MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(51) Benim Şarkım.

78.8K 8.8K 21.3K
By Maral_Atmc6

"En acısı da kimse beni aramadı çünkü onlar, kaybolduğumu bile anlamadı."

Bir çeşit masumiyet testine girmek zorundaydık. Açıkçası buradakilerin o testi geçeceğini sanmıyorum. Benim mühürlü kapılarımı geçecek kişi saf iyi olmalıydı ve böyle birileri dünya üzerinde yoktur. Zaten bunu bildiğim için zihnimin yasaklı kapılarına böyle bir şart koşmuştum. Sırlarım konusunda fazla ketum biriydim ve herkesin onlara kolayca sahip olmasına izin veremezdim. Rakiplerimizi bulmak için zihnin koridorlarında olan bu arayışımız bir anda benim geçmişime olan merakla yerini değiştirmişti. Şimdi kimse rakipleri aramıyordu. Herkes amacından saparak mühürlü kapıların ardında olan şeyleri öğrenmek istiyordu. İlk başlarda buna şiddetle karşıydım lakin artık öğrensinler istiyorum. Ben bir şeyleri anlatamıyordum onlar bizzat seyirci olarak öğrensinler. Neden zayıflık gösteremediğimi, neden kontrolcü olmam gerektiğini ve en önemlisi neden böyle olduğumu öğrensinler istiyorum. En yakınımdakiler tarafından o kadar çok yargılandım ki, artık bitsin istiyorum. Hani diyorlar ya, "Sormuyoruz çünkü doğru cevaplar almayacağımızı biliyoruz," diye, ama kimse de gerçek anlamda sormadı ki. Ben cevapları onlara veremiyordum lakin onlar da hiç ısrarcı olmamıştı.

Ben öğrenirdim. Sevdiklerim bana içinin yangınını anlatamıyorsa ben ne yapar eder bir yolunu bulur öğrenirdim.

Fakat kimse beni öğrenmek istememişti. Anlatmıyorsam gerçekten birilerinin merak etmediğini bildiğimdendir.

"Yine daldın." Yavuz elini omuzuma koyunca bana yönelik endişesini gizleyemiyordu. "Zihnine girdiğimizden beri fazla durgun gibisin." Kendimle yüzleştiğim için bu olağan bir durumdu. Doğrularımı ve yanlışlarımı film izler gibi uzaktan izliyor ve kendi eleştirimi yapıyordum. Hayatım film olmuş gibiydi ve ben seyirci konumundaydım. Dışarıdan bir bakış açısıyla her şeyi daha iyi anlıyordum.

O gün geldi çattı Suzan Hanım. Zihnime olan bu yolculukta yıllardır kaçtığım yüzleşme yaşanacak ve sadece birimiz çıkacak buradan.

Bakalım ikinci kez kardeşimi senden korumayı başarabilecek miyim?

"Film gibi geliyor Yavuz," dedim. Itır'ın kapıya yaklaşıp kendi masumiyet testini yaptığını izlerken iç çektim. "Uzun yıllar sonra hayatım bana film gibi geliyor ve finali beni korkutuyor."

Güldü. "Bu senin filminse korkmana gerek yok kardeşim."

"Neden?"

"Çünkü başrol ölürse film biter."

"Peki ya filmin son dakikalarına girdiysek?"

Bu soru onu rahatsız etmiş gibi bana döndü. "Ne demek istiyorsun?"

Gözlerim dolduğunda ona gülümsemek için kendimi zorladım. "Peki ya başrol finalde ölüyorsa?"

Yutkunarak bakışlarını kaçırdı. "Ben mutsuz son sevmem."

"Ben de mutlu son bilmem..." Mutluluk hiç sahip olmadığım bir duyguydu. Çok garip değil mi? Hayatımda arzuladığım her şeye bir şekilde sahip oldum, ama asla sahip olamadığım tek şeyin adı mutluluktu. Evet, gerçekten de çok garipti.

Itır'ın elini uzatmasıyla kapının menteşelerinden kanlar akmaya başlayınca hemen uzaklaştı. "Saçmalık!" diyerek kaşlarını çattı. Masumiyet testinden başarısız olmak onu kızdırmıştı.

Erkekler önceliği kadınlara verdiği için sıra Doğa'ya gelmişti. O da yürüyüp kapıya yaklaştı. Derin nefes alıp elini kapıya uzatınca aynı belirtiler görüldü ve kapı kanadı. Doğa'nın başarısız olması herkesi şaşırtmıştı çünkü kadınlarda masum gördükleri tek kişiydi. Asil, "Kapı bozuk olabilir mi?" deyince güldüm. Kapıya tuhaf bakışlar atıyordu çünkü Doğa'dan çok emindi.

"Anlaşılan Işığın göründüğü kadar masum değil." Gediz sırıtarak Doğa'yı gösterdi. "Yıldırımlar çıkartıp çarptığı kişilerin ahını almıştır." Kendisini kastediyordu çünkü Doğa en çok onu çarpıyordu.

Doğa'dan hemen sonra Soya denemişti. Ancak Soya daha kapıya yaklaşmadan kapının gösterdiği kanlı tepkilerle durdu. "Öldürdüğüm insanların ahı peşimi bırakmıyor," deyince gözleri Sıraç'ı buldu. "Çok değil canım." Sırıttı. "Bir ülke edecek kadar," dedi. Neyseki çok değilmiş. Alt tarafı bir ülke edecek kadar insan öldürmüş(!)

Soya'da başarısız olunca, Yavuz dahil herkes sırasıyla denemişti fakat hepsi başarısız oldu. Kapı Yavuz'a bile geçit izni vermemişti. Geriye kalan kişiler ben ve Gediz'di. Tüm gözler Gediz'e dönünce, "Ciddi misiniz?" dedi. "Görüp görebileceğiniz en adi insanım. Masumiyetin kelime anlamı bile midemi bulandırır," deyince güldüm. İnsanın kendisini bilmesi iyi bir şeydi. Gediz en azından nasıl biri olduğunu inkâr etmiyordu.

Asil gülerek onu kapıya doğru sürükledi. "Kapıyı açan kişi sen olursan tüm Araf'a masumiyetini duyururum Azınlık," deyince Gediz durdu. "Bu testi yapmayı reddediyorum!" dedi ve geriye çekildi. "Araf'taki saygınlığıma gölge düşüremem." Bu çocuğun saygınlık anlayışı şerefsiz biri olmaktan geçiyordu. Yaptığı rezilliklerden sonra adının yanına masumiyet kelimesini getirmek ona küfür gibi geliyordu.

"Uzatma İnsan Yıkımı," deyip onu kapıya doğru ittim. "Endişelenme kötü şöhretine zeval gelmeyecektir."

Tereddüt ederek kapıya bakıyordu. "Eğer açılırsa kapının bozuk olduğunu teyit edeceksin, Elzem," deyince başımı salladım. "Söz veriyorum."

Duraksayıp bana baktı. "İyi de hatun, sen verdiğin sözleri tutmazsın ki!"

"İftira!" diyerek başımı iki yana salladım. "Kim söylediyse yalancının teki."

"Savcı söyledi," deyince kaşlarımı çatarak Savcı'ya döndüm. "Şu zamana kadar tutmadığım tek bir sözü söyleyin lütfen!" dediğimde sıkıysa söyle der gibi ona bakıyordum.

Yüzünde muzurluk akarken tebessüm ederek başını salladı. "Yıkım'a böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum," dediğinde büyük bir imayla bana bakıyordu. "Sen genelde verdiğin tüm sözleri tutarsın." Bu söylediklerine zerre kadar inanmıyordu, değil mi?

Kazanmış olmanın mutluluğuyla Gediz'e döndüğümde, yüzünü buruşturarak kapıya doğru yürüdü. "Siz kadınlar korkunç yaratıklarsınız. Savcı'nın daha önce yalan söylediğini hiç duymamıştım." Her şeyin bir ilki vardır. Savcı bu kadar insanın içinde benim duymak istediğim şeyleri söylemezse başına gelecekleri biliyordu.

Hepimizin meraklı bakışları eşliğinde Gediz kapıya yaklaşıp elini uzattı. Fakat kapı Gediz'de de kanayınca, nefesini sesli bir şekilde vermesi hepimizi güldürdü. Bu çocuk gerçekten de masum çıkmaktan korkuyordu. "Araf'ta şeytan olmak moda olmalı," diye homurdandım. Gediz ise trendlere girecek kadar bu işte iyiydi.

Şimdi geriye kalan tek kişi bendim. Mara, "Elzem mi?" deyip güldü. "Bize açılmayan kapı ona hiç açılmaz. Anlaşılan hiçbirimize geçit yok," dedi. Savcı dışında herkesten onaylayan mırıltılar çıkınca içim acıdı. Onlar için bu kadar mı kötü biriydim?

Savcı yanıma gelip, "Sende dene," dedi. Bileğimi tutarak beni kapıya yaklaştırdı. "Hadi." Bu kapı bana açılmazdı. Ellerimde birinin kanı varken hiç açılmazdı.

Derin nefes alarak elimi kapıya doğru uzattım. Herkes beni izlerken parmaklarım kapıya doğru süzüldü. Diğerleri daha dokunmadan kanayan kapı, bende kanamadı. Parmaklarım kapıya değmek üzereyken kapının menteşelerinden sadece bir damla kan süzülmüştü. Evet, sadece bir damla kanla bana da geçit izni vermedi. Mara, "Bu da ne demek?" dedi afallayarak. "Elzem'e verdiği tepki sadece bir damla kan mı?" Hepsi onlara göre en masum çıkmamın şaşkınlığını yaşıyordu.

On dört yaşındaki gardiyan, "Büyük hayal kırıklığına uğramış olmalısınız?" diyerek alay etti. "En günahkar gördüğünüz sizlere göre kapıyı neredeyse hiç kanatmadı sayılır." Bu konuda onları suçlamıyorum. Onlara ne yansıttıysam beni öyle gördüler.

"Pekâlâ," deyip konuyu hemen değiştirdim. "Görünüşe göre hiçbirimiz mühürlü kapıları açamayız. Neden alt katlara inerek rakiplerimizi aramıyoruz?" Böylelikle biran önce zihnimden çıkardık.

Hepsi geçmişimi öğrenmek için fazla hevesli olduğu için teklifim onları memnun etmedi. "Aslında bir yolu daha var," diyen Savcı gülümsedi. "Hemen dönerim," dedi ve hızlı adımlarla merdivenleri inmeye başladı. Bu adam şimdi nereye gidiyordu?

Sıraç sıkılmış gibi bir ayağını yere vurarak ofladı. "Elzem ne saklıyor olabilir ki? Bu kapıların ardında göreceğimiz hiçbir şey yok. Beklemek yerine bence de rakiplerinizi arayalım," dedi. Tabii bilemezdi bu kapıların ötesinde neler olduğunu.

Soya sırıtarak onun yanına gitti. "Sıkıldınız mı?" deyip Sıraç'ın elini tuttu. "Bu arada size artık sen diye hitap edebilir miyim? Kim olduğumu öğrendiğinize göre bu resmiyeti kaldırmak istiyorum." Onunla resmi bir şekilde konuşurken bile elini tutacak kadar samimiydi.

Sıraç elini çekerek Soya'dan uzaklaştı. "Bana dokunmadığın sürece istediğin gibi konuşabilirsin," deyip kestirip attı.

Soya, "O vakit bundan sonra sana Sıraç derim, olur mu?" dedi. Çok hızlı resmiyeti bırakmıştı.

Canından bezen Sıraç, "Önceden farklı bir isimle mi hitap ediyordun, Soya?" dedi. "Sanki değişen bir şey var." Doğru söylüyordu çünkü önceden de abimin peşinden ayrılmıyordu.

"Seni vahşi barbar!" diyen tanıdık bir ses duyunca hepimizin gözleri merdivenleri bulmuştu. "Derhal beni bırakıyorsun!" Duyduğum çocuk sesiyle Savcı'nın nereye gittiğini anladım. En alt kattaki çocuk gardiyanı getirmeye gitmişti, değil mi?

Beklediğim gibi de oldu. Saniyeler içinde Savcı, çocuk Elzem'i tıpkı bir sepet gibi kolunun altına sıkıştırmış bir şekilde merdivenleri çıktı. Yüzü yere bakan çocuk öfke içinde bağırarak kurtulmaya çalışıyordu. Savcı onu yukarı çıkartıp yere fırlatınca küçük çocuk çıldırdı. "Bu ne cüret!" diye bağırarak düştüğü yerden ayağa kalktı. "Bir hanımefendiye kabalık yapacak kadar çağdışısınız!" diye bağırınca herkes gülüşerek küçük çocuğa bakıyordu. Sıraç, "Sanırım bazı şeyler hiç değişmemiş," deyince ona tersçe baktım. Çocuk gardiyana yapılan saygısızlık kimsenin dikkatini çekmiyordu anlaşılan. Onu yere atması çok kaba bir davranış şekli!

Küçük gardiyan üzerini düzelterek Savcı'nın karşısında durdu. "Az önce bana yaptığınız saygısızlık için bir özür talep ediyorum!" dedi. Zoraki bir şekilde onu buraya getirdiği için istediği özür onun hakkıydı.

Talebi kesin reddedilir!

Özür talebini duyan Savcı'nın gözleri ben ve küçük çocuğun üzerinde oyalandı. Daha sonra gülümseyerek küçük çocuğa baktı ve, "Reddedildi!" dedi. Bana yaptığı şeyi çocukluğuma da yapıyordu! Bu adam her şekilde taleplerimi reddetmek için doğmuştu.

"Çok da umurumda," diyen küçük kız, saçlarını geriye savurarak Savcı'ya meydan okudu. "Bir dakika içinde zaten kendi isteğinizle benden özür dileyeceksiniz," dedikten sonra gelip yanımda durmuştu.

Küçük gardiyan sağımda, ergenliğim solumda duruyordu ve bende bir yetişkin olarak tam ortalarındaydım. Buradaki herkesin gözleri sırasıyla üçümüzün üzerinde oyalanıyordu. Yavuz bize bakarken, "Çok garip hissettiriyor," dedi. "Çocukken neyse şimdi de o. Sanki hiç değişmemiş." Gözleri küçük Elzem'i bulunca gülümsedi. "Hâlâ aynı güçlü tavırlar. Demek ki bir insan yedisinde neyse yetmişinde de o oluyor."

Bende değişmeyen tek şey yaşadıklarımdı.

Savcı, küçük çocuğa bakarak kapıyı gösterdi. "Kapıyı bizim için açar mısın?" deyince çocukluğum ona sevimlice gülümsedi ve, "Reddedildi!" dedi. Savcı'nın değişen yüzünü görmek gülmemi sağladı. Bunu yapmayı hep istemiştim, küçük Elzem'e kısmetmiş.

Çocuklar en masum olanlarımızdı. Bizim açamadığımız kapıyı çocuk Elzem açabilirdi. Sıraç, "Ben hallederim," deyip küçük çocuğun yanına geldi ve onun karşısında diz çöktü. Ellerini onun omuzuna koyup gülümsedi. "Elzem? Hadi abicim, inadı bırak ve bize kapıyı aç," deyince yine güldüm çünkü işe yaramayacaktı.

Tam da beklediğim gibi küçük Elzem, Sıraç'a gülümseyip, "İyi denemeydi," diyerek onun ellerini itti. "Ama sahte sevgi gösterileri bende işe yaramıyor," dedikten sonra ondan da uzaklaştı.

Sıraç'da onu ikna edemeyince gülerek Savcı'ya döndüm. "Çocukken şimdi olduğumdan daha fazla inatçıydım. Eğer özür dilemezseniz bu kapıyı açmayacaktır," diyerek küçük bir uyarıda bulundum.

Savcı, "Hanginizden?" dedi ve üçümüze baktı. "Şuanda karşımda üç Elzem var."

Ben ve on dört yaşındaki Elzem bir adım geriye çekilince şimdi karşısında tek bir Elzem vardı. Küçük gardiyana bakarak kaşlarını çattı. "Bu baş belası çocuktan özür dilemeyeceğim! Çocuk halin hiç çekilmiyor Elzem," deyince güldüm. Acaba benden bir kızı olsaydı nasıl olurdu diye düşünmeye başladım. Kızım bana benzerse büyük ihtimalle her gün baba kız kavgasına maruz kalırdım.

Küçük gardiyan kollarını göğsünde birleştirerek Savcı'ya meydan okudu. "Bak kapıyı açmam ona göre," deyince Savcı ona öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Özür dilerim!" dediğinde herkes gülmeye başladı. Kimse ne bana karşı ne de benim farklı versiyonlarıma karşı kazanamazdı.

Savcı özür dilediği halde kapıyı açıp açmamak konusunda tereddüt yaşıyordu. Küçük gardiyan koridordaki kalabalığa bakarak bana döndü. "Yorulduğunu anlıyorum Elzem, ama bu insanlar bencil. Ne sanıyorsun? Geçmişini öğrendiklerinde seni anlayacaklarını mı?" Başını iki yana sallayarak gözlerime baktı. "Asıl ruh emici olan onlar. Senden geriye bir şey kalmayana dek ruhunu tükettiler ve görecekleri şeyler bunu değiştirmeyecek. Kötü olan asla sen olmadan, kötü olan başından beri onlardı. Bu insanlar için kapıyı açmayı doğru bulmuyorum!" diye bağırdı. Gardiyanların varoluş sebebi benim hislerimdi ve küçük kız çocuğu her şeyi biliyordu.

"Biliyorum," diyerek ona başımı salladım. "Hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyorum, ama sona geldiğimi hissediyorum," dedim kısık bir sesle. "Daha fazla akıllarda soru işareti olarak kalmak istemiyor. Anlamıyorsun değil mi? Bunu onlar için değil kendim için istiyorum. Geçmişimle yüzleşmedikçe yitirdiğim Elzem'e asla sahip olmayacağım." Ben artık hayatımda huzur olsun istiyordum. Kendimle ve başkalarıyla olan savaşım bitsin geriye sadece huzur kalsın istiyordum. Yaşadıklarım hiç kolay şeyler değildi. Ben kendimle olan harbe yenilerini eklemek yerine durmak ve nefes almak istiyordum. Yirmi dört yıl süren yolcuğumda küçük bir molaya ihtiyacım vardı.

Belki de istediğim şey tüm sırları açığa çıkardıktan sonra yok olmaktı. Ruhum yüzlerce toz zerresine dönüşürken hiçliğin içinde hayatımı noktalamaktı.
Uzun yıllardır kendimle ne kavgam bitti ne de ben, fakat şimdi durmak istiyorum. Kendimle birlikte her şeyi durdurmak istiyorum. Zamanın bile varolmadığı bir sonsuzlukta küllerim savrulmalı ve ben yeniden doğmalıyım. Farklı bir zamanda, farklı bir yerde ve farklı bir ailede doğmak istiyorum. Hayır, bir başkası olarak değil, yeniden Elzem olarak doğmak istiyorum. Kendim büyümek zorunda kalmayacağım bir hayat istiyordum. Yeniden doğmalı ve bu kez annem beni büyütmeli. Biliyorum çok şey istiyorum, ama istiyorum işte.

"Pekâlâ," diyen küçük çocuk başını salladı. "Sırf senin için bunu yapıyorum." Ona tebessüm ettiğimde kapıya doğru yürüdü. Hiç tereddüt etmeden elini kaldırıp kapıya bastırdı. Silinecek olmasını umursamadan kapıya dokunmuştu çünkü gerçekte sadece benim zihnimindeki bir kurgu olduğunun farkındaydı. Hepimiz nefesimizi tuttuğumuzda kapıdaki kanlı mühür parçalanarak kırılmıştı. Küçük kız çocuğu kapıyı iterek geçmemiz için bize izin verdi. "Göreceklerinize hazırlıklı olun," dedikten sonra merdivenlere doğru yürüdü. Aklına bir şey gelmiş gibi durdu ve bana doğru döndü. "Diğer kapılar için beni düşünmen yeterli. Yeniden gelir ve senin istediğin kapıyı açarım," deyip kendi bölgesini korumak için gitmişti.

Herkes birbirine baktıktan sonra içeriye ilk giren Sıraç olmuştu. Sıraç'tan sonra hepsi içeri girince Savcı yanıma geldi. Bileğimi tuttu ve dudaklarını avucumun içine bastırdı. "Biliyorum korkuyorsun ama ben yanındayım," deyince, doğrudan elini tutamamak içimi acıtıyordu.

"Biliyorum," dedim. "Lütfen bugün tanık olacağınız şeyler yüzünden beni yargılamayın."

"Ben seni hiç yargılamadım, Elzem," dedi. "Sana kızdığım zamanlarda bile bunu hiç yapmadığımı biliyorsun."

"Bir kez dışında."

"Hatırlatma bunu," diye homurdanınca gülerek açık kapıya doğru yürüdüm. Keng kralı yüzünden beni bir kez yargılamış ve kırmıştı. Fakat bu konuda karşılıklı hatalarımız olduğu için onu affetmem uzun sürmemişti.

Birlikte içeri girince kendimizi konakta bulmuştuk. Yemek salonundaydık ve Akay ailesi akşam yemeği yiyordu. Annem, yani Meliz'in nadiren bize eşlik ettiği yemeklerden birindeydik. Anneannem masanın başındaki yerini almıştı ve masanın diğer ucunda Meliz vardı. Ben ve Itır ise karşı karşıya oturuyorduk. Burada on yaşlarındaydım. Bizi görmedikleri için masaya yaklaşıp beklemeye başladık. Yemek çok sessiz geçiyor olabilir fakat bu anıda bir şeyler olmalı ki kapı mühürlüydü. Çocuk Elzem peçeteyle dudaklarını silip anneanneme döndü. "Yemeğim bitti izin verirsen odama çekilmek istiyorum," dedi.

Tabağındaki yeşil fasülyeyi yemeyi bırakan anneannem, "Son zamanlarda çok az yiyorsun, Elzem," dedi ve ona gülümsedi. "En azından biraz meyve yemelisin. Vitamine ihtiyacın var." Sıraç ve Yavuz iç çekerek anneanneme bakıyordu. "Sana karşı hep bir ilgisi olmuştur," diyen kişi Yavuz'dan başkası değildi. "Kıskanmamak elde değil."

Gülerek başımı salladım. "Bana karşı hep fazla düşünceli olmuştur." Hemde haddinden fazla.

Elzem meyve tabağını önüne çekerek içlerinden böğürtlenleri ayırdı. Farklı bir tabağa ayırdığı bölürtlenlere gülümseyip bir tane almıştı ki anneannem, "Böğürtlenden başka meyvelerde tüketmelisin," deyip ona bir tane elma uzattı. "Elmayı dene."

Elmaya tiksinen gözlerle bakan küçük çocuk huysuzluk çıkartarak onu almadı. "Üzgünüm anne ama elma midemi bulandırıyor," dedi ve bir tane böğürtleni ağzına attı.

Tıpkı herkes gibi Doğa'da şaşkın gözlerle bana bakıyordu. "Elma mideni mi bulandırır?" deyip güldü. "Şimdi ise elmaya aşıksın. Sanırım çocukluk alışkanlıklarının çoğu geçmişte kalmış." Oysaki alışkanlıklarım dahil bende her şey eskisi gibiydi.

"Sanırım öyle," dediğimde bir tek Savcı gözlerini kısarak bana bakıyordu.

Elzem ikinci kez böğürtlenlere uzandığında anneannem böğürtlen tabağını kendi önüne çekmişti. "Sana farklı meyveleri tüketmen gerektiğini söyledim," diyerek onları yemesine izin vermedi. "Tüm meyvelerden vitaminini almalısın."

Itır elindeki çatalı sertçe masaya bırakıp anneanneme döndü. "Elma yemek istiyorsan kendin ye ama onu zorlamayı bırak. Kardeşimden bir Suzan daha yaratmayı bırak artık!" Sesini haddinden fazla yükselterek yine anneannemi kızdırmayı başarmıştı.

Anneannem kaşlarını çatarak ona döndü ve yine aynı tiksintiyle Itır'a baktı. "Asla sofra adabını öğrenemeyeceksin. Keşke sende az da olsa Elzem'in meziyetlerine sahip olsaydın." Küçümsercesine güldü. "Ama onun tek bir saç teli bile olamazsın," dedi. İşte yine aynı şeyleri yapıyordu. İkisini birbirine kıyaslayıp Itır'ın küçücük kalbine kıskançlık tohumları ekiyordu.

Meliz, "Yeni taktiğin bu mu?" deyip anneanneme baktı. "İçlerine nifah tohumları ekerek onları böyle mi ayıracaksın?" Gülerek Itır'ı gösterdi. "Sen ne yaparsan yap ablasını bırakmaz," dedikten sonra şimdi de beni gösterdi. "Itır bıraksa bile Elzem bırakmaz. İki kardeşin arasındaki bağı göremeyecek kadar kör olamazsın, değil mi?" Meliz'in konakta konuştuğu nadir anlardan birine tanık oluyordum.

Yavuz ve Sıraç'ın kafası karışmıştı. "Bu iblis neler diyor? Anneannem neden sizi ayırmak istesin ki?" diyen Sıraç'a her ikimizde herhangi bir cevap vermedik. Bu soruyu şimdi değil yıllar önce sormalıydı. Geç kalmış bir sorunun cevabı olamazdı.

Itır, anneannemin önündeki böğürtlen tabağını alıp ablasına uzattı. "İstediğin kadar yiyebilirsin," deyince Elzem tebessüm ederek tabağı aldı ve yemeye başladı. Anneannemin ona yönelttiği öfkeli bakışlardan habersizdi.

Salondaki eşyalar silinmeye başlayınca zaman geçişi yaptığımızı anladım. Etrafımızdaki tüm eşyalar değişmeye başlamıştı ve bir anda kendimizi yatak odamda bulduk. Yemekten sonra yatak odama çekilmiştim ve burada Itır'a kitap okuyordum. Yerdeki halının üzerine oturup sırtımı yatağa yaslamıştım. Elimdeki kitabı sesli bir şekilde okurken Itır, başını dizlerime koymuş bir halde yere uzanmıştı. Ben on, Itır ise dokuz yaşındaydı. "Genç kız kapıya yaklaştı," diyen Elzem okumaya devam etti. "Kapının arkasında onu bekleyen canavardan habersiz kapının kolunu kavradı. Ürkek kalbinin çırpınışları kulaklarına geliyor, aldığı hızlı soluklar koridorda duyuluyordu. Bir sır perdesini aralamak üzereyken korktuğunu gizleyemiyordu," deyip nefes almak için duraksadı.

Itır güldü. "Keşke konaktada canavarlar olsaydı," dedi. Siyah gözleri heyecanla ışıldadı. "Çok eğlenceli olurdu, değil mi?"

Elzem iç çekerek başını iki yana salladı. "Eğlenceli olmazdı." Kitabı yan tarafa koyup elini uzatarak Itır'ın saçlarına dokundu. "Öyle olsa bile ben seni konaktaki tüm canavarlardan korurdum," dedi. Yutkunarak iki çocuğa baktım. Elzem dizlerine başını koyan Itır'ın saçlarını okşuyordu ve konaktaki canavarlardan konuşuyorlardı.

Itır, "Sen mi?" dedi alay ederek. "Sen fazla nahifsin Elzem. Eğer konakta canavarlar olsaydı hepsini senin için döverdim."

"Sandığın kadar güçsüz ve zayıf değilim."

"Sandığım kadar güçsüz ve zayıfsın ama sorun değil. Ben seni tüm canavarlardan korurum."

"Şuanda tanıdığım tek canavar dizlerimde uyuyor. Şimdi bu canavar odasına gidecek ve erkenden uyuyacak."

"Of Elzem! Annem gibi davranmayı bırak," dedi ve bu sözlerle tüm neşesi kaçmış bir halde ablasına baktı. "Anneler böyle mi davranır?"

Çocuk Elzem kardeşi için üzüldüğünü belli etmemeye çalışarak gülümsedi. "Annemize biraz zaman ver Itır. O sadece bunalımda ama birgün iyileşecek. Derslerin için sana yardım edecek. Okula giderken beslenme çantanı bizzat o hazırlayacak. Sen kirlendikçe banyo için seni zorlayacak ve her düştüğünde büyük bir şefkatle yaralarını saracak," diyerek her zamanki gibi kardeşini teselli etti. Ne yazık ki bu saydıklarımın hiçbiri olmamıştı.

