Büyüdüğüm YOL

By aatalantee

61.6K 6.3K 8.3K

••• Kim sadık kabuslarından kaçabiliyordu ki ben yakamı kurtaracaktım bu korkudan? Bütün çabam kurtulmak için... More

BY ' TANITIM
Büyüdüğüm YOL ' 1
Büyüdüğüm YOL ' 3
Büyüdüğüm YOL ' 4|1
Büyüdüğüm YOL ' 4|2
Büyüdüğüm YOL ' 5
Büyüdüğüm YOL ' 6
Büyüdüğüm YOL ' 7
Büyüdüğüm YOL ' 8
Büyüdüğüm YOL ' 9
Büyüdüğüm YOL ' 10
Büyüdüğüm YOL ' 11
Büyüdüğüm YOL ' 12
Büyüdüğüm YOL ' 13
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 14 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 15
Büyüdüğüm YOL ' 16|1
Büyüdüğüm YOL ' 16|2
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 1
Büyüdüğüm YOL ' 17 | 2
Büyüdüğüm YOL ' 18
Büyüdüğüm YOL ' 19
Büyüdüğüm YOL ' 20
Büyüdüğüm YOL ' 21

Büyüdüğüm YOL ' 2

2.1K 239 229
By aatalantee

•Zack Gray - All I Had•

•••

Güçlü değilsin Zeynep.

Neden?

Neydi gücün ölçütü?

Biri suratıma vurduğunda tek yumrukla bayıltmak mıydı? Elli kiloyu zorlanmadan kaldırmak mıydı? Güç fiziki miydi?

Ya bildiğim fazladan bir bilgi? Notlarımdaki fazladan on puan, zekamdaki fazladan bir sayı veya sistemimdeki fazla ya da eksik bir kromozom? Ahlaki değerim, kişisel gelişimim?

Güç neye göreydi? Kim belirlemişti bu ölçütleri. Tek başarısı kasları olan biri çıkıp güç bu demişti; zehir gibi bir akla sahip dahi ise güç zeka...

Elimizdekiyle övünüp onu yüceltmeyi biliyorduk sadece.

Ama kimse tek bacağıyla yürümenin ne kadar güç gerektirdiğinden, gözleri görmeden yürümekten, on çocuk doğurup büyütmekten, üç kuruş için sabah ezanında yollara dökülmekten veya sadece bir hakaret karşısında sırtı dik tutmaktan bahsetmiyordu.

Güç, küçük şeylerle ateşlenen ilk kıvılcımdı benim için.

Kimseyle laf dalaşına girmediğim için, iki lafı bir araya getiremeyen salak; Emre bana vurduğunda kendimi koruyamadığım için güçsüzdüm herkese göre.

Ama Sezer.

Başımı çevirip ilk defa gerçekten baktım yüzüne. Ve göz göze geldiğimiz daha o ilk anda doldu gözlerim.

Elaydı. Oysa hep açık kahve sanmıştım göz rengini. Yanık teninde parlayan koyu kumral, kahverengi karışık saçları, geçen sene bir kavgadan kalma çenesinin altına uzanan dikiş izi, oval yüzünde kusursuz çizgili kavisleri.

İlk kez görüyordum Sezer'i. Daha önce hiç yüzüne bakmamıştım, hiç izlememiştim onu, gizli veya açık açık. Ama o benim gözlerden sakladığım bütün gizli saklılarımı bilerek bakıyordu bana.

"Ben güçsüz değilim." Dedim bir ilki daha yapıp onunla konuşarak. Soluk dudaklarını birbirine bastırırken söylediklerim onu kızdırmış gibiydi.

"Öylesin..." dedi o kızgınlıkla beni azarlayarak.

"Güçsüzsün ama..."

Ne ama? Değildim bunu anlaması gereken kişi sensin!

Bir eli yavaşça aramızda yükselene kadar sargılarını farketmemiştim. Sağ elinin eklemlerinde, gazlı bez sarılıydı kavgada açılan yaralarının üzerinde. O eliyle, Emre'nin yolarcasına çekip dağıttığı saçlarıma dokundu, parmaklarının tersiyle.

"Akıllısın Zeynep."

Parmakları aramızda salınan kuru telleri kulağımın arasına sıkıştırırken saçlarıma, kulağımın arkasındaki saç diplerimi okşayarak tenime değdi. Hayatının hiçbir anında merhamet görmemiş bir köpek gibi acı acı inliyordu, eli altında titreyen her hücrem.

İçimi ısıtan neydi bilmiyordum bile, boyum alevlerin ilk nerede tutuştuğunu görecek kadar uzun değildi. Korkuyordum. Bu beni iki kat ağlattığında, karşısında art arda döktüm göz yaşlarımı.

Dudaklarımı, yara edeceğime emin olduğum bir şiddetle, ısırarak atladım sedyeden. Kolumdaki serumu söküp atarken onun acısını hissedemeyeceğim kadar daha büyüğüyle acıyordu boğazım.

Yatmak istiyordum. Bir şeye sıkıca sarılarak bir köşeye kıvrılmak ve sessizce ağlamak istiyordum.

O kişi Sezer değildi. Bunu, ona sarılmayı, deli gibi yapmak isteyen kollarımı iki yanımda tuttum küçük odadan çıkarken. Eğer ona sarılsaydım tek bir kez, damağına bal çalardım acınası kollarımın.

Sağlık ocağından çıkar çıkmaz binanın arkasına yürüdüm ,tenha mahalle aralarını kullanabilmek için. Kimsenin beni böyle görmesini istemiyordum. Güçsüz değildim ben, ağladığım için ezilmeyi haketmiyordum; düşene bir de başkası çıksın, ağız burun dalsın istemiyordum. Hiçbir şey istemiyordu o an ki ruhsal düşüşüm.

Sezer beni evime kadar takip etti, biliyordum. Geri dönüp boynuna atlamamak için hızlıydı ayaklarım, hatta son adımları koşarak girdim eve. Kendimi içine sakladığım yatağımda elim ne acıyan yanağıma ne de kanayan koluma dokundu.

İhtiyacım olan tek şevkat, saçlarımında Sezer'in dokunuşuydu.

"Şşt! Uyanık mısın?"

Odamın kapısı açılır açılmaz yumduğum gözlerim hala kapalıydı. Annem eve beş dakika kadar önce gelmiş ve birkaç dakikadır da odamın girişinde duruyordu.

Yüzüm yatağımın yaslı olduğu duvara dönük, sonuna kadar çektiğim perde yüzüme gölge düşüyordu.

Uyumamıştım. Tek yaptığım örtümü boğazıma kadar çekip kıvranmaktı. Serumun içine koyulan ağrı kesicinin etkisi çoktan geçmiş, kafamda ağrımayan tek bir saç dibim bile yoktu.

Annemin kuru tabanlı terliğinin tıkırtısı odamın içine adımladığında, kendimi kastım tepki vermemek için. Ölü gibi durmaya alışık uyuşuk bedenim için rol yapmak zor değildi.

Annem örtümün ucunu çektiğinde parmaklarımın sıktığı çarşafı bıraktım, direnmeyerek.

Tepkisizliğimi izledi. Beni daha fazla kurcalamadı, gözlerimi açmam için. Kafamı kaldırıp ona cevap versem benimle konuşamazdı bile, benim de fazladan iki kelimem hiç olmamıştı.

Çoğu gece ben onun isyan eden küfürleri arasındaki iç çekişlerini dinlemiştim o da benim burun çekmelerimi. Ama sabah olduğunda ne o ne de ben bakmamıştık birbirimizin yüzüne.

Bir keresinde ona, neden moralinin bozuk olduğunu sorduğumda, birbirimizi terslemiş çok kısa bir an içinde saç baş bir kavgaya girişmiştik. Kabul etmiyorduk bazı şeyleri, gururumuza yediremiyorduk zayıf hissetmeyi.

O gamsızdı ben yutmasını bilen. Duygusal bir aile değildik ama duygusal şiddetin başkentiydik.

Ve başka darbelerin.

Annem geldiği gibi çıktı odadan. Düşüncelerimi bölmüştü ama bu defa başka bir konu söz hakkı bulmuştu kendine.

Sezer haklıydı.

Annemi aslanlarını önüne atsalar kendine onlardan bir ordu kurar; yapamazsa hepsini çiğ çiğ yutardı. Hayatı her şeyden önemliydi. Yaşamak için çoğu şeyi mübah görüyordu.

Gözlerimin içine baka baka yapmıştı bunu. Kendi hayatı için beni kullanırken, mal olduğu şeyleri düşünmemişti.

Bencildi, önce kendisiydi. Ben ona ayak bağıydım çoğu zaman. Onu düşündüğüm kadar beni düşünmüyordu.

Annem her şeyin karşılıklı olduğunu bana öğreten ilk kişiydi.

Okuyup, kendimi kurtaracağımı bağıra bağıra vurmuştum yüzüne; o da bana, 'İyi, siktir olur gidersin. Seni mi besleyeceğim!' demişti.

Okul dışındaki bütün boş zamanlarım ders çalışmakla geçiyordu. Çalışıp maddi durumumuzu iyileştirme gibi bir uğraş vermiyordum bu yüzden.

Azla yetinirdim, fazladan bir pantolonumun olması önemli değildi. Fiziğim değişmediği sürece üzerimde paralanana kadar giyerdim sayılı kıyafetlerimi.  Maddi açıdan günü gününe yaşamak benim kabulümdü. Fazladan bir harcama ihtiyaç dahilinde bile olsa lükstü.

Parayı kazanan ben olmadığım için şikayetini edecek kişi de ben değildim. Bana verilenden fazlasını öğütmüyordum. Halimden memnundum ama yaşantımdan değil.

Örtümü üzerimden atıp odadan çıktım. Üzerime boyu kısalan eşofmanımım paçalarını keserek yaptığım şortu ve kanlı gömleğimin altında lekesiz kalmayı başaran beyaz atletimi giyindim. Saçlarım başımın tam üzerinde öylesine bir topuz, dışarıya karşı ilk defa böylesine açıktı vücudum.

Umursamadan, küçük mutfak balkonunda sigara içen annemin yanına oturdum. Ayaklarımı pilastik sandalyenin üzerine çekerken masanın üzerinde duran paketi aldığımı gören annemle çok kısa göz göz geldik.

Oturduğu yere bacak bacak üstüne atarak yayılmış, yüzünün yanında tuttuğu sigaradan yayılan dumanın ardından bana öylesine bakıyordu.

Sigara içmezdim. Uyarıcı, aykırı maddelerin hepsinden nefret ederdim. Kafamın içindeki dominant, kafayı mükemmellikle bozmuş bir yanım bana zarar verecek, ilerde beni etkileyecek her şeyden uzak tutuyordu beni.

Annemin dudak çevresi kırışmış, sesi git gide kulak tırmalıyordu ve ben öyle olmak istemiyordum. Alkolden çökmek, uyuşturucuyla kendimi kaybetmek...

Aklım bana lazımdı.

Ama şu an öylesine başım ağrıyordu ki, son ağrı kesiciyi geçen hafta adet dönemimde kullandığımı hatırlayarak elimdeki tek uyuşturucuya tutundum.

Ben eczaneye gidemezdim, annem eczanenin yolunu bilmezdi. Domuz gibi kadındı, bir kez olsun yataklara düştüğünü görmemiştim.

Daha sigaradan aldığım ilk acı nefeste annem lafa girdi tam da bu anı bekliyormuş gibi.

"Geldiğimde şu valinin oğlu kapıdaydı."

Çektiğim nefesi geri verirken, "Belediye başkanı," diye düzelttim annemi gereksiz bir ayrıntıya değinerek, o da beni azarladı hemen.

"Her ne bokumsa. İkisi de bir halta yaramıyor."

Kolumu diz kapaklarıma yaslayıp, yüzümün sağlam kalan yerlerini ovdum çileden çıkmamak için. Sinirden bütün yüz kaslarım kaşınıyordu.

"Söyle bir daha gelmesin! Elalem yeteri kadar konuşuyor."

Hay sıçayım elalemine!

"Ben çağırmadım."

"Kov lan o zaman! Senden yüz buluyor da dolanıyor arkanda. Hoşuna mı gidiyor!?" Dediğinde sigarayı öylesine çektimki içime, yanaklarım dişlerimin arasına girecek kadar, boğazım yanıp gözlerimi yaşartacak kadar kuvvetle.

Bahsettiği elalem gibi konuşsa bile beni sinirlendirmek ve Sezer'in üzerine salmak için yaptığını biliyordum. Beni asıl sarsan bu değildi. Söylediğine içten içe yanıt veren o bastırılmış sesti.

Evet.

Ben yüz veriyordum. Tek bir kez, sana ne, deseydim; tek bir kez ona haddini bildirseydim eğer bana yakın olmazdı, biliyordum.

Hep susmuştum. Sezer bir adım ardımda yürümüş, teklifsizce yakınıma oturmuş, yediğim içtiğim burnumdan gelmesin diye okulda başımı beklemişti.

