MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(46) Büyük Sürpriz.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(47) Hayal Kırıklığı.

88.8K 9.2K 31.5K
By Maral_Atmc6

Unut dedim kendime. Her şeyi unutuyorsun ya sil at bunları da zihninden. Yaşadıklarını ve sana yaşatılanları unut ve yeniden umut et dedim. Ve ben güzel şeylerin olmasını umdum, fakat çok geçmeden yine umut yok unut dedim kendime.

Koskoca sekiz ayın sonunda nihayet tam anlamıyla onu görüyorum ve beni görüyordu. Ben bu adama ruhumun sürgünü demiştim çünkü gerçekten öyleydi. Önce ruhumu pusulama mühürleyip sürgün etmişti ve daha sonraki sürgün yerim Ölüler Diyarı olmuştu. Şimdi ise ona aşık olmamı sağlayarak ruhumu kendisine sürgün etmişti. Bu adam doğduğumdan beri hayatımda büyük bir rol oynuyordu fakat ben bunu çok geç fark etmiştim. Akademide daha onu görmeden portresine vurulmuş olmam ve beni ilk gördüğü anda benden kaçmasının bir sebebi vardı değil mi? Resmine baktığımda gördüğüm tarihle onun geçmişte yaşayan biri olduğunu sanmıştım ve bu devirde olsaydı çok canlar yakardı diye düşünmüştüm. En çok benim canımı yakacağını bilmeden bunları aklımdan geçirmiştim. Beni ilk gördüğü an farklı bir dünyadan onun için çıkıp geldiğimi ve onu canından bezdireceğimi bir şekilde hissetmişti, değil mi? Bu yüzden benden kaçmaya çalışmıştı. Ama gel gör ki her ikimizin kaderi birbirine kördüğüm olmuşken ne o benden kurtulmayı başarmıştı ne de ben ondan. Şimdi ise cehennemin taşlarını sevdiği kadın için bizzat dizmişken ve onu cehenneme gönderen ta kendisi olmuşken, o kadını cehennemden bile kurtulmuş bir hâlde karşısında görüyordu.

Ah o gözler nasıl da hayretler içinde bakıyordu.

Savcı ile olan ilişkimi sadece kızlar ve Üç Silahşörler biliyor diye düşünüyordum, ama ne zaman yanyana gelsek birbirimize olan davranışlarımız sanırım bizi ele vermişti. Bundan dolayı buradaki herkesin gözleri Savcı ve benim üzerimde gidip geliyordu. İnsanlar daha Işıktan Gelenler ve Oyunbazların şokundan çıkamamışken yeni bir darbe de ben vurmuştum. Herkesin içinde ilk konuştuğum kişi Savcı olmuşken haliyle onun ne söyleyeceği merak konusuydu. Ancak bu adam dilini yutmuş gibi hiç konuşmadığı için şu anda beni zor durumda bırakıyordu! Tanrı aşkına o kadar kişinin içinde şimdi travma yaşamanın zamanı mı? Ne güzel hortlayıp geldim hiç olmazsa en azından bir sarılsın.

"Ah ne kadar da kaba bir davranış!" Kısık bir sesle homurdandım. Adım sürekli Savcı ile anılmışken bu tepkisizliği insanların bunun tek taraflı bir ilişki olduğunu düşünmesini sağlıyordu.

Baştan ayağa beni izlerken soluğu kesilmişti. Ölümsüz olduktan sonra evrim geçirdim diyebilirim ve bu Savcı'nın aklını başından almıştı. Geri döndüğümü yeni yeni idrak ederken, ayların kasvetini yaşayan ruhu gittikçe ışığa kavuşuyordu. Ela gözleri her detayına kadar beni incelerken, beğeniden daha büyük bir duygu adeta bedeninde fışkırıyordu. Evet, bu duygu bana olan büyük ve sonsuz aşkıydı. Sesli bir şekilde nefesini içine çekerken, "Bu sen misin?" dercesine bana bakıyordu. Geri döndüğümü artık anlamıştı, zaten bu sebeple kaskatı olan bedeni gevşedi.

Savcı tam bana doğru bir adım atmıştı ki, "Elzem!" diyen Sıraç ondan önce davrandı. "Sarışınım..." Bunları sessizce mırıldanınca gülerek ona doğru yürüdüm. "Çok mu özledin beni?" dedim. Cehennemi yaşayıp ölümün kollarından çıkıp geldiğimi sonunda idrak etmişti.

Pişmanlığı dört bir yandan beni sararken geçmişte yaptığı hatayı çok hızlı fark etmişti. Sıraç aslında bizi gerçekten seviyordu. Şu zamana kadar ben ve Itır'ı görmezden gelmeyen tek kişiydi. Şu anda bana bakarken bile kendisine kızdığını görürken aksini hiçbir güç bana söyletemezdi. Abim kız kardeşlerini uğruna canını verecek kadar çok seviyordu, lakin sözler konusunda sinir bozucu bir tutumu vardı. "Soruyor musun?" Beni kollarına çekmek için fazla beklememişti. Sıraç'ın sarılışına verdiğim karşılık biraz mesafeli olunca iç çekmişti. "Bana kırgın olduğun için mi bu soğuk tepkin?" dedi. "Öylesine bir karşılık verecek kadar çok mu büyük nefretin?" Benimkisi nefret değildi ki, keşke nefret olsa ama değildi.

"Senden nefret etmiyorum ve sana kızacak kadar çocukça kaprislerim yok bunu biliyorsun." Etrafımızda bu kadar insan varken ona ters bir şeyler söyleyemezdim. Bana göre aile içinde olan sorunlar dışarıya yansıtılmamalıydı. Düşmanlarımın eline yeni bir koz vermek istemiyorum. Kırılan kalbimin aksine aklım aptalca hareketlerde bulunmama izin vermiyordu. Böyle anlarda hiçbir şeyi düşünmeyen biri olmayı her şeyden çok istiyordum, lakin aldığım nefesin hesabını bile tutarken bu çok zordu.

En az benim kadar o da çok özlemişti değil mi? Bu yüzden soluğu kesilmişti ve kaybetmekten korkarcasına sarılıyordu. "Kızdığında adımla hitap edersin, mutlu olduğunda abi dersin ve kırıldığında babasının oğlu diye seslenirsin." Buruk çıkan sesini duyunca gerilmiştim. "Tıpkı iki ay önce farklı bir kadının bedenindeyken söylediğin gibi..." Gözlerimi irice açtığımda hüzünlü gülüşünü duydum. "Biliyordum." Ne yani en başından beri Naren'in bedenini aldığımı biliyor muydu? Ah tabii ki de biliyordu çünkü o Sıraç Akay'dı! En az benim kadar kurnazdı ve aptalı oynamayı iyi bilirdi.

"Ama hiçbir şey söylemedin?" Sızlanarak huysuzluk çıkardığımda dudaklarını saçlarımın tepesine bastırdı. "Çünkü sen bilmemi istemiyordun." O an anlamıştı fakat benim kendiliğinden ortaya çıkmamı istediği için bir şey söylememişti. İşte bunu beklemiyordum. Duygularını düşündüğümden daha iyi gizlemeyi biliyordu. Acaba Soya'ya karşı da aptalı oynuyor muydu? O gün öz kardeşinin kimliğini bildiği hâlde susmuşken, ister istemez Soya ihtimali de aklımı kurcalıyordu. Aptalı oynayarak Soya'nın ona aslında kim olduğunu itiraf etmesini bekliyor olabilir mi? Sıraç saf biri değildi özellikle Soya bu kadar çok açık verirken.

"Bana o gün söylemeliydin." Sorun çıkarmaya devam ettiğimde iç çekerek beni daha fazla göğsüne bastırdı. "Eğer bunu isteseydin kendin olarak bana görünürdün. Bana düşen kardeşimin ortaya çıkacağı günü sabırla beklemek. Masada soğanları ayırt etmen ve elmayı yeme şeklin bile sen olduğunu haykırıyordu. O esnada ruh olarak döndüğünü sanmıştım, ama hâlâ yaşadığını görmek bir ömre bedel." Ne diyeyim peygamber sabrı varmış çünkü ben olsaydım hemen onu ifşa ederdim.

"O gün söylediklerim..."

"Her kelimesinde haklıydın," dedi. "Geçmişi geriye alamam ama bazı şeyleri düzeltmem için bana izin ver."
Eliyle başımı göğsüne bastırdı ve kollarını bana sardığında gözlerim dolmuştu. Onu özlemiştim ama beni çok incitmişti. Her şeyden önce kardeşimdi, istesem de o bu kadar pişmanken ona kin güdemezdim. "Üzgünüm." Acı çeken sesi en az benim kadar ızdırap içinde olduğunu gösteriyordu. "Biliyorum beni kolay affetmeyeceksin ama ben seni hiç yok saymadım bunu biliyorsun." Ona da kızamıyordum ki, anne ve babamızın hataları yüzünden hepimiz bir yere savrulmuşken, herkes kendince haklı olduğu için kızacak kimseleri bulamıyordum. Şöyle bir baksan herkes suçlu, ama dinleyince herkes masum ve yanan sadece ben oluyordum. Bu saatten sonra ben kime neden kızayım ki? Kimin pişmanlığı yaşadıklarımı unutturacaktı? Ben yine hiçbir şey olmamış gibi davranırdım ve bana yaşattıkları kırgınlıklarla devam ederdim yoluma. Öfkem ve kırgınlığım hiçbir şeyi değiştirmeyecekti.

Sıraç'tan ayrıldıktan sonra Itır, güçlükle yanıma gelmişti. Sanki adım atacak hâli yok gibiydi. Karşımda durduğunda ise kirpikleri titreşiyordu. "Elzem..." dedi son nefesini teslim edercesine. "Affettin mi beni? Affetmeseydin dönmezdin, geri döndün o halde affettin değil mi?" Neden bu kadar masum ve korunmasız görünüyordu ki. O kadar kırılgan görünüyordu ki, alacağı son bir yanılgı onu yerle bir edecekmiş gibi bakıyordu.

Benim kardeşim üzülmesin istiyorum.

İçim yanarken başımı salladım. "Affettim Itır." Elimi uzatıp yüzüne dokundum ki beni hissetsin. "Buradayım." Akıp giden gözyaşlarını silerek ellerimi yüzüne koydum ve alnını alnıma yasladım. "Ne Ölüler Diyarı ne de başka bir yer, hiçbir şey sana gelmek için beni durduramaz biliyorsun," dediğimde başını sallayarak ağlamaya başladı. "Buradasın, benim için geldin." Hıçkırınca sanki burada olduğuma kendisini inandırmaya çalışıyordu. "Çünkü sen beni hiç bırakmazsın, bırakmazsın değil mi Elzem?" Islak gözlerle yalvarırcasına bana bakınca yapabilseydim dolu dolu ağlardım. Onu böyle çaresizce görmeye katlanamıyorum. Bana her ne yaparsa yapsın onun acısından zevk alacak biri değilim.

"Bırakmam Itır, bırakamam," deyip küçük kardeşimi kollarımın arasına aldım ve ona sıkıca sarıldım. Canımdan bir parçayı çok istesem de bırakamazdım. Her ikimiz de birbirimize çok yara vermiştik. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı değil mi?

Kollarımda ağlayan kardeşimi sakinleştirmek için uzun süre ona sarılmak dışında bir şey yapmadım. Sadece sarılırken bile içim kederle doluyordu. Nasıl unutabilirim ki geçmişi? O ablasına kavuştu mutlu, fakat ben ona sarılırken kendime ve yaşadıklarıma ihanet etmiş gibi hissediyorum. Bir kadın görüyorum yılların sürgünüyle kendi bedeninde esaret. Bir kadın görüyordum özgürlüğüne sadece birkaç gün kaldığı için yıllar sonra çocuk gibi heyecanlı. Ve sonra bir kadın daha görüyordum bileklerinde demir zincirler ve öylece kız kardeşine bakarken. Hayalleri yıkılmış, umutları tükenmiş ve yenilgi içinde ona ihaneti yaşatan öz kardeşine bakıyordu. Evet, ben kardeşime sarılırken her şeye olan güvenini yitirmiş bir kadın görüyordum. Mantıken affettim onu ama kalbim hâlâ kırgın ve hâlâ küskün.

Itır sırtımı yasladığım bir dağdı benim için ama şimdi o dağ yıkılmıştı. Onu affedebilirim lakin bir daha eskisi gibi güver miydim bilmiyorum. "Tamam, ağlama artık." İçimden ne yangınlar koparken yine onun için sahip olduğum tüm maskeleri kuşanıp tebessüm ettim. "Bir daha seni hiç bırakmayacağım kardeşim." Son dediğim kelimeyi söylemek bile acıttı. Kardeş kardeşin kanını akıtınca demek ki böyle oluyormuş. Keşke unutabilsem boynuma sarılan urganı ve canlı canlı soğuk toprağın altına girdiğimi. Nasıl bir yazgı ki ölmeden gerçek anlamda mezara girmekte varmış nasipte.

Ölen sen öldüren sen, katil dışarıda değil.

Itır'dan ayrıldıktan sonra Yavuz'u gördüm, ne çok sevinmişti. Her an küçük bir çocuk gibi boynuma atlayabilirdi. Gözlerim umutsuzca üç kardeşimin üzerinde gezinip durdu. Bir şeyler arıyordum umuta dair, ama aradığım şeyi bulmama küskün kalbim izin vermiyordu. Kalbim hepsini affetsin istiyordum lakin kalbe söz geçmiyordu ki. Sıraç ve Yavuz yıllarca gerçeği bilmelerine rağmen susmuşlardı ve beni Araf'ın cehennemine itmişlerdi. Itır ise o cehennemde yakmıştı kendi kardeşini. Annem ve babam ise ayrı bir olaydı ve anneannem zaten hep kanatırdı. Parçalanmış bir aile olduğumuzu hep biliyordum, fakat acı gerçekleri kendime unutturarak bir gün normal bir aile olacağımızı umut ediyordum. Son olanlardan sonra kendimi kandırdığım tüm yalanlar artık inandırıcı gelmiyordu. Evet, artık hiç umut olmadığını içim yana yana kabul ediyordum. Bende unut dedim kendime. Tüm umutlar tükendi unut dedim kendime.

Yavuz'a doğru bir adım attığımda her an düşecekmiş gibi sarsılmıştı. "Elzem." Titreyen elini bana uzatıp yüzüme dokundu. "Bu gerçekten sen misin?" Bizi izleyen insanları umursamadan gözyaşlarını özgür bırakmıştı. "Elzem sen yaşıyorsun..." Aramızdaki son adımı kapattığında mutluluğu hissettiğim kadar korkusunu da yaşıyordum. "Eğer," deyip hıçkırdı. "Bana olan kırgınlığın sana engel olmayacaksa kardeşime sarılabilir miyim?" Kırgınlığım ona olan sevgimden daha büyük değildi ki. Onca zaman sonra karşımda dururken ona nasıl hayır diyebilirdim ki.

Tebessüm ederek başımı salladım. "Hiç değişmiyorsun abi." Onu kollarımın arasına çektiğimde, bu hassas çocuk kimseyi umursamadan omuzuma akıtmıştı gözyaşlarını. Ben ne kadar ağlamayı bilmiyorsam Yavuz bir o kadar kolay yapıyordu bu işi.

"Öldü dediler Elzem." Boğuk çıkan sesi içimi acıtıyordu. "Kardeşin öldü dediler." Ve ben tüm o anları içim yana yana uzaktan izlemiştim.

"Kolay değildi." Yüzünü avuçlarımın arasına alıp gözyaşlarını sildim. "Ama üstesinden gelemeyeceğim kadar zor da değildi."

"Yavuz'a karşı bu kadar sıcak davranırken bana karşı neden böyle buz gibisin!" Sıraç'ın sitem etmesiyle ona tersçe baktım. "Çünkü ikiniz aynı değilsiniz." On yaşındaki bir çocuk bile Yavuz'u korkutup susturabilirdi ama Sıraç'ı hiçbir şey korkutamazdı. Susmak onun kendi kararıydı ancak aynı şeyleri Yavuz için düşünemem. Yavuz'a sert bir dille konuşma desen o gün akşama kadar ağzını açmazdı.

"Demek Elzem sensin." Yavuz'dan ayrıldığımda Uraz büyülenmiş gibi bana bakıyordu. "Sıraç'ın artık seni neden bizimle tanıştırmadığını daha iyi anlıyorum." Sıraç'a bakarak sırıttı. "Kız kardeşin bu cehenneme gelmeden önce ikimizi tanıştırsaydın şimdi enişten olmuştum." Sıraç dişlerini sıkarak ona bakarken güldüm. Şu zamana kadar beni hiçbir arkadaşıyla tanıştırmamıştı.

Sıraç, Savcı ile olan ilişkimi biliyor mu emin değilim, fakat bilmesi bir şeyi değiştirmezdi çünkü karışmasına izin vermeyeceğimi iyi biliyordu. Oldum olası bağımsız ve kendi kararlarını veren biri olmuştum. Sıraç bu yönümü çok iyi biliyordu ve özel hayatım hakkında kimseye söz hakkı vermediğimi de biliyordu. Ortaokulda da sevgililerim olduğunu biliyordu, ama ta o zamanlar karışmaması gerektiğini öğrenmişti. Çünkü beni tanıyordu ve asla aptalca kararlar vermediğimi biliyordu. Aşırı kıskanç olmasına rağmen bu konuda kendisini dizginlemeyi uzun zaman önce öğrenmişti. Karşısında şu zamana kadar birçok şeyi başarmış yirmi dört yaşında bir kadın vardı ve hayatımla ilgili kararları alabilecek güçteydim. Bana çocuk muamelesi yaparak Savcı konusunda bana sorun çıkarırsa buna izin vermeyeceğimin bilincinde. Özel hayatım konusunda benimle herhangi bir tartışmaya girilmeyeceğini bilecek kadar beni iyi tanıyordu.

Bir diğer Avcıya gülümsedim. "Merhaba Süreyya." Bana çekingen gözlerle bakan kıza elimi uzattım. "Seninle de hiç tanışmadık değil mi? Aslında altı ay boyunca Ölüler Diyarında kaldığım sürede kim beni düşünüyorsa onu ve yanındaki kişileri görüyordum. Sıraç sayesinde hepinizi biraz tanıyorum." Utangaç bir şekilde elimi sıkarak iç çekti. "Ama sen neden bu kadar güzelsin?" Bunu söylerken bile renkten renge giren kıza tebessüm ettim. Keşke biraz da talihim güzel olsaydı, değil mi?

Süreyya'dan sonra Kenan'a döndüm. "Abim olmasını istemeyeceğim tek kişisin," dedim Süreyya'ya yaptığı eziyetleri hatırlatarak. Gülerek beni baştan ayağa süzdü ve bana elini uzattı. "Kız kardeşim olmasını istemeyeceğim tek kişisin. Sıraç'ın işi çok zor özellikle sen böyle görünürken." Eğer kardeşi olsaydım etrafımdaki erkekleri nasıl uzak tutacağını düşünüyor olmalıydı.

Kenan'ın elini sıktıktan sonra Soya ile göz göze geldik. Onunla zaten tanışmıştık ama diğerleri bunu bilmiyordu. "Merhaba ben Elzem," deyip ona elimi uzattığımda gülmemek için dudaklarının içini ısırdı. "Bende Soya Gizel," diyerek elimi sıkmıştı. Şimdi inadıma Safir ile de tanıştırmak ister diye hemen elimi çekmiştim. Bu kadına hiç güvenmiyorum.

Ve gözlerim Doğa'yı buldu. Sandalyesinden kalkmış yüzünde gülücükler açarak bana bakıyordu. "Doğa hatun!" Sesim beklemediğim bir heyecanla çıkarken, küçük bir çocuk gibi mutluluktan tepindi. "Sonunda döndün Elzem!" Bana doğru koştuğunda gülerek aramızdaki son adımı da kapattım. "Dönmem için çok fazla ısrar ettin Doğa." Birbirimize sarıldığımızda o kadar mutluydum ki, bunu anlatacak doğru kelimeleri bulamıyorum. Bakarken acı ve kederi bana yaşatmayan tek kişi Doğa'ydı. "Çok özledim." Aynı anda konuşmamız birbirimize daha sıkı sarılmamızı sağlamıştı. Doğa benim sahip olduğum tek arkadaşımdı ve her konuda bana destek olan tek kişiydi. Hizmetçiliğe bile sırf benim için katlanmıştı. Mara ve Itır bana üstünlük taslarken, Doğa yanımda olan ve her türlü zorluğu benimle çeken tek kişiydi. Doğa'nın bendeki yerini anlatamam çünkü benim için çok değerli bir arkadaştı.

"Gömüldüğünü görmüşken ve cenazene katılmışken nasıl böyle canlı kanlı bir şekilde döndün?" Boğuk çıkan sesi yine ağladığını gösteriyordu. "Ya da boşver sonra anlatırsın önemli olan tek parça halinde dönmeyi başarman." Hıçkırdığında tebessüm ederek başımı salladım. Bu kız ağlamak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Tabii bilmiyordu uzaktayken bile daha fazla acı çekmesin diye Asil konusunu hallettiğimi. Doğa yirmi dört yıllık bir mazinin içinde beni üzmeyen tek yakınımdı. İşte bu yüzden bendeki değeri azımsanmayacak kadar büyüktü.

Son olarak Mara ile göz göze gelince, aynı anda yüzümüzü buruşturmamız birkaç kişiyi güldürdü. "Sana da merhaba." Ne sarıldım ne de gülümsedim. Bu kıza karşı olan tutumumdan bir türlü vazgeçemiyordum. Onu sevmek zorunda değilim.

Aynı isteksizlik içinde karşılık verdi. "Merhaba." Sonuçta o da beni sevmek zorunda değildi.

"Efendim." Hemen arkamda bir ses duyunca o tarafa döndüm ve Aker'i karşımda buldum. "Siz ve arkadaşlarınız klan lideri Cihangir'in masasına davetlisiniz." Çocukların yanında bana karşı mesafeli bir tutum sergileyen Aker'e tebessüm ettim. Ben bizimkilere sarılana kadar Cihangir şoktan çıkarak Gazi ve Mihrimah'ın ailelerini masalarına buyur etmişti. Onlarla gelenlere ise farklı masalarda yer vererek her birine servis yapılmasını emretmişti. Azınlıkların laneti adalet olduğu için herkes en küçük sorunda soluğu burada alırken, hazineleri ne durumda merak ediyorum. Bir haftalık düğünde bu kadar insanı doyurmak ve kalacak yer vermek bir hayli masraflı olacaktır.

Hepimiz liderlerin masasına doğru yürüdüğümüzde klan lideri Cihangir ayağa kalktı. "Davetime icabet etmenizden şeref duydum." Masadaki boş yerleri gösterdi. "Oturmaz mısınız?" Öyle de yaptık. Her birimiz kendimize boş bir yer bulup rastgele oturduk. Tesadüfe bak ki karşımda Savcı vardı ve Keng kralı Hazer'de onun yanında oturuyordu. Peki yanımda kim oturuyor dersiniz? Evet, Afra.

Bizler için de servis açılınca Cihangir kutlamaları kaldığı yerden yeniden başlatmıştı. Müziğin yoğunluğu daha ilk dakikada migrenimi tetiklemiş olmalı ki, başımın ağrısı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. "Merak ediyorum bunca zamandır nerelerdeydin?" Ayvaz'ın klan liderime sorduğu soruyla Gazi güldü. "Beni özlemiş olmalısın. En son bıraktığımda hararetli bir ilişkimiz vardı, değil mi?" Duyduğum kadarıyla lanetlenmeden önce her ikisi de birbirine savaş açmaya hazırlanıyordu.

"Öyleydi." Ayvaz kaşlarını fazla anlam içeren bir şekilde yukarı kaldırdı. "Tabii sen kuralların dışına çıkmaya karar verene kadar." Bu da ne demekti şimdi?

"Efendi Gazi'nin bazı kuralları çiğnediğini mi söylüyorsunuz?" Kendi klan liderim hakkında soru sormam masadaki Oyunbazların hoşuna gitmemişti. Lakin Ayvaz'ı güldürdü. "Efendi veya lordum?" Beni taklit etmişti. "Anlaşılan sadece bizlere değil kendi klan liderine bile, 'efendim,' diye hitap edemiyorsun, değil mi?" Benim bir efendim yoktu ve kimse benim efendim olamazdı.

"Köleliğe karşıyım diyelim." Küçük bir açıklama yaparak önüme döndüm ancak Afra'nın sesini duymam uzun sürmedi. "Efendim diye hitap etmek kölelik anlamına gelmez, bir saygı şeklidir."

Başımı sallayarak ona döndüm. "Afra'ydı adınız değil mi?" Gerçek duygularımı gizleyip tebessüm ettim. "Daha önce tanıştırılmadık ben Elzem." Zaten her ikimiz de birbirimizin kim olduğunu çok iyi biliyorduk ama nezaketi elden bırakmadım. "Evliliğinizi kutlarım gelinliğin içinde muhteşem görünüyorsunuz." Bu bir iltifat değildi çünkü gerçekten güzel görünüyordu.

"Teşekkür ederim." Ruhunda bana yönelik nefretini korurken tebessümüme karşılık verdi. "Sizden daha güzel göründüğümü sanmıyorum. Geri dönüşünüzü kalpten kutladığımı bilmenizi isterim." Eminim öyledir.

"Çok incesiniz. Nikah kıyıldı mı? Şimdiden kraliçelik ünvanınızı kutlamalı mıyım?"

"Düğünün son günü nikah kıyılır Araf'ta." İçtenlikle bana bakarken dudaklarında küçük bir tebessüm vardı. "Ve burada ünvanlar sözle kutlanmaz," deyip gözlerime baktı. "Diz çöküp saygılarını sunarlar." Asla yapmayacağım bir şey desene.

"Saygı anlayışımın sizlerle aynı olmaması ne büyük kayıp." Üzülmüş gibi yaparak iç çektim. "O zaman size saygılarımı sunabilirdim."

"Her zaman istisnalar vardır değil mi?"

Başımın ağrısı gittikçe şiddetlenirken Afra'ya bunu yansıtmadan hemen konuyu kapatmalıydım. "Ben kendim başlıca bir istisnayım zaten, o yüzden bende yok." Ona göz kırparak geri önüme döndüm. Saniyeler içinde sahte tebessümünün kaybolduğuna eminim.

Diz çöker miyim yoksa diz çöktürür müyüm bunu zaman gösterecek.

İlk seçenek bana ters olduğuna göre ikinci seçenek favorilerim arasında.

Yağlı yemeklerin hepsinde soğan kullanıldığını görmek tüm iştahımı kaçırmıştı. Yanımda nefret pompalayan Afra'nın ruhunu solumak ise bunun üzerine tuz biber ekliyordu. Masada yiyeceğim bir şeyler ararken gözlerim meyve sepetini buldu. Fakat şöyle bir sorun vardı; hepsi benden çok uzaktı. Meyve sepeti kral Hazer ve Savcı'nın ortasında bir yerdeydi. "Şaka gibi!" Kısık bir sesle isyan ederken çıldırmak üzereydim.

Her ikisinin bakışlarını üzerimde hissediyorum ama korkumdan başımı kaldıramıyorum!

Kendimi cesaretlendirmek adına derin nefes alıp elimi sepetteki meyvelere doğru uzattım fakat yetişemeyince iç çekerek önüme döndüm. Yine aç kaldım değil mi? Tabağımdaki yağlı yemeğe somurtarak bakarken bana doğru uzatılan iki elma gördüm. Başımı kaldırdığımda ise Savcı ve Hazer'in bana elma uzattıklarını gördüm. Her ikisi hoşnutsuz bir şekilde birbirine tersçe bakarak yeniden bana döndüler. Bu da ne demek! Yasak elmayı hangisinin elinden alacağımı merak ediyorlardı. "Neden ben!" Evet, bir sessiz isyan daha dudaklarımdan döküldü.

Sakin ol ve bunu en az hasarla atlatmanın bir yolunu bul derhal!

Savcının uzattığı elmayı alırsam Hazer olay çıkarabilir.

Hazer'in uzattığı elmayı alırsam Savcı bu masayı başıma geçirebilir.

Evet, harika gidiyorum!

"Teşekkür ederim." Yüzüme küçük bir gülümseme kondurup ellerimi onlara doğru uzattım ve aynı anda iki elmayı da aldım.

Hayır Elzem, iki erkeği aynı anda idare ediyormuşsun gibi hissetmeyi bırak.

Elmaları masaya bıraktığım esnada kralın sesini duydum. "Neden yemeklerden yemiyorsun?" Bunu yapma! Beni tanıdığını belli etme!

"Çünkü..." diyen Savcı benim yerime ona cevap verdi. "Elzem hangi şartlarda piştiğini görmediği yemekleri yiyemiyor." Nasıl bir altıncı hissi varsa daha ilk dakikada kıskandı ruhumun özlemi.

"Biliyorum." Hazer'in söyledikleri adeta masada bomba etkisi yaratmıştı. "Onunla daha önce tanıştığımız için yemek alışkanlıklarını az çok biliyorum." Afra başta olmak üzere herkes yemek yemeyi bırakıp gerginlik içinde bize döndü. Panik içinde hemen ayağa kalktım. "Sanırım aç değilim biraz dinlensem iyi olacak." Kaçmaya hazırlandığım esnada, "Otur şuraya!" diyen Savcı ile mecburen kalktığım gibi hızlıca oturdum. Bu adamın üzerimdeki kontrolünden nefret ediyorum!

Yardım ister gibi Sıraç'a dönünce, keyfi yerine gelmiş gibi arkasına yaslanıp olacakları bekliyordu. Anlaşılan Savcı ile olan ilişkimi çoktan öğrenmişti ve iki lanetliye yaşatacağım kıskançlık krizi hoşuna gitmişti! Tabii onlar lanetli ya hepsine ne yapsam ona göre müstahaktı değil mi? Ah daha normal bir abi istiyorum!

"Demek daha önce tanıştınız?" Savcı ölüm sakinliğini kuşanırken ruhunda soluduklarım tam aksini gösteriyordu. "Nerede ve nasıl olduğunu sorabilir miyim?" Herkesin içinde kıskandığını fazla belli ediyordu.

Daha kötü olan ise Hazer'in de ruhunda kıskançlık tohumları filizlenmeye başlamıştı. "Bu konuyla neden bu kadar ilgili olduğunuzu sorabilir miyim?" Çünkü asıldığın kadın onun sevgilisi!

"Öğretmenim!" Hızlıca konuşup başımı salladım. "Savcı hoca benim öğretmenim."

"Öyle mi?" Savcı kaşlarını çatarak elindeki kaşığı usulca masaya bıraktı. "Demek öğretmenin? Hepsi bu mu?" Biri beni bu masadan alsın!

"Değil." Onu kızdırmamak için bunu söylemeye mecbur kaldım.

Bu sefer de kral Hazer kaşlarını yukarı kaldırdı. "Daha fazlası mı var?" Tanrı aşkına ona ne ki!

"Yok." Evet, sırf Hazer olay çıkaracak bir şey yapmasın diye panik halinde bunu söyledim.

Savcı'nın çenesi seğirirken yemin ederim bana bakan gözlerinden ateşler fışkırıyordu. "Demek yok?" Bana bunu yapmayı bıraksınlar artık! Kapana kısılmış hissediyorum.

Kaçış çaresini elmadan bulmuş olmalıyım ki, hemen masadaki elmadan bir ısırık aldım. "Ah ekşi bu!" Elmayı masaya bırakıp ayağa kalktım. "İzninizle mutfaktan daha olgun elmalar var mı diye bakacağım." Savcı ve Hazer'e itiraz şansı tanımadan masadan uzaklaştım. Tanrım ben bittim! Bu bir haftalık düğünde canıma okuyacaklar gibi görünüyor.

Savcı'yı anlarım ama masada gelini varken Hazer nasıl böylesine pervasızca davranır!

Kaleye daha yeni girmişken, "Elzem!!" diye kükreyen Savcı'nın sesini duyunca ağlamak istedim. Peşimden geliyordu! Kimin ne düşüneceğini umursamadı ve hesap sormak için peşimden geliyordu!

Artık ilişkimizi bilmeyenler de öğrenmişti.

Hemen merdivenlere yönelip basamakları aceleyle çıkmaya başladım. "Nereye kaçtığını sanıyorsun kahrolası kadın!" Sekiz aydır beklediğim karşılaşma kıskançlık krizi geçiren bir adam değildi!

Başımı çevirince adeta bastığı yeri yıkarcasına hızlı adımlarla merdivenleri çıktığını gördüm. "Rica ederim bu fevri hareketlerinize bir son verin." Artık merdivenleri koşarak çıkıyordum. "Hiçbir şey düşündüğünüz gibi değil."

"Madem öyle neden kaçıyorsun?"

"Siz böyle saldırganlık gösterirken aksi mümkün değil!"

"Kaçmayı bırak çünkü bana arkamda ne işler karıştırdığını anlatacaksın!"

"Vahşi bir barbara anlatacak hiçbir şeyim yok benim!"

"Söylediklerini tekrar et ve sana neler yapacağımı gör!"

"Ne münasebet! İstediğim her şeyi defalarca söyleyebilirim."

"Sana tekrar et dedim!"

"Ama siz böyle bağırdıkça edemem ki!" Neden dövecekmiş gibi bağırıyor ki bu hiç hoş değil.

Koridoru çıkınca kalede harıl harıl çalışan hizmetçilerin arasında koşarak geçtim. Hepsi elindeki işi bırakmış ve kalenin beylerinden birinin bir kadının peşinden nasıl koştuğunu meraklı gözlerle izliyordu. Rastgele bir odaya daldım ve hemen kapıyı içeriden kilitledim. Sırtımı kapıya yaslayınca nefes nefese kaldığım için elimi göğsüme bastırıp derin bir oh çektim. "Bu kapı beni engeller mi sanıyorsun?" Kapıya sertçe vurulmasıyla ürkerek kapıdan uzaklaştım. Hadi ama her şeyi yanlış anlamıştı!

Canıma okuyacak!

"Açın şunu!" Dışarıdan gelen sesini duyunca hemen masanın arkasına koştum. Kahretsin, Tenebrislilerin ruhunu çağırmıştı çünkü onların enerjisini hissediyorum. Adam kapıyı açmak için parmağını bile kımıldatmayacak kadar keyfinden ödün vermiyor!

Birkaç saniye içinde koskoca kapı menteşelerinden sökülerek içeriye savrulunca afalladım. "Bir Tenebris olmak vardı," diye fısıldadım. Onlar da ki fiziksel güç kimsede yoktu. Ölüleri bile fazla formunda.

İçeriye doğru bir adım atan adamın elleri her iki yanında yumruk olmuştu. Peşimden koştuğu için aldığı sık nefeslerden dolayı göğüs kafesi hareket ediyordu ve omuzları inip kalktıkça ortaya korkutucu bir manzara çıkıyordu. Dişlerini sıktıkça yüz hatları geriliyor kıskançlık ateşi dört bir yanını sarıyordu. Tek kelimeyle çıldırmıştı çünkü tanıdığım o sakinliğiyle bilinen adamdan eser yoktu. "Konuş!" diye beni uyardı odaya girerken. "Ben daha fazla kontrolümü kaybetmeden konuş! Afra'dan intikam almak için onun nişanlısını baştan çıkarmadığını söyle!" Lânet olsun benim de korktuğum tam olarak buydu işte. Olayın iç yüzünü bilmeyen herkes böyle düşünecekti.

"Eğer sakin olup beni dinlerseniz mantıklı bir açıklamam var." Aramızda beni güvenli bölgede tutan bir masa varken masanın diğer tarafında durdu. "Konuş!" Fazla emrivaki bir kelime.

O, bu kadar sinirliyken öfkesini harlamak iyi bir fikir değildi. "İki ay önce Ölüler Diyarından döndüm." İyice sinirleniyordu fakat gerçekleri bir başkasından duymak onu daha fazla incitebilirdi. "İlk kez nehir kenarında onunla karşılaştım ama beni alıkoymak isteyince kaçtım. Daha sonra kasabada karşılaştık ve tüm günü onunla geçirmem için beni zorladı. Akşama kadar birlikte kasabada gezmek dışında bir şey yapmadık. Bu yüzden yemekler ile ilgili olan tutumumu biliyor. Akşam yine kaçtım ve bu akşama kadar onun Afra'nın nişanlısı Keng kralı olduğunu bilmiyordum. Bana kendisini bir kral olarak tanıtmamıştı." Hazer ile yaşadığım her şeyin özeti buydu. Bunu Savcı'ya anlatmayı düşünmüyordum, lakin kral olayları ona farklı şekilde anlatmasın diye bu açıklamayı ondan önce ben yapmalıydım. Tamam, bazı şeyleri eksik anlatmıştım fakat genel olarak yaşadığımız buydu.

Duydukları karşısında öfke dışında yeni bir duygu daha içini sarmaya başlamıştı... Hayal kırıklığı. Çatık kaşlar eşliğinde bana bakarken korktum fakat bana zarar vermesinden dolayı değil, bizi bitirmesinden korktum. "İki ay önce döndün öyle mi?" Ela hareleri belki de ilk kez bana bakarken sıcaklığını yitiriyordu. "Benim sensiz geçirdiğim şu son iki ayda aslında dönmüştün?" Ne yazık ki bu konuda kızmak da haklıydı. Ben olsaydım bende çok incinirdim.

"Takva seni hiçbir yerde bulamadığı için ben endişeden aklımı kaçırırken sen buradaydın, öyle mi? Benimle değil bir başkasıyla birlikteydin!" Bağırarak aramızdaki masayı tutup odanın ortasına doğru fırlattı ve üzerime yürüdü. "Bu bana ihanet Elzem, ihanet!" Beni sarsmak için bile olsa dokunmadı. Bana dokunmak artık içinden gelmiyormuş gibi bakıyordu. "Ben Berrak'a annemin ısrarıyla sadece çiçek bahçesine kadar eşlik etmişken bana sorun çıkaran kadın, bir gün boyunca başka bir erkekle birlikteydi, öyle mi?" Başımı iki yana salladım ama yaptığım şeyin de savunulur bir yanı yoktu ki! Kilitlenmiş bir şekilde tıpkı bir suçlu gibi ağır bir sessizliğin esiri olmuştum. Evet, hatalıydım ama onu aldatmadım.

"İsteseydin günün başında ondan kurtulurdun! Neden biliyor musun?" Üzerime eğildiğinde ruhu neden veda eder gibi bir enerji salgılıyordu. "Çünkü sen Elzem Akay'sın! Benim tanıdığım kadına kimse istemediği bir şeyi zorla yaptıramazdı!" Haklıydı, zaten bu yüzden kendimi savunacak tek kelime edemiyordum çünkü haklıydı! Fakat yanıldığı noktalar vardı. Evet, isteseydim günün başında kurtulurdum lakin Araf cehenneminden sadece tek bir gün uzaklaşmak istemiştim. Kasabada doya doya eğlenmek istemiştim ve bunun Hazer yüzünden bozulmasını istememiştim.

"Ben..."

"Kalmak istedin!" Bağırarak beni susturunca ürkerek sıçradım. "Sen onunla kalmak istedin! Onunla birgün geçirmek istedin bana ihanet ettiğini umursamadan bunu yaptın!" Geriye doğru adımlar atarak benden uzaklaştı. "Ben sözlerini tutmayan bir kadına vuruldum." Geldiğimiz durumla alay edercesine güldü. "Beni aldatan bir kadına değil!" Bizi bitiriyordu değil mi? Hiç yaşanmamış gibi bir kalemde silip atıyordu.

Bana bunu bir kez de o yaşatmazdı değil mi? Tıpkı diğer ilişkilerimde olduğu gibi yine terk edilmezdim değil mi?

"Kaldım ama onun için değildi."

"Yalan söylemeyi kes!" Olaylar benim aleyhime olduğu için kendimi haklı çıkarmamın hiçbir yolu yoktu. "Kaldın çünkü arzuladığın güç için yeni kurbanını bulmuştun!" Düş kırıklığı yaşayarak bana bakıyordu. "Güce olan bu arzun bize zarar verir demiştim." Çok fazla soğuk ve hissiz bakıyordu. O bana hiç böyle bakmazdı ki, şimdi herkese bakar gibi bakıyordu. "Artık istediğini yapmakta özgürsün sadakatsiz bir kadını hayatımda istemiyorum!" Son derece kararlı bir şekilde gözlerime baktı. "Benim şehrime hiç gelmemiş olmanı dilerdim..." Gözlerim dolarak yutkunurken bunları söyledikten hemen sonra çıkıp gitmişti. Evet, yine ve yine terk edilmiştim. Bu lanetim peşimi asla bırakmayacaktı.

Sanırım hayatta ki başarılarımı kendi ilişkilerim de gösteremiyordum.

İlk birkaç dakika beni bıraktığı yerde öylece kalakaldım. "Hiçbir şey olmadı." Derinden sarılırken sarsakça terasa çıktım ve sırtımı duvara yaslayarak oturdum. "Sorun yok, hiçbir şey olmadı." Başımı sallayarak kendimi onayladım. "Acı çekmiyorsun." Gözlerim dolarken dudaklarım titremişti. "Canın yanmıyor ilk kez bunu yaşamıyorsun ki." Ama canım çok yanıyordu çünkü herkes yakmanın bir yolunu buluyordu.

"Haklı çıktığın için mutlu musun anne?" Bir daha ona böyle hitap etmemeye kararlıydım. Kendimi ondan kurtarmaya kararlıydım ama sığınacak kimsem yoktu ki! Ne kadar kaçarsam kaçayım yine kendimi onda buluyordum. "Herkesin beni inciteceğini söyledin ve haklı çıktın. Mutlu musun anne?" Hıçkırırken nemli gözlerimden tek bir damla yaş akmıyordu.

Atlatırım, ben ki neleri atlattım bu da yıkmazdı beni.

Ellerimi soğuk zemine bastırırken eğdiğim başım yüzünden yere damlayan bir damla kanı gördüm. Burnum kanıyordu. "Harika zamanlama." İçim acırken çantamdaki mendili çıkarttım ve burnuma bastırarak güldüm. "Onun şehrine hiç gelmemiş olmamı diledi." Tamam anlamında başımı sallayıp ayağa kalktım. "Ben de giderim onun şehrinden."

Soya ile bu konuyu konuşup en kısa zamanda eve döneceğim.

*****

Pencereden dışarıyı izlerken bugün düğünün ikinci günüydü. Dün akşam Savcı ile olanlardan sonra kahyanın bana tahsis ettiği odada kalmıştım. Kapımı kilitlemiş gelen kimseyi içeri almamıştım. Klan liderleri neler konuştu, insanlar ne tür dedikodular yaptı hiçbirini düşünmeden kendimi odama kilitlemiştim. Bugün buradaki son günüm çünkü günün sonunda kızları da alıp bu cehennemden ayrılacağım. Artık ne Sicim'i almak umurumdaydı ne de buradaki iktidar savaşları. Savcı için çok kolay gözden çıkarılan biri olmuşken, yabancısı olduğum bu topraklar da olanlar benim meselem değildi. Dün gece çok düşünmüştüm, son günlerde yaşadıklarımı çok düşündüm. Neredeyse sabaha kadar uyumayıp bu konuyu düşündüm. Benim buradaki tek amacım çıkışı bulup gitmekti, fakat hangi ara amaçlarım rotasını değiştirmişti? Gitmeyi isterken hangi ara Araf'ı işgal etmeyi arzulamıştım? Saçmalık! İntikamım, bana yapılanlar ve arzuladığım iktidar başlı başına bir saçmalıktan ibaretti! Kendi dünyamın huzurlu dinginliğine dönmek varken buradaki aptalca hırslarımın peşinden koşmayı bırakıyorum.

Başta Savcı olmak üzere Araf'ta ki her şey benim için bitti.

Terk etti beni ya, bu konudaki yaralarımı bildiği hâlde hiç düşünmeden beni terk etti!

"Elzem Akay'ı terk etmek neymiş görecek!" Bu saatten sonra o istese bile artık ben istemiyorum. Uzun yıllar sonra yeniden sevme cesaretini göstermişken bana bunu yapmayacaktı.

"Adi herif!" Söylenerek kapı çarpıp dışarı çıktım. Kalenin içi düğünden dolayı bu kadar kalabalıkken, gördüğüm herkes yanındaki kişiye beni gösterip kısık sesle konuşuyordu. Anlaşılan dün gece Savcı yüksek sesle beni terk ederken bunu duyan hizmetçiler dedikoduyu yaymak için çok beklememişti.

Omuzlarımı dikleştirerek merdivenlerden inmeye başladım. Oldum olası herkes mutlaka benim hakkımda konuştuğu için üzerimdeki acınası bakışları umursamıyorum. "Bir dakika Elzem Hanım." Afra'nın sesini duyunca yüzümdeki bezginliği gizleyip ona doğru döndüm. Hızlı bir şekilde merdivenleri inerek benim yanıma geldi. Bugün omuzları açık altın sarısı bir elbise giymişti ve tesadüfe bak ki benim elbisemin de omuzları açıktı. "Hayırlı sabahlar." Ona başımı salladım. "Günaydın." Eliyle yolu gösterdi. "Sizi daha yakından tanımak isterim. Bahçede küçük bir yürüyüş için bana eşlik eder misiniz?" Gider ayak bakalım canımı sıkacak neler söyleyecekti.

Gülümsedim. "Memnuniyetle." Zaten bir konuda da altta kalsam olmuyordu.

Birlikte kaleden dışarı çıkınca beni arka bahçeye doğru yönlendirdi. "Buraya alıştınız mı?" Dimdik karşısına bakıyordu. "Araf'tan olmayanlar kolay kolay Araf'a uyum sağlayamazlar." Farkındayım.

"Uyum sağlayan asla ben olmam Afra Hanım. Genelde gittiğim yerdekiler bana uyum sağlar." Gülümseyerek temiz havayı içime çektim. "Demek istediğim ben değil Araf bana uyum sağlamalı."

"Peki Araf size uyum sağladı mı?"

"Bir yıldan fazladır buradayım ve hâlâ hayattaysam Araf bana uyum sağlamıştır demektir."

"Her zaman böyle fazla iddialı mı konuşursunuz?"

"Hayat başlı başına bir kumar değil midir? İddia eder, kendi bahsimi koyar ve kazanırım." Bu bir yalan değildi.

"Ama kumarda kaybetmekte vardır değil mi?" Omuzuna attığı şalına sarılırken bana doğru döndü. "Dün gece olanları duydum." Üzülmüş gibi sahte bir ruh haline bürünüp teselli eder gibi omuzuma dokundu. "Savcı'nın sizi o şekilde bırakması doğru değildi. Merak etmeyin bu konuda onunla konuşacağım." Bedenim gerilirken sanırım artık bu yürüyüşün sebebini anlıyorum.

O lânet adam beni herkesin maskarası yaptı!

Ona cevap vermeye hazırlandığım sıralarda yine konuştu. "Yaşadığınız utanç duygusunu anlayabiliyorum." İyi de herhangi bir utanç duygusu yaşamıyorum ki. Terk edilmek neden utanılacak bir şey olsun?

Belki de öyledir ama ben bu konuda uzmanlık belgemi aldığım için utanmayı geride bırakmıştım.

Elini kalbine bastırıp dostane bir şekilde bana bakıyordu. "Her kadın için fazlasıyla onur kırıcı. Ne olursa olsun bu konuda yanınızda olduğumu bilmenizi isterim. Kardeşimin sizi böyle aşağıladığına inanamıyorum." Asıl aşağılamayı şu anda iyilik timsali adı altında kendisi yapıyordu. Savcı yüzünden güne bu kadına 1-0 yenik başlamıştım!

"Desteğiniz için size minnettarım." Tıpkı onun gibi sahte bir tebessümü dudaklarıma kondurdum. "Lütfen nişanlınızı kontrol altında tutun çünkü aynı aşağılanmayı bir kadın olarak sizin de yaşamanızı istemem." Bozulan suratından büyük bir keyif alarak geriye çekildim. "Temiz hava çok iyi geldi bunu daha sık yapalım," deyip onu bırakarak kaleye doğru yürüdüm. Gitmiyorum hiçbir yere! Evet, beni aşağılamak neymiş ona göstermeden hiçbir yere gitmiyorum!

Kendi arandı çünkü benimle bu konuşmayı yapmasaydı çocukları da alıp hemen dönecektim!

*****

Kutlamalar devam ederken kendimi kütüphaneye hapsetmiş kitap okuyordum. Evet, dün olanlardan sonra herkesten kaçtığım bir gerçek, fakat kardeşlerim beni yalnız bırakmamaya kararlıydı. Dördümüz bir masanın etrafında oturarak sessizlik içinde kitap okuyorduk ama aslında hiçbirimiz kitap okumuyordu. "Ama yeter artık!" İlk isyan eden Itır olmuştu. "Daha yeni dönmüşken bu söylentiler kimin umurunda! İstersen konuşan herkesi dövebilirim." Anlaşılan dönüşümden sonra çok hızlı bir şekilde eski haline dönmüştü.

"Hani karışmayayım diyorum ama..." Sıraç elindeki kitabı kapatıp bana baktı. "Hata sende," dedi. "Bir lanetliden başka gönül verecek adam mı bulamadın? Seni terk ettiği için onun canına okuyabilirim." Kendisini tutamayıp güldü. "Yalnız bu ilk kez olmuyor farkında mısın?" Yaramı deşmek zorunda değildi!

"Kıza yüklenmeyi bırak Sıraç." Neyseki Yavuz abim benden yanaydı. "Herkes tarafından terk edilmek onu yeterince üzüyordur zaten." Ağlamak istiyorum!

"İyi yönünden bakalım." Itır kıkırdadı. "En azından kısa bir mesaj atarak onu terk etmedi. İyi ki de burada telefon diye bir şey yok." Üçü gülmeye başlayınca aklımı kaçırmak üzereydim. Kardeş dayanışması dedikleri böyle mi oluyordu?

"Rica ederim bu tatsız konuyu kapatın artık. Gördüğünüz gibi ben çok iyiyim."

"Sorun da bu ya sarışın," dedi Sıraç. "Her zamankinden daha iyi davranıyorsun ve sen genelde acı çektiğinde böyle davranırsın."

"O vakit Elzem tüm hayatı boyunca acı mı çekiyordu?" Yavuz'un kafası karışmıştı. "Çünkü hep böyle davranıyordu."

"Ben ve acı çekmek mi?" Güldüm. "Ne münasebet? Lütfen artık biraz yalnız bırakın beni."

"Çok acı çekiyor değil mi?" Itır beni çıldırtıyordu.

"Öyle görünüyor ama bozmayalım." Acaba Sıraç burada olduğumun farkında mı?

"Belki de ağlamak için yalnız kalmak istiyor? Hadi gidelim de acısını yaşasın." Yavuz'u dövebilirim!

Üçü ayağa kalktıktan sonra Itır sırtımı sıvazladı. "İlk kez terk edilmiyorsun Bayan kontrol delisi, merak etme atlatırsın," deyip kenara çekildi. Beni teselli ettiğini düşünüyor olamazdı değil mi? Bildiğim kadarıyla teselli böyle yapılmıyordu.

"Bu konuda bağışıklığın güçlü sarışın." Sıraç'ın gülüşünü saklamaya çalıştığı halleri beni bitiriyordu. "Çok koymaz sana." Kardeşlerimin hepsi adinin teki!

"Biz gidince doya doya ağlayıp dök içini Elzem'cim." Biri Yavuz'a herkesin onun gibi sulu göz olmadığını söylemeli!

Nihayet üçü kütüphaneden çıkıp gidince oflayarak kafamı masadaki kitaba gömdüm. Alnımı açık kitaba bastırırken tüm gün böyle kalabilirim. "Ağlamakmış! Sanki çok kolay!" Gözlerimi kapatıp kendimi sessizlikten gelen huzurun kollarına bıraktım. Akay kardeşlerin tesellisi ne kadar iyi geldi anlatamam.

Geri dönmem sadece Itır'ı melankolik ruh halinden çıkarmadı aynı zamanda üçünün aralarında ki buzların erimesini sağlamıştı.

Burada her defasında yanan sadece ben oluyordum!

Neredeyse yarım saat boyunca kafamı masaya gömmüş bir şekilde öylece kaldım. Dün akşam hiç uyumadığım için uykunun gazabına uğramaya başlamışken kütüphanenin kapısından gelen sesleri duydum. Sanırım birileri gelmişti. Yarı uykulu bir şekilde başımı kaldırınca kapıdan içeri giren Savcı'yı gördüm. Ben ne kadar gerildiysem o da beni görünce kaskatı bir hâlde öylece kalmıştı. İnsanlarla fazla samimi olmaktan nefret ettiği için anlaşılan kaledeki kalabalıktan kaçıp kütüphaneye gelmişti. "İstenmeyen ot misali." Kısık bir sesle homurdanıp ayağa kalktım. Onun olduğu yerde bir dakika bile durmam artık.

Kimseye beni yenilgi içinde görme şansı vermediğim için omuzlarımı dikleştirip yürümeye başladım. Düz bir şekilde karşıma bakarken yanından geçeceğim esnada yolumu kesmesini beklemiyordum. "Sen az önce bana ot mu dedin?" Demek duymuştu.

"Size bir şey söylemek ne haddime lordum." Önüme gelen saçlarımı elimin tersiyle omuzumun arkasına doğru savurdum. "Bu arada bizi konuk ettikleri için ailenize teşekkürlerimi iletin lütfen." Kenara kayıp gideceğim esnada bu sefer kolumu tutarak beni durdurdu. "Neden kendin iletmiyorsun?" Amacı neydi bu adamın? Dün gece beni kovmaktan beter etmişken bugün konuşmak için bahane arıyor gibiydi.

Anlaşılan tüm gece onun hayatında olmazsam neler hissedeceğini uzun süre düşünüp durmuştu.

Ruhsuz tavrımdan ödün vermeden gözlerimle kolumu tutan elini gösterdim. "Rica ederim kolunuzu derhal çekin bir gören olabilir ve adımın sizinle daha fazla anılmasını istemiyorum." Son söylediklerimle dün gece ki öfkesi yeniden harlanmıştı. "Peki kiminle adın anılsın isterdin? Keng kralıyla mı?"

"Evet veya hayır bunun cevabı sizi ilgilendirmez." Kolumu çekerek ondan kurtuldum. "İzninizle." Kapıya yöneldim lakin kapıyı sertçe içeriden kapatarak çıkmamı engelledi! Evet, bunu gerçekten yaptı! "Ona mı gidiyorsun?" Aklını yitirmiş olmalı!

Terk ettiği kadını kıskanmaya hakkı yoktu!

Ona cevap vermediğimi görünce kaşlarını çattı. "Sana bir soru sordum! Daha dün benden ayrılmışken teselliyi onun kollarında mı arayacaksın!"

"Haddinizi aşıyorsunuz! Benimle bu şekilde konuşma cüretinde bulunamazsınız." Onu kesin bir dille uyarıp kapının önünden çekilmesini bekledim fakat bunu yapmıyordu.

"Demek haddimi aşıyorum? İnan bana daha haddimi aşacak hiçbir şey yapmadım!" Neden şimdi yine üzerime yürüyor bu!

Tam olarak ne yapacağını bilmediğim için geriye doğru adımlar atarken etrafıma bakındım. "Ne o?" dedi alayla. "Seni korkutuyor muyum? Burada benimle yalnız olmak seni korkutuyor mu?" Kendi gibi davranmıyor, daha çok şuurunu yitirmiş biri gibi hareket ediyordu.

"Gitmek istiyorum."

"Sanmıyorum."

"Dışarı çıkmayı talep ediyorum!"

"Reddedildi!" Hiç şaşırmadım!

"Şu anda beni korkutarak psikolojik baskı uyguluyorsunuz. Hemen şimdi buradan çıkarak arkadaşlarımı da alıp kendi dünyama döneceğim!"

"Gerçekten gitmene izin verir miyim sanıyorsun?"

"Beni bırakan sizsiniz!"

"Senden kurtulmak o kadar kolay değil!"

"Bu benim sorunum değil." Omuz silkerek kapıyı kontrol ettiğim esnada, "Aklından bile geçirme!" diye beni uyardı. Buradan çıkmama kolay kolay izin vermeyecek değil mi?

"Bir konuda anlaşalım." Hâlâ deli gibi benim aşkımla yanıp tutuştuğunu görmek keyfimi yerine getirmişti. "Biz artık ayrıldık ve ben istediğim her erkekle birlikte olacak kadar özgür biriyim artık." Gülümseyip gözlerimi kapattım ve bedenim bir elbise gibi yere yığıldı. Hiç vakit kaybetmeden koşarak yanından geçip dışarı çıktım. "Elzem! Buraya gel lânet kadın!" Peşimden gürleyen sesi beni güldürdü, çünkü olayı kavrayana kadar ben çoktan görünmez bir şekilde dışarı çıkmıştım.

Beni terk ettiği güne lanetler yağdıracaktı çünkü ona asla huzur vermeyeceğim.

Ruh formunda duvarın yanında durarak beklemeye başladım. Neyse ki kısa süre sonra kucağında uyuyan bedenimle dışarı çıkmıştı. "Beni çıldırtıyor!" Evet, bir yandan da bana söylenmeyi ihmal etmiyordu. Artık eskisi gibi hayalete dönüşünce beni görmemesi çok iyi bir şeydi.

Savcı bedenimi odama götürürken bende görünmez olmanın keyfini çıkartarak aşağıya indim. "Bu düğün olmayacak! Ne yapacağını anladın mı?" Kralın sesini duyunca ses çıkarmadan sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Az önce düğün olmayacak mı demişti?

Kral ve komutanlarından birini kolonların yanında konuşurken görünce, onları duyacağım bir mesafede durdum. "Anladım majesteleri." Komutanı onun önünde eğilerek yeniden doğruldu. "Derhal komutlarınızı yerine getireceğim," deyip gidince hangi komutlar aldığını merak ettim.

Yalnız kalınca gözleri duvarın yanındaki büyük saksıyı buldu ve saksının içindeki çiçeğe bakıp gülümsedi. "Elzem..." Adımı mı fısıldadı o?

"Demek adın Elzem, peri kızı." Parmakları küçük kırmızı çiçeklerin üzerinde gezindi. "Vazgeçilmez..." Güldü. "Dünya üzerindeki hiçbir kadın adının manasını böylesine yansıtamazdı." Bu adam bir şeyler yapmayı planlıyordu değil mi?

Çiçeklerden birini kopartıp burnuna yaklaştırırken dudakları kıvrıldı. "Hassas, naif ve kırılgan bir peri kızı, fakat bir o kadar cüretkar ve güzel." Merak ediyorum bunu çok sık yapıyor mu? Sürekli beni düşleyip böyle kendi kendine konuşuyor mu?

Aklına her ne geldiyse gülüşü yavaşça solarken çiçeği tutan eli yumruk olmuştu. "Demek kalbin bir başkasında olduğu için beni reddediyordun!" Dün gece Savcı'nın yaptıklarından sonra herkes gibi o da öğrenmişti. "O Koruyucu ile bir geleceğin olmadığını yakında sen de anlayacaksın!" Avuçlarında sıktığı çiçek ölmüştü.

Biri beni terk ederken diğeri sadece kendisine istiyordu. Ne garip bir çelişki ama.

Keng kralı çekip gittiğinde bende gitmek üzereyken bu tarafa doğru gelen Mara ve Dehliz'i gördüm. Az daha kahkaha atacaktım çünkü biri duvarın sağ tarafında yürürken, diğeri sol tarafta yürüyordu ve aralarında beş adım gibi bir boşluk vardı. "Hayır anlamıyorum bu mesafe şart mı?" Mara somurtarak aralarındaki boşluğu gösterdi. "Sana yaklaşmanın meraklısı değilim ama hem peşimi bırakmıyorsun hem de bir aydır aramıza bu kadar mesafe koyuyorsun." Kâhindi lakin gördüklerinin içinde Dehliz'e yapılan kara büyü yoktu anlaşılan.

Dehliz ona doğru dönünce, "Ne?" dedi Mara. "Bana bir şey mi söylemek istiyorsun?" Muzurca sırıttı. "Bunun için elime yazman gerekiyor ve bunun için de bana yaklaşmalısın." Ona doğru bir adım atınca Dehliz duvara doğru bir adım uzaklaştı ve Mara sinirden çığlık attı. "Senin sorunun ne? Ya uzak dur ya da yaklaş ama bu nedir tanrı aşkına!" Bağırarak onu bırakıp merdivenleri çıkınca, peşinden bakan Dehliz iç çekmişti.

"Anlaşılan yine kızıl hatunu kızdırmışsın kardeşim." Aybars kalenin kapısından içeri girerek sinirli bir şekilde giden Mara'yı gösterdi. "Ona gerçekleri söylemelisin. Belki de kara büyüyü bozacak kişidir." Şu anda kafasının üzerinde çanlar çaldığı için Aybars'ı duymamıştı. Çıplak ayaklarla olduğum için ona işkence eden kara büyüyü görebiliyorum.

Aybars elini yukarı kaldırınca ona hayır anlamında başını salladı. Her ikisi bir süre beklediler ve çanlar durunca Dehliz başını evet der gibi salladı. "Bilgeye gerçekleri söylemelisin." İkizi işaret verince Aybars hızlıca konuşmuştu. Sıradaki çanı bekleyip sustu ve Dehliz tekrar işaret verince yine konuştu. "O sana yakın olunca acı çekiyorsun bunun sebebi büyüyü kaldıracak kişi olması olabilir." Tekrar sustu ve otuz saniye sonra tekrar konuş işareti geldi. "Benim hatırım için konuş onunla Dehliz. Yıllardır diğer kardeşlerimizin bile sana zavallı muamelesi yapması beni üzüyor." Tüm konuşmalarını çanların sustuğu o beş saniyelik kısacık süreye sığdırmaya çalışması beni üzdü. Savcı bile Dehliz'e yapılan büyüyü benden öğrenmişken anlaşılan gerçeği sadece ikizine söylemişti.

İki kardeşin bu şartlarda konuşmaya çalışması gerçekten büyük haksızlıktı.

Onlar tek yumurta ikiziydi birinin acısını diğeri hissederken, bunu onlara yapan kadın umarım cehennemde sürünüyordur.

Daha fazla onların özel konuşmalarına kulak misafiri olmak istemediğim için kaleden çıktım. Meliz nereye kaybolmuştu? Kesin yine Sıraç'a yakalanmamak için bir yerlere saklanmıştır. Kutlamalar tüm hızıyla devam ederken bazıları kalenin içinde eğleniyordu bazıları ise bahçede. Zavallı çalışanlar gece gündüz demeden kocaman tepsilerle yemek ve içecek taşıyıp duruyordu. Bahçedeki masalardan birine oturarak sohbet eden Üç Silahşörleri görünce onlara doğru yürüdüm. Masalarının yanında durdum fakat birileri üzerime oturmasın diye boş sandalyeleri kullanmadım. "Şunlara bakın." Asil homurdanarak kendisine içki doldururken diğer masalarda oturan Tenebrislileri gösterdi. "Babam çoktan klana duyurmuş olmalı ki hepsi beni görmezden geliyor." Kendi halkının ona olan soğuk tutumu içerlemesine sebep oluyordu.

"Ne var bunda?" Gediz gülerek diğer Azınlıkları gösterdi. "Benim halkım elli yıldır bana bunu yapıyor ama hiç sorun etmiyorum." Hepsini korkuttuğu için olabilir mi? Hafız ve Asil'den başka yanına kendi ailesini bile yaklaştırmazken diğerlerinin hiç şansı yoktu.

"Sizce klan liderleri ne konuşuyorlar?" Hafız'ın ilgilendiği şey farklıydı. "Dün geceden beri hiçbiri hâlâ toplantı salonundan çıkmadı." Şimdi neden herhangi bir lideri görmediğimi anlıyorum.

"İlgilenmiyorum." Gediz masadaki üzümlerden birini ağzına atarken güldü. "Yalnız şu baş belası Oyunbaz tam bir dehşet. Hatun tek başına Oyunbazları geri getirdi. Ne dersiniz? Hazır Savcı'dan ayrılmışken bir şansımı deneyeyim mi?" Asil ve Hafız ona küfürler yağdırırken az kalsın yüksek sesle gülecektim. İki dakika sululuk yapmadan duramıyordu değil mi?

"Savcı'nın seni cehenneme göndermesini istiyorsan hiç durma. Elzem ile araları kötü olabilir ama onu başka bir erkeğe bırakacağını sanmıyorum." Hafız haklıydı çünkü Savcı az önce bunu kütüphanede çok güzel kanıtlamıştı.

"Günışığı geliyor onun yanında Elzem hakkında konuşmayı bırakın." Asil'in baktığı yere döndüğümüzde gerçekten de Doğa'nın bu tarafa doğru geldiğini gördük. "Bu hatundan hâlâ hoşlanmıyorum," dedi Gediz. "Kafası atınca çok pis çarpıyor." Asil gülerek başını iki yana salladı. "Hak ediyorsun it herif." Bence de.

