek başına yürümeye o kadar alışmıştım ki artık, çevremdeki insanların varlığının iyi bir şey olduğunu kabul etmeyecek kadar salaktım.

"Gelmem." Dedi. Arabadan sessizce inmeme saygı duyup kendi yoluna gitti.

Aynı yol üzerindeki durakta, Ortaköy'e giden son otobüs gelene kadar saatlerce oturdum. Kucağıma bastığım çantama çenemi yaslamış, önümden geçen her arabanın gürültüsüyle susturmaya çalıştım kafamın içindeki gürültüyü.

Eve gitmek gelmedi içimden. Elimde olsa sokakta bile yatardım dört duvar arasına girmemek için. Sezer'i çevremde istemeyişimin nedeni buydu; hatırlatıyordu bana. Her şeyi. Tıpkı annem gibi.

Görsel hafızam öylesine güçlüydü ki bazen, tek bir yüze, mimiğe bakarak anında başka bir anı canlanıyordu gözlerimde.

Ata'nın gözleri gibi. Deniz gibi, sıcak soğuk bazen sadece alınan bir nefes gibi.

Eve gittiğim an geride bıraktığım anılarımın üzerime yapışan toz zerrelerinin, odama doluşacağını bilerek oturdum o soğukta. Zihnimin temizlenmesi için kendime biraz zaman tanıdım.

Odamın kapısını kilitlediğimde saat akşamın onuydu artık. Ev sessizdi. Yüksek ihtimalle herkes uyuyordu veya evde değillerdi. Teyzemin beni kendi halime bırakmasına o kadar memnundum ki, bu evi bana sevdiren tek şey yine en nefret ettiren kişiydi.

Üzerimdekileri çıkararak önce çok kısa sıcak suyun altına girip, mutfaktan kendime süt ısıtarak hazır çikolatayla karıştırdım.

Yemekten neredeyse sadece salata yediğim için biraz da aç hissediyordum kendimi ama bu saatte bir şeyler hazırlamak istemediğimden midemi sıcak çikolatayla bastırdım. Işığımı kapatıp yatağıma girdiğimde sonunda açtığım telefonumda beklediğim kadar bildirim yoktu.

Beklediğim kişi de...

Sadece Alaz yine parmaklarını konuşturmuştu.

"Bana."
"Hemen."
"Seni."
"Okuldan."
"Alan."
"Yakışıklının."
"Adını."
"Veriyorsun."
"HEMEN!"

Devamına eklediği gözlerinden kalpler çıkan emojiye gözlerimi devirerek bakarken devamında yazdığı mesajları okumadan, boşuna olduğunu bilerek sayfayı yeniledim.

Yeni bir mesaj düşmedi ekrana. Beklediğimin aksine bana yazan Ata değildi. Sadece dakikalar önce sevgili olmaktan bahsettiği kızın, başka bir erkekle, onun kolunun altına girecek kadar samimi bir şekilde yanından öylece ayrılmasını merak etmemiş miydi?

Ben Beliz'i deli gibi merak etmiştim, onun aksine. Sormak istemiştim, duymak, hakkında bir şeyler öğrenmek, ne kadar inkar etsem de  ilişkilerini anlayabilmek için daha çok dinlemek...

Ama Ata'nın bu sessizliği..?

Seni sevmiyor Zeynep. Hoşlanmıyor anla bunu? Didişmenizden zevk alan ve bunu biraz daha samimileştirmek isteyen piçin teki olduğunu ne zaman kabul edeceksin?

Hayal kırıklığına doyduğum zaman!

Elimdeki bardağı kalorifer peteğine bırakırken Ata ile olan yazışmalarımıza girdim, kafamın içinde konuşan mantığımı son bir çaba haksız çıkarmak için.

Son görülmesi kapalıydı bana attığı son mesaj hala günler öncesine aitti. Çevrimiçiydi. Yazmasını beklemek aptallık mıydı? Onu engellemekten bahsederken şimdi böyle, yazsın da cevap vereyim diye beklemek beni hiç bu kadar iki yüzlü ve basit hissettirmemişti.

Uygulamadan çıktım. Ben çıkar çıkmaz gelen mesajı açmak için yana bıraktığım telefonuma saldırırken, az kalsın bütün sıcak çikolatayı üzerime döküyordum.

Alaz'dı. "Benden kurtulamayacaksın."

O şeytan ve melek suratlarını mesajının devamına eklemesine hiç gerek yoktu çünkü emindim ondan kurtulamayacağıma.

İlişki hayatım konusunda bu kadar meraklı olması garipti, beni Ata ile defalarca aynı cümlede buluşturması da onun merakının açlığı olmalıydı.

Alaz kadar meraklı bir kızın bu kadar açık veren benim karşımda, dilini tutabilmesi bile bir takdiri hak ediyordu çünkü.

Ertesi sabah bunu bilerek hemen okul binasına girmedim. Ama sınıfa girer girmez dersin başlamasına birkaç dakika kalmış olmasını umursamadan beni kolumdan tuttuğu gibi Ege'nin yanına oturttu.

"Telefonunun tuş takımı bozulmuştur inşallah, yoksa beni öyle yok saymanın acısını çıkarırım senden tatlı kız."

Beni oturttuğu sıradan kalkmaya çalıştığım an onuzlarımdan tekrar bastırdı.

"Otur şuraya."

Gözlerimi devirerek oflarken, "Ders başlayacak Alaz. Ata gelir..." dedim ama tek kaşını kaldırarak sırıttı bana.

"Ata yok bugün, otur işte."

Ege bir anda konuya dahil olarak çantamdan tutup beni iyice içeri çekiltirdi. "Otur kız. Beni yalnız bırakma."

Ellerinden kurtulamayacağımı kabul ederek, "Yalnız kalırsan kurt kapar çünkü." Diye söylemdim öfkeyle.

"Of ulan, ne kurtlar dönüyor etrafında bir bilsen," derken Fırat'ın bacakları üzerinden kendi yerine geçen Alaz'ın arkasından İpek başını uzattı.

"Seni kim ne yapsın acaba."

Ege burnunu kırıştırarak, pençelerini gösterir gibi havaya kaldırdı elini ama sınıfa giren öğretmen yüzünden bir cevap yetiştiremedi ön sıraya.

Söylediği gibi Ata gelmedi ve söylediğim gibi Alaz rahat bırakmadı beni. İlk ders biter bitmez Alaz sınıftan çıkan Fırat'ın yerine kayarak bana döndüğü an İpek'de damladı sıçrayarak.

"Hadi yuvarlan bakalım basket topu."

Ege'yi tişörtünün yakasından iki uzun tırnağı arasına sıkıştırarak tuttu ve geriye çekti sıradan çıkması için.

"Ulan siz kesin bir şey karıştırıyorsunuz. Bende dinliycem. Kalkmıyorum."

"Ege!"

Alaz'ın azarlamasına rağmen İpek tırnaklarıyla bu defa Ege'yi boynundan yakaladı ve acıyla inleyen çocuğu sırasından kaldırıp dış kapıya bıraktıktan sonra koşturarak hemen geri döndü.

"Siz iyi değilsiniz." Bana Sezer'i soracaklarına o kadar emindim ki ve sırf öğtenmek için verdikleri şu uğraşa inanamayarak şok içinde mırıldandım.

Alaz anında kollarını sıraya yaslayarak üzerime eğildiğinde yüzümü buruşturarak tamamen arkama yaslandım.

"İnan meraktan orta yerimden çatırdamaya başladım bile. Dün İpek senin okuldan, bir çocukla eli omzunda ayrıldığını söylediğinde ne kadar şaşırdığımı biliyor musun?"

Mavi gözlerini kocaman açmış dünyada başka ciddi dertler kalmamış gibi veya sın edişine karşılık ağır ağır kapatıp açtım gözlerimi.

"Ben de şu an bunu neden bu kadar abarttığına şaşırıyorum Alaz."

"Sana dokunduğum için beni tokatlarken başka biriyle sarmaş dolaş olduğun için olabilir mi acaba?"

Alaz kafasını iki yana yatırarak suratıma iyice yaklaştığında onunla dalga geçerek aynı hareketi ben de yaptım.

"Olamaz. Sarmaş dolaş değildik çünkü."

"Ama samimiysiniz ve çocuk gülüyordu."

Sağ tarafımda beni sıkıştıran İpek'e bakarken başımı omuzuma yasladım yıkılmışlıkla.

"Eski bir arkadaşım İpek. Uzun zaman sonra ziyaretime geldi sadece."

Alaz, mızıkçılılk yapıyormuşum gibi, "Hani senin arkadaş ilişkilerin kötüydü. Doğru söyle..." derken, dirseklerinden destek alıp poposunu sırasından kaldırırken yüzüme doğru atıldı.

"... sevgilin mi?"

"Hayır!" Panikle yükselen seslerimizi kimler duyuyor diye etrafıma bakınırken neyse ki Nil bu ana şahit olmuyordu.

"Arkadaş ilişkilerim kötü dedim, hiç yok demedim."

Yalandan kim ölmüşse artık. Keşke ben ölsem, bu kadar yalanın günahıyla her geçen gün daha da ağırlaşıyordu soldaki meleğimin yükü.

Arkadaş ne demek tarif et deseler ağzımı açamazdım birkaç ay öncesine kadar. Birbirine körü körüne bağlanmak, inanmak, desteklemek değildi çünkü ;Alaz beni defalarca uyrmıştı yanlış gördüğü tavırlarıma karşılık.

Sezer'de aynısını yapmamış mıydı?

Bir anda konudan uzaklaşıp Sezer ile beni arkadaş yapmaya çalışan aklıma, onu öptüğümü hatırlatarak susturdum.

"Adı ne o zaman. Barış duymasın ama acayip yakışıklıydı," İpek sıraya eğilerek fısıldarken Alaz ike aynı anda kıkırdadıklarında gözlerimi devirdim bir zamanlar onu ne kadar yakışıklı bulduğumu düşünerek.

Mal bir varlıktım. Salak. Ona alıcı gözle bakmayı bıraktıktan sonra öylesine sıradanlaşmıştı ki benim için...

"Adı Zeynep, adı. Kesin instagram hesabı vardır. Meraktan kafayı yerim ben görmem lazım."

Alaz'ın merakla parlayan mavi gözlerine kınayarak baktım.

"Seni Fırat'a söyleyeceğim."

Alaz tehdidime karşılık dudağını yukarı büzüp sivri dişini gösterirken ,elime tutuşturduğu telefonunda çoktan uygulamayı açmıştı.

"Söylediğin gibi sadece arkadaşınsa niye bu kadar diretiyorsun. İpek çok övdü, sadece görmek istiyorum. Sen kullanıyor olsaydın kesin bulurdum ama mecbur vereceksin ismini."

"Plakası İzmir'di," diye hatırlatan İpek'e artık sussun diye çemkirdim.

"Seni de Barış'a söyleyeceğim."

İpek kaşlarını kaldırarak sırıttı ve kara gözleriyle telefonu işaret etti.

"Önce ismini söyle, yanacaksak elimiz boş gitmeyelim bari."

Biliyorum sadece dalga geçiyorlardı ama yine de, ikisi de İpek'in söylediğine bastırılmaya çalışılan kırkırdamalarla gülerken inanamayarak baktım ikisine de.

"Tekrar söylüyorum beni duyuyor musunuz? Siz normal değilsiniz."

"Ay hadi Zeynep." Alaz sabırsız bir şekilde omuzlarını yıkarak dudak büktü.

"Yemin ederim çatlarım ben. Söz veriyorum, tatlı kız sözü, bi' kez stalk yapayım, bir daha açmayacağım konusunu."

"Hadi lütfen..."

İpek kolundaki bileklerini sırada şıngırdatarak biraz daha bana kaydığında Alaz'ın sözüne güvenerek iç çektim.

Sosyal medya hiç kullanmamıştım. Defalarca değiştirmek zorunda kaldığım telefonuma gelen içerikleri bile düşündükçe tüylerim diken diken olurken, hesap açmak o hesaplarda kendimi paylaşmak...

İrkilerek bu andan kurtulabilmek için, kendi telefonumdan mesaj uygulamasına girerek, Sezer'in profil fotoğrafını ekran görüntüsü aldım.