Onun yaptığı bu sebepsiz fedakarlık yüzündendi adımı niteleyen sıfatın orospu olması. Bir insan sadece iyi olamazdı, Sezer'e yaptığı yüzünden illa ki bir karşılık vermem gerekiyordu, herkese göre.

Haklılardı, Sezer benden bunun karşılığını alacaktı. Aksi nasıl mümkün olabilirdi ki..? Bir insan sadece iyi olamazdı.

Bütün bu pisliğine rağmen istediğim buydu, evet. Hoşuma gidiyordu Sezer'in varlığı.

Birinin arkamda olmasını istiyordum, bir gölgelik bulmaktan, arkamı kontrol etmeden yürümekten, insan gibi hissetmekten... hoşlanıyordum.

O kadar kilit vardı ki özümün kapısında, zorlansın istiyordum bu isteğimden bile utanarak.

Sezer'in varlığından rahatsızdım. Çünkü gittikçe varlığına muhtaç bırakıyordu beni. Okula girer girmez ilk onu arıyordu gözlerim, o varsa bugünlük güvendeydim.

Böyle böyle sıçtım kendi ağzıma.

Üç günlük raporun ve araya giren haftasonunun ardından okula döndüğümde sınıfı değiştirilen bendim. Nüfusumuz az olduğu için her bölümden tek sınıf vardı ve ben  eşit ağırlık sınıfına alınmıştım.

Başarılı olan bendim, sayısal dersler benim için önemliydi ama Emre ile olan husumetimiz yüzünden benim uzaklaştırılmam daha uygun görülmüştü.

Okulların kapanmasına birkaç hafta vardı. Son yazılılar başlıyordu ve birkaç derste aldığımız projelerin tesliminden sonra yaz tatiline girecektik. Bu yüzden yeni sınıfım ve yeni tuhaf bakışmalat moralimi bozmadı.

Pazartesi günü, öğlen arasında, Aslı hoca beni bulup odasına davet etti. Önünde yolun çok başında olan akademik dosyamı incelerken ben, ortalarda dolaşmamak için sabah okula gelirken aldığım simitimi tırtıklıyordum.

"Bu yaz için bir planın var mı? Tatil de çalışıyor musun?"

O kadar acınasıydım ki, tatile gidiyor musun, yerine çalışıp çalışmadığımı sormuştu. Mesleğinin başında bir rehberlik öğretmeni için acemi sayılırdı.

Onu bozmadan, "Bazen," dedim.

Yazın o kadar da kalabalık bir belde değildik ve geneli aile işletmesi olduğu için kimse ek personele ihtiyaç duymazdı. Bazen Alanya merkeze giderdim ama kazandığımın çoğu yol parama gittiği için devam etmezdim.

"Seneye sınav senen. Okuldaki gayretine bakılırsa planların var?" Aslı hoca, bileğindeki ince takıları şıkırdatarak masasına yaslandığında başımı ona çevirip ağzımdaki lokmayı yuttum.

"İyi bir üniversitede okumak istiyorum."

Ve iyi bir bölüm, yarınımdan şüphe edemeyeceğim kadar iyi bir eğitim. Kimsenin gelip batıramayacağı, bozsa bile yeniden takabileceğim, kolumda kalacak altın bir bilezik.

"O zaman bu yaz hazırlık kursuna katılacaksın?"

Onu onaylayarak başımı salladım. Bu fırsatı asla kaçırmazdım. Geçen seneki kursu görmek için üç gün okula gelip ortamı izlemiştim gizli gizli. Yaz kursuna kalan tipler genelde zararsız kesimdi ve nüfus oldukça azdı. Okul dönemi kadar sancılı geçmeyecek, ücretsiz bir imkanı kaçıramazdım.

"Zeynep..."

Yüzüne bakmadan kafamda yaptığım planlarımı bölen sesi biraz huzursuzdu ve ben bu tatsız konuşmalara alışık olarak hazırladım kendimi.

"İlk görev yerim burası ve elimden geldiğinde çok öğrenciye ulaşmaya çalışıyorum. Sorun ne bilmiyorum, diğer öğrencilerle ne yaşadığını da. Ama bir dönem daha böyle idare edebileceğine emin misin?"

Böyle, derken koca bir morluğa sahip yüzümün sol tatafına baktı. Sol göz pınarımdan aşağıya mor bir halka inerek dudağıma kadar ulaşıyordu.

"Evet. Sorun yok, alıştım."

Hayır, Sezer bu dönem gidiyor.