"Bana masal da okuyacak mı?" Itır'ın gözleri dolmuştu. "Dizlerinden uyutup saçlarımı da okşayacak mı?" Gözlerinden bir damla gözyaşı süzülürken, "Elzem," dedi. "Bu saydıklarını sadece sen yapıyorsun. Annemin rolünü üstlenmiş gibisin, peki kim senin için aynı şeyleri yapıyor?" Hiç kimse aynı şeyleri yapmamıştı. Ben kardeşime anne olmaya çalışırken kimse bana anne olmaya çalışmamıştı.

Daha on yaşında olmasına rağmen duygularını çok iyi gizliyordu. "Geç uyumak için konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamadım sanma," deyip Itır'ı zorla ayağa kaldırdı. "Yarın okul var şimdi doğru yatağa Itır," dedi ve gülümseyerek onu odasından dışarı attı. Kapıyı kapatınca sahte tebessümü silinmişti. Gözleri fazla durgun bakıyordu çünkü odada yalnızdı ve rol yapmak zorunda değildi.

Yerdeki kitabı alıp komodinin üzerine koydu ve boy aynasının önüne geçti. "Bir annem var," dedi yansımasını izlerken. "Ama yok gibi."

Uzun süre aynadaki yansımasıyla konuştu. Bir arkadaşıyla sohbet eder gibi yansımasıyla konuştu. Yalnızlığını yansımasıyla paylaşmak ister gibiydi. Saat geç olmaya başlayınca odasından çıkan çocuğu takip etmeye başladık. Herkes çoktan uyumuş olmalı ki konak sessizliğin hükmündeydi. Doğa, "Nereye gidiyor?" diye sorunca derin nefes aldım. "Susadı." Hizmetçilerin odama girmesi yasak olduğu için odama içmem için su bırakmıyorlardı. Bu saatlerde mutfağa giderdim ve kendi suyumu alırdım.

Alt kata inmek için merdivenlere yöneldiği esnada durdu. Etrafına bakınan çocuk havayı koklamaya başlamıştı. "Bu koku da nedir?" diyerek kaşlarını çattı. "Berna Hanım bu saatte yemek yapıyor olamaz, değil mi?" Sessizce konuşup merdivenleri inmeye başlayınca onu takip ettik.

Alt kata indiğinde mutfağa girip ışıkları yaktı. Sürekli havayı kokluyor burnuna gelen kokunun kaynağını bulmaya çalışıyordu. Mutfakta kimsenin olmadığını görünce bir tabure alarak ocağa yaklaştı. Kısa boyundan dolayı taburenin üzerine çıkan çocuk, eğilip ocağı kokladı. Savcı, "Ne yapıyor?" deyince güldüm. "Henüz Oyunbaz olduğunu bilmediği için aldığı kokunun kaynağını bulmak istiyor. Herhangi bir gaz sızıntısı var mı diye kontrol ediyor. Ocağa yöneldiğine göre yanık kokusu gibi bir şeyler almış olmalı," diyerek ona küçük bir açıklama yaptım.

Küçük Elzem ocağı kontrol etti ve gaz sızıntısı olmadığını anlayınca geriye çekildi. Tabureden aşağıya inmeye çalışırken yere düşünce ayağındaki terliklerden biri çıkmıştı. "Şaka gibi!" Homurdanarak ayağa kalkıp terliği alacağı vakit yutkunarak durdu. Başını kaldırdığında gözlerinin yeşili değişmeye başlamıştı. Çıplak ayakla olması aldığı kokuyu daha yoğun solumasını sağlamıştı. Başını eğince çıplak ayağını gördü. Bir şeyi test etmek için diğer terliği de çıkarınca gözleri kan kırmızısına dönüşmüştü.

Mara yutkunarak geriye çekildi. "Daha çocukken laneti ortaya çıkmış ama bunu çok iyi gizledi," dedi. Her defasında yaşadıklarımı kendime unutturarak gizlemeyi başarmıştım.

Çıplak ayakla yürürken kırmızıya dönüşen gözlerinin farkında değildi. Başını kaldırıp tavandaki lambaya kısık gözlerle baktı. Aynı şekilde Gediz'de tavana bakıyordu. "Meşaleleriniz çok garip," dedi. "Neden onlara bakıyor?"

"Şuanda her şeyi kırmızı görüyor," diyerek onu yanıtladım. "Çıplak ayakla olduğu için açlığı baskın geliyor ve bu gözlerinin değişmesini sağladı." Her şeyi kırmızı bir tülün ardından görüyordu ve neler olduğunu bilmediği için lambadan kaynaklandığını düşünüyordu.

Çocuk Elzem tavana bakmayı bırakıp başını iki yana salladı. Hâlâ kırmızı görüyor olmalı ki su almadan korkarak mutfaktan çıkmıştı. Onu takip etmeye devam ederken odasına gitmek için birkaç adım attı. Fakat her ne olduysa yine durdu. Gözleri yeniden normal rengine dönmüştü. Az önceki gibi burnunu kırıştırarak havayı kokladı. Etrafına bakınınca aldığı kokuyu arıyordu. "Bu da ne?" deyip elimle çocukluğumun önünde durduğu duvarı gösterdim. "Sizde görüyor musunuz? Duvara yansıyan gölgesi farklı." Küçük bir çocuğun gölgesine göre oldukça dağınık bir gölgesi vardı. Fazla biçimsiz ve dağınık.

Kaşlarını çatan Savcı, "Bu bir sanrı," diye fısıldadı. "Şekil değiştiren sanrılardan biri," dediğinde bir şeyi fark etmiş gibi hızlıca bana döndü. "Bu sanrı senin rakibin. Geçmişinde var olduğunu tahmin etmiştim!" deyince şaşkınlık içinde ona bakıyordum. Bu mümkün değil. Geçmişimde bir sanrı olsaydı mutlaka hatırlardım. Unuttuğum her şeyi tekrar hatırlamak için kendime küçük ipuçları bırakıyordum.

Küçük Elzem'in arkasındaki gölge duvardan ayrılarak ona yaklaştı. Şekli olmayan gölge şuanda onun tam arkasındaydı. Küçük çocuk ensesinde bir soğukluk hissetmiş olmalı ki ürkerek arkasını döndü. Fakat gölge hızlıca kaybolmuş ve yeniden onun arkasına geçmişti. "Ay-ayaklarım..." deyip korku içinde kekeledi. "Ayak tabanlarım yanıyor," dedi ve koridorda kendi etrafında dönmeye başladı. Gölge ise şuanda onun kafasının üzerinde uçuşuyordu. "Bana yönelik bir tehlike var," diye fısıldadı. O tehlike başucunda süzülüyor ve ona saldırmak için doğru zamanı kolluyordu.

Yukarıdaki gölge ona doğru süzülünce küçük çocuk bir anda başını yukarı kaldırdı. Onu görünce bağırarak geriye çekildi ve kendi ayağına takılıp yere düştü. "Elzem?" diyen ses kurtarıcısı gibiydi. Merdivenlerin en üstünde annem, yani Meliz duruyordu. Meliz'in ortaya çıkmasıyla sanrı kaybolmuştu.

Basamakları inerek yerdeki çocuğa yaklaştı. "Sorun ne?" dediğinde gözleri yine fazla boş bakıyordu.

Çocukluğum elini kaldırıp yukarıyı gösterdi. "Be-ben," deyip yutkundu. Çok fazla korktuğu için titriyordu. "Az önce bir şey gördüğümü sandım. Fazla gerçek gibiydi anne."

Meliz başını kaldırıp tavanı kontrol etti. "Gördüğünü sandığın şey neye benziyordu?" Bir şey gördüğümü biliyordu fakat bunu belli etmemeye çalışıyordu.

"Bir karaltı, daha çok gölge," diyen çocukluğum ayağa kalktı. "Yanık ve kül kokan bir gölgeydi. Onu gördüğüm an sanki büyüyordu veya..." deyip sustuğunda Meliz, "Veya?" diyerek onu konuşması için teşvik etti.

"Sanki-" deyip yine sustu. "Güçleniyordu. Biliyorum bu çılgınlık ama onu görünce korktum ve tam o esnada güçlendiğini hissettim."

Meliz gözlerini kısarak onun üzerine eğildi. "Demek istediğin korkularınla beslendiğini mi hissettin?"

"Ne münasebet!" Çocukluğum bir anda agresifleşip geriye çekildi. "Ben hiçbir şeyden korkmam." Ah şu lanet gururum.

Meliz, "Suzan'ın küçük versiyonu," diye homurdandı. "Az önce korktuğunu itiraf ettin, Elzem."

On yaşındaki çocukluğum omuzlarını dikleştirince Sıraç güldü. "Birazdan saçlarını savuracak," deyince ona tersçe baktım. Bu komik değil bence.

Küçük Elzem annesi sandığı kadına alayla baktı. "İlk değil son söylediklerim kayda geçmeli. Polis soruşturmalarında daima bir suçlunun son söyledikleri işe yarar," deyip elinin tersiyle saçlarını arkaya doğru savurunca Sıraç sesli bir şekilde gülmüştü.

Dehliz bana dönerek, "Neden?" dedi. "Soruşturmada neden son söylenenler dikkate alınır?"

"Çünkü ilk verdiği ifadeler kendini kurtarmak için tamamen yalanlar üzerine olur," deyip ona göz kırptım.

Bu seferde Meliz aynı soruyu küçük Elzem'e sormuştu. "Neden son söyledikleri işe yarar?" deyince çocukluğum güldü. "Çünkü ilk verdiği ifadeler kendini kurtarmak için tamamen yalanlar üzerine olur," deyip annesi sandığı kadına göz kırptı ve odasına gitmek için merdivenlere yöneldi.

Savcı gülerek başını iki yana salladı. "Gerçekten hiç değişmemişsin," dediğinde sitem eder gibi bir hali yoktu.

Küçük Elzem gidince Meliz düşünceli bir halde etrafını kontrol etti. "Bir sanrının konakta ne işi var?" diyerek sessizce konuşmuştu. Bana yansıtmamıştı ama gördüğüm şeyin bir sanrı olduğunu anlamıştı.

Bu anıdan çıkarak kendimizi yine kanlı koridorda bulduk. Küçük gardiyan, bu koridorun sorumlusu olan gardiyanla bizi bekliyordu. Savcı gülerek on yaşlardaki gardiyana yaklaştı. "Az önce senin anılarındaydık minik cadı," deyince çocuk gardiyan yanaklarının içini havayla doldurdu. "Benim değil Bay Üstün Zekâ," deyip beni gösterdi. "Elzem'in anılarındaydınız. Tanrım siz erkekler bazen fazla aptal oluyorsunuz," dedi ve yine Savcı'yı kızdırmayı başardı.

Savcı eğilip onu kabaca tutarak omuzuna attı. "Bana karşı özellikle bu kadar tepkili olduğunu düşünmeye başladım!" diyerek sıradaki kapıya doğru yürüdü.

Omuzuna attığı çocuk ise yine çırpınıp bağırmaya başladı. "Ben sadece bir zihin gardiyanıyım aptal adam! Bir nevi his canavarıyım! Elzem kime karşı ne hissediyorsa biz gardiyanlar da aynı şeyleri hissederiz. Şimdi düşünün bakalım neden sizden nefret ediyorum?"

Savcı yürümeyi bırakıp, "Neden?" diye sorunca az kalsın gülecektim. Çocukla çocuk oluyordu.

"Önce düzeltin beni! Sürekli sırtınızla bakışmak hoşuma gitmiyor!" diye bağırdı. Savcı tek bir hareketle onu kucağına aldı ve yüzüne bakarak, "Neden?" diye sordu.

"Çünkü..." diyen küçük baş belası eliyle beni gösterdi. "Onun içinde size karşı bir nefret var ve bu da biz gardiyanlara yansıyor."

"Elzem'in benden nefret ettiğini mi söylüyorsun?" Alay ederek güldü. "Bu mümkün değil."

Şimdi, "Neden?" diye soran çocuk gardiyandı.

"Çünkü bana yakın."

"Meliz'e, hatta canavara bile yakın. Elzem en çok nefret ettiği kişilere yakın olur," deyip sinsice sırıttı. "Az önce size yakın olduğunu söylemiştiniz, değil mi?" deyince Savcı'nın endişeli gözleri beni buldu. "Benden nefret mi ediyorsun?" diye sordu. Evet, çıldırmak üzereyim.

"Kollarınızda tuttuğunuz küçük canavarın sizi tuzağa düşürmesine izin veriyorsunuz," deyip ona doğru yürüdüm ve uzanıp çocuk gardiyanı kucağıma aldım. "Sen!" diyerek küçük çocuğa baktım. "Daha fazla ortalığı karıştırmıyorsun!"

Kollarını boynuma sararak güldü. "Haklı olduğumu biliyorsun."

"Biraz daha konuşursan seni aşağıya atacağım."

"Kendine kıyamayacak kadar vücuduna aşıksın ve bil bakalım ben şuanda kimim?"

"Sinirlerimi bozuyorsun!"

"Senin diğer herkesin sinirlerini bozduğun gibi mi?"

"Kendimden nefret etme sebebim olacaksın sus artık."

"O vakit asla çocuk yapma."

"Neden?"

"Senden doğacak bir çocuk büyük ihtimalle senin çocukluğun, yani benim gibi olacak."

"Bu da asla anne olmamam için güzel bir sebep," dediğimde Savcı, "Ne demek asla anne olmayacağım?" diyerek araya girdi. Kahretsin, bu adamın benimle ilgili çocuk hayalleri yok, değil mi?

İkinci bir Elzem vakasına ne ben hazırım ne de bu dünya!

Konuştuklarımız diğerlerini güldürürken Sıraç'ı kızdırmıştı. "Kesin şu lanet konuşmayı!" diyerek yanıma geldi ve küçük gardiyanı kollarımdan aldı. "Özellikle burada bir çocuk varken!" deyip bizi azarladı.

Lanet olası küçük yaratık kollarını bu seferde abimin boynuna dolayıp, "Zamani gençleri işte," deyince onu boğarak susturmayı istedim.

Soya ise hülyalı gözlerle Sıraç ve kucağındaki çocuğa bakıyordu. "Kollarına çocuk çok yakışıyor," dedi iç çekerek. "Belki de baba olma zamanın geldi." Bu kadın yürümüyor bildiğin koşuyordu.

Sıraç gülerek başını iki yana salladı. "Çocuklardan hoşlanmam," dedi ve başını eğip küçük gardiyanın saçlarına bir öpücük kondurdu. "Ama Elzem hep sevilesi bir çocuk olmuştur."

Kıskanan Itır, "Peki ya ben?" deyince Gediz güldü. "Genelde erkek çocukları pek sevilmez," diyerek Itır'ın erkek gibi giyinen çocukluğuna dem vurdu.

Daha fazla oyalanmak yerine yeni bir kapı daha seçtik ve küçük gardiyan bizim için kapının mührünü kırdı. Derin bir nefes alarak diğerlerinin peşinden içeri girdim. Kendimizi bu sefer konağın bahçesinde bulmuştuk. Yerler beyaz örtünün hâkimiyeti altına girmişti ve üzerimize kar yağıyordu. "Hadi Elzem!" diyen anneannemin sesini duydum. Sıkıca montuna sarılmış arabanın yanında bekliyordu. Saçlarındaki beyaz gül desenli tokayı görünce yutkundum. "Kahretsin!" diyerek Itır'a döndüm. "Bu anıdaki tarihi hatırlıyor musun?" Yanına giderek kolunu tuttum. "Itır, hangi ayın hangi günündeyiz?" Şubat'ın beşinde olamayız, değil mi? Anneannemin taktığı tokayı o gün ilk kez o lanet günde görmüştüm!

"On iki ay, aylardan iki.
İki ay, günlerden beş.
Beş gün, günlerden salı.
Hava sisli karanlık, dışarıda kırmızı kar ve karın içinde bir çocuk!"

Itır başını iki yana sallayarak, "Bilmiyorum Elzem," dedi. "Henüz anının başında olduğumuz için hatırlamıyorum." Ama ben biliyordum!

"Burada bekleyin," diyerek konağa doğru koştum. Hemen mutfağa girip Berna Hanım'ın genelde duvara hep astığı takvimin önünde durdum. Gördüğüm tarih yüzünden, "Şubat'ın beşi..." diye fısıldadım. Evet aylardan Şubat'tı ve beş Şubat'tayız!

Bugün beni bekleyen büyük bir cehennem vardı. Karanlıktan gerçek anlamda korkmamı sağlayan bir cehennem!

Yenilgi içinde bahçeye çıktığımda on bir yaşındaki Elzem ve ondan bir yaş küçük Itır'ı gördüm. Benim elimde küçük bir bavul vardı ve anneanneme doğru yürüyordum. Soğuktan dolayı kırmızı bir kaban ve yün şapka takıyordum. "Ben neden sizinle gelemiyorum," diye huysuzluk çıkartan Itır'ın çocukluğuydu.

İki kardeş arabanın yanında durunca Elzem, Itır'a dönerek tebessüm ettim. "Anneannem sadece ikimizin geçireceği iki günlük bir tatil planlamış. Senin de gelmeni çok isterdim ama yine onu kızdırmak istemiyorum," dedi. İyi ki de Itır onlarla birlikte gitmek zorunda kalmamıştı.

Dudaklarını sarkıtan Itır, küskün bir tavırla anneanneme baktı. "Beni bu ailenin bir parçası olarak görmediği için gelmemi istemiyor." Böyle düşünmekte hakkı vardı.

Elzem gülümseyerek elini uzatıp onun koluna dokundu. "Böyle düşünme lütfen. Eğer istediğin bir tatilse döndüğümde seninle ikimiz bir yerlere gideriz," deyip Itır'a sımsıkı sarıldı. "Ben dönene kadar beladan uzak duruyorsun. Eğer bunu yaparsan dönünce seninle top oynarım."

Itır kıkırdayıp kollarını ablasına sardı. "Hani bir hanımefendi barbarca top peşinden koşturmazdı?"

"Seni mutlu eden şeyleri yapmaktan gocunmam kardeşim," deyip Itır'dan ayrıldı. "Şimdi hasta olmadan gir içeriye."

İki kardeşin vedalaşmasını izleyen Itır, yutkunarak bana döndü. "Eskiden beni severdin Elzem," dediğinde ruhundaki hüznü soluyorum. "Bana sarılırken bedenin gerilmezdi. Bana emirler verip soğuk bir tavır takınmak yerine tebessüm ederek bazı şeyleri anlatırdın. Ben sana ne yaptım ki bana olan sevgin bir anda yerini hissizliğe bıraktı? Çok yakınken neden bir anda iki yabancı olduk? Neden Elzem? Neden bu kadar değiştin?" diye sorunca söyledikleri herkesin merakını cezbettiği için hepsi bana bakıyordu.

Ben onun için birini öldürdüm. Onun için canımdan bir parçayı koparıp atmışken hiçbir şey eskisi gibi olamazdı.

Ne Itır bana yaşattıklarımı unutturabilirdi, ne de ben ona baktıkça o günü defalarca yaşamaktan kurtulabilirdim.

Ortada benim sebep olduğum bir günah vardı ve ikimizi de yakıp kül ediyordu.

İçimde can çekişen benliğime inat boş gözlerle Itır'a baktım. "Büyüdük kardeşim. Artık iki çocuk değiliz ve bunları konuşmak çok yersiz," diyerek kestirip attım. Nasıl olsa yakında tüm sorularının cevabını alacaktı. Ben şimdi ona ne söylersem söyleyeyim bana inanmazdı.

Anneannemi bu kadar çok severken kim onu öldürdüğüme inanır ki?

Anneannem ve çocukluğum arabaya binince, yanımdaki Araf erkekleri şaşkınlık içinde arabaya bakıyordu. Savcı, "Yine rezil olmamak için susuyorum ama..." diyerek eliyle arabayı gösterdi. "Bu şey nedir?"

Doğa gülerek siyah arabayı işaret etti. "Sizdeki at arabasının gelişmiş versiyonu."

Asil ciddi bir şekilde arabaya yaklaşıp başını eğdi. "Çok açıklayıcı oldu Günışığı," deyip kafasını kaldırdı. "Atlar nerede?"

Açıklama konusunda berbat olan Doğa, "İçinde," dedi. "Buradaki atlar küçülmüş durumda. Şey biz onlara motor diyoruz." Asil'in akıl sağlığı için bence Doğa susmalıydı.

Gözlerini irice açan Asil, eğilip tekrar arabaya baktı. "Atları küçülttünüz mü? Hangi büyü bu?" diye sorunca gülüşümü zor durdurdum. Doğa yüzünden iyice kafası karışmıştı.

Aklıma gelenlerle kızlara döndüm. "Neden onlara küçük bir Ankara gezisi düzenlemiyoruz? Anneannem çocukluğumu çiftliğe götürecek. Oradaki olaylar zaten akşam başlayacak. İsteyen şimdiden gözlerini kapatıp kendisini orada bulabilir ama ben..." deyip Savcı'nın bileğini tuttum. "Ben Savcı hocayla küçük bir yolculuk yapacağım," dedim ve Savcı'yı peşimden garaja doğru çektim.

Benim dünyama gelmesi imkânsıza yakın olduğu için ona her şeyi göstermek istiyorum.

Garaj kapısından içeri girdiğimizde bu fikir Sıraç, Yavuz ve Soya'nın ilgisini çekmediği için onlar çiftliğe gitmişti. Fakat Kalkan kızları ve Araf erkekleri bizi takip ederek garaja gelmişti. Bir zihinde hayal ve gerçeklik vardı ve biz şuanda ikisini aynı anda yaşıyorduk. Zihnimde yaptığımız hiçbir şey buradaki yaşanmışlıklara müdahale etmezdi. Nasıl ki daha önce Asil televizyonu parçaladığı halde aslında televizyon hala eski yerinde duruyorsa, bizim aldığımız arabalar aslında gerçekliği etkilemiyordu. Zihnimin hayal kısmını kullanıp arabalarla buradan ayrılacağız ve biz bir hayali yaşarken, aslında arabalar hâlâ bagajda duruyor olacaktı.

Itır, Kerim'in motorunu garajdan çıkardı. Kerim, Sadık abinin yurtdışında okuyan oğluydu. Sadık abi ve ailesi müştemilatta yaşadığı için oğlunun motoru garajdaydı. Bir yıl sonra Kerim abi Türkiye'ye dönecekti ve annesiyle tartışacaktı. Gecenin bir yarısı motora atlayıp evden çıkan çocuğun haberini polisler bize getirecekti. Alkollü bir halde motor kullanırken kaza yapacaktı ve bizlere ölüm haberi gelecekti. Sadık abi oğlunun motorunu tamir ettirip yine garaja koymuştu. Sanki oğlu hiç yurtdışında dönmemişti ve buraya gelip ölmemişti. Birgün onu havaalanında alıp evine getirecekmiş gibi bu motora bakardı. Evlat acısını anlatacak bir kelime yok sanırım.

Itır, kendi kaskını takarken diğer kaskı Gediz'e uzattı. "Benimle yolculuk yapmaya cesaretin var mı?" deyince Gediz gülerek ona yaklaştı. "Bu şey beni korkutur mu sanıyorsun?" dedi ve Itır'ın tarif ettiği şekilde kaskı takıp kardeşimin arkasına oturdu. O motoru kullanan kişi eğer Itır gibi bir hız delisiyse bence korkmalı.

Hepimiz onları izlerken Itır başını çevirip arkasında oturan çocuğa baktı. "Sıkı tutun," dedi ve motoru çalıştırıp gaza yüklendi. Gözden kaybolmadan hemen önce Gediz'in bağırarak Itır'ın beline sarıldığını gördüm. "Bu da nedir? Durdur şu şeyi hemen!!" Evet, son duyduğumuz şey Gediz'in bağırışlarıydı.

Asil yutkunarak tozu dumana katarak giden motoru gösterdi. "Günışığı ben bu şeylere binmem. Yok mu burada dört ayaklı bir atınız?" derken sesi o kadar masum çıkıyordu ki, Doğa gülerek onun elini tuttu. "Merak etme benim hız korkum var. Kaplumbağa hızıyla akşama ancak çiftliğe varmış oluruz," diyerek Asil'i korumalardan birinin arabasına doğru çekti.

Duvardaki küçük dolapta arabanın yedek anahtarını alıp Asil için kapıyı açtı. Asil'i uzun uğraşlar sonucu ön koltuğa oturmaya ikna ettikten sonra nihayet kendisi de şöför koltuğuna geçmişti. Arabanın camlarını açtığı için konuştukları her şeyi duyuyorduk. Asil kaskatı bir şekilde koltuğa otururken Doğa arabayı çalıştırdı. Motorun çıkardığı sesle Asil kılıcına davranınca, Doğa hemen müdahale etti. "Hayır Asil, arabayı parçalamak yok. Bu sadece ileri teknolojinin bizlere sağladığı bir araç. Atlar yerine her yere bunlarla gidiyoruz," diyerek başını çevirip Asil'e baktı. "Hazır mısın? Şimdi hareket edeceğiz. Bak o kılıcı çekmek yok Asil. Elini çek şu kılıçtan diyorum!" Kendimi tutamayıp yüksek sesle gülmeye başladım. Umarım Asil arabayı kılıçtan geçirmeden önce çiftliğe gitmeyi başarırlar.

Doğa arabayı hareket ettirince Asil yine yaptı yapacağını. "Durdur şunu Günışığı, midem bulandı!" diye bağırdı. Evet, kılıcını da çoktan kınından çıkarmıştı.

Zavallı Doğa arabayı minimum hızda kullanırken şoke olarak yanındaki çocuğa bakıyordu. "İyi de daha garajdan bile çıkmadık, Asil!"

"Ben at istiyorum, bu şey midemi bulandırıyor!"

"Tamam! Yol üzerinde bir oyuncakçıya uğrayıp sana at alırız. Tanrı aşkına Asil, o kılıcı sok yerine!"

"Bu şey hareket ederken mümkünatı yok kılıcımı indirmem. Bize ne zaman saldıracağını bilemeyiz!"

"Elzem haklı! Hepiniz çağdışı kalmış mağara adamlarısınız!" diye bağıran kız, sinirden arabayı hızlandırdı ve Asil'in ettiği küfürler eşliğinde gittiler. Çiftliğe ulaşana kadar o araba Asil tarafından parçalanmazsa bende hiçbir şey bilmiyorum.

Mara'nın gözleri beni bulunca güldüm. "Ne?" dedim aptalı oynayarak. "Benim mülkümde olan ve bana ait olan arabalardan birini kullanmak mı istiyorsun?" Artık eve dönme zamanı gelmişken çok yakında bu küstah hizmetçiye kimin patron olduğunu göstereceğim.

Yüzsüzce, "Evet," demesi yok mu, çıldırma sebebim. Ben olsam gurur yapar asla kabul etmezdim.

Onunla uğraşıp sinirlenmek istemediğim için geriye kalan üç arabayı gösterdim. "Anneannemin arabası dışında diğerlerini alabilirsin," dedim. Dehliz'in yanında üzerine giderek onu utandırmak istemedim. Her ne kadar ilgimi haketmiyor olsa da.

Tüm arabaların genelde yedek anahtarı garajdaki gömme dolapta olduğu için Mara'da rastgele bir anahtar aldı. Neyseki anneannemin arabasını almamıştı çünkü Suzan Hanım benim dışımda kimsenin arabasına binmesine izin vermiyordu. Sırf şoför kullanacak diye çiftliğe giderken bile arabasını almamıştı. Mara arabanın kapısını açarak Dehliz'e döndü. "Lütfen bana arabaya binince Gediz ve Asil gibi tepki vermeyeceğini söyle?" diye sorunca güldüm. Araf erkekleri hepimizin psikolojisini bozmuştu.

Dehliz gülerek Mara'nın açtığı kapıdan arabaya bindi. "Uçan devasa bir şey gördükten sonra sanırım bu şeyin üstesinden gelebilirim," dedi. Bir ara ona gördüğü devasa şeyin uçak olduğunu anlatırım artık.

Mara arabayı çalıştırınca Dehliz irkildi ama diğerlerine göre daha olgun olduğu için hemen kendisini toparladı. Araba hareket edip garajdan çıktığında bile Mara'ya herhangi bir zorluk çıkarmamıştı. Geriye sadece ben ve Savcı kalmıştık. Anneannemin arabasının anahtarını alıp ona döndüm. "Şu siyah araba," diyerek elimle bineceğimiz arabayı gösterdim. "Kızların az önce yaptığı gibi bir erkeğe arabanın kapısını açmayı doğru bulmuyorum. Kendiniz binmeyi başarır mısınız?" diye sordum. Genelde erkekler tarafından hep benim kapım açılırdı. Bu yüzden bir ilki yapmaya hiç niyetim yoktu.

