|24|

847 59 247
                                    

Bölüm Şarkısı;YAS - Empty Crown

Oops! Această imagine nu respectă Ghidul de Conținut. Pentru a continua publicarea, te rugăm să înlături imaginea sau să încarci o altă imagine.

Bölüm Şarkısı;
YAS - Empty Crown

×××

Yirmi Dördüncü Bölüm × Power is a Gift, which Comes with a Price

...

O sabah, Edward odasındaki bütün çalışanları kovarak yalnız hazırlanmak istemişti.

Yataktan kendi kalkmış, yüzünü kendi yıkamış, içliğini kendi giymiş, gömleğini kendi bağlamış; ceketini, kabanını, çizmelerini, takılarını... Kısacası her şeyi kendi halletmişti. Başka kimseden yardım almadan, başka kimsenin yüzüne ve varlığına katlanmadan tek başına olmak istiyordu. Özellikle de ilerleyen saatlerde gerçekleşecek mahkemenin ağırlığı omuzlarına çökmüşken, düşünceleri ve duyguları ile bir başına olması daha iyiydi.

Penceresinin ardındaki karlı fırtına güneşi tamamen kapatmış ve içeri herhangi bir ışığın girmesini engellemişti. Hâlâ açık olan mumlara, devasa odanın ortasındaki devasa şömine eşlik ediyordu. Her sabah yaptığı gibi penceresinden manzarayı izleyememişti. Kuş sesleri eşliğinde derin nefesler alamamış ve düşüncelerden boğulan zihnini rahatlatamamıştı. Hoştu ya, dışarısı günlük güneşlik olsa dahi şu an zihnini rahatlatması imkansızdı. Ne yaparsa yapsın, bu zorlu günlerin sonucunda ne olursa olsun, bir daha doğru düzgün kendine gelemeyecekti. Yaşadığı her olay ruhunda derin izler bırakıyor; karakterini ve kişiliğini bambaşka renklere boyuyordu. Bazıları kapkara renklerdi, bazıları ise... Açık renkte olanların sayısının azlığı endişelendirdi adamı. İki elin on parmağını geçmeyecek kadarlardı. Onlardan biri ise, kesinlikle Anna Brunella'ydı.

Sanki hayat Edward'ın aleyhine adım atıyor gibiydi. Anna'nın varlığı ile güzelleşen günlerini, ciğeri beş para etmez insanların yalanlarıyla bozuyordu. Anna ile geçirebileceği her değerli anı, mutlaka ama mutlaka parçalıyor ve yerine uğraşması için bin türlü dert veriyordu. Şu an yanında Anna ile huzurlu bir kahvaltı etmek istiyordu mesela. Kahvaltıdan sonra onunla birlikte biraz kitap okumak, sohbet etmek, fırtına hafiflediğinde bahçede dolaşmak, karların içine gömüle gömüle gülmek ve doya doya kahkaha atmak... Akşamın serinliğinde onun elini tutarken sıcacık yemekler yemek, midesini onun kadife sesi eşliğinde sıcak içeceklerle ısıtmak istiyordu.

Fakat bunlar yerine neyle uğraşacaktı?

Bunca zaman yanında bildiği birinin ihanetiyle uğraşması gerekiyordu. Mahkemeye katılmak, Francis'in artık insanı tiksindiren yüzüne bakmak, yalanlarını dinlemek, anlamsız yalvarışlarını çekmek ve bunlara her şahit olduğunda kendi kanında köpüren öfkeyi bastırmaya çalışmak... Günleri bu olay çevresinde şekillenecekti. Kanıtları toplaması ve içten içe suçlu olduğunu bildiği birinin suçunu binlerce insana kanıtlaması lazımdı. Oysa elinde olsa Francis'i kafasını o mahkeme salonunun ortasında kendi koparır, herkese nefretle bakar ve böyle bir ihanete yeltenenlerin sonunun aynı olacağını haykırırdı. Artık ne sabrı kalmıştı, ne merhameti, ne de gücü. On yıla varmayan saltanatı boyunca uğradığı ihanetlerin büyüklüğü genç adamı yormuş ve benliğini, kafasındaki tacı taktığı ilk günkü kişiden bambaşka birine dönüştürmüştü.

Tacın BedeliUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum