MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(50) Aradığımız Masumiyet.

92.4K 8.9K 24K
By Maral_Atmc6

"Beyaz gül de artık beyaz değildi, kan bulaşmıştı..."

Bazı insanlar sır küpü gibidir. Bir tane herkese gösterdikleri yüzü vardır bir de sadece kendilerine sakladıkları. Herkesin kendisine sakladığı bazı şeyleri vardır değil mi? Kimse çıkıp aksini iddia edemez çünkü küçük veya büyük mutlaka gizledikleri bir şeyler vardır. En basitinden banyo ettikleri bir mahremi vardır değil mi? İnsanların gözleri önünde değil, kendilerini rahat ve güvende hissettikleri bir yerde yıkandıkları andan bahsediyorum. Diğer sakladıkları her şeyi bir kenara itelim ve sadece bu basit örneğe odaklanalım. Kimse tarafından izlenmediğine eminsin ve rahat rahat sıcak suyun keyfini çıkarıp yıkanıyorsun. Peki sonra ne mi oluyor? Birileri elinde bir CD ile geliyor ve çırılçıplak yıkandığın tüm görüntülerin CD'de olduğunu söylüyor. Tüm dünyaya görüntülerini dağıtmaktan bahsediyor? Böyle bir şey karşısında ne hissederdi insan? Şu anda içinde bulunduğum durum da aynı bu örnekteki gibi, hatta daha fazlası. Dostum, düşmanım, ailem ve tanıdıklarım şu anda tüm anılarıma sızmış durumda ve beni banyo ederken görmek en sıradan korkulardan biriydi. Yaşadığım her şeyi ama her şeyi görme ihtimalleri vardı ve bu, benim ecel terleri dökmem için yeterliydi.

Hadi ama Ölüler Diyarına gitmeden önce Savcı ile yaşadıklarım bile bu kapılardan birinin ardındaydı!

Korkuyorum, anılarım halka açık bir şekilde herkesin kolayca ulaşacağı bir hâle gelmişken çok korkuyorum.

"Ne düşünüyorsun? Dalgın gibisin?" Itır'ın koluma dokunmasıyla kendime gelip derin nefes aldım. "O kadar çok şey düşünüyorum ki Itır, bazen sadece birkaç dakikalığına da olsa düşünmeyi bırakmak istiyorum." Fakat çok istesem de yapamıyordum çünkü Oyunbaz olmam zihinsel olarak beni yorsa da düşünmeyi bırakmama izin vermiyordu.

Her şeyi önceden hesaplayıp planların doğrultusunda yaşamak berbat bir duygu. Bazen hayatımda doğaçlama adımlar atmak isterdim.

"Cevap vermedin?" Asil'in sorduğu soruyla kendi sıkıntılarımı bir kenara ittim. Doğa'ya bakıyordu ve dosyasının okunmasını isteyip istemediğini sormuştu. O dosya her şekilde okunacaktı ama Itır'ın geçmişte ki hâli içeri girmeden biz çıkarsak bir şey duymazdık.

"Bilemiyorum," dedi Doğa. "Yaşadığım şeyleri dinlemek mi daha güç yoksa dinlediğim her şeyi yaşamış olmak mı?" Buğulu gözleri çalışma masasında oturan ve elindeki dosyaya bakan Elzem'deydi. "Dinleyelim," diyerek başını salladı. "Elzem'in ilk gün görüntüsünden dolayı aşağıladığı, ne idüğü belirsiz bir kızın hayatını öğrendikten sonra verdiği tepkiyi merak ediyorum." Tüm bedenim gerilirken bunu hak etmiştim, değil mi? Her ne kadar daha sonra aramızda güçlü bir yakınlık oluşsa da bu ilk gün onu kırdığım gerçeğini değiştirmiyordu.

"Bu sözlere karşı kendini savunacak bir şeylerin var mı, Bayan Kontrol Delisi?" Itır'ın kollarını göğsünde birleştirmesiyle burukça tebessüm ettim. "Yok." Nasıl ki haklı olduğum konularda susmuyorsam haksız olduğum yerlerde de konuşmuyorum.

"Elzem!" Tıpkı onlara söylediğim gibi Itır büyük bir hiddetle çalışma odasına girmişti. "Kız geldiğinden beri senin korkundan odadan dışarı çıkmıyor! Söylediklerin için gidip ondan özür dilemelisin." Tebessüm ederek başımı iki yana salladım. Kardeşim aslında hep fazla yufka yürekli olmuştur fakat öfkesi bunu gizlerdi.

Elzem elindeki dosyayı usulca masaya koydu ve soğuk tavrından ödün vermeden gözleriyle açık kapıyı gösterdi. "İçeri girmeden önce izin istemelisin. Şimdi dışarı çık ve çalışma odama girmeden önce müsade iste." Yanımdaki kardeşim bana tersçe bakarken omuz silktim. İçeriye destursuz dalmak onun hatasıydı.

Geçmişteki Itır'ın kaşlarını çatması uzun sürmemişti. "Sen ve saçma kuralların. Bana bunu yaptıramazsın!"

"Bu konuda bana meydan mı okuyorsun?" Hepimiz sessizce onları izlerken Elzem, koltuğuna yaslandı. "Sana istediğim her şeyi yaptırabilirim ve bana itaraz etmemen gerektiğini iyi biliyorsun. Şimdi dışarı çık ve izin iste."

"Ama-"

"Sana konuş demedim Itır, sus dediğimde susmasını bilmelisin. Dışarı çık ve izin iste diyorum." Savcı'nın gözleri anında beni bulurken, tepkisizliğimi koruyarak dümdüz bir şekilde karşıma bakmaya devam ettim.

Şu anda ne düşündüğünü ve bana bakarken kimi gördüğünü çok iyi biliyorum.

Itır homurdanarak dışarı çıkıp girmek için izin istedi ve bir süre sonra yeniden içeri girdi. Az önce zoraki bir şekilde yaptığı şey için surat asarak oturmaya başlayınca, Elzem gülümsedi. "Somurtmak dışında beni görmeye gelmenin sebebi nedir?"

"Senden gerçekten nefret ediyorum Elzem, bunu biliyorsun değil mi?"

"Evet, başka bir şey yoksa işlerim var beni meşgul etme lütfen," deyip masadaki dosyayı aldı. "Bazen senin de benden nefret ettiğini hissediyorum." Itır'ın kısık çıkan sesiyle dosyayı tutan parmakları hareketsiz kalmış ve hiç kıpırdamadan öylece durmuştu. "Sana bunu düşündüren sebep nedir?"

"Sadece bir his." Alay edercesine gülerek ablasına baktı. "Artık sana bakarken Elzem'i görmüyorum, Suzan Akay'ı görüyorum. Bir zamanlar onun sana yaptığı her şeyi bana yapıyorsun. Gittikçe daha fazla ona dönüşüyorsun kardeşim." Eskiden bunu hep inkar ederdim fakat yeni yeni bazı şeyleri anlıyorum.

"Bana yaptığı şeylerin aynısını sana mı yapıyorum?" Güldü. "Şu ana dek sana hiç el kaldırmadım Itır." Bu aslında her şeyin cevabıydı ama ne Itır ne de buradaki kişiler bu sözlerle ne demek istediğini anlamadı.

"Ne var bunda? Anneannem de sana hiç el kaldırmazdı, ama tıpkı bana yaptığın gibi o da seni kısıtlardı."

"Bu kadar yeterli." Doğanın dosyasını açıp ilk sayfaya göz gezdirdi. "Bitirmem gereken işler var. Neden beni biraz yalnız bırakmıyorsun?"

"Sen neden şu saçma işlere ara vermiyorsun?" Itır uzanıp onun elindeki dosyayı aldı. Onu Elzem'den kaçırmak üzereyken dosyanın üzerinde Doğa'nın resmini görünce kaşlarını çatarak ablasına döndü. "Bunu yapmadığını söyle! Çevremdeki herkese yaptığın gibi onu da araştırmadığını söyle!" Kimlerle arkadaşlık kurduğunu öğrenmek için daha önce arkadaşlarını araştırmama çok kızmıştı.

"Annemin sürpriz bir şekilde eve getirdiği kişiyi araştırmaktan bir sakınca görmüyorum."

"Ne bekliyorsun? Azılı bir suçlu çıkmasını mı? Elzem her gün bu konağı havaya uçurmaya çalışıyorum! Sen tüm delilleri yok etsen de adam yaralamaya kadar birçok sabıkam var. Bir katil arıyorsan bu ben bile olabilirim ama o kız olamaz."

"Kendinden bu şekilde bahsetmenden hoşlanmadığımı biliyorsun."

"Ama bu gerçek. Sen uzlaşmacı olabilirsin fakat benim uzlaşma şeklim yumruklarım. Daha önce birine tokat bile atmayan biri anlamaz kanamaktan ve kan dökmekten." Başını eğip Doğa'nın dosyasını okumaya başladığı için Elzem'in yutkunuşlarını görmemişti. Her gün kanı bedeninden ilmek ilmek aktığını düşünmüştü ve sebep olduğu cinayetin izlerini görmek ister gibi ellerine bakıyordu.

Ne garip değil mi? Itır karanlığını gizlemeden ona kim olduğunu söylüyordu. Fakat Elzem, sığındığı güneşin ardından tüm pis işlerini halledip herkese sadece güneşi gösteriyordu. Kimse o güneşin gerçek yüzünü bilmiyordu...

"Doğa Kanık." Sessizce mırıldanan Itır, onun dosyasını okumaya başladı. "Bakalım Bayan Kontrol Delisini haklı çıkartacak bir şeyler dosyanda var mı?"

Itır bir süre sessizce dosyayı okumaya başlamışken Elzem tarafından izlendiğini biliyordu. "O da bizim gibi Ankara doğumlu. Annesine hamileliğin ikinci aylarında pankreas kanseri teşhisi konulmuş. Fakat doğumdan birkaç hafta sonra kadının hastalığı gizemli bir şekilde yok olmuş." Meliz'den istediği şey bu olmalıydı. Eminim eski kitapları karıştırıp onu iyileştirecek bir büyü bulmuştur.

"Annesi doğumdan kısa süre sonra lohusa sendromu geçirmiş olmalı ki, bebeği kabul etmemiş. Hastalığı bile iyileşmişken, kadın yaşadığı ruhsal sorunlardan sonra Doğa henüz üç yaşlarındayken kendi canına kıymış." Bir Avcı olarak lanetli bir çocuk doğurunca bununla yüzleşemedi, değil mi? Belki de bütün bunlara sebep olduğunu bilmek vicdanına ağır gelmiştir.

"Aman tanrım bu da ne?" Itır irice gözlerini açarak Elzem'e doğru döndü ve dosyayı gösterdi. "Buradaki hastane kayıtları ve polis tutanaklarına bakılırsa babası defalarca Doğa'yı öldürmeye çalışmış. Onu verdikleri çocuk esirgeme yurdunda bile zavallı kızın peşini bırakmamış. Adam ifadesinde sürekli o ölmeli diyormuş!" Beklediği şeylerin tam tersini duymak onu afallatmıştı çünkü bir aile dramıyla daha yüzleşiyordu.

Doğa sessizliğini korurken ifşa olan hayatı aslında onun için hiç kolay değildi. Herkesin duymasına izin vermesini gerçekten takdir ediyorum, çünkü ben geçmişim hakkında bu kadar cesur olamıyorum. Asil ise sadece izliyordu çünkü bu kadarını zaten daha önce benden dinlemişti. "Dışarı çık Itır ve yarım saat sonra Doğa'yı odama gönder." Hiç etkilenmemiş gibi soğuk tavrından ödün vermeden Itır'ın elindeki dosyayı aldı ve çekmeceye sakladı. Itır sorun çıkarmadan dışarı çıkınca yine parmaklarıyla kafasına masaj yapmaya başlamıştı. "Kendi öz kızına biri bunları neden yapar ki?" Sessiz fısıltısını hepimiz duymuştuk ve aynı şekilde artık bunun cevabını biliyorduk.

Yeniden dosyayı çıkartıp okumaya başladığını gördük. Sessizlik içinde Doğa'nın dosyasını okurken her satırda kaşlarını çatıyordu. Neredeyse yarım saat boyunca dosyayı sonuna kadar okumuştu. "Saçmalık." Kısık bir sesle konuşup dosyayı çekmeceye fırlattı. Kızdığı şey aslında Doğa'nın babasından çok, Doğa'nın yaşamak zorunda kaldıklarıydı.

Bir süre sonra Doğa odanın kapısını tıklatıp ürkek adımlarla içeri girdi. Elzem eliyle masanın karşısında duran tekli koltuğu gösterdi. "Otur." Yine herkesin bakışları beni bulunca içten içe sinir krizleri geçiriyorum. Eskiden insanlara karşı bu kadar sık emrivaki cümleler kurduğumu yeni fark ediyorum.

Doğa onun karşısına oturunca bir süre her ikisi de sessiz kaldı. Doğa başını eğmiş kucağındaki elleriyle oynuyor, Elzem ise konuya nasıl giriş yapacağını düşünüyordu. "Bir şey içer misiniz?" Fazla resmi değil mi? Genelde kolay kolay resmiyeti kaldırmazdı.

Doğa utangaç bir tavırla, "Sadece su," deyince, ayağa kalktı ve boş bardağı alıp masadaki sürahiden onun için su doldurdu. Suyu Doğa'nın önüne koyup tekrar yerine oturmuştu.

Ürkekçe içtiği birkaç yudum su, Elzem'in bakışları altında zavallı kızın boğazına dizilmişti. "Sizi korkutuyor muyum?" diye sorduğunda Gediz'den, "Bir de soruyor mu?" diye bir ses çıkmıştı.

"Ha-hayır." Bunun evet anlamına geldiğini herkes anlamıştı.

"Aslında korkulması gereken biriyim." Bunları söylerken sevimlice gülümsemesi yok mu, izledikçe kendime hayran kalıyorum. "Size bir sır vereyim mi?" Ellerini masaya bastırıp Doğa'ya doğru eğildi ve yeşil gözlerini ona dikti. "Görüp görebileceğiniz en tehlikeli kadına bakıyorsunuz." Doğa'nın boğazında bir düğüm oluşurken, her an çığlık atmak üzere olduğuna yemin edebilirim ama kanıtlayamam.

"Bana bunu neden söylüyorsunuz?" Göz teması kurmaktan bile korkuyordu. Sürekli kucağındaki parmaklarıyla oynuyordu ve başını yerden kaldırmıyordu.

"Hayatta ki tek şansınızı iyi tanımanız için." Elzem geriye çekilerek rahatça koltuğuna yaslandı. "Şans neye benzer bilir misiniz? Saçsız bir insana, daha doğrusu sadece kafasının arkasında bir tutum saç olan kel bir insana. Çoğu zaman bazı kişilerin ayağına kadar gelir fakat herkes onu elinden kaçırır. Oysaki tek yapmaları gereken ellerini uzatıp onu saçından yakalamak. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?" diye sorunca kafası karışan Doğa, onun altın sarısı gür saçlarına bakınca güldü. "Mecazi anlamları atanmayı başarırsam küçük öğrencilerime anlatmayı düşünüyorum. Fakat anladığım kadarıyla sizin de bu konuda bilinçlenmeye ihtiyacınız var." İnceden göndermeler hep en sevdiğim şeyler olmuştur.

"Öğretmen misiniz?"

"Olma yolundayım henüz atanmam gerçekleşmedi."

"Neden? İstediğiniz her şeye kolayca sahip olacak bir aileye sahipsiniz." O zaman da anlamıştım şimdi de anlıyorum Doğa'nın sesindeki iğretiyi. "Annenize istediğiniz okulun ismini söylemeniz yeterli, eminim atanmanızı bir gün içinde halleder."

"Kendi işimi kendim hallederim ve çok istediğim mesleğime kolay yollardan ulaşırsam benim için ne değeri kalır?" Her şeyi zor yollardan kazanmaya alışık olduğu için her türlü kolaylıktan kaçınıyordu. Sahi benim için hangi kazanç kolay oldu ki?

"Zorluk nedir bilir misiniz?"

Doğa alay edercesine güldü. "Siz bilir misiniz?" Ne de olsa zenginim ve bir elim yağda diğer elim balda değil mi? Ben ne anlardım ki zor şeyleri.

"Aslında pek bilmem." Yalan söyledi. "Ama zorbalığı bilirim. Size küçük bir anımı anlatmak isterim. Ortaokuldayken bir yıl boyunca bana zorbalık eden bir kız grubu vardı. Bir seferinde o kadar ileri gittiler ki, beni kızlar soyunma odasının dolabına kitlediler." Hatırlamak istemediğim berbat bir andı. Karanlık dolapta panik atak ve karanlık korkum hiç iyi bir ikili değildi.

Sonunda Doğa'nın ilgisini çekmeyi başarmıştım. "Kurtulmayı başardınız mı?" Geçmişteki Elzem başını salladı. "Başaramayacağım hiçbir şey yoktur benim. Peki devamında ne oldu biliyor musunuz?"

"Ne?"

"Ertesi gün hepsini okulun kazan dairesine kitledim. O günden sonra ben onlarla uğraşmaya başladım ve hepsi okuldan ayrıldı."

"Bu korkunç! Sana yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına yapmamalısın." Sinirlendiği için resmiyeti bir kenara atmaktan çekinmemişti.

Elzem ise onun aksine çok sakindi. "Hangi açıdan baktığınıza bağlı bu kavram Doğa Hanım," diyerek ayağa kalktı. "Onlar kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri bana yaptılar ve bunun karşılığında aynı şeyleri onlara yapmam beni korkunç biri yapmaz." Omuz silkerek pencereye doğru yürüdü. "Bir şeyleri başlatan hiçbir zaman ben olmam ama bitiren daima ben olurum."

"Fazla iddialı sözler."

"Karakteri henüz oluşmamış kişi beni anlayamaz." Yavaşça Doğa'ya döndü. "Amacım sizi rencide etmek değil fakat gerçekten bir karakteriniz olduğunu düşünmüyorum." Evet, bu sözlerle yine yanımda olan kişilerin öldürücü bakışlarına maruz kalmıştım.

"Bu kadar acımasız olmak zorunda değilsin." Savcı'nın bana tersçe bakmasıyla umursamaz bir şekilde omuz silktim. "Söylediklerim onu küçük düşürmek için değildi aksine özeleştiriydi."

"Eleştirini daha yumuşak cümlelerle yapabilirdin."

"Bu ona acımak olurdu. Bazen sözlerin keskinliği bizi gerçeklere uyandırabilir." Doğa ile bu odada olan konuşmalarımızdan sonra kendisine çeki düzen vermeye başlamıştı. Aksi takdirde kendi hayatının ipleri hep başkalarının elinde olmaya devam edecekti.

Doğa üzülmüştü zaten yeşil gözleri kırgın bir şekilde Elzem'e bakıyordu. "Beni küçük düşürmekten zevk alıyor olmalısın." Her şeye duygusal anlamda yaklaşmaya bayılıyordu.

"Bunlar sadece size bakarken gördüğüm şeyler." Elzem yürüyüp çekmeceden onun dosyasını çıkartarak önüne attı. "Bir karakterinizin olmadığını düşünüyorum çünkü karakter sahibi biri bu kadar haksızlık karşısında kendi tepkisini ortaya koyardı. Babanız size onca işkenceyi yaparken neden sustunuz? Ben susmazdım peki siz neden sustunuz? Susmanız sizi benden daha saf, masum veya iyi biri mi yapar? O hâlde hakkını arayan herkese kötü mü demeliyiz?"

"Hayır!" Dosyasını görünce onu önceden araştırmış olmama kızmıştı. "O benim babam!" diye bağırınca Elzem'de kaşlarını çatmıştı. "İşte tam da bu sebeple bir karakteriniz olduğunu düşünmüyorum! Babanız diye size her şeyi yapabilir, öyle mi? Dünyaya gelmenize vesile oldu diye sizi öldürme hakkına sahip, öyle mi? Dosyanızı okudum ve size babalık yaptığı tek bir detay bulamadım. Size acı bir gerçeği söyleyeyim mi?" Yürüyüp Doğa'nın üzerine eğildi ve ellerini onun koltuğunun kenarlarına bastırdı. "Sizi hiç önemsemedi. Varoluş sebebiniz bile onun kendi cinsel tutkusunu tatmin ettiği bir gecenin eseri. Siz onun için sadece bir gecenin sonunda ortaya çıkan bir hatasınız ve o hatayı ortadan kaldırmaya çalışan birine baba diyecek kadar karaktersizsiniz! Babamdır ne yapsa haklıdır öyle mi? Saçmalık! Ondan şikayetçi olduğunuzu gösteren tek bir evrak yok!" Ona karşı sert bir üslup kullandığım için herkes beni yargılayabilir, fakat ne o gün ne de şimdi pişman değilim. Aksine söylediklerimin hâlâ arkasındayım. Şiddet karşısında susması onu benden daha masum kılmıyordu çünkü bu onu bana göre daha aptal yapıyordu.

Çok fazla üzerine gittiğim için gözleri dolmuştu. "Beni yargılamak kolay!" Önündeki dosyasını gösterdi. "Burada yazan şeylere göre beni değerlendirmek kolay. Annem bile doğumumdan dolayı kendi canına kıymışken, küçük bir şikayet dilekçesi beni babamdan koruyabilir miydi? Defalarca kaçtım ondan ve her defasında beni bulup eve getirdi. Kaçtığım için verdiği cezalar bir diğerinden daha ağırdı!" Eli karnını bulduğunda hıçkırdı. "Henüz sekiz yaşındayken ben ölümü yaşadım." Dudakları titreyerek başını sallarken kendisini korumak ister gibi elleri karnındaydı.

