YİRMİÜÇÜNCÜ ŞİŞE

27 0 0
                                    


Bir yarısı madde

Bir yarısı ruh zerresi

Babası onu tutamamış

Henüz doğurmamış annesi

Bir yanı bahar yanak

Bir yanı güz gamzesi

Hiç dönülmeyecek gibi toplandı eşyalar, lazım olur diye yanlarına alacaklarını bir çırpıda kenara koydu ME ama sıra bırakılacaklara gelince her birini uzun uzun tuttu, ilk kez görmüşçesine baktı elindekine; defalarca yanından geçtiği halde onca zaman dikkatini çekmeyen şey, şimdi giderken anlam kazanıyordu. Bugüne kadar bir işe yaramamış ve yarayacağı da yok bundan sonra. Yine de üzerlerinde bir hak edilmişlik duygusu, bir sahiplik nostaljisi bırakıyor her biri. İplik makaraları, saç fırçaları, tokalar, yamalık bez parçaları, demir çubuklar, süs kutuları ve daha nice şey... Geri dönebilecekler mi? Olur da dönerlerse onları bıraktığı yerde bulabilecek mi?

Sarıp sarmaladığı ağır yükleri yığması için Baba'dan yardım istedi. Adalelerini nihayet gösterme fırsatı bulan Baba, kasım kasım kasılarak yükleri fırlatıverdi. Beklediği alkışı almak üzere döndüğünde ME çoktan başka işe vermişti kendini. Masanın üstündeki öteberiyi toplayıp bir kutuya koyuyordu. Tam o sırada Baba, yere düşen kâğıt parçasını fark etti. Eğilip aldı kadın görmeden, iki kere katlanmış kâğıdı açacakken aniden bir yakalanma korkusu bastırdıysa. Nedense kâğıdı kendine saklama arzusu duydu. ME ne işler çeviriyorsun sen, dercesine bakınca kâğıt parçasını uçkurunu sarmaladığı kuşağın içine tıkıştırdı son anda.

Gitme kararını birlikte almışlardı. Hem kaçmak hem bulmak için, diye açıklamıştı ME, kardeşiyle Jan'ın gidişinden sonra hepten boş kalan meyhanenin ortasında Ali Baba'yla otururlarken. Şu madenî parayı, hanedanın son parasını, hatırlıyordu değil mi? Nasıl hatırlamasındı? Masadaki adamı da unutmamıştı ama o geceden sonra bir daha görmemişlerdi onu. ME, adamın bir gölge gibi kendilerini izlediğini söyledi.

— Kaçmak kısmını anladım. Ya "bulmak"?

— Onu sonra anlatırım, yolumuz uzun nasılsa! Olmaz mı?

Hani o son soruyu eklemese, Baba delilenip meseleyi uzatabilirdi fakat kendisine de fikrini sormuştu ya, nezaketi elden bırakmadı.

— Olmaz mı? Olur tabii!.. Ben de hangi vasıtayı kullanacağımızı düşündüm. Çok düşündüm. Eee'si, uçan halıyla gidelim... Gidelim mi?

— Uçan halı?

— Yakın zamanda hem ölçülerini genişlettikleri hem konforunu artırdıkları çalındı kulağıma. Üstelik yeni çıkanlar, kırk beygir gücündeymiş.

— Uçan bir şeyi hangi beygirle imtihan etmişler acaba?

— Orasına takılma, kırk Zümrüdüanka diyelim, o da olur ha?

— Kafdağı'na gidiyoruz ya biz de!

— Oraya gitmeyelim.

— Neden?

— Ben çöl adamıyım. Mağarada elime yüzüme bulaştırdım, gemideyken deniz tuttu, karaya inince iskele başımı döndürdü, kapıdan girer girmez meyhane çarptı, Jan gözüme kastetti, sen... sen de... o iskele gibi...

Cümlenin devamını tahmin edip adamı durduruyor ME. İlanı aşk için hiç de müsait bir zaman değil. Baba da bunu fark edip kaldığı yerden devam ediyor:

— Düşün bir! Baş başa kocaman bir halının üstündeyiz. Jan ile JE de olsa güzel olurdu... Jan illaki çocukluğunun püskülleriyle oynamaya kalkardı da sen "Yaklaşma kenara o kadar, düşeceksin!" deyip azarlardın onu. Tamam, ben de seve seve yaparım bunu. Hem şapşal Jan, nerden bilsin overlokçunun elinden çıkmış halıda püskül müskül kalmadığını? Kulağından tuttuğum gibi göğün kenarından alıp halının ortasına getirirdim onu. JE, üstündeki desenleri bir haritaya benzetip hayallerinin izini sürerdi. Gün batımına denk gelirsek kuşlara birer siluet olarak görünürdük...

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 14, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Kırkıncı HaramiWhere stories live. Discover now