Rana suratını ekşitti. "Şimdi, yeşil çam filmlerinde ki Erol Taş gibi kahkaha ata ata o soğanı yemeyeceksin değil mi?"

Musa kıza göz kırptı ve soğanın bir kısmını ağzına attı. Bu sırada gülmeye devam ediyordu. Rana iğreniyormuş gibi şakadan suratını buruşturdu. "Ben de seni, gözlüklü, elinde kitapla elit takılan bir edebiyatçı gibi hayal ediyordum."

"Demek beni hayal ediyordun." Musa, kızın kelimeleri canını yaksa da bunu sakladı ve alayına devam etti. Böylece, sesinin titremesine bile engel oldu. "Hangi sıklıkla?"

Kız kızardı. Aniden ayaklandı. "Böyle alay edeceksen ben önden gideyim."

Musa geriye yaslandı. İleri gittiğinin farkındaydı. Daha önce kadınlarla nasıl konuşması gerektiğini iyi bilirdi. Böyle kalbini kırdığı iki kadın vardı. İlki ağabeyinin eşi Selnur yengesiydi. Onu çok sevmişti sonradan ama ilk başlarda kelimeleriyle sıkça incitmişti. Şimdi bir de bu kız vardı. Onda kelimelerini dizginlemesini engelleyen, ona sataşması için zorlayan bir şeyler vardı. Muhafazakar, kendi halinde, hatta oldukça içe dönük bir kızdı. Neden onu zorluyordu?

"Affet beni." Musa bu sefer sesinin titrediğini fark etti. "Üç senedir insanlıktan nasibimi almıyorum."

Rana, ona hem merak etmiş, hem de her şeyi biliyormuş gibi bir bakış atınca, Musa günlerdir konuşmadıkları o konuya gireceklerini hissetti. "Yengemin arkadaşıysan eğer, işitmişsindir. Ondan duymadıysan da, Ece'den..."

"Ece ketumdur." Rana kısık gözlerle ona baktı. "Ama haklısın. İşittim."

"Ve bu... Önemli değil mi?"

Rana, ayakta ona bakarken Musa kendini savunmasız hissederek uzakta bir dağa gözlerini dikti.

"Hayatta ki tüm zorluklar, senin önemsediğin kadar zordur. Onlara bu anlamı biz yükler ve yüceltiriz."

"Ne kadar... Senlik bir laf." Musa artık onu tanıyor gibiydi. Ne diyeceğini az çok tahmin ediyordu. Garip bir şekilde tanıdık gelen kelimeleri, beyninde devamını nakış gibi işliyordu.

"Pekala, yemeğin bittiyse yola koyulalım. Ninem peşime köpeğimi göndermeden önce."

Masayı toplamaya girişen Musa ansızın durdu. Rana da ona hızla sırtını dönmüştü. Musa kalbi kaburgalarında atarken sordu. "Bir köpeğin olduğunu bilmiyordum."

"Var." Rana önemsizmiş gibi omuz silkti. "Genelde komşularımızı çok sever, sürekli onları ziyaret eder."

"Cinsi ne?"

"Kırma." Ellerini sallayarak tabakları içeri taşımaya başladı. "Hadi, acele et."

"Köpeğimi sormuştun geçen ay, yeniden mektup yazmasan da, köpeğimi merak edeceğini düşündüğüm için söyleyeyim. Sağlığı yerinde. Biraz daha tombullaştı ama onu yemeklerden uzaklaştıramıyorum. Arkamı döndüğümde herkes onu besliyor. Gerçi o hırsız köpek, kimse beslemese de kendine aşıracak bir şeyler buluyor."

Musa kendi kendine kızarak, neden iki kızın arasında benzerlik aradığını düşündü. Birbirinden tamamen farklı görünüyor ve farklı davranıyorlardı, neden Musa kendi suçluluk duygusunu, onları benzeterek hafifletmeye çalışıyordu?

..

Rana, tebessümünü saklamaya çalışarak lastik botlarını giydi. Adam ekşi bir suratla lastik ayakkabılarına ve eldivenlerine bakıyordu. Kafasına babasının şapkalarından birini giymiş, aynı şekilde üstüne de babasının eski elbiselerinden geçirmişti.

"Bir an babam geldi sandım." diyen Rana, burnundan güldü. "Ölçüleriniz pek benzemese de..."

Babası zayıf ve kısa boylu bir adamdı. Musa'nın giydiği uzun kollu bluz üstünde yırtılacak gibi duruyordu. Neyse ki ninesi acımış, ona erkek şalvarı vermişti. Neyse ki mi? Maalesef demeliydi. Kıkırtısını bastırmak için elinin arkasına güldü. Kendimi tutmaktan gözleri yaşarmıştı.

Kalp İkizi (Umut Serisi 6)Where stories live. Discover now