2

3.8K 425 223
                                    

13 Temmuz 2020 - Busan

Yarım saattir bakıştığım adama oldukça yabancıydım, nasıl bu kadar sorumsuz olabiliyordu? En azından kanlı gömleğini çıkarmalıydı. Ama Jungkook her zaman böyleydi, psikolojimi asla düşünmezdi.

''Bugün görüşmemiz yoktu Bay Jeon.'' Mesaim bitmek üzereydi, çıkmam gerekirken bu adamla uğraşacaktım. Her ne kadar ayrılmış olsak da sorumluluk sahibi bir insandım. Onu elbette burada tek bırakmazdım. İşim, hastalara yardımcı olmaktı.

Eh, Jungkook gibi bir hastam olduğuna göre kıçımın üzerine oturup dinlemek zorundaydım.

''Senin şirketin değil mi? Bu koca bina senin değil mi Bay Park?'' Ellerini yukarıya kaldırıp bana uzattı. Neden yaraları vardı? Neden acı çektiğini  hissediyordum? Neden bu adamı düşünmeye devam ediyordum? Kafamı iki yana sallayıp çekmeceden çıkardığım dosyayı önüme koydum. 

Belki de biraz sarhoştu?

''Benim için özel bir dolap mı hazırladın? Bahse varım orada sadece bana ait şeyler var.'' Beni çok iyi tanıyordu. Dudaklarımı ıslatıp dosyanın kapağını açtım. Gözlüğüm zaten takılıydı, bu adamı görmemek için çıkarmaya razıydım.

''Senin gibi dosyaların da başka insanlara zarar vermesin diye boş ve önemsiz bir yer ayırdım.'' Kahkaha atıp belinden çıkardığı silahı masama koydu. Ağır olduğunu düşündüğüm silahın ucu tamamiyle bana dönükken yutkundum. Bilerek mi yapıyordu?

''Yanın önemsiz mi?'' Beni gafil avladığı için ağzımı açıp konuşamadım. Jeon Jungkook oyun oynamayı severdi, benimle de böyle oynamamış mıydı zaten?

''Sizi dinliyorum Bay Jeon, bana sorunun nerede olduğunu söyleyin ki size yardımcı olabileyim.'' Burnumdan kayan gözlüğü düzeltip ona döndüm. Kan lekeleri canımı sıkıyordu, kimin canını aldığını merak ettim. Konuşamadım, ağzımı dahi açamadan kirlenmiş gömleğini inceledim.

Bunun farkında olacak ki ceketiyle önünü kapattı.

''Sorun onda, benden hala daha özür dilemedi.'' Hayretler içerisinde yüzüne bakıp kafamı iki yana salladım. Anlaşılan bugün beni epey yoracaktı. Gökyüzünden odama damlayan ay ışığı geç olduğunu suratıma çarpsa da ona git diyemedim. Belki de bugün Jungkook'u özlediğim günlerden birisiydi?

Belki de beni de bu silahla öldürürdü?

Belki de tekrardan yaralardı?

Ona olan özlemimi dil denilen, masamın üzerindekinden daha güçlü bir silahla öldürürdü.

''Onu tanısaydınız neyden bahsettiğimi anlardınız. Sadece kendini düşünüyor, benim nasıl olduğumu önemsemiyor bile.'' Dudaklarıma yaptığım işkence dilime değen demir tadıyla son buldu. Önümde duran silahı ona doğrultmamak için kendimi zapt etmeye çalıştım.

İmkansızdı, beni her konuda suçlu tutması bir nebze içimi parçalıyordu.

''Sizin için yazdığım ilaçları alıyor musunuz?'' İlk başta kaşları çatıldı ardından cebinden çıkardığı ilaç kutusunu bir iki kere salladı. Onları içmesi gerekiyordu fakat paket hala daha açılmışa benzemiyordu. ''Onları içmeniz gerekiyor cebinizde taşımamalısınız.''

''Benim bunlara ihtiyacım olduğunu mu düşünüyorsunuz?'' Gülümseyip paketi masama doğru fırlattı. ''Benim tek bir ilacım vardı.'' Yaptığı imalar kalbimi yaraladı, ona ciddi anlamda üzüldüm.

Benden başka kimsesi yoktu, bir sürü şirketi olsa da para kimseyi mutlu etmezdi. Neyse ki ortak arkadaşlarımız vardı, bunun için mutluydum. Taehyung eminim ki ona iyi bakıyordur.

Çalan telefonuma göz atıp sesini kıstım. Arayan kişi Jin'di, evde sıkılmış olmalı diye düşündüm. Beraber akşam yemeği yiyecektik.

''Kim arıyor?'' Ayağa kalkıp telefonuma bakmaya çalıştığı sırada ekranı kapattım. O bir hastaydı ben ise doktor. Aramızda başka hiçbir şey olamazdı. 

Görüş alanıma giren kanlı gömleğine bakış attım, buradan kaçıp gitmeme sebep oluyordu. Eğer fevri davranırsa korumalarını çağırıp Jungkook'u buradan almalarını söylerdim.

Biz yabancıydık, onu tekrardan tanımak istemedim.

''Neden sakladın? Bir şey mi planlıyorsun?'' Beni deli etmek mi istiyordu? Jin ortak arkadaşımızdı, ona söyleyebilirdim lakin bunun için bir sebep bulamadım. Artık o kadar yakın değildik, bana bu şekilde hesap soramazdı.

''Korumalarınıza söyleyeceğim sizi alsın-'' Şirket telefonunu açtığım sırada kabloyu çekip kopardı. Şaşkınlıkla yüzüne baktım, eski Jungkook gitmiş değildi. Hala daha kıskançlık onu yiyip bitiriyordu. 

Keskin çehresi korkmam için bir sebep olsa da korkmadım. Ben Jungkook'dan asla korkmazdım. Eğer çıldıracak olursam korkması gereken kişi o olurdu. 

''Ne yaptığınızı sanıyorsunuz Bay Jeon?'' Burnumun dibine kadar girip beni sandalyeme kıstırdığında kaşlarımı çattım. Sarhoştu, en az üç dört shot yapmış gibiydi fakat hala daha bilincinin yerinde olduğunun farkındaydım. Sadece kıskançlık onu çileden çıkarıyordu.

''Bana ilaç ver.'' Dişlerinin arasından söylediği cümleyi zar zor anladım. ''Dozu yüksek olsun, bir kerede üç dört hap atmak istiyorum.'' Bana neden bunları söylediğini bilmiyordum. Omzuna dokunup ittirmeye çalıştığım sırada elimi tuttu. Onunla olan temasım kalbimi hızlandırmaya yetiyorken gözlerinin içine baktım.

Beni kara delik gibi içine çeken kehribar rengi irislerine aşıktım. Jungkook'a olan ilgim hiçbir zaman sönmüş değildi, sadece ondan uzak durmaya çalışıyordum. Biz tekrardan olamazdık, imkansızdı.

''Bunu neden istiyorsunuz?'' İlk öne uzun uzun gözlerime baktı ardından işaret parmağını yanağımdan çeneme doğru sürtüp sırıttı. Beni deli gibi arzuluyordu. Eskiden yaptığımız sevişmeler aklıma doldukça gözlerimi kapattım. 

İyi hissetmiyordum, onu hala daha deli gibi istiyordum.

Terli vücutlarımız, gecenin ahenkine karışan inlemelerimiz, kalbimizi hızlandıran küçük temaslar ve daha birçoğu gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Jeon Jungkook artık hastam olmamalıydı.

''Sadece ölüm onu bana unutturabilir.'' Sandalyemi geriye çekip ayağa kalktığımda eli havada kaldı. Kitaplığa yaslanmış vaziyette karşımda duran Jungkook'a baktım. Gitmeliydi, gitmek zorundaydı. Hele ki bu zamanlar onu en çok düşündüğüm zamanlarsa burada duruyor olmak bile beni pişman edebilirdi.

Odada yankılanan titreşim sesiyle masaya uzandığımda benden önce davranıp telefonumu aldı. 

''Bay Jeon telefonumu verin.'' Ona doğru bir adım attım o ise bana silah doğrulttu. Beni silahla tehdit ediyor olması bile canımı yakıyordu. Nefret ettiği insanlara çevrilmiş olan silahı nasıl bana da doğrultabilirdi? ''Bay Jeon, silahı indirin ve telefonumu verin.''

Telefonumun şifresini hiç değiştirmedim, evlilik yıl dönümümüzdü.

''08.11.2016'' Söylediği şeyle ona döndüm. Sanırım ona yenildiğim en kötü gündü bu benim için. Bakışları benim üzerimde dolanıyorken avucumu açıp telefonu vermesini bekledim. ''Bakmama gerek kalmadı, ben cevabımı aldım.'' Silahı kemerinin arasına sokup başını yana eğdi. Beni inceliyordu, normalde rahatsız olmam gerekirken hoşuma gitti.

Onun bu şekilde bakıyor olmasına her zaman hayrandım. Sanki dünyada tek ben varmışım gibi hissettiriyordu, sanki dünyada tek bana öyle bakıyormuş gibiydi.

''Sizi eve bırakmamı ister misiniz Bay Park?'' Kafamı iki yana sallayıp avucuma bıraktığı telefonu cebime attım. Bu onu neşelendirdi, hala daha ona aşık olduğumu düşünüyordu.

''Arabam var, size iyi geceler Bay Jeon.'' Omzunu silkip cebinden çıkardığı yüzük kutusunu masama koydu. Ayrıldığımız gün avucuna koyduğum evlilik yüzüğümüzdü. O hala daha takıyor olsa da ben çoktan çıkarmıştım.

''Ona verirsin, özledikçe bakar.'' Kapıya doğru gittiğinde yüzük kutusuna baktım. Tabi ki de takmayacaktım. ''Bu yüzden benim hep parmağımda.'' Bana doğru dönüp yüzük dolu olan parmağını havaya kaldırdı.

''Ben her saniye onu özlüyorum.''





Yuanfen 'JikookWhere stories live. Discover now