ONBEŞİNCİ ŞİŞE

49 0 0
                                    

Duvarda asılı bir silah varsa o illaki patlayacaktır,

Diyen adam haklıymış.

Masallar boş bırakılmış çerçevelerdir

Ona bakamadığın yerde duvara bakarsın

Hasret

Masalın yasak sözcüğü

Ya ona bakarsın

Ya duvara uzaktan

Ya da

İki sandalyenin bir türlü bitişemeyen yakınlığına

Geminin limandan ayrılışının üstünden iki, bilemedin üç vakit geçmişti. İkisi de bu konu üstüne hiç konuşmasalar da bir haber almayı çok isterlerdi. Baba bir defasında ME'ye:

--- Düşünsene, dedi.

Gözlerinde bir icat yapmanın, en azından buna niyetlenmenin ışığı vardı.

--- Düşünsene, öyle bir makine yapıyoruz ki gidenlerin nerede olduğunu bize gösteriyor. Tamam, saçmalığın daniskası belki ama, neden olmasın. İster büyü de buna ister masal mühendisliği... Ama o yaptığın şeyle bulabiliyorsun özlediğin kişiyi...

--- Ya da düşmanını!

--- Tamam, ya da düşmanının yerini belirleyebiliyorsun.

--- Bir çeşit pusula gibi mi?

--- Öyle de sayılabilir. Bunu ilk ben düşünmüştüm, diyeceğim aklımın ucundan geçmezdi ama...

--- Ben diyeyim bari, bunu ilk sen düşündün.

--- Dalga geçme... İsim bulmak lazım şimdi buna. Telif hakkı önemli. Biri elimden kapıp almasın...

Baba, kapıdan içeri giren gemici sürüsüyle birlikte, bu yeni buluşuna bir isim bulamadan masaların arasında koşturmaya başlıyor. Bir yandan mırıldanıyor yine de: Gidenlerin Peşinde Slalom... GPS, fena olmadı aslında, deyip gülüyor. Tezgâhın arkasına geçen ME:

--- Aslında kötü bir fikir de değil bu, diye geçiriyor içinden. Öyle bir şey var olmuş olsaydı -ismi ne olursa olsun- şimdi JE'nin nerede olduğunu, iyi olup olmadığını, başına bir şey gelip gelmediğini, hayatta olup... Neler düşünüyordu böyle? Kendini susturdu. Şişeleri çıkarıp servise başladı. JE'yi çok özlediğini günlerdir dile getirmemişti, düşünmekten kaçınıyordu. Kaçınsa da oluyordu ya özlemek, o ayrı bir ironiydi. Belki de bundan kaçındıkça özlüyordu. Diğer ironi ise Jan'ı bile özlemesiydi, üstelik bunu daha kolay düşünüyor, itiraf edebiliyordu kendine. Bir mazeret buluyordu ama bunun için. Mesela...

Baba o sırada tezgâha dirseklerini koydu, şikâyete başladı:

--- Bu masalara tek başıma nasıl yetişeceğim?

ME, Jan'ın burada olmasını bir daha istedi.

Baba, her defasında eline sekiz on şişe doldurup koştukça önlüklü bir ahtapota benziyordu. Jan olsaydı... Evet, bunu düşünmekten utandı ME, ama olsaydı burada işler daha kolay yürürdü. Adamın, Baba'nın gölgesinde bazen parlayan sönen ama daha çok sönen bir alev gibi kaldığını yeni yeni fark ediyordu ME. Ona haksızlık mı etmişti? Altı üstü bir masaldan buraya düşmüş acemi bir haramiydi. Ne görünüşünden ne tavırlarından bir haramilik okunmuyordu. Olsa olsa yeni mektep talebesi denebilirdi onun için. Hayatın yutup olmadık bir yerde tükürdüğü bir damla gibi hayatlarına yapışmıştı. Yine de ona güvendiğini hissediyordu, kardeşinin yanında olduğu için bir nebze rahattı içi. Bu gerçek bir güven miydi yoksa "iki"nin "bir"e karşı daimi çokluğu muydu, sebebini bilemedi.

Kırkıncı HaramiWhere stories live. Discover now