Dolunayın Altında

By Berceste_sb

1.1M 72.1K 31.4K

Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne ya... More

1. Bölüm
2. bölüm
3. bölüm
4. bölüm
5. bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
46. Bölüm
47. Bölüm
48. Bölüm
49. Bölüm
50. Bölüm
51. Bölüm
52. Bölüm
53. Bölüm
54. Bölüm
55. Bölüm
56. Bölüm
57. Bölüm
58. Bölüm
59. Bölüm -Sezon Finali-
60. Bölüm
61. Bölüm
63. Bölüm
64. Bölüm
65. Bölüm
66. Bölüm
67. Bölüm
68. Bölüm
69. Bölüm
70. Bölüm
71. Bölüm
72. Bölüm
73. Bölüm
74. Bölüm
75. Bölüm
76. Bölüm
77. Bölüm
78. Bölüm
79. Bölüm
80. Bölüm
81. Bölüm
82. Bölüm
83. Bölüm
84. Bölüm |Final Part 1| "Aydınlıkta ve Karanlıkta..."
85. Bölüm |Final Part 2| "Sonda ve Sonsuzlukta..."

62. Bölüm

9.7K 754 454
By Berceste_sb

Ben geldimm. Okumaya başlamadan önce oy vermeyi unutmayınn.

Multideki şarkıya bakabilirsiniz.

İyi okumalarr 🖤

Korkuyla gözlerimi irileştirip elin sahibine bakmaya çalıştım. Ama öyle sıkı tutuyordu ki hareket edemiyordum. Başımı göğsüne yaslamamı sağlamış ve konuşmamı engellemişti. Diğer elini yavaşça boynuma çıkardığında ise ondan kurtulmaya çalışmıştım ama nafileydi.

Boynuma hafif bir baskı uyguladığında soğuk nefesini saçlarımın arasında hissettim. Kimdi bu ve içeri nasıl girmişti? Hera'nın sesimizi duyup şimdiye kadar buraya gelmiş olması gerekiyordu. Ya onlara bir şey yapmışsa? Bu düşünceyle gözlerimi sıkıca kapattım. Tam o anda ise tiz sesiyle konuştu.

"Beni özledin mi melekcik?" Dedi.

Ateş...

Sesini duymamla ondan kurtulmak için debelenmiştim. Yerimi nasıl bulmuştu hiçbir fikrim yoktu... geçitler kapalıyken bile beni buluyorsa ondan saklanmanın imkanı yoktu. Sanırım buna alışsam iyi olurdu.

Sorusuna karşın başımı sinirle olumsuz anlamda salladım. Ağzımı kapattığı elini hâlâ çekmemişti. Cıkladı ve alaycı bir şekilde konuşmaya devam etti. "Ama ben seni çok özledim" dediğinde dişlerimi sıktım. Başını çevirip salonda gözlerini gezdirdi. "Demek burada saklanıyorsun" dedi ve devam etti. "Sarayda kalmanı beklerdim"

Anlamaz bir şekilde sessizce onu dinledim. Ne sarayından bahsediyordu? Ortada saray yoktu. Debelenmeyi bırakmıştım belki ondan bir şeyler öğrenebilirim diye. Ellerimi tutmadığı için kıyafetimin kemerinde bulduğum küçük hançerin kulpunu sıkıca kavradım. O ise her şeyden habersiz konuşmaya devam etti.

"Lena sarayında kalıyordu. Seni buraya getirmeleri aptalca" dedi sonrada umursamaz bir şekilde devam etti. "En azından muhafızlarla uğraşmak zorunda kalmayacağım"

Kendi kendine konuşuyor gibi görünüyordu. "Savaş'ın beni bir kez daha öldüremeyecek olması ne yazık" deyip boynumda ki elini çekti ve yüzüme çıkarıp baş parmağını yanağımda gezdirdi. "Beni öldürmeye çok hevesli görünüyordu" dedi ve güldü. "Zindandan kaçtığım zaman tek şaşırmayın o'ydu. Sanırım kaçacağımı biliyordu"

Konuşmasını bitirdikten sonra ellerini üzerimden çekti. Beni bıraktığında karşısına geçmiştim. Arkamı dönüp yüzüne baktım. Buraya gelmeden önce yanağında açtığım yaranın izi kalmıştı.
Gözleri yine kırmızı rengini almış, vücudunu dikleştirmiş bana bakıyordu. Suratı ifadesizdi. Ne düşündüğünü anlamak neredeyse imkansızdı.

Gözlerimi kısıp onu tiksintiyle inceledim. Sıkılmıştım artık. Bize yaptıklarından sonra onu öldürme isteğim artmıştı. "Burayı nasıl buldun" dedim kendimden ödün vermeyerek. Korkmuyordum artık.

Sakin bir ses tonuyla devam etti. Sanki beni öldürmeye gelen kendisi değilmiş gibi. Omuz silkip ellerini giydiği siyah pantolonun cebine soktu. "Bulmadım" dedi. "Burası gerçek değil" dediğinde kaşlarımı çattım. Şizofren gibi davranıyordu. Ruh koruyucusundan ne beklenirdi ki zaten?

"Saçmalamayı kes" dedim sinirle. Bana gözlerini kısarak baktı. Memnun değildi bu durumdan. Ona karşı çıkmamı istemiyordu. "Sana bir soru sordum"

Dudaklarını ıslattı ve başını hafifçe sağa doğru eğdi. Silüeti karıncalanıyordu ama bunun nedenini anlamamıştım. "Gerçekten rüyada olduğunu anlamayacak kadar saf mısın?" Dediğinde derin bir nefes alıp başımı pencereye çevirdim. Etraf karanlıktı ve görüntü gidip geliyordu. Kimsenin sesimizi duymaması bu yüzdendi...

Gözlerimi kapatıp nefesimi yavaşça dışarı bıraktım. Gerçekte bulamamıştım yerimi. Burada değildi. Bu bir tık rahatlamama neden olmuştu. "Ne istiyorsun Ateş?"

Dudağının kenarı tehlikeli bir şekilde kıvrıldı. Sanki bu soruyu sormamı bekliyordu. "Ruhunu" dedi ve elini kaldırdı. Parmaklarının arasında dolanan gri duman, Ateş'e itaat etti. Onun bir ruh olduğunu anlamak zor değildi. Ama kimin ruhu... "Ruhunda diğerleri gibi bana teslim olmak istiyor" deyip avcunu kapattı. "Ama buna izin vermiyorsun" dediğinde bakışlarımı yüzüne çıkardım. Yüz ifadesi kararmıştı. "Onu istiyorum." Dedi. "Ne kadar işime yarayacağını bir bilsen" tüylerim diken diken oldu.

Gözlerimi avcundaki ruhtan ayırmazken titrememi zor durdurdum. Üzerimde korkutucu bir etkisi vardı. Söylediği sözler ise... o konuya hiç girmek istemiyordum. "Git buradan Ateş" dediğimde bulunduğumuz durumu umursamadan güldü.

"Amacıma bu kadar yaklaşmışken küçük bir kızın önüme geçmesine izin vermeyeceğim" dedi ve başını salladı. "Bu sefer olmaz"

Sarfettiği cümleleri duymamla omuzlarımı dikleştirdim. "Rüyadayız Ateş, kendini kandırıyorsun" dediğimde alaylı bir şekilde konuştu.

"Evet, rüyadayız. Ama bu sana zarar vermeme engel değil" kaşlarımı çattığımda bana yaklaştı. Tam karşımda duruyordu. Aramızda bir adım bile yoktu.

"Dene o zaman" dedim. "Benim rüyamdayız, kim kime zarar veriyor görelim" dediğimde ise güldü.

"Savaş'ın seni neden sevdiğini şimdi anladım" dedi. "Çok inatçısın" deyip başını bana doğru eğdi. Omuzlarımı dikleştirip gözlerimi kıstım.

"Dikkat et o inatçı kız seni ruhlarının yanına göndermesin" anlaşmayı kabul edersem neler olacağından haberi yoktu ne de olsa. Aptal...

Sinirle güldü ve saçlarını karıştırdı. "Oradayken seni öldürmeliydim" deyip dudaklarını büzdü. "Şu anda seninle uğraşmak yerini ruhunla oynuyor olurdum" dedi. "Ve bu ne kadar eğlenceli bilemezsin"

Ellerini arkasında birleştirdi. Yüzündeki alaycı ifade gitmişti. "Şimdi senin yüzünden güçlerimi tamamıyla kullanamıyorum" dedi tiksintiyle. Dişlerimi sıkıp pençelerimi çıkardım. İnsan parmaklarımın yerini alan kurt pençelerini hisseder olmuştum. Hayır, dönüşmeyecektim. Şimdilik bu yeterdi. Gücümü kullanmam için bu bedenimde olmam gerekiyordu.

Pençelerim sivrileşmeye devam ederken Ateş onlara kısa bir bakış attı. Nedense bunları onun yüzüne geçirmek istiyordum. Bir ayağımı arkaya verip gözlerimi kıstım. Gözleri tekrar kırmızı halini aldığında kanatlarımı sıkıca kapattım. Gözlerimin yeşil olduğunu şimdiden hissediyordum.

"Bana ölmemek için yalvaracağın günlerde olacak Ateş" dedim. Bu özgüvenim nereden geliyordu bilmiyordum ama yatağın üzerindeki taca dokunduktan sonra olmuştu. İçimde büyük bir öfke vardı ama korku yoktu. Üstelik öfke olduğu kadar özgüvende vardı.

İçimde başka biri vardı sanki...

"Dikkat et!"

Zihnimde yankılanan bir kadının sesiyle düşüncelerimden hızla sıyrıldım ve Ateş'e baktım. Arkasında ki hayalet gibi duran ruhları gördüğümde kaşlarım çatıldı. Hayalete benziyorlardı ama griydiler. Sadece ağızları vardı yüzlerinde. Gerçi yüzleri bile yoktu. Bu görüntüyle tüylerim ürpermişti. Çok korkutucu duruyorlardı.

"Korkma" dedi yine aynı kadın. Sanırım gerçekten içimde biri vardı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Şimdi bunu düşünmenin sırası değil Dolunay..." dediğinde sakinleşerek ona hak vermiştim. Şimdi bunu düşünmenin kesinlikle sırası değildi. Üzerime doğru gelen ruhları saymazsak her şey yolundaydı.

Pençemi üzerime gelen bir ruha saplamak için kaldırdığımda işe yaramamıştı. Dokunamıyordum onlara. Etrafımda dolaşıp görüş alanımı engelliyorlardı. Bana her yaklaştıklarında vücudumda ufak batmalar hissediyordum ve nefesim daralıyordu. Ateş'i görememem ise sinirimi bozmuştu. Gri dumanlardan başka bir şey görmüyordum.

"Onlara fiziksel zarar veremezsin" dedi kadın. "Gücünü kullan" dediğinde ruhlarda kurtulamamamın verdiği sinirle homurdandım.

"Keşke nasıl kullanacağımı da söyleseydin" dediğimde Ateş'in sesini duydum.

"Kendi kendine mi konuşuyorsun Dolunay?" Dedi. Dönüp sesin geldiği yere bakmaya çalıştım. Gri dumandan gözükmüyordu. Gözlerimi kısmak zorunda kalmıştım. "Bu iş eğlenceli olmaya başlıyor"

"Bu senin gücün Dolunay" dedi kadın ve devam etti. "Onu nasıl kullanacağına sen karar verirsin"

Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Şu ruhlardan bir an önce kurtulmak istiyordum. Bir kalkan sayesinde...

Ellerimi kaldırdığımda avuçlarımdan çıkan yeşil ışık etrafıma yansıdı. Avuç içlerimden yayılan sıcaklığı ve yanmayı artık her tarafımda hissediyordum. Bunu yaptıktan kısa bir süre sonra, bir ışık hüzmesi etrafımı koza şeklinde çevreledi. Kendimi şeffaf, yeşil bir kalkanın içine almıştım. Artık etrafımda herhangi bir ruh yoktu. Görüş açım netti. Ateş'i bana şaşkınlıkla bakarken görebiliyordum.

İlk şaşırsada sonra elini kaldırarak ruhları geri çekti. Umursamaz bir şekilde etrafıma ördüğüm kalkana baktı. Bakışlarını gözlerimde sabitlediğinde kalkanı indirdim. Sıkıntılı bir nefes aldı. Gücümü kullanmamı istemiyordu. Bu onun işini zorlaştıracak olmalıydı. 

"Dünyada sadece sen kaldın Dolunay.  Tek başına kazanabileceğini sanıyor musun gerçekten?" Dediğinde nefesimi yavaşça dışarı bıraktım. "Neden pes etmiyorsun?" Dedi. Canı sıkılmış gibi gözüküyordu. Amacına bir an önce ulaşmak istiyordu ama benim varlığım ona engel oluyordu.

"Çünkü ona pes etmemesini söyledim" arkamdan gelen bir kadın sesiyle yavaşça o tarafa baktım. Gördüğüm kişiyle ise dona kaldım.

Yeşil gözler ve kahverengi saç... Bu çerçevede gördüğüm kadındı.

Yani Lena...

Sanki dilimi yutmuştum. Konuşamıyordum. Ne diyeceğimi bilmiyordum zaten. Benimle zihnimden konuşan o'ydu. Şaşırmıştım. Bunu kesinlikle beklemiyordum.

Lena yavaş adımlarla ilerleyip yanımda durdu. Sanki kraliçe olmak için doğmuştu. Her adımından bu belli oluyordu. Etrafa yaydığı gücü hissedebiliyordum. Ben onu izliyordum o ise Ateş'i. Gördüklerimi idrak edememiştim hala. O rüyamda mıydı?

Onu incelemeyi bırakıp affallamış olan Ateş'e döndüm. O da benim gibi şaşkındı. Beklemiyordu Lena'yı görmeyi.

"Ruhumu özgür bırakacaksın Ateş" dedi tiz ve emir veren bir ses tonuyla. "Bu kadar oyun yeter"

Ateş yutkunarak elini boynundaki kolyeye götürdü. Titriyordu. Bu kadar çok mu korkuyordu Lena'dan?

Titrek bir nefes alıp dudaklarımı ıslattım. Şaşkındım. Şeytan, ablasını rüyamda gördüğümü bilseydi ne olurdu? Bunu düşünmeden edemiyordum. Ruhunun Ateş tarafından tutulduğunu bilseydi... sanırım bu sefer onu kimse tutamazdı.

"Hayır" dedi Ateş. Tekrar ifadesiz halini almıştı. Korkusu geçmiş gibi duruyordu. "Kimse bir yere gitmiyor" deyip kolyesinin ucundaki taşı sıktı. "Benden önceki ruh koruyucularına yaptığınız gibi sizde acı çekeceksiniz" dedi. "Dünyada tek ben kalacağım. O zaman insanlar bile bana hizmet edecek" vücudunu dikleştirip güldü.  "Bunu yapmak varken neden sana ruhunu vereyim?"

Yanımda duran Lena başını olumsuz anlamda salladı ve bıkkınca konuştu. "Beni sinir ediyorsun" deyip elini kaldırdı. Elinden çıkan yeşil ışık yüzeye yansıdı. Kulübeden kısa bir süre önce çıkmıştık. Dışarıda olduğumuz için rüzgar vardı. "Bari rüyasında rahat bırak kızı" dediğinde kaşlarımı kaldırdım. Benden bahsediyordu sanırım. Ateş gözlerini devirmişti.

Yeşil ışıklardan oluşan bir kaplan silüeti tam yanımızda belirdiğinde kısa bir süreliğine şaşırmıştım. Bunu bende yapabilir miydim?

Kaplan, sanki gerçekmiş gibi ikimizin etrafında bir süre dolandı. Sonra ise karşımızda dikilen Ateş'i gördü. Ona doğru ilerlemeye başladığında Ateş ortadan kaybolmuştu bile. Silüeti yavaş yavaş silinip sonunda yok olmuştu. Yani gitmişti...

Lena gülümseyerek bana döndüğünde bakışlarımı ona çevirmiştim. "Kendini çok abartıyor" dedi. Ateş'ten bahsediyordu. "Eminim ki onu yeneceksin Dolunay"

Başımı olumsuz anlamda sallayıp bakışlarımı yüzünden çektim. "Sizin kadar güçlü değilim" dediğimde sıcak bir şekilde gülümseyip elini omzuma koydu.

"Sen bizden bile güçlüsün" dedi ve devam etti. "Gücünü bir kurt ve melekten alıyorsun Dolunay" deyip arkamda sıkıca kapattığım kanatlarıma baktı. "O sadece öldürdüğü koruyucuların ruhlarını elinde tutuyor" Derin bir nefes aldı. "Anlık bir sinirle benimde ruhum artık onun elinde" dediğinde başımı kaldırdım. Şeytanla kavga etmişti öldüğü gün. Sanırım Ateş'e saldırmayı denemişti. "Küçük bir hata yüzünden hem halkımı hemde bütün dünyayı tehlikeye attım" dedi. "Halkımın başına geçmeni istiyorum Dolunay" deyip devam etti. "Onlar benim ailem. Hepsini geride bıraktım. O yaşlılar halkımı düzgün yönetemiyor"

Kaşlarımı çattım. "Hangi yaşlılar?" dediğimde gülümsedi.

"Uyanınca anlayacaksın" dediğinde başımı salladım.

"Sizin..." dedim ve duraksadım. "Geri gelme gibi bir şansınız var mı?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Benim için yapabilecek bir şey kalmadı" dedi. "Tek istediğim Ateş'in ruhumu bırakması. O zaman tamamen gideceğim" sıkıntıyla nefes aldı. "Buna daha fazla katlanmak istemiyorum. Onun yüzünden arafta sıkışıp kaldım" yutkundu ve acıyla baktı bana. "Ne ölebiliyorum ne de yaşayabiliyorum" dedi. "Su koruyucusuda aynı durumda"

Üzüntüyle bakışlarımı yüzünden çektim. "Ama..." deyip gözlerime baktı. "Arkadaşın için bir şans var" dediğinde kaşlarımı çattım. Yiğitten bahsediyordu. "Bir yıl geçmeden onu geri getirebilirsin"

Titrek bir nefes alıp konuştum. "Yani..." dedim. "Her şey benim elimde"

"Başaracaksın" dedi ve gülümsedi. "Sana inanıyorum" Bende gülümsediğimde tekrar konuştu. "Savaş'ın yanına gitmende yardım edeceğim" deyip devam etti. "Bunun karşılığında tek bir şey istiyorum" başımı salladım. İstediği şeyi biliyordum. Halkına iyi bakmamı istiyordu...

"Bundan emin olabilirsiniz" dedim.

"O zaman arkadaşlarını daha fazla bekletmeyelim" elini kaldırıp yeşil ışığın parmakları arasında dolaşmasına izin verdi. "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum Dolunay"

"Bende efendim" dediğimde önce onun silüeti gitti. Sonra ise her yer karardı...

                             🍃

"Neden uyanmıyor?" Bulut'un sesini yakınımda duymamla kapalı olan gözlerimi aralamaya çalıştım. Uyumama rağmen Ateş yüzünden hala uykum vardı. Yorgun hissediyordum.

Gözlerimi araladığımda anladığım kadarıyla daha sabah olmamıştı. Hava karanlıktı. Bulunduğum odanın ışığını açmış, üçüde başımda dikiliyordu. Sanırım Lena bundan bahsediyordu.

"Sonunda uyanabildin" Hera konuştuğunda yattığım yerden doğruldum ve uyuşan kanatlarımı silkeledim. Üzerimde uyumak için giydiğim kıyafet duruyordu. Sehpanın üzerindeki taç ise parlamaya devam ediyordu. 

"Bir sorun mu var?" Sorumu Batu cevapladı.

"Acele etmemiz lazım" dedi. "O yüzden artık yataktan kalkman gerekiyor" dediğinde kaşlarımı çattım.

"Sessiz olun" dedi Bulut. "Bizi duyarlarsa asla öğrenemeyiz"

"Neyi?" Dediğimde gözüm Batu'nun üzerinde ki zırha takılmıştı. Kılıcı bile üzerinde duruyordu.

"Sonra açıklayacağız" dedi Hera. Düşüncelerimden sıyrılarak hızla üzerimdeki örtüyü kaldırdım ve yataktan kalktım. Beni beklemeden kapıya ilerlediklerinde gözlerimi devirdim. Üzerimi değiştirecek zaman bile vermemişlerdi.

Kulübeden ışıkları açmadan ve sessiz bir şekilde çıktığımızda üçüde ormanın içine doğru ilerledi. "Bir açıklama yapsanız hiç fena olmazdı" dediğimde beni dinlemediler. Bıkkınlıkla kanatlarımı açtım ve önlerine geçtim. "Ne oluyor?" Dediğimde üçüde gözlerini irileştirdi. Hera başını konuşmamam için endişeyle salladığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

Sağ tarafımızdan bir dal kırılma sesi geldiğinde ise Batu beni kolumdan tuttuğu gibi çalılıkların arasına çekti. Gece olduğu için önümü göremiyordum. Birlikte çalıların arasına saklandığımızda sinirle inleyip bakışlarımı onlardan çektim ve önümüzde duran açık araziye yönlendirdim. Çalılıklar yüzünden kesik kesik görebiliyordum boş araziyi ama büyük bir ateşin yandığını farketmiştim. Arazinin tam ortasında yanan ateş, etrafına dizilen insanların yüzlerini aydınlatıyordu. Ateşin etrafını daire şeklinde çevrelemiş, ağaç kütüklerinin üzerinde oturuyorlardı. Sohbet ediyor gibi gözüküyorlardı. Ya da bir şeyi tartışıyorlardı. Onları bu kadar uzaktan duyamamıştım.

Daha dikkatli baktığım zaman, bu insanların yaşlı olduklarını gördüm. Sanırım Lena'nın bahsettiği yaşlılar onlardı. Halkını iyi yönetemeyen yaşlılar...

Derin bir nefes alıp sessizleşmiş arkadaşlarıma döndüm. Bulut, gözlerini kısıp çalılıkların arasından yaşlıları izlerken, Hera tam onun yanında durmuş yaşlıların yüzlerini inceliyordu. Batu ise kaşlarını çatmıştı.

"Konsey toplantısı" dedi Batu ve önündeki çalılığın dalını çekerek devam etti. "Driad'ların en yaşlıları" deyip insanları işaret etti. "Halkı onlar yönetiyordu" bakışlarını onlardan çekip bana döndü. "Tabi sen gelmeden önce"

"Halkı iyi yönetemiyorlar" dedi Hera ve sıkıntıyla bana baktı. "Onlar yüzünden topraklarımız Avcılar tarafından işgal edildi" tekrar önüne döndüğünde gözlerinde hüzün vardı. "Bir an önce başa geçmen gerekiyor Dolunay" dedi. "Yoksa yönetilecek bir krallık kalmayacak"

Kaşlarımı çatarak Hera'ya döndüm. "Krallık?" Dediğimde Bulut yaşlıları izlemeyi bırakıp bana döndü.

"Driad türünün sadece bu kasabadan oluştuğunu sanmıyordun heralde" dediğinde gözlerim irileşti. Öyle sanıyordum... "Burası krallığın küçük bir kasabası"

Sıkıntıyla nefes alıp dudaklarımı dişleyerek önüme döndüm. Krallık demişti... Ben büyük bir krallığı yönetecektim! Bunu nasıl yapacaktım ki? Ben krallık yönetmekten anlamazdım ama Lena'ya söz vermiştim...

Yutkunarak ortada yanan büyük ateşi izledim. Şimdi şeytan yanımda olsaydı bana yardım ederdi. O anlardı yönetmekten...

"Dolunay?" Dedi Bulut ve yüzümü büyük bir dikkatle inceledi. "Sen iyi misin? Endişeli gözüküyorsun" dediğinde gözlerimi kapattım. İyiyim anlamında başımı salladığımda tekrar önüne dönmüştü.

Ne yapacaktım ben?

Sakin olmaya çalışarak gözlerimi açtım ve yaşlıları inceledim. Ateş ışığının yansıdığı yüzlerinden anladığım kadarıyla önemli bir mesele konuşuyorlardı. Hera'nın babaannesi de oradaydı. "Ne konuşuyorlar?" Sorumu Batu cevapladı.

"Kaderini" dediğinde kaşlarımı çattım. "Seni Saraya götürmeyi planlıyorlar. Bazıları buraya gelmenden rahatsız" dedi ve devam etti. "Yöneticiliklerini ellerinden alacağın için"

Sanırım biraz önce kendime yeni düşmanlar edinmiştim...

Bir kaç dakika sonra, Bulut'un bir ağaç dalını kırması yüzünden bütün yaşlılar bu tarafa dönmüştü. Endişeyle çalılıkların arasına eğilmiştik ama daha çok ses çıkmıştı.

"Dolunay!" Diye uyardı Hera fısıltıyla. "Kanadın" dediğinde kaşlarımı çatarak başımı çevirdim. Kanadımın yarısı çalılıkların dışında kalmıştı, yani yaşlılar tarafından gözükmesi an meselesiydi. Dudaklarımı birbirine bastırıp endişeyle onu geri çektim. Bu girişimim gereksiz olmuştu çünkü  yakalanmıştık...

"Kim var orada?" Gür bir ses bize seslendiğinde dördümüzde birbirimize endişeyle baktık. Bulut başını suçluymuş gibi önüne eğdi ve ayağa kalkarak çalılıkların arasından çıktı. Onu yalnız bırakmamak için Batu, Hera ve bende çıktık çalılıkların arasından. Bizi gördükleri an yüzlerinde gergin bir ifade belirdi.

Başımı önüme eğmiyordum. Hatta suçluluk hissi bile duymuyordum çünkü konseyde benim hakkımda konuşuyorlardı. Onları dinlemek en doğal hakkımdı mantıken.

Önlerinde yan yana durmuştuk şimdi. Hepsi bakışlarını yüzlerimizde gezdiriyordu. Biri hariç... sanırım aralarında en yaşlı olanları o'ydu. Gözlerini yüzümden ayırmıyor, ifadesiz bir şekilde beni izliyordu. Açıkçası bu çok rahatsız ediciydi.

Ellerimi arkamda birleştirip ortadaki, diğerlerine göre daha az yaşlı olan adama baktım. Arkadaşlarım başlarını önlerine eğsede ben eğmemiş, hepsinin gözlerine bakmaktan çekinmemiştim. Sanırım kraliçe olmak o kadarda kötü değildi...

"Konsey toplantısını dinlemenin büyük bir suç olduğunu biliyorsunuz değil mi çocuklar?" Dediğinde adam, arkadaşlarım başını salladı. Ben ise gözlerine bakmaya devam ettim ve konuştum. 

"Benim hakkımda konuşuyorsunuz, sanırım sizi dinlemek en büyük hakkım" dediğimde Batu gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Bulut kendini tutamamış, kıkırdamıştı. Hera ise ciddi duruyordu çünkü babaannesi karşısında oturuyordu.

Adam üzerimi büyük bir dikkatle inceledi. Yanımdaki üçlü kıyafetimi değiştirmem için zaman vermediğinden gecelikle karşılarında duruyordum. Adam yüzünü buruşturduğunda gözlerimi devirdim.

"Siz gençler her şeyi alaya alıyorsunuz" dedi. "Bir krallığı yönetmekten küçük bir kızın anlayacağını sanmıyorum" dediğinde onaylayan homurtular almıştı.

"Bende yaşlıların anlayacağını fazla sanmıyorum efendim" dedim saygımı koruyarak. "Genellikle geride kalmış oluyorlar ve yönetemedikleri için bütün toprakları satıyorlar" deyip başımı olumsuzca salladım ve iğneleyici bir ses tonuyla konuştum. "Lena bu duruma çok üzülürdü"

Lena'nın adı cümlenin içinde geçtiği anda hepsi gerilmişti. Adam sakin olmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. "Her şeye bir cevabın olduğuna göre..." dedi. "Biz istemesek tahta geçemeyeceğini de biliyorsundur umarım"

Sakince güldüm. Lena benden kendisi tahta geçmemi istemişti. Bunu bilmiyorlardı...

Hera'nın babaannesi konuşmaya başladığında herkes ona döndü. "Aslında..." dedi yaşlı kadın. "18 yaşına girdiği için taht onun hakkı oluyor. Lena bunun için bir not bırakmıştı" deyip gözlerini adamların üzerinde gezdirdi. "Sizde bu notu okumuştunuz yanlış hatırlamıyorsam"

Gülümseyerek bakışlarımı yaşlı kadından çektim ve karşımda bana keskin bakışlar atan adama yönlendirdim. "Saraya ne zaman gidiyoruz?" Dediğimde ıssız ormana sessizlik bir sis gibi çöktü. Etrafta sadece ormanın sesleri duyulurken, kimse ağzını açmaya cesaret edemedi...

                              👑

"Ben..." dedim titreyen sesimle ve Hera'ya baktım. "Bunu yapabileceğimden emin değilim" dediğimde Batu sıkıntıyla iç çekti. Aynı şeyi beşinci söyleyişimdi ama yinede emin olamıyordum.

Şu anda saat sabahın altısıydı, yola çıkmamız gerekiyordu ama ben korkaklık yapıyordum. Emin olamıyordum bunu yapabileceğimden... taç giymeyi kabul edersem bunun geri dönüşü yoktu. Bütün halkın önünde yapamazdım bunu.

Şeytana söylemek için ona bağdan ulaşmayı denemiştim ama cevap vermemişti. Bağ hep olduğu gibi yine sessizdi. Bir kaç denemenin ardından başım ağrıdığı için bırakmak zorunda kalmıştım.

Ateş ise yerimi bulamazdı. Lena bunuda düşünmüştü. Driad krallığının çevresini bir büyü kalkanına almış ve görünmez yapmıştı. O yüzden buraya geldiğim zaman saray ya da başka bir kasaba görememiştim.

Derin bir nefes alıp boynumdaki kolyeyi avuç içime aldım ve gözlerimi kapattım. Şeytanla konuşmaya ihtiyacım vardı benim. Sesini duymaya ihtiyacım vardı.

Bir kezden bir şey olmazdı... neden cevap vermiyordu?

"Her şey üst üste geliyor" dedim ve titrek bir nefes alıp yatağa oturdum. "Üstümde çok büyük bir yük var Hera" deyip yüzümü sıvazladım. "Büyük bir krallığı düzene sokmam lazım, aynı zamanda şeytanın beni unutmasını önlemek için yanına gitmem gerekiyor" bakışlarımı yüzünden çektim. "O kadar zamanımız var mı bunu bile bilmiyorum"

Hera yanıma gelip oturdu ve derin bir nefes aldı. O sırada Bulut konuşmaya başlamıştı. "Sanırım seni teselli etmem gerekiyor ama öyle yapmayacağım" dediğinde kaşlarımı kaldırdım. "Gerçekten üzerinde büyük bir yük var ama sonunu düşün Dolunay" dedi. "Her şey bittikten sonra olacakları, Ateş'in olmadığı zamanı..." Gülümsedi. "Sen sadece Driad'ları değil, bütün dünyayı kurtarmış olacaksın, sonunda herkes mutlu olacak"

Her şey bittiği zaman... ben bunun için savaşıyordum. Sanırım bazı şeyleri bir kenara bırakıp amacıma ulaşmam için çalışmam gerekiyordu.

"Pekala" dedim. "Sanırım bunun için pes etmemem gerekiyor" dediğimde üçüde başını salladı. Ayağa kalkıp bakışlarımı yüzlerinde gezdirdim. "Gidelim ve krallığı şu yaşlılardan geri alalım"

Aşağı indiğimizde adamlar bizi bekliyorlardı. Bu durumdan memnun olmadıkları suratlarında ki ifadeden anlaşılıyordu ama pek umrumda olduğu söylenemezdi. 

Odamda bulduğum tacı tartıştığımız adamın elinde görmemle kaşlarım çatıldı. Ne ara aldığına dair hiçbir fikrim yoktu. Gözlerimi devirip önden ilerleyen Batu'yu takip ettim. Kalabalık bir şekilde kasabadan çıkıp tekrar ormanın içine girdik. Ormanın içindeki şeffaf duvarı görmemle kaşlarımı kaldırdım. Sanırım Lena'nın ördüğü duvardı bu.

Hera başını bana çevirdi ve gülümsedi. Sonra ise önüne dönüp şeffaf duvarın içine girdi. Ortadan kaybolduğunda şaşırmamıştım. Onu takip ederek şeffaf duvardan geçtiğimde yaşlı adamlar çoktan geçmiş, arkada ben, Bulut ve Batu kalmıştık.

Duvardan geçtiğim anda sanki başka bir dünyaya geçmiş gibi hissettim kendimi. Artık ormanda değildik. Driad krallığındaydık...

Bakışlarımı ilk büyük şehirde gezdirdim. Kesinlikle alıştığım krallığa benzemiyordu. Sıra sıra dizilen dükkanlar, evler ve farklı insanlar. Diğer krallıklardan en büyük farkı doğayla iç içe olmasıydı. Gökyüzünde ufak bir bulut bile yoktu. Güneş göz kamaştırıcı bir şekilde yansıyıp, şehrin içindeki büyük şelalenin parlamasını sağlıyordu. Oradan oraya koşuşturan küçük çocuklar, daha önce görmediğim çiçek türleriyle oynuyor ya da bitkilerin toprakta yetişmesini sağlıyorlardı. 

Evler ve dükkanlar rengarenkti. Yerden yükselen çiçekli sarmaşıklar evlerin dış cephesine dolanarak ortaya rengarenk bir görüntü çıkartıyordu.

Batu'nun beni dürtmesiyle başımı olduğu tarafa çevirdim. O an ise şehirden biraz uzakta olan sarayı farkettim. Ormanın içine kurulmuş olan sarayı... tam önünden parlak bir şelale akıyordu. Yeşil sarmaşıklar bütün duvarlarını sarmıştı. Beyaz duvarları olmasa orada bir saray olduğunu farkedemeyecektim neredeyse. Şehirden biraz yüksek bir yere kurulduğu için buradan bakan bir insan sarayı kolaylıkla görebilirdi.

(Yazarınız böyle bir saray resmi bulamadı 🥲) 

Gözlerimi şehirden zar zor ayırıp arkadaşlarıma döndüm. "Her geldiğimde etkileniyorum" dedi Bulut ve derin bir nefes aldı. "Burası farklı bir dünya gibi"

Onu onaylayarak başımı salladım. Havası bile farklıydı. Acaba şeytan burayı görmüş müydü? Görmediyse bir gün onu kesinlikle getirecektim.

Belki birlikte burada bile yaşayabilirdik...

İnsanların -daha doğrusu Driad'ların- arasından geçerken onları büyük bir dikkatle inceledim. Bedenlerinde sarmaşık dövmeleri olduğu gibi çoğunun gözü yeşildi. Orta çağdaki gibi giyiniyorlardı. Normal insanlar gibi pantolon ya da tişört değil. En çok dikkatimi çeken bu olmuştu.

Kanatlarımdan dolayı aralarından geçerken çok fazla meraklı göze maruz kalmıştım. Benden haberleri yoktu. Tek geldiğimiz kasaba biliyordu. Ama bir kaç saat içerisinde hepsinin haberi olacaktı. Kraliçeleri olduğumdan...

Sonunda Saraya varabildiğimizde kapının önünde bizi gören muhafızlar hızla büyük ve sarmaşıklı kapıyı araladılar. Üzerlerinde savaş zırhı vardı. Başlarında ise şekilli bir miğfer.

Derin bir nefes alıp içeri girdim. Bütün pencerelerden güneş ışığı içeri yansıyordu. Sanırım hizmetlilerin geleceğimizden haberi vardı çünkü hepsi bizi karşılamak için büyük salonda bekliyordu. Aynı elbiseleri giymişlerdi.

Kapıdan içeri girip direkt büyük salona geçmiştik. Ben en önde ilerlerken Batu, Hera ve Bulut hemen arkamdan, yaşlı adamlar ise en sondan içeri girmişti. İçeri girdiğim anda büyük salondaki herkes önümde eğilmişti. Ben ise sakin olmaya çalışarak derin bir nefes almıştım. Yapabilirdim...

Herkes tekrar doğruluğundan başımı salladım ve yanıma gelen yaşlı kadına döndüm. Önümüzde duran, komutan olduğunu anladığım adama baktı ve yumuşak bir ses tonuyla konuştu. "Bütün komutanları Saraya davet edin" deyip sıcak bir şekilde gülümsedi. "Ve halka haber verin" dedi. "Kraliçe geri döndü..." 

Adam bana büyük bir şaşkınlıkla baktığında onun haberi olmadığını anlamıştım. Yaşlı kadına dönerek başını salladı ve yanımızdan geçip saraydan hızlı bir şekilde çıktı. Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu.

Tartıştığım yaşlı adam yanıma geldiğinde gözlerimi devirdim. Önümde eğiliyormuş gibi yapıp kimsenin duyamayacağı, imalı bir ses tonuyla konuştu. "Hâlâ vazgeçmek için zamanınız var majesteleri"

Onu terslememeye çalışarak gülümsedim. "Vazgeçmeyeceğimi şimdiye kadar anlamanız lazımdı beyefendi"

Adam bozulsada belli etmemeye çalışarak herkese selam verdikten sonra saraydan çıkmıştı. Onu görevden atma gibi bir yetkim var mıydı acaba? Sanırım bunu Hera'ya soracaktım.

Hizmetliler bana odamı gösterdiğinde tören için hazırlanmam gerektiğini söylemişlerdi ama bir kaç dakika yalnız kalmak istediğimi söyleyip onları dışarı çıkarmıştım. Şimdi büyük ve güneş ışığını doğrudan alan yeni odamda, yatağa oturmuş pencereden şehri izliyordum.

Sadece birazcık başımı dinlemek istemiştim çünkü bundan sonra zamanım olacağını sanmıyordum. Krallığı düzene sokmak için uğraşmam gerekiyordu...

Şeytanla aramızda olan bağda ufak bir dürtü hissettiğimde kaşlarımı çattım.

"Savaş?"

"Önünüzde eğilmem gerekiyor mu Majesteleri?" Dediğinde yavaşça iç çektim.

"Neden cevap vermedin?" Dedim. Ses gelmeyince ise devam ettim. "Seni bekledim Savaş. Sesini duymaya ihtiyacım vardı"

"Özür dilerim" dedi. "Bir şey için uğraşıyordum"

"Benden daha mı önemli?"

Trip atıyor gibi gözükebilirdim ama kırılmıştım. Ona ihtiyacım varken yanımda değildi. Ben ise onun yanına gitmek için uğraşıyordum.

"İkimiz için uğraşıyorum meleğim" dedi yumuşak bir ses tonuyla. "Sadece bekle"

"Sana sarılmak istiyorum şeytan" Dedim. "Keşke yanımda olabilsen"

Odamın kapısı çaldığında başımı o tarafa çevirdim.

"Sanırım gitmen gerekiyor" dedi. "Sadece akşamı bekle Dolunay..."

Son sözlerini söyledikten sonra bağı kapatmıştı. Ne olduğunu bile soramamıştım...

Derin bir nefes alıp hizmetli kızlara döndüm. Hera da yanlarındaydı. Elinde bir elbise tutuyordu. O hazırlanmıştı bile... Yarım saat içerisinde ise her şeyim tamamdı. Normal bir elbise giymemiştim. Elbiseye ek olarak kanatlarımı da içine alan kırmızı bir pelerin vardı. Ne kadar itiraz etsemde Hera bana onu zorla giydirmişti. 

Kanatlarımı arkamda sıkıca kapattım ve aynada kendime baktım. Saçımı salık bırakmışlardı. Boynumdaki kolyem parlıyordu.

"Çok güzel oldunuz efendim" hazırlanmamda yardım eden kızlardan biri konuştuğunda başımı salladım. Çok heyecanlı görünüyorlardı. Benim aksime...

Derin bir nefes alıp ayağa kalktım ve Hera'ya döndüm. "Gidelim mi?" Dediğimde beni onayladı.

Arkamda bir kaç muhafızla koridorda ilerlerken başım dikti. Etrafı inceliyordum arada sırada ama gözlerim Batu ve Bulut'u arıyordu. Saraydaki tek arkadaşım onlar olduğu için bu kadar muhafız ve askerin yanında yabancılık çekiyordum.

Ama alışacaktım...

Büyük, sarmaşıkların çevrelediği kapının önüne geldiğimizde, kapının önünde Batu ve Bulut'la karşılaşmıştık. Batu'nun üzerindeki zırh ve kırmızı pelerini gördüğümde kaşlarımı kaldırdım. O da mı Alp gibi komutandı?

Bulut'a döndüğümde onun her zamanki kıyafetlerini giymiş olduğunu gördüm. Normal duruyordu...

Batu hafif bir baş selamıyla bana elini uzattı. Kapının arkasında neyle karşılaşacağımı az çok tahmin ediyordum. Bir taht ve düzinelerce komutan. Bu düşüncemle daha çok stres olmuştum. Batu koluna girmemi sağladığında nefesimi yavaşça dışarı bıraktım. Tahtta kadar bana eşlik edecek olmalıydı.

Muhafızlar kapıyı aralamadan önce Batu sakin bir ses tonuyla konuştu. "Sakin ol" dedi. "Sadece küçük bir tören" dediğinde gözlerimi devirdim çünkü kesinlikle küçük değildi. Taht salonunda tahminimden daha fazla insan vardı. Hepsinin üzerinde ise zırhlar ve pelerinler. Hazırlanmam sırasında Hera'dan aldığım bilgilere göre bu törenlere komutanlar katılırdı, halka ise haber verilirdi.

Sanırım bir çeşit gelenekti...

Sakin olmaya çalışarak Batu'nun beni yönlendirmesine izin verdim. Sarmaşıklarla kaplı altın tahttın hemen yanında konsey üyeleri, yani yaşlı adamlar duruyordu. Birinin elinde yatağın üzerinde bulduğum taç vardı.

Derin bir nefes alıp üzerimdeki bakışlar eşliğinde tahttın önüne geldim. Salona büyük bir sessizlik çökmüştü. Tartıştığım yaşlı adam ifadesizdi. Tahtta oturduğumda bakışlarımı askerlerin yüzlerinde gezdirmek için zamanım olmuştu. Mutlu gözüküyorlardı...

Tahttın yanındaki tacı tutan yaşlı adam kısa bir konuşma yapmıştı ama dikkatimi ona verememiştim. Tacı eline aldığında gözlerimi kapattım. O an ise birinin sesi zihnimde yankılandı.

"Teşekkür ederim Dolunay..." dedi Lena. "Artık halkım için endişelenmeyeceğim" Ben gözlerimi açmadan önce son kez konuştu. "Halkımı iyi bir şekilde yöneteceğini biliyorum..."

Sözlerinden sonra adam tacı yavaşça başıma yerleştirdi.

Artık geri dönüş yoktu...

"Bundan sonra tek liderimiz ve kraliçemiz son doğa koruyucusudur" dedi yanımdaki adam gür bir sesle.

Adam konuştuktan sonra salondaki herkes sırayla önümde eğilmeye başladı. Tek dizlerini yere yaslayıp başlarını aşağı eğdiler. "Yeni Driad kraliçemize saygımız sonsuz" dedi bir komutan başını yerden kaldırmadan.

"Emrinizdeyiz efendim" bir ses daha büyük salonun duvarlarında yankılandığında o tarafa döndüm.

Son olarak Batu, Hera ve Bulut'ta gülümseyerek eğildiğinde bakışlarımı salonda gezdirdim.

Bugün uzun olacaktı...

                              👑

Tören akşama doğru bitmişti. Neredeyse bütün komutanlarla tanışmış, hepsinin görevlerini ezberlemiştim. İlerde işime yarayacaklardı. Artık kendi krallığım vardı...

Ateş'i yenmemiz için başka krallıkları ikna etmemize ihtiyacımız yoktu. İşe yarayacağından emin olduğum bir planım vardı. Onlar kendi istekleriyle bizim yanımızda olacaklardı. İlk avcılardan başlayacaktım. Ama şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Ne kadar yorulsamda düzenlemem gereken onlarca dosya vardı. Bütün gece bunun için uğraşmayı planlıyordum çünkü yaşlılar krallığı gerçekten kötü yönetmişlerdi. Krallığın hiçbir eksiğiyle ilgilenmemiş, baştan savma iş yapmışlardı.

Bunu okuduğum dosyalardan anlamıştım.

Törenden sonra çalışma odasını bulmuştum. Bütün dosyaları odama istedikten sonra bir kaç komutana danışmıştım. Sanırım yönetmek o kadarda zor değildi...

Tüy kalemin kullanılması çok zordu ama alışmak zorundaydım. Dosyaları tekrar yazıyordum. "Neden normal kalem kullanamıyorum?" Diye yakındığımda elinde dosya okuyan Hera bana cevap verdi.

"Onlar önemli belgeler normal kalemle yazılamaz" dediğinde homurdandım. Her yerim mürekkep olmuştu.

Hera, Batu ve Bulut belgeler için bana yardım teklif etmişlerdi ve bende seve seve kabul etmiştim. Yani her şey iyi gidiyordu.

Batu oflayarak oturduğu yerde daha çok yayıldı ve elindeki sarı dosyayı salladı. "Neredeyse krallığın bütün yıllık gelirini ezberledim" dedi ve başını kaldırıp bana baktı. "Sorun şu ki Lena gittikten sonra gelirde 5 kat düşüş olmuş" dudaklarını büzüp dosyayı kenara bıraktı ve ayağa kalktı.

Bu durum çok normaldi...

Bulut başını olumsuz anlamda salladı. "O yaşlılar hiçbir şeyi beceremiyor" dediğinde Batu ona sus işareti yapmıştı ama çok geçti.

İçeri giren yaşlı adamı nasıl farketmemiştik bilmiyordum ama gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Bulutu duymuştu.

Gerçi duysada bir şey olmazdı...

"Demek hiçbir şeyi beceremiyoruz küçük bey" dediğinde adam, Batu elini yüzüne götürüp çaresizlikle burun kemerini sıktı.

Bulut ise boğazını temizleyip dudaklarını birbirine bastırmakla yetindi. Bu halleri çok komik gözüküyordu. 

Yaşlı adam bana baktığında kaşlarımı çattım. "Sizinle bir şey konuşabilir miyiz majesteleri?" Dediğinde arkadaşlarımda kaşlarını çatarak adama baktılar.

"Bizim yanımızda da konuşabilirsiniz" Batu konuştuğunda adam ona kısa bir bakış atıp cevap verdi.

"Özel" Dedi. "Normal bir komutanın bunu duymaması gerekiyor"

Batu'yu mu küçümsüyordu o?

Gözlerimi kısmıştım. "Ne konuşacaksak arkadaşlarımın yanında konuşabiliriz. Onlardan saklayacak herhangi bir şeyim yok"

Adamın sabrı taşıyor gibi görünüyordu ama bu umrumda değildi. "Bunun halka yayılmaması gerekiyor" dedi. "Rica ediyorum"

Daha fazla uzatmamak için ayağa kalktım. Hera Batu'ya imalı bakışlar atarken yaşlı adamın yanına ilerledim. Ellerimi arkamda birleştirip tam karşısında durdum.

"Evet?" Dediğimde adam arkadaşlarıma kısa bir bakış atıp konuştu.

"Avcılar" dedi. "Sınırda sorun yaratıyorlar. Haberler elimize daha yeni geldi. Planımı uygulamadan önce size danışmak istedim" dediğinde başımı sallayıp devam etmesini sağladım. "Avcılar bunu bir kaç defa daha yapmıştı, onları engellemek için tek yapmanız gereken sınırdaki toprakları onlara verdiğimize dair bir belge imzalamak"

Sarfettiği sözleri duyduğumda kaşlarımı çattım. "Bana toprakları satalım diyorsunuz yani?"

"Tam olarak öyle değil-" devam etmesine izin vermeden elimi kaldırdım susması için. Ne saçmalıyordu bu adam?

"Batu" arkamda olan arkadaşıma seslendiğimde adam kaşlarını kaldırdı. Batu yanıma gelerek adama bakmadan bakışlarını bana çevirdi. "Hazır olan kaç birliğimiz var?" Sorumu gecikmeden yanıtladı.

"Sınırdaki 'avcıları' engelleyeceğimiz kadar var efendim" dedi Avcılar kısmının üzerine basarak. Gülümseyerek adama döndüm.

"Lütfen bir daha bana toprakları satmakla ilgili herhangi bir planla gelmeyin" dedim ve suratındaki ifadeyi büyük bir zaferle izledim.

Adam bir hışımla odadan çıktıktan sonra geri çalışma masama döndüm ve sandalyeye oturdum. Batu birlikleri toplamak için gitmiş, Hera da onunla beraber çıkmıştı. Bulut ise hâlâ benimle odada duruyordu.

Oflayıp ayağa kalktığında ona sorar bakışlar attım. "Ben gidip mutfağı kontrol edeceğim" dedi ve çalışma odasından çıktı.

Bende belgeleri okumaya geri döndüm. Ta ki bir komutana, belge hakkında danışmam gerekene kadar. Derin bir nefes alıp sandalyeden kalktım ve kapıya ilerledim.

Koridora çıktığım zaman, karşımda gördüğüm görüntüyle dona kaldım. Öyle ki elimdeki belgelerin düştüğünün farkında değildim.

Bunun nedeni Savaş ve Yiğit'in tam karşımda duruyor olmasıydı...

............

Huh. Bir bölümün daha sonuna geldik.

O zaman pamuk eller oylara :)

Çünkü bu bölümede 100 oy ve yorum istiyorum.

Satır arası yorumları ihmal etmeyelim.

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi alabilir miyim?

Hepinizi çook seviyorum sonra görüşmek üzere 😘

Devam edecek...

Continue Reading

You'll Also Like

24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
344K 29.3K 51
Kapak: benbittimaq Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Gör...
4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...
5.7K 686 15
Sesini duyar duymaz kolumdaki yılanın varlığı kayboldu. Ona baktığımda sinirlendiğini gördüm. Tek kaşım havaya kalktı. "Tam olarak neye sinirlendiniz...