Savaş ve Barış

By ClassicsTR

6.9K 168 13

I. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Na­poléon'un Rusya'yı işgalini anlata... More

Savaş ve Barış İçin Önsöz Taslağı (1865)
Savaş ve Barış Adlı Kitap İçin Birkaç Söz (1868)
BİRİNCİ KİTAP
III - IV
V - VI
VII - VIII
IX - X - XI
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII
XIX - XX
XXI
XXII
XXIII - XXIV
XXV
İKİNCİ BÖLÜM
III - IV
V - VI
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX
XX - XXI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
III - IV
V - VI - VII
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX
İKİNCİ KİTAP
IV - V - VI
VII - VIII - IX - X
XI - XII - XIII - XIV
XV - XVI İkinci Bölüm I - II
IV - V - VI - VII
VIII - IX - X
XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
VI - VII - VIII - IX
X - XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII
XIX - XX - XXI - XXII - XXIII
XXIV - XXV - XXVI
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII
XIII - BEŞİNCİ BÖLÜM
IV - V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI - XII
ÜÇÜNCÜ KİTAP
V - VI - VII - VIII
IX - X - XI
XII - XIII - XIV - XV - XVI - XVII
XVIII - XIX - XX - XXI
XXII - XXIII - XXIV - İkinci Bölüm I - II - III
IV - V - VI
VII - VIII - IX - X
XI - XII -XIII - XIV - XV - XVI
XVII - XVIII - XIX - XX -XXI
XXII - XXIII - XXIV - XXV - XXVI
XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI
XXXII - XXXIII - XXXIV - XXXV - XXXVI - XXXVII
XXXVIII - Üçüncü Bölüm I - II - III - IV
V - VI - VII - VIII - IX - X
XI - XII - XIII - XIV - XV - XVI
XVII - XVIII -XIX - XX - XXI - XXII
XXIII - XXIV - XXV - XXVI
XXVII - XXVIII - XXIX - XXX - XXXI
XXXII - XXXIII - XXXIV
Dördüncü Bölüm I - II - III - IV - V - VI
VII - VIII - IX - X - XI - XII
XIII - XIV - XV - XVI
Beşinci Bölüm I - II - III - IV - V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII - XIII -XIV
XV - XVI - XVII- XVIII - XIX
Altıncı Bölüm I - II - III - IV - V - VI
VII - VIII - IX - X - XI -XII - XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII -XIX
Yedinci Bölüm I - II - III - IV -V - VI - VII
VIII - IX - X -XI - XII -XIII
XIV - XV - XVI - XVII - XVIII - XIX - XX
EPİLOG
VII - VIII - IX - X - XI
XII - XIII - XIV - XV
XVI - İkinci Bölüm I - II - III - IV
V - VI - VII - VIII
IX - X - XI - XII

XII - XIII

76 6 0
By ClassicsTR


"Sevgili Boris." Bindikleri Kontes Rostova'nın arabası samanla örtülü bir sokağı geçip Kont Kiril Bezuhov'un geniş avlusuna girdiği sırada Anna Mihailovna oğluna döndü, "Mon cher Boris," dedi ve elini kürkü eskimiş mantosundan çıkararak ürkekçe ve okşarcasına oğlunun eline koydu. "Sevimli, dikkatli ol. Kont Vladimiroviç ne de olsa vaftiz babandır, geleceğin, kaderin onun elinde. Bunu aklından çıkarma mon cher, güler yüzlü ol, sen kendini sevdirmesini bilirsin."

Boris soğuk bir yüzle, "Bu işten, alçalmadan başka bir şey çıkacağını bilsem... Ama sizin hatırınız için bunu yapacağıma söz veriyorum."

Araba avluda durdu ama kapıcı kimseye bir şey sormadan kaideler üstündeki heykellerin arasından doğruca camlı bölmeye giren ana ile oğluna bakıp eski mantoyu anlamlı anlamlı süzerek, kimi aradıklarını sordu. Kont'u aradıklarını öğrenince, ekselansın bugün daha kötü olduğunu, kimseyi kabul etmediklerini söyledi.

Boris Fransızca, "Dönelim," dedi.

Anna yalvarır bir sesle, "Dostum," diye oğlunun kolunu yine dürttü. Sanki bu dokunma onu yatıştırabilir, harekete geçirebilirmiş gibi.

Boris sustu. Kaputunu çıkarmadı; soran bir bakışla annesini süzdü.

