MEDUSANIN ÖLÜ KUMLARI (Kitap...

By Maral_Atmc6

7M 634K 1.2M

Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetler... More

KİTAP KAPAĞI VE DUYURU
(1) Mühür ve Kalkan.
(2) Tarot Kartı.
(3) Kim Olduğunu Biliyorum.
(4) Kalkanlar.
(5) Neredeyiz Biz?
(6) Parazitler.
(7) Akademiye Doğru Yolculuk.
(8) Ben Ve Hizmetçi Olmak Mı?
(9) Kazara Ayin.
(10) Sürpriz Misafir.
(11) Kim Efendi Kim Köle?
(12) Ruhumdaki Mühür.
(13) Zindan ve Ruh.
(14) Kayıp Şaşkın Bir Ruh.
(15) İstenmeyen Öğrenci Olmak Zor.
(16) Saflar Tutuluyor.
(17) Karanlığın Gizlediği Korkular.
(18) Aksilikler Bir Değil Ki!
(19) Buz Festivalinin Korkunç Yüzü.
(20) Meydan Okuma.
(21) Bitmeyen Gece.
(22) Çocuk Kadın.
(23) Küçük Baş Belası.
(24) Evlilik Mi?
(25) Yorgun Düşüyor Gibiyim.
(26) Sürpriz Ziyaretçiler.
(27) Gizli Gerçekler.
(28) İhanet.
(29) Prenses Ari Ve General Karun.
(30) Geçmişe Doğru Yolculuk.
(31) İnfaz.
(32) Oyun İçinde Oyun.
(33) Yolculuk.
(34) Zindanlarda Ki Sır.
(35) Bedenimdeki Azap.
(36) Veda.
(37) Geri Dönmeyeceğim.
(38) Avcılar.
(39) İktidar Yarışları.
(40) Asıl Suçlu Kim?
(41) Zehirli Elmayı Bir Tek Pamuk Prenses Yemezdi.
(42) Kovulmadım, İstifa Ettim!
(43) Ölümsüz Olmak Mı?
(44) Bir Nefes Kadar Yakınındayım.
(46) Büyük Sürpriz.
(47) Hayal Kırıklığı.
(48) Ruh Kapanı.
(49) Geçmişin Enkazı.
(50) Aradığımız Masumiyet.
(51) Benim Şarkım.
(52) Sessiz Çığlıklar.
(53) Bazı Günahların Affı Olmuyordu.
(54) Medusanın Kızı.
(55) Kalbim Yasta.
(56) Ninfalar.
(57) Tanrıların Piyonu.
(58) Geldiğin Yere Geri Dön!
(59) Zamanın Ötesinde.
Duyuru
(60) Tanrı Tanımaz Asi.
(61) Büyü Artık!
(62) Bana Anılarımı Geri Ver.
(63) Kendinin Gölgesi.
(64) Küllerinden Doğmak.
(65) Garip Bir Meyve.
(66) Ansızın Gelen Teklif.
(67) Rüyalarda Buluşmak.
(68) Canavar Ve Güzel.
(69) Geleceği Düşlemek. (FİNAL!)
Buraya Toplanınn

(45) Küçük Zararsız Yalanlar.

85.4K 9K 22.8K
By Maral_Atmc6

Küçük bir yalan başıma nasıl bela oldu aklım almıyor ama an itibariyle bir adet sapığım olmuştu! İşin garip tarafı bana karşı oldukça kibardı. İlerleyen yaşından mı bilmem ama her hareketi önceden düşünülmüş gibi saygı çerçevesindeydi. Tek kusuru aşırı sahiplenici olması özellikle kalbimde biri varken bu sahiplenici tutumu beni ürkütüyordu. Onunla Keng şehrine gitmeyi düşünmüyorum bir yolunu bulup kaçacağım ama yabaniler gibi bağırıp çırpınmak yerine bunu kendi bildiğim yollarla yapacağım. Hemen şimdi değil çünkü hazır kasabaya gelmişken burayı terk ederek onun yüzünden günümü tatsız bir şekilde sonlandırmak istemiyorum. Bu yüzden şimdilik hiçbir şey düşünmeden uzun zamandır yaşadığım açlık sorununu çözmeyi düşünüyorum. İçim rahat ederek sadece kendi pişirdiğim şeyleri yiyebilirdim ve şimdi de tam olarak bunu yapıyordum. Sorduğum hâlde bana adını ısrarla söylemeyen Keng komutanı beni küçük bir ekmek fırınına getirmişti. Fırıncıya oldukça cömert bir ödeme yapınca fırıncı dükkânını kullanmama izin vermişti. Askerlerinden birini benim emrime verince kısa sürede gereken tüm malzemeler benim için bulunmuştu. O ve yanındaki yirmiye yakın askeri sivil bir şekilde giyinmişken, sanki gerçek kimliklerini gizliyorlardı. Oysaki Sicim'de onları askeri zırhların içinde görmüştüm. Çevremizdekiler onların Keng şehrinden olduğunu yaygın enerjilerinden anlarken tam olarak sakladıkları şey neydi?

Fırından çıkardığım çörekleri hasır sepete dizmeye başladığım esnada adsız komutan tadına bakmak için elini uzattı. Lakin sepeti kendime doğru çekerek buna izin vermedim. "Daha yeni fırından çıktı sıcakken yerseniz kârın ağrısı çekebilirsiniz," dediğimde arkasındaki askerlere bakıp bana dönerek güldü. "Mutfakta bir şeyler yaparken fazla otoriter ve titizsin." Aslında sadece mutfakta değil yaptığım her işte öyleydim ama beni tanımadığı için bunu bilmiyordu.

Fırından çıkınca kolumda bir sepet çörekle öylece yürüyordum. Bir tanesini yerken ona da ikram etmiştim. Birlikte kasabada yürürken kaçmak için doğru zamanı kolluyordum. "Yine kaçmanın yollarını aramıyorsun değil mi?" Bal gibi de bunu yaptığımı biliyordu.

"Kaçmamı gerektiren bir durum yok çünkü beni zorla alıkoyamazsınız. Sizi tanımıyorum ve tanımadığım biri beni bir şeyler için zorlayamaz." Aslında tanıdıklarımda zorlayamazdı çünkü bir insan kendi hür iradesi dışında bazı kararlar vermeye zorlanmamalıydı.

"Tanışalım," diyerek bana döndü. "Bana adını bahşeder misin?"

"Hayır."

"Hayır mı?"

"Evet."

"Karar ver evet mi hayır mı?" Sinirlerimi bozuyordu!

Sustuğumda beni bir yere yönlendirince ortada duran yuvarlak ve ince boruyu andıran bambu çubuğunu gördüm. İnsanlar okları yay kullanmadan elleriyle onun içine atmaya çalışıyordu. "Buradaki amaç ne?" diye sorduğumda benim için de üç tane uçsuz ok aldı. "Eğlenmek." Okları bana uzattı. "Denemek ister misin?"

"Sıkıcı bir uğraş. Amaçsızca olan aktiviteleri zaman kaybı olarak görüyorum." Bu okları bambu çubuğunun içine geçirmek nasıl eğlenceli olabilir ki?

"Aktivite ne?" Onun anlamını bilmediği bir kelime telaffuz ettiğimi anlayınca küçük bir düzeltme yaptım. "Bir diğer adıyla etkinlik. Bilirsiniz spor yapmak, resim çizmek, dans ve müzik gibi birçok grupları kapsayan eğlence veya rahatlama tarzında yaptığımız şeylere verilen isim." Bana olan bakışlarından anlaşıldığı üzere pek bir şey anlamamıştı.

Israrla bana okları uzatınca, "Zaman kaybı," diye homurdandım ve elindeki üç oku aldım. Hedef benden on beş adım uzaktaydı çok uzakta olduğu için henüz kimse tam olarak isabet ettirememişti. Önce bir oku alıp fırlattım ve beş saniye arayla kalan ikisini de fırlatınca küçük çaplı bir uğultu çıkarak tüm gözler bana kitlenmişti. Yanımdaki adam afallama ve hayranlık karışımı bir duyguyla bambu çubuğunun içine giren oklara bakıp bana dönmüştü. Aynı şekilde buradaki küçük kalabalıkta onun gibi bakıyordu. "Bunu çok sık denemiş olmalısın." Düz bir şekilde ona bakarken, "Hayır," dedim. "İlk kez denedim." Bu yalan değildi.

Tüm olay hedef ile arandaki mesafeyi doğru şekilde hesaplamaktan geçiyordu. Kolunu tutuş şeklin ve okların havadaki hızını hesaplayınca çok basit bir olaydı aslında. Güya ben yapamayınca o yapacak ve hayranlığımı kazanacaktı ama tam tersi oldu. Yürümeye başlayınca kısa süre sonra bu sefer ben onu durdurdum. Raflarda duran beş vazoyu gösterdim. "Sondakini vurun ama en baştaki kırılsın. Bunu yapabilir misiniz?" Cevap vermeden önce bir süre beş vazoyu inceledi ve daha sonra arkasında duran askerden ok ve yay alınca nasıl yapacağını merak ettim.

Yayı gerdi ve oku fırlatınca en baştaki vazo paramparça olmuştu. "Sondakini vurun demiştim?" Başını sallayarak vazoları gösterdi. "Öyle de yaptım. Benim sağımda duruyorsun ve sen sağdan sıralandırdın. Sondaki olarak adlandırdığın vazo benim için en baştaki."

"Ama bir uçtaki vazoyu vururken diğer uçtaki kırılmalıydı."

"Bu kısım sadece şaşırtmadan ibaret değil miydi?" Kaşlarını yukarı kaldırınca somurtarak başımı salladığımda güldü. "Başarısız olmam seni mutlu edecekse ikinci kez deneyip yanlış vazoyu vurabilirim." Kendimi tutamayıp güldüğümde başımı iki yana salladım. "Buna gerek yok." Çantamda ki para kesemi çıkardığımda bileğimi tuttu ve askerlerden birine işaret verince onlar kırılan vazonun parasını satıcıya ödemişti.

Tekrar kalabalığın içine karışıp yürümeye başladığımızda aramızda gizli bir rekabet başladığı için birbirimizi sınayacak yeni uğraşlar arıyorduk. Bu sefer on dakikayı geçkin yürüdük ve gözleri bir noktada sabit kalınca kolumu tuttu. "Benimle gel." Beni test edecek bir şeyler bulmuştu değil mi?

Kocaman bir tezgâhın üzerinde birbirinden farklı bitkiler vardı. "Bitkiler mi?" Gülerek saçlarımı savurdum. "Bir şifacıyı bitkilerle sınamak size yenilgi olarak dönebilir bence farklı bir şey bulun." Bitkiler doğuştan gelen yeteneklerimin arasında olduğu için bana karşı hiç şansı yoktu.

"Çok erken konuşuyorsun kraliçem." Bana böyle ithaf etmesi beni kraliçelik tutkumdan soğutuyordu!

Büyük cam fanusu bana doğru çekince içi su dolu fanusun içinde dört tane yıldız tohumu vardı. Bu egzotik bitkinin benim dünyamda adı bile geçmiyordu fakat Araf'ta çok yaygın bitkilerden biriydi. Nehrin sularında yetişen saçaklı bir bitkinin tohumlarıydı. Zeytin büyüklüğündeki tohumların dış tabakası ince ve şeffaf olduğu için tohumun içindeki mavi jel görünüyordu. Hassas zarı yırtınca tıpkı bir yumurta gibi tohumun içi dışarıya akardı. Yıldız bitkisi bir işe yaramazdı ama tohumlarındaki sıvılarla balık ve etleri kuruturlardı. Tohumdaki özler sinekleri astıkları etten uzak tutardı. Tohumlar soyun içindeyken mavi olurdu ama sudan çıkarınca havaya temas ettiği için bitkinin rengini alırdı, yani sarı. İşin gizemli tarafı suyla buluşunca tekrar mavi oluyordu.

"Dört tohum sana fazladan dört seçenek verir," dedi. "Dört tohumdan en az birini sudan çıkarınca rengi maviliğini korumalı bunu yapabilir misin?" Çok kolay bir bardağı akvaryumun içine daldırıp suyla birlikte tohumu çıkarınca rengi aynı kalırdı. Aklımdan geçenleri anlamış gibi ek kural getirmeyi ihmal etmedi. "Herhangi bir eşya kullanmadan bunu yapmalısın. Tohumu çıkardığında en az yirmi saniye boyunca mavi rengini korumalı." Harika!

İki elimi fanusun içine daldırdım ve suyu avuçlayıp tohumlardan birini çıkardım. Ancak saniyeler içinde avucumdaki su gittikçe parmaklarımın arasında sızınca yıldız tohumu sarıya dönmüştü. "Bu saçmalık!" Güldüğünü görünce kaşlarımı çatarak saçlarımı topladım ve bana daha önce verdiği yakut taraklı tokayı saçlarımın tepesine geçirip dağınık topuz yaptım. "Tohumu çıkardığımda lütfen yirmi saniye boyunca sayın." Fanusun üzerine eğilip ellerimi kenarlarına bastırıp kafamı suyun içine gömdüm. Suyun içinde yüzen tohumlardan birini ağzıma alıp dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı sudan çıkardım. İşte bu kadar basitti.

Islanan saçlarım ve yüzümdeki sular elbiseme akarken şişirdiğim yanaklarımla ona döndüm. Yirmi saniye boyunca ağzımda bir tohum varken nefesimi tuttuğum için, "Süre doldu," deyince fanusa yaklaştım. Suyu tekrar avuçlayıp ona döndüm ve eğildim. Dudaklarım avucumdaki suya değince tohum hiç havaya maruz kalmadığı için avucumdaki suya bıraktım. Mavi tohumu kıkırdayarak ona doğru uzattım. "Yirmi saniye boyunca hep mavi kaldı ve bu süreçte fanusun içinde değildi. Üstelik herhangi bir nesne de kullanmadım," dediğimde bu yaptığım çok hoşuna gitmiş gibi yüksek sesle gülmeye başladı. "Çözüm üretmek için fazladan beş dakika bile düşünmüyorsun değil mi? Sen gerçekten sıradışısın," dedi gülüşlerin arasında.

Su tükendiği için çoktan rengi sarıya dönen tohumu yeniden fanusun içine attım. Nasıl olsa az önce kazandığım için rengi değişse bile sorun değildi. Kolumu tutarak beni kumaş satan bir dükkâna yaklaştırdı. Yumuşak kadifeden küçük bir mendil alıp bana yaklaşınca daha ben itiraz etmeden yüzümü kurulamaya başlamıştı. Yaşça ondan çok ama çok küçük olduğum bir için yaramazlık yapan bir çocuğun yüzünü siler gibi davranınca haliyle bu sitem etmemi sağlamıştı. "Kendim yapabilirim." İtirazımı kulak ardı edip yüzümü özenle silerken içten bir şekilde tebessüm etti. "Kendin yapabileceğini biliyorum." Çenemdeki suyu silerken gözleri kısa bir an dudaklarımda oyalanmıştı. Derin nefes alarak bakışlarını güçlükle gözlerime çıkarırken kırılacak hassas bir şeye bakar gibiydi bakışları. "Senin yapacağın her şeyi senin yerine yapmak ve yaptırmak istiyorum." Evet, fazladan bana tahsis edilen birkaç hizmetçi fena olmazdı.

Yine de elimde olanlarla yetinmeyi bilmeliyim yani sıfır hizmetçi!

Saatler sonra.

"Kadının yüzünü gördünüz mü?" Onu kızdırdığımı bilerek kahkaha attım. "Onu etkilediniz, sanırım sizden hoşlandı." Bu onu rahatsız etmiş gibi bana tersçe bakıyordu. "Etkilemek istediğim satıcı kadın değildi." Daha fazla gülmeye başlamam onu deli ediyordu. Hoşuma giden topuklu ayakkabıları bana almak için ısrar edince satıcı kadının onunla flört etmesinden rahatsız olmuştu.

Çatık kaşları gittikçe düz bir hâle gelirken artık o kadar da kızgın görünmüyordu. Gözlerinin gülüşümde takılı kaldığını görünce hafif öksürerek kendime çeki düzen verdim. Bu hoşuna gitmemiş olmalı ki kısa bir an kaşlarının kavisi tekrar çatılmıştı. Başımı kaldırınca güneşin batmak üzere olduğunu gördüm. Tüm günümü pazarda onunla birlikte geçirmiştim. Düşündüğümden daha fazla eğlendiğimi inkar edemem ve bu süreçte o da çok eğlenip mutlu olmuştu. Geride bıraktığım saatlerde bunu sorun etmedim fakat bir gününü benimle geçirip bu kadar eğlenmişken artık bırakacağı varsa da beni bırakmazdı. Ne zaman kaçmanın yollarını arasam tüm askerlerin çember şeklinde etrafımızı sardığını görmüştüm. Tedbiri elden bırakmadığı için aklımda olan tek şey kaçmayacağıma onu ikna edip önlemleri düşürmesini sağlamaktı. Fakat onu buna inandırayım derken rekabet hâlinde geçen küçük oyunlarımız bana her şeyi unutturduğu için hangi ara akşam saatlerine yaklaştığımızı bilmiyorum. Tüm günü benimle eğlenerek geçirdiği için şu anda her zamankinden daha çok beni Keng şehrine götürmeyi istiyordur. Artık kaçmamın zamanı gelmişti.

Tüm gün beni ürkütmekten korktuğu için bu konuyu açmamıştı çünkü ona alışıp tanımamı istemişti. Şimdi ise günün sonuna geldiğimiz için birazdan gitmekten bahsederdi. "Bana o eldivenleri alabilir misiniz?" Satıcılar tezgâhlarını toplamaya başlamışken askıda ki siyah kısa eldivenleri gösterdim. Ondan bir şey istemem onu mutlu ettiği için tebessüm ederek başını salladı.

Komutan, satıcıya eldivenleri gösterip askıdan indirmesini söylerken etrafımızdaki nöbetçilere baktım. Tüm gün onlara pek zorluk çıkarmadığım için tedbirleri biraz düşürmüşlerdi. Birkaç asker dışında diğerleri komutanlarına baktığı için karşıdaki tezgâha doğru yürüdüm. Aynalara bakar gibi yaptıktan sonra onun arkasındaki tezgâha geçtim ve kapısı açık dükkânlardan birine girdim. Beni göz hapsine alan askerler buraya girdiğimi gördükleri için sorun etmediler. Fakat gün içinde gezerken bu dükkânda ki ipek kumaşlara baktığım için arka kapısı olduğunu biliyorum. "O nerede?" Komutan sesini duyunca hızlı adımlarla tavandan sarkan kumaşların arasından geçtim. "Şu dükkâna girdi efendim." Son duyduğum askerin rapor veren sesiydi çünkü hemen sonrasında arka kapıdan çıkarak koşmaya başladım.

Benimle dolu dolu bir gün geçirmişken kaçtığım için bu sefer ilkine göre daha şiddetli sinir krizleri geçirecekti.

*****

"Ağlıyor mu o?" Kaleye dönünce Soya'nın korkusundan rahat rahat gezemediğimiz için odasına gidene kadar onu göz hapsine almıştık. Saklandığımız duvarın arkasında bakarken kolonlardan birinin dibine oturmuş ve elindeki kavanoza bakarak ağlıyordu.

"Meliz?" diye fısıldadım. "Elindeki kavanozun içinde ne var?"

