MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 634K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(49) Geçmişin Enkazı.

92.2K 9.1K 23.3K
By Maral_Atmc6

Bazı şeyleri hayatımda istemediğim hâlde onlardan bir türlü kurtulamıyordum. Hayatımda öyle bir yer edinmişler ki, kovsam bile gitmiyorlardı. Belki de yüzleşmek yerine onlardan kaçtığım içindir. Peki bu yüzleşmeyi herkesin içinde yaşayacak cesaretim var mıydı? Buradaki herkesin karanlık geçmişimi bilmesini istiyor muydum? Hayır, istemiyorum fakat sona gelmişken seçim şansım yoktu. Artık kaçmak gibi bir lüksüm yoktu. Ona bakarken kaçmanın mümkün olmadığını görüyorum. Ah Suzan Hanım, ah... Geçmişimin katili ve geleceğimin enkazı. Ne o unutabilirdi yaşadıklarını ne de ben unutturabilirdim ellerimdeki kanı. Evet, Itır için gelen ruh anneannemden başkası değildi. Ruh kapanının içinde kardeşim Itır, yakın arkadaşım Doğa varken, kapanın dışında erkek kardeşlerim ve Savcı vardı. Hepsi birazdan katil olduğumu öğrenecekti. Bundan nasıl kaçabilirdim ki? Hiçbir sır uzun süre gizemini koruyamazken aslında çok bile dayanmıştım. Benden intikam almaya kararlıydı ve korkarım ki bunu Itır'ı öldürerek yapmak istiyordu. Itır'ı öldürüp özgür kalacaktı ve kalan tüm hayatımı cehenneme çevirecekti. Gelen tüm ruhlar, ruh kapanı tarafından çağrıldığı için buradaki herkes onları görüyordu. Zaten sırf bu yüzden anneannem ile olan ilişkimizin gerçek yüzünü bilmeyen herkes şaşkınlıkla ona bakıyordu. Birbirimizi o kadar çok severken onun neden kardeşime rakip olarak geldiğini sorguluyorlardı.

"Anneanne?" Yavuz afallayarak kalkana yaklaştı. "Neden Itır'ın rakibi sensin?" Çünkü Itır'dan nefret ediyordu.

Gözlerini benden ayırmayan kadın gülümsedi. "Neden bunu Elzem'e sormuyorsun? Bakalım verecek güzel bir cevabı var mı?" İlk darbe psikolojik şiddet. Evet, çok iyi gidiyordu.

"Elzem?" dedi Sıraç. "Neler oluyor?"

"Verecek bir cevabım yok Sıraç." Abime dönerek kaşlarımı yukarı kaldırdım. "Bu sorunun muhatabı olduğumu sanmıyorum çünkü o, benim değil Itır'ın rakibi." Ne şimdi ne de birazdan öğrenecekleri konusunda beni yargılayamazlar. Bizi bu kadının hasta ellerine bırakarak onlar da en az anneannem kadar suçluydu.

Kızlar nihayet ritüeli bitirdiği için hepsi kendi rakibine şaşkınlık içinde bakıyordu. "Anneanne?" Itır tam da ondan beklediğim gibi korkusuzca kendi rakibine gülümsedi. "Yeniden karşılaşmayı sabırsızlıkla bekliyordum." Koskoca mazinin kini vardı üzerinde. Benim aksime ondan hiç korkmamıştı.

"Bu kadın kim?" Mara afallayarak kendi rakibini gösterdi. "Daha önce onu gördüğümü hatırlamıyorum." Asıl şaşırtıcı olan neydi biliyor musunuz? Rakibi ile olan fiziksel benzerliği. Evet, aynı kızıl saç ve aynı mavi göz. Tek fark kadının daha sert hatları vardı ve yüzü daha uzundu. Üstelik Mara'ya öyle bir bakıyordu ki, ona duyduğu nefreti azımsanamayacak kadar büyük olduğunu düşündüm.

"İkra?" Aybars'ın sesini duyunca hepimiz başımızı kalkanın dışında kalanlara doğru çevirdik. "Dehliz'in ölen eşi," dedi ve tüm gözler Dehliz'i buldu. Her zamanki gibi sessizliğini koruyarak eski karısına bakıyordu. Ruhunda ne bir özlem vardı ne de öfke, sadece hissiz bir şekilde onu izliyordu.

"Senin eşinle mi dövüşeceğim?" Mara kendisini tutamayıp sinirden bağırdı. "İyi! Bu kadın beni öldürüp özgür kaldığında artık mutlu mesut kaldığınız yerden devam ederseniz!" Bu fikir Dehliz'in hoşuna gitmemiş olacak ki kaşlarını çatması uzun sürmemişti.

Hazır İkra'yı bulmuşken laneti kaldırmanın bir yolunu da bulabiliriz, değil mi?

"Baba?" Doğa'nın titrek sesini duyunca aceleyle başımı onun rakibine doğru çevirdim. Çatık kaşlar altında ona bakan bu adam Doğa'nın babası mıydı? Babasının öldüğünü bile hatırlamıyorum ama buraya ruh olarak geldiğine göre ölmüş olmalı. Sinirden dişlerini sıkan adam, Doğa'ya baktıkça gri gözlerinden tiksinti oluşuyordu. Karşısında kızı yerine sefil bir mahlukat varmış gibi bir yüz ifadesi takınmıştı. Çizgilerden oluşan yüzü öfkeden gerilmişti ve babamla aynı yaşlarda olan bu adam, yarım bıraktığı işi tamamlamak için gelmişti. "Baba mı?" Asil'in şaşkın sesini duydum. Doğa'nın geçmişini tam olarak bilmediği için neden babasının onun için geldiğini sorguluyordu.

Doğa ona karşı güç olarak avantajlı değildi çünkü lanetlilerin yetenekleri Avcılara işlemiyordu. Kahretsin Itır'da aynı konumdaydı!

"Baba?" Bir baba sesi de Meliz'den gelince afallayarak onun karşısında duran kadın rakibine baktım. Tam olarak neydi bu kadın? Enerjisi bu güne kadar gördüğüm klanlara ait değildi. Daha doğrusu bu şey bir kadın mı? Bir kadının hatlarına sahipti lakin derisi tamamen yanmış durumda olduğu için korkunç bir görüntüsü vardı. Saçları yoktu çünkü kafa derisi yandığı için buruşuktu. Kaşları dahi yanmış, yanık derisinin altında ki katmanlar görünüyordu. Üzerinde hiç kıyafet yoktu fakat bedeni üçüncü derece ağır yanıklarla dolu olduğu için kadınsı hatları doğru düzgün belli olmuyordu. Kan kırmızısı yanık teninde bir tek gözlerinin akı belli oluyor ve bu onu daha korkunç yapıyordu. "İblis?" Yutkunarak onun rakibini gösterdim. "Bu şey mi senin baban?" Annesi bile olabilirdi ama babası olduğunu sanmıyorum.

"O, Sit şeytanlarından Giirit," deyip karşısında olan yanmış kadın rakibini gösterdi. "Bir kadın nasıl benim babam olsun Elzem?" Beni kınadıktan sonra Soya'nın karşısında duran adamı, yani Soya'nın rakibini gösterdi. "Biyolojik babamın bedenini alıp anneme tecavüz eden ruhani babam o!" Ruhani babası mı? Yani Soya'nın kuzeni Tohadors mu?

"Euryale teyzenin oğlu Tohadors?" Soya kuzenine bakıp gülümsedi. "Beni bu kadar özlediğini bilmiyordum. Tanrılar tarafından ruhun silinmemiş miydi?" Soya'nın rakibi tıpkı onun gibi bir Gorgon'du! Soya'yı bir hayli zorlayacağını biliyorum!

Bir Elf'i andıran uzun boylu adamın her hücresinde yoğun bir güç fışkırıyordu. Saçlarını kazıtmıştı lakin tepesinde bıraktığı saçlarını eski Moğollar gibi tek örgü yapmıştı. Sivri kaşları yukarı doğru şekillenmişti ve kahverengi delici bakışları Soya'nın üzerindeydi. Bronz kasları tüm çıplaklığıyla gözler önündeydi çünkü üzerinde pantolon dışında hiçbir şey yoktu. Belindeki kılıcı ve deri kırbacı ürkütücüydü. "Soaireya," diye fısıldadı sırıtarak. "Silinmiş olmamı ummuyordun, değil mi?" Sesindeki bu kin de nedir? İki kuzenin büyük devrimlerini duymuşken onları dost sanıyordum.

Soya hiç korkmadan gülerek başını salladı. "Evet, fakat madem ruhun silinmemiş o vakit seninle ilgilenmek zorundayım." Acaba aralarındaki bu düşmanlığın sebebi neydi?

"Soaireya mı?" Sıraç'ın kısık fısıltısını duyunca gözlerini yumarak inledi. "Berbat zamanlama!" Ne yani Sıraç gerçekten onun kim olduğunu bilmiyor muydu? Başımı çevirdiğimde kalkanın dışındakiler şaşkınlık içinde uzun zaman sonra gördükleri iki Gorgon'a bakıyordu. Özellikle Sıraç'ın yeşil gözleri karmaşık bir ruh haline büründüğünü gizleyemiyordu. Baştan ayağa Soya'yı inceliyordu ve saçlarını aldığı kadından bir parça bulmaya çalışıyordu. Fakat gördüğü çirkin kadın kafasını daha fazla karıştırıyordu. Soaireya'nın yüzünü daha önce görmediği için tülün ardındaki kadını biraz daha güzel hayal ettiğine eminim. Şu anda Soaireya'nın gerçek yüzünü gördüğünü düşünüyordu. Yüzünü gizlediği çirkin maskesinin sahte olduğunu düşündüğünü sanmıyorum.

"Soaireya mı?" Asil'in babası Abraham, güçlükle konuşmuştu. "İlk savaşçı Gorgon mu?" Anlaşılan herkes onu tanıyordu.

"Ta kendisi," diyen Soya, Sıraç'tan çekindiği için o tarafa bakmıyordu. "Elzem senin rakibin kim?" Uyanık kadın dikkatleri kendi üzerinden dağıtmak için hemen beni araya sürmüştü. Sahi kimdi benim rakibim?

Diğerlerinin rakiplerini incelemeyi bırakıp kendi önüme döndüğümde ürkerek geriye çekildim. "Bu şey de nedir?" Karşımda uçuşan siyah bir gölgeden başka bir şey görmüyorum. Sanki birinin üzerine uzun, siyah bir örtü atılmış gibi hayaleti anımsatan bu karaltının bir şekli yoktu.