Anna Mihailovna kapıcıya dönerek, yumuşak bir sesle, "Kuzum," dedi. "Kont Kiril Vladimiroviç'in çok hasta olduğunu biliyorum... Biliyorum da onun için geldim... Akrabasıyım... Rahatsız etmeyeceğim, kuzum... Yalnız Prens Vasiliy Sergeyeviç'i göreceğim: Buradadır, biliyorum. Lütfen haber ver."

Kapıcı asık bir suratla kösteğini çekti, geriye döndü.

"Prenses Drubetskaya, Prens Vasiliy Sergeyeviç'i görmek istiyor," diye yukarıdan koşup merdiven parmaklığının altından bakan çoraplı, iskarpinli, fraklı bir uşağa seslendi.

Prenses renkli ipek elbisesinin buruşukluklarını düzeltti, duvardaki Venedik aynasına baktı, aşınmış pabuçlarıyla merdiven halısı üzerinden dinç adımlarla yukarı çıktı.

"Canım, bana söz verdiniz," diyerek oğlunu yine dürtükledi.

Boris gözlerini indirdi, annesinin arkasından sükûnetle yürüdü.

Prens Vasiliy'e ayrılan daireye bitişik bir salona girdiler.

Ana-oğul odanın ortasından geçerken önlerine çıkan ihtiyar bir hizmetçi kadına yol sormaya niyetlendikleri sırada kapılardan birinin tunç kolu döndü, Prens Vasiliy sırtında kadife bir ceket, göğsünde tek bir madalya, her zamanki ev kıyafetiyle göründü. Siyah saçlı güzel bir erkeği uğurluyordu. Bu adam Petersburg'un meşhur doktoru Lorrain'di.

"Bu doğru mu?" dedi Prens.

" Prensim, yanılmak insana özgüdür ama," diye doktor harfleri boğazdan, Latince kelimeleri Fransız şivesiyle söyleyerek yanıt verdi.

"İyi iyi..."

Prens Vasiliy, Anna Mihailovna ile oğlunu görünce doktoru selamlayıp ayrıldı; sessizce ama soran bir tavırla onlara yaklaştı. Boris, annesinin gözlerinde birdenbire bir kederin belirdiğini fark etti, hafifçe gülümsedi.

Anna Mihailovna kendisine dikilen soğuk, aşağılayıcı bakışların farkında değilmiş gibi, "Evet," dedi, "ne hazin şartlar içinde görüşmek nasipmiş Prens... Aziz hastamız nasıl?"

Prens Vasiliy bir şey anlamamış gibi soran bir bakışla ona, sonra Boris'e baktı. Boris saygıyla eğildi, Prens Vasiliy bu selama karşılık vermedi, Anna Mihailovna'ya döndü ve sorusuna, hasta için durumun ümitsiz olduğunu anlatan baş ve dudak hareketiyle yanıt verdi.

"Ya?" diye Anna Mihailovna haykırdı. "Ah, ne felaket! Düşünmek bile korkunç... Bu benim oğlum." Boris'i göstererek ekledi: "Kendisi size teşekkür etmek istiyordu."

Boris bir kez daha saygıyla eğildi.

"İnanın Prens, bize yaptığınız iyiliği bir ana kalbi hiçbir zaman unutmayacaktır."

Prens Vasiliy jabosunu düzeltti, konuğu Anna Mihailovna'nın karşısında hareketlerine ve sesine burada Moskova'da, Annet Şerer'in davetinden çok daha fazla kurumluluk vererek, "Size yararlı olabildiğim için mutluyum aziz Anna Mihailovna," dedi.

Sert bir tonla Boris'e dönerek ekledi:

"Görevinizi iyi yapmaya, şerefli bir asker olmaya çalışınız. Memnun oldum... İzinli olarak mı burada bulunuyorsunuz?" diye sakin bir sesle sordu.

"Yeni görevime yollanmak için emir bekliyorum, Ekselans."

Boris ne Prens'in sert edası karşısında bir üzüntü duymuş ne de söze girişmek için bir arzu göstermişti. Öyle sakin ve saygılı bir sesle cevap vermişti ki, Prens dikkatle ona baktı.

"Annenizle mi oturuyorsunuz?"

Boris, "Kontes Rostova ile oturuyorum," dedi, sonra yine "Ekselans"ı ekledi.

Anna Mihailovna, "Hani," dedi, "Nathalie Şinşina ile evlenen İlya Rostov yok mu, işte o."

Prens Vasiliy heyecansız, "Biliyorum, biliyorum," dedi. "Natalya'nın bu yontulmamış ayı ile evlenmek kararını nasıl verdiğine bir türlü akıl erdiremiyorum. Büsbütün aptal ve gülünç bir adam. Söylendiğine göre üstelik kumarbazmış da."

Anna Mihailovna, Prens Rostov'un, hakkında söylenenleri hak ettiğini biliyor ama zavallı yaşlı adama merhamet edilmesini istiyormuş gibi sevecenlikle gülümsedi.

"Ama çok iyi yürekli bir adam, Prensim," dedi.

Bir süre sustu, sonra ağlamaklı yüzünde yine koyu bir keder belirdi.

"Ne diyor doktorlar?" diye sordu.

"Ümit az," dedi Prens.

"Bana ve Boris'e ettiği bütün iyilikler için dayıma bir kez daha teşekkür etmeyi ne kadar isterdim. Bu onun vaftiz çocuğudur," diyerek, sanki bu Prens Vasiliy'i sevindirecekmiş gibi ekledi.

Prens Vasiliy düşünceye daldı, alnını buruşturdu. Anna Mihailovna, Kont Bezuhov'un vasiyetnamesinde Prens'in kendisini karşısında bir rakip olarak bulmaktan korktuğunu anlamıştı. Heyecanını bastırmak için hemen atıldı.

"'Dayıma' karşı hissettiğim candan sevgi ve bağlılık beni bırakmıyor." "Dayım" sözünü çok güvenle, kayıtsızlıkla söylüyordu. "Onun asil ve temiz huyunu iyi bilirim. Ama yanında Küçük Prenseslerden başka kimsecikler yok... Onlar da daha çocuk..." Prenses başını eğerek fısıldadı: "Son ödevini yerine getirdi mi, Prens? Bu son dakikalar ne kadar değerlidir! Daha kötüsü olamaz; eğer o kadar ağırsa onu herhalde hazırlamak gerek. Biz kadınlar Prens (zarifçe gülümsedi), bu gibi şeyler nasıl söylenir biliriz. Onu herhalde görmek lazım. Bu benim için ne kadar ağır da olsa... Acı çekmeye artık alıştım."

Öyle görünüyordu ki, Prens işi anlamıştı; Anna Mihailovna'dan yakayı sıyırmanın, Annette Şerer'in davetindeki gibi güç olduğunu da anlamıştı.

"Bu görüşme belki onu kötü yönde etkiler, chère Anna Mihailovna. Geceyi bekleyelim. Doktorlar bir kriz bekliyorlar."

"Ama bekleyecek zaman değil Prens. Düşünün ki ruhunun selameti söz konusudur! Ah! Bir Hıristiyan'ın ödevleri ne kadar da ağır."

İç odalardan birinin kapısı açıldı. Kont'un yeğenlerinden, belden yukarısı bacaklarına göre şaşılacak derecede uzun ve orantısız bir Prenses düşünceli, soğuk bir yüzle dışarı çıktı.

Prens Vasiliy ona döndü.

"Nasıl?"

"Hep aynı, bu gürültüye gönlünüz nasıl razı oluyor," diye Prenses, Anna Mihailovna'yı tanımadığı birisi gibi süzerek ekledi.

Anna Mihailovna hafif adımlarla Kont'un yeğenine sokularak, tatlı bir gülümsemeyle, "Ah, canım, sizi tanıyamamıştım. Şimdi geldim, dayıma bakmakta size yardıma hazırım. Ne kadar acı çektiğinizi tahmin edebiliyorum," diye gözkapaklarını dikkatle devirerek ekledi.

Prenses yanıt vermedi, gülümsemedi bile; hemen çıkıp gitti. Anna Mihailovna eldivenlerini çıkardı, yeni bir saldırı için hazırlık yapar gibi bir koltuğa yerleşti, Prens Vasiliy'e yanında yer gösterdi.

"Boris!" dedi oğluna ve gülümsedi. "Ben Kont'un, dayının yanına gidiyorum, sen de bu arada Piyer'e git, mon ami. Rostovların davetini söylemeyi unutma. Yemeğe çağırıyorlar onu. Sanırım gitmez, değil mi?" diye Prens'e dönerek sordu.

Neşesi kaçmış görünen Prens, "Hiç de değil," dedi. "JBu delikanlıdan beni kurtarırsanız çok memnun olacağım... Oturup duruyor burada... Kont onu bir defa bile sormadı."

Prens omuzlarını silkti. Hizmetçi, delikanlıyı aşağıya, oradan başka bir merdivenle yukarıya, Piyotr Kiriloviç'in yanına götürdü.


XIII


Piyer, Petersburg'da mesleğini henüz seçmemiş ve gerçekten de, taşkınlık yüzünden Moskova'ya sürülmüştü. Kont Rostov'un evinde anlatılanlar doğruydu. Piyer, polis komiseri ile ayıyı birbirine bağlamaya yardım etmişti. Moskova'ya birkaç gün önce gelmiş, her zamanki gibi yine babasının evine inmişti. Macerasının daha şimdiden Moskova'da bilindiğini, babasının çevresini saran ve hiçbir zaman kendisine iyi bir gözle bakmayan kadınların Kont'u kızdırmak için bu fırsattan yararlandıklarını tahmin ettiği halde, gelir gelmez babasının dairesine gitmişti. Konuk salonuna girince, gergef işlemek, kitap okumakla vakit geçiren kadınlarla selamlaştı. İçlerinden biri yüksek sesle okuyordu. Üç kişiydiler. Temiz, uzun boylu, hırçın bir kız olan büyüğü, Anna Mihailovna'nın karşısına çıkan, okuyordu; pembe yüzlü küçük ikizler (biri öbüründen ancak onu çok güzelleştiren dudak beniyle ayrılıyordu) gergef işliyorlardı. Piyer bir ölü, bir vebalı gibi karşılanmıştı. Büyük Prenses okumayı kesti, sessizce, ürkek gözlerle ona baktı. Küçüğün, bensiz olanın yüzü de aynı biçimi almıştı. Neşeli, benli olanı, olacakları düşününce, gülümsemesini gizlemek için gergefe eğildi. İpliği aşağı çekti, örnekleri inceliyormuş gibi yaptı. Gülmemek için kendini zor tutuyordu.

"Günaydın kuzenim," dedi Piyer. "Beni tanımadınız mı?"

"Ben sizi çok iyi tanıyorum, çok iyi."

Piyer her zamanki sakınımlılığıyla, ama sıkılmadan sordu:

"Kont'un sağlığı nasıl? Onu görebilir miyim?"

"Kont acı çekiyor, bir de ona manevi acılar mı çektirmek istiyorsunuz?"

Piyer, "Kont'u görebilir miyim?" diye tekrar etti.

"Hım!.. Onu öldürmek, büsbütün öldürmek isterseniz, görebilirsiniz. Olga, git bak dayının et suyu hazır mı, vakit geliyor," diye ekledi, bununla Piyer'e anlatmak istiyordu ki, o babasını üzmekten başka bir şey düşünmezken, onlar babasının acısını dindirmeye çalışıyorlardı.

Olga çıktı. Piyer ayakta duruyor, kızlara bakıyordu. Eğilip selam vererek dedi ki:

"Peki, ben odama gidiyorum. Onu ne zaman görebileceğimi bana söylersiniz."

Çıktı. Arkasından benli kız kardeşin gevrek ama sessiz kahkahası duyuldu.

Bir önceki gün Prens Vasiliy gelmiş, Kont'un evine yerleşmişti. Piyer'i yanına çağırarak ona şöyle demişti:

" Azizim, eğer burada Petersburg'daki gibi hareket ederseniz sonu kötü olur. Size bu kadar söylerim. Kont çok, çok hasta; onu kesinlikle görmemelisin."

O zamandan beri Piyer'i rahatsız etmemişlerdi. Bütün gününü yukarıda, odasında tek başına geçiriyordu.

Boris yanına girdiği sırada odasında geziniyor, arada bir, bir köşede durarak görünmeyen bir düşmana meç saplar gibi saldırı hareketleri yapıyor, gözlüğünün altından sert sert bakıyor, sonra yine gezinmeye başlıyor, anlaşılmaz şeyler söylüyor, omuzlarını silkiyor, kollarını açıyordu.

"İngiltere'nin sonu," diye kaşlarını çatarak parmağıyla birini işaret etti. "M. Pitt millete ve milletler hukukuna ihanetinden dolayı şu cezaya mahkûm..."

Bu sırada o kendisini Napoléon zannederek kahramanıyla birlikte Pas-de-Calais'den tehlikeli bir sıçrama yapmış, Londra'yı fethetmiş ve daha Pitt'in mahkûmiyet kararını bitirmemişti ki, genç, boylu boslu, güzel bir subayın içeri girdiğini gördü. Durdu. Piyer, Boris'i on dört yaşında bir çocuk olarak bırakmıştı. Onu asla hatırlamıyordu. Buna rağmen, kendine has bir çabuklukla, sevinçli bir tavırla elini sıktı, dostça gülümsedi.

Boris sakin ve hoş bir gülümsemeyle, "Beni hatırlıyor musunuz?" dedi, "annemle Kont'u görmeye geldik ama galiba rahatsız."

Piyer bu delikanlının kim olduğunu hatırlamaya çalışarak, "Evet, galiba hasta, rahat bırakmıyorlar ki," dedi.

Boris, Piyer'in kendisini tanımadığını anlamıştı, ama adını vermeye gerek görmüyor, sıkılganlık duymaksızın gözlerinin içine bakıyordu.

Oldukça uzun ve Piyer için sıkıcı olan bir sessizlikten sonra, "Kont Rostov bugün sizi öğle yemeğine çağırıyor," dedi.

Piyer sevinçle, "A! Kont Rostov! Demek siz onun oğlu, İlya'sınız ha? Düşünün bir kere, sizi ilk anda tanımadım. Hatırlarsınız, Mme Jacquot ile Serçe Dağları'nda gezerdik... Çok zaman geçti."

Boris cesaretli ve biraz alaylı bir gülümsemeyle ağır ağır, "Yanılıyorsunuz," dedi, "ben Prenses Anna Mihailovna Drubetskaya'nın oğlu Boris'im; İlya, Rostov'un babasının adıdır, oğlunun adı Nikolay'dır. Mme Jacquot isminde hiç kimseyle de tanışmış değilim."

Piyer sivrisineklerin yahut arıların hücumuna uğramış gibi kollarını, başını salladı. "Ah, neler söylüyorum! Hep birbirine karıştırdım! Moskova'da ne çok akrabam varmış! Siz Boris'siniz!.. Evet! Neyse, anlaştık. E, Boulogne seferi hakkında ne düşünüyorsunuz? Napoléon kanalı aşarsa İngilizlerin hali harap. Bence sefer mantıklı. Yeter ki Vilnev bir beceriksizlik etmesin!"

Boris Bulon seferine dair hiçbir şey bilmiyordu. Gazete okumazdı. Vilnev'i ilk defa duyuyordu. Sakin, alaylı bir sesle, "Biz burada Moskova'da siyasetten çok ziyafetler, dedikodularla meşgulüz. Bu konuda bir şey bilmiyorum, bir şey düşünmüyorum. Moskova dedikoduyla meşgul. Şimdi de sizden ve Kont'tan söz ediliyor."

Piyer, Boris'in, söylediğine sonra pişman olacağı bir sözü ağzından kaçırmasından korkuyormuş gibi, tatlı tatlı gülümsedi. Fakat Boris, onun gözlerinin içine bakarak, anlaşılır, açık ve soğuk bir tavırla konuşuyordu.

"Moskova'da da dedikodudan başka yapacak bir şey yok," diye sözüne devam etti. "Herkes Kont'un servetini kime bırakacağını düşünüyor. Ama hepimizden de çok yaşar belki, bunu candan isterim..."

"Bütün bunlar çok acı, çok!" diye Piyer karşısındakinin sözünü kesti.

Piyer hep, bu subayın sözü farkında olmadan kendi kendini zor bir duruma sokacak bir yola dökmesinden korkuyordu.

"Herhalde siz öyle sanırsınız ki..." Boris hafifçe kızardı ama sesini ve yüzünü değiştirmeksizin devam etti: "Herhalde siz öyle sanırsınız ki, ailemin işi gücü bu zengin adamdan bir şey koparmaya çalışmaktır."

Piyer içinden, "Öyledir de," dedi.

"Bir anlaşılmazlıktan kaçınmak için size özellikle şunu söylemek isterim ki, eğer beni de, annemi de bu gibilerden sayıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Biz çok yoksuluz, ama, kendi hesabıma söylüyorum: Babanızı, bilhassa zengin olduğu için, ben kendime akraba saymıyorum; ben de annem de ondan asla bir şey istemeyeceğiz, bir şey kabul etmeyeceğiz."

Piyer uzun süre bir şey anlayamadı ama anlayınca kanepeden fırlayarak kendine özgü bir çabukluk ve beceriksizlikle Boris'i kolunun altından kavradı. Boris'ten daha çok kızarmıştı. Utançla karışık bir üzüntüyle konuşmaya başladı:

"İşte bu tuhaf, sanki ben size... Evet, kim düşünebilirdi ki... Pek iyi biliyorum..."

Boris yine sözünü kesti:

"Her şeyi söylediğime memnunum. Belki bu sizin için hoş bir şey olmadı, beni affedin." Piyer onu yatıştıracak yerde o Piyer'i yatıştırıyordu. "Ama, umarım sizi gücendirmedim. Ben hep açık konuşurum... Ne diyecektim? Rostovlara yemeğe geliyor musunuz?"

Boris, kendisini güç bir durumdan kurtararak ağır bir yükten kurtulmuştu.

Piyer sakin, "Hayır," dedi, "dinleyin. Siz şaşırtıcı bir insansınız. Söyledikleriniz çok iyi, çok. Kuşkusuz beni tanımıyorsunuz. Çoktandır birbirimizi görmedik. Ta çocukluktan beri. Düşünebilirsiniz ki, ben... Sizi anlıyorum, çok iyi anlıyorum. Ben bunu yapmazdım, buna cesaretim yetmezdi. Ama çok iyi. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum." Sustu ve gülümseyerek ekledi: "Benim için düşündüğünüz şey garip." Güldü. "Eh, daha iyi tanışırız, değil mi ya? Rica ederim." Boris'in elini sıktı. "Biliyor musunuz, Kont'un yanına daha bir kere çıkmadım. Beni çağırmadı... Ona bir insan olarak acıyorum... Ama ne yaparsın?"

"Napoléon, ordusunu geçirmeyi başarır mı dersiniz?" diye gülümseyerek sordu Boris.

Piyer, Boris'in sözü değiştirmek istediğini anladı. Razı oldu, Boulogne girişiminin yarar ve zararlarını açıklamaya girişti.

Bir uşak, Boris'i Prenses'in yanına çağırmaya geldi. Prenses gidiyordu. Piyer, Boris'le daha yakından dost olmak için yemeğe geleceğine söz verdi. Elini sertçe sıktı, gözlüğünün arkasından şefkatle gözlerine baktı... O gittikten sonra, bu defa görünmez düşmana meç saplayarak değil de bu sevimli, akıllı ve metin delikanlıyı aklına getirip gülümseyerek daha uzun süre odada gezindi.

Bu delikanlıya karşı içinde (ilkgençlik çağlarında, özellikle yalnızlıkta olduğu gibi) nedensiz bir yakınlık hissediyordu. Onunla dost olmaya karar verdi.

Prens Vasiliy, Prenses'i uğurluyordu. Prenses mendilini gözlerine tutmuştu, yüzü yaş içindeydi.

"Ne kötü şey! Ne kötü!" diyordu. "Ama ne pahasına olursa olsun, görevimi yerine getireceğim. Geceyi gelip burada geçireceğim, onu böyle bırakmak olmaz. Dakikalar önemlidir. Anlamıyorum, Prensesler ne diye bekliyor... Belki Tanrı yardım eder de onu hazırlamanın bir yolunu bulurum... Hoşça kalın Prensim, Tanrı yardımcınız olsun..."

"Güle güle güzelim," diyerek döndü Prens Vasiliy.

Tekrar arabaya bindikleri sırada anası oğluna, "Ah, çok kötü görünüyor," dedi, "kimseyi tanımıyor."

Boris, "Anlamıyorum anne, Piyer'le aralarında ne var?" diye sordu.

"Her şeyi vasiyetname söyleyecek oğlum, bizim kaderimiz de ona bağlı."

"Bize bir şey bırakacağını nereden çıkarıyorsun?"

"Ah yavrum! O, o kadar zengin, biz o kadar yoksuluz ki!"

"Ama, bu yeterli bir neden değil, anne."

"Ah, Tanrım! Tanrım! Çok hasta!"


Continue Reading

You'll Also Like

870 293 13
Cinayet ... Hiçbir insanın yaşamaması gereken bir olay ...
37.6K 1.2K 20
Beyaz Diş vahşi bir hayvanın gözünden, hem doğal hayata hem de insanların acımasız dün yasına eleştirel bir bakış... Beyaz Diş Alaska'nın sert doğa k...
302 67 9
Çocukluğumdan başlayan bir yalnızlık vardı içimde,geçmeyen bir türden. Zaman geçtikçe kendimden uzaklaştım, yabancılaştım. Haksızlıklara karşı koyama...
915K 50.4K 39
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...