Büyüdüğüm YOL

By aatalantee

61.6K 6.3K 8.3K

••• Kim sadık kabuslarından kaçabiliyordu ki ben yakamı kurtaracaktım bu korkudan? Bütün çabam kurtulmak için... More

BY ' TANITIM
Büyüdüğüm YOL ' 1
Büyüdüğüm YOL ' 2
Büyüdüğüm YOL ' 3
Büyüdüğüm YOL ' 4|1
Büyüdüğüm YOL ' 4|2
Büyüdüğüm YOL ' 5
Büyüdüğüm YOL ' 6
Büyüdüğüm YOL ' 7
Büyüdüğüm YOL ' 8
Büyüdüğüm YOL ' 9
Büyüdüğüm YOL ' 11
Büyüdüğüm YOL ' 12
Büyüdüğüm YOL ' 13
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 15
Büyüdüğüm YOL ' 16|1
Büyüdüğüm YOL ' 16|2
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 18
Büyüdüğüm YOL ' 19
Büyüdüğüm YOL ' 20
Büyüdüğüm YOL ' 21

Büyüdüğüm YOL ' 10

2.6K 272 489
By aatalantee

•Trafton - Be Like That•

•••

Saatler önce kimsenin yanında ağlamam dedim. Saatler önceydi ona güvenmediğimi söylediğim.

Sadece saatler önceydi sırtımın sıvanmayışını kendime hatırlatmam.

Ah Zeynep...

Ata'nın parmakları istilasından geriye kalan bütün perişanlığın arasında yürür gibi yavaştı, belki biraz pişman ya da sadece zaferin sarhoşluğuyla sarsak.

Hala kolları arasında, hala sıkışmış, ama artık direnmiyordum.

Önce kazağımın yakamı düzeltti hemen sonra diğer eli de sarıldı sırtıma. Kaburgalarımın üzerinden, artık hiçbir işe yaramayan uzun saçlarımın altına, o da elini saklayarak okşadı sırtımı yukarı doğru.

Bana sarılmadı. Sıkıca tutmuş, sanki o bırakmadan, kaçmak için hal bırakmış gibi, tutuyordu hala.

Yok. Kalmadı bir şeyim Ata.

Bu kadarı yeter beni mahvetmen için. "Bırak..."

"Böyle yaşanması gerekmezdi." Dedi kendi suçunu bilerek. Hemen ardından saatler sonra sonunda ancak verebiliyormuş gibi, sertti nefesi.

Bir önemi yoktu. Artık o kadar önemli değildi ki, neyin nasıl yaşandığı.

Başımı iki yana sallarken kapalı gözlerimi sıktım söylediğini kabul etmeyerek. İki yakıcı damla önce yanaklarıma oradan çenemden omzuma damladı. Aramızda sıkıştırdığı kollarıma rağmen kendimi  geri çekmek için öylesine bir kuvvet uyguluyordum ki, beni bıraksaydı eğer geriye savrulacaktım, biliyorum.

Hala ona değmemek için sırtım dik, bütün vücudumda bir ağrı... göğsümdeki bastırılmış o acı.

"Bırak beni..." Bağırışlarım bu fısıldayışım kadar etkili olmamamıştı az önce. Beni yavaşça bıraktı, uzaklaştığı ilk an bütün bedeninle üzerine abanmamı umursamadan, uzanıp onun tarafındaki kapı kolunu çekerek açtım kilidi.

Korkumun hızına yetişemedi. Ayak dibimdeki çantamı alarak attım kendimi arabadan.

"Zeynep!"

Hayatımın en hızlı kaçışı değildi bu, ama yine de aynı dolu gözlerin görmediği yol, aynı titreyen bedenin sarsaklığı vardı üzerimde.

Sessizce koştum, ben mi kaçmayı başardım yoksa benimle işi bittiği için mi bana yetişmek için uğraşmadı bilmiyordum. Evin bahçesine girerken de garajın aralık kapısından geçerken de bakmadım arkama.

Kapıyı sessizce açtım, odamın kapısını da. Sessizdi, yavaştı ama nefes nefeseydi güvenli duvarlarımın arasına sığınmam. Kapımı kilitledim, telefonumu kapatıp yorganımın o korkunç rengi altına saklandım bütün vücudumu korumak için büzüşürken.

Tutma.

Dakikalardır, tut, diye yalvardığım hıçkırığım artık boğazıma sığmadığında ellerimle ağzımı kapatarak yüzümü çevirip bastırdım yastığıma.

Her şeyim çalınmıştı sanki bir gecede. Duygularım, korkularım, ağlarken çıkaramadığım sesim bile...

Bunu neden yapmıştı?

Köşe bucak kaçtığım, üzerine parmak basılan, arkamdan alayla bağırılan bir yara iziydi sadece. Neden susmamıştı, görmezden gelmemişti veya yüzünü çevirmek yerine beni bununla bir kez daha yüzleştirmişti.

Yine böyle başlamamış mıydı? Biri öğreniyordu sonra herkes öğreniyordu hali hazırda garip olan kızın diğer kusurlarını.

Ata'da söyleyecekti. Alaz'a, Fırat'a. Nil duyacaktı, teyzem bunun duygu sömürüsüyle insanlara kendimi acındırdığımı sanacaktı.

Hepsinden önemlisi... tekrar başlayacaktı yaşadıklarım.

Bir kötü her zaman olurdu; laf, şiddet, ötekileştirme... insanların gözüne batıracaktı bu beni, sonra diğer her şeyi öğreneceklerdi, bire bin katarak yayılıp bütün huzurumu emecekti bu küçücük şey. Büyük değildi, gözümüzün üstünde kaşımızın olması bile yetmiyor muydu, içine acımasızlık ekilmiş biri için?

Mersin'de de öyle olmuştu, Antalya'da daha da acımasızdı. Ben büyüdükçe insanların acımasızlığı da büyüyordu.

Ata beni mahvedecekti. Bilerek veya neye bulaştığını bilmeyerek. Bunu nereden öğrenmişti, başka ne biliyordu bilmiyordum ama hep böyle başlardı.

Neden..?

Bütün öfkeli anılarımın yüksek bağırışlarla kendini hatırlattığı kafamın içinde, sesi kısık bir yanım, beni bulmaya çalışıyordu.

Neden Zeynep..? Neden susmak yerine bu kadar büyütüp geldi üzerine? Ata neden bu kadar sınırı aşarak bildiğini soktu gözümüze?

Sezer bile dokunmamıştı hiç. Bilmiş susmuştu, nedenini, nasıl yaralandığımı, ne yaşandığını sormamıştı bile ama Ata...

Birkaç günlük tanışmanın samimiyeti bu kadar cesaret vermemeliydi. Beni, bana ait bir şeyi neden böylesine önemsemişti?

Eline ne geçmişti bana yaşattığı o kabusun ardından!? Bilmek, görmek için bu kadar ısrar etmesi...

Yanlışlıkla hıçkırdığım an nefesimi tutarak yırttım boğazımı. Sağ elimle üstüne yattığım sol omzumu sıkıca tutarken, yüzünü hatırlamaya çalıştım.

Gözyaşlarım onu görmeme izin vermemişti ama bir yerlerde nefret ve kararsızlığı görmüştüm. Bu yeterli değildi, iki farklı düşünce o kadar çabuk değiştirmişti ki yüz ifadesini. Onu anlayamadım. Ata...

Ağlamaktan bitap düşene kadar, kafamın içinde sürekli kısık iç çekişlerini duyduğum küçüklüğüme ulaşmaya çalıştım bütün gece boyunca.

Kötü anıların arasında korkudan titreyen sesini bulmayı, ona sarılmayı... bir daha yaşanmayacağına dair yalanlarımla teselli bulmayı...

Tekrar yaşamamak için buradaydım, bu yolu seçmiştim kendime.

Gözlerimi kaçıncı bilinci kayıp açışımdı bilmiyorum. Çıplak ayaklarımın altında soğuk asfaltı hissederek kaçıncı uyanışım, etrafıma bakınarak kaçıncı, anne, diye seslenişimdi..? Bu kaçıncı aynı kabusun uyanışıydı..?

Zaman kavramını kazanamayacak kadar dağınık, odam kadar karanlıktım.

Koyu duvarlar, mobilyalar, kapalı stor perdeler bana saatin kaç olduğunu söylemiyordu. Ağzım kupkuruydu. Gözyaşlarının kuruyarak geride bıraktığı tuzu, kirpik diplerimde ve yanaklarımda hissedebiliyordum. Mimiklerim oynamayacak, vücudumu hareket ettiremeyecek kadar çok sıkmış, kasılmıştı en küçük kasım bile.

Dayak yemiş gibi ağrıyordu uzuvlarım ama en çok da, durmayan, basıp kapatabileceğim bir düğmesi olmayan düşüncelerimi, cızırtılı bir yayına bağlamış kafamın içiydi ağrıyan.

Sıcaklamıştım, kulaklarımın etrafından boynuna akan ter damlalarını hissedebiliyordum. Dün ki yağmur, soğuk ve korkunun bağırtısından kalma boğaz ağrısı her yutkunuşumda sen hastasın diye inliyordu.

Yorganı üzerimden attım. Terden bütün örtülerimin değişmesi gerekecekti ama o kadar üşüyordum ki, titreyerek halim gelmese bile hızlı hareket etmek zorundaydım. Banyoya koşar adım kavuşup çekmeceden en kalın alt ve üstü alarak hızlıca üzerimdekilerle değiştirdim.

Büzüşmüş bedenimi tekrar yatağıma taşıdığımda, dişlerim takırdayarak yorganı ve yastığımı ters çevirip girdim içine. Buz gibiydi.

Şükürler olsun ki Allah bana merhamet edip son bir haftadır kaloriferleri çalıştırıyordu. Hemen yatağımın sırt kısmında olan peteğe elimi uzatıp vanasını sonuna kadar açarak, o köşeye iyice kıvrıldım.

Yorganın altı hızlı soluklarım sayesinde kısa sürede bir fırına dönüşmüştü, yanaklarım yanıyordu ama sırtım ve çorap giymeyi unuttuğum ayaklarım açıkta kalmış gibi buz gibiydi. İyice küçüldüm yorganı etrafıma, sağıma soluma, her köşeye sıkıştırarak ısıtmaya çalıştım zayıf bünyemi.

Tekrar uyandığımda alçalan güneşin turuncu ışığı incecik bir çizgi gibi sızmıştı odama. Başım zonkluyordu, gürültü hala kesilmemiş, kavga hala bitmemişti ama sanki ben uyurken biri rahatsız olmamam için kısmıştı sesini.

Ama yine de gümbürdüyordu şakaklarımdaki damarlar.

"Zeynep!"

Gümbürdeyen şey kapı Zeynep.

Sıçrayarak uyanık sandığım gözlerimi uykusundan kaldırarak, yorganımı kafamdan indirip odamın kapısına baktım.

"Bilerek açmıyorsan seni mahvederim! İçerde olduğunu biliyorum, aç şunu!"

Kapıma şiddetli bir darbe daha indiğinde kaşlarımı çatarak inledim.

Yataktan çıkmam mı gerekiyordu şimdi?

"Zeynep!"

"Bir..." Ağzımı açtığım an kupkuru boğazım birbirine yapıştığı için küçük bir öksürürk krizinden sonra zorla toparladım sesimi.

"Bir dakika, teyze."

Titreyen kollarımı yatağa bastırarak kendimi iteleyip sırılsıklam bedenime yorganımı sarıp, ısınmış parkeler üzerinde zorlukla ayağa kalktım.

Yorgan, sırtıma vurulmuş yükü dolu bir semer gibiydi ama bu kadar terliyken ve üşüyorken onu indirdiğim an felç geçirebilirdim soğuktan.

Mecburen o halimle kapıya ulaşıp kilidi çevirerek açtım kapıyı. Teyzem benden önce davranarak kolu indirip kapıyı itelediğinde yorganıma takılarak yarısı anca açıldı.

Aynı anda benim yüzüme çarpan serinlikle odamdan dışarı kaçan bir sıcaklık yer değiştirdi.

Teyzem yüzünü buruşturarak bir adım geri çekilirken, içeri girmek konusunda az önceki kadar hevesli görünmüyordu.

Memnuniyetsizce beni baştan aşağı süzüşünde büyük bir iğrenme vardı ve bu beni öylesine mest ediyordu ki... birazdan beni rahat bırakacaktı.

"Ne bu halin?! İçeriyi de hamama çevirmişsin. Kapat kaloriferi, üst katta sıcaktan durulmuyor."

"Kapatırım." Diye mırıldanırken halsiz bir nefes verdim yüzüne doğru, bilerek. Üst dudağı bir kenara doğru seğirirken tekrar geriye çekti kendini. Zaten iki adımlık olan koridorun duvarına yaslarken, verdiği emiri tam o anda yapmamı bekliyordu.

Çok beklerdi. Götüm donuyordu, isterse ev sıcaktan yansın umrumda bile değildi.

"Ne zaman geldin?" Diye sorduğu an düşünmeden cevap verdim.

"İki saat oluyor."

O anlarda evdeyse bile çok da sorgulayacak gibi durmuyordu çünkü burada olduğum iki ay boyunca sessizliğim onu memnun eden tek şeydi. Bana akşama gelirsin demişti ve eminim güneş de son ışığını sokmayı başarmıştı odama.

Bizim olduğumuz yer karanlıkta kaldığı için teyzemi parazitli görüyordum o an ama yine de burun kıvırışındaki, üzerime gelmesi için bahanelerinin bitişini seçebiliyordum.

"Hastaysan dolaşma ortalıkta. Grip aşısı olmadık daha. Bir de senin yüzünden bununla uğraşmayalım."

Gözlerimi devirmek istiyordum, kendimde o enerjiyi bulsam teyzemle bunun tartışmasını bile yapabilirdim ama gözlerimi ağır ağır kapatıp açarken geçiştirir gibi salladım başımı.

"Yarın için, bana okuldan izin alır mısın?"

"O niye!?"

Geberiyorum çünkü, görmüyor musun?!

"Hastayım ve adet dönemimdeyim. Biraz iyileşip öyle..."

"Tamam tamam. Kapat kapını yat zıbar." Teyzem sonunda bir insaf belirtisi göstererek izin almayı kabul ettikten hemen sonra beni rahat bıraktı.

Ama salona girerken son anda geriye bir adım atıp parmağını tehditvari bir edayla sallayarak tekrar hatırlattı. "O kaloriferi de kapat!"

Odamın kapısını kapatmadan hemen önce onu takip ederek, mutfağa gidip kendime büyük iki kupayı dolduracak kadar sıcak su kaynattım. Birine Alaz'ın tarif ettiği gibi yarım limon atıp diğerini de, teyzemin buldukça çöpe attığı, bu yüzden odama sakladığım hazır çorba için alarak odama yollandım.

Salonda sadece eniştem ve teyzem oturuyordu, onlarda mutfağa sırtları dönük oldukları için sırtımda yorganımla gezmeme yeni bir şey söylemediler.

Odama kapanır kapanmaz diğer yarım limonu da çorbama sıkıp iki koca bardağı, biraz ılındıktan sonra, art arda içtim. Vücudum anında hararet yaparak ter döktüğünde bu fırsatı kaçırmayarak yorganımın altına gömüldüm tekrar. Gece yarısı ağzım kupkuru uyandım, şişeyi kafama dikip titreyerek terli kıyafetlerimi yenisiyle değiştim. Sabaha kadar bunu kaç kez tekrarladım bilmiyorum.

Çalışma masamın üzerinde küçük saatim sabahın onunu gösterirken kafamın etrafına sarılı yorganı topladım çenemin altında.

Vücudumu dinleyerek hasar kontrolü yaptığımda, hissetmediğim acıyı bile gidip bulmuş, dürtüp uyandırmış gibi farkına varmaya başladım.

Yalan değildi, kanamam dün gece başlamıştı ve ben eklemlerimi yakarak bütün vücuduma yayılan sızılar hangi rahatsızlığımın belirtisiydi bilmiyordum.

Regl dönemlerini rahat geçiren bir kızdım sadece son günü ve bittikten sonraki gün sancı çekerdim ama şu an bel boşluğumdaki ağrının bana kısmi felç geçirteceğine o kadar inanıyordum ki...

Abartmıyorum, ayağa kalktığım an sırtım kırılıp, ikiye katlayacaktı bu çekimsiz bedenimi.

Kalk Zeynep. Yatağım leş gibiydi, sadece bir veya iki kez daha terlemeye ihtiyacım vardı. Evde kimse olmadığı için mutfağı rahatça kullandım ve dün akşam ki menümün aynısıyla döndüm odama. Yatağımın ayak ucunda boş su şişeleri ve bardaklar birikmiş; kullanılmış ve mikrop saçan buruşuk peçeteler her yere serpiştirilmişti.

Teyzem odanın bu hakini görse beni kapı önüne koyardı eminim ama yapacak başka bir şeyim yoktu. Kendime ancak bu kadar iyi bakabiliyordum.

İçe içe midemi bulandıran hazır çorbayı bu defa bitiremedim ve bu yüzden yeniden uyandığım saatlerin birinde, bir sokak köpeği kadar aç ama yerimden kalkamayacak kadar da üşüyordum.

Saati öyle böyle, yatakta kıvranarak, acıdan sızarak ve yorgunluktan uyuyarak, geceye getirmiştim. Acının tek iyi yanıydı aklımı meşgul etmesi ve ben düşüneceğim tek şeyin hücrelerimdeki ağrılar olmasından memnun olduğum günlerin birindeydim.

Salı günü öğlene doğru, yataktan güçlükle kalktım ama bu kez düne nazaran daha iyiydim. Fazla terli değildim, yine de önce bir duş almak daha iyi hissettirecek ve kupkuru her köşemi besleyecekti belki ama temiz kıyafetimin kalmadığı bir gerçekti. Sürekli terleyip sürekli kıyafet değiştirmekten parkeler görünmüyordu.

Tuvalete gitmek için kenara itelemeye bile üşenip üstlerine basarak geçmiştim. Ortalık bardak, meyve artıkları ve peçete doluydu.

Oda ağlıyordu, temiz bir hava için. Kaloriferi sonuna kadar açıp penceremi de açarak içeriyi havalandırdım. Biraz toparlanmam gerekecekti yoksa kendi pisliğimde burada ölsem leşimin kokusunu bile alamazlardı.

Günlerdir kapalı alanda kalmanın verdiği bunalımdan çıkabilmek için bütün stor perdeleri açtım. Şehir merkezinden uzak olmanın verdiği sessizliğe karışan sağanak bir yağmur vardı dışarıda. Hava, tersi bir şekilde beni depresyona sokan güneşi saklayacak kadar bulutluydu. Saat onbirdi ve ben evde kimsenin olmamasına güvenerek kıçımı kaldırdım yataktan.

Üşüyordum ve sahip olduğum bütün kıyafetlerim banyonun zemininde yıkanmayı bekliyordu.

Kendi etrafında dönerek bütün tüylerimi diken diken eden soğuğa karşı giyecek bir şey ararken hala yatak başlığımda asılı duran siyah hırkaya takıldı gözüm.

Bir anda tuttum nefesimi ve sinirle gözlerimi kapatarak yavaşça soludum.

Sakin ol kızım.

Derin bir nefes al. Aldım ve sakince geri vererek, ellerimle boğazıma dayanmış tansiyonumu bastıra bastıra aşağı indirmek için uğraştım.

İşte böyle. Düşünme şunu. Onun da hırkasının da, Zeynep. Sen sakin ol, sakin bit nefes dahaaa. Rahatlayarak ve sakinleşerek gözlerimi yavaşça açtığım an bu defa hiçbir şey olmamamış gibi baktım hırkaya. Ama... Sakin Zeynep...

Ama..!

Zeynep!

"Orospu çocuğu!"

Ayaklarıma kadar indirdiğim tansiyonum bir anda fırlayıp kafatasımın çatısına vurduğunda, hırsla aldım hırkayı ve döve döve giydim üzerime.

Başımın ağrısını umursamadan, Ata'ya uyanan nefretimle, topladım yerdeki kıyafetleri. Hepsini, sökercesine çıkardığım nevresimlerin arasına doldurup, üst kattaki banyoda ikiye ayırarak ilk partiyi yıkamaya attım.

Mutfağa gidecekleri yıkadım. Teyzemin çaylarını karıştırıp boğazımı yumuşatacak bir bitki çayı hazırladım, odamı temizlerken yavaşça içebilmek için.

Her şey bittiğinde odam tertemiz kokuyor ben ise dev ve kara bir bok böceği gibi içeride pislik arıyordum. Aynaya bakarsam da görecektim pisliği zaten.

"Zeynep?"

Kaşlarımı çatarak saati tekrar kontrol ettiğimde çoktan dörde geliyordu. Teyzemin geldiğini duymamıştım büyük ihtimalle elektrikli süpürge yüzündendi. Odamdaki kovayı ve kullandığım diğer malzemeleri alarak koridora çıktığımda, teyzem üst katın ilk basamağındayken beni farketti.

"Makina neden çalışıyor?"

"Haftasonu yıkayamadıklarım," diye bilgi verdim ama teyzem sanki bunun için ona laf sokmuşum gibi hoşnutsuzlukla çattı kaşlarını. Haksız değildim, bunu kendi de biliyordu.

"Çabuk bitir! Mert'in sınav haftası, bu gürültüde ders çalışamaz."

"Kurutmadalar. Birazdan biter."

İç çekerek yüklendiğim malzemelerle üst kata çıkmak için yürürken kapı açıldı ve Nil annesine gülümseyerek içeri girdi.

"Gün ışığııım."

Parmağım boşta olsaydı ağzıma sokup ailecek kurdukları ve Mert dışında hiçbirinin sorgulamadığı aptal lakaplarına kusabilirdim.

Annesiyle ayaküstü sohbetini bitiren Nil, bu defa beni gözüne kestirerek kalın dudaklarını iki yana kıvırarak bana güldü.

"Kış uykusu bölünmüş sıçana benziyorsun."

"Sen de batmayan güneş gibisin Nil."

Kibirli ve zorba.

Aynı anda çalan kapıyı fırsat bilerek oradan kurtulmak için adımlarken, kapıya bakan salak kızı anlamadı ama teyzem söylediğimden rahatsız olduğu için beni, çatsa bile silikondan birbirine kavuşamayan kaşlarıyla uyardı.

"Senin ne işin var burada be!"

"Ayh! Nur yüzünü yeterince görüyorum zaten, çekilir misin?"

Alaz'ın sesi bir anda kafamda bir kapıyı tıklamış da, sanki aylar öncesinde yaşanmış gibi uzaklaştığım ne varsa tam da o ana sığmayı başardı. Ona haber verme nezaketini bile göstermeden yaptığı iyilikle onu öylece bırakmak zorunda kalışım aklıma gelen ilk utançtı.

Alaz içeri resmen daldı ve birkaç adım önümde duran teyzeme en tatlı gülümsemesiyle yaklaşarak elini uzattı.

"Merhaba efendim. Kusura bakmayın, habersiz ve davetsiz geldim. Umarım bir rahatsızlık vermemişimdir. Ben Alaz Eldem. Kızların sınıf arkadaşıyım."

Bu kadar zerafet teyzemi tokatlar, Alaz.

"Ah..." Söyledim ben.

Teyzem ağzı açık bir Nil'e bir de bana bakıp tekrar ışıl ışıl gülümseyen Alaz'a dönerek şaşkınlığını üzerinden çabuk attı.

"Memnun oldum canım. Hoş geldin. Adın daha önce geçmemişti."

Dudaklarımı birbirine bastırıp hayali bir göz devirmeyle olduğum yerde kaldım. Nil beni annesine şikayet ederken olayın tamamını anlatmamıştı anlaşılan ve teyzem Alaz'ı benim değil Nil'in misafiri sanarak bu kadar kibar davranıyordu eminim.

"Hoş buldum. Sizin aksinize, ben adınızı daha önce de duymuştum, annem çalışmalarınızla ilgileniyor ama ihtiyacı olmadığı için şimdilik sadece çevresine tavsiye ediyor. Gerçekten bahsedildiği kadar zarif bir kadınsınız."

Teyzemin beni azarlarken gerginlikle havaya kalkmış omuzları, fazla yağlanma sonucu yuvalarına otururken teyzemin, karşımda devleşen boyu bir kaç santim kısalmıştı iltifatlar karşısında.

"Alazcım... Çok tatlısın. Annen ile de daha yakından tanışma fırsatımız olur umarım.... Kapıda kaldık. Nil..."

Teyzem, gözlerini açarak şok içinde annesi ve belasının cilveleşmesini izlerken, sıranın bana gelmesini bekledim.

"Arkadaşını bekletme. Siz içeri geçin ben de..."

"Aslında eğer izin verirseniz Zeynep'i ziyaret etmek istemiştim."

Alaz ve teyzem aynı anda bana döndüklerinde Alaz'ı boşverip, şaşkınlığını ve Nil'e karşı yaptığı hatayı yutkunarak geçirmeye çalışan teyzeme baktım bayık gözlerimle.

"Sınav için verdiğim defterlerimi getirdi. Çok durmaz... Odamda bekler misin, şunları bırakıp geleyim."

Bu defa Alaz'da şaşırdı bu özensiz ağırlanışa karşılık. Aptal. Tatlı diliyle teyzemi tavlayabilirdi ama bir yere kadar. Elin kızına saldıracak hali yoktu, okuldaki veliler arasında koruması gereken bir imajı ve kariyeri vardı.

Teyzem gülümsemeye çalışarak Alaz'ın geçebilmesi için bir adım geri gitti.

"Koridorun sonunda, soldaki kapı."

Alaz kararsızca bana bakarken iç çekerek yukarı çıkmaya başladım ve merdiveni dönerken Alaz'ın da odama adımladığını görmüştüm. Kullandıklarımı temizleyip yerleştirdim ve kurutucudaki her şeyi kucağıma basıp tekrar aşağı indim.

Nil ve teyzem ortalıkta görünmüyordu. Odamın kapısı sonuna kadar açıktı ve açık pencere yüzünden inanılmaz cereyan yapıyordu.

Odaya girdiğim an banyo duvarının yarattığı birkaç adımlık küçük, dar kapı ağzında bu esintiyi yiyerek durdum. Alaz odamın ortasında dikilmiş, her ayrıntıyı tavana kadar incelerken beni farkettiği an gülümsedi.

"Merhaba."

Ayağımla kapıyı kapatıp, kapı ağzında çıkardığı ayakkabılarına öylesine baktıktan sonra, yanından geçerek kucağımdaki her şeyi döşekten ibaret yatağımın üzerine attım.

"Geleceğini neden haber vermedin." Yatağımın ayak hizasındaki pencereyi kapattım buz gibi havayı engelleyerek.

"Telefonun kapalıydı." Kendi aptal sorumun utancıyla bütün storları indirerek odamın sarı zayıf ışığını açtım.

Cumartesi gecesinden bu yana kapalıydı. Annem ile o gece konuştuğum için başka arayanımın olmayacağını biliyordum. Aslında Alaz'ın arayabileceğini düşünmüştüm ama eve gelecek kadar ısrar etmesini beklememiştim.

"Üç gün oldu, sana ulaşmaya çalışıyorum. Neden bana..."

"Alaz..."

Yatağımın üzerindeki yığını karıştırırken bir anlığına durdum ve kaba konuşmamak için, Alaz'ın bir suçu olmadığını kendime hatırlattım.

"Önce duş almam gerek. Zamanın varsa bekleyebilirsin."

"Tabii olur." Yüzüne bakmadığım için onaylayışında herhangi bir kırgınlık var mı farkedemedim.

Yığından temiz havlularımı ve giyeceklerimi alarak başka bir şey söylemeden, keyif yapma hayalleriyle köşe bucak temizlediğim banyoya girip duş perdesinin arkasındaçabucak temizlenip çıktım. Temizlik yaparken terleyip pencereden soğuk yediğim için kendime büyük bir kötülük yapmıştım ve dişlerimi sıkarak çabucak giyindim. Üzerimde kalın siyah bir alt, lastikli paçalarının altına kadar çektiğim polar çoraklarım ve büyük beden kapüşonlu kazağım vardı. Yine de soğuktu.

Banyoya girmeden önce camı kapattığım için odam tekrar ısınmaya başlamıştı ve Alaz temiz çarşaflarımı çoktan yerlerine sermiş, hazır hale getirilmiş yatağımın üzerinde oturuyordu.

"Zahmet etmeseydin."

Bağdaş kurarak sırtını duvara yaslamış, bütün çamaşırları işlevlerine göre ayırıp katlamış olması direkt yatağımla buluşmam için bana verdiği bir hediyeydi.

Bütün banyo boyunca Alaz'a karşı sakin davranmam konusunda verdiğim uyarıların zorla yumuşattığı kalbim, bir anda ısındı.

"Önemli değil. Sen yine şifayı kapmışsın belli."

"Teşekkür ederim."

Kıyafetlerin hepsini iki seferde banyodaki dolap ve askılığa taşırken benim ev terliklerimle ortadan kaybolan Alaz kısa süre içinde elinde iki kupayla geri döndü ve onları kalorifer peteğinin üzerine bıraktıktan sonra yorganımın altına girerek, eteğinin açıkta bıraktığı ince çoraplı bacaklarının üzerine örttü.

"Saçlarını kurutmayacak mısın?"

"Başımı ağrıtıyor." Bir makinam da yoktu zaten.

Banyonun ışığını kapatarak başıma sarılı havluyla yatağa yaklaştım ve ikinci yastığımı sırtını yaslaması için Alaz'a verip ben de onun gibi yatağıma oturdum.

"Şunu iç." Alaz önce içinde tatlı bir kokunun geldiği karışımı elime tutuşturup sonra da nerden bulduğunu bilmediğim telefonumu uzattı bana.

"Şunu da aç artık. Ata sana ulaşmaya çalışıyor."

İlk cümlesinde tuttuğum telefonu devam eden bilgiyle yorganın üzerine bırakarak, bacaklarımı kendime çektim.

"Motorla mı geldin? Bu havada geç saate kalman iyi olmaz."

"Kibarca, çayını iç git diyorsun galiba."

Ağır ağır karıştırdığım bardağımdan kafamı hızla kaldırdım. Hayır, öyle söylemek istememiştim ve Alaz'ın yaptığı onca şeyden sonra, kendisine bu kadar kaba davranıyorum sanmasını asla istemezdim.

"Hayır. Elbette öyle değil. İstersen kalabilirsin..." Teyzem sonrasında, bu emrivaki için canıma okur ama olsun.

"...ben sadece seni düşündüğüm için..."

Alaz gülerek başaını iki yana sallarken yorganın altından diz kapağıyla bacağıma vurdu.

"Şakadan anladığın yok. Sıfır vizyon, seni Ege'yle aynı sıraya oturtacağım, anca o gelir hakkından."

Ata'nın yerine mi?

Yazık bu kafaya ki onu besleyip büyütüyordum. Her haltı ona bağlamasa ölürdü çünkü!

"Kabul et Alaz. Biraz deli kullanıyorsun ve merkeze giden yol motor için güvenli değil. Hele de bu havada, o etekle."

"Hoşgeldin Fırat iki." Alaz gözlerini devirerek bardağından bir yudum aldı.

"Beni Fırat bıraktı. Akşam gelip alacak. O yüzden benden kurtulmak için boş konuşturmak yerine..." telefonumu tekrar aldı ve bu defa gerçekten büyük bir ciddiyetle bana uzattı.

"Aç lütfen."

İtiraz edecek bir kelime bulamayarak, "Alaz..." da kaldım sadece.

Alaz gözlerini devirerek diğer tarafında duran kendi telefonunu açtı ve ekranı daha iyi görebilmem için burnumun dibine soktu.

Ekranda Ata'm diye kaydettiği Atahan ile yazışmalarının olduğu uygulama açıktı ve ben merakıma yenilerek bir çırpıda okudum gördüğüm kadarını.

"Söylenmeyi kesip dediğimi yapacak mısın artık!?"
"Yanında mı?"
"Arıyorum aç."

Mesajlarına Alaz duşta olduğumu söylemişti ve aradan geçen dakikalar sonunda Ata tekrar yazmıştı.

"Telefonu hala kapalı."
"Alaz!"

Ekranın üstüne elimi koyarak ona doğru iteleyip kendi telefonumu açacağım varsa da vazgeçtim.

"Seni o mu gönderdi?"

"Hayır. Ben seni merak ettiğim için geldim. Buraya geleceğimi öğrenince de döküldü. Tartışmışsınız, ben de okul çıkışı öğrendim."

"Tartışmadık..!"

Hah! Tartışmak mı? O Allah'ın belası, o şerefsiz it köpek haddini bilmez şerefsiz...

"O zaman ne oldu?"

"Alaz bak, Atahan hakkında konuşacaksak ben yorgunum. Hastayım, halsizim ve benim için bir önemi olmayan konuları ısıtıp ısıtıp önüme koymayı hiç sevmem."

"Zeynep!"

Alaz bardağını çınlatarak sağ tarafındaki mermere bıraktı ve sol omzunu duvara yasladığı yastığa vererek çatık kaşlarıyla bana döndü.

"Akşam gelmeseydim birbirinize girecek gibiydiniz. Ata öyle kolay sinirlenen biri değil tamam mı! Sen aşağı indikten sonra bana bağırdı!" Bu hareketini hala kabul etmeyerek başını iki yana salladı.

"Ata bana bağırmaz Zeynep, inan bana bir elin parmaklarımı bile geçmez."

Sorunda bu Alaz. Ben onun çocukluk arkadaşı değilim. Sadece iki aydır birbirinin yakınında olan ve birkaç haftadır gerçekten tanışan bir yabancıydım onun için.

"Aranızda bir şey geçmiş, belli. O akşama kadar hiç farketmemiş olmak benim mi körlüğümden yoksa gerçekten terasta mı bir şey oldu? Ne oldu? Zeynep lütfen..."

Alaz kaşlarını bıkkınlık ve üzüntüyle çatarken gözlerini kapatıp açtı. Niye bu kadar umursuyordu? Ata'yı mı merak ediyordu yoksa beni mi?

Alaz güvenebileceğin biri Zeynep.

Ya değilse? Ona, Atahan'ın sebepsizce beni huzursuz hissettirdiğini sonra da bütün hislerimi doğru çıkararak taciz eder gibi, izinsizce özelime karışma çabasını anlatsam...

Sebep isteyecekti? Bana nedenini soracaktı?

Bilmiyordum? Ata'nın neden böylesine bir atak yaptığını, buna neden ihtiyaç duyduğunu, beni köşeye sıkıştıracak kadar önemsediğini..?

Sadece sorsaydı; ben de itiraz ederek, onu inandıramasam bile en azından iki kelimeyle bile bitirebileceğimiz bir mevzu bu kadar büyümezdi.

Hırsla telefonuma baktım. Arayıp, avaz avaz 'Neden!' Diye bağırmak istiyordum.

Neden adam gibi sormak yerine bu kadar piç gibi davranıp bana dokundun?

"Konu, Beliz mi?"

"Ben Nil değilim!"

Arka arkaya iki hızlı cümle kurduk ve ben öylesine bir nefretle bağırdım ki... Alaz gözlerini kapatıp yüzünü buruşturarak, başını geri çekti.

"Sana, Beliz'e rağmen Ata'ya asılıyorsun, demedim Zeynep. Kendini her durumda suçlu konumuna sokmaktan vazgeç!"

"Ben hiçbir şey yapmıyorum! Atahan'a ilgim falan yok. Beliz yüzünden onunla tartışmam için bir neden de yok! Ama sen..."

"Senin yok ama Atahan'ın olabilir Zeynep!"

Uzandı ve bu defa ayağıyla kalçama sertçe vurdu. "Bu kadar gerizekalı taklidi yeter!"

"Senin de imaların yeter Alaz!" Sıkıldım. Hem de çok sıkıldım.

"Ne söylediğinin farkında bile değilsin. Sevgilisi olan birinden boşlnadığımı ve gidip bunun kavgasını yaptığımı ima ediyorsun!"

Konu bu değildi, bu kadar saçma sapan bir neden değildi. Hayatımı bilmiyorlardı, beni tanımadan kendilerine uydurarak onlarla aynı tepkiler vermemi bekleyemezlerdi!

"Ben orospu değilim, yaymıyorum, Nil kuzenim diye beni de aynı şeyle damgalayamazsın!"

Alaz burnundan soluyarak başını iki yana sallarken gerçek bir hayalkırıklığıyla baktı bana.

"Bu mu?! Gözünde bu kadar mı ucuz düşüncelere sahip bir insanım?"

Ne?

Alaz yorganı diğer taraftan savurarak açtığı an kolunu sıkaca tutarak bardağımı kaloriferin üzerine bıraktım hemen.

"Ben öyle bir şey demedim, Alaz. Suçladığım sen değilsin."

"Sorun da bu Zeynep!" Alaz yatakta kaymak üzereyken, dipleri kızarmış çatık sarı kaşlarıyla döndü bana. Gerçekten kırılmış görünüyordu.

"Ben suçlu aramıyorum. Sen de, kendini veya Ata'yı suçla istemiyorum. Beliz'i ortaya attım çünkü aklıma başka bir sebep gelmiyor. Yok!"

Başını sallayarak bana da onaylatmak ister gibi tekrarladı.

"Yok, anlıyor musun? Tamam sen Ata'dan hoşlanmıyor olabilirsin ama Beliz'i sormamın nedeni..."

Söyleyip söylememek arasında kalmışlığın verdiği o duraksamada, kendi aklından geçenler için sabır diler gibi ıkındı konuşmak için.

"Ata senden hoşlanıyor olabilir ve tartışmanızın nedeni de budur diye düşündüm."

Ne?

Hayır hayır hayır. HAYIR!

Beynim sil bu bilgiyi. Sistemime kaydolmadan, bütün hücrelerime yayılacak emri vermeden, sil!

Ben duydum dercesine atan kalbime elimi bastırmamak için sıktım yumruklarımı.

Ata'nın benden hoşlanması mı!?

Kalbim deli gibi çarpıyordu, boğazımda nabzımın baskısı o kadar rahatsız ediciydi ki...

Saçmalama Zeynep. Hayır. Bu ihtimale kanma Zeynep. Niyetini bilmiyorsun ama tahmin etmek zor değildi. Bir sürü erkek tanımıştım bir sürü gözlem yapmıştım, Ata'da onlar gibi çıkardığım bir dersten fazlası olamayacaktı.

Senden hoşlansaydı o gece sana kabusu yaşatmazdı. Derdi başka? Derdi kötülük veya sadece merak bile olabilir ama duygusal bir şeyler...

Değil Zeynep, değil!

"Git."

"Afedersin!?" Alaz şok içinde kala kaldı; ben nefes nefese cümle içinde bile beni sarsan, söylediklerini sindirmeye çalışırken.

"Ne konuştuğunun farkında bile değilsin. Ortada iki insanın ilişkisi var ve sen böyle..." Bana umut verircesine konuşurken...

"O zaman neden?"

Nefesimi şiddetle vererek arkama yaslandım. Ona gerçeği anlattığım an beni kurcalayacaktı. Alaz merak yüklü bir varlıktı ve tehlikeli derecede şeytan tüyüne sahip. Şu an üzerime gelmese bile en sonunda varımı yoğumu içimden dökecek kıvama getirecekti beni.

"Gecenin bir vakti evden çıkıp gittin Zeynep. Ata ikna etmese ne yapacaktın, başına ne gelecekti kim bilir ve gözün bu gerçekleri göremeyecek kadar nasıl döndü bilmek istiyorum."

Ata beni ikna etmedi. Ben saf gibi ona olan güvenimin son kırıntılarını kullanarak buldum belamı.

"Tartıştık, dedi. Ama bir şey söylemedi. İki gündür okula gelmiyorsun, üç gündür de haber alamıyorum senden. Sorgulamak benim hakkım. Biri olmayan kardeşim, diğeri hayatımda yerinin olmasını istediğim kız arkadaşım."

Aralık dudaklarım arasından akan nefesim kesik kesik tekledi bir anda. Başka hayatlardan bir çöp gibi atılan beni, hayatında mı istiyordu?

"Tamam mı Zeynep? Bir köşede oturup birinin susmasını, diğerinin ortalıktan kaybolmasını öylece izleyecek kadar vurdumduymaz değilim. Benim arkadaşlık anlayışım da bu!"

Bu defa yataktan indiğinde sıkıca birbirine kenetlenmiş parmaklarıma baktım, ağlamaktan kaçmak için.

"İstemiyorsan söylemen yeterli. Seni daha fazla sıkmak istemem."

Sen bir aptalsın, Zeynep!

Hayatımda değer vermenin ne demek olduğunu bile bilmemek benim kabahatim değildi, evet; ama öğrenmemek benim suçumdu.

Sezer'i de böyle kaybettin, sıra Alaz'da mı?

Kim benimle bu kadar uğraşmıştı? Kim; biraz olsun yardımcı olmak için, iyi hissettirmek için veya sadece beni düşündüğü için bu kadar uğraşmıştı?

Düşün ve o acınası hiçlikle yüzleş, Zeynep.

"Özür dilerim."  Alaz duvar dibine bıraktığı çantasına eğilmek üzereyken son anda vazgeçti, kısık sesimi duyduğunda. Sırtı bana dönüktü ve uzun sarı saçları bordo okul kazağının koyuluğu üzerinde parlıyordu.

Dik omuzlarını çevirerek bana öylesine baktığında çekinerek gözlerimi kaçırdım ama sonra bunu yanlış anlar diye korkarak tekrar tamamen bana çevirdiği bedenine baktım.

"Arkadaşlık güçlü olduğum bir ilişki tarzı değil.  Ve sen daha önce tanıdığım kimseye benzemiyorsun..."

Sen kötülüğe hiç benzemiyorsun, Alaz.

Ve ben o kadar çok kötü, duyarsız... kırıcı insan gördüm ki...

Dilimi üst dişlerimde gezdirme bahanesiyle sıkıca ısırıp, ağlamamak için iç acımı fiziksele çevirmeye çalıştım.

"Ata ile tartıştık. Bana dokundu ve ben bu konuda rahatsız hissettiğim için biraz tepki gösterdim. Garibine gitmiş olmalı ki, bu konudaki fikri biraz iğneleyiciydi. Olabilir..."

Onu suçlayarak bir hikaye uydurmak beni bir gram bile rahatsız etmedi. Ama bu defa, adalet elçisi bu sarı canavarı Ata'nın üzerine salıp, gerçeği kurcalamasını istemediğim için suçun birazını üzerime aldım.

Ama Ata'ya ettiğim küfürlerin bir cümlede yeri olmasa bile kafamın içinde varlıklarını yaşatıyordum.

"Ben de biraz saldırgan davrandım. İkimizin de görüşü farklı ve tartıştık. Alıngan bir dönemdeyim. Reglim başladı ve bu yüzden biraz hassas hissettiğim için konuyu abartmış olabilirim."

Başını iki yana sallarken, kirpiklerini hızlı hızlı kırparak gözlerini baydı.

"Siz ikiniz de kafası birbirine vurulsa teneke sesi gelecek, iki boş zekalının tekisiniz."

"Atahan'ın kalın kafası bu kadar gürültü çıkardı!"

"Ay ben onun o kafasına tükürmez miyim!"

"Alaz lütfen." İç çekerek, yalvarırcasına baktım ona.

"Konu uzamasın. Anlaşamıyoruz işte. Büyük bir nedene gerek yok. Sen hiç ilk bakışta birinden ölümüne soğumadın mı?"

"Soğudum." Alaz kaşlarını kaldırarak bu gerçeği kabul etti.

"Nil'i ilk gördüğümde, küresel ısınmayı durduracak kadar soğuk ürettim, hatta."

Güldüm ama bu, bozuk sinirlerimin etkisiyleydi. Dirseklerimi bacaklarıma yaslayarak yüzümü ellerime gömerken, sessizce başlayan kıkırdayışımı tutmaya çalıştım.

Yorganım açıldı ve Alaz kıçıyla beni iteleyerek yanıma sıkıştı.

"Kay. Ihlamurum da soğudu zaten! Ve..." Telefonunu hırsla tırnaklarıyla dövdükten sonra çileden çıkarcasına soludu.

"Şu telefonunu aç! Özür dilesin, sonra yine konuşmayın. Her dakika sizin didişmenizi çekemem. İlgilenmem gereken eğitim ve bir aşk hayatım var benim!"

Benim dalları kuru hayatım, eteğimi çekiştirerek ilgimi aldı üzerine ve içim giderek izlediğim, dallarından mor çiçekler sarkan Alaz'ın ağacını işaret etti, gizli saklı bakan gözleriyle.

"Sonra açarım." Alaz'ın itiraz edeceğini anladığım an hemen başka konuya girdim.

"Sana çay getirmemi ister misin?"

"Ay dur dur. Gidip teyzene iki cilve yapayım da Nil kudursun."

Alaz yataktan indiği gibi yorganın üstünden telefonunu kaptı hemen.

"Hatt dur Fırat'ı arayayım. Çay yaparken ellerim meşgul olacak, kulağıma tutamam sonuçta. Hoparlörde beni bebeğim diye sevsin."

İçimdeki saf Zeynep, dehşet içinde geriye pusup arkasından baktı Alaz'ın.

"Sevgiliiiiiim."

Koridora çıktığı an konuşmaya başladığında, ilk gerçek arkadaş seçimimi bu kadar masum ve tehlikeli bir karışımdan yana tercih etmiş olmamdaki mantığı sorguladım.

Adının hakkını veren, küçücük masum bir kıvılcımın ortalığı yakacak kadar harlanan vahşi bir ateşe dönüşebilme özelliğine bakarken, Fırat'a acıyanların aynı anda onu ne kadar kıskandığını tahmin edebiliyordum.

Alaz bir fırtına gibi geçti evin içinden. Gerçekten de Fırat'la ilk kez geldiği evin mutfağında konuştu. Teyzem onu tekrar davet etti ve bu sırada orada olmayan Nil için eminim büyük bir süpriz olacaktı bu misafirperverlik.

Fırat, Alaz'ı saat dokuza gelirken aldı bizden. O kadar saat boyunca iki günde okulda neler kaçırdığımı anlattı bana.  Yarın basketbol turnuvasının ilk maçı oynanacaktı okulda ve Ege'yi izlemeye gitmezsek olacaklar hakkında biraz gözümü korkuttu. Perşembe günü, sosyal tesisin olduğu deniz kenarında su savaşı yapılacaktı.

Kasımın ilk haftasını ve deniz suyunu düşünmek bile beni titrettiğinde şiddetle itirazıma gülen Alaz, sadece izleyici olacağımızı söyleyerek beni gitmeye ikna etti.

Ellerimi ceplerime sokarak yağmur sonrası serin akşam havasını solurken, kaldırıma çıktım.

"Hala tek parçasın?"

Fırat, Atahan'ın beni kilitlediği arabının direksiyonunda bana takılırken kuruyan dudaklarımı ıslatarak o geceden çıkmaya çalıştım.

"Ne bekliyordun? Ben vejeteryan bir kızım, et yemem, çiğ et hiç yemem."

Alaz, Fırat'a arkasını dönüp bu defa sormadan bana bir kez hafifçe sarıldı ve kulağıma mırıldandı.

"Birazdan onu yiyeceğim haberi yok. Telefonda çok tatlıydı."

"Iyy..."

Alaz'ı üzerimden itelediğim an kıkırdayarak arabanın önünden dolaşırken, Fırat beni baştan aşağı süzdü.

"Alaz hasta olduğunu söyledi. İyi görünüyorsun?"

"Öyleyim." Gözlerimi minnetle kapatıp açarak, gülümsedim.

"Dikkat et yine de. Bir şeye ihtiyacın olursa da beni ara, bu baş ağrısını değil."

Alaz bindiği arabanın kapısını, arabayı sarsacak kuvvetle kapattığında, gülmemek için alt dudağımı ağzımın içinde sıkıca emdim.

"Sür sür! Bende daha ne ağrılar var sana göstereyim."

Alaz çatık kaşlarını inanılmaz bir duygu değişimiyle kaldırıp bana gülümsediği an, ellerimi teslim olur gibi hafifçe kaldırıp bir adım geri gittim.

"Sen de git dinlen. Yarın da okulda ol. Ege, kız taraftar istiyor."

"Teşekkür ederim. Her şey için."

Alaz, Fırat'ın kollarına doğru iyice yatıp bana göz kırptı. "İyi geceler, tatlı kız."

Fırat arabayı hareket ettirdikten kısa bir süre sonra bir kez kornaya bastı. Onların sitenin çıkışına ilerleyen kırmızı ışıklarını izlerken olduğum yerde derin bir nefes aldım bir adım yandaki parmaklıklara sırtımı yaslayarak.

Alaz, Fırat geldiğinde beni de arkasından sürükleyerek biraz hava almam konusunda ısrar etmeseydi, hiçbir güç beni bu havada dışarı çıkaramazdı. Üzerimde siyah içinde kaybolduğum montum ve kafamda da kazağımın şapkası olsa da bunlar beni ısıtmaya yetmiyordu. Yine de açık alanın beni rahatlatacağını bilerek içeri girmekte acele etmedim.

Saat epey ilerlemişti. Akşam karanlığında tek belli olan şey düğmesine basılı tutarak açtığım telefonumun ışığıydı.

Şifremi girdim ve açık bildirimlerim art arda gürültü çıkardığında aceleyle sesini kısarak iki avucum arasında sıktım telefonu. Annem, Alaz ve Ata aramıştı.

İlk dikkatimi çeken de annem oldu bu yüzden. Attığı mesajda, mendebur teyzemi aradığını ve hasta olduğum için tekefonumu açmadığımı söylediğini yazmıştı. Hasta olduğumda bir iki gün kendi halime bırakılmam gerektiğini bildiğinden üstelememişti aramak için.

Alaz neredeyse yirmi kez arayıp, düşük çenesinin görevini parmaklarına vererek, bir sürü şey yazmıştı.

Ata'nın ise, birkaç araması dışında beş mesajı vardı.

"Özür dilerim."
"Seni korkutmak istemedim."
"Konuşalım."
"Zeynep?"
"Zeynep!"

Telefonum ben Ata'nın numarasını engellemeye karar verdiğim ama harekete geçemediğim tam da o an çaldığında panik yaptım ve A harfini görür görmez kafa karışıklığıyla açtım telefonu.

Alaz değil Atahan ismini kavrar kavramaz meşgule düşürdüm ama Ata bana müsade etmeden bir kez daha aradı.

Tekrar kapattım ve birkaç saniyelik boşlukta, "Aç!" Mesajı konuşma balonunu üste itelerken, tekrar aradı.

Emir veriyordu bir de hayvan! Özür dilemesi her şeyi halletmiş gibi... Yalvarmıştım ona ama o piç kurusu ağlamamı, attığım çığlığı bile umursamadan alıkoymuştu beni.

Bu sinirle tekrar aramasını açtım ve açar açmaz kendime engel olamayarak bağırdım.

"Ne var ne! Açmıyorsam, demek ki konuşmak istemiyorum! Bir daha ararsan, yemin ederim, seni polise şikayet ederim!"

Tam telefonu kulağımdan çekip numarasını engelleyecekken, tehdit eder gibi "Bekle orda." Dedi ve yüzüme kapattı telefonu.

Şok içinde bir ekrana bir de etrafıma bakındım. Siktir, buradaydı! Alaz, onunla dışarı gelip biraz hava almamı bu yüzden istemişti, Fırat getirmişti onu.

Ben bunu Alaz'ın yanına bırakırsam Allah da versin benim belamı!

Öfkeyle sırtımı parmaklıklardan ayırdığım an süs bitkilerinin engeli önümden kalktı ve sol tarafta Ata'yı birkaç adım kala ancak farkettim.

Anında geri dönüp evin bahçesine gireceğim an onu defalarca uyarmama rağmen beni kolumdan tuttu ve az önceki yerime, süs bitkilerinin yaprakları arasına, yasladı.

"İnat mısın, kızım? Nereye?"

"Cehennemin dibine. Allah rızası için sen de gel!"

Kolumu dışarı doğru çevirip elini üzerimden ittiğim an bıraktı beni, ama bu defa aramızda bir adım kalana kadar bana yaklaşıp hareket alanımı daralttı.

"Zeynep!" Niye sinirliydi en ufak bir fikrim yoktu. Bir de söylediğime kızarak yürümüştü üzerime!

Öfkeyle soludum çünkü yüzüne baktığım an, aklımı o geceden ve bana yaşattığı korkudan alamıyordum. Şimdi korktuğum yoktu ve keşke ağzının ortasına bir tane çakıp, canını yakacak kadar kas kütlesine sahip olsaydım.

"Bana bağırma Ata! İnan o kadar sabrım kalmadı ki... Düş yakamdan artık!"

"Özür dilemeye çalışıyorum. Saldırmaya devam mı edeceksin!?"

Hah! "Saldıran ben miyim?!"

"Konuşmama bile izin vermiyorsun!"

İnanamayarak baktım çatık kaşları altında öfkeyle kıvranan gözlerine. Benimle dalga mı geçiyordu! Saldırı mı? Asıl o bana saldırmıştı!

"Biliyor musun..?" Dedim bir adım da ben üzerine yürüyüp, burnumu havada, yüzüne tükürürcesine konuşurken, aklımdan geçeni direkt dilime yolladım.

"Hayatımda tanıdığım en büyük orospu çocuğusun!"

Ata ince dudaklarını bu bilgiyi beğenmiş, kabul edercesine bükerken "Doğrudur." dedi ve hafifçe gülümsedi.

Bir anda kan beynime sıçradı sanki. Hatta gözlerime bile bulaşmış olmalıydı ki sinirden gözü dönmüş, kırmızı görüyordum artık her şeyi.

Onu kabaca itelemek için elimi göğsüne bastırdığım an iki bileğimi de tutarak beni tam da orada tuttu.

"Bırak Ata. Dokunmandan hoşlanmıyorum, anlamıyor musun?"

Çenesini hafifçe öne verip tekrar yüzünü yüzüme eğerken, "Alış sen de," diye emretti.

"Her seferinde bunun tartışmasını yapmayacakğım."

Üzerinde ince bir kazak vardı ve deri ceketinin açık yakasının altında, avuç içlerim vücut ısısını hissediyordu.  Elimde olmadan irkildiğim an tutuşundan kurtulamadığım için parmaklarımı kapatıp yumruk yaptım. Bütün parmak uçlarım göğsünün sertliğine batarak kaçındı bu temastan ama ben kaçamadığım için bir kez daha çekiştirdim kendimi.

"Bekle! Bekle alışırım! Bana böyle davranamazsın tamam mı? Kim olduğunu sanıyorsun! Kimsin ki üzerime geliyorsun!? Neyine yaradı, eline ne geçti Ata!?"

"Sinirliydim. Üzerine gelmek istemedim. Telafi etmem için bana yardımcı olmuyorsun..."

"Bana ne Ata!" Öfkeyle bağırdım yüzüne doğru.

"Ben mi sinirlendirdim seni! Bana böyle davranamazsın! Benim için sadece aynı sınıfta olduğum bir insansın, sana bu cüreti ne veriyor!"

"Ne oldu?"

Ne?

Nefesimi gürültüyle vererek düşürdüm omuzlarımı onu anlayabilmek için.

"O yara..? Nasıl oldu?"

O gün anında geldi aklıma. Saat saat, dakikası, her anı her aşaması... ve ben..!

Ellerimi nefretle çektim ondan. Bir şey söyleyemeyecek kadar dönmedi dilim. Tıpkı o günki gibi konuşmayı unutacak kadar şoka soktu beni bu ani sorusu.

Ben unutmaya çalışırken, kabuğu acımadan tırnaklamasının bana o anı hatırlatacağını biliyordu. "Allah senin belanı versin..."

Ellerimi kolay kurtardım ama sol kolunu parmaklıklara uzatarak yolumu kestiği an sol omzum göğsüne değecek kadar yakınlaştırdı bu hareketimiz bizi.