Doğa masaya yaklaşıp Asil'in yanına oturdu ve daha ilk saniye de Gediz'e tersçe bakınca güldüm. "Anlamıyorum ki bu Kalkanların benimle soru ne? Her biri birbirine tahammül edemiyor ama tek ortak noktaları benden nefret etmek." Neden acaba? Uçan kuşa bile yatağına alacak kadın muamelesi yaptığı için olabilir mi?

"Arkadaşın da döndü." Asil yemesi için onun önüne kendi tabağını koydu. "Hâlâ neden üzgünsün?"

Doğa'nın delici bakışları Gediz'in üzerindeydi. "Çünkü birilerinin kardeşi dün gece benim arkadaşımı çok üzmüş!" Havada ansızın çakan şimşekle Gediz yüz kızartıcı bir küfür savurdu. "Bundan benim ne suçum var hatun? Sırf kardeşim diye beni arada kızartamazsın. Şimşeklerini neden Savcı'ya saklamıyorsun?"

"Bulsam yapacağım herhalde!"

"Sen de onu bulana kadar benimle idare etmeye karar verdin öyle mi? Asil bak sonra bana kızıyorsun, ama ışığınla son zamanlarda fazla ateşli bir ilişkimiz olmaya başladı."

"Düzgün konuşmazsan sana yapacaklarımı anlatmama gerek var mı?"

Gediz her zamanki gibi arkadaşına güldü. "Sürekli seni reddettiğinde yanında ben vardım. Yarın birgün yine aynısını yapınca bu sefer korunaklı kollarımı senin için açmayacağım." Bunları söyleyince Hafız yüksek sesle gülmeye başladı. "Beni utandırıyorsun Azınlık. Demek korunaklı kolların?" Tekrar gülmeye başlayınca bu üçünün konuşmaları her defasında fazla eğlenceli geçiyordu.

"Klan liderin Mihrimah ile tanıştın mı?" Asil'in sorusuna Doğa başını hayır anlamında salladı. "Onunla değil ama bazı Işıktan Gelenler ve Mihrimah'ın oğluyla tanıştım."

Asil'in kadehi dudaklarına yaklaştırdığı eli hareketsiz kaldı. "Tam olarak hangisiyle?" Elindeki kadehi usulca masaya bırakıp Doğa'ya dönmüştü.

"Büyük oğluyla tanışmıştır." Doğa yerine Gediz ona cevap verdi. "Nazım'ın en az benim kadar kötü bir şöhreti olduğunu bilmeyen yok. Kendi üvey kız kardeşiyle bile adı anılmışken Doğa'yı boş bırakmayacağını tahmin etmek zor değil." Bir detaya değinmek ister gibi elini yukarı kaldırıp güldü. "Sanırım benden daha kötü bir şöhreti var çünkü ben öz veya üvey hiçbir akrabama sarkıntılık yapmadım. Amcamın karısını bu konunun dışında tutuyorum." Yengesinden bahsediyor olmalı. On yaşındayken aşık olduğunu düşündüğü ve ölümüyle kadınlara olan tutumunu değiştirdiği o kadından bahsediyor olmalı.

Asil, Nazım ismini duyunca oturduğu yerden sinir küpüne dönüştü, fakat Doğa'yı korkutmamak için bunu gizlemeye çalışıyordu. "Seninle tanışan kişi Nazım mıydı?"

Doğa bilmiyorum dercesine omuz silkti. "Aklım Elzem ile meşgul olduğu için adını hatırlamıyorum, ama beni yakından tanımak istediğini söyledi ve dün gece beni odasına davet etmişti." Asil bunu duyduğu an bedeninde yoğun bir karanlık yayılmaya başladı. Simsiyah dumanlar dört bir yanından yükselirken gözlerinin akı tamamen karanlığın rengini almıştı. Kahretsin, Tenebris gücünün karanlığını kuşandığını ilk kez görüyorum. Elinde sıktığı bakır kupa yamulurken parmaklarının arasında dumanlar çıkıyordu. Büktüğü kupayı sertçe masaya bıraktı ve sandalyesini iterek ayağa fırladı. "Onun işini bitireceğim!" diye bağırdı. Lânet olsun adeta koşarak kaleye doğru gitmişti. Ben, Hafız ve Gediz ise şoka girerek Doğa'ya bakıyorduk. Bu kız az önce ne dedi böyle?

"Sen ciddi misin?" dedi Hafız afallayarak ona bakarken. "Daha yeni klanından kovulan birine az önce ne dedin? Kalede onca insan varken Mihrimah'ın oğluna zarar verirse onu savunacak kimsesi yok Doğa!" İşte ben de bu yüzden Doğa'ya şaşkınca bakıyordum çünkü erkeklere her şey söylenmezdi.

"Yürü Hafız!" Gediz hemen ayağa kalktı. "Bir çılgınlık yapmadan onu durduralım." Arkadaşları koşarak Asil'in peşinden giderken oflayarak aptal ışığa baktım. Bu kız hiç akıllanmıyordu!

"Beni daha yakından tanımak için odasına çağırmışsa ne olmuş yani?" Kafası karışmış bir şekilde olanları anlamaya çalışıyordu. "Neden böyle tepki verdi ki alt tarafı odasına çağırdı..." Bir anda duraksayınca gözlerini irice açtı. "Aman tanrım o anlamda mı odasına çağırdı?" Nihayet az önce söylediği şeylerin ciddiyetini anlayınca, "Ah hayır ya!" dedi ve hemen ayağa kalkıp o da diğerlerinin peşinden koştu. Neden her şeyi bu kadar geç anlıyor ki?

"Harika!" Homurdanarak bedenimi almak için ben de kaleye doğru koştum. Bir an önce bedenime kavuşmalı ve Asil bir delilik yapmadan yanlarına gitmeliyim. "Tek arkadaşımın bu kadar aptal olması hiç adil değil!"

Ayrıca o Meliz hangi cehennemdeydi! Dün gece terk edilmişken şimdiye alay etmek için bile olsa mutlaka karşıma çıkardı!

Başına bir iş gelmiş olabilir mi?

































Evet, bir bölümün daha sonuna geldik. İlk olarak Elzem ve Savcı cephesini konuşalım. Elzem her şeyi ondan öğrensin diye Savcı'ya kralla ilgili olan şeyleri kısaca anlattı. Fakat Savcı tarafından terk edildi bunu bekliyor muydunuz?

Lakin bunların ayrılıkları bile normal değil çünkü Savcı akşam onu terk etmişken ertesi gün Elzem'le yine konuşacak bir şeyler buldu. Sizce de tutarsız hareketler göstermiyor mu? Sanırım Elzem etkisi bu olsa gerek.

İşin trajikomik yanı Savcı farkında olmadan Elzem'in eline büyük bir koz verdi. Çünkü Oyunbaz kızımız terk edilmenin intikamını almak için onu her fırsatta kıskandırmaya kararlı görünüyor.

Sanırım beklediğiniz romantik kavuşma anıyla yakından uzaktan alakası yok, değil mi?

Afra ise ayrı bir olay. Elzem'i Savcı üzerinden vururken yemekte Hazer'in hareketlerini görmezden geliyor. Oysaki aklı başında olan herkes kralın Elzem'e olan ilgisini anlamıştır bence.

Kral Hazer ise Elzem'i bulduktan sonra düğünü iptal etmenin peşine düştü. Tam olarak ne planlıyor olabilir?

Ve Işıktan Gelen saf kızımız Doğa. Daha ilk dakikada farkında olmadan büyük bir olayın pimini çekti. Kız göz göre göre Asil'in başını belaya sokacak yolu ona gösterdi.

SİZDEN GELEN SORULAR!

Şimdi ise sizden gelen sorulara cevap vereceğim. Itır sadece bir Tenebris, yani Meliz gibi hem Muhafız hem de Tenebris değil. Neden mi? Itır Meliz'in biyolojik kızı değil sonuçta o yüzden Meliz'den sadece ölümsüzlük kısmını aldı. Aslında Tenebris olmasının bile Meliz'le bir alakası yok çünkü bu şekilde lanetlenmesi bir tesadüftü. Bu yüzden Meliz'in iblis güçlerine sahip değil.

Kulübede Elzem'e ok atan kişiyi de merak ettiğinizi biliyorum. Yeni bölümde bunu okuyacaksınız ama altında çok basit bir olay var.

Klan liderlerinin nasıl seçildiğini merak edenler var. Hemen bu konuya da değineceğim. Araf'ta liderlik babadan oğula geçer herhangi bir seçimle olmuyor arkadaşlar.

Bugün panomda gördüğüm sorular bunlardı. Ama gözden kaçırdığım sorular için hemen altta bir paragraf açacağım tüm sorularınızı oradan sorabilirsiniz.

Merak ettiğiniz sorular için bu kısma yazın yüzde doksan cevap alma şansınız var.🌺

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

6.8K 742 6
Derin denizlerin en derinlerinde ışıklı bir yol gördü genç kadın. Zihninin kendisine oyun oynadığının farkındaydı ama tek istediği su yüzünde ciğerle...
1.1M 21.2K 25
MAHZEN'İN KARANLIĞINDA KAYBOLMAYA HAZIR OLUN! Devlet adamları tarafından tüm ülkedeki insanların içinde bulunacağı şekilde 'Mahzen' adında bir merkez...
3.6M 299K 82
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
2.9M 14.6K 2
Parlayanların buluşma noktası Facebook grubumuz: Gamze Aydeniz Hikayeleri Instagram hesaplarımız: @gamzeaydenizz @aydenizdongusuu @curetkar_yakut Bir...