YİRMİ İKİNCİ ŞİŞE

13 0 0
                                    


Gel masaldaş gel

Batan geminin malları bunlar

"Hikâyat Nakliyat" hizmetinizde

Anlattığın hikâye senin değil artık

Ama korkma, o emin ellerde

Anlat ki gerçek olsun

O gerçek olunca

Sana güle güle

Sandık gözden kaybolunca -Herodot ve Gaip içinde miydi, kim bilebilirdi?- yolculukları ve geride bıraktıkları ada, artık "tarih" olmuştu. JE tahtalara ayağını atar atmaz burayı tanıdığı hissine kapıldı. Ne limana ne iskeleye dair bir şey yoktu hatırında ama yine de "buraya gelmiş" gibi olmuştu. Kıyı sığ olduğu için gemiler açıkta demirlemişti, dolayısıyla iskele upuzun bir kalın çizgi halinde metrelerce denizin böğrüne kadar gidiyordu. Aynı zamanda bir sokak kadar da genişti.

Jan, bir adaya ilk kez deniz tarafından çıkmıştı. Ali Baba le deniz yolculuğunu, ardından kızların meyhanesine indikleri zamanı saymıyordu çünkü orası kocakaraydı. Dünyanın bittiği yerdi o karalar, gemilerin toslayıp döndüğü duvarlardı. Etrafından dolaşmaya gelmezdi, kocamandı her yerleri, birkaç ömür ve çok masal lazımdı başladığın yere dönmek için. Dünya daha yuvarlanmamıştı. Jan'daki bu aşinalık duygusu, çocukluğunu bir adada geçirdiğinden miydi yoksa masallarda bütün adalar birbirine mi benziyordu? Bir yere aşinalık hissi miydi aynı olan? Nereye gittiğini bilmeyenler için her yer aynıydı da bu yüzden mi varılan yer göze tanıdık geliyordu? Hepsinde "aradaki yedi cüce farkını bulunuz" ya da "ezmek nezdinde benzerlikler" yarışması mı vardı?

JE ve Jan ıslak, gevşektahtalara basarak yürüdüler. İskele sokağının bir kanadı balıklara ayrılmıştı.Jan o taraftan yürüyordu. İlerledikçe bu sıralanışta tuhaf bir ahenk olduğunu farketti: Bir, sadece balık vardı. Hercinsten balıktı bunlar, büyüklü küçüklü.

İki, balıklar boy sırasına ya da cinslerine göre dizilmemişlerdi, daha ilginç bir ahenkti göze çarpıyordu: Birbirlerine yapışık duran tezgâhların alt kısmı kaydırma sistemiyle birleştirilerek iskelenin diğer ucuna uzatılmıştı. Kasalar, işlemden geçtikçe bandın üzerinde karaya doğru kayıyorlardı. İlk mavi muşamba üstünde capcanlı balıklar vardı, ağdan henüz düşmüşlerdi de yakalandıklarına inanamıyor gibiydiler. İkincisindekiler de aynı dirilikteydi ama diğerlerine nazaran durumu kabullenmiş görünüyorlardı.

Üçüncüsündeki balıklar denizle vedalaşma faslındaydılar; bir sonrakindeyse sadece son bir kuyruk darbesi duyuluyordu tahtalara vurulan. Sonra bıçakların sesi başlıyordu, daha demincek pes etmiş balıkların kafaları tek darbede uçuruluyor, kanatları çabucak koparılıyor, varsa pulları temizleniyor ya da derileri yüzülüyordu. Tuzlananlar, kızgın yağda ölmemiş gibi hoplayanlar, ipe geçirilenler, şişlenenler, kurutulanlar... Nihayet aç midelere servis edilenlerin ardından kılçık halinde yere saçılanlarla bitiyordu bu kaotik dizilim.

      Diğer kanatta JE yürüyordu. Orada türlere göre bir ayrım yapılmıştı ve kaydırak da yoktu. Karidesler, yengeçler sırf birbirlerine benziyorlar diye bu kısımdaydı. Ahtapotlar tezgâha sekiz kollu girip diğer uçtan dokuz parça çıkıyorlardı. Kapalı midyeler uykudaydı, aralık kalanlardan fısıltılar duyuluyordu, tamamen ikiye ayrılmış olanların suratlarına limon sıkılmış gibiydi. İstiridyeler tek gözlü hazinelerdİ, incilenip boncuklanmışlardı; bir zamanlar sakladıkları zenginliklerin yerinde şimdi yeller esiyordu.