Gözlerimi sıkıca kapatarak aklıma başka bir şey getirmeye çalıştım. Düşün Zeynep! Şimdi Sezer burda ve Ata'nın ağzını burnunu kırıyor, düşün bunu!

Hayır o aradaki çığlık senin değil.

"Zeynep..."

Yaklaşma daha fazla n'olur.

Yeterince yakındı, itiraz edemeyeceğim kadar çok dokunmuştu artık ama daha fazla bana yakın olmasın! Onu nasıl engelleyecektim?

"... sana zarar vermem." Nefesi aramızdaki boy farkını vurgularcasına, önce alnımdaki saçlarıma değerek indi yanağıma.

Soluyarak yalvardım devam etmemesi için. "Ata, lütfen..."

Nereye gittiğini bilmeyen bir kızdım ben ve sonu olmayan şeyleri en başından tanıyacak kadar yaşamıştım bir şeyleri. Bunun sonu yoktu çünkü aramızdaki bu şeyin ne zaman başladığını bilmiyordum.

Bu bilinmezlik...

"Merakımı durduramıyorum." Dedi ama bunu dile getirmek niye bu kadar zorlamıştı ses tonunu.

"Aklımdan çıkmıyorsun."

Zorlukla yuttuğum şey neydi? Neden nefesim boğazımda birikip, orada beni boğacak bir kasırgaya dönüşüyordu!?

Bilmiyorum! Neden aklındayım bilmiyorum Ata!

Başımı iki yana sallarken hareket etmekten, beni durdurmak için tekrar dokunmasından deli gibi korkuyordum.

"Ben bir şey yapmadım."

"Sorun da bu! Hiçbir şey yapmadan sadece baktın... Neden?"

Diğer kolunun belimden geçip parmaklıklara tutunduğunu hissettiğim an kapalı gözlerimi iyice sıkarak kastım kendimi. Yeniden kıskacındaydım.

Daha yakındı, sol kolumda kalbinin düzenli atışlarını hissedebiliyordum. Neden benimki kafayı yemiş gibi çırpınarak oradan oraya vuruyordu kendini?

"Neden bu kadar saklıyorsun kendini?"

Mecburum. "Gitmek istiyorum."

"Bak bana."

Başımı iki yana sallayarak tıpkı o gecenin kelimeleriyle oynarcasına itiraz ettim hemen. Bu defa korktuğum şey üzerime gelip bana zarar vereceği düşüncesi değildi.

Paniktim, heyecandan ölecektim sanki. Ona baktığım an her şeyi görecektim ama her şeyimi de verecekmişim gibi hissedişim o kadar kuvvetliydi ki...

"Hadi Zeynep..." Yolumu kesen elini çekti ve demirin soğuğuyla buz tutmuş parmakları şapkamın arasında sızarak hafifçe yanağıma dokundu.

Bütün tüylerim anında diken diken olurken, soğuk olmasına rağmen bir şey eriyerek aktı içimde.

Yapma Zeynep. Aç gözlerini, kapatırsan sadece onu hissedersin. Etrafına bak, aklını oyalayacak başka bir ayrıntı bul!

Beynimin emirleri bile o kadar kontrolsüz ve panikti ki hislerimden kurtulmak için gözlerimi açtığım an, onun emrine uyarak, yemyeşil gözleriyle buluştu bakışlarım.

"Ata..."

Gözleri karanlığa rağmen yüzümün tamamını görmek için çehremde gezindikten hemen sonra tekrar gözlerime döndü.

"O telefonu bir daha kapatma. Sakinleş, kızgınlığın geçsin konuşalım."

"Hayır. Sadece gitmek istiyorum, bırak lütfen..."

Ata başını hafifçe iki yana sallarken benim istemeyişimdeki kadar elinde değilmiş gibi...

"Öyle her istediğimiz olmuyor." Dedi.

"Şu an ne istiyorum, bilmek bile istemezsin."

Bu kadar yakınken mi? Sıcak nefesi üşümüş yüzüme o kadar tatlı bir okşamayla değiyordu ki...

Mahvolursun, geri çekil Zeynep.

"Ata lütfen." Zorlukla yutkundum, içim deli gibi titriyordu.

"Tamam, yaptığın da öğrendiğin de kar kalsın yanına ama beni rahat bırak artık."

"Konuşacak mıyız?"

Nefesimi gürültüyle verip yanağıma bastırdığı elini zorlayarak tekrar önüme döndüm. Yüzümü eline iyice yasladığımın farkında olan tek yer kalbimdi. Orada hiç iyi şeyler yaşanmayacaktı ve ben hıçkıra hıçkıra ağlayacakmış gibi... doluydum.

Neden bu kadar ısrarcıydı? Özür dile, kabul edeyim bitsin.

Söylediklerini unutayım, bu yakınlığı, o imalarını... hepsi yaşanmamış gibi.

"Neden bu kadar ısrarcısın?" İçimde tutamadım bu soruyu.

"Bir amacın varsa, o ben değilim Ata. Sana bütün varlığım üzerine yemin ederim ki, merakını cezbedemeyecek kadar hiçim. Ne istiyorsun bilmiyorum, ama sana vereceğim hiçbir şeyim yok."

"Var." Hiddetle başımı çevirip bu inadına karşılık çattım kaşlarımı.

İnsanların benden tek beklentisi onların veya başkalarının altına yatmamdı. O da bunu mu isteyecekti?

Ne sanıyordum? Ata'yı diğer insanların düşüncesiz kirli zihniyetinden ayıran neydi ki?

Sessiz sakin, iki ellense, bir iki yatağa girip çıksa bile sesini çıkarmayacak kadar çaresiz, kimsesiz; aklı yarım bir kimliğim yok muydu benim.

"Benden uzak dur." Eğer Ata'nın da gözünde bu olduğumu öğrenirsem bir şeyleri toparlamaya gücüm yetmezdi.

"Yeter!" Dedim ama istediğim kadar şiddetli çıkmadı sesim.

Onun kollarından kurtulduğum an ileri atılıp hemen köşeyi döndüm.

"O telefonu kapatma Zeynep! Bir dahakine, gelmek için bu kadar beklemem!"

Sabır. SABIR İSTİYORUM. Beni rahat bırakacağı güne kadar sadece sabır. Allah'ım yalvarıyorum sana, lütfen birazcık bile olur!

"Defol git!"

Ata ellerini pantolonun cebine sıkıştırıp bir adım geri giderek kaldırımdan inerken güldü, piç!

Ve ben bu görüntüye, yanaklarında ilk kez beliren çizgilere, hem irade hem de sinir ç idaresi olarak dayanamadığından, yeri döve döve geri dönüp yürüdüm.

"İyi geceler. İlaçlarını garaj kapısına bıraktım."

•••

•••
Merhabaaa.
Öncelikle herkese hayırlı bayramlar. Umarım sağlıklı ve sevdiklerinizle mutlu bir bayram oluyordur sizin için.

BY 9'un yorumları efsaneydi döne döne okudum da okudum, o kadar güzeldi kii. Çoook teşekkür ederim hepinize.

Bir hata veya sorun olabilir, ilgilenmem için bana bildirin lütfen.🌸

Sırada Asi var. Birkaç gün içinde onu da yükleyeceğim.

Tekrar görüşene kadar keyifli okumalar, güzel güzel günler dilerim hepinize.

Hoşçakalııın 💜

•••

Büyüdüğüm YOL için inanılmaz çalışmalar alıyorum ve kesinlikle siz de görmelisiniz.

@vvhizzerr güzelim tekrar tekrar teşekkür ederim 🌸

•••
@hilaldipity 🌸 tatlı kıız ellerine sağlık.

•••

Continue Reading

You'll Also Like

Eftalya By esmaa

Teen Fiction

400K 19.6K 23
Eftal: Hamileyim Dora. Eftal: Cidden hamileyim.
960K 60K 39
"Bana cehennemi yaşatmana rağmen, sen benim cennetimsin Meira." Fantastik değildir. DİKKAT! Bu kitapta cinayet, cinsel istismar, psikolojik ve fizik...
1.2M 50.9K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
1.1M 41.1K 48
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...