"Ay hiç sorma Elzem." Fenalık geçirir gibi eliyle kendisini serinletti. "Kavanozda Safir'den kalanlar var yani yılan çorbası." Yok artık tencereden kalan tüm çorbayı kavanoza mı boşaltmıştı?

"Bu iğrenç."

"Asıl iğrenç olan ne biliyor musun? Sabah elinde bir bıçakla Uraz'ı kovalayıp tehditler eşliğinde ona Safir'in parçasını kusturmaya çalışması. Zavallı doktor travma geçiriyor olmalı ki tüm gün hiçbir şey yemedi ve uzun süre yiyecek gibi de görünmüyor." Kıkırdadığımda Uraz'a acımadan edemedim.

"Demek buradasın?" Sıraç'ın sesini duyunca Soya'ya doğru yürüdüğünü gördüm. Meliz hiç ses çıkarmadan sessiz adımlarla kaçarken ben hiç kımıldamadım. Ne kadar kaçarsa kaçsın er veya geç Sıraç onu bulacaktı.

Abim Soya'nın yanına oturup elinde tuttuğu kavanoza baktı. Bugün Soya'nın evcil hayvanını öğrenmişken şimdi onu kavanozun içinde çorba olarak görmek onun için şaşırtıcı olmalı. "Biraz abartmıyor musun? Sadece bir yılan Soya, eğer yılan beslemeyi seviyorsan sana yenisini alabilirim." Hayır anlamıyorum bir tek ben mi birinin evcil hayvan olarak yılan seçmesini garipsiyorum? Sıraç bile bunu çok olağan karşılıyor gibi görünüyordu.

Tanrı aşkına kedi ve köpekler varken sevmek için neden yılan?

"Safir sadece bir yılan değildi Sıraç Bey." Sesi titrerken gözlerini kavanozdan ayırmıyordu. "Diğer Safir'ler de sadece bir yılan değildi onlar benim arkadaşımdı." Diğer Safir'ler derken? Bu kadının tam olarak kaç tane Safir'i vardı?

"Diğer Safir'ler mi dedin sen? Hepsini çantanda mı taşıyorsun?" Sıraç'ın şu anda verdiği tepkilerin aynısını yaşıyorum.

"Hayır onlar öldü." Çocuk gibi dudaklarını sarkıttı. "Safir benim son Safir'imdi. Yeni bir Safir'e alışmak ne kadar zor biliyor musunuz?" Sıraç'ın yüz ifadesine bakılırsa bilmek istemiyordu. Eminim şu anda bir kadının neden bu kadar çok yılanı olduğunu ve hepsinin neden öldüğünü sorguluyordu. Özellikle Sıraç yılanlardan nefret ederken Soya'yı Safir konusunda teselli etmesi onun için hiç kolay değildi.

"Belki de şansını kedilerden yana denemelisin Soya. Normal bir kadının yaptığı gibi, olmaz mı?" Tabii abim bilmiyor ki karşısında normal bir kadın olmadığını.

"Kötü hissediyorum sanırım yine ağlayacağım." Soya acı çeken bir sesle Sıraç'a döndü. "Daireme geldiğinizde gördüğünüz o filmlerde kadın kötü hissedince adam teselli etmek için ona sarılıyordu. Eğer bana sarılmak isterseniz bence bunun için ortam çok müsait çünkü oğlum öldü ve ben acılı bir anneyim," deyince Sıraç'ın şaşkın yüzünü gördüm. Dudaklarımdan bir kıkırtı kaçarken gülüşümü durdurmaya çalıştım. Böyle bir şey duymayı kesinlikle beklemiyordu.

Ölüler Diyarındayken Sıraç hep beni düşündüğü için onu ve o esnada etrafında olanları görüyordum. Ta o zamanlar Soya'nın Sıraç'a olan bakışlarından her şeyi anlamıştım.

Tam da kalpsiz abimden beklediğim gibi hemen ayağa kalkarak Soya'dan uzaklaştı. "Yavuz'u kontrol etmeliyim," deyip gitti. Kalpsiz işkolik!

"Üzgün olan Afra olsaydı sarılırdınız ama!" Duyduğunu bildiği hâlde bu manyak kadın onun arkasından bağırdı. "Tabii ben çirkinim ya kim neden bana sarılsın ki!" Duyguları konusunda fazla berraktı ve hiç çekinip utanmadan bunu çok rahat belli ediyordu.

"Uyumaya gidelim Safir." Kavanozu göğsüne bastırıp ayağa kalkınca tek endişem o çorbayı uzun süre yanında taşımasıydı.

"Merak etme sana bunu yapan ikiliden çok kötü intikamını alacağım." Buna ne şüphe kesin alırdı. Açıkçası onu bu kadar üzerek hak etmiştik de.

Eden bulurmuş umarım intikamı fazla canımızı yakmaz.

Soya'nın gittiğinden emin olduktan sonra yukarı çıktım. Savcı'nın odasına doğru giderken elindeki sapanla etrafını kontrol eden ve kendi odasının yolunu tutan Mara'yı gördüm. Saçlarını sıkı bir topuz yapan kız yüzüne neden savaş boyaları sürdü ki? Evet, gerçekten sağ ve sol yanağına iki çizgi şeklinde kendi klanının rengi olan mavi boyalar sürmüştü. Kendi odasını es geçip Itır'ın odasına yönelince fırsattan istifade daha o kapıyı kapatmadan içeri girmeyi başarmıştım. Gözlerim aceleyle Itır'ı arayınca pencerenin yanında ayakta durduğunu gördüm. Sırtını cama yaslamış elinde tuttuğu kitabı okumaya dalmıştı. Hep balık sırtı yaptığı örgülü saçlarını açmış siyah tutamları düz bir şekilde omuzlarından salınıyordu. Çocukluktan bu yana hep pantolon ve tişört tarzı giyinen kız bu sefer elbise giyinmişti. Kısa kollu siyah elbisesi gösterişten çok uzak Itır'ın tarzını yansıtırcasına sadeydi. Fakat uzun zamandır onu elbiseyle görmediğim için gerçekten çok yakışmıştı. Yakası açık elbisede esmer teni dikkat çekerken ince belinde zarif bir gümüş kemer vardı. Elbise düz bir şekilde çıplak ayaklarına kadar uzanırken o kadar güzel ve farklı görünüyordu ki, sıradan bir elbise bir kadına ancak bu kadar yakışırdı.

"Hey! Geldiğimi her defasında nasıl fark etmezsin?" Mara sitem ederek yatağın üzerine oturdu. "Biri odana girince ruhun bile duymuyor."

Okuduğu kitaptan başını kaldırınca gözleri âdete bomboş ve ölü bakıyordu. "Senden başka kimse odama gelmiyor benim için endişe etme." Sesi bile fazla sakin ve hayattan kopuk çıkıyordu. Onu böyle görmek derin bir acı duymamı sağlıyordu. Benim tanıdığım Itır bağırmadan bile konuşmayı bilmezken karşımda bambaşka bir Itır vardı.

"İki ay boyunca kendini bu odaya hapseden biri için endişelenmeden duramıyorum Itır." İki ay? Yani Sıraç ve Yavuz'un Araf'a geldiği süre. Onlara görünmemek için odadan hiç çıkmıyordu değil mi?

Elindeki kitabı kapatırken Mara'nın sıkıca tuttuğu sapanı işaret etti. "Onunla ne yapacaksın ve neden yüzünü boyadın?" diye sorunca Mara güldü. "Şu özürlü adamın kuzgununu avlayacağım. Dün yine bana saldırarak kendi sonunu getirdi." Özürlü diye bahsettiği ne yazık ki Dehliz'di. Ayrıca kuzgunun ölmesi büyük bir faciaya sebep olabilirdi. Dehliz'e yapılan kara büyü kuzgun vasıtasıyla yapıldığı için büyüyü bozmak için kuzgun hayatta olmalıydı.

"Hangi özürlü?" Itır koltuğa oturup derin nefes aldı. "Dün odamı temizleyen hizmetçiler kendi aralarında konuşuyorlardı Mara. Sırf duymuyor ve konuşamıyor diye ondan yakışıklı ama işe yaramaz diye bahsettikleri için ikisini de dövmekten beter ettin. Hizmetçilere karşı savunduğun o özürlüden mi bahsediyorsun?" deyince alınganlık yapmadan başını salladı. "Evet, acıdığım için savunduğum o kişi."

Mara'nın patavatsız biri olması ondan nefret etmem için fazlasıyla yeterliydi. Lakin şu altı ayda Itır'ı yalnız bırakmayan tek kişi olduğu için bir yanım ona saygı duyuyordu. Birbirimizden nefret ediyorduk zaten haklı bile olsam illa herkes beni sevmeli diye bir şey yoktu. Mara doğduğundan beri hep benden nefret etmiştir ve hiçbir zaman onun sevgisini kazanmak için bir şey yapmadım. Nefreti sadece bana yönelik olduğu için ucu sevdiklerime hiç dokunmadı. Herkes herkesi sevmeli diye bir kanun yoktu ve Mara genel olarak tüm insanlardan nefret ederken Itır'ı seviyordu. Çocukken de böyleydi sürekli annesine Itır'ı şikayet eder fakat buna rağmen sadece Itır ile oynardı. Nasıl ki Kalkanlar'dan ben ve Doğa birbirimize bağlıysak Mara ve Itır'da böyleydi. Aradaki tek fark ben ve Doğa birbirimize değer verdiğimizi kimseden gizlemezdik. Bu ikisi ise bizim tam tersimizdi. Birbirine verdikleri değeri en başta kendilerinden saklıyorlardı. Garip bir eşleşme ama bir o kadar uyumlu. Aslında her ikisi birbirinin en yakın arkadaşıydı fakat ısrarla bunu kabul etmiyorlardı.

"Yalnız kalmak istiyorum Mara." Itır yeniden elinde tuttuğu kitabı okumaya başlayınca, "Zaten hep yalnız kalıyorsun," diye homurdanan kız dışarı çıkmıştı. Sanırım dışarı çıkma şansını kaçırdım çünkü kapıyı açan kişi olup Itır'ı ürkütemezdim.

Yatağa oturduğumda kitap okuyan kız usulca başını kaldırdı. Gözleri benim oturduğum yeri bulunca soluğumu tuttum çünkü oturduğum kısım aşağıya doğru çöktüğü için birinin varlığını çok belli ediyordu. Itır yavaşça ayağa kalkarak bana doğru yürüyünce kıpırdamaya cesaret edemedim. Gözleri yatağın çöken yerindeyken üzerime eğilip elini uzatınca ne yapacağımı bilemedim. Parmağının ucu yanağıma dokununca daha fazla elini ilerletmedi. Bedenim hâlâ yaşadığı için görünmez olmak dışında bedeni olan bir insanın meziyetlerine sahiptim. Birileri bana dokunabilir ve onlara dokunabilirim. Beni görmüyordu ama görmediği birine şu anda parmağıyla dokunmuştu. "Az önce yalnız kalmak istediğimi söylerken bu tüm varlıklar için geçerliydi," dedi ve elini çekip kalktığı koltuğa doğru yürüdü. Korkusuz olduğunu biliyordum ama bu kadarı da yok artık! Odamda bir hayalet olacak ve ben sessizce kitap mı okuyacağım? Çığlık çığlığa camdan atlamak varken o an kitap okumak seçeneklerimin arasında olmazdı!

Kainat üzerinde Itır'ı korkutacak hiçbir şey olamazdı.

Itır kitabı rafa koyup pencereden dışarıyı izlerken, gittiğimi düşünmesi için ayağa kalktığım sıralarda odanın kapısına hafifçe vuruldu. Bir süre sonra kapı açıldı ve içeri giren Gediz ile kaşlarımı çattım. Onun gibi bir sapığın gecenin bir vakti kardeşimin odasında ne işi vardı? Itır hâlâ dışarıyı izlediği için gelen kişiye bakmadı fakat, "Dışarı çık Azınlık," dediğine göre gelenin kim olduğunu biliyordu.

Tam tersini yapıp odaya giren Gediz, "Benim olduğumu nasıl anladın?" diye sordu.

Itır ondan beklemediğim bir sakinlikle onu yanıtladı. "Daha sen odaya girmeden üzerine sinen içki kokusu senden önce geliyor."

Elinde üç kitap tutan Gediz, onları Itır'ın yatağının yanında duran küçük dolabın üzerine bıraktı. "Merak ediyorum sana getirdiğim bu kitapları okuyor musun?" Itır'ın odasındaki kitapları o mu getiriyordu?

"Birini bile okumadım." Kardeşim ona doğru dönüp yeni getirdiği kitaplara baktı. "Onları da okumayacağım. Bana kitap getirmekten vazgeç artık." Ama az önce okuyordu!

"Tüm gün odandasın belki bunları okumak sıkılmanı engeller."

"Senden gelen hiçbir şeye ihtiyacım yok Azınlık."

Gediz derin nefes alarak başını salladı. "Sen bu odadan çıkmadığın sürece kitap getirmeye devam edeceğim." Bu sapık neden benim kardeşimle bu kadar yakından ilgileniyordu!

"Sorun ne?" Itır ona doğru yürüdü ama Gediz getirdiği kitaplardan birini karıştırıyordu. "Odaya girdiğinden beri tıpkı bir suçlu gibi benimle göz teması kurmaktan kaçınıyorsun Azınlık. Bugün canımı sıkacak bir şey yapmış olamazsın değil mi?" Yok canım yapar hiç öyle şeyler. Alt tarafı ablasını iskele evine götürdü hepsi bu.

"Dışarıda senin canını sıkacak bir şeyler olsaydı yapardım." Gediz gülerek koltuklardan birine oturdu. "Ama yok." En azından benimle ilgili bir şeyler söylememişti.

Itır kapıyı onun için açarak dışarı çıkmasını bekledi. "Bir daha yanında kadın refakatçi olmadan odama gelme. Şu anda istediğim son şey bile değil adımın seninle birlikte anılması. Bir gören olmadan hemen dışarı çık." Görmeyeli Tenebris kardeşimde gerçekten olumlu bir gelişme vardı.

"Benimle anılmak bu kadar korkunç mu? Araf'ta kaç kadın benimle anılmak ister haberin var mı senin?" Bu çocuğun kaygı derecesi sıfırdı.

"Bu Araf'taki kadınların sorunu. Acaba Araf'ta yirmi kadına bir erkek düşecek kadar erkek kıtlığı olabilir mi? Bunu bir araştırmak gerek büyük ihtimalle bu yüzden rağbet görüyorsun." Meliz kızından bir şeyler öğrenmeli o hiç böyle zekice cümleler kuramıyor.

Ama ona da kızamıyorum sonuçta bir Akay değil.

Itır'ın söylediklerini Gediz ciddi anlamda düşünmüş olmalı ki, "Hayır," dedi. "Araştırsak bence Araf'ta erkek sayısı daha fazladır. Peki senin dünyandaki kadınlar nasıl?" Gitmek yerine sohbet konusu açarak Itır'ın kafasını dağıtıyordu.

Itır'ın hâlâ açık kapıyı tuttuğunu görünce ayağa kalkarak kapıyı iyice açtı ve sırtını kapının menteşelerine yaslayıp oturdu. "Şimdi oldu mu? Ne içerideyim ne de dışarıda. Biri görse bile kapı açık olduğu için dedikodu yapamaz." Itır başını sallayarak onun yanına oturacağı esnada hızlıca yanına gittim ve kolundan tuttuğum gibi onu kenara çektim. Gediz'in yanına asla oturamaz!

"Senin ölü bir aşığın falan mı var?" Kolunu sertçe çekerek Gediz'i azarladı. "Odamda bir hayalet var ve az önce oturmamı engelledi!"

"Öyle mi?" Gediz gün içinde döndüğümü öğrendiği için hayaletin kim olduğunu anladığı için sırıttı. "Benimle bir ilgisi yok zararsız bir hayalettir." Eliyle yan tarafındaki zemine birkaç kez vurdu. "Otur hadi." Kaşlarımı çatarak üzerine yürüdüm ve ayağımı kaldırıp tüm gücümle bacak arasına tekme attım. Ağız dolusu küfrederken inleyerek öne doğru eğilmişti. Itır şaşkın gözlerle dişlerini sıkan adama bakıyordu. "Zararsız olduğuna emin misin?"

"Evet!" dedi acı çeken kıpkırmızı bir suratla. "Benden uzak bir yere oturduğun sürece zararsız olacağını umuyorum!"

"Bana neden bağırıyorsun şimdi?"

"Bağırdığım kişi sen değilsin." Beni göremediği için gözleriyle odayı inceleyip nerede olduğumu bulmaya çalışıyordu. "Şu anda kendimi hiç güvende hissetmiyorum." Sinirleri yıpranmış gibi güldü. "Her ihtimale karşı aramızdaki mesafeyi koruyalım Tenebris. Baştan söyleyeyim sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum yani güvendesin." Bunları etrafına bakarak yüksek sesle söylediğine göre mesajın sahibi bendim.

"Dün beni öperken öyle demiyordun ama?" Itır'ın söyledikleriyle kan beynime sıçradığı için yemin ederim şuurumu kaybetmiştim.

Kapının hemen yanında duran ayaklı askılığı alıp Gediz'in kafasına geçirdiğimde, "Yalan söylüyor!" diye bağırdı. Oturduğu yerden aceleyle ayağa kalkarak kafasını tuttu. "Seni sevgilim sandığı için kışkırtıyor!" Askılığı ikinci kez havaya kaldırdığımda aceleyle Itır'a döndü. "Yalan söylediğini itiraf etsene hatun!" Itır kaşlarını yukarı kaldırıp, "Yalan mıydı yani?" Kollarını göğsünde birleştirerek bana doğru döndü. Askılık havada olduğu için hayaletin nerede olduğunu tahmin ediyordu. "Evet beni bir kez öptüğü konusunda yalan söyledim," dedi ve Gediz rahat bir nefes alınca, "Çünkü beni birden fazla öptü," deyince askılığı tüm gücümle Gediz'in kafasına geçirdim.

Kanayan kafasına tutarken bana ağız dolusu küfürler ediyordu ama buna rağmen ismimi vermiyordu. "Demek seni öptüm öyle mi? O vakit aldığım darbeler yerini bulsun!" Kan olmuş elini çekip Itır'ın üzerine yürüdü ve Itır'ın belini sertçe kavrayıp üzerine eğildi. Bir anda Itır'ı öpünce cinnet geçirmek üzereyim! Gözlerimin önünde kardeşimi öptü mü?

Birkaç saniye süren kısa öpücüğünden sonra şaşkınca ona bakan kıza güldü. "İşte şimdi öpmüş bulundum," deyip odadan çıktı.

Bu geceyi sağ çıkamayacak!

Itır'ın zamansız şaşkınlığını çekecek durumda olmadığım için kapıyı çarparak dışarı çıktım. Gediz'in merdivenlere yöneldiğini görünce koşarak ona yaklaştım ve bir saniye bile tereddüt etmeden onu ittim. Düşerek merdivenlerden yuvarlanmaya başlamasını izlemek o kadar keyifliydi ki, her saniyesinden büyük keyif aldım. Yukarıdan onu izlerken son basamaktan sonra kanlar içinde yere yığılan çocuğun son sözleri, "Elzem!" Olmuştu çünkü hemen sonrasında sırtüstü düştüğü yerden bilincini kaybetti.