Yan yana yürüyüp iki ayrı -ya da benzer- dünyaya bakan JE ile Jan, iskelenin bittiğini sandılarsa da yanıldıklarını anlamaya vakit bulamadan etrafları sarıldı. Ellerinde küçük kâğıt parçalarıyla dolaşan çocuklar boğaz tokluğuna reklam işinde çalışıyorlardı. Karaya yaklaştıkları yerdeki tezgâhların önünde hepsinden ikişer üçer tane vardı. Yeni gelenlerden hikâye koparmaya çalışıyorlardı. JE, bu saldırının karşısında Jan'ın koluna yapıştı. Jan'ın aklına ilk gelense gerisingeriye koşup onunla sandala binmekti. Sandalı ara ki bulasın! Satıcıların kucağına düştüler.

DüşBileyicisi —Az mı geldi, hiç mi yoktu, düşündün de mi yetmedi, yoksa çok mu geldi? Burada olmadıysa başka yerde olur, masalda mekândan bol ne var, söyle seni nereye götüreyim? Orada bıyık bile bırakabilirsin, sana diyorum adam! Hanımefendi, kusuruma bakmayın yanlış anlaşıldıysam!

RuhKeseleyicisi — İyisin hadi iyisin, seni "kişisel gelişim" adasına gönderelim. Yaklaş biraz. Ying kardeşim, al abimin adresini. Yang, sen de bekletme misafirlerimizi. Habil ile Kabil değil yahu bu! Dünyada emsalsiz bir yöntemle ruhunuzu iki beygir gücüne çıkaracağız. Sizinki zaten öyle mi? O zaman beyefendiye dizgin vuralım ha ha!

AşkÇıngırakçısı — Reddedildiniz mi? Çok acıdı mı? Platonik misiniz? Size bir Romeo verelim, size de bayım, şişme Juliet?

HikâyeFotokopicisi — Siz ne derseniz eklemeden çıkarmadan, atmadan tutmadan, süslemeden püslemeden yazarız; bizim ilkemiz yalınlık, yalanın kör gözüne parmak, falanın çayına dört şeker, ölene kokulu pamuk, kalanın eline neşter... Mesela sen, yaklaş şöyle, adını söyle?

Jan — Jan!

HikâyeFotokopicisi — Jan!

Jan — Ne diyorsun?

HikâyeFotokopicisi— Ne diyorsun?

Jan — Bak, bir de bana soruyor.

HikâyeFotokopicisi — Bak, bir de bana soruyor.

Jan — Tövbe estağfurullah!

HikâyeFotokopicisi— Tövbe estağfurullah!

Önüne çıkan çocuğu iteledi Jan. Çocuk yere düşerken göz göze geldiler. Nereden tanıyordu onu? İki yanağında birer gamze vardı ve nefesi, öfkesiyle birlikte ağzından dışarı çıkarken köpek dişleri görünüyordu. JE, bunu neden yaptığını sorarcasına ona bakıyordu.

MasalMagazincisi— Yeni mi tanıştınız? Kaç masal oldu? Onunla mısınız, yoksa o mu sizinle? Birkaç cümleyle duygularınızı bize...

"Masalın magazini mi olur? Bu nasıl iş?" diye düşünüp şaşırıyor JE. Tam da kurtulduklarını düşündüğü sırada sağdan soldan çıkıveren dilenciler Jan'ın kollarına yapışıyor.

Dilenci— Abi, iki anlat ne oldu?

Öteki dilenci— Nereden yolculuk?

Jan, sorunun cevabını ağzından kaçırınca dilenciler meraklarını apar topar yedeklerine alıp başka hikâyeye doğru gözden yitiyorlar. Çekip çekiştiren kimse kalmayınca seviniyor ama iskele nasıl bir sokaksa artık -belki de ada dedikleri sadece burasıdır- bitmiyor! Masalın UmumiAşk Sokağı'ndalar.

Birinci Fahişe— Gel koçum

İkinci Fahişe — "Bu yüzü tanıyorum," diyor. "Seni daha önce gördüm."

jE ufalıp küçülüyor saklanmak için bu sözlerden. Jan kurtulmaya çalışıyor etrafındakilerden. 

Jan yere düşünce başka bir adam onu kaldırıyor yerden. Bakışı ne dost ne düşman. Cümlesiyse tam bir kuyu: "Terzi kadına ne çok benziyorsun!" diye sesleniyor Jan'ın arkasından, iskeleden toprağa adım attıkları sırada. 

Kırkıncı HaramiWhere stories live. Discover now