"O gün çok fazla dövmüştü. Peki suçum neydi biliyor musun?" Başını kaldırıp ıslak gözlerle bana baktı. "Tüm yaşıtlarım gibi ben de okula gitmek istemiştim. Hep evdeyim ya, sokağa çıkmam bile yasak ya, hiç arkadaşım da yok tabii. Henüz okumam bile yok ve ben eğer okula gidersem evdeki kitapları okuyarak yalnızlığımı dindiririm diye düşünmüştüm. Hani çok zor ama..." Bir suçlu gibi başını eğip gözlerini yumdu. "Belki okulda arkadaşlarım olur ve birileri beni sever diye düşünmüştüm." Asil yumruklarını sıkarak çaresizlik içinde bir küfür savururken, bu sözler hepimizi derinden sarsmıştı. Kimseler tarafından hiç sevilmemiş bir kadının küçük sitemi bile kendisini suçlarcasına çıkmıştı.

Doğa ise içi acıyarak geçmişteki Doğa'yı izliyor ve gözyaşlarını içine akıtıyordu.

Geçmişteki Elzem'in gözleri zaten hep ağlamaklı bakardı, fakat gözyaşları ona da saldırınca hemen arkasını dönmüştü. Doğa görmeden akmayan yaşlarını durdurup pencereye doğru yürümüştü. "Sen hiç hayalet olmayı istedin mi?" Doğa gözyaşlarını silerek ona sırtını dönen kadına baktı. "Ben çok istedim. Babam tarafından görülmeyen biri olmak için bir hayalet olmayı çok istedim." Dudaklarını birbirine bastırırken konuşmaktan güçlük çekiyordu. "Ben yürürken hiç adım seslerim çıkmaz biliyor musun? Henüz çocukken parmak uçlarıma basarak evde hareket ederdim. Eski fayanslardan ses çıkmasın diye bunu hep yapardım çünkü küçücük evde babam beni bulmasın isterdim. Çok değil sadece bir gece için kan revan bir hâlde yatağa girmeyeyim isterdim..." Doğa konuştu ve Asil onun her kelimesinde acılar içinde kıvrandı. Doğa konuştukça geçmişe gidip onu babasından korumayı her şeyden çok ister gibi bakıyordu. Hangisi için daha zordu? Anlatmak mı yoksa sadece dinlemekle yetinmek mi?

"O gece hiç ses çıkarmamıştım ki." Yeşilleri geçmişi tekrar ve tekrar yaşar gibi yerdeki fayanslara dalıp giderken iç çekti. "Sabahında okuldan bahsetmek zaten ölümü göze almaktı benim için. O an beni öldüresiye dövmesini bekliyordum ama yapmadı." Güldü lakin bir gülüşün içine onlarca acıyı sığdırmayı başarmıştı. "Yapmadı çünkü tüm gün okulla ilgili hayaller kurmama izin verdi. Gece sekiz yaşındaki bir çocuğu tokatla uyandırmak onun için daha etkili bir işkence yoluydu. Saçlarımdan sürükleyerek beni odadan çıkartıp koridora fırlatması okul talebime en güzel karşılıktı. Defalarca vurdu, çığlıklarım ve yalvarışlarım onu durdurmak için yeterli değildi. O kadar çok dövdü ki, öldü diye bıraktı beni." Gözyaşları akarken dudaklarındaki buruk tebessümle başını salladı. "Düşünebiliyor musun? Öz babam öldü sandığı için bana vurmayı bırakmıştı. Demek istediğim ölesiye dövmüştü beni..." En çok bu yakıyordu ya canını. Ona bütün bu acıları yaşatan kişinin başkası değil de öz babası olması.

"Ama ölmemiştim ve kısık iniltim bunu doğruluyordu. Beni bırakıp gittiğini güçlükle araladığım gözlerle gördüm. Tamam dedim, yoruldu bu gece artık daha fazla beni kanatmaz dedim ve gözlerimi yumdum." Başını eğip ellerini bastırdığı karnına baktı. "Ama yanılmışım çünkü daha bitmemişti. Odasına gitmemişti ki mutfağa gitmişti."

Hıçkırarak başını kaldırıp bana baktı. "Bir bıçak alıp yarım bıraktığı işi tamamlamak istemişti. Karnıma sağladığı bıçak acıtmamıştı, çünkü zaten aldığım darbeler yüzünden hiçbir şey hissetmiyordum. Fakat gözlerinde bana yönelik gördüğüm o nefret çok acıtmıştı," dediği an Asil'in yumruk yaptığı parmakları arasında siyah dumanlar yükselmeye başlamıştı. Dişlerini sıkarken yüzü seğiriyordu. Ben bile duyduklarım karşısında ikinci defa bu kadar kötü olmuşken, onun ne durumda olduğunu düşünmek istemiyorum.

Doğa onun her an patlamaya hazır volkana dönüştüğünü görünce endişeyle elini tuttu. "İstersen çıkabiliriz bu anıdan." Onu sakinleştirmek ister gibi parmaklarından sızan ışık Asil'in karanlığına bulaştı. "Hepsi geçmişte kaldı Asil," deyip diğer elini kaldırıp onun göğsüne bastırdı ve aynı ışık onun göğsüne doğru süzüldü. "Beni duyuyor musun?" Sessizce fısıldadığında ellerinde yükselen saf ışık daha yoğun bir şekilde Asil'in bedenine akın edince, Asil acı içinde inleyerek hemen ondan uzaklaştı. "Bana karşı ışığını kullanma Doğa!" Kaşlarını çatarak onu azarlamıştı. "Ben karanlığım ve ışıktan nefret ederim!"

"Ben de ışığım!" Doğa'nın da sinirleri bozulmuş gibi ona bağırdı. "Ve karanlıktan nefret ederim!"

"Anlamıyorsun hatun, ışığın bedenime sızarsa bu beni öldürür! Bir daha sakın bunu yapma."

"Senin karanlığın da benim bedenime sızarsa beni öldürür, fakat ben bunun için sana bağırmıyorum!" Şu anda bağıran tek kişinin kendisi olmasına ne demeli.

"Ben senin gibi kontrolsüz müyüm Doğa? Şu zamana kadar karanlığımı asla sana yansıtmadım."

"Ben de az önce bilinçli bir şekilde bunu yapmadım! Bir ışığa gönül verirken bütün bunları düşünmeliydin. Kontrolümü kaybettiğim her an bana kızacak mısın?" Doğa'nın sinirleri bozulmuş olmalı ki dolu dolu gözlerle Asil'e baktı. "Tamam, sen de karanlığınla benim canımı yak ödeşelim." Kısık sesle söyledikleri Asil'i daha fazla kızdırmaktan başka bir işe yaramadı. "Bunu asla yapmam!" Hızlı adımlarla Doğa'ya yaklaşıp çenesini tuttu ve başını kaldırdı. "Senin nazarında bu kadar acımasız biri miyim?" Doğa ağlayarak başını salladı. "Evet öylesin çünkü az önce bana yine ismimle hitap ediyordun ve sen bana kızdığında adımı söylersin!" Doğa'nın bu ani çıkışı onu güldürdüğü için çok çabuk sakinleşmişti. "Kızgın olduğum sen değilsin geçmişte yaşamak zorunda kaldıkların." Gülüşü solduğunda pişmanlık içinde Doğa'ya baktı. "Seni üzmek istemediğimi biliyorsun." Başını çevirip Itır'a baktı. "Benim adıma Günışığı'ndan özür dile küçük Amazon." Itır gülerek başını iki yana salladı. "Elzem'den bile hiç özür dilemedim." Asil onun da bir Tenebris olduğunu unutmuş olmalı.

Bana döndüğünde aptalı oynadım. "Neden bana bakıyorsun Asil?" Gözleriyle Doğa'yı işaret edince olmaz dercesine bir hareket yaptım. "Bilerek mi damarıma basıyorsun?" diye sordu. "Gün içinde senden çok özür dileyen ve teşekkür eden başka kimse yok. Gördüğüm en sinir bozucu kibar kadınsın ve benim adıma özür dilemiyorsun!" Herkes kendinden sorumlu ve ben kendi yaptıklarım için özür dilemeyi sorun etmiyorum.

"Her tartışmanızda senin adına özür dileyecek birilerini bulamazsın değil mi?" Bunları söyledikten sonra olmaz dercesine başımı salladım. "Bence artık bir yerden başlamalısın."

"Ne sinir bozucu bir kadın." Homurdanarak Doğa'ya döndü. "Sen söyledim farz et." Doğa gülerek başını sallayınca ben olsam inadına özür diletmeye çalışırdım.

"Az önce bir şey fark ettim." Gediz, Asil ve Savcı'ya bakıp ben ve Doğa'yı göstererek güldü. "Kendi hayatınızın sonunu bu kadar iyi getiremezdiniz. Endişe, korku ve en önemlisi tutku lanetimizi tetikler ve böyle anlarda yanlış eşleşmeler de öldürücü olabiliriz. Asil ve Doğa'nın ilk yakınlaşmasında olacakları sadece ben mi merak ediyorum? Ya ışık karanlığı yok eder ya da karanlık ışığı." Eliyle beni gösterdi. "Savcı'nın ilişkisinde ise yok edici taraf bu baş döndürücü yaratık." Unuttuğu bir diğer Ayrıntı ise ben ve Doğa'nın Aykırı olduğuydu. Bizler kendimizi kontrol edebiliriz ve aynı şeyleri Asil'de başarırsa ortada bir sorun kalmazdı.

Doğa'nın yanakları kızarırken, "Zaten aklı başka bir şeye çalışmaz bu adamın," diye söylenince Gediz güldü. "Senin yüzünden arkadaşımın yatak hayatı bitmiş durumda. En basitinden seni öpmeye kalkışınca az önce ki gibi ışık yayarsan, ona daha işe yarar bir kadın bulacağımdan emin olabilirsin." Ne düşünceli bir arkadaş(!)

Tartışacağız diye geçmişte ki Doğa'nın birçok konuşmasını kaçırmıştık. "Hastaneden çıktığımda komşuların gürültüden eve gelip beni kurtardığını ve babamın hapiste olduğunu öğrendim," dedi. "Sonrasında kimsesiz çocukların olduğu yurda verildim ve babam her defasında karşıma çıkıyordu." Gözyaşlarını silerek güldü. "Her defasında beni öldürmeye çalışıyordu ve ben her defasında gözlerimi bir hastaneden açıyordum. Babam ise yine birkaç yıl ceza alıp hapis yatıyordu. Bir şekilde büyüdüm işte." Omuz silkerek ayağa kalktı. "Bir mesleğim olmadı ama kendime küçük bir ev ve bir iş bulmayı başarmıştım. Ben yıllar sonra tam düzenimi kurmuşken babam hapisten çıktı ve annen beni işimden ederek tehditler eşliğinde buraya getirdi. Evet, en az senin kadar bende burada olmaktan hoşlanmıyorum!" dedi ve kapıyı çarparak odadan çıkıp gitti.

Peki tüm bu duyduklarına rağmen gelecekteki Elzem'in kapıya bakıp, "Ne kaba bir davranış," deyip kapıyı çarptığı için onu kınamasına ne demeli.

Yürüyüp masadaki telefonu aldı ve hepimizin bakışları eşliğinde birini aradı. "Ne yapıyor?" Savcı'nın garipseyen bakışlarına ben cevap verdim. "Yardımcısını arıyor. Elinde tuttuğu o şey bir telefon ve sesinizi dünyanın öbür ucundan aradığınız kişiye duyurur." Peki bana inan dı mı? Tabii ki de inanmadı. Onların atlı ulakları varken telefonun varlığı onlar için hayal güçlerinin ötesindeydi.

"Sadık abi," diyerek Elzem konuşmaya başladı. "Doğa Kanık'ın babasını benim için bul ve ortadan kaldır," deyince, Doğa başta olmak üzere herkes bana dönmüştü. Yutkunarak başımı hayır anlamında salladım. "Bu doğru değil!" Az önce birinin ölüm emrini vermiş gibi bana bakıyorlardı. Kahretsin, gerçek değildi ki bu!

"Elzem?" Doğa hayretler içinde bana bakıyordu. "Babamın ölümünden sen mi sorumlusun?" Ne demekti şimdi bu? Gerçekten böyle bir şeye teşebbüs edeceğimi düşünüyor olamazdı değil mi? Başımı çevirip diğerlerine baktım, fakat hepsi tıpkı Doğa gibi bakınca hayal kırıklığına uğradım. "Bu gerçek değil!" Elimle hâlâ telefonla konuşan kızı gösterdim. "Bu konuşmayı tam olarak hatırlamıyorum ama cinayet emri vermediğime eminim." Savunmam karşısında herkes susup yeniden geçmişteki Elzem'e döndü. "Hayır, adamı öldürmeyeceksin sadece Türkiye'den çıkışını yapmasını sağla," deyip telefonu kapatınca, Asil dışında herkes rahat bir nefes almıştı. Evet, Asil ondan nefret ettiği için ölüm emrini vermemi isterdi.

Onlar için gerçekten korkutucu biri olmalıyım!

Bu anı da görecek bir şey kalmadığı için hepsi benimle birlikte dışarı çıktı. Koridorun sonunda sinirli bir şekilde bir odadan çıkan Sıraç ve Soya'yı gördüm. Soya'nın yüzü görünmüyordu çünkü tıpkı bir çuval gibi Sıraç onu omuzuna atmış bu tarafa doğru getiriyordu. "Size gerçek kimliğimi açıklayacaktım ama hiç fırsatım olmadı! Ayrıca bir Gorgon'u zorla bu şekilde bir yerlere götüremezsiniz!" Soya bağırdıkça Sıraç'ın ruhunda yükselen öfke daha da çoğalıyordu.

"Ne tür bir yaratık olduğun umurumda değil!" Kaşlarını çatarak Soya'yı koridorun ortasına kabaca fırlattı. Oturur pozisyonunda yere düşen kadının üzerine yürüdü. "Keyfimden senin gibi bir sahtekarı yanımda taşımıyorum. Bizi kendi dünyamıza götürene kadar ölemezsin ve o ana dek yanımdan ayrılmıyorsun!" Şimdi neden Soya'yı omuzuna atıp zorla buraya getirdiğini anlıyordum. Tohadors tarafından öldürülmesi elli yıl boyunca burada kalmamıza sebep olurdu.

"Bu..." Yavuz yutkundu. "Soya mı?" Karşımızda tam bir afet durduğu için haliyle herkes ona büyülenmiş gibi bakıyordu. Kumral saçları canlı olduğu için suyun altındaymış gibi büyük bir ahenkle dans ederek dalgalanıyordu. Sanki her daim saçlarına ılık nefesiyle üfleyen bir rüzgar varmış gibi saçları tatlı bir esintiyle uçuşuyordu. Kan kırmızısı gözleri ürkütücü görünmeliydi, fakat ona marjinal bir tarz veriyor ve çocuksu yüzünde çok güzel duruyordu. Cildi tüm o sahte maskelerden arınmış göz kamaştırıyordu. Savcı başta olmak üzere buradaki herkesin bakışları Soya ve benim aramda gidip geliyordu. Sırasıyla önce yerdeki kadına sonra ise bana bakıyorlardı. Eminim hangimizin daha güzel olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Ve Savcı'nın gözleri dudaklarındaki gizli tebessümüyle bende durunca onun kendi kararını çoktan verdiğini anladım. Ne demişler; seven sevdiğini dünyanın en çirkin kadını bile olsa tüm kadınlardan daha güzel görürmüş. Kaldı ki onun sevdiği kadın gerçekten tüm kadınlardan daha güzeldi.

Soya'nın varlığı tacımı sallandırıyordu çünkü ikimiz arasında seçim yapmak çok zordu.

Hayır Elzem, ona karşı suikast girişiminde bulunmak yok.

"Sizce hangisi?" Gediz şaşırmış bir şekilde önce beni sonra Soya'yı gösterdi. "Ben bir türlü karar veremiyorum."

"İkisi de," diyen Itır güldü. "Ve anlaşılan sen her iki güzelliğe de sahip olamayacaksın, çünkü birileri senden önce onların kalbini feth etmiş."

"Yazık oldu."

"Senin için mi?"

"Hayır onlar için."

"Neden?"

Başını çevirip Itır'a baktı. "Çünkü ikisi de yanlış seçimler yaptıkları için asla bana sahip olamayacaklar. Itır, "Ne büyük kayıp," diye homurdanınca güldü.

Sıraç'ın sadece portalı açmak için onu yanında istediğini öğrenmek Soya'yı üzmüştü. "Öyle mi? Demek kapıyı açmak için bir süre daha yakınınızda olmalıyım?" Düştüğü yerden başını kaldırıp saçlarının arasında üzerine eğilen adama baktı. "O vakit korkarım ki kurtarıcınız ben değilim, Meliz. Ve o da ancak elli yıl sonra Medusa'nın Ölü Kumlarını yapabilir!"

"Sen varken neden ona ihtiyaç duyayım?"

Soya güldü. "Çünkü ben ruh kapanından sağ çıkamayabilirim. Tohadors uzun yıllar önce tanrılarınız tarafından silindi!" diye bağırdı. "Bunun olmasını bizzat ben sağlamışken bu gelen kişi gerçekten benim kuzenim mi sandınız?" Ne demek kuzeni değil? Madem öyle kimdi rakibi ve Soya neden onu ifşa etmek yerine ona inanmış gibi yapmıştı? Bu kadın telkin edilmiş gibi davranarak Afra'yı bile kandırmışken çok güzel aptal rolü oynuyordu.

Duydukları Sıraç'ın hoşuna gitmemişti. "Ne demek istiyorsun?"

Sevimlice gülümseyerek kollarını Sıraç'a doğru uzattı. "Beni yere attığınız gibi kaldırmazsanız tek kelime etmem." Aklına bir şey gelmiş gibi gözleri ışıldadı. "Kucağınıza alarak kaldırın." Sıraç sinir krizleri geçirirken gülüşümü zor durdurdum. Bu kadının cüretkarlığı onu deli ediyor olmalıydı.

"Eğer hemen şimdi ayağa kalkmazsan..." Sıraç dudaklarındaki adi gülüşünü saklamadan iyice onun üzerine eğildi. "Bu sefer saçlarının hepsini keserim." Adi derken şaka yapmıyordum.

"Bunu yapamazsınız çünkü yaparsanız ölürüm ve siz de Araf'ta ki hayatınıza alışmak zorunda kalırsınız. Ayrıca saçlarım herkesin onlara dokunmasına izin vermez."

"Bunu neden test etmiyoruz?" Abim tek kaşını kibirli bir ifadeyle yukarı kaldırıp elini onun saçlarına doğru uzattı. İpek kumaşı gibi parlak saçlar dalgalanarak Sıraç'ın eline doğru süzüldü. Kumral saç tutamı Sıraç'ın parmaklarına sürtündü ve avuç içini okşayarak bileğine doğru uzanmıştı. Soya afallayarak sağ omuzundan toplanan saçlarının Sıraç'a nasıl gittiğine bakıyordu. Sıraç ise ona kendisini sevdiren saçlara farkında olmadan gülümsedi. Baş parmağıyla ondan beklenmedik bir kibarlıkla avuçlarındaki saçı okşadı. "Gerçekten canlılar..." Sesi mest olmuş gibi çıkmıştı.

"Daha önce kimsenin onlara dokunmasına izin vermediler." Soya'nın aklı karışmıştı. "Size geleceklerini nasıl anladınız?"

Sıraç avuçlarındaki saçları izlemeyi bırakıp başını kaldırdı ve onun kan kırmızısı gözlerine baktı. "Çünkü duyguların saçlarına yansıyor. Bunu unutmuş olamazsın değil mi?" Soya'nın gözleri Sıraç'ın boynundaki madalyonu bulunca yanakları kızardı. Saçlarının sırrını daha önce kendisi ona söylemişti ve Sıraç onun hislerinin farkındaydı. Gerçi Soya'da abimden hoşlandığını pek saklamıyordu.

"Şimdi," dedi Sıraç. "Kendin kalkıyor musun yoksa gerçekten ikinci defa keseyim mi bunları?" Avuçlarındaki saçı gösterince Soya güldü. "Artık isteseniz de kesemezsiniz çünkü sizinle bir bağ kurdular. Onları sevdiğinizi inkar edemezsiniz?"

"Kendini böyle mi kandırıyorsun?"

"Saçlarıma dokunmak hoşunuza gitti."

"Kes sesini! Bir yaratığın saçları ilgimi çekmiyor!"

"O hâlde neden hâlâ onları tutuyorsunuz?" Sıraç başını eğip avuçlarında tuttuğu saçı görünce hemen elini çekti ve Soya'dan uzaklaştı. "Kalk artık yerden!" Konuyu değiştiriyor olabilir ama ruhunda soluduğum şeyler, Soya'nın saçlarına dokunurken mutluluk gibi hislerdi.

Soya ağzının içinden homurdanarak ayağa kalktı. "Güzelliğim bile sizi etkilemezken saçlarımdan etkilenmeniz küfür gibi bir şey." Bize doğru yürürken peşinden gelen abim, kendi için sabır dileniyordu.

"Siz üçünüz?" diyen Sıraç'ın gözleri Itır, Yavuz ve benim üzerimde oyalandı. "İyi misiniz?" Onu onaylayıp Soya'ya döndüm. "Rakibin Meliz'in babası değil mi?"

"Hayır." Sesi fazla düşünceli ve sıkıntılı çıkmıştı. "Tohadors hep fazla işe yaramaz biriydi. Birlikte kaçtığımızda ben insanları tanrılara karşı kışkırtıp savaş çıkartırken, onun hedefinde sadece kadınlar vardı. Tohadors'ın dünyaya gelişiyle erkek egemenliği başlamıştı ve bu durum benim hoşuma gitmiyordu. Onu defalarca uyardım ama hiç durmadı. Tecavüzler patlak vermeye başlayınca Tohadors ile artık karşı saflardaydık. Kendi ailesine olan şeyleri başka kadınlara yaşatıyordu. Nihayetinde her ikimiz de birbirimiz için tehdit oluşturmaya başladığımızda beni öldürmeye çalıştı. Lakin başarısız olmuştu çünkü onu çok ağır bir şekilde yaralamıştım. O yıllarda son uğrak yerimiz Araf'tı ve benden kurtulmak için Meliz'e sığındı. Meliz'i merak edip görmeye hiç gitmemiştim ama Tohadors'ın bir kızı olduğunu biliyordum. Sırf kızı için Tohadors'ın hayatını bağışladım lakin benim tarafımdan ölümcül bir yara alan Tohadors, tanrıların yardımıyla Meliz tarafından öldürüldü. Biz Gorgon'lar tıpkı Işıktan Gelenler gibi birbirimizi hissederiz ve o gün Tohadors'ın silinen ruhunu hissettim." Bir nevi kendi sonunu kendisi getirmişti çünkü teyzesi Medusa'ya olanlardan sonra kadınları hedef alması fazla düşüncesizce bir hareketti.

"Peki bu gelen kim?" diye sorduğumda başını iki yana salladı. "Tanrıların benim için gönderdiği karanlık ruhlardan biri olmalı. Beni kırmızı mühürle lanetleyip sonsuz bir hayat sundular. Bu benim cezamdı çünkü bir yerden sonra yaşam katlanılmaz bir acı olmaya başlıyordu. Ölmek için diz çöküp onlardan af dilenmemi bekliyorlardı. Ancak Zeus'un sarayındaki kimse bana bunu yaptıramadı ve bu onları daha fazla kızdırdı. Bu sefer de beni öldürmeye çalıştılar. Her defasında farklı bir savaşçı gönderdiler ama hepsinden kurtuldum. Bu da onlardan biri." Bu açıklaması her şeyi daha iyi anlamamı sağlamıştı. Umarım bu sefer de başarısız olurlardı çünkü bu kadına ihtiyacımız vardı.

"Senin için onu alt etmek zor olmasa gerek." Sıraç'ın sesindeki bu iğreti hoşuma gitmemişti. "Ne de olsa dünya üzerinde yaşayan en yaşlı yaratıksın. Onun deneyimlerinden daha fazlasına sahip olmalısın." Soya'ya yaşlı diyordu ama kadın ondan daha genç gösteriyordu.

"Neden ona karşı bu kadar kabasın." Kendimi tutamayıp Sıraç'ı azarladım. "Ölümsüzlerin de bir kalbi var tıpkı Itır ve..." deyip devamını getiremedim. Fakat Savcı kaşlarını yukarı kaldırıp bana baktı. "Ve senin gibi mi?" deyince yutkunarak geriye doğru bir adım attım. Ne demişti benden için? Senin gibi mi? Biliyor muydu?

Ela hareleri bilmişlik taslayarak bana bakarken başımı çevirdim ve diğerlerine baktım. Kardeşlerim başta olmak üzere hepsi fazla tepkisizdi ve bu da onların da gerçeği bildiğini gösteriyordu. "Siz de mi biliyordunuz?" dedim hayretler içinde. "Peki nasıl?"

Hepsi adına Savcı beni yanıtladı. "Geri döndüğün günden beri fânilere özgü enerjin yok Elzem." Kahretsin tabii ya! Bileğimdeki mührü saklayabilirim ama kendimde olmayan bir enerjiyi geri getiremem.

"Neden bu konuda sustunuz?"

"Birçok olay oldu," dedi Sıraç. "Bunu konuşacak vakti bulamadık diyelim."

"Veya hiçbiriniz nasıl olduğuyla ilgilenmiyordu." Soya alay ederek güldü. "Sonuçta geri döndü ya neler yaşadığı neden umurunuzda olsun ki." Eliyle beni gösterdi. "Daha önce hiçbiriniz ona nasıl olduğunu sormadı değil mi?" Bana döndü. "Sormazlar da, bana da hiç sorulmadı çünkü güçlü olanlar hep iyidir," deyip yürümeye başladı. İşin acı tarafı söylediklerinden haklı olmasıydı çünkü bana da nasılsın diye sormazlardı. Tıpkı Ölüler Diyarında neler yaşadığımı sormadıkları gibi.

"Sıraç ile olanlar yüzünden kızgın olduğu için fazla duygusal. Sormanıza gerek yok benim hep iyi olduğumu herkes bilir." Yüzüme sahte bir gülümseme kondurup üst kata çıkmak için Soya'yı takip ettim.

Merdivenleri çıkarken en arkada ben ve Savcı yürüdüğümüz için kolumu tutarak beni durdurdu. "Bu ne onların suçu ne de benim. Sana neden nasıl olduğun veya neler yaşadığın sorulmuyor biliyor musun?" Bu konuda ki sıkıntısını gizleyemiyordu. "Çünkü doğru cevaplar almayacağımızı biliyoruz Elzem. Kendinle ilgili her şeyi güçlü görünmek için saklıyorsun ve bizler kâhin değiliz. Kendi etrafına ördüğün duvarlar o kadar sağlam ki, hiçbirimiz o duvarları yıkıp sana ulaşamıyoruz. Zayıflık sandığın kadar kötü değildir Elzem." Bu konuda hep şikayetçiydi. Yaralarım olduğunu biliyordu ve onları çok iyi gizliyor olmamdan nefret ediyordu. Zaten bu sebeple hiçbirine kızamıyordum ki, çünkü ben kendimle ilgili şeyleri kendimden bile saklarken onların hiç şansı yoktu.

Haklıydı sonuçta hiçbiri kâhin değildi ki gerçekleri görsünler.

Ama bu yine de etrafımdakileri fazla sahte görmeme engel değildi.

Üst kata çıktığımızda daha ilk adımımızda, bir odadan yuvarlanarak koridora fırlayan birini gördük. Dehliz'in karısı İkra değil miydi bu? Burnundan kanlar fışkırarak yere düşmüştü ve hemen ardından aynı odadan Mara çıktı. "Demek yıllardır gördüğüm tüm kabuslar senin yüzünden!" Bağırarak yerdeki kadına yaklaştı ve onun saçlarını eline dolayıp yüzünü üst üste yere vurmaya başladı. "Bakalım şimdi seni kim benden kurtaracak!" Kocaman gözlerle karşımızdaki manzaraya bakarken hiçbirimiz şaşkınlıktan konuşacak durumda değildik. Mara kendi rakibini çoktan bulmuş hatta kadına yapmadığını bırakmamıştı. Tabii en az İkra kadar ağır hasar almıştı çünkü omuzunda kanlar akıyordu. Sadece bu da değil alnından akan kanlar yüzünün bir bölümünü kırmızıya boyarken, dudağı patlamış ve sağ boynunda derin bir kesik vardı. Sarı elbisesi ise aldığı yaralardan dolayı kan içinde kalmıştı. Ancak buna rağmen mavi gözlerinde yakıcı bir öfke vardı ve bu öfkeyi İkra üzerinden kullanıyordu.

İkra dirseğini onun karnına geçirip saçlarını Mara'dan kurtardı ve onu yere sermeyi başardı. "Sen benim dengim bile olamazsın!" Gırtlağından çıkan bir sesle bağırarak Mara'nın üzerine atladı ve karnının üzerine oturup onun yüzüne tüm gücüyle yumruk attı. "Mara!" Itır ona doğru koşarken, "Sakın!" diye bağırdı Mara. "Benim dışımda biri rakibime müdahale ederse bu müsabakaya gerek kalmadan onu özgür bırakır!" Bir yumruk daha yiyince kan kusarak öksürdü. "Yanımızda getirdiğimiz tanıklarımızın müdahalesi ise ruhumuzun silinmesini sağlar ve bedenimizi rakibimize sunar!" Aldığı darbelere rağmen güçlükle bizi uyarınca hepimiz durduğumuz yerden kaskatı kesildik. Mara Bilgelerdendi ve o bunları söylüyorsa yanılgı payı sıfırdı. Malum bu kızın beyni her konuda bilgi türetiyordu.

"Sözlü uyarılar için de geçerli mi?" Telaşa kapılarak bunu sorduğumda İkra'yı güç bela üzerinden atmıştı. "Ha-hayır." Ayağa kalkmaya çalışırken nefes nefese kalmıştı. "Dışarıdan gelen sesli müdahaleler ruh kapanına etki yapmaz." Mara duvara sırtını yaslayıp soluklanırken, İkra'da çok yorulduğu için o da Mara'nın karşısındaki duvara yaslanmış nefesini düzene koymaya çalışıyordu.

"Peki nasıl kanıyorsunuz?" Doğa kafası karışmış gibi her ikisine baktı. "Ruhlar kanamaz ve acı hissetmezler sanıyordum?"

"Ne zavallıca bir soru." İkra elinin tersiyle dudaklarındaki kanı sildi. "Ruh kapanına giren her ruh sıradan insanlar gibi kanar ve acı çeker ahmak! Aksi takdirde nasıl bir müsabaka olurdu? Şu anda buradaki herkes bir fani, ölümsüz değil!" Haklı olabilirdi çünkü ruh kapanında bir ölümsüz ve faninin müsabakası adil olmazdı. Ruh olsakta aslında müsabaka bitene kadar sıradan bir faninin özelliklerine sahiptik.

"Ama avantajlı olan bizleriz." Mara çektiği acıyı umursamadan güldü. "Rakiplerimizin bir bedeni yok ama bizim var. Onlar ruh kapanında ölürse silinirler, lakin biz burada ölürsek ruhumuz Ölüler Diyarına gider ve Araf'ta ki bedenimiz ölür." Bunu az çok zaten tahmin ediyordum ve evet, bir bedenimiz olması bize bu yönden bir avantaj sağlıyordu. En azından silinmekten daha iyidir değil mi?

"Her neyse bitirelim artık bu işi!" İkra tekrar Mara'ya saldıracağı esnada hemen ona doğru koşup araya girdim. "Mara'dan ben de nefret ediyorum ona istediğin şeyi yapabilirsin." Aceleyle kolunu tutarak onu durdurdum. "Ama Dehliz'in lanetini çok merak ediyorum." Ona hayran kalmış bir şekilde bakıyordum. "Aykırı yeteneğim kara büyü ve lanetleri görmek, lakin Dehliz'in kara büyüsünde hiçbir açık bulamadım." Mest olmuş gibi iç çekerek ona gülümsedim. "Böyle bir büyüyü yapan birine hayran olmamak elde değil. Sizce aynı şeyi ben de nefret ettiğim insanlara yapabilir miyim?" Gerçekten etkilenmiş bir şekilde ona bakıyordum çünkü yaptığı şey hafife alınmayacak kadar büyüktü.

"Onu takdir mi ediyorsun?" Mara duydukları karşısında çıldırmış bir hâlde bana bakıyordu. "Bu kadının Dehliz'i lanetlediğini daha yarım saat önce öğrendim! Daha doğduğumda Dehliz'in kaderine yazılmışım! Bu yüzden her gece yüzü görünmeyen bir adam ve kuşlar görüyordum, çünkü o adam Dehliz'di! Her defasında rüyamda benden yardım istiyordu fakat kuşlar bana saldırdığı için ona yardım edemiyordum!" Üzerime yürüyüp beni sertçe göğsümden itince, daha fazlasını yapmamak için kendisini zor tutuyordu. "Yıllardır gördüğüm rüyaların ve kuşlara olan korkumun ne anlama geldiğini daha yeni anlıyorum ve sen bu kadını mı haklı buluyorsun?" Sonunda Dehliz ile olan bağını anlamıştı. Mara doğduğunda Dehliz'in kaderine yazılmıştı ve sürekli onu rüyasında görmesi aslında Dehliz'in uzun zamandır onu Araf'ta beklediğini gösteriyordu. Kaderine yazılan kadın farklı bir dünyadaydı ve o, kurtarıcısının kim olduğunu sürekli düşündüğü için Mara'nın rüyalarına giriyordu. Belki de aralarındaki derin bağ farklı bir dünyada olsalar da birbirlerini rüyalarda görmelerini sağlıyordu. Kim bilebilir belki de Dehliz'de Mara'yı hep rüyasında görmüştür, çünkü tanıştıkları ilk günden beri Mara ne yaparsa yapsın onun peşini hiç bırakmamıştı.