"O bir taklitçi sanrı," dedi Savcı. "Şu anda kendi formunda bizlere görünüyor ama istediği her şeyin şekline bürünüp sesini taklit edebilir. Onu nereden tanıyorsun?" Bana mı soruyordu? Bu şeyi ilk kez görüyorum benimle ne sorunu var bilmiyorum.

"Onu tanımıyorum."

"Kendi formunda olduğu için şu anda konuşamıyor ama sana yönelik büyük bir tehdit seziyorum. İyi düşün gerçekten onunla daha önce karşılaşmadın mı?" Dikkatli bir şekilde karşımdaki şekilsiz karaltıya baktım fakat hiçbir şey anımsamadım.

"Sanmıyorum." Onu hatırlamıyorum neden benim için geldiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

"Afra'nın karşısındaki bu şey de nedir?" Zülüf Hanım'ın korkan sesiyle tüm gözler Afra'ya dönmüştü. Bedeni titreyerek karşısına bakıyordu. Badem gözleri dolu dolu olmuştu ve sarsılan kadın her an yere düşebilirdi. Çıplak ayaklarla olduğum için ruhunu soludum ve korku beklerken derinden bir üzüntüyü içime çektim. Acı çekiyordu, rakibine bakmak canını yakıyor olmalı ki ruhu acıdan kırılıyordu. "Gölge cini," diye fısıldadığında gözlerinden süzülen bir damla yaşa engel olamadı. "Birgün yeniden karşılaşacağımızı biliyordum..." Onu böyle üzen rakibini merak ettiğim için ona doğru döndüm ve gördüğüm yaratıkla ürkerek geriye çekildim.

"Savcı hoca," deyip Afra'nın rakibini gösterdim. "Bu şey tam olarak nedir?" Bilemiyorum insan desem insan değil, hayvan desem hayvan değil. Nedir bu tanrı aşkına? Yarım metre boyu vardı daha çok cüceleri andırıyordu. Uzun sivri kulakları kafasında taşarken, pirana gibi keskin dişleri ağzından fışkırıyordu. Kafasının tepesinde başlayan beyaz tüyler alnından burnunun üzerine kadar uzanıyordu. Sarı gözleri irice ve pörtlek, bedeni bir insanı andırırken uzun tırnakları tam tersini haykırıyordu. Bıçağı andıran tırnakları pençeden farklı değildi. "Gölge cini kabuslarda yaşar," dedi Savcı. "Şu zamana kadar kimse onları çağırmamıştır. Haddinden fazla kurnazlar ve onlarla yapılan bir anlaşma da kaybeden hep karşıdaki taraf olur." Afra'ya geldiğine göre geçmişte onunla bir anlaşma yapmıştı değil mi? Bize gelen rakiplerin çoğunluğu düşmanlarımızdan oluşuyordu, o vakit bu şey de Afra'nın düşmanıydı.

"Neden üzüldün?" Kaşlarımı yukarı kaldırıp Afra'ya baktım. "Onu görmek seni korkutmadı lakin üzdü. Bu da demek oluyor ki onu tanıyorsun ve onu tanıman için anlaşma için onu çağırmış olman gerekiyor." Başımı eğerek alay edercesine güldüm. "Seni üzen şey onunla yaptığın anlaşma olabilir mi? Bir düşünelim bakalım bu anlaşma ne üzerine olabilir?" Ciddi anlamda düşünmeye başladım. Bu kadın böyle bir yaratıkla ne tür bir anlaşma yapabilir ki? Aykırı olduğu ortaya çıkmadan önce gayet rahat bir hayat geçiriyordu değil mi? Ama Aykırı olduğu ortaya çıkınca birçok zorluk yaşamıştı. Rahatlık sürerken değil sıkıntı çekerken Gölge cinini çağırmış olmalı. Durum böyle olunca tüm dikkatim çektiği sıkıntıların kaynağına gidiyordu. Peki bu kaynak neydi? Ah buldum! Nişanlısı değil mi? Sonuçta o adam Afra'nın Aykırı olduğunu ifşa etmeseydi onca sıkıntıyı çekmeyecekti.

Şimdi test etme zamanı. Bakalım yaptığım beyin fırtınası sonucunda bulduğum tahmin ne kadar doğru?

"Afra? Söylesene nişanlın nerede? Öldü mü hayatta mı nerede bu adam?" Nişanlısından bahsettiğim an soluğunu tutan kadının bedeni taş kesilmişti. Kaskatı bir hâlde bana bakarken ruhunda soluduğum bu derin keder de neyin nesi? Pişmanlık mıydı?

Onu bırakıp kalkanın dışında olanlara döndüm. "Afra'nın Aykırı olduğu ortaya çıkınca nişanlısı ortadan kayboldu, değil mi?" Gediz başını salladı. "O korkak izini kaybettirmeyi iyi biliyor!"

"Yanlış cevap İnsan Yıkımı, çünkü sizden korktuğu için kayıplara karışmadı." Elimle Afra'nın karşısında duran yaratığı gösterdim. "Gölge cininin işiydi çünkü ondan bunu isteyen Afra'ydı!"

"Elzem!" Annesi Leyla Hanım'ın uyaran sesiyle son derece kararlı bir şekilde ona döndüm. "Beni azarlayacak konumda değilsiniz hanımefendi. Eski damadınızın kaçmadığına ve Afra'nın ona bir şeyler yaptığına adım gibi eminim." Elimle içinde bulunduğumuz ruh kapanını gösterdim. "Tüm bu şaheser kızınıza ait ve bugün olacaklardan dolayı suçlu tutulamam." Kendisiyle birlikte hepimizi yakmışken olacaklardan dolayı kimse beni veya kızları sorumlu tutamazdı.

Acaba nişanlısına ne yapmıştı? Hayır bu konuyu eşeleyip öğreneyim diyorum ama her kafadan beni uyaran bir ses çıkıyordu.

"Artık başlayalım mı?" Dehliz'in karısı İkra, belindeki kılıcı çıkardı. "Bir an önce bu işi bitirmek ve özgür kalarak aileme dönmek istiyorum." Son kısmı Dehliz'e bakarak söylemişti. Yaşarken aklını yitirdiğini duymuştum fakat öldükten sonra aklî dengesi yerine gelmiş olmalı ki gayet sağlıklı görünüyordu.

"Başlayalım," dedi Mara onun meydan okumasını kabul ederek. "Bugün işini bitirerek eski kocana büyük bir iyilik yapacağım ve bunun için de bana ödeme yapmak zorunda," dediğinde hepimiz homurdanırken Dehliz, başını iki yana sallayarak gülümsedi. Evet, Mara'nın parayı düşünmediği bir saniyesi bile olmuyordu.

Hepimiz daha fazla oyalanmak yerine başlamak üzereyken, "Hiç şansınız yok!" diye bağırdı Hafız ve bizi durdurdu. "Ruh kapanına göre mekan seçimi çağrıyı seçenlere düşüyor. Rakiplerinizin ödülü özgürlük ama sizin bir kazancınız yok. Bu yüzden savaşacağınız yeri seçme şansınız var!" Hızlıca eliyle beni gösterdi. "Elzem'in zihnini seçin! O labirentin içine giren kimse sağ çıkamaz, ama Elzem sizi kendi zihninde koruyabilir!" Çıldırmış olmalı! Arena olarak kendi zihnimi onlara sunacak değilim!

"Bu asla olmaz!" İtiraz ederek bağırdığımda Savcı öne çıktı. "Müsabaka yeri olarak birinin zihni seçilirse hakemlik yapsın diye her aday yanında birini götürebilir. Bunu kabul et ve beni yanına al!" Anlamıyorlardı, benim zihnim bir ölüm tuzağı. Bir kez oraya ruhlarımız giderse kimse sağ şekilde çıkamazdı!

İlla bir zihin seçilecekse bu neden benimki oluyordu!

"Ben kabul ediyorum!" Itır kılıcıyla kendi elini keserek kanını kapanın içine akıttı. "Elzem'in zihnini seçiyorum ve yanımda Yavuz'u götürüyorum!" Ama ben kabul etmiyorum!

"Ben de kabul ediyorum!" Mara hemen çizmesinde ki bıçağı çıkartıp aynı şekilde kanını akıttı. "Ve yanımda Dehliz'i götürüyorum." Kaşlarını çatarak Dehliz'e döndü. "Orada sorunlu karın ile sen uğraşırsın artık çünkü orada bizi hapsedecek bir kalkan yok!" İkra'nın rakibi çıkması onu fazlasıyla kızdırmıştı.

"Kabul ediyorum." Doğa, Mara'nın elindeki bıçağı alıp kendi kanıyla mekan seçimini onayladı. "Yanımda Asil'i götürüyorum!" Zihnimde ölen herkesin burada da öleceğini neden anlamıyorlardı.

"Bir Oyunbazın zihni mi?" Soya gülerek kendi bıçağını çıkardı. "Hem de Elzem gibi birinin zihni? Orada bizi bekleyen tehlikenin buradan daha fazla olduğunu düşünen sadece ben miyim?" Tıpkı kızlar gibi avucunun içini kesti. "Sırf merakımdan kabul ediyorum ve yanımda Sıraç Bey'i götürüyorum." Zihnim mühürlüydü fakat adaylar bizzat oraya ruh olarak ışınlanacağı için geçmişte yaşadığım her şeyi görme ihtimalleri vardı!

"Bu bilerek ölüme gitmek." Meliz homurdanarak kuşağındaki bıçağı çıkardı. "Ben de kabul ediyorum!" Elini keserek kanını akıtırken kalkanın dışına baktı ve kendi şahidini aradı. "Beni seç!" Kırım öne çıktığında Gazi kolunu tutarak onu durdurdu. "Gideceğin yer sıradan bir yer değil evlat. Bir Oyunbazın zihni ölüm çukurudur." Bunu biliyordu çünkü o da bir Oyunbazdı.

Kırım'ın gözleri Meliz'i bulunca başını salladı. "Yol arkadaşımı seçtiysem gideceğim yerin bir önemi yoktur efendim." Ve bu sözlerle Meliz'i kendisine eş olarak seçtiğini herkese duyurmuştu. Evet, sözlerinde ki yol arkadaşı aslında bir ömrü paylaşacağı hayat arkadaşı manasına geliyordu.

"Bu da ne demek oluyor?" Itır kaşlarını çatarak Meliz'e döndü. "Bu adam benimle yaşıt!" Evet, kardeşim Kırım'ı onaylamadı. "Her defasında beni çileden çıkarmak zorunda değilsin Medusa!"

"Pardon da seni ne ilgilendirir Itır?" Evet dayanamayıp konuşan kişi bendim. "Daha ona anne bile diyemiyorsun, ama kendinde onu eleştirme hakkını buluyorsun."

"Çünkü o benim annem değil Elzem!"

"O vakit kimi seçtiğine karışamazsın."

"Bu şeytanı bana karşı koruyor musun?" diye bağırdı. "Bazı konularda o hastalıklı zihnin hiç sınır tanımıyor! Bu kadın tüm ailemizi parçaladı!"

"Ailemiz de pek masum değildi kardeşim." Tam itiraz edecekti ki elimi kaldırarak onu susturdum. "Bana ikinci kez kendimi tekrarlatma ve sus Itır." Otoriter bir tavır sergileyip onu susturduğumda kaşlarını çatarak önüne döndü. Herkesin burada onu savunacak birileri vardı fakat Meliz kimsesiz konumundaydı. O yüzden onu savunma işini hiç istemesem de üstlenmek zorunda kalmıştım.

Meliz'de kendi tanığı olarak Kırım'ı seçince sıra Afra'ya gelmişti. Sırıtarak bana döndü. "Bakalım herkesten sır gibi sakladığın anılarında ne var?" Elini keserek kanını akıtıp kendi kabul mührünü onayladı. "Kabul ediyorum ve yanımda kardeşim Yıkım'ı götürüyorum," diyen kadın, bakalım tek parça halinde zihnimin sokaklarında çıkmayı başaracak mı?

Madem hepsi zihnime girmeye pek bir meraklı o vakit benden günah gitti. "Sizi uyarmadığımı söyleyemezsiniz ve orada olacaklar konusunda sorumluluk kabul etmiyorum," deyip bu konuda daha fazla itiraz etmedim. Elimde sıkıca tuttuğum frizbi bıçağı sol avucuma geçirerek kestim. "Tanık olarak Savcı hocayı seçiyorum." Kesilen elimden dolayı dudaklarımdan çıkan iniltimi gizleyemezken, kanım yere damladı ve son aday ben olduğum için zihnime olan yolculuk başlamıştı.

Ellerimde akan kan toprağa düştüğü an gökyüzünde büyük bir patlama meydana gelmişti. Kara bulutlar kaos oluşturarak birbirine sürtündükçe, yıldırımla birlikte üzerimize yağan şiddetli yağmur hızlandı. Ruh kapanının etrafında süratle oluşan altın sarısı ışık, parladıkça parladı ve bir anda yükselip yok oldu. Hemen sonrasında bulutlar sustu ve yağmur durdu. Etrafımızı ağır bir sessizlik kaplayınca, "Eee?" dedim. "Bir şey olmadı..." Daha sözlerimi yeni bitirmişken bir anda ayaklarımın altındaki toprak kayar gibi oldu ve başım dönerek yere yığıldım. Kafam sertçe yere çarparken gözlerim kapanmadan hemen önce Savcı'nın bedenini gördüm. Bedeni yere yığılmış ve bedeninden çıkan beyaz bir ışık bana doğru süzülmüştü. Hemen sonrasında Asil, Gediz, Yavuz ve Sıraç'a da aynı şeyler olduğunu gördüm. Kapanın içindeki herkesin de yere düştüğünü hissettiğim esnada gözlerim kapanmıştı ve ruhum bedenimden çıkarak zihnimin kuytularına doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkmıştı.

Hepsi bana güvenerek bunu kabul ettiler fakat kendi zihnim beni bile korkutuyordu.

*****

"Elzem..." Yüzüme küçük dokunuşlar yapan ellerin sahibi Savcı olmalı ki onun sesini duydum. "Elzem uyanır mısın artık? Burada birileri beni görmekten pek hoşlanmamış gibi." Kimden bahsettiğini bilmiyorum ama güçlükle gözlerimi açınca üzerime eğilen adamı gördüm. "İyi misin?" Omuzlarımı kavrayıp uzandığım yerden ayağa kalkmama yardım etmişti. Bir süre daha iyi olacağımı sanmıyorum. Özellikle zihnimin içinde olduğumuzu bilirken.

Savcı'nın desteğiyle ayakta dururken kar beyaz bir koridorda olduğumuzu gördüm. Koridorun her iki yanında sırasıyla olan kapılar bile beyazdı. Yerdeki fayanslar bile kar beyazıydı ve en küçük bir toz zerresi bulamazdınız. Sanki her yer yeni yıkanmış gibi ışıl ışıldı. Başımı yukarı kaldırdım tavan bile beyazdı ve tavanın her yerinde ışık saçan avizeler vardı. "Fazla temiz ve aydınlık," diyen Savcı güldü. "Senin zihninde olduğumuz çok açık." Zihnimin koridorlarının benim arzuladığım şekilde olması aslında şaşırtıcı değildi.

"Diğerleri nerede hocam?"

"Bilmiyorum, insan zihninde birçok katman ve oda vardır. İnsanların zihnini bir kale gibi düşün; her katta birçok o da ve gizem saklıdır. Biz şu anda en masum anılarının olduğu en alt kattayız. Onlar da belki üst katlardadır." Savcı'yı yanımda getiren ben olduğum için aynı yere savrulmuştuk. Acaba rakibim hangi kattaydı?

Başımı salladığım esnada omuzlarımdan tutarak tam karşımıza doğru beni çevirdi. "Bu sen misin?" diye sorduğunda kimden bahsettiğini anlamadım, fakat başımı yere doğru eğince altı yaşlarında küçük bir kız çocuğu gördüm. Sarı saçlarını her iki yanından kırmızı bir kurdele ile bağlamış ve yeşilleri sorgularcasına bana bakıyordu. Üzerinde beyaz bir tişört ve kırmızı bir etek vardı. Kıyafetine uygun olan kırmızı papuçlarıyla fazla sevimli görünüyordu. "Altı yaşındaki çocukluğum ve aynı zamanda bu koridoru koruyan gardiyan," dediğimde Savcı onu küçümsercesine baktı. "O mu? Bir gardiyan olmayacak kadar küçük ve masum." Bence buna karar vermek için çok erkendi.

Kenara çekilerek Savcı'ya yol verdim. "Onu geçmeyi deneyin ve bu kapılardan birine girin." Sanırım beni çocukken diğer sıradan çocuklar gibi sanıyordu.

Omuz silken Savcı, hemen yanımızda olan kapının kolunu kavradı. Kapıyı açacağı esnada ne oldu bilmiyorum lakin canı yanmış gibi inleyerek kapıdan uzaklaştı. "Bu da neyin nesi?" Acıyan eline tutarak hemen çocukluğuma döndü. "Açıkla!" Kahretsin! O yaşlarda emir almaya şimdikinden daha fazla tahammülsüzdüm ve Savcı'nın kullandığı üslup çok yanlıştı.

"Açıkla?" Çocukluğum alay ederek başını kaldırıp gözlerini ona dikti. "Açıklama olmadan bir şeyleri idrak edecek zekanızın olmadığını mı söylüyorsunuz?" Tamam anlamında başını salladı. "Ben açıklamasına açıklarım da..." deyip işaret parmağıyla iki kez kendi şakağına vurdu. "Siz de bunu anlayacak kapasite var mı? Bilirsiniz zekâ meselesi," deyince Savcı'nın bozulan suratına bakıp kıkırdadım. Bu çok iyiydi.

"Zeka meselesi?" Homurdanan Savcı bana döndü. "Bu gerçekten senin çocukluğun." Daha önce ona buna benzer birkaç şey söylediğim için aradaki benzerliği hemen fark etmişti.

"Bana bırakın lütfen." Daha fazla hakarete uğramasın diye küçük çocuğun karşısında diz çökerek onunla aynı hizaya geldim. "Kapılara tuzaklar yerleştirdin, değil mi? Dokunan herkesin ruhunu emiyor?" Başını sallayarak Savcı'ya bakıp beni gösterdi. "Demiştim zekâ meselesi diye." Savcı çıldırmak üzereyken gülerek elimi çocukluğuma doğru uzattım, fakat aklıma gelenlerle elimi hemen çektim. Ona çocuk muamelesi yapıp saçlarını karıştıran insanlardan nefret ederdi.

"Bize geçiş izni verebilir misin?" diye sorduğumda başını olumsuz anlamda salladı. "Beni alt etmeden bu kapılardan hiçbirini açamazsınız. Şöyle düşün; burası bir bilgisayar ve siz sisteme sızan virüslersiniz, ben ise tüm virüsleri yok edecek bir programım." Kenara çekilerek bana yol verdi. "Koridoru geçip üst katlara çıkabilirsiniz, lakin bu odalardan birini bile açmaya çalışırsanız her ikinizi de yok etmek zorunda kalırım." Kendi çocukluğum tarafından tehdit edilmişken onu hafife alacak değilim. Malum ben her yaşta çok tehlikeliydim ve onun işi anılarımı korumaktı.

"Ama tüm kapılar yasaklı değil, değil mi?" diye sordum. Sonuçta daha önce Hafız'da zihnime girmişti ve bazı bilgileri çalmayı başarmıştı.

"Sadece mühürlü kapılar korunuyor ve bu koridordaki tüm kapılar mühürlü."

Kapılara göz gezdirdiğimde hepsinin beyaz mühürle korunduğunu görünce tebessüm ettim. "Zararsız anılarım olmalı." Evet, öyle olmalı çünkü tehlikeli anıların mührü beyaz olmazdı.

"Öyle ya da değil," diyen küçük kız, meydan okur gibi bana bakıyordu. "Sonuçta benim işim onları korumak." Elinin tersiyle önünde olan bir saç tutamını omuzunun arkasına doğru itti ve gözlerime baktı. "Hem de herkesten." Kısacası bu anıların tek sahibi olmama rağmen bana bile geçiş izni yoktu.

"Ne sinir bozucu bir çocuk ve bir o kadar kibirli." Bunları söyleyen Savcı'ya aynı anda kaşlarımızı kaldırdığımızda ne dercesine bana baktı. "Ona söyledim." O dediği çocuğun ben olduğumu unutmuş olmalı.

"Gidelim artık." Kolumu tutarak beni koridorda peşinden çekti ve çocukluğuma döndü. "Endişelenme buradaki kapıları açmayacağız." Çocukluğum başını yan tarafına eğerek küçümsercesine onu süzdü. "Burası benim kontrolüm altında ve endişelenecek kişi ben değilim," deyip Savcı'nın gözlerine bakınca, yanımdaki adam altı yaşındaki bir çocuk tarafından tehdit edildiği için sinir krizleri geçiriyordu. "Gördüğüm en küstah çocuk!" Bunu çok sık duyduğumuz için çocukluğumun pek alındığını sanmıyorum.

Küçük gardiyanı daha fazla kızdırmamak için bu sefer Savcı'yı peşinden sürükleyen bendim. Birlikte bir üst kata çıktığımızda görünürde herhangi bir gardiyan yoktu. Kapıların üzerinde hiç mühür görmeyince Savcı vakit kaybetmeden bir kapıyı açtı. "Hey! Bana sormadan anılarıma bu şekilde giremezsiniz!" Beni hiç umursamadı ve içeri girince oflayarak peşinden gittim. Umarım banyo yaptığım bir anının içine destursuz dalmıyoruzdur.

Kapıdan içeri girdiğimizde kendimizi bir bahçede bulduk. Güneş tüm kızıllığıyla gökyüzünü süslüyor ve sebze bahçesi yeşilin en güzel tonuna bürünmüştü. "Burası çiftlik evinin bahçesi." Savcı'nın bileğini tutarak peşimden çekiştirdim. "Konaktan ne zaman boğulduğumu hissetsem hep buraya kaçardım." Gülerek böğürtlen çalılarına yaklaştım ve birkaç tane koparıp ona uzattım. "Bu bahçenin bakımını anneannem ile ikimiz yapardık. Böğürtlenlenleri denemek ister misiniz?" Heyecanlı çıkan sesimle tebessüm ederek uzattığım böğürtlenleri aldı. "Bunları çok seviyor olmalısın?"

"Eskiden severdim, ama uzun zamandır hiç yemedim."

"Neden?"

"Tadına hâlâ bakmadınız?"

"Sanırım yasaklı bir soruydu." İç çekerek böğürtlenleri avucunun içinde sıkarak ezdi. Parmakları arasında suyu akarken yaptığı şeye üzüldüğümü görünce hemen küçük bir açıklama yaptı. "Zihnindeki anılar bir halüsinasyondan ibaret Elzem, buradaki yiyecekleri yiyemezsin."

"Saçmalık!" Bir tane koparıp ağzıma attım ve çiğnedim. Aldığım tat ile gülümseyerek yutkundum. "Tadı hâlâ çok güzel."

"En azından uzun zaman sonra yeniden bunları tattın." Beni tuzağa düşürdüğü için kaşlarımı çatınca dudağının kenarı kıvrıldı. "Buradaki her şey bir yanılgı. Tadını almak istedin ve aldın hepsi bu." Olabilir ama sonuç olarak düşünürsek her şey fazla gerçekçiydi.

Yeni böğürtlenler kopartıp ona uzattım. "Tadını almak isteyin ve tat alın lütfen."

"Neden bunları yemem konusunda bu kadar ısrarcısın?"

"Burası benim zihnim, yani benim evim ve ben evime gelen birine mutlaka ikramda bulunurum." Her ne kadar onun evinde her defasında aç kalmış olsam da.

Uzanıp elimdeki böğürtlenleri aldığı esnada, "Hadi Elzem!" diye bağıran küçük bir çocuğun sesini duyduk. Sesin geldiği yöne doğru dönünce yedi yaşlarında küçük bir kız çocuğu koşarak bahçeye girdi. "Sıraç veya Yavuz mu?" Savcı'nın sorusu beni güldürdü. "Hayır Itır," dediğimde emin misin der gibi bana bakıyordu. Itır saçlarını erkekler gibi kısacık kestirmiş ve üzerinde kuru kafa olan siyah tişörtünün altına zincirli erkek pantolonu giymişti. Küçücük boyuyla bu tarafa doğru koştururken oğlan çocuklarını andırıyordu.

Itır ikimizin yanında süratle geçince bizi görmemişti. "Sadece gardiyanlar bizi görebilir kapıların ardında olan anılar değil." Daha ben sormadan Savcı bu konuda beni yanıtlamıştı.

"Küçük hanım koşmayı derhal bırakın!" Aradan yıllar geçse de dadımın sesini hemen tanımıştım. Sekiz yaşındaki Elzem, elindeki hasır sepetle koşarak bahçeye girdi ve onu azarlayan Suat Hanım peşinden geliyordu.

Savcı'nın gözleri sekiz yaşındaki kız çocuğunu bulunca dudaklarında içimi eriten bir gülümseme oluştu. "Garip," diye fısıldadı. "Sana bakarken sevgi hissediyorum ama ona bakarken içimde olan tek duygu merhamet." Çocukların böyle sihirli bir özelliği vardı. Herkesin içindeki gizli merhameti uyandırırlardı.

Yanımıza geldi ve sepeti yere koyup böğürtlenleri toplamaya başladı. "Son zamanlarda hiç söz dinlemez oldunuz!" Suat Hanım'ı görmezden gelerek böğürtlenleri toplamaya devam etti.

Küçük bir çocuk tarafından görmezden gelinmek dadımı kızdırdığı için onun kolunu sertçe tutarak kendisine bakmaya zorladı. "Biri sizinle konuşurken ona sırtınızı dönemezsiniz." Kısık gözleri kolunu sıktığı çocuğa karşı fazla tahammülsüzdü. Tel tokalarla saatlerce şekil verdiği kıvırcık saçları yine güneş görünce koyun yünü gibi kabarmıştı. Her gün cenazeye gider gibi giyinen kadın, yine siyahlara bürünerek sıska bedeniyle karşımdaydı.

"Neden işi bırakmıyorsunuz?" Çocuk Elzem'in gözleri kolunu sıkan parmakları buldu. "Bana şiddet uygulayarak beni disiplin edemezsiniz. Çocuklar hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz değil mi?" O kadar sakindi ki, şu anda canı yandığı hâlde bunu çok iyi gizliyordu. "Bir çocuğa şiddet uygularsanız ya içine kapanık ürkek biri olur ya da şiddete meyilli."

"Ama sen de her ikisi de olmuyor değil mi?"

"Siz diyeceksiniz bana." Suat Hanım'ı ikaz ederek başını kaldırıp ona baktı. "Bana sen diye hitap edecek konumda değilsiniz. Evet, bende her iki belirti de görülmüyor ama..." deyip tehdit eder gibi kadının gözlerine baktı. "Bu görülmeyecek anlamına gelmiyor. Şimdi kolumu derhal bırakın." Suat Hanım bırakmak yerine kaşlarını çatarak daha fazla sıkınca, "Son kez uyarıyorum," dedi. "Kendimi tekrarlamaktan nefret ederim ve bunu çok iyi biliyorsunuz!"

"Elzem!" Anneannemin sesini duyunca Suat Hanım hemen onun kolunu bırakmıştı. Anneannem her ikisinin yanına gelerek onlara baktı. "Burada neler oluyor?" Sanki çok umurundaydı.

Suat Hanım elini karnında birleştirerek az önce şiddet uyguladığı çocuğu gösterdi. "Hep olduğu gibi bana yine işi bırakmamı söyledi efendim. Sanırım küçük hanım onun için yeterli bir eğitmen olmadığımı düşünüyor."

"Bu doğru mu Elzem?"

"Evet, ona işi bırakmasını söylediğim doğru ama..."

"Yeterli bu kadar."

"Henüz bitirmedim ama."

"Sana daha fazla konuşma hakkı vermiyorum Elzem. Sus dediğimde susmasını bilmelisin." Ve sustu. Evet, hiç itiraz etmeden susmuştu.

"Neden susacakmış?" Itır tişörtünün eteğini domateslerle doldurmuş bir hâlde onların yanına geldi. "Bu kadının Elzem'in kolunu acıttığını gördüm ama sen benim kardeşimi susturuyorsun!" diye anneanneme bağırdığında, "Bu ne cüret!" dedi anneannem ve Itır'a zarar vermek için bahane arayan kadın, ona vurmak için elini kaldırdı. Fakat çocukluğum Itır'ın önüne geçince anneannemin tokadı onun yüzünden patladı.

Savcı gördüklerine daha fazla dayanamayıp öne atılınca kolunu tutarak onu durdurdum. "Yaşananlara müdahale edemezsiniz." Buruk bir tebessüm kondu dudaklarıma. "Acımamıştı." Acımıştı, hem de çok.

"Elzem?" Anneannem afallayarak vurduğu çocuğa bakarken, yüzüne dağılan saçlarını yavaşça düzeltti ve derin nefes alarak ona baktı. "Sanırım turtayı başka zaman yapmalıyız anne." Itır'ın kolunu tuttu ve ona güven vermek istercesine gülümsedi. "Hadi gel domatesler ezilmeden onları mutfağa bırakalım." Itır'ı anneannem ile yalnız bırakmaktan korktuğu için onu da yanında götürmüştü.

Savcı tek kelime etmeden giden çocuğun arkasında bakıyordu. Üzülmüştü çünkü beklediği böyle bir çocukluk değildi. İşin gülünç tarafı bu anı en zararsız olanlardan biriydi. "Sen-" deyip bana dönünce bu konuda yorum yapmasın diye kıkırdayarak bileğini tuttum. "Kazaydı çünkü o tokadın sahibi ben değildim. Hadi gelin size çiftliğin içini göstermek istiyorum." Bir şekilde yasaklı anılarımı görmemesini sağlamalıyım, ama zihnime girmişken onu nasıl durduracağımı bilmiyorum.

Birlikte çiftlik evine girdiğimizde buranın dekorasyonu eski olduğu için pek yabancılık çekmedi. Duvardaki eski tablolara yaklaşıp onları incelerken, şöminenin yanında olan ayaklı sehpadan sesler yükseldi. Daha doğrusu sehpanın üzerinde duran ahizeli ev telefonu çalıyordu. Savcı telefona çok yakın olduğu için bir anda telefon çalınca irkilerek arkasını döndü. Telefon ahizenin üzerinde titreşerek sesler çıkarttıkça Savcı'nın endişesi arttı. "Bu ne çeşit bir büyü!" Daha ben açıklama yapmadan saldırıya uğradığını düşünmüş olmalı ki, kılıcını çekip çıkarttı. "Ah! Hayır lütfen durun..." Ona doğru koştum fakat tehdit altında hissetmiş olmalı ki, kılıcını kaldırıp telefona geçirdi. Üst üste defalarca zavallı telefona kılıçla saldıran adama hayretler içinde bakıyordum. O, ev telefonuna kılıçla mı saldırdı?

Sonra ben barbar deyince kızıyor ama!

"Korkmana gerek yok," deyip paramparça ettiği telefonu gösterdi. "Büyü yok oldu." Söyleyecek tek kelime bulamıyorum.

"Size minnettarım." Homurdanarak elini tutup onu çiftlikten çıkardım. Evdeki her şeyi parçalamadan bu anının içinden çıksak iyi olacak.

"Nereye gidiyoruz? Hani bana evin içini gösterecektin."

"İçinde çok fazla büyü var."

"Hepsini senin için yok edebilirim."

Yüksek sesle gülerek ona doğru uzanıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. "Zaten bu yüzden gidiyoruz çünkü hepsini yok edeceğinize olan inancım tam."

"Onları yok etmem iyi bir şey değil mi?"

"Hangi açıdan baktığınıza göre değişir."

"Neden benimle alay ettiğini düşünüyorum Elzem?" Bu aptal halleri hoşuma gittiği için gülerek koluna girdim. "Buna asla cüret etmem. Siz benim koruyucu kahramanımsınız. O kötü büyüyü kılıcınızla nasıl parçaladığınızı hep hatırlayacağım." Demek ki kendi dünyasının dışına çıkınca sudan çıkmış balığa dönüyordu. Hiç sorun değil ben ruhumun şapşalını her yerde korurum.

Ona parçaladığı şeyin büyü olmadığını söyleyebilirdim ama bu onu hem utandırırdı hem de mahcup ederdi. Bir erkek sevdiği kadının yanında kendisini yetersiz hissetmemeliydi.

*****

Kendimizi nefes nefese başka bir kapıdan dışarı attığımızda çıldırmak üzereydim. Şu ana kadar dört odaya girmiştik ve Savcı her kapıyla sürekli sorun çıkartıyordu. Üstelik alt kattaki çocuk gardiyan az önce bizi kontrol etmek için buraya gelmişti ve yine Savcı'yı kızdırıp öyle gitmişti. "Derhal çıkar bizi bu labirentten!" Yanılmıyorsam bu adam zihnime girmeye pek istekliydi, değil mi?

"Rica ederim üzerime gelmeyin hocam. Çıkışı bulsam çıkartacağım bizi ama burada onlarca kapı var." Diğerleri ne durumda bilmiyorum ve hâlâ onları bulamadık!

"Çocukluğunla tanışmak çok garip bir duygu," diye homurdandı. "Az önce beni çok ağır bir şekilde rencide etti!"

"İftira atmayın lütfen yaptığı şey rencide değil eleştiriydi."

"Ben varken onu mu savunuyorsun?"

"Kendimi savunuyorum ve her kapının ardındaki kişi benim..." demiştim ki kapılardan birini açıp içeriye kafasını uzatınca, yüz kızartıcı küfürler ederek bana döndü. "Bu odada bir deniz var ve içinde onlarca çıplak insan var. Sanırım Yıkım'ı bulduk, çünkü şu anda kızlara asıldığı için kız kardeşin tarafından öldürülmek üzere." Peki Gediz gibi bir sapığı plaja gittiğim anılarımdan birine sızmış bir hâlde bulmama ne demeli?

"Bence bırakalım Itır onu öldürsün ve biz şansımızı başka kapılarda deneyelim." Bu kapıdan içeri girerse beni bikinili bir hâlde bulacağı için onun kıskançlık krizlerine dayanır mıyım bilmiyorum.

Zaten anılarım sayesinde Ankara'ya gitmiş gibi oldular. Hadi ama ev telefonu çaldı diye adam onu kılıcıyla parçaladı!

"Neden bu odaya girmemi istemiyorsun?" Gözlerini kısarak bana yaklaştı. "Ne saklıyorsun?" Sorun da bu ya, içeri girince hiçbir şey saklamadığımı görecek. Buna kıyafetlerimi çıkarmak da dahil.

"Öncelikle bir konuda anlaşalım hocam. Burada medeni olan benim çağdışı olan sizsiniz."

"Yani?"

"Yanisi medeni bir kadının zihnindesiniz."

"Yani?"

"Göreceklerinize hazırlıklı olmalısınız." Ben böyle gizemli konuşunca daha fazla dayanamayıp içeri daldı. Ne diyeyim tanrı yardımcım olsun!

Peşinden içeri girdiğim an bir anda kendimizi Bodrum sahilinde bulmuştuk. Yazın tatil için bir haftalığına Itır ve Doğa ile yaptığımız küçük bir kaçamaktı. Gözlerimi Savcı'dan ayırmadan verdiği tepkileri izlerken, etrafındaki yarı çıplak insanlara hayretler içinde bakıyordu. El kadar bikiniyle salına salına yürüyen insanları görünce hemen başını yere eğdi. "Elzem!" Adım adeta dişlerinin arasında öfkeyle çıkmıştı. "Anılarının içinde iskele evinin ne işi var!" Ne? Sahili fuhuş evi mi sanmıştı?

"Hayır hocam burası o tür bir yer değil. Buradaki insanlar fuhuş, yani cinsellik yapmıyorlar."

"Hepsi soyunmuş ne halt ediyor o vakit hatun!"

"Denize giriyorlar."

"Soyunarak mı?"

"Kıyafetlerle girmek biraz garip olmaz mıydı?"

"Elzem?" Diğerlerine bakmamaya çalışarak tehditkâr bakışlarını bana çıkardı. "Sen nasılsın giriyorsun denize?" Öyle bir bakıyordu ki insan cevap vermeye korkuyordu.

"Ben mi?" Gülmek için kendimi zorladım fakat delici bakışları bana hiç yardımcı olmuyordu. "Pantolon ve kazakla." Hızlıca başımı salladım. "Evet, evet pantolon ve kazakla!" Kahretsin! Zaten birazdan görecek ne diye yalan söyledim ki!

Rahatlayarak nefesini verdiği esnada yine kızacak bir şeyler bulmuştu. "Elalemin çıplak heriflerine ne bakıyorsun Elzem!" Ensemi kavrayıp yüzümü göğsüne bastırınca çıldırmak üzereydim. Bu adam benim dünyamda bir gün kalsa katil olup çıkardı.

"Ama ben böyle bir şey görmüyorum."

"Görmen de gerekmiyor!"

"Itır ve sapık kardeşinizi nasıl bulacağız? Bari siz bakının olmaz mı?"

"Etrafta onca çıplak kadın varken mi? Asla olmaz!" Bana hiç yardımcı olmuyordu!

"Ne olmuş yani? Daha önce beni çıplak görmediniz mi? Ha bir tane çıplak kadın ha onlarca çıplak kadın. Ne farkı var?"

"Kendini onlarca kadınla kıyaslayıp asabımı bozma hatun! Kendi kadınımdan başka diğer kadınların mahremi ilgimi çekmiyor!" Ne desem karşı çıkıyordu!

"Itır!" Onun göğsündeyken yüksek sesle bağırdım. "Itır yanındaki sapığı da al buraya gel!!" Madem hiçbir şey görmem yasak bari bağırarak onlara sesimi iletim.

Birkaç kez daha yüksek sesle bağırınca neyse ki Itır'ın sesini duymuştum. "Elzem!" Aynı şekilde bağırıp koşarak yanımıza gelmişti. "Siz ikiniz neden sarmaş dolaş olmuşsunuz?" Romantizmden değil herhalde!

Savcı'dan ayrılıp sadece Itır'a baktım ama başımı diğerlerine doğru çevirmem yasaktı. "Sen neden o sapık Azınlığı kıskanıyorsun?" Kaşlarımı çatarak üzerine yürüdüm. "Kime baktığı seni neden ilgilendiriyor!"

"Kıskanmak?" Yüzünü buruşturup güldü. "Onu kıskanmam için bir sebep yok, hatta ona fazladan birkaç kadını ayarlamayı bile sorun etmem." Bu söylediklerinden gerçekten ciddi olduğunu görünce rahat bir nefes aldım. Neyse ki Itır'ın ruhunda Gediz'e yönelik en küçük bir duygu yoktu.

"Peki sorun ne?" diye sorduğumda kolumdan tutarak beni yakınına çekti ve Savcı duymasın diye kulağıma doğru eğildi. "Doğa ve sen de burada bikinili bir haldesiniz ve bu sapığın size asıldığını görürsem bu sefer kimse onu elimden alamaz!" Demek ki bu yüzden Gediz'i çıkarmaya çalışıyormuş.

"Elzem!!" Doğa bağırarak kalabalığın içinden çıkıp bize doğru koştu. Hayır bu anılarımda ki Doğa değildi, çünkü bu bağıran anılarıma sızan Doğa'ydı. "Asil!" deyip nefes nefese karşımızda durdu. "Asil çıldırdı hemen bir şeyler yapın! Ona bir türlü anılardaki kişilere müdahale edemeyeceğini anlatamıyorum. Ceketini geçmişte ki Doğa'ya girdirmeye kararlı!" Bir bu eksikti! Daha Gediz sapığını durdurmadan şimdi bir de Asil çıkmıştı başımıza! Hepsi nasıl becerdi bu anıda toplanmayı aklım almıyor!

"Ben Yıkım'ı getiririm siz Asil'in yanına gidin," dediğimde Itır ve Savcı itiraz etmeden Doğa'yı takip etmeye başlamıştı.

Onların aksi yönüne giderek Gediz'e doğru yürüdüm. Boş bir şezlonga oturup arkasına yaslayarak bikinili kızları dikizliyordu. Savcı başını kaldırıp bakmaya cesaret edemezken bu sapık, kardeşinin tam tersiydi. Tam önünde durdum ve bakış açısını kapatarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "Ne halt ettiğini sorabilir miyim İnsan Yıkımı?" dediğimde sırıtarak etrafındaki kadınları gösterdi. "Düştüğüm cennetin keyfini sürüyorum Oyunbaz. Kafanın içinde böylesine bir yer vardı ama bana hiç çaktırmadan, öyle mi?" Kınarcasına bana bakıyordu. "Bana olan garezini daha sonra konuşacağız, şimdi önümden çekil manzaramı bozuyorsun." Eğer bir hanımefendi olmasaydım üzerine atlayıp saldırmadık yerini bırakmazdım.

"Kalk şuradan Azınlık!" Kolunu tutarak onu zorla ayağa kaldırıp peşimden sürükledim. "Yeterince anılarımın ırzına geçtin daha fazla sorun çıkarmıyorsun!"

"Bu iskele evinde senin dünyanda çok var mı?" Neden anlamak istemiyorlar burası iskele evi değil!

"Burası o biçim bir yer değil, benim dünyamda ki insanların normali bu!"

"Yani senin dünyandaki herkes böyle mi geziyor?"

"Sadece denize girerken."

"Deniz dışında nasıl giyinirler?"

"İsteyen açık isteyen kapalı, herkesin kendi seçimi."

"Peki çoğunluk nasıl giyinir?"

"Açık." Ona doğru döndüm. "Neden soruyorsun?" Gülerek bana yaklaşıp kolunu omuzuma attı. "Kendi dünyana dönerken bana haber vermezsen bozuşuruz. Araf'tan taşınmamın zamanı gelmişti." Duyduklarımla öfke nöbetleri geçirerek onu sertçe iterek kendimden uzaklaştırdım. "Sırf kadınlar için seni yanımda götürmeyeceğim!" Itır bana yeterince sorun çıkarıyordu bir de bununla uğraşamam.

"Günlerdir sen ve kardeşlerin benim ailemin evinde yiyip içiyorsunuz, ama beni kendi dünyana götürmeyecek kadar nankörsün."

"Senin dışında herkesin sorumluluğunu alırım ama sen olmaz."

"Neden? Bana karşı neden bu kadar tepkilisin? Araf'ta ki en uslu insanlardan biriyim farkında mısın?"

"Her gün karakoldan Itır sayesinde yeterince telefon alırken bir de seni fuhuş evlerinden toplayamam. Şimdi yürü artık."

"Telefon?"

"Kara büyü!"

"Kara büyü?"

"Telefon!"

"Ne diyorsun sen Elzem?"

"Bilmiyorum!"

"Sen iyi misin?" Korkmuş gibi benden uzaklaştı. "Biraz garip görünüyorsun." Araf'ta ki her çeşit insan zihnimin içine girmişken istesem de iyi olamıyorum!

Beş dakika boyunca Gediz ile atışarak nihayet Asil ve diğerlerinin olduğu yere gelmiştik. Ve tam bu esnada Gediz beni afallatan bir şey yapmıştı. Yol boyunca gözlerini etrafındaki kadınlardan ayırmayan sapık, artık ne gördüyse hızlıca başını yere doğru eğmişti. Ona bunu yapan sebebi merak ettiğim için başımı kaldırınca Doğa ve benim bikinilerle şezlonga uzanmış halimizi gördüm. "Seni anlamakta güçlük çekiyorum Azınlık," diye homurdandım. Diğer kadınlara bakan adam, bizim çıplak bedenlerimize bakmayı kendisine yakıştırmayacak kadar garip biriydi.

"Asil lütfen artık sakin olur musun?" Doğa, Asil'in kolunu çekiştirirken, Asil çıldırmış gibi etraftaki erkekleri gösterdi. "Senin böyle bir yerde ne işin var Günışığı?" Elindeki ceketi beyaz mayo giyip güneşlenen kıza doğru fırlattı. "Git söyle şuna hemen bunu giysin!" Peki bunu söylerken ne Doğa'ya ne de bana bakmıyor olmasına ne demeli. İnat etti ya bir kere, illa o ceketi giydirecek.

"Elzem!" Savcı'nın sinirli sesini duyunca yutkunarak ona doğru döndüm. Gözleri öfkeyle kumları aşındıran ayaklarına bakarken, elini kaldırıp kırmızı bikini ile uzandığı şezlongda dergi okuyan Elzem'i gösterdi. "Pantolon ve kazak, öyle mi? Bu ne hal hatun!" diye bana bağırınca güldüm. "Aradaki kültür farkından dolayı bizi suçlayamazsınız. Lütfen artık şuradan çıkalım."

"Bir şartla!" dedi Asil. "Bu anıyı beyninden söküp atıyorsun!" Hızlıca başımı salladım. "Derhal imha edeceğim." Bu barbarlarla ters düşüp beynimde darbe çıkarmalarına izin veremem.

Güçlükle kendimizi Bodrum anılarımdan dışarı attığımızda hemen kapıyı sıkıca kapattım. Savcı ve Asil hâlâ burnundan solurken Gediz'in keyfine diyecek yoktu. "Afra nerede?" deyip İnsan Yıkımı'na baktım. "Sen onun tanığısın aynı yere düşmeniz gerekmiyor muydu?" Hemen sonrasında Itır'a döndüm. "Senin tanığın nerede?" Yavuz'u tanık olarak seçmişken o neredeydi?

"Afra'nın nerede olduğunu bilmiyorum," dedi Gediz. "Burası labirent gibi kim bilir hangi anının içine düştü."

"Doğa'nın bu kapıdan içeri girdiğini gördüm." Itır az önce çıktığımız kapıyı gösterdi. "İçeri de ne olduğunu bilmediğim için Yavuz'u başka bir anıya sakladım." Hemen arkasındaki kapıyı açarak içeri girdi. Yavuz'u o kapının ardına saklamış olmalı.

On dakikaya yakın Itır'ı bekledik fakat daha sonra kucağında Yavuz ile birlikte çıkınca hepimiz gülmek ve ağlamak arasında kalmış bir hâlde birbirimize bakıyorduk. "Itır ne yapıyorsun sen?" Güçlükle konuşup gördüğüm manzarayı idrak etmeye çalışıyordum. Evet, Itır sanki kız arkadaşını kucağına alan bir erkek gibi Yavuz abimi kucağına alarak odadan çıkmıştı. Kendisinin iki katı büyüklüğünde ki birini taşırken Tenebris olduğu için hiç zorlanmıyordu.

"Ne yapıyor gibi görünüyorum Elzem?" Kucağındaki Yavuz'u gösterdi. "Sana zorla korku filmi izlettiğim anılardan birine onu sakladığımı fark etmemek benim hatam. Dolabın içine saklandığı için onu taşımaktan başka şansım yoktu." Başını eğip ona sıkıca sarılan Yavuz'a baktı. "Onların hepsi efekt abi, eğer ağlamayı bırakmazsan bak döverek sustururum seni!" diye bağırınca Yavuz korkudan kesik kesik nefesler alırken hemen susmuştu.

Her defasında Yavuz'a fiziksel ve psikolojik şiddet uygulamak zorunda değildi.

Yavuz sonunda ayaklarının üzerine yere inince yanına gittim. "İyi misin?" Uzanıp ıslak gözlerini sildim. "Hangi film seni bu kadar korkuttu?" Çok korkunç olmalı ki zavallı çocuğun rengi atmıştı.

Burnunu çekerek derin nefes aldı. "Oz Büyücüsü." Ne? Oz Büyücüsü mü dedi? Ciddi olamazdı!

"Yalnız o animasyon bir film Yavuz?"

"Biliyorum Elzem, ama oradaki aslan çok gerçekçiydi."

"Hangisi? Hani şu cesaretini yitiren korkak olan aslan mı? Hani şu zararsız olan mı? Hani film boyunca bir kez bile kükremeyen? Tanrı aşkına abi sen onun nesinden korktun?"

"Bahsettiğim aslan o değildi ki Elzem." Eliyle Itır'ı gösterdi. "Bu psikopat içeride seninle film izliyordu ve tüm film boyunca aslanın çıktığı her sahnede ona kükremeyi öğretmeye çalıştı. On iki yaşındaki bir çocuğun tüm film boyunca kükreyişlerine maruz kaldım!"

Itır kaşlarını çatarak ona bakarken Yavuz'un arkama saklanması beni güldürdü. Haklı olabilirdi çünkü Itır genelde filmleri izlemez yaşardı. "Nankör! Sıkıysa Elzem'in arkasına saklanmadan bunları söyle!"

"Çocukken çok korkunç olduğunu inkar edemezsin. Gerçi hâlâ öylesin."

"Şimdi seni dövdüğümde bakalım böyle konuşacak mısın?" Itır ona saldırınca gülerek araya girip ikisini birbirinden uzak tuttum. "O senin büyüğün Itır ve kendi büyüğüne şiddet uygulamayı bırak." Çocuk zaten yeterince korkmuştu üstüne bir de dayak yerse artık Yavuz'u vinç yardımıyla buradan taşırdık.

"Ne garip bir aile," diyen Gediz'in kafası karışmıştı. "Burada bir terslik olduğunu düşünen sadece ben miyim? Kız çocukları ağlayıp erkek kardeşlerinin arkasına saklanır diye biliyorum." Söz konusu Yavuz olduğu sürece biz de durum tam tersi işliyordu.

"Yavuz hakkında konuşma lütfen çünkü en az Itır kadar senden de korkuyor," dediğimde güldü. "Bence onun korkmadığı hiçbir şey yoktur." Ne yazık ki haklıydı.

Onun söyledikleriyle Itır yumruklarını sıkmıştı. "Sen benim abimle alay mı ediyorsun?" Onun üzerine yürüyünce Gediz hemen ellerini yukarı kaldırıp teslim oldu. "Amacım alay etmek değil, aksine her koşulda kendi gibi davrandığı için onu takdir ediyorum. Bizler henüz çocukken bir şeylerden korkup ağladığımızda, sırf ağladık diye en kötü şartlarda cezalandırılırdık. Özgürce duygularını ifade ediyor olması alay edilecek bir durum değil aksine cesaret ister, çünkü bir erkek için bunu yapmak hiç kolay değil." Belki de ilk kez mantıklı bir şey söyleyerek hepimizin takdirini kazanmayı başarmıştı. Ne yazık ki erkekler bu konuda dezavantajlı doğuyordu çünkü toplumda erkeklere yönelik böyle bir baskı vardı. 'Erkek adam ağlamaz,' saçmalığını daha çocukken işitiyorlardı. Oysa ki onlar da insandı ve onların da canı acırdı ama gözyaşlarını sadece biz kadınlara özgü kılmışlardı.

Hepimiz susarak koridorda yürürken Itır aklımdaki soruyu sesli dile getirmişti. "Buranın bir çıkışı olduğunu sanmıyorum etraftaki tüm kapılar farklı anılara açılıyor. Sizce çıkışa açılan bir kapı var mıdır?"

"Hafız zihinler konusunda usta olduğu için ondan birkaç şey öğrenmiştik." Onu cevaplayan Gediz olmuştu. "Ruh kapanında arena olarak birinin zihni seçilirse dışarı çıkmanın tek yolu rakibini öldürmek." Endişesini gizlemeden ona baktı. "Anneanneni öldürebilecek misin?" Ona neden rakibin o diye sormamıştı. Belki de onu utandırmaktan korkuyordu bu yüzden çok merak etse de soramıyordu.

"Rakiplerimizin hangi anılarda olduklarını bilmiyoruz." Rastgele bir kapıyı açtım. "Onları bulmak için anıları kontrol etmeliyiz." Açtığım kapıdan içeri girdiğimde diğerleri beni takip ediyordu. Kapı mühürlü olmadığı için endişeleneceğim bir şey olamazdı. Mühürsüz kapılar genelde basit anıları içinde barındırıyordu.

İçeri girdiğimizde kendimizi benim yatak odamda bulduk. Duvardaki takvim çizelgesine baktığımda Araf'a geldiğim bir yılı saymazsak iki yıl öncesini gösteriyordu. "2019," dedi Itır. "Burada 22 yaşında olmalısın Elzem." Öyle görünüyordu.

"Ne toplu bir oda?" Gediz kendi etrafında dönerek düzen içinde olan odayı inceledi. Kitaplar rafta alfabetik sıraya göre dizilmişti, yatağın örtüsünde tek bir kırışık dahi yoktu ve dolaptaki bibloların hepsi aynı çizgideydi. "Bu kadar düzgün olması rahatsız edici." Benim içinse huzur vericiydi.

"Elzem odasına kimsenin girmesine izin vermez." Itır gülerek masanın üzerinde duran kalemlerin cetvel yardımıyla nasıl bir sıraya dizilmiş olduğunu gösterdi. "Takıntıları olduğu için odasının temizliğini bile kendisi yapar."

Sadece Savcı'yı izlediğim için dolaptaki kitaplardan birini alıp karıştırdığını gördüm. "Senin dünyanın dilinde yazılmış." Okuyamadığı için onu geri yerine koymuştu. Ortak bağımız lanetlenmek olduğu için birbirimizi anlıyorduk, fakat bizler onların bazı kitaplarını okurken onlar bizimkileri okuyamıyordu. Çünkü onların kitaplarını yazanlar da lanetli kişilerdi fakat bizim kitapları yazanlar öyle değildi.

Banyonun kapısı açılınca içeriden ıslak saçlarıyla yirmi iki yaşında ki halim çıkmıştı. Elindeki havluyla saçlarını kurutuyordu ve banyo yaptığı için bedenine sadece havlu sarılıydı. Erkekler hemen arkasını dönünce güldüm. "Endişe etmeyin asla yatak odasında giyinmez." Öyle de oldu. Dolapta kendisine yeni kıyafetler aldıktan sonra banyoya yeniden girdi.

Banyo kapısının sesiyle hepsi yeniden başını kaldırmıştı. "Neden?" Savcı'ya boy aynasını gösterdim. "Şu anda yirmi iki yaşında, yani hâlâ ruhunda bir canavarla yaşıyor. Aynalar başta olmak üzere tüm yansımalarında canavar onu izler." Bu yüzden aynalar karşısında asla soyunmazdım.

Yeniden banyodan çıktığında üzerinde kalın askılı sporcu atlet ve mini şort olması erkeklerin tekrar küfrederek başını eğmesini sağlamıştı. "Giyinmemişsin!" Sürekli sorun çıkaran Savcı beni güldürdü. "Bu giyinmiş halim, burada böyle giyiniriz." Alışmaları biraz zaman alacaktı.

Saç kurutma makinesini çıkartıp aynanın karşısına geçti ve makineyi çalıştırdı. Makinenin sesiyle Savcı, Asil ve Gediz hemen kılıçlarına davranınca, koşarak onlara engel oldum. "Büyü değil! Şu anda modern çağdayız ve bu alet sıcak hava üfleyerek saçları kurutuyor." Üçü bedenimin alt kısmına bakmamaya çalışarak kafama bakınca şaşkınlıkları arttı. Uçuşan saçlarıma hava üfleyen cihaz onlar için inanılmaz bir buluştu.

"Ateş olmadan sıcak buhar mı çıkarıyor?" Doğa gülerek Asil'e başını salladı. "Elektrik ile çalışır." Parmağının ucundan küçük bir kıvılcım elektrik çıkartınca, Asil kaşlarını çatarak bana döndü. "Saçlarını kurutmak için Günışığını kaynak olarak mı kullanıyorsun?" Doğa kıkırdarken bu kanıya nasıl vardı aklım almıyor. Bahsettiğimiz elektrik Doğa değildi ki!

"Kablolardan sızan elektrik Asil ve bunun için Doğa'ya ihtiyacımız yok." Daha detaylı bir açıklama yapardım ama bu kafasını daha fazla karıştırırdı.

Elzem saçlarını kuruttuktan sonra elleriyle onları geriye savurup aynaya tebessüm etti. "Günaydın, sence bugün sorunsuz bir gün olur mu?" Saç kurutma makinesini düzgün bir şekilde çekmeyece koyarken kimse onun kiminle konuştuğunu sormadı çünkü az önce canavardan bahsetmiştim.

Elzem odadan çıkınca biz de peşinden çıkarak onu takip ettik. Alt kata indiğimizde Araf'ta ki erkekler salondaki eşyalara garip bakışlar atıyordu. Elzem koltuğa oturup dergileri karıştırırken Asil büyük ekran TV'ye yaklaştı. "Bu ne?" Eğilip parmaklarını televizyonun siyah camından gezdirmeye başlamıştı.

"Of! Çok sıkıldım Elzem!" İçeri giren Itır'ın yirmi bir yaşında ki hali, ablasının yanına oturdu ve koltuğun üzerinde duran kumandayı aldı. "Ah hayır!" demiştim ki, Itır kumandanın düğmesine bastı ve televizyon bir anda açılınca Asil irkildi. En son kaldığı kanalda bir film oynuyordu ve sandalyeye bağlı bir kadın çığlık atıyordu. "Yardım edin!" diye kadın bağırınca Savcı, Gediz ve Asil dehşete kapılmış bir şekilde ekrana bakıyordu.

"Elzem?" Savcı irice açtığı gözleriyle bana döndü. "Kadını bu kutunun içine mi hapsettin?" Kahretsin, yine başlıyoruz!

"Aslında öyle değil," demiştim ki, kadın ağlayarak çığlık atınca Asil, "Bu trajediye daha fazla kayıtsız kalamam!" dedi ve hiç zorlanmadan duvardaki devasa TV'yi söküp yere attı. "Onu çıkarmalıyız!" Gediz kılıcıyla ekranı parçalayınca ben ve kızlar hayretler içinde onlara bakıyorduk. Çıldırmak üzereyim!

"Eee?" diyen Gediz, başını eğmiş kırdığı televizyonu inceliyordu. "Kadın yok?" Çünkü televizyonu parçaladıkları için artık bir şey göstermiyordu!

"Acaba bu gizli bir kapı olabilir mi?" Asil çenesini kaşırken Itır yüzünü buruşturarak onlara baktı. "Sizden utanıyorum."

"Oradakiler gerçek değildi Asil." Doğa ona yaklaşarak koltukta oturan Akay kızlarını gösterdi ve Itır hâlâ kanal değiştiriyordu çünkü anılara müdahale edemezdik. Biz şu anda parçalanmış bir televizyon görüyoruz ama onun için hiçbir şey değişmemişti. "Gördün mü buradaki şeyleri değiştiremezsin. Sizler de tiyatro var değil mi? Bu da onun gibi bir şey. Oyuncular, yani aktrisler gösterisini çeker ve modern teknoloji sayesinde onların sergilediği oyunlar bu parçaladığınız aletler sayesinde evlerimize gelir." Onun anlayacağı şekilde anlatmaya çalışmıştı ama bence üçü de bir şey anlamadı. Alışık olmadıkları bir dünyada ki şeyleri birkaç açıklamayla anlayacaklarını sanmıyorum.

"Efendim?" İçeriye Sadık Bey girince Itır televizyonu kapatmıştı. "Bir şey mi oldu Sadık abi?" diye sordu ama yakın korumam ona cevap vermeden koltukta dergisini okuyan kıza doğru yaklaştı.

Geçmişteki Elzem kafasını hiç dergiden kaldırmadan sayfaları karıştırmaya devam etti. "Elzem!" Itır onun kolunu sertçe kavradı. "Sadık abiyi bekletiyorsun!"

Hepimiz onları izlerken Elzem bir diğer sayfaya geçti. "Bunun için ona ödeme yapıyorum Itır, beklemek de işinin bir parçası," diyen kız ile şimdi herkesin ayıplayan bakışları benim üzerimdeydi.

"Ne kadar da küstahça!" Asil ve Gediz aynı anda konuşunca onları umursamadım. Bu tür eleştirileri ilk kez duymuyordum.

Elzem nihayet dergiden kafasını kaldırıp korumasına baktı. Burada bizden sadece iki yaş küçük oldukları için şimdiki halimizden farklı değillerdi. "Söyle," dediğinde yine birçok kınayan bakışların esiri olmuştum.

"Anneniz konağa yanında bir misafirle geldi efendim," diyen korumaya başını salladı. "Ona salonda olduğumuzu bildir." Koruma onaylayarak dışarı çıkınca, her iki kardeş misafirin kim olduğunu merak ettiği için beklemeye başladı.

Sadece birkaç dakika içinde Munure Akay salona girince, "Anne!" deyip anılarda olduğumuzu unutup ona doğru atıldım. Gerçeklere çok çabuk uyanınca yutkunarak durdum. Siyahlar içinde ki bu soğuk bakışlı kadın benim annem değildi ki, içi boş bir kabuktan ibaretti. Dolan gözlerimi gizleyip başımı kaldırınca herkesin üzülerek bana baktığını gördüm. Omuzlarımı dikleştirip kendime çeki düzen verdim. "Gerçek olmadığını zaten biliyordum." Saçlarımı savurup umursamaz bir tavır takındığımda Savcı yanıma geldi. "Anneni özlemen yanlış bir şey değil Elzem." Beni göğsüne çekerek saçlarımın tepesine dudaklarını bastırdı. "Duyguların konusunda kendine yaptığın bu şey hiç hoşuma gitmiyor." Nasıl olsa anılarımdaydı ve ister istemez çok yakında sebebini öğrenecekti.

Meliz, annemin bedeniyle kızların karşısında durdu. "Sizlerle tanıştırmak istediğim biri var ve bundan sonra bizimle burada yaşayacak." Doğa yutkunurken Itır ile birbirimize baktık çünkü bu anıyı hatırlamıştık. Doğa'nın konağa geldiği ilk günün anısıydı.

"Gelebilirsin," dediğinde yeşil gözleri ürkekçe etrafına bakan genç bir kız içeri girdi. Şu anda bulunduğum yaştaydı, lakin yirmi dört yaşındaki birine göre çocukça bir ürkekliği vardı. Saçlarını tek örgü yapmış ve yıkanmaktan rengi solmuş kıyafetlerin içinde bir deri bir kemik kalmıştı. Doğa'nın şimdiki hâline göre çok ama çok zayıftı. "Vay canına," dedi Itır. "Elzem dünyadaki iki yılda sana resmen evrim geçirtmiş eski halini görünce fark ettim." Haklıydı çünkü şu anda salona giren kızın giydiği şeyler ve zayıf bedeni berbat durumdaydı.

Doğa tepkisizce eski haline bakarken Asil gülümsedi. "O zamanlarda bile fazla güzel." Sesli bir şekilde düşünüyor olmalıydı çünkü bunları söylerken öyle bir hâli vardı.

"Işığının sefil bir durumda olduğunu görmüyor sanırım." Gediz'in homurdanarak söylediklerini duyduğunu sanmıyorum.

Meliz eliyle Doğa'yı bizlere, yani geçmişte ki bizlere gösterdi. "Adı Doğa Kanık, bundan sonra konakta yaşayacak."

"Peki ne sıfatla?" Evet, bunu söyleyen Elzem'di. Kendimden başka biri gibi bahsetmek berbat bir duygu. "Sokaktan birini kolundan tutup eve getiriyorsun ve burada kalacağını söylüyorsun. Öyle mi?" Elindeki dergiyi usulca koltuğa bırakıp ayağa kalktı ve Meliz'in karşısına dikildi. "Benim niye bu kararından haberim yok?" O kadar sakin ve kontrolcüydü ki, dışarıdan böyle kibirli göründüğümü bilmiyordum.

"Kararlarım konusunda ne zamandır sana danışıyorum?" Meliz'in eski hali de şimdikinden çok uzaktı. Buz gibi donuk bir suratla bakıyordu ve şimdi ki Meliz ile yakından uzaktan alakası yoktu.

Sanırım sadece yakınlık duyduğu kişilerin yanında kendi gibi oluyordu.

"Şu zamana kadar evle ilgili bir karar vermediğin için olabilir mi?" dedi Elzem. "Bu kızı konakta istemiyorum." Başını çevirip tepeden tırnağa Doğa'yı inceledi. Tiksinti dolu bakışları karşısındaki kızı daha fazla utandırmaktan başka bir işe yaramıyordu. "Ne idüğü belirsiz birini kardeşimin yaşadığı bir eve getiremezsin." O an aklımda olan tek şey Itır'ın güvenliğiydi, fakat şu anda dışarıdan bu olaya tanık olan herkes için ben bir kalpsizim.

"Yakın arkadaş olduğunuza emin misiniz?" Asil hoşnutsuz bir şekilde Doğa'ya beni gösterdi. "Şu anda sana olan davranışları tam tersini gösteriyor!" Kızmakta haklıydı çünkü hâlâ dışarıdan böyle bir izlenim yarattığımı biliyorum.

"Elzem kötü biri değil." Doğa hep olduğu gibi yine beni savundu. "Sizlere gösterdiği Elzem ve benim tanıdığım Elzem çok farklı." Beni tanıması koskoca iki yılını almıştı. Araf'ta geçirdiğimiz bir yılın toplamıyla bu sayı üç yıla çıkıyordu.

"Kardeşin için tehdit oluşturduğunu mu düşünüyorsun?" Meliz'in tekrar konuşmasıyla susarak yeniden onları izlemeye başladık. "Asıl tehdidin kardeşin olduğunu iyi biliyorsun," deyip hizmetçilerden birini çağırıp Doğa'yı gösterdi. "Müştemilattaki boş odalardan birine onu yerleştirin," deyip her zamanki gibi kendisini çatı katına kapatmaya gitmişti.

Doğa suspus bir hâlde hizmetçiyi takip ederek dışarı çıkınca Itır, ablasına doğru döndü. "Kıza karşı bu kadar acımasız olmak zorunda değildin, Bayan Kontrol Delisi! Tüm gün senin kibirli yüzünü görmek yerine konakta farklı birilerini görmek bence iyi bir şey," dedi ve o da dışarı çıktı.

Itır gittikten sonra yakın koruması içeri girmişti. "Sanırım yine herkesi kızdırmayı başardınız efendim." Bu benim en iyi yaptığım şeydi.

"Öyle görünüyor Sadık abi." Ona abi demesiyle Itır ve Doğa gözlerini irice açarak bana döndü. "Sen ona abi mi dedin?" Itır şaşkındı. "Evdeki çalışanların yüzüne bile bakmazsın Elzem?" Ona cevap vermek yerine tırnaklarımın kontrolden çıkan hâline bakınca Savcı güldü. "Anlaşılan burada geçirdiğimiz süreçte bizden sakladığı Elzem'i daha yakından tanıyacağız." Bu onun hoşuna gidebilir fakat benim için berbat bir durumdu. Düşünsenize birileri tüm hayatınızı film izler gibi izleyecekti!

Herkes rakibini bulup bu işi bitirerek zihnimi hemen terk etmeliydi!

"Senden bir şey isteyebilir miyim?" Yalnız kalınca yakın korumasına olan samimi tavrımı herkes garipsiyordu. "Şu kızı, yani Doğa Kanık'ı araştır. Kimdir, kimin nesidir, annem ile ne tür bir bağı var, kısacası ailesi ve yakın çevresine kadar her şeyi bilmek istiyorum," deyince Sadık Bey başını sallayarak dışarı çıkmıştı. Kendisini koltuğa bırakan kız, başını geriye atarak gözlerini yumdu ve ağrıyan başına masaj yapmaya başlamıştı. Migreni çoğu zaman ona hep böyle sıkıntılar çıkartıyordu.

Etrafımızdaki her şey değişmeye başlayınca, "Neler oluyor?" diye sordum. Salondaki eşyalar yok oluyor ve salon küçülerek yerine farklı bir oda ve eşyalar geliyordu.

Savcı etrafında değişen eşyalara bakarak sorumun cevabını vermişti. "Doğa ile olan en önemli anıların bu kapının ardında olduğu için şimdi bize farklı bir sahneyi gösteriyor." Etrafımızdaki kargaşa durulunca şimdi çalışma odasındaydık ve masasında oturan Elzem, kafasını dosyalara gömmüş çalışıyordu. Üzerindeki atlet ve şort değişerek yeşil bir elbiseye dönüşmüştü. Kapı tıklandı ve gir komutundan sonra Sadık Bey elinde bir dosyayla içeri girmişti. Bu sahneyi hatırladım, ona en son verdiğim görevin üzerinden dört gün geçmişti ve Doğa'nın dosyasını bana getirmişti. Tüm bu süreçte Doğa'yı hiç görmemiştim, çünkü bana görünmemek için hizmetçilerle birlikte yemeğini yer ve tüm gün odasından çıkmazdı.

"Doğa Kanık'ın dosyası efendim." Sadık Bey dosyayı ona uzatırken Gediz huysuzca bana döndü. "Sana ne söyledi? Lanetli olmayanların dilini anlamıyoruz." Aramızdaki lânet dil sorunumuzu kaldırıyordu, ama Sadık Bey ve onun gibi lanetli olmayanlarla ortak noktaları olmadığı için onları anlamıyorlardı.

"Doğa'nın dosyası," dedim. Sadık Bey kapıyı kapatarak dışarı çıkınca dosyayı açan kızı gösterdim. "Sanırım birazdan Itır içeri girecek ve Itır dosyayı benden alıp sesli okuyacak. Doğa sorun etmezse dosyada yazanları dinleyebilirsiniz." Dosyada yazanlar Doğa'nın tüm geçmişiydi ve ne yazık ki içindeki şeyler birazdan her iki kardeşin kanını donduracak türdendi.

Zaten bu dosyadan sonra Doğa'ya olan tutumum değişmişti.

Devam edecek...































Evet, en son ki bölümü cumartesi attığımı düşünürsek bu sefer ki bölüm çok hızlı geldi değil mi?

Gördüğünüz gibi herkes Elzem'in zihninde toplanmaya başladı. Geçmişe olan yolculuğumuzu detaylı bir şekilde yazmak istediğim için anılara olan yolculuğumuz birkaç bölüm sürebilir.

Belki bazılarınız bu anıların hemen bitmesini istiyordur, lakin neredeyse tüm sırlar Elzem'in anılarında çözülecek diyebilirim. Üstelik henüz rakiplerini bile bulamadılar ve bu sahneleri hızlı bir geçiş yaparak atlatmak istemiyorum. Çünkü başından beri merak ettiğiniz sırları öğrenmek üzereyiz.

Doğa'nın geçmişini merak edenler yeni bölümde bunu öğrenmiş olacak. Bakalım Işıktan Gelen kızımızın hikayesi nedir?

Peki Doğa'ya rakibi olarak babasının geleceğini kimler tahmin etmişti? Üstelik babası bir Avcı ve Doğa'nın güçleri ona işlemez. Fiziksel yetenekleri ne boyutta babasıyla olan müsabakasında anlarız artık.

Elzem'in anneannesi ise Itır'a rakip olarak geldi. Itır'da aynı şekilde güçlerini onun üzerinde kullanamaz, bakalım onların yüzleşmesi nasıl geçecek? Elzem, anneannesini gerçek anlamda hayatından çıkarmaya karar vermedikçe Suzan Hanım'dan kurtuluş yok gibi görünüyor.

Paragöz kızımız Mara'ya rakip olarak Dehliz'in karısı İkra gelmesine ne demeli? Onların çekişmesini de daha detaylı yazacağım. Zaten yeni bölümde buldukları bir diğer kişilerin içinde Dehliz ve Mara'da olacak.

Tabii bir diğer iki kişiyi daha bulacaklar ve onlar da Sıraç ile Soya. Bu bölümde Sıraç, Soya'nın aslında Soaireya olduğunu öğrendi fakat daha önce Soaireya ona yüzünü göstermediği için hâlâ onu çirkin sanıyor. Şu anda ise Soya bir ruh olarak Elzem'in zihninde olduğu için gözleri başta olmak üzere gerçek haliyle görünüyor. Bakalım bu ikili arasında ne tür şeyler geçecek?

Peki Soya'ya rakip olarak neden kuzeni geldi dersiniz? Rakibi de onun gibi bir Gorgon ve belki de Soya'yı yenecek tek kişi. Bakalım bu işin altından kalkmayı başaracak mı?

Afra'nın rakibi bir Gölge cini ve Elzem'in bu konuyla ilgili bazı tahminleri oldu. Sizce gerçekten de tahmin ettiği gibi Afra geçmişte eski nişanlısı yüzünden rakibiyle bir anlaşma yapmış olabilir mi?

Elzem'in rakibi ise bir sanrı. Elzem onu daha önce hiç görmediğini savunuyor fakat çoğu şeyi kendisine unutturan biri olarak bakalım bu konuda ne kadar haklı?

Tüm bunları hızlı bir geçiş yaparak bir bölüme sığdırmak yerine detaylıca yazacağım için biraz uzayabilir. Fakat tüm bu süreçte Elzem'in zihninde birçok olay olacak aslında.

Üstelik Araf'takiler henüz sadece konağın içini gördü, daha dışarıdaki şeylerden bihaberler. En basitinden arabaları bile görmediler. Televizyonu parçalamışken araba görünce tepkileri ne olur birlikte okuyup göreceğiz artık.

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

3.7M 303K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
2.6K 438 13
Burada tek bir kral yoktu.
7.5M 343K 65
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
173K 7.5K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...