MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

6.9M 629K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(45) Küçük Zararsız Yalanlar.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(46) Büyük Sürpriz.

95.2K 9.6K 32.5K
By Maral_Atmc6

"Beni gören gözlerindeki o duyguyu izlemekte varmış..."

Sicim(Kızıl Dağlar)

Kırım yaklaşık iki ay önce bir pusula göndererek Elümhan'dan ayrılmamızı sağlamıştı. Acil bir durum var diye gelmiştik ama bizi kandırmıştı. Herhangi önemli bir gelişme olmamıştı fakat kaledeyken kendimizi açık edeceğimizden korktuğu için bizi geri çağırmıştı. Elümhan'a yeniden dönmek için bir sebebim kalmadığı için bende kendimi klanımdaki çocuklara adamıştım. Asıl mesleğim öğretmenlikti ve bu küçük Oyunbazlar eskiyi yâd etmemde bana yardımcı oluyorlardı. Yıllar önceki büyük katliamda kurtulan 280 çocuk vardı ve çocuk yaşta lanetlendikleri için hep o günde kalmışlardı. Lanetliler yirmili yaşlarının ortasına kadar normal insanlar gibi büyürdü. Ataları o yaşlarda lanetlendiği için yirmi beşine giren herkesin yaşlanması dururdu. Bu çocuklar canavara dönüştüğünde sekiz veya on iki yaşların arasındaydı. Henüz çok küçük oldukları için aradan geçen yıllar insanken sahip oldukları tüm anıları onlara unutturmuştu. İşin garip tarafı parazit olarak geçirdikleri süreci de hatırlamıyorlardı. Onlar için zaman yaratığa dönüştüklerinde durmuştu ve zihinleri silinerek uzun yıllar sonra zamanın akışı yeniden başlamıştı. Konuşmayı bile unutan çocuklara iki aydır bir şeyler öğretmek çok zor lakin bir o kadar da kolaydı. Yaramazlığı bıraktıklarında aslında çok hızlı öğreniyorlardı ama sorun şu ki onlar çocuk ve kolay kolay yaramazlık yapmaktan vazgeçmezlerdi. Tüm günümü sığınakta ki çocuklarla geçirmek dışında bir şey yapmıyordum. Öğrencilerimin içinde Raven'in on yaşındaki küçük oğlu Sümer'de vardı. Evet, Gazi'nin torununa kök söktürdüğüm bir gerçek.

Sığınak fazla sıcak ve boğucuydu belki de yeraltında olduğu için böyledir. Gece çöktüğü için buradaki herkes uyuyordu. Lânet ortadan kalktıktan sonra hepsi için sancılı bir süreç başlamıştı. Canavarlaşan kemiklerin kırılarak düzelmesi ve derilerindeki kalın tabakadan kurtulmak çok sancılı ve zaman isteyen bir süreçti. Neyse ki ben Ölüler Diyarından kurtulmaya çalışırken onlar da tüm bu süreci atlatmayı başarmışlardı. Yine de tamamen düzeldiklerini söyleyemem hâlâ biraz daha zamana ihtiyaçları vardı. Bedenleri eski haline dönmüş olabilir ama fiziksel olarak çok zayıflardı. Yeniden insanlaştıkları bu süreçte yiyeceğe ihtiyaçları vardı ama sığınakta yeteri kadar yiyecek olmuyordu. Eskiden her biri yaratık olduğu için Kırım onları çiğ et ile besliyordu fakat şimdi öyle değillerdi. Sicim işgal altındaydı ve onlar sıcak yemek pişirip yiyemiyorlardı. Onlara ait toprakları denetleyen işgalciler yüzünden sığınakta et bile pişiremiyorlardı. Ya kokusu yukarı gider ve yerleri ifşa olursa? Sırf bu nedenden dolayı lânet kalktığından beri buldukları meyve ve şifalı otları yemek dışında hiç besin kaynakları yoktu. Bu da onları kemikleri sayılan sıska ve acınası insanlar yapıyordu.

Böyle saklanmaya devam ederlerse Koruyuculara gerek kalmadan açlıktan öleceklerdi.

"Hanımım." Üzüm elinde bir tas lapayla yanıma geldi. "Tüm gün elma dışında hiçbir şey yemediniz." Kokusu en az olan şeyleri pişiriyorlardı ve bunun başında pirinç lapası geliyordu.

"Yiyemem onu Üzüm." Sığınaktaki suyu idareli kullandıkları için yemek pişirdikleri kazanı doğru düzgün yıkamıyorlardı. "Yeterince temiz olmayan şeyleri yiyemiyorum." Derin nefes alarak başını salladı. Yemekler konusunda çok seçici olmam buradakileri rahatsız ediyordu. Hayır, bana karşı bir yanlışları yoktu aksine her biri kahraman gözüyle bana bakıyordu. Onları rahatsız eden şey yeterince beslenemediğim için hasta olmamdı.

Elimdeki meşaleyle kendi hücreme girdiğimde Üzüm peşimden gelmişti. Herkesin hücresini bir meşale aydınlatırdı ama benim kaldığım yerde hep beş meşale vardı. Minder şeklindeki kürklerin üzerine oturduğumuzda içeriye Üzüm'ün kardeşi Aker girdi. "Müsade var mı?" Başımı salladığımda o da kendisine küçük hücremde oturacak bir yer bulmuştu. Hücre arkadaşım Meliz hangi cehennemdeydi?

Üçümüz zindanda oturmuş susmak dışında hiçbir şey yapmıyorduk. Üzüm elindeki lapayı karıştırıyordu ve Aker kılıcını parlatıyordu. Ben ise duvardaki meşaleden gözlerimi ayırmıyordum. "Neden karanlıktan bu kadar çok korkuyorsunuz?" Meşaleye uzun süre bakmam Üzüm'ün soru sormasına sebep olmuştu.

"Korkutucu olan karanlık değil Üzüm." Ellerimi şakaklarıma bastırıp ağrıyan başıma masaj yapmaya başladım. "İçinde gizledikleri."

"Peki karanlık sizin için neleri içinde gizliyor?"

"Anıları." Tebessüm ederek ona döndüm. "Anılardan büyük düşman yoktur." Başımdaki ağrı stresten dolayı bugün her zamankinden daha şiddetli varlığını belli edince masaj yapmayı bıraktım. "Ne çok can sıkıcı anılarım var kendimle ilgili ama onlar bile bana keşke dedirtip pişmanlık yaşatamıyor." Geçmişimde bana ait hiç pişmanlık yoktu lakin göz yummak zorunda kaldığım birçok şey vardı.

Aker sessizce bizi dinlerken Üzüm'ün bana yönelik merakı bitmiyordu. "Geçmişiniz nasıldı?" Çok zor bir soruydu bu.

Bir geçmişim olmadı ki benim, benden alındı. Bugünü yaşıyorum ve geleceğimi ben yazacağım.

"Güzeldi." Ona gülümseyerek başımı salladım. "Kendi küçük şatomda emrimde birçok hizmetçim olan bir prensestim. Tüm gün gez toz ve eğlen. Ah o güzel günler şimdi ise zindanlarda sürünüyor asil ruhum." Gösterişli hayatımın karanlık gerçeğini çok iyi gizlemiş olmalıyım ki gülmüştü.

"Siz kadınlar," diyen Aker homurdandı. "Tek düşündüğünüz rahat ve gösterişli bir hayat."

"Ve zengin bir koca." Mara gibi davrandığımda Aker bana tersçe bakarken Üzüm kahkaha atarak, "Ve aşk," diye eklemişti.

"Aşk ve zenginlik mi? Ne yani yoksullara aşık olunmuyor mu?" Aker bunları söyleyerek ikimize düşman gözlerle bakıyordu.

"Ortaokulda beş kişiye aşık olmuştum ve hepsi de yoksuldu." Saçlarımı geriye doğru savurdum. "Hepsi tarafından terk edilen kişi olduğum için bu sefer kendi dengim olan bir zengine aşık oldum ve hâlâ terk edilmedim." Aker'i delirttiğimi bilerek kıkırdadım. "Sanırım parayla saadet olunduğunu deneyimleyerek kanıtlamış bulunuyorum."

"İki adam tanımıştım." Şimdi anlatma sırası Üzüm'deydi. "İkisi de aynı kadına aşıktı."

"O kadın sen miydin?"

Aker gülerek kardeşi yerine bana cevap verdi. "Hayır, Üzüm o iki adama aynı anda aşık olan kişiydi."

"Yani o kadın Üzüm'dü?"

"Anlamıyorsun." Kendisini tutamayıp yüksek sesle gülmeye başladı. "İki adam farklı bir kadına aşıktı ve Üzüm ise o iki adama aşıktı." Durumun absürtlüğü karşısında bende gülmeye başladığımda şimdi sinirlenme sırası Üzüm'deydi. İki kişiye birden aşık olmak büyük başarı.

"Peki sonuç?" diye sorduğumda yine Aker cevap verdi. "Kadın farklı biriyle evlenerek aşıklarını hüsrana uğrattı ve Üzüm ise kısa süre sonra farklı adamlara aşık olmayı başardı. Neyse ki şu anda kimseye aşık değil." Gülüşmelerimiz Üzüm'ün utançtan renkten renge girmesine neden oluyordu.

"En doğrusunu yapmışsın." Gülüyor olmamı yanlış anlamasın diye ona içtenlikle tebessüm ettim. "Birçok kez sevmiş olman seni kötü veya aşağılık biri yapmaz. Sevmek dile kolay ama kalbi yorar. Önemli olan gerçek aşkı bulana kadar denemek." Utanç duygusundan yavaş yavaş kurtulurken söylediklerim ona daha iyi hissettirmişti.

Onu yargılayamam dedim ya sevmek dile kolay ama kalbi yorardı.

Ortaokulda yaşadığım beş başarısız ilişkiden sonra Savcı ile karşılaşana kadar gönül defterini kapatan bir korkaktım. Üzüm bu konuda benden daha cesaretliyken onu yargılayamam.

"Peki sen Aker," dedim gözlerimi kısarak. "Sen hiç aşık oldun mu?"

"Az önce iki adam bir kadına aşıktı demiştim ya, işte ben o kadına vuruldum."

"Yok artık sende mi? Kadın evlendi demiştin?"

"Evlenmesi kötü bir şey değil ki."

"Aşık olduğun kadın evlenmiş neresi iyi bunun?"

Güldü. "Evlendiği kişi benim."

Küçük bir şaşkınlığın ardından gülmeye başladım. "Bu çok iyiydi." Dudaklarımdan çıkan kıkırtıya engel olamadığımda o da benimle gülmüştü. Aker ve Üzüm ile şu iki aydır gerçekleştirdiğimiz gece sohbetlerimiz hep çok neşeli geçiyordu.

"Bu çok can sıkıcı bir durum." Meliz sitem ederek hücreye girdiğinde peşinden Kırım'da gelmişti. "Yarın düğün başlıyor ama Gazi ve diğerlerinden hâlâ ses soluk yok." Bu beni de endişelendiriyordu.

"Vaktinde gelmezlerse ne olacak?" Kırım'ın bana bakmasıyla güldüm. "Beni iyice danışmanın yaptın general." İki aydır her konuda fikrimi alması aslında benim için gurur duyulacak bir şeydi.

"Sizin düğünleriniz bir hafta sürmüyor mu? Düğün yarın başlayacak bir hafta içinde gelirler elbet." Bana daha önce buradaki düğünlerin daha uzun sürdüğünü söyleyen oydu.

"Ya bir haftada da gelmezlerse?" Aker'in söyledikleriyle her birinin yüzüne baktım. Ne kadar da umutsuz ve yenik görünüyorlardı. Hayatları boyunca bir liderden emir alarak yaşayan bu insanlar başsız kalınca çaresizliği kuşanmışlardı. Onlar askerdi ve kendi başına karar vermek yerine emirler doğrultusunda yaşamaya alışmışlardı. Gazi olmayınca her biri çobansız bir sürüye dönüşmüştü.

"Herkesi uyandır general," dedim ayağa kalkarak. "Bu sığınaktaki herkesi nehir kenarına bekliyorum. En yaşlısından en gencine kadar herkesi topla!" dedim ve dışarı çıktım. Bu işi ele almamın zamanı gelmişti.

Gazi yoksa ne olmuş, ben hâlâ buradayım!

*****

Yaklaşık iki saat sonra Kızıl Dağlardaki sığınaklarda saklanan tüm Oyunbazlar nehir kenarına toplanmıştı. Hepsi gecenin bir vakti neden uykularından uyanıp buraya geldiklerini sorguluyordu. Bir kasaba dolusu insanı sığınaklara nasıl sığdırmışız hayret ederek izliyorum. Üstelik bu insanlar sadece Kızıl Dağlardaki zindanlarda olanlardı ve Sicim'deki sığınaklarda kim bilir bunun kaç katı vardı. Hepsi kendi aralarında konuşup neler olduğunu sorguluyordu. Böylesine kalabalık bir nüfusu dışarı çıkartmam büyük riskti. Özellikle karanlıkta her birinin elinde yanan meşaleler dikkat çekebilirdi. Benim elimde bile bir tane varken varlığımız birileri tarafından her an görülebilirdi. Bu yüzden hemen işimi halledip yeniden sığınağa dönmelerini sağlamalıydım. Herkes beni rahatlıkla görsün diye büyük bir kayanın üzerine çıkarak aşağıdaki insanlara baktım. "Lütfen herkes sussun ve beni dinlesin," dedim ama hâlâ yanındakilerle konuşan sevgili halkım beni duymadı.

"Birkaç dakika sessiz olabilir misiniz?" Yine kimse beni ciddiye almamıştı. Kırım gülmemeye çalışarak taşların üzerine atladı ve yanıma çıkarak onlara döndü. "Herkes buraya baksın!" Gür bir sesle konuşunca susan insanlar sonunda bize dönünce ben homurdanırken Kırım sırıtarak eliyle onları gösterdi. "Senindir." Şaka mı yapıyordu! Ben hepsini lanetten kurtardım ama bu nankörler beni görmezden gelirken klan liderlerinin oğlu diye ona itaat ediyorlardı.

"Öncelikle bir konuda anlaşalım yanımdaki bu adam yıllarca sizi koruyup beslediyse bende lanetinizi kaldırdım. Aynı saygıyı istemek hakkım!" diye sitem ettiğimde kalabalıktan yükselen kıkırtı sesleri bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Sizi buraya toplamamın sebebi..." demiştim ki, "Canı sıkıldı ve patronluk taslayacak birilerini aradı," diyen Kırım ile kahretsin ki tekrar gülüşmeler çoğaldı.

"Gördüğünüz gibi generalimiz bu gece pek şakacı. Her neyse konuya gelirsek..."

"Bence kimse bir hatunun konuşmasını dinlemek istemiyordur. Değil mi beyler?" Erkeklerden yükselen seslerle yanımdaki adi herifi öldürebilirim! Bilerek benimle uğraşıyordu!

"Bu gecenin sonunda soluğu hatunlarınızın koynunda alacakken kesin şu saçma erkek egemenliği." Şimdi ise kadınlardan bana yönelik destekleyen sesler çoğalmıştı.

"Bu kadının arsız olduğunu düşünen bir ben miyim?" diye sordu Kırım. "Kadınlarımıza kötü örnek oluyor." Gittikçe sabrım tükeniyor haberi yok!

"Kötü örnek dediğin kadın buradaki herkesi kurtardı general." Omuzlarımı dikleştirip saçlarımı savurdum. "Rica ederim araya girip durmayın."

"Size demiştim buraya üstünlük taslamak için sizi topladı."

"Sabrımı zorluyorsun ama." Yüzümdeki sahte tebessümü koruyup dişlerimin arasında konuştuğumda güldü. "Farkındayım." O vakit ne halt etmeye beni deli ediyordu!

"Bunu yapmaya devam edeceksin değil mi?" Muzurluk akan gözleri evet dercesine bakınca başımı salladım. "Benim dünyamda kadınlar nasıl geziyor bilmek ister misiniz?" Kalabalığa dönerek elbisemin bağcıklarını çözmeye başladığımda, Kırım küfürler savurarak hemen beni durdurdu. "Konuşman bitene kadar tek kelime etmeyeceğim!" deyince uzun zamandır kalabalığı böyle neşe içinde gülerken görmemiştim. Generalle olan atışmalarımız ve ona geri adım attırmam hoşlarına gitmişti.

Buradaki erkekler çok garip. Soyunmaya kalkışınca seni senden daha çok düşündükleri için hemen pes ediyorlardı.

Kırım bana kızgın gözlerle bakmaya devam ederken keyfim yerine geldiği için bir adım öne çıktım. "Lütfen beni ciddiyet içinde dinleyin. Gazi ve diğerleri hâlâ dönmediği için hepinizin tedirgin olduğunu biliyorum." Tanrıya şükürler olsun ki sonunda eğlenmeyi bırakıp tüm dikkatlerini bana verdiler.

"Yarın için bir planım var ama anlatmadan önce size biraz kendimden ve geldiğim topraklardan bahsetmek istiyorum." Her ne kadar aynı klandan olsak da ben onlar için farklı bir dünyadan gelen bir yabancıydım. Laneti kaldırmam bir işe yaramaz çünkü saygılarını kazanmak istiyorsam beni tanımalılardı.

"Benim ülkemin adı Türkiye." İç çekmeden duramadım. Hani derler ya bülbülü altın kafese koysan illa da vatanım der, işte benimkisi de o hesaptı. "Ne ülkem ne de içindeki insanlarımın kolay bir hayatı olmadı. Bayrağım rengini şehitlerimizin kanıyla almıştır. O bayrağı indirmek isteyen niceleri çıktı ama öyle bir ulustan geliyorum ki, yedisinden yetmişine kadar bir avuç toprağını vermektense, Ya İstiklal Ya Ölüm diyenlerle dolu. Biz Türkler bir kavgaya girerken alacağımız darbeyi düşünmeyiz, bir ordu dolusu adamın içine dalar ne kadar vurursam yanıma kar kalır diyecek kadar deliyiz. Kadınımız erkeğimiz ve gencimiz yaşlımız son nefesine kadar savaşmayı iyi bilir. Bizler Fatih'in torunlarıyız, 'Onlar boğazı zincirleyecek kadar zekiyse, biz de gemileri karadan yürütecek kadar deliyiz,' diyen birinin izinden yürüyoruz." Bunların hiçbiri yalan değildi çünkü Türklerin deli olduğunu herkes bilirdi.

"Bunları size niye mi anlatıyorum? Çünkü şimdi gemileri karadan yürütme sırası bizde. Gazi yok değil mi? Ve sizler de daha fazla aç susuz saklanarak yaşamak istemiyorsunuz değil mi?" Susup nefes alarak onlara baktım. "O vakit gidip Sicim'i alalım! Beni tanımadığınızı biliyorum ve benim önderliğimde hayatlarınızı tehlikeye atmaktan korkuyorsunuz. Size geldiğim yeri ve insanlarımı anlattım ve bende o insanlardan biriyim. Sizden istediğim birkaç şey var eğer onları yaparsanız yemin ederim ki hiç kan dökmeden ve Gazi olmadan Sicim'i alırız. Diğer sığınaktaki Oyunbazlarla değil, Gazi ve Işıktan Gelenlerin yardımıyla değil. Sadece ben, general ve sizlerle Sicim'i alırız!" Evet, bunu yapabilirim. Bana gereken desteği ve yardımı sağladıklarında bu mümkün.

Hepsi soluğunu tutarak susunca bu onları korkuttuğu kadar heyecanlandırmıştı da. "Nasıl?" diye bağırdı içlerinden biri. "Buradaki sayımız binden az ve çoğu yaşlılardan ve çocuklardan oluşuyor. Nasıl alacağız?"

"Farkındayım," dedim. "Henüz savaşacak durumda değiliz ve bunun için de savaşmadan almalıyız."

"Peki bu nasıl olacak?" Kırım nihayet ciddiyeti takındığına göre bu onun da ilgisini çekmişti.

"Hiçbiri henüz bizi görmedi!" Bağırarak kalabalığa sesimi duyururken aynı zamanda Kırım'a da cevap vermiş oldum. "Ne kadar zayıf olduğumuzu biz biliyoruz ama onlar bilmiyor. Bizler Oyunbazlarız aldatmacalar bizim işimiz. İçinizden fiziksel olarak en güçlü iki yüz adama ihtiyacım var. Hepsi en iyi şekilde zırhlarla kuşatılmalı ve atlara sahip olmalı. General Kırım bir lider gibi giyinmeli ve ben de danışmanı olarak yanında yer almalıyım. Yanımıza yirmi hizmetçi ve sahip olduğumuz tüm altınları alacağız. Bir haftalık düğünde etrafa saçtığımız tüm paralar onlara bizde daha fazlası olduğunu düşündürecek. Zırhlı askerlerimiz diğer tüm Oyunbazların da öyle güçlü olduğunu düşündürecek. Düğünde ki tüm yarışmalara ben ve Kırım katılacağız ve hepsini kazanarak onları kendi sahalarında yeneceğiz. Bir hafta boyunca biz Oyunbazlardan söz ettireceğiz. Zaten sadece benim dönmem bile Araf'ta büyük yankı yaratacaktır. Genç lider babasının tahtını devralarak yanında bir Aykırıyla geri dönüyor, bu bile günlerce konuşulacak. Bir hafta boyunca mümkün olduğunca çok göz boyayacağız. Bir haftanın sonunda blöf yaparak Ayvaz'ı köşeye sıkıştırıp bize Sicim'i kendi elleriyle vermesini sağlayacağız." Basit gibi görünebilirdi ama oldukça riskli bir plandı.

"Koruyucuların lideri Sicim'i savaşmadan bize vermeye yanaşmaz!" diye bağırdı farklı biri.

"Onu tuzağa düşüreceğiz!" diyerek sesimi yükselttim. "Keng kralı da Sicim'i istiyor ve Ayvaz ile Keng kralı Hazer'i karşı karşıya getireceğim. Ayvaz hem Keng şehriyle hem de Oyunbazlarla savaşa girecek kadar aptal biri değil. Kral Hazer gerçek niyetini ona doğrudan söyleyecek ve ona savaş açacak. Hazer'den hemen sonra Kırım devreye girecek ve Ayvaz'a üç gün içinde Sicim'den geri çekilmezse Oyunbazların saldırıya geçeceğini söyleyerek blöf yapacak. Keng kralı düğünden hemen sonra Sicim'e saldırmaya hazırlanırken Ayvaz Sicim'i bize verecek. Neden mi? Çünkü onların yerine Oyunbazların Keng şehriyle savaşıp her iki tarafın kayıp vermesini isteyecek. Böylelikle her iki taraf zayıflarken Ayvaz hiç zorlanmadan Sicim'i ikinci kez feth edebilir." Doğru stratejilerle ilerlersek planım kusursuz bir şekilde bize Sicim'i verebilirdi.

"Keng ile savaşa girecek güçte değiliz!" Bu insanlar beni çıldırtıyordu! Ne söylesem mutlaka içlerinden biri bağırarak itiraz ediyordu.

"Keng ile savaşa girmeyeceğiz Ayvaz öyle düşünecek!" diye bağırdım. "Tanrı aşkına siz beni hiç dinlemiyor musunuz? Kral Hazer Koruyuculara savaş açmayacak Ayvaz öyle düşünecek!" Kralın bedenini alıp Ayvaz'ı tehdit edebilirim ve kral Hazer düğün telaşında olduğu için benim yaptığım konuşmayı hatırlamayacaktı.

"Peki bu nasıl olacak?"

"Bu kısmı ben halledeceğim." Henüz Kırım bile bedenleri çaldığımı bilmezken bunu onlara söyleyemem.

"Bize bunun nasıl olacağını söylemedin!"

"Az önce söyledim ya nasıl olacağını!" Sinirden bir ayağımı sertçe yere vurarak bağırdım. "Bana sadece iki yüz asker temin edin ve köşenize çekilip Sicim'i nasıl aldığımı izleyin tembel insanlar!"

"Bize tembel dedi!"

"Tanrım çıldıracağım!" Sinir krizleri geçirerek çığlık attığımda, ağaçların arasında gür bir kahkaha yankılandı ve onu takip eden farklı bir kahkaha daha. Hepimiz atışmayı bırakıp sesin geldiği yöne doğru dönünce, davetsiz misafirlerimizin olduğunu anladık.

Koruyuculara yakalandık diye soluğumuzu tutarak beklemeye başladık. Erkeklerin elleri kılıçlarına doğru giderken, kadınların meşale tutan elleri titriyordu. Yanan meşaleler yüzünden bizim olduğumuz kısım aydınlıktı ama gelenler gölgedeydi. Birçok adım sesi duyuyorduk ve gittikçe yaklaşıyorlardı. Kırım kılıcını çekti ve bileğimi tutup beni arkasına çektiği esnada, "Küçük melezimize çok fazla yükleniyorsunuz," diyen bir erkek sesi duyduk ve insanlar, "Efendim!" diye bağırıp hemen diz çökmüştü. Bu gelen Gazi miydi?

Soluğumu tutarak beklemeye başladım ve bir süre sonra gelenlerin hepsi karanlığın içinden çıkarak aydınlığa doğru yürümüştü. İnsanlar saygıyla onların önünde eğilip gelenlere yol verirken kalabalığı yararak bize yaklaştılar. Ben ve Kırım'ın üzerinde durduğu büyük kayanın önünde durdular. Her biri başını yukarı kaldırıp bize bakınca, Kırım ve ben şaşkınlıktan tepki veremiyorduk. En öndeki yaşlı adam güldü. "Ne düşünüyorsun Sare? Oğlum babasına yüksekten bakıyor ve kılıcını çekmiş bir hâlde melez kızı benden korumak istercesine arkasına saklamış." Bu sözlerde ciddi değildi çünkü şaşkınlıktan donup kaldığımızı iyi biliyordu.

"Bir zamanlar sende böyle değil miydin Gazi?" Yanındaki kadının söyledikleriyle tebessüm ederek başını salladı. "Az önce şahit olduklarımdan sonra diyebilirim ki çocuklar çok hızlı büyüyor." Yeniden başını kaldırıp bize baktı ve güldü. "Siz ikiniz aşağıya inmeyi düşünüyor musunuz?" Kendimize geldiğimizde neden olmasın.

Hadi telefonunuz yok anladık, ama insan dönüşünü bir güvercinle bildirir değil mi?

Kırım ile hafif öksürerek kendimize çeki düzen verdik. Kırım aşağıya atladı ve bana doğru kollarını uzattı. Ona doğru eğildiğimde belimi tutarak beni yere doğru indirince, Sare denilen kadının dudaklarında manidar bir gülümseme oluşmuştu. Karşımızda elli kişilik bir grup vardı ve Kırım yumruğunu göğsüne bastırarak onlara selam verdi. Aynı şekilde dizlerimi bükerek ben de selam vermiştim. Kırım tam konuşmaya hazırlanıyordu ki, Sare Hanım beni gösterdi. "Önce bizi tanıştır ki kafası daha fazla karışmasın." Onunla aynı fikirdeyim çünkü henüz onların kim olduğunu bilmiyorum.

Kırım başını sallayarak en öndeki yaşlı adamı gösterdi. "Babam Gazi Taruz." Evet, nihayet klan liderim ile tanışma fırsatı buldum ve evet az önce bizimle dalga geçen kişinin ta kendisiydi. Altmış yaşların ortasında olduğu çok açık ama tıpkı liderlerin içinde Asil'in babası Abraham gibi iri ve güçlü bir fiziği vardı. Uzun boyluydu ve yıkılmaz bir duruşu vardı. İlerleyen yaşına rağmen gür saçları vardı ve siyahlarının içinde tek tük aklara sahipti. Saçlarını arkaya doğru taradığı için sert yüz çizgileri daha belirgindi. Üzerindeki pardesü gibi uzun bir ceketle ve belindeki kemerde göze çarpan kılıcıyla o canavar hâlinden eser yoktu. Gözlerinin elası bir çocuğun haylazlığıyla bana bakarken, onu incelediğimi gördüğü için gizlediği enerjisini özgür bıraktı. Ruhunda fışkıran yoğun güç ile hayran olmuş bir şekilde iç çektiğimde yanındaki kadın kıkırdadı. "Benim yanımda bile rahat duramıyorsun değil mi?" Ona beni göstererek çapkınca gülümsedi. "Böylesine bir güzelliği her erkek etkilemek ister hatun." Bunları söylerken ruhunda bana karşı bir arzu yoktu. Aksine şakacı bir mizahla söylediği için ne ben huzursuz oldum ne de yanındaki kadın.

"Annem Sare," dedi Kırım o kadını göstererek. Gazi'nin eşiydi değil mi? Kocasından nereden bakarsan bak yirmi yaş daha genç gösteriyordu, fakat genç göstermesine rağmen kocasının heybetli görünüşünün yanında sönük kalıyordu. Uzun boyluydu ama fazla zayıftı belki de tıpkı buradakiler gibi insana dönüşünce yeterince beslenemedi. Kestane rengini anımsatan uzun saçlarını küçük örgüler yaparak tüm örgüleri at kuyruğu şeklinde toplamıştı. Kaşık kadar bir yüzü vardı ama kahverengi gözleri fazlasıyla sevgi dolu bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerindeki sevginin daha büyüğünü ruhunda soluyordum. İncecik dudakları bana içten bir şekilde tebessüm ediyordu ve tebessümü büyüdükçe dudaklarının çevresindeki kırışıklıklar belirginleşiyordu. Öyle ahım şahım bir görünüşü yoktu ama bana olan sıcak bakışlarından mı bilmem ona bakarken çirkin birini görmüyordum. Bir liderin karısı olmasına rağmen oldukça sıradan giyinmişti. Düz kahverengi uzun bir elbise ve omuzlarına attığı basit bir şal hepsi bu.

"O kadar uzun zamandır seni bekliyorduk ki." Bir adım öne çıkarak nemli gözlerle elini uzatıp yüzüme dokundu. "Teşekkür ederim Elzem, yıllarca bir yaratığın içinde kısılıp kaldım ve bir anne olarak oğlumun çırpınışlarını izlemek hiç kolay değildi. Çoğumuz olanları anlıyorduk ama bir insan gibi tepki veremiyorduk." Yanaklarından süzülen yaşları umursamadı. "Bir şifacının Araf'a gelişini duymak bizim bayramımız olmuştu, ama korkuyorduk da. Sahip olduğumuz tüm şifacılar yaratığa dönüşmüştü ve farklı bir dünyadan gelen bir şifacı bizi umursamaz diye çok korkuyorduk." Kendimi onların yerine koyduğumda boğazımda oluşan düğüm yutkunmama izin vermedi. "Teşekkür ederim," dedi bana sımsıkı sarılarak. "Halkımı kurtardığın için ve hâlâ yaşadığın için çok teşekkür ederim." Kahretsin böyle duygusal anlarda ne yapacağımı bilmediğim için kilitlenip kalıyordum. Genelde etrafımdaki herkesle mesafeli bir ilişkim olduğu için kolay kolay kimse bana sarılıp ağlamazdı.