Arabaya yaklaşınca elimdeki anahtarın düğmesine basarak onun için kapıların kilidini açtım. Direksiyonun olduğu tarafa yöneldiğinde gülerek onu durdurdum. "Ben kullanacağım siz lütfen diğer koltuğa binin," dedim. Daha hangi tarafta oturacağını bilmiyordu.

Homurdanarak arabanın etrafında döndü ve kapıyı açıp ön koltuğa oturdu. Şoför koltuğuna geçtiğimde alışkanlık bu ya, "Bir dakika lütfen," deyip ona doğru uzandım ve emniyet kemerini taktım.

Emniyet kemerine bakıp kaşlarını çatarak bana döndü. "Neden beni bağladın?" deyince afalladım. Bağlamak? Şaka yapıyor olmalı, değil mi?

Gayet ciddi olduğunu görünce kendimi tutamayıp kahkaha attım. "Sizi bağlamadım." Ona göstermek için kendi kemerimi de taktım. "Bu sadece güvenlik amaçlı önceden aldığımız bir önlem. Herhangi bir kazaya karşı bizi koruyor," dedim. Daha önce hiç arabaya binmediği için bu tür önlemleri bilmiyordu.

Arabayı çalıştırdığımda tepkisizliğini korudu fakat ruhundaki gerginliği soluyorum. Gülümseyerek ona döndüm. "Eğer benim yanımdaysanız endişe etmeyin lütfen."

"Neden?" diye sorduğunda konaktan çıkarken omuz silktim. "Çünkü ben yanımda olanları korurum."

*****

Yolculuk boyunca farklı yerlerde durarak ona yabancısı olduğu şeyleri göstermeye çalıştım. Son uğrak yerimiz bir antikacıydı. Birçok şeyin kırılmasına sebep olsa da genel olarak çok eğlenmiştik. Şimdi ise çiftliğin yakınlarında arabayı durdurup onu çok sık geldiğim dağlık obaya peşimden sürüklemiştim. Karın içinde dağa tırmanırken çok huzursuzdu. "Elzem hava soğuk ve ayağında ayakkabı yok," diyerek yine bana kızdı. "Hasta olacaksın!" Ruh formundayken hasta olmam mümkün değildi.

En tepeye çıktıktan sonra eğilip elini tuttum ve onu da yukarıya çektim. "Yaşlı insanlar gibi sürekli huysuzluk yapıyorsunuz," deyip buz gibi karın üzerinde yürüdüm. Üşüme hissini şu anda çok az hissediyordum.

Çıktığı tepenin üzerinde kendisini silkelerek doğruldu. "Seninle kıyaslanınca oldukça yaşlıyım," dediğinde güldüm. "O halde ben sizin yanınızda bir çocuk kalıyorum huysuz adam," diyerek uçurumun kıyısında durdum ve ona doğru dönüp elimi uzattım. "Lütfen yaklaşın."

Yanıma gelip uzattığım elimi tuttu. "Ellerin üşümüş," dedikten sonra avuçlarına aldığı ellerimi dudaklarına yaklaştırdı ve nefesiyle ısıtmaya çalıştı. Ruh formundayken bile bu küçük temasımız ruhuna karşı acıkmamı sağlıyordu.

Yüksek uçurumun en tepesinde dururken ona aşağıdaki manzarayı gösterdim. "Nasıl?" dediğimde gözlerime bakarken, "Çok güzel," deyince kıkırdadım. "Bana değil..." Kolunu tutarak yönünü manzaraya doğru çevirdim. "Oraya bakmalısınız."

Gözlerime bakarken hissettiği heyecan, beyaz karın süslediği manzaraya bakarken hiç yoktu. Uçurumdan biraz uzakta oturduğumda yanımdaki yerini almıştı. "Bu yerin senin için özel bir anlamı var mı?" diye sorduğunda başımı salladım. "Ne zaman çiftliğe gitsem buraya gelir ve atlamayı düşünürdüm," dedim. Defalarca kez intihar etmeyi düşünerek kendimi burada bulmuştum. Yorgun düştüğüm her an soluğu burada alır, fakat bir süre sonra geri dönerdim. Bir türlü intiharı kendime yakıştıramadım.

"Atlamak?" Başını eğip sonsuz gibi gelen uçuruma baktı. "Buradan atladığında ölürdün, Elzem."

"Bu yüzden atlamayı istiyordum."

Benim için endişe ederek bana doğru döndü. "Ölümü arzuluyor olamazsın, değil mi?" Hemde eskisinden daha fazla.

"Hayır," diyerek alay ettim. "Ölüler Diyarını gördükten sonra ölüm kulağa korkunç geliyor ama..." deyip ayağa kalktım. "Yok olmayı isterdim." Ona bakarken arkamdaki uçuruma doğru bir adım attım. Bu hareketimle kaşlarını çatarak hemen ayağa kalktı. "Elzem bu tarafa gel!" diyerek farkında olmadan sesini yükseltti.

Ona gülümseyip geriye doğru bir adım daha attım. "Dünya üzerinde silinmeyi isterdim," dedim. "Bir yıldız tozuna dönüşüp onlarca parçaya bölünmek isterdim." Üzerimize yağan karı gösterdim. "Her bir parçam gökyüzüne yağmalı sonra yere düşüp yok olmalı," diyerek gözlerine baktım. "Önce hiçliği tatmalı daha sonra yeniden doğmalıyım," dedim ve geriye doğru son adımımı attım. Bir adım ötesi uçurumdu. "Ölümden doğmak mümkün müdür?" dediğimde korku dolu gözleri arkamdaki uçurumdaydı.

Bana doğru temkinli bir adım attı. "Sen zaten ölümden doğan tek fanisin! Bu saçma merakını anlamıyorum!" Bana doğru attığı ikinci adımı beni ürkütmekten korkar gibiydi. "Sana neler olduğunu anlamıyorum. Zihnine girdiğimizden beri kendin gibi davranmıyorsun!"

"Siz bana bağırdıkça daha fazla atlamak istiyorum." Gülerek arkamdaki boşluğu gösterdim. "İkinci kez ölümden doğup doğmayacağımı test etmek istiyorum!" dediğimde gerçekten atlayacağımı düşünmüş olmalı ki, "Aklından bile geçirme!" diye bağırdı. "Zihninde ölürsen gerçekte de ölürsün!"

"Harika, o vakit atlıyorum."

"Beni çıldırtma hatun! Gerçekten atlamana izin verir miyim sanıyorsun?"

"Benimle ölmeye ne dersiniz?" Gülerek başımı kaldırıp ona baktım. "Birlikte atlamayı talep ediyorum."

Ve her zamanki gibi, "Reddedildi!" deyince ona tersçe baktım. "Ciddi anlamda beni deli ediyorsunuz!" dediğimde aramızdaki son adımı da kapatarak kolumu tuttu ve hızlıca beni göğsüne çekti. "Sende beni kahrolası kadın!" deyip korku içinde bana sımsıkı sarılınca gülümsedim. Gerçekten atlayacağımı düşünmüştü.

Beni göğsüne hapsederek uçurumdan uzaklaştırdığında çok korkmuştu. "Bunu bir daha sakın yapma!" Korkudan sesi titriyordu. Onu bırakıp kendi dünyama nasıl döneceğimi hiç bilmiyorum. Daha önce kimseler onun kadar beni sevmemişti.

Er veya geç ikimiz için bir ayrılık olacaktı ne yazık ki, çünkü birbirimizin dünyasına yabancıydık.

*****

Çiftliğin bahçe kapısından içeri girerken yine, "İyi misin?" diye sorunca sinirden çığlık atabilirdim!

"Bu soruyu tekrar sorarsanız size gerçek bir kötü nasıl olunur zevkle gösteririm!" dediğimde gülerek omuzumu tutup beni göğsüne çekti. "Senin için endişe ettiğim için beni suçlayamazsın," dedi ve saçlarıma küçük bir öpücük kondurdu. Uçurumun tepesinde ona yaptığım küçük şakayı fazla ciddiye almıştı. İntiharı daha önce düşündüğüm doğru fakat asla denemedim.

Arabayı bahçe kapısının önünde bırakmıştım. Çiftliğe girdiğimizde çoktan hava kararmaya başlamıştı. Kapıya hafifçe vurunca Doğa bizim için kapıyı açmıştı. Her ikimize baktıktan sonra geçmemiz için kenara çekildi. Savcı içeri girerken Doğa hemen kolumu tutup beni kenara çekti. "Nerede kaldınız Elzem?" Gözlerini kısarak iyice bana yaklaştı. "Şu saate kadar ne yaptınız?" Gerçekten bilmek istediğine emin değilim.

Kapıyı kapatarak oturma odasına doğru yürüdüm. "Siz Asil ile ne yaptınız?" dediğimde gülerek peşimden geldi. "Yolun geri kalanını yürüyerek gelmek zorunda kaldık çünkü dikkatimi dağıttığı için kaza yaptım. Neyseki araba yoldan çıkıp bir ağaca çarparak durdu," diyerek yüksek sesle gülmeye başladı. "Ama Asil arabanın bize saldırmak üzere olduğunu düşündü. En son gördüğümde arabanın aynasına doğru savurduğu kılıcıydı ve bunu yaparken arabanın üzerinde duruyordu," deyince bende gülmeye başladım. Asil'i arabanın üstüne çıkmış bir şekilde hayal edemiyorum. Özellikle kılıcını rastgele arabaya doğru savururken ki halini.