Daha ben oradan çıkıp galeriye yeni girmiştim ki, İpek anında çekti telefonu elimden ve tahmin ettiğim şeyi yaparak, bunun bir ekran kaydı olduğunu anlamayarak kişi bilgilerine girmeye çalıştı.

"Vallahi de buydu... Sır gibi saklıyorsun ve sadece arkadaşın olduğuna inanmamızı mı bekliyorsun gerçekten?"

Aynı telefonu bu defa Alaz çekerek aldığında ağzını açarak bir bana baktı bir de diğer elinin işaret parmağıyla bana da gösterdiği fotoğrafa...

"Bu o mu?"

Zil çaldığı an kaşlarımı çatarak telefonumu istedim ondan.

"Tamam artık gördün, merakın gittiyse ver şunu!"

"Tatlı kız, arkadaş deme lazım olur diye bir söz hiç duymadın mı sen?"

Kaşı gözü yine ayrı oynamaya benim de cinlerimi tepemde oynatmaya başladığında onu tersledim.

"Duymadım Alaz, çünkü yok öyle bir söz!"

Sınıf yavaş yavaş dolmaya başladığında tekrar telefonumu çekmeye çalıştım ama bu defa başka bir ele geçti açık ekran.

Ata!

Müdehale edemeyeceğim kadr hızlı ve beklenmedikti gelişi.

Telefonu alıp bir iki adım giderek benim yerime oturdu ve bir kolunu sandalyemin sırtına diğerini de sırama yerleştirerek ekranı kurcaladı.

"Kim bu tip!?"

"Bir şeye de karışma!" Alaz anında Ata'yı azarladığında, ondan tarafa döndüğü için o boşlukta hemen  uzanıp elindeki telefonumu çekerek aldım.

"Hani gelmeyecektin bugün?"

Fırat Alaz'ın açtığı yere ayakları dışarıda otururken Ata'nın bütün ilgisini kendi üstüne aldığında, oturduğum sıraya iyice yerleştim. Onunla fazladan bir cümle kurup yer değişikliğine girişmeyecektim.

Dün Sezer'i görmüştü. Konuşmanın ortasında lafı ağzına tıkar gibi hiçbir şey söylemeden yanından ayrılıp gittiğim kişinin yüzünü telefonda görüp tanımaması imkansızdı.

Kim bu tip?

Sensin tip!

Otu boku bahane edip mesaj atan biri gerçekten merak etseydi bunu da sorardı. Dün tamamen sessizdi. Küçük bile olsa beni beklentilere sürükleyecek hislerime lanet ederek, olur da yazar diye sabaha kadar telefonumu hiç sessize almamıştım.

"Baban beni geri gönderdi."

Fırat'ın babası. Her geçen gün aralarındaki ilişkileri daha çok merak ediyordum, şu an bile. Daha önce tanıdığım arkadaş gruplarına benzemiyordu hiçbiri, özellikle de üçü. Alaz ve Ata'yı biliyordum, aile yapılarına bakılırsa çok da yakınlardı ama Fırat ne zaman dahil olmuştu ki hayatlarına bu kadar samimilerdi?

Ders daha yeni başlamıştı ki telefonum daha ilk mesaj uyarısındayken, sessizde olduğuna yeminler ederek bakıştığım öğretmenin, bütün ilgisini üzerine çekerek öttü.

"Bir daha olursa alırım."

"Özür dilerim." Dişlerimi sıkarak parlaklığı düşük ekranda Atahan isminin üzerine vururcasına tekrar sessize aldım telefonumu. Hangi ara o ayarla oynamıştı, aptal bilerek mi sinirlerimle oynuyordu.

"İlkokul şakası mı bu?!"

"Başka türlü bakmıyorsun." Diye anında yazdığı cevabına karşılık büyük bir soluk alarak sabır dilerken telefonu bacaklarımın üzerine indirdim tekrar.

Vazgeçmedi, her mesaj gelişinde ışığı yanan telefonum neyseki kimseyi, beni olduğu kadar , rahatsız etmiyordu.

Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdanarak arkama yaslanırken Ege, sanki karın ağrımı anlamış gibi bana özel alan yaratmak için kollarını sıraya yaslayarak öne eğildi.

İçim rahatlamadı çünkü Ata ile konuştuğumu üstelik bunu ne niyetle yaptığımı öğrendiği an bana bakış açıcı tamamen değişecekti. Ata'nın sevgilisini hepsi tanıyordu, Fırat'ın kuzeni olduğunu öğrendiğimde bile şaşırmadıktan sonra, diğerleriyle arasındaki ilişkilerin seviyesini bilmeyerek, kapattım gözlerimi.

Beni yanlış anlayacaklardı. Anlasalar da haklılardı. Engellemiyordum ne Ata'yı ne de kendimi.

Avucumun içinde sıktığım telefonun kilidini açarken, dudağımın içini kanatacak kadar kuvvetle ısırarak cezalandırdım kendimi. Onu yok saymalıydım. Orospu etiketini haketmek için her şeyi yapıyordum.

"Cevap vermedin?"
"Zeynep!"

"Ata! Kes şunu!" Yazdım ama benim ne söylediğimle ilgilenmediği öylesine belliydi ki...

"Çıkışta birlikte gidelim mi?"

Beni umursamıyordu bile.

Yazdığı şeyi okuduğum an öyle bir öfkeyle yüzümü çevirdim ki... benim yakalanmadan, sıra altında yazma çabama rağmen; o, masanın üzerine koyduğu sırt çantası ve önünde oturan Oğuz'un sırtı arkasında tuttuğu telefonuna bakıyordu hala.

Bana baksaydı keşke ve ben onun gözüne gözüne bir hareket çekseydim!

Gözümü dikip bakmama tağmen gözünü ekrandan ayırmayınca o orta parmak çeken emojiyi bulup gönderdim.

Gülüşü öylesine beklemediğim kadar samimiydi ki... kapalı tutmak için uğraştığı dudağına içeriden dilini bastırırken neredeyse dişleri görünecekti.

Hızlı bir cevap daha yazdı bana gülümsemesi hafiflemiş ama tamamen yok olmamış bir halde. Ben sağ profilindeki o kıvrılmayı izlerken telefonunu kilitleyip köşeye bırakarak ellerini birbirine kenetledi.

"Çıkışta birlikte gidelim."

Onu engelledim.

Evet sonunda bunu yapacak kadar sinirden karardı gözüm. Birkaç gün sonra yüzsüz gibi engeli kaldırmak zorunda olmamaya dua ederek telefonu kazağımın ön cebine tıktım tekrar.

Gün boyu o benim ben de onun yerinde bir kez bile konuşmadan oturduk. Onu engellediğimi farketti mi bilmiyorum, verdiği tepkiyi de görmedim bu yüzden.

Son dersi bitiren zil çaldığı an önceden eşyalarımı topladığım için ilk ben çıktım bu defa sınıftan. Her zaman ki gibi otalanıp en sona kalırsam Ata'nın yine yolunu keseceğini bildiğimden, servisime ulaşana kadar arkama bile bakmadım.

Nil bile şaşırmış, servise binerken çoktan yerine yerleşmiş bana, "Arkandan atlı mi kovalıyor?" Demişti.

Alaz, acelemin isimsiz arkadaşımla bir ilgisi olup olmadığını soran mesajıyla bana tekrar tekrar ve tekrar bir sabır çektirdiğinde rahatlayarak odamın sınırlarına attım kendimi.

Teyzemin arabasını park yerinde görmemiştim bu yüzden fırsattan istifade peteğin ayarını biraz yükselttim o gelip kapat diye beni azarlamadan önce.

Banyoda üstümü değişip hızlı hareket ederek mutfağa koştum. Bugün salıydı ve eve gelen yardımcı kadının mutfağı ağzına kadar dolduğunu biliyordum. Teyzemin kıçıma takmadığım laf sokmalarını duymamak için ne bulduysam odama taşıdım iki tabak içinde.

Annemin iş çıkışına yakın en yoğun saatiydi, ona bulaşmadan önce günlük oluşturduğum programımı yığına dönüşmüş masamda bulup, işim olmayan her şeyi ayaklarımın dibine attım. Beni boğulduğum soru kitabından kaldıran ani ses bir anda pencereme vurduğunda oturduğum yerde sıçrayarak bakındım etrafıma.

Masa lambam ve banyonun ışığı bir anda öylesine yoğun geldi ki, havanın bu kadar karadığından emin olmak için baktığım pencerede, storların aralıklarında bir şey hareket ettiği an oturduğum yerde fırlayarak bir adım geri kaçındım hemen.

Evde kim vardı bilmiyorum. Teyzem veya eniştemin geldiğini düşünerek masa saatime bakacakken pencereye bu defa daha şiddetli vurulduğunda, odamdan çıkmak için telaşla adımlayan ayaklarım, duyduğum sesle bu defa daha büyük bir korkuyla çakıldı yerine.

Ata.

"Zeynep?"

Odam zaten küçüktü. Kapıdan bir kuş havalansa hızını alamayıp yapışırdı pencereme ve ben de uçarak ulaştım yatağımın ayak ucundaki boşluğa.

Kolu çevirip savurarak açtığım camın gerisinde elleri siyah kotunun cebinde atrafa boş boş bakınmayı kesip bana döndü.

Anında pervaza dayanıp kafamı dışarı uzatarak etrafa bakındım. Karanlıktaydı ama odamdaki zayıf ışık onu kabak gibi belli ediyordu. Teyzem veya Nil... Allah korusun Nil Ata'yı burada gördüğü an ben biterdim.

Bunun verdiği panikle yüzümü öfkeyle buruşturdum.

"Senin ne işin var burada be!?"

"Çıkışta sözleşmiştik." Derken o kadar rahattı ki, şunu başkasının yanında söylese, onu ektiğime gerçekten inanırdı herkes.

Artık, tamam bu defa taştı, artık onu boğabilirim dedirten sabrımla, "Sen..." dedim. Dişlerimi sıkarak, nefesimi boğazımda birirktirdim kontrolümü kaybetmemek için.

"Ata bak... bu yaptığın artık tacize giriyor tamam mı!"

Tek kaşını hafifçe kaldırırken yüzünü diğer tarafa çevirip etrafı öylesine kontrol etti. "Engellemeseydin, gelmeden haber verirdim."

"Dingonun ahırına mı geliyorsun oğlum."

Yemin ederim bu cümleyi ben kurdum ama kulağıma gelen ses sadece anneme aitti. Kapıya dadanan serserileri aynı böyle kovuyordu ve ben öylesine aşinaydım ki artık... ilk defa böylesine bir cümle kurarak azarlıyordum birini.

Ata'da şaşırdı ki, beni tepeden tırnağa süzerek sadece birbirine bastırdığı dudaklarındaki hafif kıvrılmayla gülerken, bana iyice yaklaştı ve iki kolunu da aramızdaki açık pencerenin üst kısmına dayayarak hafifçe aşağı eğildi.

"Engelimi kaldır."

"Hayır!" Anında bir adım geri gittim panikle. Odamın kapısı kilitli değildi. Nereye odaklanacağını şaşırmış algılarımın tam karşısında, penceremi olduğu gibi kapatan bedeni duruyordu.

Kollarını yukarı yasladığı için ceketi iki yana açılmış, pamuklu kareli gömleği uzun gövdesini belli ediyordu.

Aklını bulandırmasına izin verme gerizekalı. Sadece duruyor.

"Dışarı gelmek ister misin?"

Hayır Zeynep!

Bilinç altım beni azarladı, ben de bunun öfkesiyle Ata'ya çıkıştım, "Gelmiyorum. Defol git buradan!" diyerek.

Etrafına bir kez daha bakındı, "İyi ben gelirim o zama." Dedi ve ben daha ne dediğini anlamadan kollarını yasladığı pencerenin üst kısmına asılarak kendini yukarı çekip odamın içine atladı.

Onu itelemek, çarpışmamak için kaçınmak ve engel olmak için onu iteledim refleksle ama öylesine hızlı hareket etti ki, pencereden yuvarlanmasını umut ederek uyguladığım baskı yüzünden bir adım geri gittiği an, kendi pencerenin mermerine beni de belimden çekerek kendine yasladı.

"Bırak beni!"

Kapım kilitli değildi. Bu evde kimse odamın kapısını çalacak kadar bana saygı göstermezdi.