"Lütfen böyle yapmayın beni mahcup ediyorsunuz. Bu ilginize layık değilim çünkü yaptığım şeyler sadece diğerlerinden intikam almak içindi. Bencilce isteklerim sizin kurtuluşunuza sebep oldu, yani düşündüğünüz kadar iyi biri değilim." Ona karşı dürüst oldum ya da bana olan sıcak davranışlarına son vermek için fazla açık sözlü davrandım. Öz kardeşim olan Itır'a bile onu sevdiğimi söylerken zorlanırken, insanlarla sıcak ilişkiler kuramıyordum. Özellikle bir anneyi kandırıp kendimi iyilik meleği gibi gösteremezdim.

Tebessüm ederek benden ayrıldı. "Buradaki tek Oyunbaz sen değilsin ve duyguların ruhlara yansımasını sadece sen solumuyorsun," deyip bana göz kırpınca çıkarcı ruhumda tam olarak neler soludu bilmiyorum. Üstelik ona gerçek niyetimi açık açık anlatmışken.

"Abim Raven." Kırım tanıştırmaya devam edince Sare Hanım'ın sol tarafındaki genç adamı gördüm. Abisinin çok yediğini söyleyen Kırım haklıymış çünkü karşımda en az Ayvaz'ın sağ kolu Ceza kadar bir dev vardı. Buradaki herkesten daha uzun ve iriydi. Abartısız söylüyorum kafam kadar şişkin kasları vardı. Neyse ki sıkı bir bedene sahip olduğu için yedikleri ona sarkık bir göbek olarak dönmek yerine sıkı göğüs kasları olarak dönmüştü. Kırım'ın ondan daha yakışıklı olduğunu söyleyebilirim çünkü Raven'in dolgun bir yüzü vardı ve çekik gözleri yüzünde küçücük kalıyordu. Güldüğünde kısılan gözlerinin daha da kaybolduğuna eminim. Kırım'ın aksine sakallarını uzatmayı seviyor olmalı ki sakalları göğsüne kadar uzundu. "Merhaba," dediğinde ona tebessüm ettim. "Merhaba ve üzgünüm." Laneti kaldıracağım gün az da olsa onun ruhuyla beslenmiştim. "Hissetmediğim bir acı yüzünden benden özür dileme." Dudaklarını hiç oynatmamışken son söylediklerini zihnimde duyunca gülerek başımı salladım. O da bir Aykırıydı ve yeteneği Doğa'nın yeteneğine benziyordu. Tek fark Doğa boyutlar arası iletişim kurarken Raven sadece yakınındakilere sesini duyurabiliyordu. Evet, şu iki ayda farklı bir Aykırıyı merak ettiğim için Kırım bana Raven'in yeteneği hakkında gereken bilgiyi vermişti.

"Raven'in eşi Gazel." Kırım bu sefer de bana abisinin yanında küçücük kalan bir kadını göstermişti. Oğulları Sümer annesinin elini tutarken kadın ve kocası görünüş olarak çok uyumsuzdu. Raven bir devi andırırken Gazel narin ve ufak tefek bir şeydi. Çenesinin hizasında kestirdiği kumral saçları ona bir kadının çekiciliğini katarken, uzun kirpiklerinin sardığı bal sarısı gözleri bile fazla kışkıtıcıydı. Kalp şeklindeki dolgun dudaklar ve uzun boynunu süsleyen inci kolye. Turkuaz ipek elbisenin içindeki bu kadının cüretkar gerdanı ve kıvrımlı kadınsı hatları tam puan alırdı. Raven gibi bir dev onu terk koluyla sarsa hiç güç uygulamadan tüm kemiklerini çok rahat kırardı. Sürekli Raven ve ona bakıp kıyaslama yaptığımı anlamış olmalı ki kıkırdadı. "Merak etme," deyip kocasını işaret etti. "Bu koca adam göründüğünden daha insancıl olduğu için şu zamana kadar tek parça halinde kalmayı başardım." Bana yaklaşarak kimse duymasın diye dudaklarını kulağımın yakınına getirdi. "Tabii bazı anlar da bir ölümsüz olmak en büyük şansım oluyor." Savcı sayesinde edindiğim lânet deneyim neyden bahsettiğini anlamamı sağladı. Kahretsin şimdi bana bunu niye hatırlattı ki! Nasıl olsa öleceğim diye tüm gemileri yakmıştım! Ah çok utanıyorum!

Taruz ailesi bu kadarıyla sınırlı değildi çünkü diğer elli kişi onların akrabasıydı. Kırım her birini bana tek tek tanıştırdıktan sonra daha fazla dikkat çekmemek için hep birlikte sığınaklara geri dönmüştük. Benim topladığım Oyunbazlar uyumak için hücrelerine çekilmişti. Biz ise Gazi'nin hücresinde oturuyorduk. Hücrenin başındaki yerini alıp bize bakıyordu çünkü neler olduğunu merak ettiğimizi biliyordu. "Işıktan Gelenleri buldunuz mu efendim?" Tıpkı Asil gibi Kırım'da babasına herkesin içinde baba diye hitap etmiyordu. Oysaki hücrede sadece ailesi ve üç yoldaşı vardı. Onlar da beni ilk kez buraya getiren Aker, Üzüm ve yaşlı katip Hızır vardı. Tabii ben ve Meliz'i de unutmamak gerek.

"Biraz zamanımızı aldı ama bulduk evlat," dedi oğluna cevap vererek. "Neyse ki Mihrimah'ın nerede olacağını tahmin ediyordum. Araf'ın dışına çıkmak uzun bir yolculuktu ve tüm Işık halkının taşınmasına yardım etmek günlerimizi aldı. Koskoca klandan oluşan bir kervanı sağ salim yeniden Araf'a getirip Lut'a yerleştirmek hiç kolay olmadı." Şu iki ayda aralıksız oradan oraya yolculuk yapmış olmalı ki gerçekten yorulmuş gibi görünüyordu. Neyse ki Doğa'nın klanı yeniden Lut'a taşınmıştı.

"Peki onlar neden sizinle gelmedi?" Meliz'in sorusu onu güldürdü. "Tüm Lut klanının düğüne gitmesini beklediğin çok açık ama bu bizi gülünç duruma düşürürdü. Dönüşümüzü duyurmak için Oyunbazlar ve Işıktan Gelenlerin hepsiyle düğüne gitmemize gerek yok Meliz. İki klanın liderleri aileleri ve yakın dostlarıyla Elümhan'a gidince zaten herkes iki kayıp ırkın yeniden döndüğünü anlayacaktır." Haklı olabilirdi çünkü baskın yapar gibi onca insanla gitsek orada onları sığdıracak yer bulamayıp komik duruma düşeriz. Ama dediği gibi iki aile gidersek hem dönüşümüzü duyururuz hem de Azınlık klan lideri Cihangir bizi daha iyi kalede konuk edebilir. İki lideri kovacak kadar düşüncesiz biri olmadığı için davetsiz misafirlerini ağırlamaktan başka şansı yoktu.

"Ama lider Mihrimah ve ailesi burada değil," dedi Meliz. Bu kadın gerçekten fazla sabırsız ve meraklı.

"Bir klanın taşınması oldukça zahmetli Meliz." Sare Hanım ona cevap vermişti. "Uzun zamandır yaşadıkları bir yerden göç etmek halkı oldukça huzursuz etti. Mihrimah hâlâ onları yatıştırıyor. Yarın erken saatlerde Elümhan'a doğru yola çıkacağız ve Mihrimah ile kasabada buluşup öyle kaleye geçeceğiz." Bu iyiydi ama üzerimdeki bu eski şeylerle nasıl düğüne giderim ki? Orada Afra'dan daha güzel olmalıyım fakat yanımda hiç yeni kıyafetim yoktu.

"Sen neden hiç konuşmuyorsun?" Gazi'nin bunu bana sormasıyla hepsinin gözleri beni bulmuştu. "Oysaki nehir kenarında oldukça konuşkandın." Aslında en başından beri oradaydılar ve tüm konuşmaları duydular değil mi?

"Karakteri bu," dedi Meliz. "İlk kez tanıştığı kişilerin yanında fazla suskun olur. Susar ve etrafındaki insanları izleyerek onları tanımaya çalışır. Kanı ısındıysa onlarla mesafeli bir ilişki kurar, ama nefret ettiyse onlarla oldukça samimi olur. Bunun en büyük kanıtı ben ve elmalar. İkimizden de nefret ediyor ama son zamanlarda en çok gördüğü kişi benim ve en çok yediği şey elmalar. Evet, garip ve anlaşılmaz biri olduğu doğru." İki dakikada tüm özgeçmişimi ortaya döken kadının ağzına bir tane çarpasım vardı.

"Bu onu garip göstermez." Gazi, bir şey hoşuna gitmiş gibi güldü. "Normalin de dışında bir zekası olduğunu gösterir. Çok az kişi hasmını yakınında tutabilecek sabrı ve stratejiyi uygulayabilir. Daha ölümsüzlüğü bile bu kadar tazeyken bir fâni olarak ve en önemlisi bir Aykırı olarak tüm bu insanların içinde nasıl hayatta kaldı sanıyorsun?" Başını kaldırıp doğrudan gözlerimin içine baktı. "Klanımda olman benim için gurur kaynağı."

"Meliz abarttığı için beni yanlış değerlendiriyorsunuz lordum. Elmayı sevdiğim için yiyorum ve Meliz ile olan ilişkimiz karşılıklı çıkarlara dayandığı için birbirimize tahammül ediyoruz." Kendi hakkımda küçük bir düzeltme yaparak bir nevi kendimi pasif gibi göstermeye çalıştım. Bu mütevazilikten kaynaklanmıyordu çünkü karşımdaki kişinin beni tanımasını geciktiriyordum.

"Peki Aykırı yeteneğin nedir?" diye sorunca Meliz yine konuşacaktı ki kolunu tutarak ona engel oldum. "Kendi hakkımdaki şeyleri ifade edecek yaştayım Meliz." Ona bakarken dudaklarımdaki tebessüm yerini koruyor olabilir ama çaktırmadan tırnaklarımı koluna geçirince somurtarak susmuştu. "Lanetleri ve büyüleri hem şekliyle hem de rengiyle görebiliyorum," diyerek Gazi'ye küçük bir açıklama yaptım.

"Hepsi bu mu?" Başımı sallayarak onayladım. "Evet, aynı zamanda tüm o büyüleri de emebiliyorum. Bunun dışında henüz ortaya çıkan farklı bir yeteneğim yok." Ruh formuna dönüşüp istediğim her bedeni çaldığımı söylemedim çünkü benim en sağlam yeteneğim buydu.

"Planım hakkında ne düşünüyorsunuz? Hiç kan dökmeden Sicim'i alabiliriz." Tüm konuşmaları duyduğuna göre planımı değerlendirebilirdi.

"Çok uğraştırır ve oldukça tehlikeli," dedi.

"Aslında sadece beni uğraştırır."

"İşte bu yüzden olmaz," diyerek kabul etmedi. "Klanımdaki herkes ailemin bir parçası evlat ve tüm yükü tek bir kişinin omuzuna yükleyemem." Kırım ve bana bakarak derin bir nefes aldı. "Siz ikiniz klana fazlasıyla yardım ettiniz Sicim'i yeniden aldığımızda mükâfatlandıralacaksınız." Meliz'e döndü. "Sende öyle."

"Ben ödül istemiyorum." Evet, bunu söyleyen bendim. "Mevkii talep ediyorum."

"Elzem!"

"Lütfen sus artık Meliz." Onu ikinci defa susturarak Gazi'ye döndüm. "Sicim ve Keng'i birbirinden ayıran sınırdaki üç köyü istiyorum. Her köyü koruması için iki yüz asker istiyorum ve bu üç köyün generali olarak atanmak istiyorum. Bana verdiğiniz bu üç köyde tam yetkim olacak ve bir ferman yazarak Meliz'in artık Oyunbazların bir parçası olduğunu herkese duyuracaksınız. Bu isteğimi kabul etmeniz mümkün mü?" Bunları söylediğimde herkesten küçük çaplı bir afallama belirmişti. Üç köyün generali olursam kendime ait küçük bir ordum olabilir.

"Üç köy mü?" dedi Raven. "Bunun mümkünü yok."

"Mümkün." Kırım ise bana destek çıktı. "Sınırdaki üç köy sürekli Keng şehrinin tehdidinde olduğu için orada yaşam daha az. Hasat yapılamıyor ve eskiden beri o köylerde sürekli göç yapılıyor. Elzem'in istediği topraklar Sicim'deki en pasif topraklar. Ona vermekle bir şey kaybetmeyiz sonuçta üç köyün generali olsa bile o ve köyler efendimizin emri altında. Herhangi bir sorun olacağını sanmıyorum." Şimdilik öyle düşünebilirler ama benim sınırdaki köyler ve bana verilecek askerlerle ilgili farklı planlarım vardı.

"Bunu düşüneceğim." Tam da tahmin ettiğim gibi Gazi etraflıca düşünüp bir karar vermeden köyleri hemen bana vermezdi.

"Peki Meliz için istediğim taleplerime ne olacak? Bu bekleyemez lordum." Benim isteklerim büyük olduğu için düşünmek için zaman isteyebilirdi ama Meliz için istediğim şeyler basit şeylerdi.

"Arkadaşın için olan talebin kabul edildi." Meliz'e bakıp tebessüm etti. "Sicim'i geri aldığımızda Araf'taki herkese bir fermanla Oyunbazlar'ın himayesi altında olduğunu duyuracağım." Meliz gülümserken ben itiraz ettim. "Oyunbazların himayesi altında değil lordum, fermanda Oyunbazlarla aynı haklara sahip olduğu ve artık onların bir parçası olduğu yazılmalı." Sürekli sorun çıkardığımı düşünen aptal kadın bana tersçe bakıyor olabilirdi, ama ben burada onu sığıntı yapmak yerine ona eşit haklar vermek için uğraşıyordum.

"Sıkı pazarlık yapıyorsun değil mi?" Gazi gülerek başını salladı. "Pekala öyle olsun."

"Teşekkür ederim." Ayağa kalkarak ona ve ailesine selam verdim. "Yol yorgunu olmalısınız ben ve Meliz sizi daha fazla meşgul etmeyelim." Gözlerimle kapıyı gösterdiğimde Meliz isteksizce peşimden geldi. Onunla aynı hücreyi paylaşırken başka şansı da yoktu.

Bizim hücremiz en uç noktada kaldığı için beş dakika yürüdükten sonra kendi hücremize girmiştik. "Senin sorunun ne?" Bana kızmak için fazla beklememişti. "O senin klan liderin ve isteklerin fazla abartılı." Küçük düşündüğü için zaten bunca yıldır liderlerin elinde oyuncak olmadı mı?

"Benim sorunum ne biliyor musun? Beni evimden Yurdumdan eden birine yuva vermeye çalışıyorum!" dediğimde yutkunarak susmuştu.

"Otur Meliz, biraz konuşalım." Yerdeki minderin üzerine oturduğumda karşımdaki yerini almıştı. "Bazı insanlar lep demeden leplebinin ana vatanını bilir." Elimle onu gösterdim. "Ama bazı insanlar leplebinin üretildiği yerde yaşadığını bile anlamayacak kadar aptal olurlar. O yüzden ilk ve son kez sana şimdi bazı şeyleri tane tane anlatacağım." Onu aptal yerine koyduğum için surat asması umurumda değil. Testi kırıldıktan sonra akıl veren çok olurdu. Ben her şeyi önceden söyleyerek hata yapma lüksünü en aza indirmek istiyorum.

"Ayvaz'da seni himayesine almıştı peki sonra ne oldu? Koruyucular'dan kovuldun değil mi? Ondan önce de Tenebrisliler seni himayesine almıştı ve Abraham tarafından klandan kovulmuştun. Peki Gazi'nin aynı şeyleri sana yapmayacağının bir garantisi var mı? O ferman benim istediğim şekilde yazılırsa seni himayesi altına aldığı bir sığıntı yapamaz. Ben senin garanti belgenim aptal kadın ve beni yıkmadıkça seni yıkamazlar. O yüzden bu gece olduğu gibi ben konuşurken araya girme ve en önemlisi nasıl biri olduğumu Kırım'a bile anlatma." Benim hakkımda Meliz'den daha fazla kimse bir şey bilmiyordu ve bildiklerini en yakınına bile anlatmamalıydı. Sahip olduğu tek teminatı bendim ama bu kadın beni nasıl kullanacağını bilmiyordu.

"Nefret ettiğin ve sevdiğin şeylere karşı olan tutumundan bahsettim diye mi bozuldun? Onlar çok sıradan bilgilerdi Elzem." Ah tanrım bu kadın beni anlamıyordu! Kendimi daha açık nasıl ifade edebilirim bilmiyorum!

"O sıradan bilgiler Gazi'ye zeki ve stratejik biri olduğumu düşündürttü Meliz."

"Ne var bunda? Tüm Oyunbazlar zaten çok zeki değil mi?"

"Ama hiçbiri klan lideri kadar zeki değildir, değil mi aptal İblis?"

Sonunda ne demek istediğimi anlamış olmalı ki gözlerini irice büyüttü. "Aman tanrım seni bir tehdit olarak görme ihtimali olduğunu mu söylüyorsun?" Aklı olan herkes beni bir tehdit olarak görmeliydi, benim gayem bunu geciktirmekti.

"Böyle bir ihtimal var o yüzden benimle ilgili her şeyi sadece kendine sakla."

"Sen ve can sıkıcı ihtimallerin." Benden usanmış gibi bakıyordu. "Bitip tükenmeyen ihtimallerin kimseye güvenmemeni sağlıyor Elzem. Neden arada birilerine güvenmeyi denemiyorsun?"

"Ben kendime bile güvenmem hangi güvenden bahsediyorsun? Aykırı olduğumu öğrendikten sonra öz kardeşim bile beni sırtımdan vurmuşken sence körü körüne klanıma güvenebilir miyim? Aynı kandan geldiğim kişi bana ihanet etmişken aynı ırktan geldiklerim neden yapmasın?" Bu hayatta gözüm kapalı güvendiğim kimse yoktu. Zaten bu tür şeyleri hayatıma kolay kolay almadığım için kimse beni yıkamıyordu. Itır ile olan şeyler insanlara olan son inancımı da yıkıp bitirmişti.

O günü hatırladıkça hâlâ ara ara sızlar içim.

"Bana ihanet etme Meliz." Çok istesem de sesimdeki burukluğu gizleyemedim. "Karşıma geç yarala, hatta öldür ama sakın sırtımdan vurma." Bir ihaneti daha kaldıracak ne gücüm kalmıştı ne de takatim.

Güldü. "Merak etme benim veya bir başkasının ihaneti Itır kadar canını yakmaz." Doğru öldürmezdi ama ağır yara verirdi.

"Kendi iyiliğin için bunu yapmamanı tavsiye ederim." Uykum geldiği için uzanarak gözlerimi kapattım. "Çünkü beni kaybedersin ve beni kaybeden biri her şeyini kaybetmiş demektir."

"Bugün hiç çekilmiyorsun Elzem." Homurdanarak o da yere uzandı. "Gerçi doğuştan çekilmez birisin."

"Benim planım kusursuzdu." İyice uyku bastırdığı için esnedim. "Ama Gazi planımı uygulamama izin vermeyecek."

"Çünkü adam senden daha bilgili ve ileri görüşlü. Daha önce hiç savaşa katılmadın Elzem, o hayır diyorsa eminim ki senin gözden kaçırdığın birçok tehlikeyi görmüştür." Haklı olabilirdi ama ben yaptığım planda hiç açık bulamadım. Belki de her konuda kendime olan güvenim verdiğim kararlardaki eksikleri görmemi engelliyordur.

"Kabul etmemesinin altında bir ihtimal daha olabilir aslında."

"Beni gerçekten sinir ediyorsun Elzem. Kendi kafanda kurduğun saçma ihtimallere inanıyorsun. Rezil ve riskli bir plan olduğu için kabul etmedi. Kendini bu kadar büyük görmeyi bırak artık."

"Çünkü fazla küçük düşünen bir beynin var aptal! Daha fazla sinirlerimi bozmadan uyu artık." Düşündüğü gibi kendimi fazla büyük görmüyordum, ama yaptığım kusursuz planı kabul etmemekte ki sebeplerini de kurcalamadan duramıyorum.

Kimse bana inanmıyor ama bana gereken şeyleri temin ettiklerinde planladığım şekilde Sicim'i alırdım!

Bir bıraksalar dünyayı feth edecek biriyim ama illa birileri yoluma taş koysun!

"Madem Gazi B planımı baltaladı bende C planını devreye sokarım."

"Ne? C planı mı? Onu hangi ara buldun?"

"Her konuda A'dan sonra yedek olarak Z'ye kadar plan ürettiğimi söylememek benim hatam, affedersin."

"Senden gerçekten nefret ediyorum, ama en çokta kafanın içinde taşıdığın o lânet beyninden! Biz bu işe karışmayacağız ve her şeyi Gazi halledecek anladın mı?"

"Tamam, öyle olsun ben karışmıyorum asabi İblis."

"Söz ver bana, hiçbir şeye karışmayacaksın?"

"Söz verirsem kesin karışırım beni bilirsin."

"Of Elzem, of!"

Çok fazla bağırıyor bu kadın. Biri ona kulaklarımda herhangi bir sorun olmadığını söylemeli.

*****

Sabah ilk gün ışıklarıyla hepimiz hazırlanmıştık ve Elümhan'a doğru yola çıkacaktık. Elümhan, Sicim'den çok uzak olduğu için şimdi yola çıkarsak planlandığımız gibi öğle saatlerinde orada olurduk. Şafakla birlikte kalkıp Meliz'i peşimden nehire kadar sürüklemiştim. Her ikimiz de bir güzel yıkanmıştık fakat düğünde giyecek hiç yeni kıyafetimiz olmadığı için aynı şeyleri giyindik. Ölüler Diyarında döndüğümde aldığım beyaz elbiseyi iki aydır sürekli yıkayıp ıslak bir şekilde geri giyiyordum. Hava sıcak olduğu için üzerimde çok hızlı kuruyordu. Neyseki saçlarım için kasabada aldığım tarak hâlâ çantamda olduğu için saçlarımı bir düzene koyabiliyordum. Temiz ve düzenliydik ama eski kıyafetlerin içinde bu bir işe yaramıyordu. Sığınağın koridorunda yola çıkmak için Kırım'ı bekliyorduk çünkü nereye gittiyse hâlâ ortada yoktu. "Sabah uyandığımda yerinde olmadığını gördüm." Annesi Sare Hanım endileliydi. "Nereye gitmiş olabilir?" Bugüne özel giydiği kırmızı elbisesi ona çok yakışmıştı. Kadife kumaştan gösterişsiz bir elbiseydi ama taşlı boyun detayı hoşuma gitmişti.

Raven'in eşi Gazel'e baktığımda onun da benzer bir renkte olan ateş kızılı bir elbise giydiğini gördüm. Kısa kollu elbisesi o kadar kabarıktı ki, elbisenin altına kafesli korse giydiğine eminim. Kadınların aksine erkekler her zamanki gibi giyinmişti ve bu konuda kadınlarla yarışamazlardı. Bizi bekleyen yüz asker en güçlülerden seçilmiş ve zırhlarla kuşatılmıştı. Bu askerler bir nevi her liderin etrafında olan korumaları oluyordu. Çünkü daha önce gördüğüm tüm liderler yüze yakın askerle seyahat ediyordu. Ormanın çeşitli yerlerindeki mağaralarda sakladığımız atların sayısı kadar asker seçilmişti. Omuzumda çantam ve elimde pelerinim sabırsızca Kırım'ı bekliyordum. Çok erken uyandığımız için çoğu kişi hâlâ hücrede uyurken, bu adam sığınaktan gece mi çıktı yoksa sabah mı bilmiyorum.

"General döndü efendim." Bir askerin koşarak bizden tarafa gelmesiyle Raven'in oğlu Sümer'i alıp yürümeye başladık. Umarım bu sığınağa son gelişim olurdu.

İki saat sonra.

Nefes nefese kendimi çıkışa attığımda bacaklarımda derman kalmamıştı. "Girişi ayrı dert çıkışı ayrı. Neden labirent gibi olmak zorunda ki?" Dakikalardır yerin altında dön, yürü, çık ve in derken canım çıkmıştı. Tanrıya şükürler olsun nihayet çıkmayı başarmıştık.

"Elbisem!" Gazel yeraltındaki engebeli yol yüzünden elbisesinin tülünü yırttığı için aralıksız aynı şeyleri söylüyordu. "Heba oldu."

"Daha basit bir şey giyebilirdin." Raven ona yaklaşıp tülün yırtılan kısmını tutarak yukarı çekti ve iyice yırttı. Altta kalın astarı olduğu için görülen hiçbir yeri yoktu. "Terzi böyle dikti zannederler." Oğlunu kucağına alıp mağaradan çıkınca, Gazel çıldırmış bir şekilde daha kötü bir hâle gelen elbisesine bakıyordu. "Bu mağara adamıyla evlenirken aklım neredeydi!" Söylenerek kocasının peşinden çıktı. Elbisesinin toz toprak olan eteklerinden bahsetmek bile istemiyorum.

Sığınaktan çıkıp dağdan inmek hiç kolay olmadı ama nihayet hepimiz düz alana çıkmayı başarmıştık. Yüze yakın atlı asker tüm görkemiyle bizi beklerken içlerinden Kırım da vardı. "Gelmeniz çok uzun sürdü." Sanki sığınağa giden dolambaçlı yolu bilmiyormuş gibi böyle konuşması yok mu çıldırma sebebim.

"Sen neredeydin?" Gazi'nin sorusuna, "Kasabada küçük bir işim vardı," diye cevapladı. Herkes atlara binerken Kırım, ben ve Meliz'e yaklaşarak iki atı gösterdi. "O atlara binin." Bu konuşmayı yapmak onu uğraştırıyor olmalı ki hafif öksürdü. "Sizin için giyecek bir şeyler aldım atın heybesinde. Neden bu işi kendiniz halletmiyorsunuz ki! Bir generalin kadın kıyafeti aldığı nereden görülmüş. Bunu bir yerden duyarsam ölümlerden ölüm beğenin!" Kimse duymasın diye sessizce bizi azarlayıp çekip giden adamın arkasında öylece bakıyorduk.

"O utandı mı?" Meliz kıkırdayarak başını salladı. "Bizi ölümle tehdit ettiğine göre evet." Gülerek atlarımıza doğru yürüdük. Kırım'ın erkenden yollara düşüp bizim için kıyafet alması bence çok tatlı bir hareketti.

Kasabaya girmeden hemen önce mola verip üzerimizi değiştirebiliriz. Böylelikle elbiselerimiz Gazel'in elbisesi gibi harap olmazdı.

*****

Elümhan (Azınlıkların klanı)

"Daha bitmedi mi?" Kırım'ın sabırsız sesiyle gizlendiğimiz büyük kayanın arkasında giyinmeye çalışıyorduk. Üzerimi değiştirmek istediğimi söyleyince Gazi atları durdurmuştu. Şimdi ise Kırım bize gözcülük yaparken herkesten uzaklaştığımız bu noktada giyiniyorduk.

"Benim elbisem neden bu kadar açık renkli! Ben bir Tenebrisim ve siyahtan başka bir renk giymekten hoşlanmıyorum!" Meliz isyan ederek bana sırtını dönünce elbisesinin fermuarını çektim.

"Peki benimki neden bu kadar koyu renkli? Meliz ne kadar karanlıksa ben o kadar aydınlığım onun elbisesini bana almalıydın." Evet, isyan eden bir diğer kişi bendim.

Kayanın diğer tarafında Kırım'ın öfkeli sesini duyduk. "Ben ne anlarım hatunların kıyafetinden? Minnet edeceğinize hâlâ nankörlük ediyorsunuz!" Bizi azarlamaya devam ederken işimiz bittiği için gizlendiğimiz yerden çıktık. Başını kaldırıp Meliz'i görünce hayran olmak ve çıldırmak arasında gidip geldi. Ceketini çıkartıp Meliz'in üzerine fırlattı. "Git çıkar şunu." Anlaşılan aldığı kıyafeti göz ucuyla bile incelememişti.

"Sen aldın bana bunu farkında mısın?" Meliz elbisenin eteklerini tutarak kendi etrafında döndü. "Güzel olmamış mı?" Güzel olmasına güzeldi de pek buradaki kadınların giyeceği türden değildi. Açık pastel tonlarındaydı ve tam da benim tarzımdı. Kalın tülden oluşan çiçekli bir elbiseydi. Aslında elbisede herhangi bir sorun yoktu fakat üst kısmı tülden oluşuyordu. Göğüsleri dahil ön tarafı abartısız çiçek desenleriyle dolu olduğu için göze çarpan bir şey yoktu. Lakin sırt kısmı sadece tülden oluştuğu için bu küçük detay Kırımın hoşuna gitmemişti. İnce belini saran ipek kemerden sonra elbise genişliyordu. Sert tülden eteği yere kadar uzanarak çiçekten desenleri içinde barındırıyordu ve elbisenin ipek astarı elbiseye farklı bir zerafet katıyordu. Şahsen ben çok beğendim bence Kırım'da çok beğendi ama sırt kısmından dolayı sorun çıkarıyordu.


"Terziye bana hazır dikili iki elbise ver dedim ve beden ölçünüzü tarif ettim." Yürüyüp çıkardığımız kıyafetlerin içinde Meliz'in siyah pelerini alıp ona yaklaştı. "Ne verdiğine bakmadım." Pelerini Meliz'in omuzlarına bırakıp öndeki kurdelesini bağladı. "Böyle daha güzel oldu." Kendince sırt kısmındaki dekolteyi kapatmıştı uyanık.

"Elbiseyle çok uyumsuz bu." Meliz pelerini çıkarmaya çalışınca, "Onu çıkarırsan tüm gün istesem de değmez gözlerim sana," diyen Kırım ile duraksadı. "Sana hep yüzüm dönük olursa sorun olmaz." Zaten böyle bir fikirde ancak bu kadından çıkardı.

"Peki sırtın kime dönük olacak?" Kırım sinirlice konuşunca güldü. "Çocukluk yapıyorsun diyeceğim de sen zaten çocuksun. Sana ne sırtımdan?" Al işte yine başladı.

"Bende kabahat ki seni düşünüp bu lânet şeyi aldım!" Kırım onun eski kıyafetini alıp uzattı. "Al giy kendi elbiseni. Üzerindeki şey fazla genç işi ve sen onu giyemeyecek kadar yaşlısın!" Bu ikisi sinirlerimi bozuyordu.

Meliz onun uzattığı elbiseyi sertçe çekip aldı. "Annen seni doğururken yardım çağırmak yaptığım en büyük hataydı! Bıraksaydım da ölü doğursaydı seni!" Asıl çocukluğu şu anda kendisi yapıyordu.

"Daha el kadar bebektim o zaman, ben mi dedim git yardım çağır diye!" Haklı.

"Hayatımda gördüğüm en çirkin bebektin işte!" Şimdi öyle değil ama.

"Şunu söylemeyi kes artık! Senden daha büyük gösteriyorum şimdi git çıkar şu elbiseyi!"

"Bunu bana almadın mı?"

"Evet."

"Çıkarmıyorum o vakit!" Meliz eski elbisesini onun yüzüne fırlatıp gidince, elindeki elbiseye bakıp güldü. "Pelerin hâlâ üzerinde." Ciddi miydi? Kadını deli etti ve tek düşündüğü bu mu?

Benim hâlâ yerimde durduğumu görünce kaşlarını yukarı kaldırdı. "Sen ne bekliyorsun?" Araf'taki erkeklerin genelinde nefret ediyorum!

"Birkaç iltifat fena olmazdı hani." Kendi etrafımda dönerek ona küçük bir gösteri yaptım. "Nasıl olmuşum?" Başını iki yana sallayarak sesli güldü. "İnanılmazsın." Bunu elbiseye değil iltifat beklememe söylemişti!

Meliz'e göre benim elbisem daha sadeydi. Koyu mavi rengini sevmiştim aslında ama en çok omuzlarının açık olması hoşuma gitmişti. Öyle göğüs dekoltesi verecek kadar çok açık değildi omuz kısmı ama bu küçük dekolteyi bile özlemiştim. Uzun, dantelli kolları çok zarifti. Elbise bedenime uymuştu özellikle bel kısmı tam olmuştu. Belime kadar daracık olan elbise, belden sonrasında genişliyordu. Beyaz ve küçük taşlarla süslenmiş hoş bir kemeri vardı. En sevdiğim detayı ise elbisenin renginin gece mavisi olmasıydı. Bizzat kendi seçtiğim bir elbise olmamasına rağmen beğenmiştim aslında. "Sence bu elbiseyle Savcı'nın aklını başından alabilir miyim?" Etkilemek istediğim tek kişiye doğru giderken heyecanım gittikçe artıyordu.


Baştan ayağa beni izlerken dudakları kıvrıldı. "Güzel elbiselere gerek duymadan da herkesi kolayca etkileyeceğini iyi biliyorsun." Evet biliyorum ama benim istediğim sadece Savcı'yı büyülemekti.

Çıkardığım kıyafetleri çantama koydum ve pelerinimi takarak Kırım'ı takip ettim. Kırmızı başlıklı kız gibi bir süre daha gezebilirim düğüne gidince belki orada pelerini çıkarırdım. Mola verdiğimiz yere geldiğimizde ayağım bir taşa takılınca, Kırım kolumu tutarak düşmemi engelledi. "Teşekkür ederim." Ona gülümseyerek başımı kaldırınca Sare Hanım'ın tebessüm ederek ben ve Kırım'a baktığını gördüm. Ah şu anneler her boyutta aynıydı.

"Annen bizi çok pis yakıştırıyor general." Kısık bir sesle sesimi ona duyurup yanında yürümeye devam ettim. "Bu Meliz'in kulağına giderse ikimiz için mezar kazma işi senin," dediğimde güldü. "Annem beni güzel bulduğu her kadınla yakıştırır ama merak etme Sicim'deki mezarlıkların manzarası çok güzeldir. Kalacağımız yer için oldukça seçici davranacağım."

"Doğa manzaralı olsun lütfen."

"Ve uzun süre güneşe maruz kalmamalı."

"Nehir kenarı nasıl?"

"Sen bu işten anlıyorsun." İkimiz de gülerek atlarımıza yöneldik. Sare Hanım bize böyle bakmaya devam ederse yakında gerçekten bir mezarımız olacaktı.

*****

Elümhan'ın sınırları içine girdiğimizde klanın dört bir yanı Çin Seddi gibi büyük duvarlarla çevrili olduğu için klana açılan devasa kapının önünde durduk. En önde bizler vardık ve arkamızda bize eşlik eden yüz atlı asker. Haliyle kapıyı koruyan muhafızlar şaşkındı. Hepimizin Oyunbaz enerjisi açıktı ve uzun yıllar sonra bu kadar çok Oyunbazı ilk kez karşılarında görüyorlardı. Bizim sayımıza çok diyorlarsa bir de sığınaktakileri görsünler. "Tam vaktinde gelmişiz." Kapının önünde dururken arkamızda duyduğumuz sese doğru döndüm ve bize yaklaşmakta olan Işık halkını gördüm. Vay canına bu müthişti...

En önde atını süren kadını takip eden atlıların sayısı en az bizimki kadar vardı. Bize yaklaştılar ama ne onlar ne biz acelemiz olduğu için atlardan inmedik. Liderler karşılıklı durup birbirine içten bir şekilde selam verdikten sonra aynı şeyi aileler de yapmıştı. Ben ise onlardan biraz uzakta durarak hepsini izliyordum. Lut halkı kesinlikle giyim tarzıyla hayranlığımı kazanmışlardı. Askerlerin hepsi kavruk tenli ve çelikten yapılmış gibi güçlüydü. Erkek askerlerin üzerinde sadece pantolon vardı. Evet, pantolon dışında hiçbir şey yoktu ve güneşte yanan kaslı bedenleri yok artık dedirten türdendi. Onların klanı Araf'ta güneşi en yoğun alan topraklardaydı. Lut çölün ortasındayken halkının tıpkı Mısırlılar gibi yarı çıplak giyindiğini daha önce duymuştum. Onların giyim tarzı bu olduğu için kimse onları yadırgamıyordu ama ben gecelikle gezmeye kalkışsam söylemediklerini bırakmazlardı. Kadınları bile yarım atlet gibi kısacık bir üst giyip göbeğini açmışken, ben neden mini etekli bir dünyadan çıkıp geldim ve burada rahibe oldum!

Askılı bir tişört ve mini şortla gezdiğim günleri içim yanarak arıyorum!

Her iki aile kendi aralarında kısa bir sohbet yaptıktan sonra lider Mihrimah'ın gözleri birini arar gibiydi. "Şu herkesin dilinde olan melezini nereye sakladın Gazi?" Namım Araf'ın dört bir yanına yayılmışken bir ordum olmaması büyük kayıp.

"Orada." Gazi beni göstererek gülümsedi. "Şu ana kadar fazla sessiz biri oysaki fazla sivri dilli biri olduğunu duymuştum." O söylentileri çıkaranlar sakın karşıma çıkmasın! Sivri dilli olmak ve tatlı dille insanlara ters köşe yaptırmak arasında çok fark vardı!

"Yerinde konuşmayı seven biriyim diyelim." Küçük bir açıklama yaparak onlara doğru atımı sürdüm ve hepsine başımla küçük bir selam verdim. "Döndüğünüzü görmek güzel."

"Güzelliğin dillere destan," dedi Mihrimah. "Sana bakıyorum ve abartmadıklarını görüyorum." Sesindeki hayranlığı gizlemeden güldü. "Koskoca Araf'ta böylesine bir varlığın kalbini çalan kişinin Koruyucular'dan biri olması ne büyük kayıp. Halkının en büyük düşmanlarından biri farkında mısın?" Herkesin içinde bunu söylemekteki maksadı neydi? Anlaşılan Işıktan Gelenler Araf'tan uzakta olsalar da Savcı ile olan ilişkimi bile öğrenecek kadar her yere casuslarını yerleştirmişlerdi.

Sare Hanım'ın yaşlarında gösteriyordu ama ruhunda soluduğum enerji en az Gazi kadar yaşlı olduğunu gösteriyordu. Açık yeşil gözleri beni analiz eder gibi bakarken, gerilmek yerine bunu yapmasına izin verdim. Kumraldı ve uzun saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Yüzüne botoks yaptırmış gibi gergin hatlara sahipti. Sivri çenesinin altında başlayan güneş dövmesi boynuna kadar yayılmıştı. Kulaklarında halkalı kocaman küpeleri olan kadının üzerinde sadece ince askılı ve fuşya rengi bir elbise vardı. Düz elbisenin her iki yanında olan derin yırtmaçları bacaklarını gözler önüne seriyordu.

"Özel hayatım sadece beni ilgilendirir." Yüzümdeki sahte tebessümü koruyarak ona bakmaya devam ettim. "Kalbim birini seçmişse hangi klandan olduğunu sorgulamak kimsenin haddine değil. Kaldı ki yeni tanıştığım biri herkesin içinde bunu sohbet konusu yapamaz." Her iki klanın önünde söylediklerimle kaşlarını hafif çatınca üzülmüş gibi yaptım. "Ah tanrım ne kadar da kabayım." Etrafımızdaki insanları gösterdim. "Bu kadar insanın içinde bir liderle böyle bir üslupla konuşmamalıyım değil mi?" Doğrudan gözlerine baktım. "Her ne kadar o lider herkesin içinde beni alay konusu yapmaya çalışsa da..." dediğimde yemin ederim her iki taraftan da yükselen gerginliğin kokusunu soludum.

Kendi klanım veya bir başkası bana fark etmez, haksızlığa uğrarsam iki cihanın sultanı da olsa lafımı esirgemem.

"Gidelim mi artık?" Kırım'ın annesi gerginliği dağıtmak için araya girince, böylelikle Mihrimah'ın ailesiyle tanışma olayım başka zamana kalmıştı. Bu kadın kaostan korkan naif biriydi ve oğluna gelin olarak beğendiği kişi gittiği yerde kaos çıkarıyordu.

"Neyi bekliyorsunuz?" dedi Raven kapıdaki nöbetçilere. "Ne zamandır klan lideriniz Cihangir konuklarını kapıda bekletiyor?" Bizi gördükleri için adamların rengi atmışken devasa kapıyı sonuna kadar açmışlardı. Cihangir düşmanını bile kapıda çevirecek biri değildi ve bunu bildikleri için bize zorluk çıkarmadılar.

Kapıdan geçerek klana girdiğimizde kasabada atlarımızı yavaş bir şekilde sürüyorduk. Bizi gören halk elindeki işi bırakıyordu ve irice açtıkları gözleriyle bize bakıyordu. Yüzümü gizlemediğim için özellikle beni görenler Gazi'nin dönüşünden daha büyük tepkiler veriyordu. Pazarın içinde hareket ederken tüm kalabalık kenara çekilip korkuyla bize yol veriyor ve hemen dedikodumuzu yapmaya başlıyorlardı. Söyledikleri her şeyi duyuyorduk ama duymazdan geliyorduk.

"Bu o kız değil mi?" Biri beni göstererek yanındakine dönmüştü. "İnfaz edildiğini kendi gözlerimle gördüm, nasıl geri dönebilir?" Evet, beni görenler çoğunlukla bu tepkiyi veriyordu. Kaleye doğru ilerledikçe ne yazık ki söylentiler daha da artıyordu.

"Gazi değil mi bu? Evet ta kendisi! Oyunbazlar yaşıyor mu?"

"Aman tanrım kayıp ırk onca yıldan sonra geri döndü!"

"Laneti kaldırmayı nasıl başardılar?"

"Işıktan Gelenler Araf'a geri dönmüş!"

"İki müttefikin böyle bir günde ortaya çıkmasının sebebi ne olabilir?"

"Oyunbazlar bunca zamandır yaşıyorlar mıydı?"

"Bu uğursuz ırk yine herkese felaket getirecek!"

"İki kayıp ırkın aynı anda ortaya çıkması iyiye işaret değil!"

"O kızın asıldığını gördüğüme eminim!" Ve buna benzer daha birçok şey.

Onlarca meraklı bakışlar eşliğinde kaleye doğru yol aldık. "Elzem! Senin klan liderleriyle ne alıp veremediğin var?" Meliz yanımda atını sürerken yine sinir krizleri geçiriyordu. "Bir kere de şu aptal gururundan ödün versen ölmezsin ya! Birine değil ki tüm liderlere böylesin. Doğruyu söyle seni lider yapmıyorlar diye hepsinden nefret ediyorsun değil mi?" Neden sürekli benim hakkımda yanlış fikirlere kapılıyor ki!

"Kadın daha ilk dakikada beni Savcı ile vurmaya çalıştı Meliz. Savcı benim kutsalım ve benim dışımda kimse onun hakkında konuşmamalı."

"Kutsalın batsın Elzem! Bu ani çıkışların birgün sonumuzu getirecek. İnsanların yüzüne sevimlice gülüp onları yerden yere vurmayı bırak artık!"

"Rica ederim İblis, her fırsatta bana kızmayı bırak. Ben hepsinden daha tehlikeliyim ama sen benim dışımda herkesten korkuyorsun ve bu hiç hoşuma gitmiyor. Bundan sonra ben yanında olduğum sürece sana korkmayı yasaklıyorum." Öfke nöbetleri geçirirken kendisini tutamayıp güldü. "Beni de bu korkutuyor ya zaten. Senin yanındayken adeta kelle koltukta geziyorum çünkü gittiğin her yerde olay çıkarmadan rahatın gelmiyor." Bana haksızlık yaptığını birgün anlayacak çünkü söylediği her şey şahsıma atılan bir iftiraydı.

Nihayet kalenin büyük kapısının önünde durduğumuzda içerideki yoğun müziği duyabiliyordum. Tıpkı diğer muhafızlar da olduğu gibi bizi gören nöbetçiler ecel terleri dökse de nihayetinde kapıları açmışlardı. Çift kanatlı devasa kapı sonuna kadar açılmadan hemen önce pelerinin şapkasını çekerek yüzümü gizledim. Atları kaleye doğru sürünce düğün alayı tam karşımdaydı. Bahçe en güzel şekliyle rengarenk süslenmişti ve sıra sıra dizilmiş onlarca masada konuklar yerlerini almıştı. Atlardan indiğimiz esnada asıl şenlik başladı çünkü müziğin gürültülü sesi bir anda durmuştu. Tüm gözler o kadar hızlı bir şekilde bizi bulmuştu ki, daha önce görülmemiş bir şeydi. Masalarda oturan klan liderlerinin gözleri Gazi ve Mihrimah'ı bulunca adeta hepsinin nutku tutulmuştu. "Bir davet var ve biz davetli değiliz, öyle mi?" Mihrimah alay ederek güldü. "Görmeyeli tüm adetler unutulmuş gibi." Kadının korkusuzca sarfettiği sözler hoşuma gitmedi desem yalan olurdu.

İlk dakikada onunla atışmış olmam ondan nefret ettiğim anlamına gelmiyordu.

Koskoca bir klanı susturmuş olmamızın şokunu yaşıyordum. Müzik durmuştu hatta arada hizmet etmek için koşuşturan hizmetçiler bile susmuştu ve geriye kalan tek şey bize bakan şaşkın gözler. Fısıltılar gittikçe çoğalıyordu hepsi Oyunbazlar ve Işıktan Gelenlerin dönüşünü kısık seslerle konuşuyordu ve bunun nasıl mümkün olduğunu sorguluyordu. Yüzüm hâlâ pelerinim tarafından gizlendiği için henüz hiç kimse beni tanımamıştı. Bir masada oturan Avcıları gördüm. Hepsi de bu olayın dışında kaldığı için meraklı gözlerle neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Başımı çevirdim ve farklı bir masada oturan Üç Silahşörleri gördüm. Üçü de kırmızı pelerinin altında olan kişinin kim olduğunu biliyordu, lakin Oyunbazlar ve Işıktan Gelenler onlara da büyük sürpriz olmuştu.

Gözlerim Savcı'yı ararken Afra'yı buldu. Onu bir kuğu gibi gösteren zarif gelinliğin içinde ışıldarken, ona sürpriz yapayım derken damadı görünce asıl sürprizi ben yaşadım. Kahretsin nasıl bir şaka bu? Yanında tüm görkemiyle duran bu adam bana musallat olan komutan değil miydi? "Lanet olsun!" Dudaklarımdan kısık bir isyan çıkarken bir Oyunbaz olarak oyuna geldiğimi anladım. En başından beri Keng kralı o muydu? Lânet girsin ben bu adama nişanlısıymış gibi rol yapmıştım! Ah tanrım kendimi düşürdüğüm rezil durumu şimdi daha iyi fark ettikçe öfkem ve utanç duygum çığ gibi büyüyordu. Onu kandırmaya çalışırken başından beri tuzağa düşen kişi sadece benmişim! Umarım yüzümü açtığımda bir rezillik çıkarmaya kalkışmazdı. Acaba muhteşem dönüşümü erteleyip hemen kaçsam mı?

Savcı, ablasının nişanlısıyla bir günü dolu dolu geçirdiğimi öğrenirse bunu ihanet sayabilirdi.

Hakkı da vardı! Resmen aile içi entrikanın baş karakteri olup çıkmıştım!

Ama ben bu adamın Afra'nın nişanlısı olduğunu bilmiyordum ki ve o Savcı'nın ablasıyla nişanlıyken beni iki kez kaçırmaya kalkıştı!

Lânet olsun Bihter bile yanımda kanatsız melek kalırdı! Şimdi gel de en az hasarla bu işten kurtulmanın yollarını ara!

İçeriden çıkan adamı görmem ile kafamdaki tüm kargaşa dağılıp gitmişti. Siyahın asaletini kuşanmış ve elinde bir kadeh içkiyle dışarı çıkmıştı. Gördüğü davetsiz misafirler diğer herkes gibi onu da dumura uğratırken, onu gerçek anlamda afallatan sadece bendim ve bu manzara da bir nevi benim eserimdi.
"Gazi..." Lider Cihangir güçlükle kendisini toparlayıp ayağa kalkmayı başarınca gözlerimi Savcı'dan çekmek zorunda kaldım. "Bu nasıl-" deyip sustu ve devamını getiremedi. Yaşadığı afallamayı buradaki herkes yaşıyordu.

"Nasıl mümkün mü?" Gazi gülerek beni gösterdi. "Bunu neden ona sormuyorsun? Ben ve halkımı kurtaran ondan başkası değildi." Bu sözlerle şimdi herkes merakla gizli kurtarıcıyı görmek ister gibi bana bakıyordu.

Hadi bakalım başlıyoruz.

Gözlerimi ruhumun sürgününden ayırmadan pelerinimin şapkasını tuttum ve onu çıkardım. Beni gören herkesten yükselen uğultulara gülerek önümdeki saçlarımı elimin tersiyle arkaya doğru savurdum. Savcı'ya bakarken muzur bir şekilde ona göz kırptım. "Bir merhaba demek yok mu?" Ve Savcı Gevher'inin elinde tuttuğu kadeh yere düşüp yuvarlanırken konuşacak durumda değildi.

Ne kadar da kaba bir adam. İnsan önce merhaba der sonra şoka girer değil mi?

































Evet nihayet Elzem ve kayıp iki ırk Araf'a dönmeyi başardı. Hepiniz asıl eğlencenin bundan sonraki bölümde yaşanacağını biliyorsunuz değil mi? Merak etmeyin yeni bölüm için bu sefer sizi çok bekletmeyeceğim.

Dün attığım alıntıdan sonra bana gelen yorumların çoğunda bölümün burada bitmemesiydi. Bunu bende çok isterdim ama 8440 gibi kelimeden oluşan bölüm bu aslında ve istesem de devam ettiremezdim. Çünkü zaten yeterince uzun bir bölüm olmuştu.

Işıktan Gelenleri bölümün sonunda çok kısa bir şekilde gördünüz ama yeni bölümde onları daha iyi tanıyacağız.

Şimdi gelelim düğündekilere. Sizce Afra, Elzem'i kendi düğününde görünce ne hissetmiştir?

Peki ya Savcı ve diğerleri? Sadece Elzem'i görmekle kalmadılar aynı zamanda Elzem'in Gazi ve diğer Oyunbazları kurtaran kişi olduğunu öğrendiler.

Sürpriz yapayım derken Elzem'de orada küçük bir sürprizle karşılaştı. Afra'nın nişanlısı aynı zamanda Elzem'in daha önce karşılaştığı komutan çıktı. Sebep olduğu onca kargaşanın içinde bakalım Keng kralıyla neler yaşayacak?

En önemlisi Kralın Elzem'e olan yaklaşımı karşısında bakalım Savcı nasıl tepki verecek?

Daha Doğa'nın kendi klanıyla tanışması da var tabii.

Elzem'in kardeşleriyle yüzleşmesi falan derken yeni bölümde çok fazla olay var diyebilirim.

Burada sonlandırmadan önce küçük bir şey söylemek istiyorum. Instagram'da ki grup alımı çoktan doldu arkadaşlar. Zaten sadece sınırlı sayıda kişi eklememe izin veriyordu ve ne yazık ki herkesi ekleyemiyorum. Bunu burada söylemekteki amacım hâlâ bu yönden mesajların geliyor olması.🦋

Ah son şey. Elzem'in kıyafeti olarak aslında sizin attığınız elbise resimlerinden bir tane kırmızı olanı seçmiştim. Ama biri dün son anda mavi bir elbise atınca elbise seçimim değişti. Kahretsin kırmızı gören boğa gibi mavi görünce kendimi kaybediyorum. Yok böyle bir tutku.🙈

Yeni bölümü hemen yazmaya başlayacağım ama lütfen sizde oy ve yorumlarınızla desteğinizi eksik etmeyin olur mu?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

718K 16.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
1.1M 21.2K 25
MAHZEN'İN KARANLIĞINDA KAYBOLMAYA HAZIR OLUN! Devlet adamları tarafından tüm ülkedeki insanların içinde bulunacağı şekilde 'Mahzen' adında bir merkez...
722K 66.7K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
73.3K 3.4K 30
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...