Mara'yı ve diğerlerini iyice kızdırdığımı bilerek İkra'ya olan sıcak yaklaşımımı sürdürdüm. "Bir şeyleri başaran insanlar takdir edilmeli." Mara'ya bakarak İkra'yı gösterdim. "Ve o, senin aksine bir şeyleri hakkıyla yapan biri," dediğimde kaşlarını çatarak bana vurmak için elini kaldırmıştı ki, arkasında beliren biri onun elini havada yakaladı.

Mara başını çevirip ona engel olan kişinin Dehliz olduğunu görünce, dişlerini sıkarak kolunu ondan kurtardı. "Sen de mi onu haklı buluyorsun? Tabii ya eski karını savunan herkes senin için haklıdır!" diye ona bağırdı. Dehliz hiçbir şey duymadı, çünkü kafasının üzerinde çalan çanları görebiliyorum.

"Uzaklaştır şu hadsizi benden," dediğimde herkes sabrının sonuna gelmek üzereydi. "Yeter artık Elzem!" Sıraç yanıma gelerek canımı yakarcasına kolumu sıktı. Kontrolünü kaybettiği için çok şiddetli kolumu acıtıyordu. "Meliz ile arkadaş olursun ve bir ölümsüzün karısı için Mara'ya sataşırsın! Senin sorunun ne? Gittikçe çığrından çıkıyorsun!" Beni sarsarak bana bağırınca, "Ona dokunma!" diye hırlayan Savcı, ne yazık ki müdahale etmek için fazla beklemedi. Hızlı adımlarla yanımıza geldi ve Sıraç'ın kolumdaki elini sökercesine benden uzaklaştırdı.

Şimdi her ikisi düşman gözlerle birbirine bakıyordu. "Kız kardeşimle olan şeylere karışamazsın!" Sıraç ona doğru atıldığında Gediz hemen koşarak onu durdurmuştu. Savcı ise zerre korku duymadan ona bakıyordu. "Elzem'in abisi olman çok mu umurumda sanıyorsun? Bir daha ona böyle bir yaklaşımda bulunduğuna tanık olursam..." deyip ona doğru bir adım attı. "Seni Elzem bile benden kurtaramaz." Peki bunları söylerken son derece sakin ve rahat duruşu yok mu, sanki gözlerimin önünde hiç abimi tehdit etmemiş gibiydi.

"Sen onu tehdit mi ettin?" Soya kaşlarını çatarak Sıraç'ın önüne geçti ve Savcı'nın karşısında durdu. "Canına susamış olmalısın çünkü daha gözlerini kırpmadan seni öldürebilirim!"

"Aynı şekilde sen de daha gözlerini bile kırpmadan ruhunla kendime ziyafet çekebilirim!" Savcı'nın önüne geçerek Soya'nın karşısında durdum. "Kimi tehdit ettiğine dikkat et çünkü kimse beni geçmeden ona ulaşamaz!" Herkesin içinde Savcı'yı tehdit edeceğini sanıyorsa yanılıyordu.

"Öyle mi?" Soya hızlıca başını salladı. "O hâlde ben de seni geçerim!"

"Lütfen, durma dene bunu!" Aynı anda birbirimize doğru atıldığımızda, arkamızda bulunan erkeklerin savurduğu küfürleri duymuştuk. Savcı belimi kavrayıp beni ondan uzaklaştırmaya çalışırken, Sıraç'ta yüz kızartıcı küfürler ederek Soya'nın belini tutmuş ve onu benden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

"Bırakın beni!" diye bağırdı Sıraç'tan kurtulmaya çalışırken. "Herkes gördü ilk o başlattı!" Sıraç gülerek onu daha sıkı tuttu. "İlk o mu başlattı? Çocuk musun sen?" Sıraç'ın gülüşü onu anında sakinleştirdiği için homurdanarak çırpınmayı bırakmıştı.

"Lütfen siz de beni bırakır mısınız?" Savcı'ya bakarak belimdeki ellerinden kurtulmaya çalıştım. "Tamam, onun canını bağışlıyorum." Bu sözlerle Soya tekrar delirirken, Savcı gülerek beni daha fazla göğsüne bastırdı. "Sen nasıl bir şeysin?" Ona olan korumacı tavrım hoşuna gitmiş olmalı ki, ruhundaki mutluluk gözlerine yansıyordu.

Her iki tarafta sakinleşince bizi tutan erkekler, nihayet ellerini çekerek özgür kalmamızı sağladılar. Fakat her ikisi de her an birbirimize saldıracağız diye tetikteydi. "Burada olmaktaki amacım sizin tartışmalarınızı izlemek değil." İkra'nın daha fazla bekleyecek sabrı kalmamış olmalı ki, Mara'ya doğru yürürken bana gülümsedi. "Seni sevdim, bu zavallıyla işim bittiğinde birlikte daha çok vakit geçirebiliriz." Bana göz kırptı. "Belki çok merak ettiğin lanetin açıklarını sana öğretebilirim." Çocuksu bir heyecan takınıp ona yaklaştım. "Gerçekten büyünün bir açığı var mı? O kadar profesyonelce hazırlanmış ki ben bulamadım." Egosuna oynadığımda övünürcesine güldü. "Tabii ki de var." Diğerleri duymasın diye bana doğru eğilip dudaklarını kulağımın yakınına getirdi. "Kara büyü kuzgun üzerinden Dehliz'e yapıldı ve kuzgun bana bağlı, çünkü benim kuşum. Büyü benim dışımda onun bir başkasına yakın olmasına izin vermez. Mara'yla konuşamaz, onu duyamaz ve ona yakın olamaz. Büyüyü bozmak ise çok basit; ben gerçek anlamda yok olduğumda büyü de yok olur." Sırıtarak Mara'yı işaret etti. "Ve büyüyü ortadan kaldırmak için başka biri değil yalnızca Dehliz'in kaderine yazılmış bu acınası yaratık beni yok etmeli. Bu da imkansız." Bu kadar mıydı? Nihayet istediğim bilgiyi almanın sevinciyle gülümsedim. Az önce İkra'ya yakın davranarak herkesi sinirlendirmiş olsam da istediğim cevabı aldım.

Demek bu yüzden Mara rüyasında hep Dehliz'in yardım çağrısını duyuyordu çünkü onun kurtuluşu gerçekten Mara'ydı.

Sadece sevdiği kadının İkra'yı öldürmesiyle özgür kalacaktı. İkra'nın yok oluşu eğer bir başkasının elinde olursa sonsuza kadar böyle kalabilirdi.

İkisinin müsabakasına karışmaya hakkımız olmadığı için kenara çekilerek onlara yeterli alanı sağladık. Eğer biz müdahale edersek Mara Ölüler Diyarına bile gitmeden doğrudan silinirdi. Bu yüzden ne yazık ki izlemekten başka bir şansımız yoktu. Her ikisi karşı karşıya durduklarında Dehliz'in endişe dolu bakışları Mara'nın üzerindeydi. Biz gelmeden önce birbirlerine yeteri kadar zarar verdikleri için biri sadece birkaç darbeyle rakibini nakavt edebilirdi. İlk atak İkra'dan gelmişti ve Mara son anda kendisini ondan kurtarmayı başarmıştı. Onlar kozlarını paylaşırken yavaşça Dehliz'e yaklaştım. Başımı kaldırıp tepesinde çanları çalan hayaletin durmasını bekledim. Otuz saniye sonra durunca hemen parmak uçlarımdan yükselip kulağına doğru konuştum. "Bu ikisi kendilerini bu hâle getirirken sen nereye kaybolmuştun?" Cümlemi beş saniyeye sığdırmak hiç kolay değildi fakat başardığımı umuyorum.

Eliyle koridorun bitişiğindeki üçüncü odayı gösterdi ve elimi tutup parmağıyla avucuma yazmaya başladı. "Oradaki odada kayboldum. Gökyüzünde uçan devasa boyutlarda metalik bir şey gördüm ve onun etkisinden çıkmam çok uzun sürdü." Sanırım havaalanında olan anılarımdan birine girmişti ve uçak görmek kolay sindireceği bir şey değildi.

Yeniden Mara'nın müsabakasına döndüğümde İkra'nın karnına attığı tekmeyi gördüm. Sarsak adımlarla geriye sendeleyen kadına bakıp kılıcını çıkardı. "Rakibim olarak gelmekle hayatının hatasını yaptın!" Hızlı adımlarla İkra'ya yaklaşıp kılıcı onun boynuna doğru kaldırdı. Fakat her ne olduysa kılıç elinde havada kalmıştı. "Se-sen..." Konuşmakta güçlük çekerken kazanmaya bu kadar yaklaşmasına rağmen kılıç elinden düşmüştü.

Neler olduğunu anlamak için gözlerimi kısarak Mara'ya bakıyordum. Yüzü şişmeye başladı ve yüzündeki damarlar ortaya çıkmıştı. Yanakları havayla dolmuş gibi şişince, karnını tutarak eğildi ve ağız dolusu kan kustu. Lânet olsun İkra ona karşı Azınlık gücünü kullanıyordu değil mi? Dehliz, Mara'ya doğru atılınca kolunu tutarak onu durdurdum. "Bizim yardımımız onu yok eder." Beni duydu mu bilmiyorum fakat uyarımı dikkate alması gerekiyordu.

Mara karnını tutarak sesli bir şekilde öğürerek kan kusarken, İkra güldü. "Saniyeler içinde ölmüş olacaksın." Başını çevirip Dehliz'e baktı. "Sana söylemiştim bu hayatta benim dışımda kimseyle olamazsın!" Bu sevgi değildi. Hastalıklı bir takıntı bile olabilirdi ama sevgi değildi.

İkra'nın mavi göz rengi kırmızıya dönüştüğü an Mara dizlerinin üzerine düştü. Ona ne tür bir acı veriyor bilmiyorum fakat Mara ellerini başına bastırıp haykırdı. Çığlığı hepimizin kulağında yankılanırken, "Kalk!" diye bağırdı Itır dolu dolu gözlerle. "Ona karşılık ver!"