Hayatımda nasıl bir barikat görevi görüyordu bilmiyordum ama yakın bir zamanda bunu öğreneceğime emimdim. O olmasaydı şiddet ne kadar büyük olurdu kıyas yapamayacağım kadar, oradaydı hep.

Antalya'ya liseye başladığım sene taşınmıştık. Annem iş için önce en bilindik yerlerde denemişti şansını. Belediye bunlardan biriydi ve ilk o zaman görmüştüm Sezer'i.

Kapıda annemden gelecek iyi bir haberi beklerken, bahçenin parmaklıklarına yaslanmıştım sanki bırakırsam bilmediğim sokaklarda kaybolacakmışım gibi. Jilet gibi parlak, siyah bir araç önümden geçip içeri girerken aynı anda annem burnundan soluyarak çıkmıştı dışarıya.

"Oldu mu, verdiler mi iş?" Diye sorarken ki aptallığım her aklıma geldiğinde, o anı unutmak için kafamın içinde saçma sapan tempo tutardım duymayayım diye.

Burnumdan soluyarak üzerime yürüyen birine karşı, sırıtarak bakmak doğru bir hareket değildi muhtemelen.

Bundan üç yıl önce şu an olduğumdan daha aptaldım.

Annem, ince kolumdan yakaladığı gibi çekmişti beni ve hızla yürümeye başladığında ona ayak uyduramayıp savruldum. Öne doğru düşmemek için yere pat pat vuran ayaklarım etrafta yankılanırken bir adam bize sesleniyordu.

"Hanımefendi!"

Annem duymazdan geldi ama ben omzum üzerinden geriye baktığımda az önceki siyah arabanın önünde, takım elbiseli genç bir adamın bize doğru bağırdığını görmüştüm. Ve o an göz göze geldiğim Sezer'i.

"Zeynep?"

"Hım..?" Ah!

"Afedersiniz, dalmışım." Aslı hocanın küçük, yuvarlak yüzündeki dudakları anlayışlı bir tebessümle kıvırsa bile bu gülümseme yanaklarına bile ulaşamayacak kadar silikti.

En son alışmaktan bahsediyorduk ve söylediğimin aksine ben hala alışamamıştım.

Hiçbir zaman bu nefretin nedenini anlayamayacaktım çünkü. Her şeyin bir sebebi olduğunu savunmama rağmen kendimle çelişerek, üzerime kusulan nefretin bir sebebi olamayacağını düşünürdüm.

Alışamadığım yaşadıklarım değildi. Alışamadığım insanların sebepsiz nefretiydi.

"Farklı bir kızsın." Aslı hocanın moralimi düzeltmek için verdiği çabaya itiraz etmedim.

Hayır değildim. Eminim bir yerlerde benden daha fazla ve sarsıcı şeyler yaşayan insanlar vardı.

Sadece...

"Sadece siz çok anlayışlısınız," dedim gözlerine bakarak.

Onun gibi anlamaya çalışan insanların varlığıydı aslında beni farklı yapan. Gereksiz saldırganlıktan uzak, aç olduğumuz empati duygusuyla yaklaşıyordu bana.

Duvardaki saat ilerlemiş bizim ise konuşmalarımız tek tükdü.

"Dersin başlamasına az kaldı, ben gideyim artık. Konuşmanız için teşekkür ederim." Bacaklarımın üzerinde duran çantamı toplayarak yerimden kalktığımda Aslı öğretmen beni durdurdu.

Kurcaladığı dosyalar ve kağıtlar arasında bulduğu şeyi bana uzatırken ilk defa sadece ciddiydi.
"Bunu bir bak, ilgilenirsen sonra yeniden konuşalım olur mu?"

Başımı sallayarak öylesine elimi uzattığım teklifin sıcaklığında, bu kadar yanacağımı bilseydim eğer o odaya hiç girmezdim.

Ama yaptım.

Odadan çıkarken bakmadan çantama tıktığım ve ancak eve geldiğimde inceleme fırsatı bulduğum Kağıt parçaları birkaç farklı okula ait broşürdü.

Ben, okul birinciliği kontenjanıyla avantaj kazanmaya çalışırken, havalı okul armaları altında poz veren öğrenciler, hayallerimi bisikletinin tekeriyle ezen zengin çocuk gibiydi.

O okulları biliyordum. Çok uzak ilişki sürdüğümüz teyzem, kızını o okullardan birinde okutuyordu. Diğerleri ise ülkenin en pahalı okullarındandı. Verdiği eğitimden veya imkanlarından haberim yoktu çünkü ağzımın suyu aka aka bakmamak için görmezden gelmiştim hepsini.

Tamam. İyiydim ama bu kadar da değildim. O yüzden önemsemedim. Herhangi bir burs başvurusu için girdiğim sınavdan olumsuz dönüş alırsam, bunu kaldıramayan moralim şu an olduğum yeri bile kaybettirirdi bana.

Büyük hayallerim varken aksi yönde gidiyorum derken bundan bahsediyordum. Korkaktım. Başaramamaktan korkuyor ama bir yandan da başarmak içindi bütün çabam.

Kafa karıştıran, kendi kafasının anasını ağlatan bir kızdım.

Ertesi gün yeni sınıfımda otururken hala broşürlere bakıyordum. Gözüm hep en iyi olan iki tanenin tanıtımlarındaydı. Bir köşeye sıkıştırılmış burs sınav tarihleri bir ay sonrayı gösteriyordu ve ben o bir ayın her gününü bu kağıtlara bakarak geçireceğimi biliyordum.

Benim kararsız sayfa çevirmelerimin aksine, broşürler elimden hızla çekildiğinde panikle tutmaya çalıştım. Sınıfta alay konusu olacağımı sanırken, gelen neyse ki Sezer'di ve hemen sıramın önünde ayakta duruyorken,kağıtlara bakıyordu öylesine göz gezdirerek.

"Alabilir miyim?" Dedim sakin olmaya çalışarak. Hala ona, beni güçsüz gördüğü için kızgındım ve hala dokunuşunu unutamamış.

Aptal, Zeynep!

"Girecek misin?" Kağıtların arka yüzünü çevirip incelemeye devam ettiğinde boynumu arkaya yatırarak baktım yüzüne. Uzun boyu, ilgilendiği şeye odaklandığı için hafifçe öne eğilmiş, kıvırdığı gömlek kolları dirseğine doğru sıkışmıştı.

Başka zaman iki laf konuşmadığım insana gelecek planlarımdan, daha çok kaygılarımdan bahsetmeyecektim.

Sezer'de bu susma hakkımı farketmiş olacak ki birden bana baktığında, beni onu tepeden tırnağa dikizlerken yakaladı.

Zaten sıcak olan tenim anında kırmızıya döndüğünde uzandım ve tıpkı onun gibi sertçe çektim kağıtları elinden.

"Seni ilgilendirmez."

Kağıtları kitabımın arasına sıkıştırmamı izlerken burnundan bir nefes vererek güldü.

"Tahmin ettiğim gibi."

Sinirimde utancım kadar hızlı uyandı. Son birkaç gündür yeterince muhatap olduğumuz yetmiyormuş gibi, saçma sapan akıl bulamaları yaşatıyordu bana. Şimdi de canını şuracıkta alacak kadar sinirlendirmişti.

Yüzüne bakmadan, "Senin tahminlerinle ilgilenmiyorum." dedim.

Lütfen. Allah rızası için Zeynep, sen de onunla ilgilenme, diye yalvardı bana mantığım.

"Korkma, alt tarafı birkaç ay kendine gelemeyeceğin kadar zor bir sınav. Her sınavın birincisi sen çıkacaksın diye bir kural yok sonuçta."

Sezer, nereye bastığını bilerek oynattı ayakkabısının ucunu yerde; ben de bunu farkederek kudurdum otururken.

Beni ezdi. Ayak ucunda ezdiği benim gaza gelmeye müsait kişiliğimdi.

Ders zili meydan okuyan bakışmamızın ortasında çalmaya başladığında, gözlerimin içine baka baka dudak büktü masanın üzerine yayılmış kitap ve notlarıma bakarak.

Uzandı ve ilk defa bu kadar uzun konuşmamızın verdiği şaşkınlık yetmezmiş gibi, yanağımı iki parmağı arasına sıkıştırarak hızlı bir makas aldı.

"Üzülme diye söylüyorum."

Kalbim bir anda patlayacak kadar şişti göğsümde ve ben şaşkınlıkla solurken az kalsın boğuyordum kendimi.

Sınıftan çıkışını yediğim vurgunla boğuşarak izledim. Öfkeyle kenetlenmiş dişlerimi sökebilseydim eğer, ağzımın geri toparlanamayacak şekilde açık kalacağını biliyordum.

Sınıf doldu, Sezer ve bana atılan garip bakışlar yerini küçük fısıldamalara ve kıkırtılara bıraktı. Biri arkadan bana yaklaşıp hemen kulağımın dibinde konuşurken bile yerime çakılıp kaldım tepki veremeyerek.

"Kime vereceğini biliyorsun ha." Dedi bir baş belası daha. Kısık sesindeki pislik, salyalarıyla birlikte omzuma damlıyordu sanki.

"Eh, artık seneye de ben binerim sana."

Bütün vücudum anlayamadığım bir itilmeyle öne eğildiği an ikinci mide kasılmasında kusacağımı anlamıştım.

Sıradan eşyalarımı devirdiğim bir hızla kalkıp lavaboya kendimi atar atmaz içimde ne varsa kustum.

O cümleyi kimin kurduğu önemli değildi ama sesi kulaklarıma doldukça yüzüm ekşiyor, içim korkuya karışık bir iğrenmeyle irkiliyordu.

Nefret ediyordum. Olduğum yerden, olduğum kişiden, insanlığını unutmuş herkesten.

Ağzımın kenarından akan kusmuğu gömleğimin koluna sildim, sifonu bile çekmeden çıktım tuvaletten. Ağzımda kalan safrayı yere tükürdüm.

Aslı hocanın odasına o halde daldığımda beraberimde içeriye taşıdığım kokuyla yüzünü buruşturdu ama umursamadım ne kadar tiksindirici olduğumu.

Çünkü fazlasıydım. Kokuyordum.

Saçlarım kuru birer tahta gibiydi. Gömleğim beyaz, eteğim yeterince siyah değildi. İçim de pisti, zihnime, az önceki gibi, yüzlerce iğrenç sahne ezberletilmişti.

Böyle olsun istemiyordum.

"Beni o sınavlara sok!" Dedim karşımda kimin olduğunu görmeden emir vererek.

İlk defa annem dışında biriyle böylesine sert bir dille konuşuyordum. İlk defa rengimi belli ediyordum, ilk defa içimde fırtınalar kopmasına rağmen sakin kaldığım o anları yaşayamadan savuruyordum yerli yerinde durmadı gereken kelimeleri.

Kalbim deli gibi çarpıyordu. Korkuyordum. Sanki buradan çıktığım an yakalanacaktım, annemin damarına bastığı biri beni sıkıştıracaktı, az önceki çocuk çekecekti beni okulun en kuytu köşesine.

Daha bir ay vardı ama ben hemen o an sınava girmek ve gitmek istedim buradan. İlk defa kaçmak için bu kadar hevesliydim.

Sezer haklıydı. Benim gücüm burada barınmaya yetmezdi. Ama daha fazlasını yapabilmem için dünya büyük bir yerdi.

O gün keşfettim koca evrende nasıl küçük bir toz zerresi olduğumu. Sıkışıp kaldığım, üzerine bastırılarak içine saklandığım bu kasabadan fazlası vardı sığınabileceğim.

Annemden ayrılmaya ilk kez o gün karar verdim. İkinci kez yollarımızı ayırmaya teşebbüsümüzdü bu ama bu defa onu arkada bırakan bendim.

Ona hiçbir şey söylemedim. O hafta bütün okul sınavlarımı ve ödev teslimlerimi bitirip kalan iki hafta boyunca okula gitmedim. Karnemi almaya gitmem için emir vermeye bile tenezzül etmedi, çoktan bu yerden gitmeye kurulmuş beynim.

Okula gitmediğim ilk haftanın sonunda, kendime kahvaltı hazırlarken Sezer'i gördüm dar sokağın diğer kaldırımımda. Gözünü dikip baksa bile umursamayıp mutfak balkonundaki masaya oturmaktan vazgeçip içeri girdim.

Bana yaptığı son hıyarlıktan sonra onunla tekrar konuşmamıştık. Kaçtığım doğruydu ama ben bunu umursamamak olarak ona yansıtıyordum.

Kendi içimde ise ne zaman başladığını bilmediğim bir savaş sürüyordu.

Şimdiye kadar sadece Sezer'di. Ama sadece iki kez temas etmiş olmamıza rağmen artık daha fazlasıymış gibi geliyordu. Gözlerine bakmak gözümü açmış sayılır mıydı ya da hayat onu benim gözüme mi sokuyordu?

Duygusal yakınlığım o kadar azdı ki, bir tek annem vardı sevdiğim onu da ne kadar sevebilirdim zaten.

Tecrübesiz aklımın anladığına göre, Sezer bu boşluğu doldurabilecek kişi olabilirdi.Bana iyi davranıyordu, annemin kafası bozuk olduğu zamanlardan bile daha çok hem de.

Annemle yaptığımız deli saçması abuk sabuk muhabbetlerimiz bile yoktu onunla. Ailesini tanıyordum ama Sezer hakkında bildiğim tek şey kimliğiydi.

Bir insanı sevebilmek için bu yeterli miydi, bunu bilecek kadar yaşamamıştım. Hissettiklerimin ne olduğunu bile bilmiyordum.

Sevgiyi gören biri değildim bu yüzden tanıyamazdım, daha sonra da kendimi kör etmiştim çoğu duyguya.

Annemin televizyonda, ekrana doğru ne kadar salak olduklarını bağırdığı dizilerdeki gibiydi belki de ama annem tam tersi olduğuna beni inandıran bir yaşantıya sahipti.

Okumak için seçtiğim kitapları ancak okul kütüphanesinden alırdım, orada da dünyanın anlamını çözmeye çalışan kafası karışık yazarlar dışında aşk romanlarına denk gelmezdim. Klasiklerde anlatılan hikayeler bana göre değildi, eskiye dair sevdiğim tek şey eşyalardı.

Sezer o günden sonra bir daha gelmedi. Sınava bir hafta, yaz kursunun başlamasına iki hafta varken ilk tökezleyişimdi; sınavına gireceğim ilk okul Ankara'daydı.

"Zeynep'cim oraya kadar gitmene gerek yok. Antalya'daki şubesinde gireceksin sınava, onlar sınav sonucuna göre kaydını yapacaklar. Bu Muğla'dakinden çok daha iyi bir okul. Neden şimdi istemiyorsun anlamıyorum?"

Aslı öğretmenin yeterince yük olmamışım gibi, bana döktüğü dile karşılık, yine de hala çileden çıkmamış olmasına güvenerek gözlerimi sıkarak telefonu avucumun içinde sıktım.

"Hocam lütfen, Ankara olmaz. Ben istediğim başka şehire gideceğimi sanıyordum."

Kaçmak isterken göbeğine koşmak değil de neydi bu?

"Canım, bu kurumun hatta çoğu okulun son iki sene hiçbir şekilde öğrenci kabulü yok. Merkez kampüsü Ankara'da olduğu için sadece orada başarı durumuna göre nadiren alım yapılıyor, bunu biliyorsun."

Evet ama...

Canından önemli değil, Zeynep.

"O kadar nadir başarıya sahip değilim. İstemiyorum." Dedim bir kez daha kendi hayatıma müdehale edemeyerek.

"Hayatının fırsatını kaçırıyorsun, çok iyi kapılar açabilir sana bu okul."

Evet. Mesela ahiretin kapılarını.

Bunu Aslı öğretmene söyleyemediğim için, o akıl sağlığımdan ve umutsuz vakayla mı uğraşıyorum sorunsalıyla şüphe ederek vedalaşıp kapattı telefonu.

Annem bu kadar düşmedi peşime. Antalya'ya gideceğimi söylemiştim ama sınava gireceğimden haberi yoktu. Biliyorum, ne kadar siktir olup gitmemi söylese de, o da yalnız kalmaktan korkuyordu.

İyi kötü bir sestik işte birbirimize. Yan odada sesimizi duyurabileceğimiz, gece yolda karanlığa kaldığımızda gidip karşılayabilecek biriydik, birbirimiz için.

Annem beni başından savdı ve sadece yol için yetecek kadar para verdi bana. Onu bile kırk tane lafla elinden koparabildiğim için fazlasını istemedim.

Muğla'daki okul için gireceğim sınav cumartesiydi. Annem bugün yarım vardiya çalıştığı için geç kalkıyordu , bense yolu hesaplayarak daha güneş yeni doğarken çıkmıştım evden.

Heyecanlı değildim, heveste yoktu birilerine anlatıp daha da enerji verecek. Yalnızdım. Öyle sanıyordum evin kapısını kapatana kadar.

Kimseyle tanışamadan, kimseyle bir şey paylaşamadan, tutmam için uzatılan bir elim bile olmayacağından o kadar emimdim ki hep...

Ama tam da o anda yalnızlığımın garip harmanı içerisindeydim... Sokak köpekleri, ben ve Sezer.

Artık bir başıma değil miydim?

•••

Continue Reading

You'll Also Like

790K 45.9K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
672K 44.6K 31
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
121K 8.6K 18
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
478K 13.8K 52
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!