Dolunayın Altında

De Berceste_sb

1.1M 69.1K 31.1K

Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne ya... Mais

1. Bölüm
2. bölüm
3. bölüm
4. bölüm
5. bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm -Sezon Finali-
60. Bölüm
61. Bölüm
62. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm |Final Part 1| "Aydınlıkta ve Karanlıkta..."
85. Bölüm |Final Part 2| "Sonda ve Sonsuzlukta..."

66. Bölüm

8.6K 718 421
De Berceste_sb

Ben geldimm. Okumaya başlamadan önce oy vermeyi unutmayınn.

Multideki şarkıya bakabilirsiniz.

İyi okumalarr 🖤

Kısık bakışlarımı kanatlarımı iyileştirmeye çalışan şifacıdan çektim ve hızla beyaz duvara çevirdim. Boğazıma bir yumru oturmuştu sanki. Gözlerim dolsada belli etmemeye çalışarak titrek bir nefes aldım.

Ne mi oluyordu?

Şifacı saçmalıyordu.

Son sözlerini söyledikten sonra revirde büyük bir sessizlik olmuştu. Herkes söylediklerini algılamaya çalışıyordu. Ya da bana öyle geliyordu... bilmiyordum. Çünkü hiçbir sesi duyamaz olmuştum. Revirin diğer bir tarafında, beyaz çarşaflı yatağın üzerinde yatan Berk'e kaydı gözlerim. Sonrada bana çaresizce bakan abim ve babama. Hoş, acınacak haldeydim zaten. Böyle bakmaları normaldi.

Batu bir küfür mırıldanarak birkaç adım geri çekildi, Bulut ise gözlerini kırpıştırdı. Hera'yla şifacının konuşmasına kulak kesilmiştim. Daha çok kavga ediyora benziyorlardı.

"Kanatlarını bir daha kullanamayabilir?" Dedi Hera ses tonunu yükselterek. Yaşlı şifacı yüzünü buruşturdu. "Bu da ne demek oluyor?!"

"Bakın, benim alanım Driad'lar, melek ve şeytanlar değil" dedi yaşlı kadın ve bakışlarını yatağın üzerinde serbest bıraktığım kanatlarıma çevirdi. "Ama böyle giderse yaralar iyileşmez. Kanatlarını düzgün kullanmasına engel olur" gözlerimi kapattım. "Şekil değiştirenin pençesi eklem yerine gelmiş, iyileşmesi zor. En azından uzun bir süre kullanmaması gerekiyor"

Bulut araya girip bana hitaben konuştu. Sesi endişeliydi. "Dolunay senin iyileştirme gücün yok mu? Berk'i iyileştirmiştin aynısını kendine de yapabilirsin!" Dedi.

Nefesimi dışarı verdim ve ona döndüm. "Sence gücüm kendi üzerimde işe yaramış olsaydı bu zamana kadar bekler miydim?" Dedim isyan ederek. "Şu halime bir bak. Her yerim yara içinde ama ben bir şey yapmıyorum. Neden? Çünkü gücüm kendi üzerimde işe yaramıyor." Daha kendim bile kabullenememişken başka birine anlatmak zordu. "Bu aptal güç herkesin üzerinde işe yarıyor ama kendi üzerimde yaramıyor!"

Birde Ateş'in yaptığı yaralar...

Sesim titremişti. O kadar çaresizdim ki. Yavaş yavaş kaybediyormuş gibi hissediyordum bu savaşı. Kötü haberler ard arda gelirken hepsini kaldıramıyordum.

Bulut dediklerinden pişman oluşmuştu. Kısık bir ses tonuyla konuştu. "Özür dilerim"

Başımı sallayıp arkamı döndüm ve sırtımdan yatağa doğru uzanan sargılı kanatlarıma baktım. Onları kullanmaya daha yeni alışmışken bu haber canımı acıtmıştı. Ya şeytan? O çok üzülür müydü?

"Geçecek..." dedi Lena. Sesi zihnimde yankılandı. "Keşke sana yardım edebilseydim Dolunay... Her gücün kötü bir yanı vardır. Bir bedeli. Bu da bizim gücümüzün bedeli. Etrafındaki herkesin yarasını iyileştirebilirsin, kendininkini ise yapamazsın" derin bir nefes aldım. "Ama geçecek. Biliyorum..."

"Geçecek..." dedim mırıldanarak. Bu da diğer her şey gibi geçecek.

"Seninle yalnız konuşmam gerekiyor" Abimler beni deli sanmadan elbisemin açık olan omuzlarını düzelttim ve pelerinimi kanatlarımı saklayacak şekilde taktım. Ne yapacağımı anlamak için beni izliyorlardı. Yataktan kalkıp kapıya ilerledim. Arkamdan gelmeye yeltendiler ama onları durdurdum.

"Siz toplantı salonuna geçin ve yarın ki yolculuk için hazırlıklara yardım edin" dedim, hepsi dona kaldı. Bu kadar soğuk kanlı olmam onları ürkütmüştü. Babam yanıma geldiğinde siyah yeleli kurda yüz ifademi bozmadan baktım. "Yalnız kalacağım" dediğimde başını dikleştirdi. Revirdekilerin şaşkın bakışlarına maruz kalınca tekrar onlara döndüm. "Şöyle bakmayı kesin, delirmedim"

Kaşlarımı çatarak kapıya hızlı adımlarla ilerledim ve odama geçtim. Odamın kapısını arkamdan kapatırken önümde, balkonum ile yatağımın arasında bir kadın silüeti silik bir şekilde belirdi. Sanki bir hayalet gibi. Lena'nın solgun yüzünü görmemle bakışlarımı yere indirdim.

Derin bir nefes aldı. Gerçektende bir ölü gibiydi... görüntüsü bile varla yok arasındaydı. "Dünyanın işleyişine ve varlıkların hayatına karışmam yasak" diye başladı sözlerine. Sesi nazikti. "Ben bir ruhum, şimdi söyleyeceklerimi söylemem bile beni cezalandırır ama..." nefesini yavaşça dışarı verdi. "Ama biri hata yapıyor... sonunda pişman olacağını bildiği halde hata yapıyor"

Hata... kaşlarım daha fazla çatılırken ne demeye çalıştığını anlamaya çalıştım. Bir ölü olduğu için söylemesi gereken  şeyi açık açık söyleyemiyordu. Bu benim hayatımda bir değişiklik yaratacağı için söyleyemezdi.

"Sadece dikkatli ol Dolunay... Ona güveniyorsun."

"Anladım" dedim. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Dikkatli olacağım. Bana ihanet eden her kim ise onu bulacağım" bakışlarımı pencereye çevirdim. "Ve pişman edeceğim"

Bir süre sustuk. Ben gözlerimi pencereden ayırmazken o beni izledi. Daha çok kanatlarımı. Sanki pelerinimin altında olan kanatlarımı görebiliyormuş gibi bakışlarını üzerimde gezdiriyordu. Birkaç adımda yanıma gelip bana sarıldığında ise gözlerim irileşti. Teni buz gibiydi...

"Kazanacağız Dolunay" dedi, sesi titredi. Bana sarılan kolları sıkılaştı. "Çünkü bizim değer verdiklerimiz var, uğruna ölebileceğimiz kişiler var" Bende kollarımı ona dolarken ilk defa bu kadar güçsüz olduğunu hissettim. "Savaş seni seviyor. Bunu unutma olur mu? Görebiliyorum... çok seviyor. Sadece duyacağın şeylere karşı güçlü kal" kaşlarımı çattım.

Neden böyle söylüyordu ki?

Geri çekildiğinde gözlerinin içine anlamaz bir şekilde baktım. Bir şey olmuştu. O yüzden bunları söylüyordu. Şeytana bir şey olmuştu.

"Ona ne oldu?" Sorduğum soruya cevap vermeden elini kaldırdı ve avcumun içine küçük bir nesne bıraktı. Ben onu inceleyeceğim sırada konuştu.

"Acele et..." dediğinde görüntüsü silinikleşti ve sonunda yok oldu. İçimde bir kıpırtı hissederken tek bir şeye odaklanmıştım.

Avcumda tuttuğum nesneye,

Yani geçit yüzüğüne...

🍃

Toplantı odasına, komutanların ve abimlerin yanına giderken şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. Ateş'te olan yüzüğü almıştı Lena... nasıl almıştı ki? Asıl soru bunu Ateş farketmiş miydi? Farketmiş olsaydı şu ana kadar buraya gelmiş ve almış olurdu. Ya da olay çıkartmış. Ondan ses çıkmadığı için anlamamış olduğunu düşünmüştüm.

Üzerimi değiştirmiş, driad savaş zırhlarını giymiştim. Deriden yapılmış olan giysi siyahtı ve her yanında küçük hançerler vardı. Sargılı kanatlarımı kapatması için siyah pelerinimi üzerime geçirmiş, kılıcımı kemerimdeki kılıfa takmıştım.

Bu aralar tedbirli olmak iyiydi çünkü Ateş'in yüzüğü aldığımızı öğrenmesi an meselesiydi. Bir daha hazırlıksız yakalanmayacaktım.

Ve sanırım bir süre kanatlarımı kullanamayacaktım. Eskisi gibi sadece yürüyecektim. İyileşene kadar...

Toplantı salonunun önündeki iki muhafız kapıyı içeri girmem için aralarken onlara kısa bir bakış attım. Saraydaki muhafızlar aradan saatler geçmesine rağmen zar zor kendine gelmiş, hâlâ uykuluydular. Ateş nasıl bir büyü yaptıysa etkisi geçmiyordu bir türlü.

Yüzümdeki düz ifadeyle toplantı salonuna girdim. İçeriden gelen sesler kesilip bütün komutanların bakışları bana dönerken, ben onlara bakmıyordum. Onun yerine büyük masanın üzerindeki haritaya odaklanmıştım. Masanın başına geçip avcumda tuttuğum yüzüğü haritanın üzerine bıraktım ve benim için ayrılan sandalyeye oturdum.

Bakışlarım ilk odanın köşesinde ayakta duran abim ve babama kaydı, sonra ise bana kaşlarını kaldırarak bakan Bulut'a. Yanında duran Hera kollarını göğsünde birleştirmiş Batu'ya imalı bakışlar atıyordu. Yanımdaki sandalyede oturan Batu ise bir Hera'ya birde yüzüğe bakıyordu. Şaşırmıştı.

"Sen... nasıl?" Dediğinde yüzüğü işaret ettim.

"Yüzük senin" dedim ve haritaya geri döndüm. "Ateş'in yüzüğü bizde, geriye iki yüzük kaldı" deyip haritanın üzerinde avcıların ve vampirlerin bölgesini işaretledim. Salondaki herkes beni dikkatlice dinliyordu. "Melek ve Şeytan krallığına gittiğimizde büyücülerden geçitler için yardım alacağız. Bize onlar yardım edebilir"

Büyücüler geçitleri daha kısa sürede açabilirdi. Tek sıkıntımız onlarla aramızın kötü olmasıydı. Sare'nin orada olması işimi zorlaştırıyordu ama büyülerine ihtiyacımız vardı.

"Şu yüzükleri almaya kaç kişi gideceksiniz?" Diye sordu abim.

"Dördümüz" kimleri kastettiğimi anladığında kaşlarını kaldırdı.

"Bu tehlikeli" gözlerimi devirip haritaya geri döndüm.

"Sadece dört yüzük var" dedim parmağımdaki yüzükle oynayarak. "Siz burada kalacaksınız ve bizim yokluğumuzu halka farkettirmeyeceksiniz"

"Yaralısın Dolunay! Böyle hiçbir yere gidemezsin" dediğinde komutanlar kaşlarını kaldırıp beni inceledi. Yüzümdeki yaralar duruyordu.

"Yaralı falan değilim" dedim düz bir ses tonuyla. "Sadece birkaç sıyrık" Bu sözlerime iç sesim alay eder gibi güldü. Birkaç sıyrık? Biraz daha zorlasaydım uçamayacaktım. Gerçi yine uçamayacaktım bir şey farketmemişti.

Boğazımı temizleyip önüme döndüm. "Avcılardan yüzüğü almak kolay olmayacak" dedi masanın diğer başındaki siyah saçlı komutan. "Onlarla aramız kötü, geçenki olaydan sonra bölgelerine girmenize izin vermeyeceklerdir" omuz silktim.

"Yürüyerek gireceğim ve kimse engel olamayacak" dedim. "Atlara ihtiyacımız var" salonun köşesinde duran siyah kurt, yani babam hırladığında bıkkınca bir nefes aldım. Ne dediğini biliyordum. "Hayır gelmeyeceksiniz" dedim. "İsterseniz sürünün yanına dönün ama bana karışmayın"

"Diğer yüzük Mert'in elinde" dedi başka bir komutan. "Onu nasıl almayı düşünüyorsunuz?"

"Bir şey düşünürüz" dedim.

"Çok hazırlıksızsınız, böyle bir yere varamazsınız" abim tekrar konuştuğunda yavaşça iç çektim. Niye böyle yapıyordu?

Ona aldırış etmeden komutanlara döndüm. "Vampir krallığına gitmek ne kadar zamanımızı alır?"

"İki gün" dedi aynı komutan. "Avcılarıda sayarsanız üç"

"Dört" dedim komutanın söylediği günlere bir gün daha ekleyerek. "Son yüzüğü aldıktan sonra şehre gideceğiz"
Bana anlamaz bakışlar atan salondakilere açıklama yaptım. "İnsan şehrine"

"Neden?" Batu'nun sorusuna sessiz kaldım ama içimden cevapladım.

Çünkü annemi bir daha göremeyebilirim...

Yutkunarak abimle babama baktım. "Annemin yanına uğrayacağız, eski evimize" komutanlar bu hareketimin sebebini anlamazken, Bulut konuştu.

"Dolunay..." dediğinde ona susması için kızgın bir bakış attım. Yine düşüncelerimi okumuş ve sorunun cevabını almıştı. Ama kimseye söylemeyeceğini biliyordum.

"Bu arada..." deyip ellerimi önümde birleştirdim ve salondaki herkeste gözlerimi gezdirdim. "Aramızda bir hain var. Öyle ulu orta yerde yüzükleri bulmaya gittiğimizden bahsetmeyin" dediğimde salonda bir uğultu oldu. Komutanlar kendi aralarında konuşuyordu.

Eğer bize ihanet eden kişi içimizdeyse, bunu Ateş'e yetiştirecekti. Değilse de sır olarak kalacaktı. Ben bu odada olduğunu fazla sanmıyordum ama tedbiri elden bırakmamak gerekirdi. Batu parmağındaki yüzüğüyle oynarken kısık bir ses tonuyla ekledi. "O hain her kimse ona acımayacağım"

"Şehrin koruma kalkanların biz dönünceye kadar güçlendirin" deyip ayağa kalktım. "Toplantı bitmiştir. Yarın şafakta yola çıkacağız"

Salon boşalırken, birkaç dakika büyük odada tek ben, arkadaşlarım, babam ve abim kaldık. "Balo günü sana bir şey olacak diye çok korktuk" diye başladı sözlerine abim gözlerimin içine bakarak. "Ama yanına gelemedik, çünkü nereye gittiğini bilmiyorduk. Ortadan kayboldun Dolunay" dedi. "Şimdi... şimdi bir daha gideceksin ve geri dönüp dönmeyeceğini bile belli değil" çaresizce baktı yüzüme. "Annemin yanına neden gitmek istediğini biliyorum, lütfen yapma böyle"

Derin bir nefes alıp hiç düşünmeden abime sarıldım. Başını saçlarıma yaslayıp küçük bir öpücük kondurdu. "Daha sana abilik taslayamadım bile" ağlarken bile beni güldürmeyi başarmıştı.

"Geri döneceğim" dedim yumuşak bir ses tonuyla. "Hem... krallığın başında birilerinin durması gerekiyor" derin bir nefes alıp sarılmaya devam ederken başını salladı.

"Geri döneceksin" diye mırıldandı. Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Babamda yanıma geldiğinde gülümsedim. Abimden ayrıldığım zaman ona da sarıldım. Parmaklarım siyah yelesinin arasına dalarken yavaşça iç çektim.

"Kütüphaneye gitmem gerekiyor" dedim. "Yiğit için bir şeyler bulmaya çalışacağım" babamdan yavaşça ayrıldım ve arkamda sessizce beni izleyen arkadaşlarıma baktım.

"Yiğit..." dedi Hera ve duraksadı. "Bu aralar senle konuşuyor mu?" Dediğinde kaşlarımı çattım. "Kolye sayesinde konuşabiliyorsunuz diye biliyordum" başımı salladım. Kolyemi driad derilerinin içine koymuştum. Boynumda parlamaya devam ediyordu.

"Hayır" dedim. "Ama ona yardım edeceğim... Ateş yüzünden konuşamıyor olabilir" Ateş'in ona nasıl davrandığını az çok tahmin edebiliyordum. Onu zorla tutuyordu.

Hera başını sallayıp bakışlarını pencereye çevirdi. Bir şey düşünüyor gibiydi. "Tuhaf..." dediğinde başımı önüme eğdim. O sırada ise toplantı odasının kapısı açıldı. Berk hızlı bir şekilde içeri girdiğinde kaşlarımı kaldırdım. Bu adam yaralı değil miydi?

"Yarın sabah yola çıkıyormuşsunuz" dediğinde gözlerimi devirdim.

"Evet?" Dedim sorarcasına.

"Size yardım edebilirim" dediğinde nefesimi yavaşça dışarı verdim.

"Neden herkes ölmeye bu kadar meraklı?" Dememle abimin yanımda kaskatı kesildiğini hissettim. Şakası bile onu korkutuyordu.

"Daha birkaç saat önce geberiyordun be adam!" Dedi Hera sinirle. "Otur oturduğun yerde" Berk ona gözlerini kısarak baktı.

"Bir şeyim yok" dedi ve bana döndü. "Avcıların elindeki yüzük hazine odasında, orası büyülü ve ben büyüden etkilenmiyorum"

"Dört yüzük var Berk" dedi Batu.

"Size yardım ettikten sonra geri dönerim" sözleri çok mantıklı gelmişti ama onu bir daha tehlikeye atamazdım.

"Olmaz" dedim tereddüt etmeden.

"Ben askerim efendim" dedi. "Tehlikeye atılmak ya da savaşırken ölmek için yaşıyorum, burada oturup yaşlanıp ölmeyi beklemek için değil"

Birkaç dakika durup derin derin düşündüm. Sözleri aşırı mantıklı geliyordu ama işte... krallığa hızlı varmak istiyorsam yardımı gerçekten işe yarardı. "İyi" dedim ve kabul ettiğim için rahat bir nefes alan Berk'e diktim gözlerimi. "Ama ölümden dönmek yok" gülümseyerek başını salladı.

Toplantı salonundan ayrılıp kütüphanede hava kararıncaya kadar araştırma yaptım ve elime geçen bütün kitapları inceledim. Edindiğim bilgi, Yiğit'i geri getirmem için Ateş'in boynundaki kolyeyi kırmam gerektiğiydi. Ama başka bir sayfaya gözüm takılmıştı. İlginç bir sayfaya...

Cevabımı aldığımda ağrıyan kanatlarımı serbest bıraktım ve uçlarının yere değmesin izin verdim. Acıyorlardı. Oysa ki eskiden böyle değildi... Derin bir nefes alıp başımı, masaya yasladığım kollarımın üzerine koydum ve gözlerimi kapattım. Düşündüm... Lena'nın bahsettiği hain hakkında.

Güvendiğim biri olduğunu söylemişti...

Gözlerimi birazcık dinlendirmek istemiştim ama sabah olmuştu. Üstelik kütüphanede uyuduğum için her yerim tutulmuştu. Oflayarak ayağa kalktım ve kütüphanenin çıkışına ilerledim. Güneş yeni doğuyordu. Hazırlıkları tamamlamış olmalıydılar. Kütüphanenin kapısından çıkacağım sırada Hera'yla burun buruna geldik.

"Burada mı uyudun?" Diye sordu arkamda kalan kütüphaneye kısa bir bakış atarak. Başımı salladım ve büyük salona gitmek için ilerlemeye devam ettim. O da arkamdan geliyordu.

"Yiğit için araştırma yapıyordum" dedim düz bir sesle.

"Bir yolunu buldun mu?" Dedi yanımdan sırtındaki oku düzelterek yürürken.

"Evet." Dedim ve devam ettim. Dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. "Ama aynı zamanda derin bir uykudan uyandım" sözlerim üzerine bana garip bakışlar atan Hera sorarcasına konuştu.

"Ne uykusu?" Omuz silktim ve uzun koridorda ilerlerken pencerelerden dışarıya baktım.

"İhanet..." dedim. Derin bir nefes alıp önüme döndüm. "Hiç bu kadar acıtmamıştı"

Yiğit bana yalan söylemişti...

Ve bende ona tereddüt etmeden kanmıştım. O yakın davranışları yalandı. Abimlerin yerini söyleyip sonrada özür dilemesi yalandı. Her bir hareketi yalandı.

Çünkü ölmemişti.

İşin en acı noktası ise, onları almaya gittiğimiz gün ölen Yiğit değildi.

Bir şekil değiştirendi...

Bakışlarımı pencereden çekip muhafızların girmemiz için araladığı kapıya çevirdim. Kütüphane işime çok yaramıştı gerçekleri görmemde. Yiğit benle kolyemden falan konuşmuyordu.
Ateş ona yardım ediyordu. Buraya Savaş'la birlikte gelip yüzüklerin yerini söylemesi ise Savaş'ın güvenini kazanmak içindi.

Başımı dikleştirip masada duran haritaya son kez baktım. Hera bana okumu uzattığında yolculuk için her şey hazırdı. Sadece üzerimdeki siyah zırha birkaç hançer daha takmıştım. Saçlarımı toplayıp okumu sırtımda sabitledim ve Batu'yla Berk'e döndüm. Bulut'ta tam yanlarında duruyordu. "Herkes hazır mı?"

Büyük salon kalabalıktı. Abim komutanları aşıp yanıma geldiğinde ona gülümsedim. Yiğit'e önem verdiğini biliyordum. O yüzden şimdilik bir şey söylemeyecektim. Bana sarıldığında yavaşça iç çektim. "Anneme onu sevdiğimi söyle" dedi. "Ve en kısa zamanda yanına geleceğimizi" başımı salladım.

"Söylerim..." dedim kısık sesimle ve abimden ayrılıp yanıma gelen komutana baktım.

"Şimdi yola çıkarsanız, öğleden sonra avcıların bölgesine varmış olursunuz" dedi ve elinde tuttuğu Avcı şehrinin haritasını bana uzattı. "Hazine odası, lider kulübesinin yanında" başımı sallayıp haritayı kemerimdeki küçük göze koydum. Sonrada arkadaşlarıma döndüm.

"Gidebiliriz" dediğimde beni onayladılar. Saraydan çıkıp, kapının önündeki atların yanına geldik. En öndeki beyaz ata binmem için yardım eden askere başımı sallayarak teşekkür ettim ve atın dizginlerini sıkıca tuttum. Berk üzerine bindiği siyah atını yanıma sürdü ve ormanın içindeki, Driad Krallığının sonuna doğru uzanan patikayı işaret etti. 

"O yoldan gideceğiz" dedi. "Halktan kimse gittiğimizi bilmeyecek" Batu, diğer tarafıma gelip atını yanımda durdurdu ve Berk'in gösterdiği yolu izledi. Mavi pelerini, rüzgarda dalgalanıyor, altın zırhı güneşte parlıyordu. Derin bir nefes aldı ve bize işaret verdi. Hera ve Bulut'ta yanımıza geldiğinde yolculuğumuz başladı...

🍃

Etrafta sadece atların sesleri ve ormandan gelen uğultular vardı. Neredeyse öğlen olmak üzereydi. Avcı bölgesine varmamıza az kalırken, yolculuk boyunca hiç durmadığımız için ve atın üzerinde olduğumdan her yerim ağrımıştı. Şimdi uçabilseydim kesinlikle daha hızlı varırdım...

Berk'le Batu arada sırada sohbet ediyordu. Bulut'ta onlara katılıyordu. Birazdan Avcılar bölgesine varacak kişiler olarak çok rahattık. Aslında bize zarar vereceklerini düşünmüyordum. Sadece konuşacaktım.

Hayır, ben değil. Lena konuşacaktı...

Hera bütün yol boyunca sessiz kalmıştı.
Atını yanımda sürüyor, sadece dalgın bir şekilde yolu izliyordu. Ona kısa bir bakış atıp Batu'lara döndüm. "Akşam size bir sürprizim var" dediğimde üçüde kaşlarını kaldırdı. Hera ise sessizce beni dinledi.

"Nasıl bir sürpriz?" Diye sordu Bulut merakla. Sonra hızlıca ekledi. "Yoksa Ateş öldü mü?" Başımı olumsuz anlamda salladığımda somurttu. "En güzel sürpriz bu olurdu..."

"Ateş değil ama başka biri..." dedim yolu izlerken. "Başka biri akşam tuzağıma düşecek"

"Kim?" Berk kaşlarını çatıp yüzümü inceledi. Hera sesini çıkarmadı çünkü kim olduğunu anlamıştı.

"Avcılardan yüzüğü aldıktan sonra anlatacağım" dedim. Şimdi odaklanmamız gereken yüzüktü ama akşam çok eğlenecektim. Rol yaparken.

Birkaç dakika bana tuhaf bir şekilde baktılar. Sanırım gerçekten delirdiğimi düşünüyorlardı.

"Gece dinlenmek için bir yer buluruz" dedi Batu. "Sabah tekrar yola çıkarız" herkes onu onayladığında avcıların sınırına gelmiştik.

Sınır kapısının önündeki avcılara kısa bir bakış attım. "Evet, planımız ne?" Diye sordu Bulut. Omuz silktim.

"Konuşacağız" dediğimde dördüde şaşkınlıkla bana döndü. Avcılar bizi çoktan görmüştü ve liderlerine haber vermeye gitmişlerdi.

"Dolunay geçen seferki konuşmanızda adamları kaplana yem ettin" dediğinde Batu, dudaklarımı büzdüm. Öyle yapmıştım değil mi? "Bence bizi hiç hoş karşılamayacaklar"

"Kahve içip şirin sohbetler yapmaya gelmedik zaten" deyip atımdan indim. Lidere geldiğimizin haberi gitmiş olmalıydı. Kapıya ilerlediğimde Avcılar önüme geçti. Arkamdaki arkadaşlarım atlarından inmeye zahmet etmemişlerdi bile.

"Bu bölgeye girmeniz yasak" dedi önümdeki Avcı.

"Liderle konuşmam gerekiyor" başını olumsuzca salladı.

"Lider sizi istemiyor" dediğinde ne ara geldiğini bilmediğim Batu yanıma gelip elini omzuma koydu ve kısık bir sesle konuştu.

"Başka bir yol deneyelim" derin bir nefes aldım ve avcıya baktım.

"Ona Lena'nın geldiğini söyleyin" dediğimde arkamdaki arkadaşlarım dahil herkes dona kaldı. Batu başını çevirip bana sorarcasına baktı.

Avcılardan biri Lidere haber vermeye gittiğinde beklemeye başladım. Lider merak edecek ve bizi içeri alacaktı. Biliyordum...

"Lena mı?" Diye sordu Berk. Başımı salladım. "İyide Lena burada değil ki"

"Burada" dediğimde Bulut endişeyle yanıma geldi.

"Başına güneş mi geçti acaba?" Dediğinde gözlerimi devirdim. O sırada ise avcı geri döndü ve diğerlerine haber verdi. Benimle konuşan Avcı memnun olmayan bir yüz ifadesiyle önümden çekildi.

"Girin" dedi ve kapıyı açıp bölgelerine girmemize izin verdi. Şehirde yaşayan ailelerin ve sokakta koşuşturan çocukların bakışları merakla bize döndü. Avcılar beşimizin etrafını sarmış, bir şey yaparsak diye tedbirle yanımızdan ilerliyorlardı. Liderin kulübesine giderken etrafı inceliyordum.

Farketmeden durmuş olacağım ki arkamda duran Avcı yürümem için kılıcıyla beni ittirdi. Gözlerimi kıstım ve kanatlarımı açıp kapadım. "Bana dokunma" dediğimde umursamadı. Bu bölgede gerçektende savunmasızdık...

Üzerimdeki hançerleri kontrol ettim ve hızlı adımlarla ilerledim. Hera tam yanımda duruyordu. Bulut, Batu ve Berk ise önümüzde. Pelerinimi takmadığım için sargılı kanatlarım gün yüzündeydi ve bu yüzdende avcılardan tuhaf bakışlar alıyordum.

Hera kolumu tuttuğunda kaşlarımı kaldırarak ona döndüm. Yanında duran iri yarı avcıdan rahatsız olmuş olmalıydı. Batu bizi farkettiğinde yanımıza gelip Hera'yla adamın arasına geçti. Hera rahat bir nefes alıp ona teşekkür etti.

Liderin kulübesine geldiğimizde avcılar kapıyı açtı ve içeri girmemizi beklediler. Sonra ise kapıyı arkamızdan kapattılar. Beşimizinde gözü kulübenin içindeki büyük masaya ve en başında oturan Avcı liderine takıldı. "İlgimi çekmek için bir yol bulmuş gibi gözüküyorsunuz" dedi lider ve ellerini masaya yasladı. "Dolunay... otur lütfen"

Salonun kenarlarında dizilen avcılara kısa bir bakış atıp masanın diğer ucundaki sandalyeye oturdum. Liderin bakışları kanatlarıma kaydı. "Sanırım benim bir şey yapmama gerek kalmadı" dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Bir daha uçamayacağını duydum" dedi ve sırıttı. Dişlerimi sıkarak sakin kalmaya çalıştım.

"Sadece uzun bir süre" dedim gülümsemeye çalışarak. İyileşene kadar...

Lider gözlerini kısıp arkasına yaslandı. "Ne istiyorsun?" Dedi düz bir sesle.

Omuz silkerek bende arkama yaslandım ve kollarımı önümde birleştirdim. "Tarafını seç" dediğimde güldü.

"Ateş'in tarafını seçmeyeceğim ne mâlum?" Dedi. "En son bana saldırmıştın. Sizi seçeceğimi sana düşündüren ne?"

Umursamaz bir şekilde başımı salladım. "Ben düşünmüyorum..." dedim. "Ama o düşünüyor" salonda sessizlik olduğunda herkes bana deliymişim gibi baktı. Lider gözlerini kıstı.

"Benimle dalga mı geçiyorsun?" Derin bir nefes aldım. O sırada ise oturduğum sandalyenin yanında, bir kadın silüeti belirdi. Lena, elini sandalyemin köşesine koydu ve lidere baktı.

Salon o kadar gerilmişti ki kimse ağzını açmaya cesaret edemiyordu. "Tarafını seçmeni istiyorum Lider" dedi Lena. Lider hâlâ şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışıyordu.

"Lena..." dedi. "Ama sen..."

"Ölüyüm" dedi Lena tereddüt etmeden. "Ama bu bir şeyi değiştirmez." Dediğinde bakışlarımı masaya indirdim. "Bu savaşı kazanacağımızı biliyorsun. Ateş'e yardım etmeyi seçersen bir daha müttefikimiz olamazsın" deyip devam etti. "Ve bunun geri dönüşü yok"

Lider gözlerini masaya indirdi ve yutkundu. Salondaki avcılar kendi aralarında konuşurken, arkamda duran arkadaşlarımdan ses çıkmıyordu. Lena'yı izlediklerini tahmin etmek zor değildi. "Düşüneceğim" dedi en sonunda Lider.

"Zamanımız yok" dedim hızla. "Biraz daha beklersek Ateş bizi hazırlıksız yakalar"

"Peki, benden ne bekliyorsun?" Dedi Lider. "Koruyucuların savaşına katılmak istemiyorum"

"Bu sadece koruyucuların savaşı değil!" Dedim sinirle. "Ateş kazanırsa ne olacağını sanıyorsun? Bütün krallıkları ele geçirecek. Köle olacaksınız" gözlerini kıstı.

"Nereden biliyorsunuz?"

"Kendisi söyledi" dedi Lena. Lider titrek bir nefes alıp arkasına yaslandı. Bir süre durduktan sonra cevap verdi.

"Size cevabımı ileteceğim" nefesimi yavaşça dışarı verdim. Birkaç dakika salondaki kimseden ses çıkmayınca cesaretimi toplayıp devam ettim.

"Sizden bir şey istiyorum" dedim sakince. Lider sorarcasına baktı. "Geçit yüzüğünü"

Omuz silkti. "Sizin olsun" dedi. "Alabiliyorsanız alın" kaşlarımı kaldırdım. Bu da ne demekti?

Lena'nın silüeti yavaş yavaş silinirken Lider onu izledi. "Ne demek bu?" Diye sordu Batu.

Karşımda oturan adam kısık bakışlarını Batu'ya çevirdi. "Hazine odasının kendi iradesi var komutan" dedi. "Biz bir şey yapamayız" Demek bu yüzden sakindi. O yüzüğü alabileceğimize inanmıyordu bile. "Onu alabilirseniz sizindir" 

"Yolu gösterin" dediğimde sırıttı ve avcılara işaret verdi. O yüzüğü alacaktım.

Avcılar bizi kulübeden çıkartıp başka bir ahşaptan yapılma kulübenin önüne getirdi. Kapıyı açıp bizi içeri bıraktılar ve arkamızdan kapıyı kapadılar. Bu... ürkütücüydü. Bizi direk hazine odalarının içine bırakmışlardı ve endişe duymuyorlardı. Bu kadar mı korkunçtu bu oda?

Odanın ortasında sadece küçük bir platform vardı. Hazine falanda yoktu. Düz bir odaydı ama platformun üzerinde bir şey parlıyordu. Yani yüzük...

Bulut odayı incelemeyi bırakıp platformun yanına ilerledi ve önünde durdu. Siyah platformda bir değişiklik olmadı. Batu'yla Berk, Bulut'un yanına ilerlediler. Hera ise yanımda durmayı tercih etti.

"Yüzük burada" dedi Bulut ve yüzüğü almak için elini uzattı. Onu uyaracaktım ki hiçbir şey olmadı. Bulut, normal bir şekilde yüzüğü eline aldı.

"Bu tuhaf..." dedi Batu, Bulut'un elindeki yüzüğü inceleyerek. Berk kaşlarını çattı.

"Bir şey olması gerekmiyor mu?" Dedi. Hera yanımda yavaşça iç çekti.

"Belkide Lider bizi korkutmak için öyle demiştir" dediğinde gözlerimi devirdim. Hiç sanmıyordum.

"Bu çok kolay oldu..." dedi Bulut. Sonra ise umursamadan kapıya yöneldi. "Neyse, aldığımıza göre artık gidebiliriz"

Berk ile Batu, Bulut'a katılarak kapıya ilerlediler. Ben ise odayı incelemeye devam ettim. Bir şeyin olması gerekiyordu... Bu sessizlik iyi değildi.

"Hey!" Bulut'un sesini duymamla arkamı döndüm. "Onu geri ver!" Tekrar bağırdığında kaşlarım çatıldı. Kime bağırıyordu?

Yarasa gibi küçük bir yaratık yüzüğü Bulut'un elinden almış, odadan çıkmaya çalışıyordu. Bu görüntüyle afalladım. Bu yaratıkta nereden çıkmıştı? "Küçük bir yaratığa yüzüğü kaptırdığına inanmıyorum!" Dedi Batu sinirle ve uçan yaratığı tutmaya çalıştı ama bu yaratık her ne ise, bizden daha hızlıydı. 

Hera okunu kaldırıp yaratığı hedef aldı ama bir türlü yerinde durmadığı için bir şey yapamadı. Berk, Batu'nun yanına gidip yarasa kanatlı varlığı tutmaya çalıştı. Bıkkınlıkla iç çekip odada gözlerimi gezdirdim.

Bakışlarım açık olan pencereye takıldığında ise nefesimi tuttum. Eğer, bu küçük yaratık yüzükle birlikte pencereden çıkar ve uçup giderse, o yüzüğü asla alamazdık. Hazine odasının iradesi bu olmalıydı. Yüzüğü alamamamız için küçük bir yaratık göndermişti. 

Arkadaşlarım yaratıkla uğraşırken, ona farkettirmemeye çalışıp yavaşça pencereye ilerledim. Ama yaratık sanki kokumu almış gibi durdu. Başını hızla bana çevirdi. Pencereyi gördüğünde ise yutkundum. Periye benziyordu, minik elleriyle yüzüğü tutmuş, kocaman gözlerini bana dikmişti. Çatallı dilini çıkartıp tısladığında yüzümü buruşturdum. Yarasa kanatlarını çırptı ve hızla pencereye ilerledi.

Kaşla göz arasında pencereden çıktığında gözlerimi kırpıştırdım. Çok hızlıydı... "Hayır!" Dedi Bulut ve koşarak yanıma, yani pencereye ilerledi. Titrek bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Gitmişti... yaratığı elimizden kaçırmıştık. Onunla birlikte yüzükte gitmişti.

Batu, Berk ve Hera afallayarak pencereden dışarıyı izledi. "Gitti..." dedi Hera ve gözlerini gökyüzünde gezdirdi. "O yüzüğü asla alamayacağız"

Berk ve Batu vakit kaybetmeden yaratığı aramak için dışarı çıktığında ben durdum. Neden mi? Çünkü çatallı bir ses benimle konuşmuştu...

"İstediğin ne?" Dedi biri. Bakışlarımı etrafımda gezdirdim ama Hera ve Bulut dışında kimseyi göremedim. Anladığım şeyle ise gözlerim irileşti.

Hazine odası benimle konuşuyordu.

"Yüzüğü neden istiyorsun?" Dedi tıslayarak. Yutkundum.

"Eşimi kurtarmak için" dediğimde kulaklarım çınladı. Yüzümü buruşturup sesi engellemek için ellerimi kulaklarıma bastırdım. Ama gitmiyordu.

"Bu geçerli bir neden değil" dedi tekrar. Sinirlerim bozulmuştu. Ne demek geçerli bir neden değil?

"Sana göre değil" dedim kulağımın çınlaması devam ederken. Bulut bana sesleniyordu ama onu duyamıyordum.  "Sevdiğin adamın, düşmanının elinde olmasının nasıl bir his olduğunu bilemezsin"

"Bana ait olan bir şeyi çalamazsın" dediğinde dişlerimi sıktım.

"Evet, çalamam" dedim. "Ama onu sen bana verebilirsin"

"Benimle pazarlık mı yapacaksın?" Başımı olumsuzca salladım.

"Hayır" dedim. "Onu senden isteyeceğim"

"Kimsin ki sen? Sadece küçük bir kız. Sana onu vereceğimi düşündüren ne?"

"Ben küçük bir kız değilim" Geriye doğru bir adım attım. "Son doğa koruyucusuyum ve senden o yüzüğü istiyorum" sözlerim gayet açıktı.

"Bana nedenini söyle" dediğinde sakin olmaya çalıştım.

"Söyledim!" Dedim sinirle.

"Hayır"

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kimseyi duyamamam için kulağım çınlıyordu. Bunu oda yapıyordu.

Çatallı ses sinirle tısladı. "Söyle!" Dedi. "Sana neden yüzüğü vereyim?"

"O adamı seviyorum çünkü!" Dedim sinirlenerek. "Onun için her şeyi yaparım. Beni unutmadan yanına yetişmem gerekiyor. Beni unutacak." dedim boğazıma bir yumru otururken. "Eğer yüzüğü alamazsam gidemem... pes etmiş olurum. Bunu yaparsam kaybederiz" derin bir nefes aldım. "Lütfen..."

Ses bir süre cevap vermedi. Sonra ise sakince konuştu. "Yüzük zaten sende" kaşlarımı çattım. "Avcunu aç"

Şaşkınlıkla kapalı olan avcuma baktım. Yavaşça açtığımda mavi yüzük elimde parlıyordu...

Başımı kaldırdığımda arkadaşlarımla göz göze geldik. Yüzüğü almıştık. Beşimizde rahat bir nefes alıp yüzüğü inceledik. "Bu nasıl oldu?" Diye sordu Bulut. "Daha demin kendi kendine konuşuyordun. Şimdi ise yüzük avcunun içinde çıktı" bakışlarını bana çıkardı. "Dolunay doğruyu söyle... büyücü müsün?"

Gözlerimi devirip üçüncü yüzüğü ona uzattım. "Dikkatli ol da küçük yaratıklar yüzüğü çalmasın Bulut" dedi Batu iğneleyici bir ses tonuyla.

"Pekala, artık gidebiliriz" dedim kapıya ilerleyerek. "Daha çok işimiz var" avcıların bölgesinden yine avcılarla beraber çıktığımızda mutluydum. Hem yüzüğü aldığım için, hemde akşam olacaklar için.

Beyaz atıma tekrar binerken, gözlerimi arkadaşlarımda gezdirdim. "Sıradaki durağımız, vampir krallığı" dedi Berk ve atının dizginlerinden tuttu. Böylelikle üç gün sürecek yolculuğumuz çıktık...

"Akşam bir sürprizin olduğunu söylemiştin" dedi Bulut bana hitaben. "Neydi?" Gülümsedim.

"Anlatacağım..."

🍃

Atımı çayırların üzerinde yavaşça sürdüm ve büyük boş bir alana getirdim. Ağaç seyrekti burada. Buluşmak için ideal nokta diye geçirdim içimden.

Hava kararıp, parlak güneşin yerini ay alırken atımdan indim. Yalnızdım. Burada sadece ben ve o vardık.

Ya da gerçekten öyle miydi?

Benden biraz uzakta, ay ışığının altında duran adamın siluetini izledim bir süre. Rolümü iyi oynamam gerekiyordu şimdi. Ona doğru birkaç adım attım ve yüzümü görmesine izin verdim. Ben onun sarı saçlarını ve mavi gözlerini incelerken güvenim sarsıldı. Neden? Diye sordum kendi kendime. Neden yapmıştı bunu?

Birkaç adım daha atıp biraz daha yaklaştım ve ona sarıldım. Göz yaşlarım tişörtünü ıslatırken o da bana sarıldı. Yalancı...

"Seni özledim" dediğimde belimdeki ellerini sıkılaştırdı. "Ben... Ben seni geri getirebilirim Yiğit. Bir yolunu buldum. Sadece biraz zaman lazım. Dayanabilirsin değil mi?"

Vicdan azabı çek sadece Yiğit. Beni gördükçe bunu düşün.

Sırtımda, tam kanatlarımın altında bir hançerin keskin ucunu hissettim. Elinde tuttuğu hançerin ucunu bana sarılırken sırtıma yaslamıştı şimdi. Başım göğsüne yaslıyken acıyla gülümsedim. "Beni öldürecek misin?" Dedim düz bir sesle cevap vermedi. Hançeri sırtıma yaslamaya devam etti.

Başını salladı. Hâlâ birbirimize sarılıyorduk ve ben tam şu anda, bir hainin kollarındaydım. "Çok safsın" dedi bir elini saçlarıma çıkararak. Bu birbirine güvenen iki insanın, ihanetin acı gerçeğini görmeden önceki son sarılışıydı sanki. Sarılıyordu sadece. Elinde bir hançerle. Sırtıma dayadığı bir hançerle.

Gülümsedim. "Neden?" Diye sordum başımı göğsünden kaldırmadan.

"Çok çabuk güveniyorsun" dedi saçlarımı okşarken. "Bana o kadar güveniyorsun ki Dolunay, yaşanan bütün tesadüfler sana tuhaf gelmedi"

Başımı salladım. "Sana güvenmiştim" hançerin ucunu sırtıma biraz daha bastırdığında gözlerimi kapattım.

"Amacımı göremeyecek kadar kördün sadece" dedi. "Sencede aynı okulda olmamız ve yanı başında yaşamam tuhaf değil miydi Dolunay?"

Başımı tekrar sallayıp acıyla gülümsedim. "Tuhaftı..." dedim. "Ama biliyor musun Yiğit..." Sözlerimle kaşlarını çattığını tahmin etmek zor değildi. Bedeni kasılmıştı. Başımı göğsünden kaldırdım ve kulağına yaklaştım.

"Ben senden hep bir adım öndeydim..." sözlerimin ardından, Yiğit'in farketmediği ama başından beri tam arkasında duran Hera'yla göz göze geldim. Hera okunu kaldırıp Yiğit'i hedef alırken, tam yanında duran Batu kılıcını kaldırdı ve ucunu Yiğit'in sırtına yasladı.

Kollarım arasında olan bedenin kasıldığını, ve gözlerini kapattığını hissettim.

İhanet, güvene işte o an pençesini geçirdi...

.........

Yiğitcim Dolunay'ı çok hafife almışsın :)

Bu bölümün oy ve yorum sınırı 160  bebeklerim.

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın <3

Hepinizi çok seviyorum sonra görüşmek üzere 😘

Devam edecek...

Continue lendo

Você também vai gostar

192K 8K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
3.8M 310K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
7.6M 440K 82
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
293K 25.6K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...