"Umarım kırılmadık kemiğin kalmaz!" Onu düştüğü yerde bırakıp arkamı döndüm ve mutlu bir hâlde yürümeye başladım.

Ben varken Itır'a yaklaşamayacağını er veya geç öğrenecek.

*****

Ertesi gün.

"Gerçekten onu merdivenlerden mi ittin?" Meliz yüksek sesle gülmeye başladı. "Kızını sevdiği adamdan ayıran kalpsiz anneler gibisin."

"Sözlerine dikkat et İblis çünkü kardeşim o sapığı sevmiyor ve senin yapmadığın anneliği yaptığım için beni suçlayamazsın."

"Hiçbir anne bence damat adayına suikast düzenleyip onu merdivenlerden itmiyordur."

"Ben kendi kızımı kolay büyütmedim İblis ve kimse onu benden alamaz."

"Aman tanrım çift taraflı bir hastalık sizinkisi." Meliz bir şeyi yeni fark etmiş gibi hızlıca bana döndü. "Şu zamana kadar sadece seni tüm erkeklerden kıskandığı için bir tek Itır'ı sorunlu bilirdim. Böyle düşündüm çünkü Itır'ın etrafında hiçbir erkek uzun süre kalmıyordu ve senin hastalıklı potansiyelini görecek bir neden yoktu. İkiniz de normal değilsiniz kardeşlik sevgisi birbirinizin etrafındaki erkeklere işkence etmek değil!" Düşündüğü saçma şeylere gerçekten inandığı için dayanamayıp gülmeye başladım.

Yanlış düşünüyordu çünkü ben Itır'ın sevgilisi olmasına karşı değilim benim karşı olduğum tek kişi Gediz'di. Benim yerime hangi abla olsa gözünden sakındığı kardeşini öyle bir sapıktan uzak tutmaya çalışırdı. Beni bir iskele evine götürüp gözlerimin önünde bir kadının boynunu sömürmüşken, o günün akşamında kardeşimi öpüyorsa zaten kendi sonunu hazırlamıştır. Bu gidişle zaten er veya geç ölümü bir kadının elinde olacaktı. Itır söz konusu olunca o kadın olmaya adaylığımı koyabilirim.

Bahçede yeterince zaman geçirdiğimiz için kaleye girince Üç Silahşörleri aşağıya inerken gördüm. Hayret ediyorum çünkü dün çok kötü düşmüşken bu sabah ayağa kalkmayı başarmıştı. Tabii aldığı hasarları gizleyemiyordu çünkü kafası bandajla sarılıydı. Aynı şekilde kolunda ciddi bir hasar olmalı ki sol kolu sargılı bir şekilde boynuna asılıydı. Çok orantılı bir şekilde onu itmiş olmalıyım çünkü sağ kolunda herhangi bir hasar yoktu. İyi ki de yoktu aksi takdirde bir sopanın yardımıyla yürümeyi başaramazdı. Evet, sağ ayağında da ciddi bir sorun olmalı ki üzerine basamıyordu. Dedim ya nasıl başardıysam çok orantılı bir şekilde hasar almasını sağlamıştım. Kol sağlamsa bacak sıkıntılı ve bacak sağlamsa kolda arıza var. Kafasını zaten Itır'ın odasındayken halletmiştim.

Mest olmuş bir şekilde sekerek merdivenleri inen çocuğu gösterdim. "Aradaki denge ve uyumu sende görüyor musun İblis?"

"Ona bakarken nasıl bir şahaser görüp böyle mutlu oluyorsun bilmiyorum Elzem, ama o kadar bakıyorum fakat mutlu olacak şeyi bulamıyorum."

"Kol ve bacaklarda ki dengeyi diyorum, sence de yaratıcılığımı konuşturmamış mıyım?"

Ürkerek benden uzaklaştı. "Son zamanlarda beni korkutmaya başladın Elzem. Lütfen artık kendine gel, bir silkelen toparla kendini. Bak sen seviyorsun diye lütfen bile dedim!"

Üç Silahşörler gittikçe yaklaştığı için hararetli sohbetimize son verdik. Hafız arkadaşının inmesine yardım ederken aynı zamanda merakını gidermeye çalışıyordu. "Tatil bir hafta önce bitti daha fazla dersleri erteleyemeyiz ve bugün akademiye dönecekken kendini sakatladın mı? Bunun nasıl olduğunu söyleyecek misin?" Ben söylerdim de görünmez olduğum için yeni bir beden almakla uğraşmak istemiyorum.

"Sabaha kadar aileme yeterince hesap verdim zaten Muhafız." Homurdanarak dikkatli bir şekilde inmeye çalışıyordu. "Dedim ya dün gece canım sıkıldığı için ahırdaki atlara bakmak istedim. İnatçı bir kısrak beni tekmeledi." Ayağım kaydı merdivenlerden düştüm demek yerine bu yalan hiç olmamış.

Asil bıyık altından gülerek Hafız'a kaş göz işareti yaptı. "Nasıl bir atsa öyle bir tekme atmış ki bizimki ahırdan kalenin içine girmiş ve oradan da merdiven boşluğuna uçmuş."

"Öyle deme Tenebris." Hafız yüksek sesle gülmeye başladı. "Belki de at ahırdan sıkılıp kalede turlamak istemiştir. Tabii Azınlık o esnada su içmek için odasından dışarı çıkınca çifteyi yedi." Bu ikisi sürekli at diyerek canımı sıkmaya başladı!

Tabii adamlar da haklı bilmiyorlar ki Gediz'i bu hâle getirenin ben olduğumu. At tekmelemiş! Daha güzel bir yalan bulabilirdi!

"Yeterince eğlendiğinize göre artık yola çıkalım mı?" diye homurdandı Gediz. "Kardeşlerim uyanmadan kaleden ayrılıp akademiye gitmek istiyorum bir de onların alay konusu olmak istemiyorum!" Savcı ve Dehliz'i bilmem ama Aybars'ın çok eğleneceğine eminim.

"Savcı'da bugün yola çıkacakmış. Sen bu haldeyken Sulakkar'a yetişmemiz biraz zaman alabilir. Arabayla gidelim en azından akşama orada oluruz böylelikle yarın kardeşinin derslerini kaçırmamış oluruz." Hafız'ın söyledikleri tüm keyfimi kaçırmıştı Savcı'da mı gidiyordu?

Asil başını salladı. "Elzem ortalarda olmadığı için sinirini çıkaracak yer arıyor. Bu aralar onun derslerini kaçırmak iyi bir fikir olmaz."

"Bir süre kimse bana Elzem demesin! O baş belasının ismini lanetleyeceğim böylelikle asla duymayacağım!" Gülüşümü zor durdurdum evet bu isyan eden kişi Gediz'den başkası değildi.

"Yoksa seni bu hâle getiren..." Hafız gülmeye başlayınca, "Hayır!" diye gürledi. "At yaptı dedim ya!" Asil ve Hafız'ın gülüşüne bakılırsa bence gerçeği çoktan anladılar.

Onu daha fazla kızdırmamak için ikisi de gülüşünü durdurmaya çalıştılar. "Henüz Günışığıyla konuşamadım," diyen Asil etrafına bakarak onu aradı. "Siz arabayı hazırlatana kadar size yetişirim." Gediz ve Hafız onu onaylayıp dışarı çıkınca biz Asil'in peşine takılmıştık. Doğa ile barışmayı başaracak mı merak ediyorum.

Her yere bakmıştı ve Doğa'yı mutfakta çay yaparken buldu. Mutfağın buharında terlediği için pembelik kazanan cildi ve dağınık topuz yaptığı saçlarıyla fazla sevimli görünüyordu. Mutfaktaki çalışanların bakışlarını görmezden gelen çocuğun gözleri bir tek Doğa'nın üzerindeydi. Kapının hemen yanında duruyor Doğa'nın bitki çayı yapmasını izliyordu. Mutfaktaki sessizliği fark eden Doğa, elinin tersiyle alnına yapışmış saçlarını çekerek arkasını dönünce onu gördü. Asil ile göz göze gelince onun için burada olduğunu düşünmediği için etrafına bakındı. "Naren'i arıyorsan dün kaleden ayrıldı." Asil'e kırgın olmalı ki bunları söyleyip önüne dönmüştü. "Sana bakıyordum Günışığı." Asil'in son söyledikleriyle adı gibi ışık hızıyla yeniden ona dönmüştü.

"Günışığı mı?" Kısık bir sesle sorduğu soru Asil'in tebessüm etmesini sağladı. "Öyle değil misin?" Yürüdü ve Doğa'nın elini tutup onu peşinden çekerek afallamış kızı mutfaktan çıkardı. Ben ve Meliz ise mahremiyet kurallarının içine ederek takibe devam.

Kimsenin özel hayatını merak ettiğim yok ve bu yaptığım şeyi kendime konduramıyorum.

Bu ikili bensiz bir adım bile ilerleyemediği için yardımıma ihtiyaç duyulduğunda müdahale etmek için orada olmalıyım.

Asil onu terasa çıkarana kadar elini bırakmamıştı. "Neden bana evliliğinin gerçek olmadığını söylemedin?" Lafı uzatmadan doğrudan konuya giren insanları hep sevmişimdir. "İki ay boyunca bana kestiğin bu ceza mübah mı hatun?" Daha ilk dakikada Doğa'yı azarlaması hiç iyi bir fikir değil çünkü Doğa kaplumbağa misali korkunca hemen kabuğuna saklanıyordu.

Öyle de yaptı Asil'den uzaklaşarak geriye çekildi. "Beni dinlemeyen sendin Asil." Bu kızda ki sıfır merak beni deli ediyordu. İnsan bir sorar sen bunu nasıl öğrendin diye değil mi? Ama yok armut piş ağzıma düş kafasında olduğu için çaba göstermek yerine başkalarının onun için bir şeyler yapmasını bekler ve kimin yardım ettiğiyle ilgilenmezdi. İki aydır görüldüğü üzere kendi mutluluğu için parmağını bile kıpırdatmazdı. Her şey onun için hazır olsun isterdi üşengeç Işık.

Hayattaki tüm şansını benden yana kullanmış haberi yok.

"Yani duyduklarım gerçek!" Ne demek gerçek? Sorguluyor muydu? Yalan söylemeyi alışkanlık hâline getirmiş biri olarak mı görüyordu beni? Ben söylediysem her şekilde doğrudur.

"Bildiğin dürüstlüğümü sorguluyor." Homurdandığımda bizi duymasınlar diye Meliz sessizce gülerek dudaklarımı kapattı. "En heyecanlı yerinde araya girme Elzem." Gören de film izliyoruz sanırdı ne bu heyecan? Alt tarafı kendi ilişkimde başarısız olurken başkalarının ilişkisini izliyordum.

Asil'in ruhundaki kırgınlığı gözlerine yansıyordu. "Ben dinlemedim ama sende anlatmaya çalışmadın Işığın kızı." Doğru söylüyordu çünkü onun yerine Asil olsaydı Doğa dinleyene kadar kendini anlatmaya çalışırdı fakat Doğa çok kolay vazgeçti. Evet haklıydı çünkü Doğa'yı gördüğü ilk günden bu yana onun sevgisini kazanmak için uğraşıyordu ve Doğa fazladan hiç çaba sarf etmiyordu.

Aşk dediğimiz duygu da sadece tek bir taraf savaşmamalıydı. Örneğin ben, Savcı için tüm taliplerimi geri çeviriyorum bence bu da kayda geçmeli.

Doğa'da ona hak vermiş olmalı ki hep yaptığı gibi suskunlaştı. "Sebebi vazgeçmem değil." Sesinde gizli bir ısdırap saklıydı. "Benim yüzümden her şeyini kaybedebilirsin. Baban ve klanın beni asla onaylamaz Asil, şu anda sahip olduğun zenginliği ve mevkii kaybedebilirsin." Ne yazık ki Doğa'da haklıydı çünkü Savcı'da Asil'in durumunda olduğu için Doğa'nın ne hissettiğini çok iyi anlıyorum.

"Zaten her şeyimi kaybettim." Asil basit bir şeyden bahseder gibi güldü. "Dün akşam babamla görüştüm ve ona senden bahsettim. Beni vazgeçirmeye çalışmadı bunun yerine iki seçenek sundu. Ya senden vazgeçecektim ya da klanımdan. Babam dün akşam klana geri döndü şu anda tüm klana benim artık Kılıç ailesinin bir üyesi olmadığımı duyuruyordur." Mahcup bir ifadeyle ensesini kaşıdı. "Sanırım artık yoksul biriyim." Neyseki aşık olduğu kadın Mara değildi yoksa büyük olay çıkardı.

Doğa'nın gözleri dolarken suçluluk çekerek ona yaklaştı. "Beni mi seçtin?"

"Aksi mümkün mü?"

"Şimdi böyle düşünüyorsun fakat gelecekte ya bu seçimin için pişmanlık duyarsan?" Sanki gelecekte onunla olacak! Ankara'ya döndüğünde Asil'de klanına geri dönerdi ve sorun ortadan kalkardı. Ne yazık ki buradakilerle Kalkanların bir geleceği olamazdı.

"Gelecek?" Asil'in gözlerinin içi gülerken, "Benimle ilgili bir gelecek mi düşünüyorsun?" Doğa'nın yanakları kızarınca bakışlarını kaçırdı. Karşısındaki utangaç kıza gülümseyip, "Benimle gel Günışığı," dedi. Doğa'yı peşinden çekip hızlıca terastan çıkarınca, onları takip etmek isteyen Meliz'in kolunu tutarak ona engel oldum. "Sen nereye meraklı İblis?"

Meliz hâlâ kolunu kurtarmanın derdindeydi. "En heyecanlı yerinde beni niye durduruyorsun Elzem. Belki Asil onu öpecekti ve senin yüzünden bunu kaçırdım." Bu kadın beni çıldırtıyor!

"O ikisine hiç güvenmiyorum. Evliliği düşündükleri an derhal ikisini ayırmanın bir yolunu bulacağız İblis."

"Önce kavuşturduk sonra da ayıracak mıyız? Elzem karar ver artık biz iyi miyiz kötü müyüz? Sen böyle değişken hareketler sergiledikçe hangi tarafta olduğumuzu kestiremiyorum."

"Ben iyi olanım sende kötü, o yüzden gerektiğinde onları ayırma işini sana bırakacağım."

"Tıpkı Safir konusunda elini kirletmediğin gibi mi? Neden tüm pis işlerini ben yapıyorum?"

"Ben mi kötü olayım Meliz? Bunu istiyorsun? Nasıl ki bir şeytan melek olamazsa bir melek de şeytan olmamalı."

"Ha şimdi de şeytan oldum öyle mi? Bravo Elzem çok iyi gidiyorsun aynen böyle devam et, kuzu postu giymiş sinsi kurt!"

"Rica ederim alınganlık yapmaz mısın İblis. Şeytan deyince ne olmuş yani sonuçta o da senin bir akraban."

"İnsanlar haklı sen gerçekten çekilmez birisin!"

"Konuyu nerelere getirdin yürü hadi." Onu sürüklemeye başladığımda ağzının içinde söylene söylene beni takip ediyordu.

Merdivenlere yöneldiğimizde üst basamağa oturarak dudaklarını sarkıtan Mara'yı gördüm. Kızaran gözlerine bakılırsa ağlamıştı, çok garip çünkü Mara kolay kolay ağlamazdı. Asıl garip olan ise basamağın diğer ucunda oturan kişinin Dehliz olmasıydı. Mara'dan dolayı kuzgunu göndermiş ve somurtan kızın sakinleşmesini bekler gibi bir hâli vardı. "Kâhin olmaktan nefret ediyorum! Bazı şeyleri önceden bilmek ve olacaklara engel olamamak çok kötü." Onu ağlatacak dereceye getirecek kadar ne görmüş olabilir ki?

Huysuzluk içinde Dehliz'e baktı. "Sana niye anlatıyorum ki malum anlatınca da duymuyorsun." Fenalık geçirir gibi bir hareket yaptı. "Şaka gibi bir talihim olmalı ki kırk yılın başı ağlayasım tuttu ve yanımda kala kala bir bu kaldı." Homurdanan kız nefret dolu bakışlarını yanındaki adama atarak önüne döndü. "İstenmeyen ot gibi ya her yerde karşıma çıkıyor. Şurada doğru düzgün üzülemiyorum bile!"

"Mara çok garip biri." Meliz sesini kısarak bana yaklaştı. "Para için dedesi yaşındaki birine bile nikâh kıyar ama çok zengin olmasına rağmen Dehliz'i koca adaylarının içine hiç almıyor." Eskiden olsa evet derdim ama Doğa konusunda endişelerim olduğu için mümkünse Dehliz'i listesine hiç almasın. Geri döndüğümüzde Doğa'yı aşk acısı yüzünden nasıl teselli edeceğimi düşünürken başıma bir de Mara çıkmasın. Zaten kızın normal hâli bile yeterince arızalıydı.

Dehliz'in yüzünde mimik oluşmaksızın bakıyor olması Mara çıldırdı. "Bu mu yani? Böyle donuk bir suratla oh olsun dercesine bakmak öyle mi?" Öfke krizleri geçirerek ayağa kalktı. "Gün içinde sen ve o aptal kuşun karşıma çıkmıyor!" Sinirli bir şekilde basamakları inmeye başlayınca kenara çekilerek ona yol verdik. Dehliz ise onun son söylediklerini duyduğu için güldü ve başını iki yana sallayıp yukarı çıkmıştı. Bilerek Mara'yı kızdırıyor olamazdı değil mi?

Gözlerimle yukarıyı gösterip Meliz'e döndüm. "Ne dersin bu sefer Savcı'yı görmeyi başarır mıyım?" Onun dışında herkesi görmüştüm ama adam asosyal olduğu için odasından hiç çıkmıyor ki bir yerlerde karşılaşalım.

Elin kırk kat yabancısı Keng'den çıkıp geldi ve koskoca kasabada karşılaştık, ama aynı kalenin içinde olmamıza rağmen Savcı ile yollarımız hiç kesişmiyor!

Meliz küskün bir tavır takınarak hıh dercesine başını başka bir tarafa çevirdi. "Kendini çok kaptırma kötü bir iblis olarak bir de sizi ayırmakla uğraşmayayım." Ona kötü dedim diye trip mi atıyor bana?

"Tüm gün bana bunu hatırlatacaksın değil mi?"

"Tabiki de hayır o kadar da kötü biri değilim. Pardon ya ben zaten kötü olandım değil mi?"

"Hiç uğraşma asla benden iyi bir şey duymayacaksın tripli İblis." Hızlıca merdivenleri çıkarak onu geride bıraktım. Sanki sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi ona kötü dediğim için alındı. Hadi ama hergün bunu söylüyordum ve hiç sorun etmiyordu.

Koşarak Savcı'nın odasına geldiğimde içeri girince Zülüf Hanım'ı gördüm. Kapıyı açarak içeri daldığım için açılan kapı hemen dikkatini çekince kapıyı sertçe kapattım. Böylelikle kapının aralıklı kaldığını düşünen kadın, açık balkona bakarak cereyandan dolayı kapının açılıp kapandığını sandı. Kahvesini içiyordu lakin Savcı görünürde yok gibiydi. Gitmeyi düşündüğüm esnada banyonun kapısı açıldı ve Savcı dışarı çıktı. Onu görür görmez gülümsememin sebebi yeniden doğmuş gibi görünen haliydi. Uzayan saçlarını eskisi gibi kısaltmış ve sakallarından eser kalmamıştı. Yüzü tüm çekiciliğiyle sonunda açığa çıkarken yeni banyodan çıkmış olmalı ki saçları nemliydi. Pantolonunun üzerine lacivert bir gömlek giymiş ve gömleğin düğmelerini kapatarak banyodan çıkmıştı. Bu hazırlığının sebebi akademide derslerin başlamasıydı. Bugün akademiye geri dönecekti ve öğrencilerinin karşısına dağınık bir şekilde çıkamazdı.

"Anne?" Zülüf Hanım'ı odasında görmeyi beklemiyordu. "Ziyaretini neye borçluyum." Annesinin yakınındaki koltuğa oturunca ses çıkarmadan onları izliyordum.

"Klan liderleri bu sabah kaleden ayrıldı Savcı." Kahveyi höpürdeterek içerken yemin ederim annem olsa sevilecek türden değil. "Dün babanın Ayvaz ile kızı Berrak hakkında konuştuğunu biliyor musun? O konuşmayı sen ayarladın değil mi? Cihangir, Ayvaz'a kızıyla evlenmeyeceğini söyledi çünkü öncesinden babanla konuştun!" Aylar sonra nihayet Berrak konusu kapandığı için rahat bir nefes aldım. Bu konu haddinden fazla uzamıştı.

"Bu evlilik iyi sonuçlanmayacaktı anne." Masadaki peçeteyi Zülüf Hanım'a uzattı çünkü kahve içerken bile dudağına taşırmıştı. "Sadece ben değil Berrak'da mutsuz olacaktı her ikimize de haksızlık yapamazdım." Doğru söylüyordu çünkü Berrak'da Savcı ile evlenmeye gönüllü değil gibi davranıyordu.

"Bu evlilik bir taraf seçmeni sağlayacaktı Savcı. Azınlıklar'da büyümüş olabilirsin ama senin klanın Koruyucular. Ayvaz'ın damadı olmak seni Karsins'de hayalini kurduğum gibi güç sahibi yapacaktı." İyi de Savcı'nın buradakiler gibi güç tutkusu yoktu ki. Savcı sükunet dolu sakin bir hayat yaşamak istiyordu güç ve savaş arzusu yoktu.

"Beni istemediğim bir hayata zorluyorsun anne." Haklıydı bir anne olarak oğlunun seçimlerine saygı duymalıydı.

"O kız yüzünden değil mi?" Bende Zülüf Hanım ne zaman bana karşı saldırıda bulunacak diye merak ediyordum. "Kaleye geldiğinde ona nasıl baktığını gördüm. Farklı bir klana ait biriyle olamazsın ve o kız sıradan bir klana ait değil. Gazi'nin lanetini taşıyan bir Oyunbaz!" Ölünün arkasında konuşmak doğru değil derler ama bu kadın mezarda bile kemiklerimi sızlatırdı.

"Elzem, Gazi veya diğer Oyunbazlar gibi değil." Beni aklından canlandırmış olmalı ki derinden bir iç çekti. "Kimse gibi değil."

"Sonuçta kontrolü olmayan bir Oyunbaz değil mi? O ruh emiciye olan duyguların gözlerini kör etmiş senin."

"Belki öyle belki de değildir bunun kararını sadece ben verebilirim."

"O kız öldü Savcı!" Fincanı masaya bırakıp ayağa kalktı. "Bir ölüyü sonsuza kadar sevemezsin," deyip gittiğinde Savcı'nın moralini bozduğu için ona olan nefretim katlandı.

"Madem öyle ben neden son zamanlarda onun varlığını hissediyorum." Kendi kendine konuşan adam başını koltuğa yaslayıp gözlerini yumdu. "Elzem..." diye adımı fısıldadı. "Sana olan özlemim yüzünden mi o gece Naren'e bakarken seni görür gibi oldum? Yoksa baktığım her kadından senden bir parça mı arıyorum?" Acı çekerek yüzünü ovuşturdu. Ölüler Diyarında onu duyduğumu bildiği için benimle konuşuyordu ama ihtimallerinin içinde geri dönmem yoktu.

Naren'i göndererek iyi bir şey yapmıştım çünkü yanılmamışım Savcı o gece benden şüphe etmişti.

Odadan çıkmak için en az on dakika boyunca bekledim. Savcı balkona çıktığında bu fırsatı değerlendirmek için nihayet ses çıkarmadan dışarı çıkmayı başarmıştım. Kapıyı usulca kapatıp önüme dönünce tam karşımda bulduğum kişi ile az kalsın çığlık atacaktım. "Meliz! Beni korkuttun." Onu azarladığımda elindeki küçük kağıdı gösterdi. "Kırım pusula göndermiş bizi çok acil Kızıl Dağlara bekliyor." Elümhan'a geleli daha bir haftayı bulmazken bu aciliyetin sebebi neydi?

Önemli bir şeyler olmalı ki bizi çağırıyordu.

"Gidelim o vakit." Buradaki işim zaten bittiği için gönül rahatlığıyla ayrılabilirdim. Doğa ve Asil'in sorununu çözmüştüm. Gediz akademiye doğru yola çıktığı için Itır için de endişe etmeme gerek yoktu. Ve Savcı'da akademiye gideceği için kalmamı gerektiren bir husus yoktu.

Meliz ile birlikte hızlıca yürürken aniden kolunu tutarak onu durdurdum. "Safir'i unuttuk Meliz, onu sahibine verip öyle gidelim." Safir'in konusu açılınca beni hiç duymamış gibi duvardaki taploları inceleyen kadına yaklaştım. "Safir'i iyi saklaman gerektiğini özellikle sana söylediğimi hatırlıyorsun değil mi?" Tebessüm etmeye çalışırken dişlerimin arasında güçlükle konuştum. "Lütfen bana Safir'in hâlâ yaşadığını söyle!"

Özellikle benden tarafa bakmayan kadın, "Geç kalacağız hadi gidelim," deyip yürümeye başlayınca, ensesinden tutarak onu yanıma çektim. "Çorbada ki gerçek Safir mi?" Çorba için farklı bir yılan kullanmasını özellikle belirtmiştim!

Ensesini benden kurtarmaya çalışırken daha sert tutmam ile çırpınmaktan vazgeçti. "Bahçede beyaz bir kobra yaşamıyorsa bu benim suçum değil Elzem."

"Sende elindekini kullandın öyle mi?"

"Çözüm üretmek konusunda iyi olduğum söylenemez."

"Pişirdin mi onu?"

"Ve sende servis ettin."

"Sinirlenmeye başlıyorum İblis." Onu bırakıp tebessüm ettim. "İkinci kez sinirlendiğimde çok sevdiğim bir yakınımı kaybettim. Üçüncü kez sinirlendiğimde Ölüler Diyarında ki tapınağı yıktım ve şu anda dördüncü kez sinirlenmek üzereyim." Üzerine yürüyüp kolundan tuttuğum gibi sırtını sertçe duvara çarptım. "Son kez soruyorum Safir yaşıyor mu yoksa öldü mü? İyi düşün çünkü vereceğin cevaba bağlı sinirlenmem!" Ben ki kimseye zarar vermemek için acı çektiğim hâlde ruhlara olan açlığıma direniyorum, keyfi bir şekilde bir hayvana zarar vermiş olamam! Benim aptal şakam yüzünden Soya'nın evcil hayvanını öldürmüş olamaz!

"İkiden sonra ki öfke nöbetlerini anlattın peki ilki neydi?"

"Meliz!!"

"Ay tamam hâlâ yaşıyor!" Benden uzaklaşarak tersçe baktı. "Araf'ı kana boğmak isteyen birinin küçük bir hayvanı önemsemesi çok saçma." Homurdanarak yürümeye başlayınca o Safir'i getirene kadar bende Soya'nın odasına gitsem iyi olacak. Araf'takiler beni aşağıladığı için onlara zarar vermek istiyorum, ama bana zararı dokunmayan hiçbir canlıyı da incitmeyi doğru bulmuyorum.

Soya'nın kapısının önünde beklerken birkaç dakika sonra Meliz elinde Soya'nın çantasıyla gelmişti. "Havada uçuşan bir çantayı kimse görmeden hemen içeri geçelim." Haklı olduğu için kimseye yakalanmadan ne yazık ki kapıyı çalmadan içeri girdik. Bu asla onaylamadığım bir davranış şekliydi.

Odada gördüğüm şeyler de herhangi bir gariplik yoktu normal bir odada olması gereken şeyler. Fakat tüm garipliği üzerine toplayan biri vardı...bir kadın! Pencereden dışarıyı izlediği için yüzünü görmüyorduk lakin buğday başağı gibi uzun kumral saçları uçuş uçuştu. Balkon ve camlar kapalı olduğu için odaya hiç rüzgar sızmıyordu ama buna rağmen saçları dalgalanarak uçuşuyordu. Suyun altındaymış gibi ahenkle dans eden saçları muhteşem güzellikteydi. Onları daha önce hiç kesmemiş gibi saçlarının uzunluğu diz kapaklarına kadar uzanıyordu. Destursuz odaya girdiğimiz için yakalanma korkusuyla bize doğru döndüğünde ise yüzünü görmek soluğumu kesmişti. "Aman tanrım..." Gördüğümüz güzellik karşısında Meliz ile aynı anda fısıldadık.

İlk gördüğüm göz bebekleri kan kırmızısı olan bir çift göz oldu. Evet gözleri kandan olan bir kadına bakıyordum. Bu nasıl mümkün olabilir aklım almıyor ama gözleri gerçekten de kan kırmızıydı. Yüzündeki ince ve yumuşak hatlar göze çarpan elmacık kemikleriyle birleşince onu hem çocuksu hemde olgun gösteriyordu. Rönesans tablosu gibi hangisini görmek istiyorsanız onu görüyordunuz sanki. Yay gibi kaşları ve uzun kirpiklerinin altındaki bakışları bizi bile etkilerken erkekleri düşünemiyorum bile. Uzun, sarı bir elbise giymişti ama elbise ince askılı olduğu için kolları açıktaydı. Bu vesileyle sol kolundaki kırmızı dövmeyi görmüştüm. Dövmesi kırmızı bir yılandan oluşuyordu. Yılan dövmesi kolunun başlangıcında oluşuyordu ve tıpkı bir sarmaşık gibi koluna dolandığı için yılanın kafası dirseğinin hemen üstünde duruyordu. Tıpkı antik bir bilezik gibi kolunda oluşan bu dövme muazzam güzellikteydi. Evet bir yılanın sembolüydü ama buğday teninde olan bu kan kırmızısı dövme ona çok yakışıyordu. Sol kolundaki simgenin aynısı olan bir bileziği sağ bileğinde taşıyordu. Tek fark bu derisine işleyen bir dövme değil gerçek bir bilezikti.

"Soaireya," diye fısıldadım. Boynundaki küçük iksir kolyesini daha önce Soya'nın da boynunda görmüştüm.

Soya aslında Soaireya olduğuna göre bu demektir ki çirkin görüntüsü olağanüstü güzelliğini saklamak için kullandığı bir maskeydi.

"Soaireya mı?" Meliz gözlerini irice açarak ona bakıyordu. "Soya aslında çirkin değil mi?" Tüm kanıtlar gözünün önündeyken hâlâ sorguluyor mu?

Aceleyle arkamızda ki kapıyı kapatarak gizliliğini güvenceye aldı. Gözleri beni bulunca soğukça gülümsedi. "Beni izlerken aklında geçen her şeyi erkekler de seni izlerken düşünüyor bunu biliyorsun." Evet bunu biliyorum çünkü benimle yarışır bir güzelliği vardı. Açıkçası hangimiz daha güzeliz ne o söyleyebilirdi ne de ben veya bir başkası.

"Ruh formunda olduğunuz için şanslısınız." Buz gibi bir sesle konuştu ve kafesteki küçük serçeyi çıkartıp yüzüne yaklaştırdı. "Çünkü gözlerimin zehri bir tek ruhlara işlemiyor." Küçük kuşun gözlerine bakınca zavallı hayvandan tiz bir ses çıkmıştı. Daha sonra olanlar ise aklımızı kaçırmamızı sağlayacak türdendi. Önce kuşun canlı renkleri soldu ve hemen ardından çıtırtı sesleri çıkartarak gri bir taşa dönüşmüştü. Meliz ile dehşete kapılmış bir hâlde kapıya doğru bir adım atmıştık ki, Soya'nın dudakları kıvrıldı. "Ruh formunda olmanız sizi sadece gözlerimden korur ama benden koruyamaz," dedi sırıtarak. Safir'i ölü sandığı için canımızı okumaya hazırlanıyordu.

Elindeki taşlanmış kuşu sakince masanın üzerine bıraktı. "Üzülmeyi sevmiyorum kızlar çünkü üzülünce üzüyorum." Şimdi ise bir çocuk saflığına bürünüp masumca bize bakıyordu. "Ağlamaktan ise nefret ediyorum çünkü gözyaşı dökmekle ilgili sıradışı bir alışkanlığım var." Sağ kolundaki bileziğin hareket etmeye başlamasıyla Meliz yutkunarak koluma yapıştı. "Gazap silahı o Elzem. Sıradan bir aksesuar gibi görünebilir ama tılsımlı bir silah." Bunu görebiliyorum çünkü bileziğin yılan başı hareket ederek Soya'nın avucuna doğru uzandı.

Başını kaldırıp buz gibi gözlerle bize bakan kadın korkudan aklımızı alıyordu. "Ağlamaktan nefret ediyorum çünkü kim beni ağlatırsa ondan bir hayat almadan duramıyorum." Avucundaki yılanın metal başını kavrayıp elini yere doğru savurunca, bilezik altın sarısı bir kırbaca dönüşüp zeminde şak diye bir ses çıkardı. Bilezik aynı zamanda kırbaca dönüşüyordu!

"Hey! Bekle!" Vakit kaybederek yanlış bir şey yapmasını göze alamadığım için Meliz'den çantayı alıp ona uzattım. "Safir burada." Bir anda kırbacı bana doğru savurunca kırbacı çantaya dolandı ve iki saniye içinde çanta artık ondaydı.

Aceleyle çantayı açınca tıslayarak dışarı çıkan yılanı görünce rahatlamıştı. "Safir..." Sesi titreyerek onu çantadan çıkarıp boynuna doladı. "Seni de diğer herkes gibi kaybettim sandım." O yılana sarılırken bir tek ben mi bunu ürkütücü buluyorum?

Yılanın tıslayan sesinden her ne anladıysa kaşlarını çatarak bize döndü. "Safir'i rehin aldığınız sürede ona marul vererek işkence mi ettiniz?" deyince Meliz nefret dolu bakışlarını Safir'e çıkarmıştı. "İspiyoncu!" Ne yani bir yılana yemek olarak gerçekten marul mu vermişti?

"Meliz'in kötü bir ebeveyn olduğunu herkes bilir," dedim gülerek. "Ona Safir'i emanet etmek benim hatam. İleride çocuğum olursa onu bırakmayacağım tek kişi Meliz."

"Yerinde bir karar olur." Soya dudaklarını sarkıtarak Safir'in başını okşadı. "Oğlumu aç bırakmış. Sen kötü bir teyzesin Meliz."

"Ben o aptal yılanın teyzesi değilim!"

"Ama ben senin teyzenim." Soya tehlike dolu bir gülümsemeyi ona sundu. "Seni ve yanındaki işgüzarı çeşitli işkencelerle cezalandırmak en büyük arzumdu." Gözleriyle Safir'i gösterdi. "Lakin o bunu istemiyor. Sanırım Elzem'i sevmiş o yüzden bu seferlik bu tatsız konuyu kapatıyorum." Kıkırdayarak bana doğru yürüdü. "Sende Safir'i sevmek ister misin?" Hiç sanmıyorum!

"Yılan sevmiyorum ben." Hemen Meliz'in kolunu tutup onu peşimden dışarı çektim. Araf'ta her türlü çılgınlığı yapmış olabilirim ama yılana dokunacak kadar aklımı yitirmedim.

"Elzem! Safir'in kalbini kırdın!" diye bağırınca peşimizden gelemeyeceği için acele etmeden uzaklaştık. Güzelliğini herkesten sakladığı için kendini çirkinleştirmeden odadan çıkamazdı.

Kalenin dışına çıkıp yürümeye başladığımızda nasıl olsa yakından tekrar geleceğim için dönüp arkama bakmadım. "Yine yollara düştük İblis." Kasabada olan bedenlerimizi almak için uzun bir yol yürüyecektik. Devamında atları kullanabiliriz ama şimdilik tek ulaşım aracımız bacaklarımız.

"Yol arkadaşımdan nefret ediyorum." Başını kaldırıp gökyüzüne bakarak iç çekti. "Belki de yol arkadaşım sen olduğun için nefret ediyorumdur."

"En azından bana olan hislerin platonik değil." Gülerek ona döndüm. "Çünkü hislerimiz karşılıklı." Nefreti tek yönlü olmadığı için çok şanslı.

"Sence Kırım bizi neden çağırdı dersin?"

"Tahmin yürütmek bana göre değil ben anı yaşarım Elzem."

"Fazladan beynine biraz egzersiz yaptırsaydın şu anda Araf bizim olmuştu."

"O işi sen çok güzel yapıyorsun ama hâlâ Araf bizim değil." Her şey hemencecik olup bitsin istiyordu ama hedeflerimizin zamanı vardı.

Az kaldı, hem de çok az. Buraya tekrar geldiğimde kendim olarak gelecek ve herkese ölmediğimi göstereceğim.


























Evet bir bölümü daha geride bıraktık. Yeni bölümde Elzem'in Oyunbazlarla dönüşünü okuyor olacaksınız.

Şimdi gelelim bu bölümde olanlara. Nihayet Asil ve Doğa barıştı ama bu Asil'e biraz pahalıya patladı çünkü sahip olduğu her şeyi Doğa'yı seçtiği için kaybetti.

Gediz ve Itır cephesinde olanlar ise tıpkı daha önce akademide olduğu gibi yine yanlış anlaşılmalar ve öfke sonucu ikinci kez yaşandı. Gediz sırf yediği darbelerin hakkını vermek için Itır'ı öptü. Böyle bir şey yapacağını bekliyor muydunuz?

Peki Elzem'in onu merdivenlerden iteceğini kimler bekliyordu? Sanırım kolay kolay Gediz'i kabul etmeyecek gibi görünüyor siz ne düşünüyorsunuz?

Kırım neden bu kadar erken kızları geri çağırmış olabilir? Kaleye geleli çok olmadı ama onları bu kadar kısa sürede çağırdı. Sebebi ne olabilir sizce?

Şu anda burada elektrikler gitmiş durumda o yüzden kalan şarjımla hemen soruları yazıp bölümü atıyorum. Düzenledikten sonra bölümü atacaktım ama son anda giden elektirikler yüzünden sadece bir bölümünü düzenledim. Elektriğin gelmesini beklersem ya bölüm gecikecekti ya da yarına kalacaktı. O yüzden yazım hatalarını görmezden gelin lütfen.💙

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.💙

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 105K 27
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...
266K 23.4K 43
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
23.6M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
2.6K 438 13
Burada tek bir kral yoktu.