Sesin kime ait olduğu belli değildi. Asla da belli olmamıştı. Maria zamanla o sesin sahibinin kendi vicdanı olduğunu düşünmüş ve aynı kabusu her görüşünde o sesi duymasıyla korkmuştu. Korktuğu şey Aceline'ın canını almış olmak, bunun için de cehenneme gitmek değildi. Hayır, Aceline'a o kanlı gecede çektirdiği hiçbir acıdan pişmanlık duymuyordu. Tek pişmanlığı, kadının karnında daha doğamadan ölen bebekti. Benim öldürdüğüm bebek...

Aceline kanlı yatağında son nefesini verirken etraftaki her görüntü yavaşça kayıyor, ayaklarının altındaki zemin usul usul parçalanıyor ve Maria yine kendini o kilisenin içinde buluyordu. Ağlayan gölgelerin arasından hızla geçiyor, en uçtaki renkli cama ulaşıyor ve gördüğü şey yüzünden bedeni oracıkta buz kesiliyordu.

Aceline'ın soğuk, gri bedeninin üstüne konulmuş minicik bir beden daha vardı. Beyaz örtülere sarılmış, küçük bedeninin her karışını kaplayan kandan dolayı kırmızıya boyanmış bir ceset. Mermer taşın üstünde birlikte yatıyorlardı. Eğer bebeğin üstünde kan olmasaydı, huzurlu bir uykuya daldıkları bile söylenebilirdi. Fakat uyumadıklarını biliyordu Maria. Uyusalar dahi ikisinin de bir gün uyanacağını ve katillerinin canını almak için geleceklerini biliyordu.

Böyleydi Maria Eva'nın her gece gördüğü kabus. Bağırarak uyandığı ve terler içinde nefessiz kaldığı kabusları normalde böyle bitiyordu. Uyandıktan sonra ise yaptığı ilk şey dua etmek oluyor, günahları için af diliyordu. Fakat tuhaftı ki, bu gece gördüğü kabus böyle bitmemişti. Yine kilisenin içinde başlamış, ağlayan insanlara nefretle bakmış, saraya gitmiş, odasına girmiş, Edward'ın yüzüne bağırmış ve yavaşça aynı kilisenin içine çekilmişti. Ama bu sefer kilisede kimse yoktu. Ne ağlayan şeffaf gölgeler vardı, ne bastırılması gereken çığlıklar, ne de siyah yas elbiseleri... Kimse gelmemişti.

Anlam veremeyerek uzun mihrap boyunca yürüdü ve mermer taşın önünde durdu. Aceline'ın ve bebeğinin cesedi ortalıkta görünmüyordu. Başka bir ceset vardı taşın üstünde. Tanıdık bir ceset.

Maria başını iki yana sallayarak kaçmaya çalıştı. Bağırmak istiyor, bütün gücüyle kiliseden çıkmaya uğraşıyor ve çırpınıyordu. Fakat yine aynı güç kadının hareket etmesini engelliyordu.

"Peki sen yaptıklarının bedelini nasıl ödeyeceksin?"

Ses kilisenin içinde yankılanırken, Maria görüntüyü görmemek için gözlerini kapattı sıkıca. Uyanmak istiyorum demek istiyor, yine de kelimeleri ağzından bir türlü çıkaramıyordu. Uyanmak istiyorum!

Aniden yerinden sıçramasıyla gözlerini açtı ve uzun süredir nefesini tutuyormuş gibi fırlayarak derin derin nefesler aldı. Yaptığı ilk şey boynunu kavramak olmuştu. Başının orada olduğundan emin olmak istiyordu adeta. Çığlıkları yüzünden içeri giren nedimeleri anlam veremeyerek kendisine bakarken, Maria'nın gözünden tek damla yaş süzüldü. Elleri titrerken de nedimelerinden birinin verdiği soğuk su dolu bardağı kavradı.

Uyanmıştı işte. Ama kabusunun etkisi hâlâ gitmemişti. En büyük korkusu, en büyük işkencesi artık kabuslarında da peşini bırakmayacak gibi duruyordu. Öyle ki uyanmadan hemen önce gördüğü ceset, başı boynundan ayrılmış bir şekilde yatan kendi cesediydi.

...

"Dük hazretleri, oğlunuz saraya vardı."

Eric için böyle başlamıştı sabah. Duyduğu tek bir cümle anında neşesine neşe katmış ve gençliğinden beri sırtladığı her türlü günahın yüküyle ağırlaşmış yaşlı bedenini hafifletmişti. "Eve haber yolla." dedi, üstünde uyukladığı çalışma masasından fırlarken. "Bana da derhal düzgün giysiler getir."

Tacın BedeliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin