ONUNCU ŞİŞE

122 0 0
                                    


/Masalların vasıta sorunu yoktur, 
zaman gibi mesafeler de trensiz, yürümesiz aşılabilir. 
Yollar, iki noktadan geçmez de 
birbirine dolanıp karşı noktayı arar gibi karışıktırlar./

Ertesi gece aynı sahne tekrarlanıyor. ME, o gece bu bir araya gelmişliğin açılış konuşmasını yapıyor:

--- Sizin hikâyenizden _Ali Baba’ya bakıyor – az buçuk haberdar olduk. Sizi tanımaya yetmeyeceğini bilsek de elimizdekiyle idare edeceğiz bundan böyle. Çünkü karar oku, çoktan yaydan çıktı. Şimdi gelelim bizim hikayemize.

Kalabalık bir ailenin iki kızıydık. Bu mekân, o olaydan sonra -şimdilik “o olay idi- bizim evimiz, kalemiz oldu. JE kendisine hikâye yazan bir adamı okuyarak üç yıl odasından çıkmadı. (Bu başka bir konu dercesine elini masada dolaştırıyor.)  Gerçek hayat ona hep itici gelmiştir, oysa hayalleri üçümüze de tozunu yutturur. O yüzden bar ile ilgili kararları ben veriyorum. Onun bu âleme sadece uzaktan dâhil olmasını istiyorum. Onu bu dünyadan korumak için değil de daha çok bu dünyayı ondan korumak için.

Bir süre susuyor. Dediklerinin anlaşılıp anlaşılmadığını tartar gibi bakışlarını Baba’nın ve Jan üzerinde dolaştırıyor. Sessizliğin süresi ve yoğunluğunu yeterli bulunca devam ediyor:

Dedim ya, burası dünyanın çöp bidonu gibi bir yer. Ama bu kadarına bile sahip olamamak da bir ihtimaldi. (Ali Baba, kaybettiği masalını düşünüyor.) Yine de burada sonsuza kadar yaşayamayız. (Kim o kadar yaşadı ki, diyor içinden Jan) Birkaç ay sonra burayı terk edeceğiz. Başta burayı size devretmeyi düşündüysek de vazgeçtik bundan. Bu bir iki ayda işleyişi öğrenir, devam ettirir, sonra biz dönünce kaldığımız yerden devam ederiz, dedik… Ama sonra bir şeyler değişti. 

Sözü JE alıyor, defter konuşmaya başlıyor desek daha doğru olacak.

Bana bir “iğne” ile geldi bütün hayallerim. Her günün açılışı onunla oldu, bir maestronun elindeki baton gibiydi; ne zaman uyanacağıma o karar veriyordu, ne zaman uyanacağıma, hangi rüyayı görüp hayallere nasıl gideceğimi de belirliyordu. Bir hastalık hali gibiydi, ama beni hasta eden iğnenin aynı zamanda bana şifa olacağını da içten içe hissediyordum. 

Sonra siz geldiniz. Gelişinizden ilk haberdar olan bendim. Limana bakan pencerede her zamanki gibi oturduğum bir kör sabah idi. O zamana kadar limandaki kasaların, çöplerin, sersem balıkların üstünde uçuşup duran, bir kez olsun o karmaşık ama bildik yollarından şaşmayan martılardan biri o sabah pencereme çarptı. Çarptı diyorum çünkü görmüyor gibiydi. Bunu önce camın saydamlığını algılamadığına yordum, ama o an sokağa bir pike yapıp bir şeyi gagasının arasında bana getirdi. Bu bir defterdi.

JE’nin defteri sayfayı çevirirken ME bunu rom getirmek için bir fırsat bildi. Baba ile Jan ise birbirlerine bakıp tüm bunlardan ne anlam çıkaracaklarını düşünüyorlardı. Jan rom şişesi eline tutuşturulmadan önce gemiden inerken o itiş kakışta koltuğunun altına sıkıştırdığı seyir defterinin düştüğünü fark etmemişti, sonradan hatırladığındaysa yokluğuna alışacak kadar zaman geçmişti üstünden. Yoksa o kör sabahta kör bir deniz kuşunun getirdiği?

Evet, dedi JE’nin defteri. Jan’a dönüp düşüncelerini okumuş gibi dedi bunu. “Senin ‘haramiliğinin ilk ve son günü’nden başlayarak yazdığın defter.”

Bu defterde bir ipucu arayarak günlerini geçirmiş, o yüzden ortalıkta çok görünmemişti JE. Nihayet sayfaların tozundan gelen bir görüntü rom yüklü gemilerinin geçtiği yerlerden birinde kendilerine dair bir iz bulmasını sağlamıştı. Emin miydi bundan, hayır. Bu dünyada bir şeyden emin olmak için hepten deli olmak gerekiyordu. Yine de içindeki sese güveniyordu. Yolculuklarının ikinci ayında (Bu da Jan’ın defterinde 69.sayfaya denk düşüyordu) açıklarından geçtikleri bir takımadadan söz edilmişti. Orası sorularına cevap bulacakları yerdi. 

---İşte bu yüzden bir yolculuk bizi bekliyor, dedi ME. Ama burayı da kapatıp gidemeyiz. 

İki kişi burada kalıp mekânı işletmeye devam edecekti. Diğer “iki” de yola çıkacaktı bir olasılığı gerçek kılmak üzere. Ali Baba ve Jan, burada söz hakları olup olmadıklarını düşünedursunlar, masaya bir şişe daha rom koyuldu. Bardakların ne zaman dolup ne zaman boşaldıkları takip edilip anlatılacak bir şey değildi. Hayat kadar hızlı içiyorlardı. Dile getiremedikleri soruyu ME cevapladı:

--- JE ve Jan yola çıkacaklar. Ali Baba ile buradaki işleri sürdürmek de bizim görevimiz olacak. İtiraz etme hakkına sahipsiniz, ama etmeyeceksiniz.

Jan geçmişini düşünüp başını eğiyor, Ali Baba’nını hikayesini duyduğundan beri kafası karmakarışık. Baba ise başta kolay teslim olacak gibi gözükmüyor ama yine de kabul ediyor bu teklifi, şimdilik sebebi kendine saklıyor. ME bu fırsatı kaçırmıyor. Fazlaca düşünüp kafaları bulanmadan evvel anlaşmayı imzalatıveriyor iki adama da. 

O gece Jan, uyumadan önce bu masala nasıl olup da düştüğünü düşünüyor. İllaki onu bekleyen bir şey var bu masalda. Yaptığı şeyleri aklından geçirince öyle büyük günahlara sahip olmadığına kanaat getiriyor; belki de asıl günah yapmadıklarımdadır, deyip uykuya dalıyor.

Ali Baba odaya geldiğinde Jan’ı çoktan uyumuş halde buluyor. Haramilik zamanlarını tam da unutmuşken şimdi bunların bedelini ödemenin zorunluluğu onu biraz sarsmış. Yoksa çok içmekten mi bu hali, kendisi de bilmiyor. Yol kesip kervanları soyup soğana çevirmeler, köy basmalar, zengin çiftliklerini yağmalayıp sahiplerini donsuz bırakmalar, başka haydutların ganimetlerine konmalar… Oysa hepsi bir şeyin arayışıydı, diyor kendini daha iyi hissetmek için Ali Baba. Her şey bir sebepten vardır ve onunla tanımlanır. Ama tanım kafasında bulanıklaşıyor, düşünüp dururken de uyuyakalıyor.

Mekânın diğer yarısında da farklı değil durum: Sorular ve soru soru üstüne. JE odalarda kapalı kalıp kaçırdığı hayatı istiyor. Başka bir hayatın mümkün olduğunu bilerek yaşadı bugüne kadar, ama yaşamadan yaşadı. Şimdi bir gemiyle açılmak, ömrünü eskittiği bu mekândan –ME’ye söylemedi bu kaçış isteğini- gitmek istiyor. Maceranın kollarına atılmak değilse nedir yaşamak, diyerek kendini ikna ediyor.

ME, yattığı yerden gökyüzünü görebiliyor. Ama JE’nin yerine kendisi mi gemiye binseydi diye düşünmüyor da değil. Beklemekten ve zaten var olan bir sürgit günleri devam ettirmekten başka ne yapabilir ki?

 Derken uyku kocaman mekânı bir çırpıda sarmalıyor.  

Kırkıncı HaramiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin