15.BÖLÜM: "FOTOĞRAFÇI"

315 33 28
                                    

"Sen gemiyi limanda öylece bırakıp gittin. Bizi yüzüstü ortada bırakıp, çekip gittin."

Gülşah'ın bu sözleri, iğnenin ucunu bir kez daha kendime batırmamı sağladı. İçimde, ona karşı çektiğim brandayı, tek seferde kaldırdı.

Onunla yüzyüze konuşma planım, onun günlerdir telefonla konuşma ısrarıyla, son buldu. Nitekim, kendini daha fazla doldurmadan, bir şeyleri netliğe kavuşturmak istemiş olabilir. Yalnız ben telefonda konuşarak çözülebilmiş hiçbir sorun görmedim, şu yaşıma kadar.

"Zaten batıyorduk."dedim. "Biz birlikteyken, o gemide batıyoruz. Bizi suyun yüzeyine çekecek hiçbir mücadelemiz olmadı."

Benim sözlerimden kendine pay biçtiği şeyler var mı, pek sanmıyorum. Yine de ona bu cümleleri sarf ettirecek bir farkındalık oluştuğunu, görebiliyordum.

"Benden uzaklaştığını hissettiğim an, çok tepkili davrandım. Bu mesafeye alışamadım."dedi suçlu bir sesle. "O bana her zaman destek olan adamın, yokluğuna alışamadım."

Bu cümleleri ilk kez ondan işitiyor olmanın da bir şaşkınlığı var. İstanbul'a döndüğümde, eski Cihan olamayacağımı biliyorum. Anneme, Gülşah'a, çevreme ve beni tanımış olan herkese.

Tavırlarımın, istesem de, eskisi gibi hissettiremeyeceğini biliyorum. Belki döndüğümde, onları beklediğim yerde bile bulamayacağım.

Burada kendimi buldum. Sanki yıllardır eksik bir puzzle'ın parçasını arıyordum ve nihayetinde bulmuştum. Şaka değil, bu küçük odada. Bu yabancı insanların arasında. Bu tek camlı pencerenin önünde. İçinde beni karanlığa çekmesini beklediğim bu gerçeklerin arasında, üstelik hâlâ umutla.

"Son konuşmalarımın iyice aramızdaki husumeti bulandırdığını biliyorum ama tutamadım kendimi işte. Aylardır hayalini kurup beklediğim günün, sadece bir işe değişiyor olmanı kabul edemiyorum." Nefes alarak devam etti. "Ağır konuştum, kabul. Bunu bir tepki olarak göreceğini, sandım. Benim için öyleydi, bir şeyleri yıkabileceğine hiç ihtimal vermedim. Kendimi tutamıyorum işte.."dedi kendine kızar gibi. "Kendimi tutamıyorum."

"Bizi yıkan şey öfken değil."dedim. Gerçekten de, saman alevi öfkesine bunca yıldır musamma gösterebildim. Yalnız bu öfkenin altına süpürdükleri, bana ne kadar değersiz olduğumu gösterdi.

"Öfkeliyken, içinde bastırdıklarını gördüm. Beni başta olmak üzere, bu maziyi içinde nasıl besleyip büyüttüğünü gördüm. Ben bu hislerin hiçbirini sana karşı beslemedim."

Sesinde çekingen bir ton vardı. "Biliyorum.."

"Açıkçası çok acıtır mı bilmiyorum ama artık içimde, sana karşı beslediğim hiçbir şey kalmadı."

"Konuşma böyle." Sesi ağlamaklıydı. "Hayat zaten yeterince zor geliyor. Bir anlık öfkemle, bunu yıkan biri olmak istemiyorum. Böyle olmamızın sebebi olmak istemiyorum."

Ağlamaklı sesini duymak iyi gelmedi. Yalnız ne söylerse söylesin, içimdeki hislerin yerini değiştiremezdi ki. Hâlâ, onu cezalandırmak için böyle konuştuğumu zannediyor ve içimde bitirdiğimi, henüz idrak edebilmiş değil.

Yine de ağladığını işittiğimde, bu sözlerimi yinelemedim. İyi olmaya, en az benim kadar ihtiyacı vardı. "Belki kafanı toplamalısın."dedim. "Sürekli düşünüyor olmak, iyi gelmiyor."

LİMONLU KAHVEDär berättelser lever. Upptäck nu