20.BÖLÜM:SATIR DİBİ ÖLÜM

699 231 668
                                    







20. BÖLÜM:SATIR DİBİ ÖLÜM

Mavi Gri | Aklımı kaçırdım

Yusuf Gevrek | Yar Sensiz




Zaman ellerimin arasında duran ölü bir cesetti, onu yıkamamı istiyordu. Ama ben sulara küstüm, yıkayamazdım ki.

Zihnimin duvarları arasına çarpan bu isim beni kanatmak için bu geceyi seçmiş olmalıydı. Geçmiş tozlu bir kitap sayfası gibi önüme açılmış, içindeki tüm toza bulanmış kelimeleri gün yüzüne çıkarmıştı. Dakikalar önce yanından sıyrılıp arkamda bıraktığım bedenin dudaklarını terk eden ismi duymamak isterdim.

Kendimi toparlamak için verdiğim zamanın bitiğini düşünerek ellerimi ve yüzümü yıkadıktan sonra güçsüz bedenimi alarak tuvaletten çıktım. Adımlarımı barın kalabalığına doğru yönelttim.

Zihnim neden susmuyordu?

Neden sürekli zihnim aynı ismi tekrar edip duruyordu ki?

Kalabalık bedenleri yararak ilerledikçe, zihnimin duvarlarını döven ismin kızıl bir kan gölüne battığını hissediyordum. Kan gölünde yükselen çığlık, barın içinde yükselen kuru ama oldukça yüksek olan müziğe çarpıp anında yok oluyor, iki gürültüden biri ölürken diğeri katil oluyordu.

Kalabalığa rağmen onlara doğru ilerlediğimi hissetmiş gibi bana dönen bir çift buzdan lacivert ile bakışlarımız kesişti. Yüzüm nasıldı bilmiyorum ama beni gören gözlerin; kaçları çatılmış, kirpikleri iç içe geçmiş, bakışları yakıcı bir kuşkuyla kısılıp üzerime devrilmişti. Onlara doğru attığım her adımın üzerine milyonlarca ağırlıkta kilolar biniyordu.

Yanlarına vardığımda kilometrelerce koşmuşum gibi nefes nefese kalmıştım. Dorâ, hâlâ bana çatmış olduğu kaşlarıyla aynı yoğunlukta bakmaya devam ediyordu. Renksiz dudaklarını ıslatarak, "Bir sorun mu var?" diye sordu sesi toktu, bu soruyu öylesine sormuş değildi, zaten bir şeyler olduğunu içten içe biliyordu.

Bakışlarımı onun bana bakan buzdan yangınlarından çekip yere indirdim, tam olarak ne demem gerektiğini bilmiyordum. Yere düşen ışıklar, onların eseri olan gölgeleri sarıyordu. Hâlâ yere bakıyordum, başımı hafifçe sallayıp, "Hayır." diye mırıldandım.

Kuruyan dudaklarım tek kelimeyi bile dile getirirken oldukça zorlanmıştı.

Dorâ, bedenini bana doğru eğdi. "Peki ben neden bir sorun olduğunu hissediyorum?" diye sordu, sorusunun sonunda sallanan kuşkuydu. Yutkundum. Kalbim göğsüme büyük bir baskı uygularken sakin olmaya çalıştım, başımı biraz kaldırmamla onu görebilirdim. "Ya da sen neden bakışlarını benden kaçırıyordun?"

"K-kaçırmıyorum." diye mırıldandım oldukça kısık çıkan bir sesle, başımı çok az yukarı kaldırıp aramızdaki boy farkına rağmen soluk mavilerime bakmasına izin verdim. Dorâ ile göz gözeydik ama o kadar koyu bir perde indirmiştim ki yüzüme perdenin ardını göremiyordu. Kalın renksiz dudakları düz bir çizgi haline gelmiş, siyah kirpiklerinin kuşattığı buzdan mavileri yüzüme bakıyordu.

"Kaçırıyordun." dedi sert ve tok bir sesle. Az önce kaçırdığım bakışlarımın altını kırmızı bir renkli kalemle çizer gibiydi. Mekanın aksine rağmen aramızda duru bir sessizlik kol geziyordu. Kaşları hâlâ çatıktı. "Şimdi ise kara bir perde indirmişsin." Sözleri bittiğinde âdem elması oynadı.

Beni bu kadar iyi anlıyor olması beni korkutmalıydı değil mi? Ama ben korkutmuyordum.

Yüzümün önüne attığım maskeyi gevşetmeden, "Bir şeyler içmek istiyorum." dedim, başımı dikleştirip gergin olan omuzlarımı biraz daha gererek. Çünkü beni daha fazla sıkıştırmasını istemiyordum. "Bana içebileceğim bir şeyler alır mısın?"

KÂKTÜS MEZÂRLIĞI Where stories live. Discover now