Bu mümkün değildi çünkü bir Azınlığın yaşattığı fiziksel güç ölümcüldü. Zindanda Gediz tarafından buna maruz kalmıştım ve az kalsın ölüyordum. O kadar kötü olmuştum ki, ruhum bedenimdeki tehlikeyi hissederek vücudumdan çıkmıştı. Mara'ya da aynısı oluyordu ve bunu daha önce yaşamayanlar onu anlayamazdı. Dudaklarından akan kanlar çenesine ve boynuna doğru yol alırken, hiçbirimiz müdahale edemiyorduk. Nefesi kesilmiş olmalı ki elini göğsüne bastırdığı an gözlerinden yaşlar yerine kan gelmişti. Onu bu hâlde daha fazla izlemeye dayanamayan Dehliz, koşarak Mara'nın yanına gitti ve onun karşısında bir ayağının üzerine diz çöktü. Elini uzatıp Mara'nın kalbine bastırdığı elinin üzerine koydu ve beni taklit et dercesine ona bakarak nefes aldı. Göğsünü havayla doldurup bıraktı daha sonra bunu birkaç kez daha yaptı. "Se-senden." Mara onun istediği şekilde nefes almaya çalışırken konuşmak için kendisini zorladı. "Nefret ediyorum," dedi ve İkra ona verdiği acıyı çoğaltınca çığlık atarak ellerini Dehliz'in omuzlarına bastırdı. Peki daha sonra ne mi yaptı? Acıdan dolayı attığı haykırışların içinde bir anda Dehliz'i öptü. Evet, kız bildiğin ölümcül bir müsabakanın içinde ve en önemlisi kanlı dudaklarıyla onu öptü.

Aynı durumda olsaydım birini öpmek için defalarca ağzımı yıkardım.

Hepimiz kafası karışmış bir hâlde birbirimize bakıyorduk, çünkü bizler çember şeklinde durmuş Mara ve İkra'nın müsabakasını izliyorduk. Fakat bir anda Dehliz halkanın içine girmiş ve Mara onu öpmüştü. Hem de kan kustuğu dudaklarıyla. Dehliz beklemediği bu hareket karşısında hiç karşılık vermeden ani bir refleksle Mara'yı hafifçe iterek kendisinden uzaklaştırmıştı. Ancak Dehliz'i öptüğü için kaşlarını çatan İkra, ona hat safhada daha fazla acı verince Mara'nın iç acıtan yeni çığlığını duydu. Belki de sırf onun acısını duymamak için yaptı, fakat şimdi onu kendisine doğru çekip öpen kişi Dehliz'di. Mara gözlerinden kanlı yaşlar akıtarak ona karşılık verirken, bu ikisi ne yapmaya çalışıyor hiçbirimiz bilmiyoruz. İkra, Mara üzerindeki gücünü arttırdıkça ikisinin öpüşü daha hararetli olmaya başlamıştı. Mara için gerçekten çok üzülüyordum çünkü belki de bu onun için hayatının en acı öpüşüydü. Ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum fakat canı yandıkça daha büyük bir tutkuyla Dehliz'e karşılık veriyordu.

Bunu yapmak için ölümcül bir dövüşü mü beklediler? Ve biz hâlâ buradayız, izliyoruz.

Onların bu sıcak yakınlaşmasıyla İkra'nın kan beynine sıçradı. "Benim olana dokunamazsın!" Bağırarak kılıcını çıkardı ve hızlı adımlarla Mara'ya doğru yürüdü. Bundan sonra olanlar ise hepimizin aklını başından almıştı. Daha İkra onlara yaklaşmadan Dehliz bir anda Mara'yı öpmeyi bıraktı ve hızlıca aradan çekildi. Mara ise İkra'nın ona doğru savurduğu kılıçtan sağ tarafa doğru yuvarlanarak kurtulmuştu. İkra ona doğru dönüp bir adım atınca, Mara yerdeki kılıcını aldı ve sırt üstü yattığı yerden öne doğru büküldü. Hemen sonrasında ise elindeki kılıcı tıpkı bir mızrak gibi tüm gücüyle bağırarak İkra'ya fırlatmıştı. Kılıç İkra'nın boğazına saplanınca hepimiz nihayet az önce olanları anlamıştık. İkra acı vererek Mara'yı öldürmeye konsantre olmuştu. Mara kurtuluşu olmadığını anlayınca İkra'nın konsantrasyonunu bozmak için onun eski kocasını öptü. Dehliz ilk bunu anlamadığı için herkesin içinde ona karşılık veremedi ve onu itti. Lakin Mara'nın acıdan dolayı attığı çığlık ona Mara'nın ne yapmak istediğini anlatmıştı. Hiç vakit kaybetmeden Mara'yı öptü ve ikisi bu şekilde devam ederek İkra'nın dikkatini dağıtmayı başarmıştı. İkra o kadar sinirlenmişti ki Mara'ya verdiği acıyı kesmişti çünkü onu bizzat kendi elleriyle öldürmek istemişti. Lakin aklı Dehliz ve Mara'nın yakınlaşma sahnelerinde olduğu için yavaş hareket etmişti ve bu da Mara'nın son darbeyi vurmasını sağlamıştı. Gerçekten zekice bir taktik olduğunu itiraf ediyorum. Üstelik Dehliz her ikisinin müsabakasına karışıp iki taraftan birine zarar vermediği için kural ihlali olmuyordu. Aksine Mara kurallardaki açıklardan birini yakalamış ve bunu kullanmıştı.

Mara'dan beklenmedik bir plan, üstelik onca acıyı çekerken Dehliz ile yakınlaşması hiç kolay değildi.

İkra boynuna saplanan kılıç yüzünden gözlerini irice açarak sırt üstü yere düşünce Mara ayağa kalktı. "Senin olana dokunamam öyle mi?" Koluyla çenesindeki kanları silerek yerde yatan İkra'ya doğru yürüdü. "Eskiden senindi!" Kılıcın kabzasını iki eliyle kavrayıp sertçe onun boynundan çıkardı. Kılıçtan açılan boşluktan kanlar akarken, yerde son nefeslerini tüketen kadının üzerine eğilip Dehliz'i gösterdi. "Ama şimdi benim!" dedi ve kılıcı havaya kaldırıp tüm gücüyle İkra'nın boynunu kesti.

Dehliz için benim mi dedi o?

İkra'nın ruhundan kabarcıklı buharlar çıkmaya başladı ve saniyeler içinde ruhu silinip yok olmuştu. Mara ağır bir müsabakadan çıktığı için nefes nefese ayakta dururken, elindeki kılıç yere düşmüştü. Kanlar içinde kalan kız daha fazla dayanamayıp yere yığılacağı esnada, Dehliz koşarak onu yakaladı ve kucağına aldı. "Beni öptüğün her saniye için..." diyen Mara, başını yorgunlukla onun göğsüne yasladı. "Bana ödeme yapmak zorundasın. Seni psikopat karından kurtardığım için de yüklü bir ödeme istiyorum." Dehliz acılar içinde kıvranan kadına gülümseyip onu göğsüne bastırdı. "Sa-sana olan borcum gün geçtikçe çoğalıyor," dediğinde hepimizden bir uğultu yükselmişti. Evet, sesi yıllar sonra kısık ve hırıltılı çıksa da bu konuşan kişi Dehliz'den başkası değildi.

Mara başını aceleyle kaldırıp ona bakarken, çektiği acıyı unutmuş gibiydi. "Sen az önce konuştun mu?" Hemen onun kucağından atlayıp karşısına dikildi. "Sen mi konuştun yoksa aldığım darbelerin şiddetiyle kulaklarımda bir hasar mı oluştu?" Çok fazla heyecanlandığı için onun sesini ikinci kez duymak için çıldırıyordu.

Dehliz onun bu çocuksu heyecanını duyunca içten bir şekilde gülümseyerek başını salladı. "Sadece konuşmuyorum aynı zamanda artık seni duyuyorum." Mara yutkunurken kurtarıcısı olan kadına büyülenmiş gibi bakıyordu. Uzun yıllardır hiç konuşmadığı için sesi çatallı ve pütürlü çıkıyordu. Fakat konuştukça paslanan ses telleri açılacak ve eski sesine yeniden kavuşacaktı.

Gediz başına masaj yaparak olanları anlamaya çalıştı. "İkra sana büyü mü yapmıştı? O yüzden mi duyamıyor ve konuşamıyordun? Bütün olanlar fazla anlamsız sanırım beynim durdu!" Itır gülerek elini onun omuzuma koydu. "Beynin konusunda endişe etme Azınlık, çünkü zaten hiç çalışmayan bir şey duramaz." Sonuna kadar haklı.

"Ordudan arkadaşım mısın sen Tenebris?" Gediz hoşnutsuzca omuzunda duran elini gösterdi. "Kız muhabbeti de yapalım tam olsun. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?"

"Yalnız ben sarışın severim ahbap." Itır sırıtarak gözleriyle beni gösterdi ve baştan ayağa beni süzerken ıslık çaldı. Gediz ise tersçe Itır'a bakıyordu. "Sinirlerimi bozuyorsun!"

Savcı kardeşine doğru yürüdü ve Dehliz'in karşısında durdu. "Şimdi her şey normale döndü mü?" Dehliz başını sallayınca rahat bir nefes almıştı. Kardeşinin özgür kalması şu an için onu mutlu eden tek şeydi. Dehliz'in başına baktım ve kafasının üstünde ona işkence eden büyünün artık olmadığını gördüm.

"Kazandın Mara!" Itır gülücükler saçarak Mara'nın yanına gidince, birbirlerine sarılmaları uzun sürmemişti. "Bana öğrettiğin tüm o dövüş teknikleri sayesinde bu kadar uzun süre dayandım." Mara ona sımsıkı sarılınca aralarındaki dostluğu sevmeye başladığımı itiraf ediyorum.

"Elzem." Doğa yanıma geldi. "Biz neden hiç sarılmıyoruz?" Ne? Ciddi olamazdı.

Hemen ondan bir adım uzaklaşıp, "Aklından bile geçirme," dediğimde, birkaç kişi gülerken Doğa kafama bir tane geçirip yeniden Asil'in yanına gitmişti. Onlar sarılıyor diye biz de bunu yapmak zorunda değiliz.

Mara, kardeşimden ayrıldıktan sonra nefret dolu bakışlarını yine bana çıkarmıştı. "Kazandığım için üzülmüş olmalısın ne de olsa İkra'yı pek sevmiştin."

Omuz silktim. "Bu konudaki duygularım nötr."

"Sen gerçekten kalpsiz birisin!" Bana bağırdığında Dehliz yine ona müdahale etti. "İkra'yı konuşturup büyüyü nasıl bozacağını öğrenmeye çalışıyordu." Bu küçük detayı yeni fark eden herkes bana dönünce, "Sadece Dehliz için," dedim. Mara'ya yardım etmeye çalıştığımı düşünmelerini istemiyorum çünkü bu gerçek değildi.

"Gereksiz bir bilgi için uğraşmış," dedi Mara. "İkra'yı öldürerek zaten büyüyü kaldırdım."

"Ama büyüyü bozmanın yolu İkra'nın ölümünden geçmiyor da olabilirdi, değil mi? Ve sen onu öldürdüğünde aradığımız cevap onunla yok olabilirdi. Fakat Elzem önceden ondan doğru cevabı aldığı için yine bir kurtuluş şansım olacaktı. Bir de bu yönden bakmayı dene." Nedense Dehliz'in aramızı yapmaya çalıştığını düşünmeye başladım. "Ona olan nefretin gerçekleri görmeni engelliyor ama o, kötü biri değil." Garip değil mi? Savcı ilk kez televizyonu görünce bir kadını oraya hapsettiğimi düşündü. Demek onun için bir kadını hapsedecek kadar acımasızdım. Doğa ise babasını öldürdüğümü kısa bir anlığına düşünüp bunu bana sormuştu. Sıraç ise nedenini sorgulamadan Mara'ya olan tavrım yüzünden üzerime yürümüştü. Aslında herkes için çok tehlikeli biriydim değil mi? Fakat şu zamana kadar hiç konuşmayan ve doğru düzgün duyamayan biri beni savunuyordu. Onların aksine yaptığım her şeyin bir sebebi olduğunu düşünüyordu.

Bu konuyu fazla uzatmayıp üst katın merdivenlerine tırmanmaya başladık. Fakat yukarı çıkan her basamakla merdivenlerden oluşan kanlar herkesin fısıltıyla konuşup bana bakmasını sağlıyordu. "Elzem?" Sıraç bana bakarak yerdeki kanları gösterdi. "Bunlar da nedir?" Sonuncu kata doğru çıkıyorduk. En karanlık anılarımın olduğu anılara doğru yürüyorduk.

Ona cevap vermedim merdivenleri bitirip yukarı çıktığımızda ise gördüğümüz manzara ürkütücüydü. Bu koridor zihnimin diğer koridorlarına göre daha pisti. Beyaz duvarlardan kanlar süzülüyordu. Kanın kaynağı yoktu sürekli duvar ve tavanın bitişiğinde kan akıyordu. Tavandaki avizeler yeteri kadar ışık sağlamıyordu ve kanın kırmızıya boyadığı koridor loş ışık altındaydı. Avizeler cızıltılı ışıklar çıkartarak sönecek gibi oluyordu ama sönmüyordu. Her kapı kan ile yıkanmıştı ve kapıların ötesinde acı dolu çığlıkların sesleri geliyordu. "Elzem?" Herkes hayretler içinde bulunduğumuz yeri incelerken Itır bana doğru yaklaştı. "Korku evini anımsatan bu yerin zihninde ne işi var?" Ne işi mi var? Bu benim tek gerçeğimdi.

Herkes beni izlerken çıplak ayaklarla pıhtılaşıp yapışkan bir hâle gelen kanlara basarak yürüdüm. "Bu koridor benim gerçeğim." Etrafımdaki kapıları gösterdim. "Gerçek Elzem Akay bu kapıların ardında." Madem iş bu boyuta geldi o vakit her şeyi öğrensinler. Herkesin beni yargılamasından artık yorulmuştum.

Tüm hayatım iki canavarın ellerinde can vermekle geçti, ama kime sorsan asıl canavar bendim...

Duyduğum adım sesleriyle başımı kaldırınca, koridorun karşısında bize doğru yürüyen on dört yaşındaki bir kız çocuğunu gördüm. Evet bu bendim ve burada ortaokul çağlarında ergen biriydim. Hep olduğu gibi altın sarısı saçları yine açık ve yine güneşi kuşanmış gibi pırıltılıydı. Küçük beyaz güllerden oluşan bir taç takmıştı. Üzerinde dizlerine kadar uzanan ince, askılı beyaz bir elbise vardı. Aynı şekilde sandaletleri de beyazdı ve beyazın saflığını kuşanan bu çocuk bir meleği andırıyordu. Buğulu ıslak yeşilleriyle göz göze gelince dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. "Burada olmamalısın." Arkamda bizi izleyen kalabalığı işaret etti. "Onlar da öyle..." En büyük kabuslarımı koruyan gardiyan gelip karşımda durmuştu.

"Bu kız çocuğu senin geçmişin mi?" Asil'in hayranlıkla çıkan sesi Savcı'yı güldürdü. "O bir gardiyan ve sakın onu hafife alma çünkü Elzem'in çocukluğu çok fena bir şey." İlk kattaki küçük gardiyanın ona olan davranış şeklinden iyi bir ders almıştı.

"Gardiyan bu mu?" Itır gülerek öne çıktı. "Onu atlatmak fazladan bir dakikamı bile almaz," deyip tıpkı daha önce Savcı'nın yaptığı gibi kapılardan birine doğru yürüdü. Kapı kulpuna doğru elini uzatmıştı ki, karşımdaki gardiyanı bir anda kendi karşısında buldu. Itır'ın bileğini yakalayıp ters yöne doğru büktü. Itır acıdan inlerken gardiyanın dudakları usulca kıvrılmıştı. "Hiçbir zaman beynini kullanmayı öğrenemedin," dedi ve Itır'ın karnına attığı tekmeyle onu karşı duvara doğru savurmuştu.

Itır yerdeki kanların üzerine düşünce, aynı şeyleri diğerleri de yapmaya kalkışmasın diye her birine baktı. "Sadece en masum olanınız kapıları açabilir, onun dışındakiler kapıya dokunduğu an silinir." Başını çevirip küçümsercesine Itır'a baktı. "Az önce hayatını kurtardığımı anlamayacak kadar ahmak olduğunu bildiğim için bu açıklamayı yapıyorum." Itır'ı iyice çileden çıkarttığını umursamadan gelip yanımda durmuş ve diğerlerine kapıları göstermişti. "Masum olduğunuza inanıyorsanız kapıları açmayı deneyin, ama öyle değilseniz dokunduğunuz an silineceksiniz." Bu ölümcül kurala hiç şaşırmadım çünkü bu şartı zihnime ben eklemiştim. Biri karanlık anılarımın olduğu kapıları açacaksa, öğrendiklerini bana karşı kullanmayacak kadar iyi biri olmalıydı.

Şimdi ise hepsi endişeyle birbirine bakıyordu ve onlar için kapıyı açacak masumiyeti arıyordu.

"Doğa kapıyı açsın," dedi Yavuz ve Asil başta olmak üzere birkaç kişi onu onaylamıştı. Bence de doğru seçim Işığın Kızı olabilirdi.

"Hayır bu onun için intihar olabilir." Soya itiraz ederek Yavuz'u gösterdi. "Bence Yavuz denesin." Bu da doğru seçim olabilir çünkü şu anda grupta Yavuz ve Doğa kadar masum kimse yoktu.

Kararsız kalmışlardı çünkü bazıları Doğa'yı seçerken, kalanlar Yavuz'dan yana oy kullanıyordu. Yanımdaki gardiyan gülerek kapılardan birini gösterdi. "Buradaki güvenlik sistemi benim işim, yani masum olanı seçmek kolay. Herkes sırasıyla kapıya yaklaşsın fakat ona dokunmasın. Günahkâr olana kapıdaki mühür tepki verir ve uzaklaşması için ona uyarı göndererek daha fazla kanamaya başlar. Kim kapıyı kanatmazsa aradığınız masumiyet odur. Yalnız sizi uyarıyorum aceleci davranıp kapıya dokunmayın." Bu herkesin aklına yatmıştı. Yapılacak küçük test doğru karar olduğu için herkes en masum olanını bulmak için sırasıyla denemeye karar vermişti.

Bakalım Doğa mı yoksa Yavuz mu bize kapıyı açacaktı?




































Peki sizce onlara kapıyı açacak olan doğru kişi kim?

Şu anda Elzem'in karanlık anılarının olduğu koridordalar ve yeni bölümde içlerinden biri kapıyı açacak. Bakalım kapalı kapılar ardından bizi bekleyen neler var?

Bu bölümde Doğa'nın geçmişini ondan duyduk. Aslında geride bıraktığımız bölümlerde her defasında babasından şiddet gören biri olduğunu vurgulamıştım. Fakat çoğu kişi farklı bir gizem bekliyor olacak ki sürekli bana Doğa'nın geçmişini sorduğu için daha detaylı yazayım dedim.

Bilmediğiniz konularda sorularınıza cevap vermeyi seviyorum fakat bölümlerde açık açık anlattığım hâlde her defasında aynı sorular gelmeye devam ediyor ne yazık ki. Örneğin; "İlk bölümlerde Elzem'in duyduğu o seslere ne oldu? Neden onlara değinmiyorsun? Mara neden Elzem'den nefret ediyor? Elzem'in ruhu pusulaya mühürlü değil miydi? Pusulası olmadan nasıl ruh formuna dönüşebiliyor? Dehliz neden konuşamıyor? Doğuştan mı yoksa bir travmaya bağlı mı böyle oldu? Elzem daha önce bir konuda kararlı bir şekilde o konuyla bir ilgisi olmadığını savunurken, diğer bölümlerde hepsiyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Buradaki mantık hatalarının farkında mısınız?" Ve daha buna benzeyen birçok soruyla karşılaşıyorum arkadaşlar. Hayır bu beni kızdırmıyor sadece çoğu kişinin detaylı okumadığını fark ediyorum çünkü aslında bölümlerde hepsinin cevabını vermişimdir. Bölümlerde sürekli bu konulara değinmek ise kendimi tekrarlamak olur çünkü zaten önceki bölümlerde hepsini yazmışım.

#Elzem'in duyduğu sesler Meliz ve Elzem'in gelecekten gelmiş haliydi ve gerçekler ortaya çıkınca onları da tekrar duymadık.

#Mara'nın Elzem'den nefret etmesinin tek sebebi aralarındaki patron ve hizmetçi ilişkisi.

#Elzem'in ruhu pusulaya mühürlüydü ama Ölüler Diyarına gidince ruhu özgür kaldı. Aykırı yeteneği ruh formuna dönüşmek olduğu için bunu yapmak için pusulaya ihtiyacı yok. Evet daha önceleri bedeninden çıkmak için pusulasından yardım alıyordu, fakat o günlerde deneyimsizdi ve pusula üzerinden kendisini motive ediyordu.

#Dehliz karısı tarafından lanetlendiği için konuşamıyordu.

"Elzem'in durumunda aslında yaptığım bir mantık hatası yok çünkü ilk bölümlerde kendisine her şeyi kolaylıkla unutturduğuna çok değindim. Hatırlamadığı konularda herkes gibi şaşkınlık belirtileri göstermesi normal. Daha sonra ise konunun kendisiyle olan bağlantısını fark edince unuttuğu şeyleri hatırlıyor.

Ama ben zaten bütün bunları defalarca yazmıştım değil mi ama.🤷‍♀️

Bu bölümde sadece Mara'nın müsabakasını okuduk. Her ne kadar akla gelmeyen garip bir yöntem denemiş olsa da sonuçta kendi rakibini yendi, değil mi?

Evet, Mara İkra'yı yenerek Dehliz'in lanetini kaldırdı. Bunun dışında yeni anılara hiç girmediler çünkü bölümlerin çoğu Doğa ve Mara'yla geçti. Fakat yeni bölümde ne yazık ki hiç istemeseler de birçok şeye tanık olacaklar.

Çok uzun bir bölümdü daha fazla soru sorarak bölümü iyice uzatmak istemediğim için burada kesiyorum.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

890 84 7
"Yine gece, Yine hüzün Ve yine içimde sen Ve biliyor musun İçimde sen olunca Hüzün de güzel..." Ahmet Hamdi Tampınar "Seni bekliyorum___hayatım boyun...
2.3M 72.6K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
220K 3.7K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
1.1M 21.2K 25
MAHZEN'İN KARANLIĞINDA KAYBOLMAYA HAZIR OLUN! Devlet adamları tarafından tüm ülkedeki insanların içinde bulunacağı şekilde 'Mahzen' adında bir merkez...