"Sana büyük travma yaşatmış olmalı."

"Hiç sorma Elzem. O görüntüyü zihnimde sileceğimi sanmıyorum," diye söylenirken ikimizde gülerek salona girdik.

Herkes bulduğu boş yerlere oturmuştu. Kimisi koltuktaydı kimisi ise şöminenin yanındaki minderlerde. "Neyi bekliyorsunuz?" diye sorduğumda anneannemin sallanan sandalyesinde oturan Sıraç, "Onları," diyerek gözleriyle yemek masasını gösterdi. Anneannem ve çocukluğum akşam yemeği yiyordu.

Duvardaki büyük guguklu saati kontrol ettim. Saatin sekiz olduğunu görünce derin nefes aldım. "Şuanda içtiğim mantar çorbasının içinde uyku ilacı var. On dakika içinde çocukluğum uykuya dalacak ve gözlerini açtığında hiç iyi şeyler yaşanmayacak," diyerek onları önceden birazdan olacaklara hazırlamak istedim.

Yavuz ayağa kalkarak, "Anneannem neden sana uyku ilacı verdi?" diye sorunca cevap vermedim. Kendi izlemeli ve tüm cevapları almalıydı.

Küçük Elzem çorbadan bir kaşık daha alarak anneanneme döndü. "Çiftliğe geleceğimizi önceden söyleseydin Itır'ı da getirirdim. Ayrıca şoförü neden konağa gönderdiğini anlamış değilim," dedi. Bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu.

Anneannem kendi çorbasını içerken ona uyarıcı bakışlarını çıkardı. "Ne zamandır yemek yerken sohbet eder olduk? Son zamanlarda sana öğrettiklerimin dışına çıkıyorsun."

"Bağışla ama şuanda sohbet etmiyoruz anne. Merak ettiğim bir soruyu sordum."

"Yemeğin bittiğinde sorabilirsin."

"Sende beni azarlamak için harcadığın cümlelerin içine küçük bir cevabı sığdırabilirsin."

Anneannem sinirli gözlerle ona baktı. "Bu küstah tavrından hiç hoşlanmıyorum Elzem. Büyüdükçe annene benziyorsun!" Annem gibi olmamam için elinden geleni yapıyordu.

"Ne fiziksel olarak ne de karakter olarak anneme benzediğimi sanmıyorum," dedi. "Annemin yaşayan bir ölüden farkı yok."

"Bir zamanlar öyle değildi." Anneannemin yeşil gözleri üzgünce bakıyordu. "Munure hayat dolu biriydi fakat tıpkı senin gibi kural tanımaz bir asiydi. Onu iyi eğitemedim," diye fısıldadı. O yıllarda anlamamıştım ama artık annemin yaptığı hata yüzünden kendisini suçladığını biliyorum. "Eğer ona gereken eğitimi verseydim bu kadar zayıf biri olmazdı. Kızımı kaybetmezdim Elzem."

"İyi ki de onu eğitmemişsin anne," diyen çocukluğum iç çekti. "Bana yaptığın şeyleri anneme de yaptığını bilmek canımı yakardı."

Duydukları karşısında anneannem yaşadığı hayal kırıklığını gizleyemedi. "Sana işkence yaptığımı mı düşünüyorsun?"

Çocukluğum burukça tebessüm ederek başını salladı. "Eğer bana yaptığın şeyin doğru adı işkenceyse evet anne, sen bana işkence yapıyorsun."

"Ben ne yapıyorsam senin iyiliğin için!" diyen kadın kontrolünü kaybedip ona bağırmıştı.

Uyku ilaçları etkisini göstermeye çalıştığı için esneyen küçük çocuk, "Hayır anne," diyerek çorbadan bir kaşık daha içti. "Sen ve bazı dış etkenler beni tüketiyorsunuz. Bazen kimsenin benim iyiliğimi düşünmediğini hissediyorum." Gözleri dolarak anneanneme döndü. "Ben bile anne," dedi. "Ben bile kendi iyiliğimi düşünmüyorum. Tıpkı bir kukla gibiyim. Kim iplerimi nereye çekerse o yöne savruluyorum."

"Bir çocuğa göre bunlar fazla büyük sözler, Elzem."

Burukça güldü. "Bir çocuğa göre belki, ama ben çocuk olamıyorum ki anne. Çok istiyorum ama olamıyorum," dediğinde gözlerim doldu ve saçlarımı yüzüme çekerek bunu herkesten gizledim. Haklıydı çünkü çok istediğim halde bir türlü çocuk olamamıştım.

Oradaki masada oturan benim çocukluğumdu, ama bir yetişkin gibi oturuyor ve bir yetişkin gibi konuşuyordu.

Oysaki o, burada daha on bir yaşındaydı.

Elzem'in gözleri kapanmaya başlayınca önündeki çorba kâsesini son anda kenara çekmişti. "Çorbanın içinde ne vardı anne?" diye fısıldadığında başı masaya düşmüş ve gözleri kapanmıştı. Uyandığında kendisini korkunç bir kâbusun içinde bulacaktı ve geriye kalan tüm hayatında bir şarkının aynı sözlerini mırıldanacaktı.

"On iki ay, aylardan iki.
İki ay, günlerden beş.
Beş gün, günlerden salı.
Hava zifiri karanlık, dışarıda giz ve gizin içinde bir çocuk!"































Evet, nihayet yeni bölüm geldi. Biliyorum bu sefer bölüm biraz gecikti ama bu elimden olmayan sebeplerden dolayı yaşanan bir gecikme.

Açıkçası bu yoğunluğun içinde bu bölümü de nasıl yazdım bilmiyorum, fakat sizleri daha fazla bekletemezdim.

Peki oruçla aranız nasıl? Eminim bazılarınız çok zorlanıyordur, değil mi?

Elzem'in söylediği şarkının sırrı nihayet açığa çıkmak üzere. Sizce o şarkının nasıl bir hikâyesi var?

Suzan neden Elzem'i çiftliğe getirmiş olabilir? Çiftlikte neler olacağıyla ilgili tahmini olan var mı?

Peki Elzem'in konakta gördüğü sanrı? Rakibini kendi geçmişinde gördü fakat yine onu tanımadığını savundu. Elzem gerçekten onu tanımıyor olabilir mi?

Elzem ile ilgili kalan tüm sırları yeni bölümde okuyacaksınız, zaten bir sonraki bölümde ise hepsinin rakipleriyle olan savaşı başlayacak.

Evet yeni bölümde şarkının sırrı ve Elzem'in neden anneannesini öldürdüğünü okumuş olacaksınız. Artık gerçekleri öğrenmenin zamanı geldi, değil mi?

Siz bölümü okurken ben biraz uyuyacağım çünkü yarım saattir odama gelmek için can çekiştim. Çocuklarla her akşam süren rutinimizi devam ettirmek bu sefer hiç kolay değildi. Her birini tek tek öpüp vedalaşır gibi onlarca sevgi sözcüğü söylemek hiç bitmeyecek gibi geldi. Normalde en azından sarıldıktan sonra bende seni seviyorum oğlum veya kızım deyip kendimi odama uğurluyordum. Fakat bu sefer beni bırakmak bilmediler. Bazılarıyla iki kez uzun uzun sarıldığımız bile oldu. Alt tarafı uyumak için odama gittiğimi bir türlü anlamak istemiyorlar. Oysaki sabah yine birlikteyiz ve Ali sabaha kadar defalarca kapıma gelip çeşitli bahanelerle beni uyandıracak. Sorsan asla karanlıkta korktuğunu kabul etmez ama.

Zaten kolundaki alçıyı da silah olarak kullanıyor. Çocuklardan biri bir şey yapsa hemen alçılı kolunu kaldırıyor. Bıraksak taş niyetine evdeki herkesin kafasını kıracak.

Eşim bu seferde iş için Bodrum'a seyahat etti. Yirmi gün sonra gelecek ve bir haftaya yakındır çocuklarla tek başıma harika gidiyor. En azından şuana kadar bir vukuatımız olmadı. Ali'yi kontrol ettiğim sürece diğer üçü pek sorun olmuyor. Ne yazık ki ortalığı hep Ali karıştırıyor. Daha şimdiden evde kendi saltanatını kurdu küçük adam. Kolunu kendisi kırdı ama acısını hepimizden çıkartıyor. Çocuklar alçının bir ay sonra çıkacağını duyunca Ali'den daha fazla üzüldüler, çünkü sevgili oğlum nefret ettiği derslerden kurtulup kırılan kolunun keyfini sürüyor evde. Eşim gittiğinden beri kumanda zaten bize hiç geçmez oldu. Çocuklar çizgi film diye tutturur ama içimiz dışımız Uyanış ve Kuruluş oldu. Sadece bu olsa iyi, ama çocuk TRT1'deki tüm tarih ve savaş filmlerini izliyor. Daha geçen yarısında uyudu diye sabah bana Türkiye'nin maçı kaça kaç bitti diye soruyor. Allah aşkına sen daha on yaşındasın, on!

Günlük stresimi de buraya attığıma göre ben artık kaçıyorum. 🤭

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

408K 32.6K 23
Rosanna Camborne, bir kitap yazarıdır ve aklındaki karakterleri kelimelere dökmeyi planladığı sırada işler bambaşka gelişir. İlkel bir zamana ve haya...
2.3M 72.6K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
1.1M 21.2K 25
MAHZEN'İN KARANLIĞINDA KAYBOLMAYA HAZIR OLUN! Devlet adamları tarafından tüm ülkedeki insanların içinde bulunacağı şekilde 'Mahzen' adında bir merkez...
722K 66.7K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...