"Rahat dur."

Birine yakalanma korkusuyla, buz gibi olmuş kıyafetlerinin altındaki sıcacık göğsünden kaçmak için çırpınırken bir an boş bulunduğu için serbest kaldım. Sadece arkamda dönmeye fırsatım oldu.

İki kolu beni saniyesinde yakalayıp bu defa daha çok bastırarak arkadan bana sarıldı.

"Kimdi o?"

Yol yapmadı. Başka bir uçtan tutup konuyu Sezer'e getirmek için lafı uzatmadan, hesap sordu bana.

Dirseklerimle ona vurmaya çalışırken bedenimi iki yana savurmaya çalıştım ama öylesine güçlü duruyordu ki yerinde...

Az önce gözümün kaldığı göğsü hemen arkamda, hızlı hareketlerimiz yüzünden güçlenen kalp atışı sırtımın ortasına vuruyordu.

Kendimi bırakmak istedim, öylesine kasmıştım ki kendimi... bir uçurumdan sırt üstü kendimi bırakıp savrulmanın tadını verdi bana bu yakınlığı.

"Sevgilin mi?"

Sorusuna cevap vermediğim için bu defa daha sert vurgularla konuşurken,  açık saçlarımın seyrek telleri arasından kurtulmayı başaran nefesi enseme, boynumun sok tarafına ve kulağımı geçerek yanağıma zorlukla ulaşıyordu.

"Bu seni hiç ilgilendirmez Ata!"

Kapıya bak Zeynep! Kilitli değil, Ata'yı düşünme, onu düşünme hiçbir şeyini düşünme sakın yapma bunu!

"Öyleyse bile ki emin değil..."

Kısık sesinin arasına sahte, alaylı bir gülüş sığdırmasına rağmen devamında o kadar da eğlendirmiyordu bu kelime onu.

"...ayrılacaksın."

"Senin, sevgilinden ayrıldığın gibi mi?!"

Beni sıkıca tutan kollarına hırsla tutunup tırnaklarımı derisine geçirdim.

Burada hesap sorması gereken biri varsa o da bendim, o değil. Sevgilisi olduğu halde ikili oynayan, başkasıyla ilişki isterken bile yüzsüz gibi diğerinden vazgeçmeyen şerefsizlik örneği kendisiydi.

Ama sanki ne bok okduğunu bilmiyormuş gibi gülerken ensemdeki bütün tüylerim kabardı sesindeki o kısık ton karşısında.

"Bazen bana öyle cevaplar veriyorsun ki..." İrkilen bedenim kolları arasında Ata'nın söylediklerini desteklercesine hareket etmeyi bıraktı anında.

"Beliz olmasa koluma sapladığın tırnaklarını çoktan boynuma saracakmışsın gibi..."

Haklı!

Değil!

Kendime ona, her zerreme olan nefretimle, bir aciz gibi söylediğini hayal eden aklımı durmaya ve kapanan gözlerime benim gücüm yetmedi.

Ama beni kendime getirecek tek şey de korkumdu. Bir anlığına unuttuğum kapım bana, aklıma, deli gibi atan kalbime ani bir felç geçirterek açıldı.

"Zeynep..."

Bittin. Zeynep. Sen. Bittin.

•••

•••
🌸
Merhabaaa.

BY ile kısa sürede yeniden birlikteyiz. Bölümü planladığımdan erken yüklüyorum, bu yüzden nerdeyse hiç düzenlenmedi. Bu nedenle hata, sorun veya göze batan bir yere, anlamsızlığa veya boşluğa denk gelirseniz ilgilenmem için bana bildirin lütfen.

BY yi benimsemişsiniz ki... yorumlarınız, mesajlarınız yaptığınız her etkileşim bana sadece iyi ki dedirtiyor. İyi ki yayınlamışım BY yi diyorum.

Desteğiniz ve böylesine güzel hissettirdiğiniz için size minnettarım. 💜💜

Harikasınız💜

Yeni bölümde görüşene dek iyi bakın kendinize.

İyi geceleeer.

•••

Continue Reading

You'll Also Like

5.8M 191K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
647K 43.7K 43
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
1.4M 47K 22
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
1M 60.3K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...